Şanlıurfa Göbeklitepe; Ülkemiz turizmi açısından, dünya tarihi açısından büyük önemi olan Göbeklitepe, gün geçtikçe daha bilinmekte ve gün geçtikçe daha çok merak uyandırmaktadır. Bu yüzden: daha önce birkaç kez gittiğim, Göbeklitepe hakkında, gerek geçmişi ve gerekse kazıların ardından yaşananlarla ilgili güzel ve yeterli bir yazı aşağıdadır. Mutlaka ve mutlaka gidin burayı görün.
Evet: Şanlıurfa şehir merkezinden: Harran Üniversitesi istikametinde şehir merkezinde ilerlerken: bir süre sonra sola dönmeniz gerekiyor. “Göbekli Tepe” tabelalarının bulunduğu bu dönüşte, ayrıca göbekli tepenin simgesi olan “T figürlü taşlar” dan oluşan küçük bir park alanı yapılmış.
Evet burayı da gördükten sonra, yine tabelaları takip ederek anayoldan ilerlediğinizde ( bu sırada, büyük bir sulama kanalı üzerinden geçeceksiniz, bu sulama kanalının büyüklüğü buraya yapılan devlet yatırımlarının büyüklüğünü görmek açısından önemli, bir de suyun rengine dikkat ederseniz “turkuaz” rengi göreceksiniz) yine anayoldan bir süre sonra sapacaksınız ve 4 km. daha ilerlediğinizde, Göbekli Tepe’ye ulaşacaksınız.
Bu yol: gayet güzel ve asfalt yani ulaşım konforludur.
Yani, Göbeklitepe, Şanlıurfa il merkezinin yaklaşık 17 km. doğusunda bulunuyor.
Göbekli Tepe ören yerine ulaştığınızda, ilk olarak yolun solunda, yeni yapılmakta olan bir yapı ile karşılaşacaksınız. Üzerinde “Türkiye’nin Hazineleri” yazısı bulunan bu yapının “müze” olarak düzenlendiğini öğrendim, ama henüz yapım çalışmaları devam etmektedir.
Burayı geçtikten sonra, toprak yoldan devam ediyorsunuz ve kısa süre sonra ören yerinin otopark bölümüne ulaşıyorsunuz. Ancak, anladığım kadarı ile, biraz önceki yapının bulunduğu yere kadar olan bölüme bahçe duvarı gibi bir duvar yapıyorlar, sanırım bir süre sonra: araçlar buraya park edecek ve buradan sonra yürüyüş yolları takip edilerek ören yeri gezilecektir. Şimdilik: araçlar ören yerinin kapısına kadar gidebiliyorlar.
Ören yerinin kapısına ulaştığınızda
Aracınızı park ettikten sonra, herhangi bir kulübesi olmayan ve bir sandalye üzerinde duran görevliden 5 TL. ücret karşılığında giriş bileti (müze kartı geçerlidir) alıp, ören yerine girebiliyorsunuz.
İlk anda
bölgede yoğun bir zift kokusunun hakim olduğunu görüp şaşıracaksınız. Bu zift kokusu, yürüyüş yolu yapımında kullanılan tahta parçalarının sanırım çürümemesi için ziftlenmeleri nedeniyle oluşuyor, hoş değil, insanı rahatsız ediyor ama sanırım bir süre sonra, yürüyüş yolları bittiğinde bu da biter.
Yine, hemen bu giriş yerinde: ören yerinde uyulması gereken kuralları hatırlatan bir tabela ile karşılaşıyorsunuz. Bu tabelada yazılı olanlar şunlardır:
“Milattan önce 10 ve 9. bin yıla tarihlenen, taş devrinin kutsal tepesi: 1’nci derece arkeolojik SİT alanı, güneşin doğuşu ve batışı arasında her zaman ziyaret edilebilir. Arkeolojik SİT alanı içerisinde piknik yapılmaz ve mangal kullanılmaz. Yüzeyde bulunan her türlü arkeolojik malzemenin toplanması yasaktır, ziyaretiniz sonrasında alanda hiçbir atık ve çöp bırakmamaya lütfen dikkat ediniz.
Ziyaretçi yolları henüz hazırlık aşamasındadır. Kazı alanına girmek yasaktır. Kendisine verilen “Göbekli Tepe” adının da açıkladığı gibi, taş devrinin kalıntılarını barındıran tepe, görkemli yuvarlak formu ile kireçtaşı platonun en yüksek mevkiinde yer alır. Alanda 1995 yılında Şanlıurfa Müzesi başkanlığı ve Alman Arkeoloji Enstitüsü katılımı ile arkeolojik kazı çalışmaları başlamıştır. “
(Hemen altında metnin Almanca ve İngilizce tercümeleri de bulunuyor)
Bu kuralları da okuduktan sonra: ören yerine girmeden önce: size, burası hakkında ve buranın keşfedilmesi ve arkeolojik çalışmaları hakkında bilgiler vermek istiyorum. Çünkü: buraya gelmeden önce bir nebze olsun hazırlık yapmakta yarar var. Yoksa: herhangi bir bilgi sahibi olmadan burayı gezmeye kalkarsanız: burada göreceğiniz çok sayıda taş ve ahşap kalas parçası size hitap etmeyecek, belki de bunca yolu geçip geldiğiniz için pişman olacaksınız.
Ancak: biraz sonra söylediklerimi okuduktan sonra burayı ziyaret ederseniz, inanın buranın havasına kendinizi kaptırıp, belki de günümüzden 12.000 bin yıl öncesini rahatlıkla hayal edebilecek ve o günün insanlarının hangi şartlarda yaşadıklarını bir nebze olsun kafanızda canlandırabileceksiniz. Aksi halde, biraz önce de söylediğim gibi: burası şu anda tam kazı çalışmaları yapılmadığından: taş, kaya, kalas yığınları ile dolu bir görünüm sunuyor.
Bu yüzden: ben burayı gezerken bir yanda, yabancı olduğu belli 4 kişilik bir turist gurubu, dakikalarca kaldılar, ancak bilgi sahibi olmadıklarını düşündüğüm Ankaralı bir otobüs dolusu yerli turist gurubu ise, yaklaşık 5 dakika burada kaldılar ve Mardin’e gitmek üzere hızla ayrıldılar.
Burayı ziyaret ederseniz: burayı önceden tanımalısınız ki, ziyaretinizden keyif alasınız.
Bu yüzden: işte Göbeklitepe ve arkeolojik çalışmalar hakkında ayrıntılı bilgiler:
ÖNEMİ
Göbekli tepe: avcı-toplayıcılıktan, çiftçiliğe, besin üretimine dayalı bir yaşam tarzına geçiş döneminde yapılmış ve dünya üzerinde eşi-benzeri olmayan, emsalsiz anıtları barındırmaktadır.
Burada: günümüzden 12.000 yıl öncesine tarihlenen “Dünyanın En Eski Tapınağı” bulunuyor. Mezopotamya bölgesindeki en eski olarak bilinen bu tapınağı kullananlar: bir an gelmiş, tapınağın üzerini toprakla kapatmışlar ve böylece tapınak ve tapınma alanı binlerce yıl sonra günümüze sağlam olarak gelebilmiştir.
ARKEOLOJİK ÇALIŞMALAR
Arkeolojik kazı çalışmaları başlamadan önce: tarım faaliyetleri için kullanılmakta olan arazide, yalnızca yüzeyde bulunan çakmaktaşı alet parçaları görülür durumdaydı. Öte yandan ise, günümüzde görülen mimari kalıntıların hepsi toprak altındaydı.
1995 yılında başlayan kazı çalışmaları, 2007 yılından sonra Bakanlar Kurulu kararı ile Alman Arkeoloji Enstitüsünden arkeolog Klaus Schmidt tarafından yürütülmektedir.
Birkaç tepe ve tepelerin arasında bulunan çöküntü alanlarında yapılan kazı çalışmaları başladıktan sonra: özellikle tepenin güney yamacında yoğunlaştı ve ilerledi ve ilk olarak mimari yapılar ortaya çıkarıldı. Bu mimari yapıların: geofizik ölçümleri yapıldığında ise, tüm tepenin Milattan Önce: 10 ve 9. yüzyıllarda yapıldığı anlaşıldı.
Arkeolojik araştırmalarda: tapınak kalıntıları yanında: ayrıca tapınağı süsleyen: doğal boyutlarında ve taştan oyulmuş yaban domuzu, kaplumbağa ve akbaba heykelleri de bulunmuştur. Bunu değerlendirirken, şunu düşünmek gerekir: o dönemde yani gerek taşların üzerine figürler işlenen ve gerekse taşlardan heykeller yapılan dönemde: metal aletler kullanılmıyordu, bu düzgün ve muhteşem görünümlü nesnelerin yalnızca çakmak taşı kullanarak yapıldığını düşünün.
Günümüzde: kazı çalışmaları: tepenin güney yamacında, güneybatı ve kuzeybatı yönünde sürdürülmektedir.
GÜNÜMÜZE KADAR OLAN SÜREÇTEKİ BULUNTULAR
Göbeklitepe’de arkeologlar: 15 metreye varan, dairesel biçimli, 3 alan ortaya çıkarmışlardır. Bu alanlarda: üzerlerinde çeşitli hayvan kabartmaları ya da bunların taşa kazınmış figürlerinin bulunduğu ve “T” biçimli 16 destek ve kireçtaşı simge bulunmuştur. Ayrıca: bulunan bazalttan yapılmış kaplar ve işlenmiş çakmak taşlarından: burada yaşayanların kalıcı olmasalar da, en azından geçici bir süre burada yaşadıkları anlaşılmaktadır. Bu esas alındığında: Göbeklitepe; bölgede yaşayan insanlar tarafından dinsel amaçlar için düzenli olarak ziyaret edilen bir buluşma yeriydi.
Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan ilginç buluntular arasında: çöl varanı, sürüngen kabartmaları, yaban domuzları, turna, leylek, tilki, yılan, akrep, yabani koyun, aslan, örümcek ve kafası olmayan insan kabartmaları, erkeklik organı abartılı olarak tasvir edilmiş erkek heykelleri ilgi çekmektedir.
Bunlar: 12.000 yıl önce, yerleşik hayata geçen o dönem insanlarının inançlarını yansıtan önemli bulgulardır.
Burada bulunan yapıların eski tarihlileri: dairesel ve yeni olanlar ise dikdörtgen biçimlidir ve bunlar: mimarlık tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmektedirler.
Burası bulunmadan önce; insanoğlu tarafından tek tanrılı dinlerden önceki çok tanrılı döneme ait ilk tapınağın: MÖ.5.000 yılında Malta adasında yapıldığı biliniyordu. Göbeklitepe yerleşiminin bulunmasıyla, bu bilgiler geçerliliğini yitirmiş ve insanoğlunun ilk tapınağının, günümüzden 12.000 yıl önce, burada kurulduğu anlaşılmıştır.
Dünyada kabul gören arkeolojik görüşlere göre: insanoğlunun; avcı ve toplayıcı yaşam biçiminden yerleşik hayata geçmesindeki en önemli faktörler: açlık korkusu ve korunma içgüdüsüdür.
Göbeklitepe: bu tabuyu yıkmış ve yerleşik yaşama geçişteki en önemli faktörün: dinsel inanışların etkisi olduğunu kanıtlamıştır. Yani: yerleşik hayata geçişte: ekonomik ya da ekolojik değil, kalabalık ve uzun süreli dinsel törenlerin rol oynamasıdır. Bu tapınakları yapanların, yukarıda söz ettiğim gibi: gerek metal ve gerekse çanak-çömlek yapmayı ve kullanmayı bilmediklerini düşününüz.
Evet: günümüze kadar olan süreçte, burada toplam 45 parça gün yüzüne çıkarılmıştır.
ÇEŞİTLİ İDDİALAR
Göbekli tepede, kazılar sonucu ortaya atılan en çarpıcı iddia: Adem ve Havva’nın yasak elmayı dişledikleri “Cennet Bahçesi” nin burası olabileceği tezidir. Kazı çalışmaları yapan arkeologlar: Göbeklitepe’nin “Cennette” bir tapınak olduğuna inanıyorlar. Çünkü: burada çok sayıda nadir bulunur ve tuhaf sürüngen resimleri göze çarpıyor. Bu genişlikte hayvan kabartması ve yelpazesinin dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmadığı biliniyor.
Hatta ve hatta: kesin olmamakla birlikte, dünya tarihinde, ilk kez “insan kurban etme” töreninin burada yapıldığı tahmin ediliyor.
Öte yandan: burada yaşayan insanların, dünya üzerinde “varoluş” nedenlerini soruşturan ilk insanlar oldukları düşünülüyor. Bu tapınağı yananlar: yeryüzünde ilk kez “evren nedir, biz niye buradayız” sorularını soran kişilerdir.
Evet, ören yerindeki gezimize devam ediyoruz. Kapı olarak belirlenen yerden içeriye girdikten sonra, hemen solda: büyük bir kayalık blok üzerinde, kayaların üzerine oyulmuş oyuklar göze batıyor.
Bu bölgeye “E yapısı” yani “Kaya Tapınağı” deniliyor. Bu noktada: 1995 yılında, henüz kazı çalışmaları yeni başladığında ana kaya içerisinde oluşturulan oval alan ve yine ana kayanın işlenmesi ile şekillendirilen platformlar bulunmuştur.
Burada görülen mimari ana hat: daha sonra kazı çalışmalarında bulunan neolitik dönem yapılarında saptanan tipik mimari düzenin aynısıdır.
Buna göre: ana kaya üzerinde yükselen platformların oyuklarında (bu oyukları görmek mümkündür) : “T” biçimli dikilitaşlar bulunuyordu. Bu dikilitaşların: yapı duvarı ve duvar içinde yer alması gereken diğer dikilitaşlar ile birlikte, hali hazırda neolitik dönem sırasında, ikincil kullanım için yerlerinden alınarak başka yerlere taşındığı düşünülmektedir.
Kuzey yönünde görülen kaya çukurları da: günümüzde “E yapısı” olarak bilinen alana dahildir.
Evet, buradan sonra yola devem ediyoruz. Hemen ileride, bir kısmı yapılan yürüyüş yolu ve yapılmaya devam edilen yürüyüş yolları bulunuyor. Yürüyüş yollarını: kalın demiryolu tahtaları kullanarak yapıyorlar. Ancak: otoparka aracınızı bıraktığınızda, hemen hissedeceğiniz gibi, ortam yoğun bir zift kokusu ile kirletiliyor. Yani: özellikle otopark bölümünde yoğun bir zift kokusu hakim ve insanı rahatsız ediyor. Sanırım: bu yürüyüş yollarında kullandıkları tahtaları, çürümesin diye ziftliyorlar.
Söylenenlere göre: çevrede buraya benzer 20 tepe varmış ve günümüze kadar bunlardan yalnızca 3 tanesinde kazı çalışması yapılmış ama yine söylenenlere göre bu 20 tepenin bulunduğu yer, dikenli tel örgü çekilerek koruma altına alınmış.
Yürüyüş yolundan devam ettiğimizde: ören yerinin en ilgi çeken yani tapınağın bulunduğu yere varıyoruz. Burada ilk dikkatimi çekenler: birçok taş parçası ve haddinden fazla olduğunu düşündüğüm, kalın tahta parçaları, kalasların bulunması, öyle ki, bu kalaslar bazı yerlerde: taşlar üzerindeki figürleri kapatacak dereceye gelmiş.
Evet: tamam koruma, tedbir alma, üzerine kapatma, yağmur-kar-güneşten koruma mantıklı ve gerekli bir yaklaşım ama, bu şekilde estetik duygusundan yoksun koruma hiç yakışmamış. Ana tapınağın bulunduğu bu alanda o kadar çok tahta kalas kullanılmış ki, tam orta yere, görülecek şekilde bir de kırmızı yangın söndürme cihazı asmışlar, hayır, yakışmıyor, o cihazı lütfen gizli bir yere koyun.
Estetik duygusundan yoksun bu koruma önlemleri: umarım en kısa zamanda daha güzel hale getirilir, niye daha ince çelik direkler kullanılmaz da, bu kocaman ve kalın kalaslar kullanılır, estetik duygusunun kepazeliği yanında, bir de biraz önce de belirttiğim gibi, bazı taş figürleri bu kalaslar yüzünden görünmüyor.
Zaten
Eğer bu satırları okumaz veya göbekli tepe hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmadan buraya giderseniz: burada göreceğiniz taş yığınları ve kalas yığınları ilginizi çekmeyecektir, çünkü: ben burayı ziyaret ettiğimde bir Ankaralı turist gurubu geldi, sıradan yürüdüler ve 5 dakika içinde buradan ayrıldılar, dikkat ettim, başlarındaki rehber hiçbir bilgi vermedi, yani buralara kadar zahmet edip gitmeden önce, lütfen burası hakkında bilgi sahibi olun ve bilinçli olarak gidin, düşünün ki, günümüzden 12.000 yıl önce, burada insanlar yaşamış, bu taşlar üzerindeki figürlere tapmışlar, bunları kafanızda canlandırın, yoksa: burası size bir şey hitap etmeyecektir.
Yerli turist gurubu, burayı 5 dakikada geçip giderken, yabancı oldukları belli 4 kişilik bir gurup, bizimle birlikte dakikalarca bölgeyi gezdiler, incelediler. Zaten: umarım yakın zaman sonra UNESCO burayı Dünya Kültür Mirası Listesine dahil eder, o zaman burası yabancı turist akınına uğrar. Ama dediğim gibi; buraya bilgi sahibi olmadan giderseniz, taş ve kalas yığınları pek ilginizi çekmeyecektir.
Evet: ana tapınağın bulunduğu yerin üzeri bir ahşap çatı ile kapatılmış. Tapınak bulunan bölümde; tam ortadan bir yürüyüş yolu yapılmış ve bu yolun üzerinden yürüyerek, tapınak alanının üstten görebiliyorsunuz.
Bazı taş ve kaya bloklarının altına, kum torbaları ile destek yapılmış.
Yani: burayı araştırmak için bir çaba ve emek harcandığı hissediliyor ve bundan ülkem adına gurur duyuyorum, ama estetik yok, göze hitap yok. Öte yandan: burayı gezerken, ana tapınak bölümünde daha kazılması gereken çok yer bulunduğunu hissediyorsunuz. Yani, birçok obje ve taş, kaya bloklarının toprak içinde yarısı, ucu görülür durumda, yani burada ayrıntılı arkeolojik çalışmalar sanırım yıllarca sürecektir. Ortaya nelerin çıkacağı ise meçhul, kesin olan şu ki, muhteşem buluntular çıkacaktır.
Bu genel bilgilerden sonra: arkeolojik çalışmaların yoğun olarak yapıldığı ve çatı ile örtülerek koruma altına alınan bölgeden söz etmek istiyorum.
Buradaki buluntular: kolay anlaşılabilmesi için, harflendirilerek ve harflendirilen bölgelerdeki “T” şeklindeki kaya blokları ise yine “P” harfi verilerek tasnif edilmiştir.
A YAPISI
A yapısı: 1995 yılında keşfedildi ve bugün gördüğümüz aşamaya 1996 ve 1997 yıllarında devam eden kazı çalışmaları sırasında ulaşıldı.
Göbekli Tepe yapılarında temel unsur olarak T-biçimli dikilitaşlar öne çıkmaktadır. Bazı örneklerde bulunan, kabartma tekniği ile yapılmış el ve kol ve motiflerinin varlığı: bunların insan biçimli tasvirler olduğunu kabullenmek gerekir.
Daire planlı taş yapıların merkezinde, her zaman iki adet özellikle büyük boyutlu T-biçimli dikilitaş bulunmaktadır.
A yapısının: P1 ve P2 numaralı iki dikilitaşının üzerlerinde bulunan kabartma motifler özellikle dikkat çekicidir. Birinin üzerinde: yılandan oluşan bir motif ve altında bir koç kabartması,
Diğerinde ise: üst üste sıralanmış vaziyette boğa, tilki ve turna kabartması görülmektedir.
D YAPISI
2001 yılında keşfedilen D yapısı, şimdiye kadar kazısı yapılan Göbekli Tepe anıtsal yapıları arasında, günümüze en iyi durumda ulaşanıdır.
Burada: boğa, tilki, yaban domuzu, yılan, akrep gibi çeşitli kabartma tasvirler ile çok zengin bir motif repertuarının varlığı görülür.
Bunların yanında dikkat çeken bir başka motif P43 numaralı dikilitaş üzerinde bulunan “Başsız İnsan” tasviridir.
D yapısının merkez dikilitaşları (P18 ve P31) 5 metrenin üzerinde bir yüksekliğe ulaşmaktadır.
Bu eserlerin üzerinde kabartma tekniği ile yapılmış: el ve kol motiflerinin yanı sıra, kemer ve kemerden sarkan hayvan postu biçiminde şekillendirilmiş bir giysi parçası görülür.
Mekan içinde ulaşılan taban C yapısında olduğu gibi ana kaya üzerinde şekillendirilmiştir.
B ve C YAPISI
B yapısı 1998 yılında keşfedilmiştir.
Yanının 4 metre yüksekliğe ulaşan, P9 ve P10 numaralı, merkez T-biçimli dikilitaşları üzerinde birer “tilki” kabartması bulunmaktadır.
Yapının içi mekanında: terrazzo taban adı verilen suya dayanıklı, kireçtaşından yapılmış taban dokusu bulunmaktadır. P9 dikilitaşının hemen önünde, taban içine yerleştirilmiş bir taş kap görülür.
C yapısı 1998 yılında keşfedilmiştir.
Yapıda: antik çağlarda meydana gelen tahribatın izleri görülmektedir.
Bu yapıda: T biçimli dikilitaşlardan oluşan 2 adet daire planlı taş duvar sırası, birbirini çevrelemektedir.
Mekan içinde ana kayanın en dikkat çekici buluntusu P27 numaralı dikilitaş üzerinde bulunan yüksek kabartma tekniğiyle yapılmış olan “yırtıcı hayvan” motifidir.
DİLEK AĞACI VE İSLAM MEZARLARI
Göbeklitepe ören yerinden çıktıktan hemen sonra, tepenin tam zirvesinde bir ağaç göreceksiniz. Bu ağaca dilek ağacı deniliyor ve çok uzaklardan dahi görülebilmesi ile biliniyor. Yani bir anlamda, sanki açık arazide bir işaret gibi olmuş.
Duyduğuma göre; üzeri tamamen gelenlerin bağladıkları çaputlarla dolu olan ağaç, kısa süre önce temizlenmiş, ben gördüğümde herhangi bir çaput veya başkaca bir şey bağlı değildir, sanırım yakın zaman sonra yine ağaç bağlananlarla dolar.
Ağacın hemen altında ise: taşlarla belirlenmiş iki tane mezar yeri var, bunların İslam dönemi mezarları olduğu biliniyor ve söyleniyor, başkaca bilgi yok.
Ama: gerek dilek ağacı ve gerekse mezarların bulunduğu bu zirve noktası: geniş görüş açısı ile birçok yere hakim olması ile tanınıyor. Buradan kuzeydoğu yönüne bakılınca Karacadağ, kuzey yönüne bakılınca Toros dağları ve güneye bakınca Harran ovasını görebiliyorsunuz.
SORULAR
Göbeklitepe birçok gizi de halen barındırmaktadır. Şöyle ki: burada tapınan insanlar, niye günün birinde burayı toprakla kapatarak tarihin derinliklerine gömdüler. Diğer bir soru: aynı dönemde tapınma alanlarında sunaklar vardı ve tanrılara çeşitli kurbanlar adanıyordu, ama burada bugüne kadar yapılan kazılarda herhangi bir kemik (insan veya hayvan) bulunamaması da ilgi çekmektedir.
Sonuç olarak: boğa, tilki, yaban domuzu, yılan, turna, yaban ördeği, ceylan, yaban eşeği kabartmalı tapınakları ve sırlarıyla, Göbeklitepe’yi pek çok arkeolog: yazı ve çanak-çömlek kültürü öncesi tarihi aydınlatacak en önemli kaynak olarak görüyorlar. Sanıyor ve umuyorum ki; bu tarih hazinesi: bilinçli ve sistemli şekilde kazılır ve buluntular uygun yerlerde sergilenerek ziyaretçilere sunulur.
Yazının en başında da belirttiğim gibi: burada bulunuyor iken kendinizi günümüzden 12.000 yıl önce, burada yaşamış insanlarla aynı havayı soluyor, aynı toprağa basıyor gibi hissetmelisiniz ki, buranın büyüsünü yakalayabilirsiniz.
Orhan bey benimde aklıma ilk takılan estetik olarak iyi durmadığı ve bunun dışında halen bence beklenen ilgiyi görmedi sizce tanıtımı yeterli değil mi ?
Merhaba
Çok gizemli ve aynı zamanda ürkütücü. Mantıklı düşünmekten ziyade tek aklıma gelen üstünü toprakla örtmeleri bana hayvanların toprakla yaptıklarını örtmelerini hatırlattı. Kokuyu önlemek için iç güdüsel bir hareketmiş gibi geldi. Orada insan veya hayvan adamışlar belli bir zaman sonra aşırı koku ve yırtıcı hayvanları buraya çekmiş olabilir ve onların burayı toprakla örterek oradan kaçmalarına sebep olmuştur. Başka yerlere göç etmişlerdir. Göç ederken yanlarında neleri götürdüler ve onları nereye gömdüler. Birçok fikir geliyor aklıma hayal etmek ve empati kurmak lazım. O zamanlar teknoloji yok beyin daha fazla çalışır. Beden daha fazla işler. haydi daha çok düşünelim