Birçok defa gittim, çünkü: özellikle yörenin tek hava alanının burada olması, en büyük etkendi. Muhteşem büyük ve her türlü uçağın rahatlıkla inebildiği bir hava alanı var.
Ova kesimi dümdüz, şehir içinde, hafif meyilli, yani yukarı doğru çıkan bir caddeyi gördüğünüzde, hemen şu türkü akla geliyor “Burası muştur, yolu yokuştur”, ama öte yandan, türküde geçen yokuş burası değil, eskiden şehir yerleşimi kale civarında olduğu, kale mahallesinde olduğu için, esas yokuş orada var, yani türküde ki yokuş orada.
Muş şehrinde, bir gittiğimde, birkaç gün kaldım. Şehrin hemen merkezinde, uzunca bir cadde var, şehri bir baştan bir başa geçiyor ve tepedeki ucunda, hastane ve Valilik var. Özellikle: kale bölgesine ve gece şehir ışıklandırıldığında çıkmanızı öneririm.
ULAŞIM
Şehir otobüs terminali, merkeze 2 km. uzaklıktadır. Terminal ile şehir merkezi arasındaki ulaşım,
dolmuşlar ile yapılmaktadır.
Muş ilinde, bir de NATO standartlarına uygun, hava alanı bulunmaktadır. Hava alanı, şehir merkezine 16 km. uzaklıktadır. Hava alanı ile şehir merkezi arasındaki ulaşım, servis araçlarıyla sağlanmaktadır.
Demir yolu: şehir merkezine 3 km. uzaklıktaki gardan geçmektedir. Gar ile şehir merkezi arasındaki ulaşım, dolmuşlar ile sağlanmaktadır.
Muş-Bingöl arası uzaklık: 115 km. Muş-Tatvan arası uzaklık: 85 km. Muş-Van arasındaki uzaklık: 223 km. Muş-Diyarbakır arasındaki uzaklık: 259 km. Muş-Ankara arasındaki uzaklık: 1014 km.
Muş-Bitlis arasındaki uzaklık: 83 km. Muş-Batman arasındaki uzaklık: 221 km. Muş-Erzurum arasındaki uzaklık:246 km.
TARİHİ
Yöredeki ilk yerleşimcilerin: MÖ. 2000 yılında, yani günümüzden 4000 yıl önce: Trakya bölgesinden, Anadolu’ya giren ve Frigyalılar olarak isimlendirilen halkın bir kavmi olan “Muşkiler” tarafından kurulduğu düşünülmektedir.
Muşkiler: yörenin güneyindeki dağlarda barınmışlar ve bu dönemde, günümüzdeki Kızıl Ziyaret tepesindeki kaleyi yapmışlardır. Ancak, bu kale, daha sonra, Kanuni Sultan Süleyman döneminde yıktırılmıştır. Zaten, Muş yöresindeki antik yapıların bir kısmında: Muşkilerin simgesi olan “yonca” resmi, kabartması görülmektedir.
Takip eden tarihi süreçte: yörede egemenlik kuran topluluklar: Asurlular, Urartular, İskitler, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, İlhanlılar, Karakoyunlular, Osmanlı imparatorluğu.
Şehrin, isminin kaynağı: şehir, Urartular döneminde kurulmuş olup, dönemin Urartu kralı Muşet’in ismi şehre verilmiştir. Şehir, uzun yıllar “Muşet” ismiyle anılmış ve daha sonra kelime kökeni değişerek, günümüze “Muş” olarak gelmiştir.
Son olarak: Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, bir zamanlar, emrindeki askerler ile birlikte burada savaştığından söz etmek istiyorum. 1916 yılında, Muş, Ruslar tarafından işgal edilir.
Bu sırada Çanakkale zaferinin ardında, Diyarbakır 2’nci Kolordu Komutanlığına atanan Mustafa Kemal, bölgede büyük bir mücadeleye girişir. 1916-1917 yılları arasında, Muş şehri ve yöresi, defalarca el değiştirir. Ancak: 1917 yılındaki Bolşevik ihtilali nedeniyle, Rus ordusu geri çekilmek zorunda kalır ve işgal sona erer.
GENEL
Muş, ülkemizin Doğu Anadolu bölgesindedir ve yüz ölçümü olarak, ülkemiz topraklarının yüzde 1.1’lik bölümünü kapsamaktadır. İl topraklarının: büyük bölümü ( yüzde 97) tarıma elverişlidir. Rakım ise, genellikle: 1250 metre civarındadır.
Bölgede, ülkemizin üçüncü büyük ovası bulunmaktadır. Muş türküsünde sözü edilen “burası Muştur, yolu yokuştur” ifadesinin anlamı: şehir yerleşimi oluşturulurken, ova bölümü tamamen tarıma ayrılmış ve şehir yerleşimi: saldırılara karşı savunulması için; günümüzdeki kale ve minare mahalleleri arasındaki bölümde oluşturulmuştur. Kale mahallesi: yüksek bir yerde ve ovaya hakim konumdadır. Yani; eski Muş şehrinin yerleşim yeri olan bu bölüm; yüksektedir ve yolu yokuştur.
İlde yaşayanların, ekonomik etkinlikleri: genellikle tarım ve hayvancılık üzerine kuruludur. Tarım denildiğinde, ilde yetiştirilen başlıca ürünler: tütün, buğday, şeker pancarı, ayçiçeği, fasulye, nohuttur.
Dağlık kesimlerde ise, özellikle ceviz üretimi yaygındır. Hayvancılık denildiğinde ise, özellikle mera hayvancılığının etkinliği görülür. Koyun ve keçi yetiştiriciliği, ilk sıradadır. Özellikle, koyun yetiştiriciliğinde, ülkemizde ilk sıradadır. Mor karaman koyunu yetiştirilir.
Her yıl: 30 Nisan tarihinde, Muş şehrinin kurtuluş günü kutlanmaktadır.
MUŞ LALESİ
Muş denildiğinde: buraya has Muş lalesinden söz etmemek olmaz. Ama, ben burayı ziyaretlerimde, lale görmedim, sanırım benim ziyaret zamanlarım, lale zamanı değildi veya lale, şehrin belli-başlı yerlerinde bulunuyor, bilmiyorum?
Evet: zambakgillerden olan lale: yaprakları uzun ve sapının üstünde bulunan tek bir çiçekle görülür. Çiçekler, birçok değişik renklerde olabilmektedir. Ama, özellikle bu bölgede yetişen lale: kırmızı rengi ile öne çıkıyor.
Özellikle: Osmanlılarda, bir döneme ismini veren bu güzel bitki: 16’ncı yüzyılda, Avrupa’ya götürülmüştür. Hatta: çiçeğin görünümü “sarık” şeklini andırdığı için, Avrupa’da “Tülbent” sözünden türetilen “Tulipe” kelimesiyle anılmaktadır.
Evet, günümüzde, yörede, yoğun olmasa da lale üretimi sürdürülmektedir. Ancak: son dönemlerde: Muş lalesinin soğan, yaprak ve çiçeklerinde, kalbe olumlu etkisi olan “Tulip” maddesinin bulunması, lalelerin, soğanlarıyla birlikte hasat edilmesine ve yavaş yavaş yok olmasına neden olmuştur.
Ayrıca: farklı tarım alanlarının genişlemesiyle, lale üretim alanları gitgide yok olmuştur. Ama, biraz öncede sözünü ettiğim gibi, günümüzde: bir kısım lale üretim alanı koruma altına alınarak, Muş lalesinin yok olması önlenmeye çalışılmaktadır.
MUŞ TÜRKÜSÜ
Ülkemizde, müzik severler tarafından, yoğun olarak tanınan, bilinen bir türküdür. Her ne kadar: bazı yörelerde, “burası Huştur, yolu yokuştur” gibi, değişik anlamlar eklense de, türkünün aslı “burası Muştur, yolu yokuştur” olarak bilinmektedir.
Yani: bu türkünün özellikle “Yemen” yöresine atfedilmesi, anlaşılır gibi değil. Evet: Muş yöresinin bu güzel türküsü: Yemen çöllerine savaşmak üzere gönderilen, Anadolu çocuklarının acıklı öykülerini anlatır. Acıklı, yaslı ve elemli bir türküdür.
Türkünün, ortaya çıkış hikayesi ise şöyledir: “ bir zamanlar, Osmanlı, Yemen çöllerinde, yaman bir savaşa katılır. Ancak: buradaki savaşın kazanılması için, Yemen yöresine bir asker alayı ile gidilmesine karar verilir.
Ancak: bu kararı verenler, Yemen çöllerinde, zor şartlar altındaki askerlerin savaştan kaçmamaları için, hepsinin belli bir yöreden, vilayetten ve hatta birbirlerine akraba olmaları istenir. Ancak, tek bir vilayetten yeteri kadar asker müracaatı olmaz, çeşitli yörelerden asker olmak isteyenler ise, kurulması düşünülen alay için yeterli olmaz.
Bu sırada: Muş yöresinden: Bulanık, Malazgirt ve Varto ilçelerinden: hep birlikte, bu kurulması düşünülen, Yemen alayına katılmak için müracaat gelir. Osmanlı askeri yetkilileri: Muş yöresinden gelen bu müracaatı kabul ederler ve Yemen yöresine gönderilecek alayın, Muş yöresindeki askerlerden oluşmasını sağlarlar.
Hazırlanan alay, kısa süre sonra Yemen yöresine gönderilir, ancak aradan geçen aylara, yıllara rağmen, gidenlerin hiçbiri geri dönemez. İşte, bu türkü: Yemen çöllerine gönüllü olarak giden ve bir daha geri dönemeyen, o kahraman insanların anısına yazılmış, söylenegelmiştir.
NE SATIN ALINIR
Muş yöresinde, geleneksel el sanatları arasında, öne çıkanlar: kilimcilik, halıcılık, keçecilik, çorap örmeciliği, hasır örmeciliği, boncuk ve dantel oyacılığıdır.
Yörede, oyacılık, ev kadınlarının en büyük uğraşısıdır. Boncuk oyası işler, hem iğne, hem de tığ ile yapılır. Özellikle, genç kızlar tarafından ilgi gösterilir. Dantel oyacılığı da, boncuk oyası kadar yaygındır. Elbiselerin kol ve eteklerine süs olarak işlenir.
NE YENİR
Muş yöresinde, yöresel lezzet olarak, sizlere: “Muş köftesi” önerebilirim. Bulgurla hazırlanan bu köfte, üzerine tereyağı dökülerek servis ediliyor.
Başka lezzetler düşünürseniz: “Hez dolması” var. Haşlanmış lahana yaprakları ile hazırlanıyor. “Domatesli Lahana Dolması” da düşünülebilir. Son olarak, ilginizi çekerse, “keşkek”.
KALINACAK YERLER
Öğretmenevi İstasyon Caddesi. Sanat okulu arkası. 436-2122792
GEZİLECEK YERLER
MUŞ KALESİ
İl merkezinde ve şehrin en eski yeri olarak önem kazanmaktadır. Yapılış tarihi ve kim tarafından yaptırıldığı, net olarak bilinmemektedir. Günümüze kadar olan süreçte: doğal nedenlerle, büyük hasar görmüştür. Kalenin batı yönünde: Selçuklu, Arap ve Osmanlı mezarlıkları, birbirine karışık ve dağınık halde bulunmaktadır.
Kalede: özellikle Hz. Osman döneminde, birçok savaş olduğu söyleniyor. 27 yılında, kalenin Hz. Ömer döneminde, Müslümanların eline geçtiği biliniyor. Ancak, kalenin kitabesi yok. Kale: günümüzde ise, Belediye tarafından park olarak düzenlenerek, halkın ziyaretine açık tutulmaktadır.
Yöre halkı, burada piknik yapıyor. İl gezinizde, mutlaka zaman ayırıp, kaleye çıkmalısınız ve özellikle, akşam saatlerinde, buradan şehrin görüntüsünü izlemelisiniz.
ULU CAMİ
Şehir merkezinde, moloz taştan yapılmış, kubbesiz bir yapıdır. Söylentilere göre: 979 yılında, halen caminin avlusunda türbesi bulunan, Şeyh Muhammed-i Magribi tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Minaresi, depremde zarar görmesi üzerine, Vakıflar Müdürlüğü tarafından 1968 yılında yeniden yapılmıştır. Kitabesi bulunmamaktadır. Yapı: moloz taştan yapılmıştır. Ana mekan: ortada kubbe ve yanlarda ise, beşik tonozlarla yapılmıştır. Kuzey bölgesinde, üç kubbeli, son cemaat yeri bulunmaktadır.
HACI ŞEREF CAMİSİ
Şehir merkezi içinde, Aslanlı Han içindedir. Selçuklu dönemi yapısıdır. 17’nci yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir. Üstündeki kitabeye göre: 1318 yılında, Abdülhamit Han Efendi tarafından yapıldığı yazılıdır.
Caminin minaresi, sonradan eklenmiş olup, 1902 yılında yapılmıştır. Son cemaat yeri ise, Ahlat taşı kullanılarak 1997 yılında yapılmıştır. Son cemaat yeri dışındaki bölümlerinin üstü kapalıdır.
KESİK BAŞ TÜRBESİ
Hacı Şeref Camisi avlusundadır. Kesik Baş haziresi/mezarı; caminin doğu kesiminde, duvara bitiriş, dış cephededir. Mezarın üstü kafes örtülü, dış cephesi ise Ahlat taşından yapılmıştır.
Efsaneye göre: “ Burada mezarı bulunan şahıs, savaşta, başı gövdesinden ayrılmış olmasına rağmen, kopan başını, koltuğunun altına alarak, savaşmayı sürdürmüştür ve daha sonra, bugünkü mezarının bulunduğu yere gelerek, şehit olmuştur.”
ALAEDDİN BEY CAMİSİ VE HAMAMI
Bu mekanlar: 18’nci yüzyıl başında, Muş valisi Alaeddin Bey tarafından yaptırılmıştır. Caminin: ortada büyük ve yanlarda ise küçük kubbeleri var. Taç kapının yanlarında; kandil motifleri görülüyor.
Minare ise, iki renkli ve kesme taştan yapılmıştır. Hamam yapısı ise, cami ile aynı dönemde yapılmıştır. Günümüzde, her iki yapı da faal olarak kullanılmaktadır. Özellikle, hamam bölümünde, iç süslemelerde kullanılan bitki motifleri ilgi çekiyor.
Hamamın bir diğer özelliği ise: girişte, kapının hemen üzerinde bulunan “kaplumbağa” kabartmasıdır.
ASLANLI HAN
Şehir merkezinde, yukarı çarşıdadır. Günümüzde yıkık durumdadır. İpek yolu üzerinde bulunması nedeniyle önem kazanmaktadır. 1307 yılında, Miralay Seyfi Bey tarafından yaptırılmıştır.
Han: 1916 yılındaki Rus işgali sırasında tamamen tahrip edilmiştir ve bu yüzden, günümüze han hakkında çok bilgi kalmamıştır. Yalnızca: hanın ismini ifade eden, aslan heykeli, günümüzde Muş Vali Konağı bahçesinde görülebilir.
MURAT IRMAĞI KÖPRÜSÜ
Şehir merkezine, yaklaşık 10 km. uzaklıktaki köprü; Muş-Varto karayolu üzerindedir. Selçuklu döneminde yapılmıştır. Onarım kitabesi: 1871 tarihini göstermektedir. Köprünün uzunluğu: 143 metre, genişliği ise, 5 metredir. Yükseklik: 16-18 metre arasında değişmektedir. 12 gözlüdür.
Günümüzde, buraya bir turizm tesisi kurma çalışmaları devam etmektedir. Yani: köprüde restorasyon yapılacak ve daha sonra: araziye, halka açık bir piknik yeri, dinlenme tesisi kurulacakmış.
YILDIZLI HAN
Şehir merkezinde, yukarı çarşıdadır. 1307 yılında, Selçuklular döneminde Seyfi Bey tarafından yapılan yapı: şehir merkezindedir. Alt katı kesme taştan, üst katı ise kerpiçten yapılmıştır. Yapı; 613 metre karelik bir alandadır.
Yapıldığı dönemde: alt katında 52 dükkan bulunduğu, üst katının ise otel olarak kullanıldığı öğrenilmiştir.
Yapının büyük bölümü yıkılmıştır. Günümüze ulaşan ön yüzü ise: yapıldıktan sonra onarım gördüğünden, orijinalliğinden uzaklaşmıştır. Sadece, giriş kapısındaki taş oyma motifler görülmektedir.
İBRAHİM SAMİDİ-ZEMZEMİ
Burası: şehir merkezinde, Alaeddin Paşa hamamının hemen karşısında, bir bahçe içindedir. Bu şahsın: yani İbrahim Samidi’nin, Arabistan’dan geldiği ve bu yöreye yerleştiği söylenmektedir. Türbenin yapımı: Selçuklu Türk mezarı tarzındadır. Burada: iç içe odalar ve odalardan birinde gömü yeri bulunmaktadır. Üst kısım ise: kümbetlerin üst kısmını anımsatmaktadır.
Özellikle: yöre insanı, burayı ziyaret yeri olarak değerlendirmekte ve ziyaretlerinde, özellikle dua ederek, hastalıklarının iyileşmesini beklemektedirler. Hatta: türbenin içinde bulunan çukurluk yere, haftanın Çarşamba günleri, ardı ardına üç kez getirilen ruh hastalarının düzeldiği söyleniyor.
Ayrıca: ziyaretin: çeşitli sıkıntılara ve sıtma hastalığına iyi geldiği söylenmektedir. Türbe içinde, sanduka içindeki küçük odada bekletilen hastaların iyileştikleri söyleniyor.
KIZIL ZİYARET TEPESİ
İl merkezinin güneyinde, Kurtik dağları üzerinde bir düzlüktür. Burada: muhteşem tabiat güzellikleri görebilirsiniz. Ayrıca, bu tepeye ait, yöresel bir efsane var. “Bir zamanlar, burada bir fakir adam yaşarmış. Ama, adamın dünya güzeli bir de kızı varmış.
Kız, bir çobana sevdalanmış. Ancak, yörede yaşayan zengin bir ağa ve bunun şımarık oğlu da, kıza tutkunmuş. Ağa oğlunun bu isteği kıza iletildiğinde, kız ağa oğlunu istememiş. Bunun üzerine, ağa oğlu, adamları ile birlikte, kızın ve ailesinin yaşadığı, Kızıl Ziyaret tepesine gelirler ve burada, kız ve yavuklusu çobanı
birlikte görürler.
Ancak, kız ve çoban kaçar, ağa oğlu onları kovalar ve bu kovalamaca, bir uçurum başına kadar sürer. Bu sırada: kız, Allah’a yalvarır ve “ağanın oğluna yar olacağıma, yer yarılsa da içine girsem” der. Bu sırada, yer yarılır, kız ve çoban içine düşerler ve yarık kapanır.
Bu sırada, kızın bir tutam saçı, hemen yarığın başında, kalır ve halen bu tutam saçın bulunduğu söylenen yerde, yemyeşil çimenler çıkmaktadır.
Evet, Muş ilinde zamanınız varsa, sizde Kızıl Ziyaret Tepesine gidip, kız ve çobanın içine düşerek kayboldukları yarık yanına kadar giderek, ziyarette bulunabilirsiniz.
ÇENGELLİ-BEYAZ KİLİSE
Yörede, yabancılar tarafından en çok ziyaret edilen yerlerin başında gelmektedir. Şehir merkezine bağlı, Yaygın Beldesinde, Yukarı Yongalı köyündedir. Hıristiyanlar tarafından kutsal kabul edilmektedir. Muş il merkezine 60 km. ve Yaygın beldesine ise, 20 km. uzaklıktadır.
Kilisenin ilk yapıldığı dönemlerde “Ateşe” tapanlar tarafından kullanıldığı ve 399 yılında ise, Roma döneminden sonra bölgede egemen olan Sasaniler tarafından Hıristiyanların ibadetine açılarak kullanılmaya başlandığı bilinmektedir. Beyaz adını: yapımında kullanılan malzemelerden almaktadır.
Yapının: uzunluğu 40-50 metredir. Hatta: 1950’li yıllarda, yapının 300-350 odalı bulunduğunun görüldüğü söyleniyor. Ancak: zaman içinde, köyde inşa edilen birçok yerde, bu yapının taşları kullanılmıştır.
Günümüzde, kilisenin kalıntıları görülmektedir. Ancak, sadece doğu kısmı tonoz ve doğu duvarındaki kemerler seviyesinde ayakta kalmış bölümler görülebilmektedir. Yapının iç kısmına çok fazla toprak yığıldığından kemer kısımları kapanmak üzeredir.
Yani, yalnızca doğu duvarı var, bunun dışında yapının büyüklüğü ve mimarisi hakkında bilgi edinilmesini sağlayacak kalıntı kalmamıştır.
ÇANLI KİLİSE-SURP GARABET MANASTIRI
Kilise: Muş şehir merkezinin kuzeyinde, sık bir ormanlık içinde, bağ-bostanların arasında bulunmaktadır. Gökyüzüne uzanan bir kulesi ve ayrıca bir kubbesi bulunmaktadır. Yapıda: yüzlerce din adamları için yapılan odalar bulunmaktadır.
HASBET KALESİ
Şehrin, güneyinde, Kızıl Ziyaret dağının doğu yönündeki bir yamaçtadır. Horasan harcı ile yapılmıştır. Ovaya hakim bir karakol konumundadır.
Efsaneye göre: “Büyük İskender; Mısır’ı fethe giderken, komutanlarından Beatlis’e: Mısır dönüşünde, kendisinin bile alamayacağı güçte bir kale yapmasını ister. Bunun üzerine, komutan, Bitlis kalesini yapar ve dönüşünde, Büyük İskender tarafından kuşatılmış olmasına rağmen, kaleyi teslim etmez.
İskender, her seferinde Bitlis kalesine saldırır, ama başarılı olamaz ve geri döner. Bir keresinde: İskender, Muş ovasında konaklarken, bir gurup atlı savaşçı görür. Bunları takip ettirir ve Hapset kalesinden olduklarını öğrenir.
Kendileriyle görüşme talep eder ve bu görüşmede, kendilerine “ Siz kimsiniz ki, dünyayı fethe çıkmış bir komutanın ordusunu rahatsız ediyorsunuz” der. Bunun üzerine, Hapset kalesinde kalanlar: “Bizler, Gur Beyleriyiz, asıl siz bizim toprağımızda, bizleri rahatsız ediyorsunuz” derler.
Bu sırada: komutan Beatles, İskender’e haber göndererek, kaleyi teslim edeceğini söyler. İskender: bu kaleyi niye baştan teslim etmedin ve ordumun birçok askerinin kırılmasına neden oldun? “ der.
Bu soru üzerine, komutan Beatles, İskender’e, Mısır yolculuğuna çıkmadan önce, kendisine verdiği emri hatırlatır.
Günümüzde: burada, surlar ve iki kuleyi görebilirsiniz. Kalenin diğer kısımları, depremler sonucu yıkılmıştır.
MUŞET KALESİ
Şehir merkezinin güneyinde, Kızıl Ziyaret dağındadır.
Kalenin: Urartular döneminde yapıldığı düşünülmektedir. Horasan harcı ile yapılmıştır. Karakol olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir. Yörenin tarihi geçmişi incelendiğinde: Hititler yıkıldıktan sonra kurulan birçok beylik arasında, Muşkan oymağı da bulunmaktadır.
Özellikle: Şah Tahmasp; 1530 yılında, Bağdat şehrini, Muşlu kabilesine mensup Zülfikar’dan aldı şeklinde kayıtlar bulunmaktadır. Yani: Muşki kabilesinin, Bağdat şehrine bir zamanlar sahip olduğu bilinmektedir.
Muşki oymağının kökeni, Urartulara kadar dayanmaktadır.
ARAK MANASTIRI
Karaçavuş dağlarının doğu yönündeki zirve üzerindedir. Zirvenin eteklerinde: Arak yani Kepenek köyü bulunmaktadır. Arak kelimesinin anlamı : Farsçada “şarap” anlamına gelmektedir. Çünkü: eskiden, bu bölgede muhteşem üzüm bağları bulunuyormuş.
Yapı: geniş bir düzlükte kuruludur. Yapının: 200 metre ilerisinde ise, büyük bir çan kulesi görülüyor. Söylentilere göre: bu bölgede, yaklaşık 400 yıl hakimiyet süren Sasaniler, bu manastırı, Romalı mimar ve ustalara yaptırmışlardır. Ancak: Ermeniler tarafından sahiplenilmiştir.
Halbuki: Ermenilerin bu ölçüde büyük bir manastır inşa etmeleri mümkün değildir. Bu manastır: Muşlu Ermeni Symbat tarafından mesken tutulmuş, yandaşlarına eğitim verilmiş ve özellikle Rus işgali yıllarında, yörede yaşayan Türklere büyük zulümlerde bulunulmuştur.
MERCİMEKKALE HÖYÜĞÜ
Muş-Varto kara yolu üzerindedir. Bizans döneminde haberleşme amacıyla kullanıldığı sanılmaktadır. Efsaneye göre: “Bir zamanlar, bölgede büyük bir kuraklık yaşanır. Yaşanan bu kuraklık döneminde, ovada, yalnızca Sekavi Beyin ektiği mercimekler yetişir.
Sekavi Bey: topladığı mercimekleri üst üste, bir kale gibi yığar. Bu sırada, yanına bir ihtiyar gelir. Bu ihtiyar: Hz.Hızır’dır. İhtiyar: Sekavi Beyden, bir avuç mercimek vermesini ister.
Bunun üzerine, Sekavi Bey: mercimek vermemek için, binbir tür yalan uydurur, “eğer benim mercimeğim varsa, taş olsun” der. Bunun üzerine, Hz. Hızır, “Allaha yalvarır” ve Sekavi Beyin mercimekleri taş olur. Böylece, buraya Mercimekkale ismi verilir.
KEPENEK HÖYÜĞÜ
İl merkezine bağlı, Kepenek köyündedir. Buradaki arkeolojik kazı çalışmaları, halen sürdürülmektedir. Yapılan araştırmalarda: Urartu dönemine ait bir taş yazıt bulunmuş olup, bu yazıtta “ Kral Argişti, bu tapınağı ve kaleyi, Urartu baş tanrısı Haldi’ye atfen yaptırdı.
Ona, ben Argişthinli adını verdim. En büyük Haldi sayesinde, ben Menua oğlu Argişti, güçlü kral, Bianli kralı, Tuşpa kenti Efendisi”Muş yöresinde: Urartu dönemine ait iki önemli yazıt bulunmuştur ve bunların her ikisi de, Urartu kralı Menua dönemine aittir.
Bu yazıtlardan ilki, şehrin 18 km. doğusundaki Tmerd mezarlığında bulunmuş olup günümüzde Tiflis Arkeoloji Müzesindedir. Bu yazıtta: “askeri bir seferden, Atauni kendinden ve Urme ülkesinden söz ediliyor ve stelin Arhi kentine dikildiği bildiriliyor.”
Urartu dönemine ait yörede bulunan ikinci yazıtta ise: yine Urme ülkesinden ve başka bir yerden daha söz ediliyor. Ancak, bu yazıt oldukça yıpranmış ve eksiktir.