Malatya Arslantepe: bilgi vermeden önce, gurur ve mutlulukla belirtmem gerekir ki, Arslantepe UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek 2021 Temmuz ayında koruma altına alınmıştır. Temennim ülkemde bulunan bu tür binlerce tarihi kalıntının da, UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmasıdır.
2011 yılının Mayıs ayının son günlerinde: burası “Açık Hava Müzesi” olarak ziyarete açıldığını duydum. İtalyan arkeologlar tarafından yapılan kazılar devam etmesine rağmen, buranın “Müze” olarak ziyarete açılması bence gayet olumlu bir adım olmuş.
Sizler, bu çevreye yolunuz düşerse, mutlaka ve mutlaka gidip burayı görmelisiniz. Umarım en kısa zamanda, ben de gidip son durumu görmek istiyorum. Yani, Müze olarak nasıl dizayn ettiler, merak ediyorum. Son durumu yani Müzeyi görenler, lütfen yorum bıraksınlar, diğer okuyucularla paylaşalım.
Evet, gelelim, burası hakkında bilgi vermeye. Hüyük: İl merkezinin 7 km. batısında, Orduzu bölgesindedir. Yani merkeze oldukça yakın, ulaşımı oldukça kolaydır.
Höyüğün Hititçe ismi “Malitiya” ve Asurca ismi ise Meliddu’dur. Kazılarda bulunan aslan heykelleri nedeniyle, buraya “Aslantepe” ismi verilmiştir.
Höyükteki Yerleşim
Höyüğün yani yerleşim alanının boyutları 200 x 120 metredir. Yükseklik ise 30 metredir.
Höyük: MÖ.1900-1200 yılları arasında, ilk olarak Hititliler tarafından yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. MS 11’nci yüzyıla kadar iskan edilmiştir. MÖ 5 binli yıllarda başlayan yerleşim, MÖ 710 yılında, Asur istilası ile son bulur. Malatya Krallığının Asur Kralı II Sargon tarafından fethinden sonra, Arslan tepe giderek geriler ve Kimmerler’in istilasından sonra kesin olarak terke dilir.
Sonrasında MS 5-6 yüzyıllarda Romalıların gelmesiyle bölge bir lejyonun yerleşim yeri haline gelir. MS 6’ncı yüzyıla kadar bir Roma lejyonuna ev sahipliği yapar.
Ardından Bizans nekropolü olarak yerleşim görür.
Atatürk: 1933 yılında, burada, arkeolojik araştırma yapılmasını söyler.
Bunun üzerine: Fransız I. Delaporte ve 1948 yılında, C. Schaeffer ve 1962 yılında ise, İtalyan F. Meriggi tarafından kazılar yapılır. Bu kazılar sonucu: höyükte, birçok kültür tabakasına rastlanır.
Özellikle: Hitit ve Asur hükümdarlarına ait saray kalıntıları, kabartmalar, aslan heykelleri ve süslü vazolar bulunur.
Aslan Heykelleri
Aslanlı iç kapısında, sol yana ait kapı aslanı: aslan figürü beyaz kireçtaşından bir ortostat bloğuna oyulmuştur. MÖ 11-10’ncu yüzyıllara aittir.
Orijinal yerinde başı kırık olarak bulunmuştur. Arslanın üst tarafında, bloğun sağ üst köşesine kazınmış, 6 işaretli Luvi hiyeroglifinde Kral Halpasulupi adı yazılıdır.
Günümüzde heykel Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesindedir.
Saray
Höyükte bulunan geç Hitit dönemine ait kerpiç Saray oldukça ilginçtir. Saray MÖ 3300-3000 yılları arasına tarihlenmektedir. Bu saray kompleksinin, Yakındoğu’da “saray” ın başlangıcını oluşturduğu düşünülür.
Sarayın çevresi toprak tabakasından arındırılmış ve böylece saraya gelecek toprak kütlesinin ve su baskınlarının önüne geçilmeye çalışılmıştır.
Saraya: anıtsal bir oda kapısından ve zemin altından su tahliyesi için kapalı bir kanal geçen, dik bir şekilde yükselen koridordan girilirdi.
Bugün sarayın yıkılmış koridor duvarlarında bazı renkli bezeme (baklava desenli baskı, motif ve duvar resimleri) izleri görülmektedir.
Binanın duvarlarında, girişlerin yakınlarında ve geniş erişim koridoru duvarları boyunca: alçılı beyaz zemin üzerine: kırmızı ve siyah renkli resimler bulunur. Bu resimler: insan ve hayvan figürlerini içerir, karmaşık sahneler ve motifler bulunur.
Bu bezemelerde: bir yük arabasını çeken iki boğanın, boyunduruğa bağlı durumu görülmektedir. Arabanın sürücüsü tarafından çekilen araç: 2 katlı bir yapıdan çıkmaktadır.
Bu sarayda taş üzerine kabartma ile tasvir edilmiş avlu ve giriş kapısı yanında iki aslan heykeli ve devrilmiş bir kral heykeli bulunmuştur.
Sarayın içindeki kazılarda ise: ayaklı meyvelikler ve uzun vazolar da tespit edilmiştir. Ama bu dünyanın en eski kerpiç sarayında bulunan en ilginç buluntu: MÖ 3000’li yıllara ait olduğu tahmin edilen kerpiç tahtdır.
Ayrıca: saray kompleksi içindeki depo ve benzeri yerlerde: kumanya dağıtımı için yapılmış yüzlerce kase, mühür baskısı taşıyan yaklaşık 2 bin civarında kil mühür bulunmuştur.
Saray: MÖ 3000 yılında büyük bir yangın sonucu yok olur. Günümüzde her yerde, tüm malzemeleri yerinde tutan, çöken bir yangın izleri vardır.
Kral Mezarı
Sarayın hemen yanındaki bir mezarın, MÖ 2900 yılından kalma, zengin bir kişiye ait olduğu düşünülür. Bu mezar: dünyanın en eski kral mezarı olarak kabul edilmektedir.
Mezarda bulunan sanduka: büyük levhalarla kaplanmış ve süslenmiştir. Mezarda bulunan iskelet: kendisini taşımak için kullanılan bir tahtanın kalıntılarının üzerine çömelmiş ve bacakları karnına çekilmiş, güneşe doğru yan yatmış durumdadır.
Bu sanduka 5 metre büyüklükteki geniş bir çukurun içindedir. Sandukanın içinde: çanak, çömlek, silahlar, bakır-gümüş alaşımı ve altından yapılmış süs eşyaları gibi mezar hediyeleri ve bir yetişkin iskeleti vardır. Mezara yerleştirilmiş kavanozlar ölüler için yiyecek rezervi olarak ve küçük kaplar ise masa servisi olarak kullanılıyordu.
Sanduka çatısının iki büyük taş bloğunun üzerine ve çevresine dört genç gömülmüştür. (veya büyük olasılıkla ölüme terk edilmiştir.)
Mezarı kaplayan levhalar üzerine uzanmış: başlarında gümüş-bakır karışımı taç bulunan 14-16 yaşlarında bir erkek ve bir genç kız iskeletinin: sandukada gömülü kişiyle bağlantılı olduğu düşünülür.
Diğer iki genç kız iskeleti ise, 13-15 yaşlarındadır. Bunlar, diğer ilk iki genç iskeletinin ayaklarına, taş sanduka alanının dışına ve ekipmansız olarak yerleştirilmiştir. Bunlar muhtemelen ölen kişinin hizmetkarlarıdır.
Tüm cesetler: ayrık ve doğal olmayan bir konumdaydı. İskeletler kaynak sırasında çürük ve kırık izlerini koruyordu. Bu ölümden kısa bir süre önce veya cenaze töreni sırasında yaşanan şiddetin bir işaretidir.
Muhtemelen: yüksek rütbeli bir adamın, belki de bir şefin: insan kurbanlarının eşlik ettiği bir cenaze törenidir. İlk iki genç kişinin taktığı mücevherler, onların da daha yüksek bir rütbeye sahip olduklarını, belki de ölen kişinin aile gurubuna ait olduklarını gösteriyor.
Evet sonuç olarak mezarın kime ait olduğu bilinmiyor. Ancak bir kral veya önemli bir lider veya zengin kişi olduğu düşünülüyor.
Tapınak
Sarayla birlikte höyükte bulunan tapınak ta ilgi çeker. Tapınak MÖ 3600-3500 yılları arasına tarihlenmektedir. Toplumun en seçkin kişilerinin evleri, bu tapınağın yanındadır.
Höyüğün zirvesinde ve şehirden ayrı bulunan tapınak yaklaşık 400 metre karelik bir alanı kapsamaktadır. 22 x 20 metre ölçülerinde, büyük taş ve kerpiç levhalardan oluşan bir platform üzerinde yükselir.
Büyük ve tek başına olan bu yapı: sal taşları ve kerpiçten yapılmış büyük bir platform üzerine inşa edilmiştir. Mezopotamya’nın üç bölümlü mimari planına sahiptir.
Yapının ortasında büyük bir salon, salonun iki yanında ise küçük odalar vardı.
Krala ait bu dini alan, aynı zamanda ticari ve ekonomik paylaşım yerine dönüşmüştür.
Tapınak yapısı: çok renkli nişlerle bezelidir.
Merkezindeki hol de ateş platformu bulunur. Dört girişi bulunması, geniş kalabalıklar tarafından kullanıldığına işaret eder. Ayrıca: tapınak alanında bulunan çok sayıdaki (binden fazla) seri şekilde üretilmiş kaseler, tapınakta törensel ziyafetler yapıldığını ve bu ziyafetlerde yemek dağıtıldığını gösterir.
Bu yüzlerce kase: yavaş bir tekerlek üzerinde yapılmıştır. Kaselerin yanı sıra mühür baskılı çok sayıda kretula da bulunmuştur.
Tapınak: MÖ 3450 yılında terk edilmiştir. Terk edilme sebebi bilinmiyor, muhtemelen deprem olduğu düşünülür. Ardından: tepenin güneybatı kısmında açık avlularla birbirine bağlı değişik işlevlere sahip tapınak ve depolar inşa edilmiştir.
Günümüzde: bu tapınağa ait benzersiz olan bir temel ve bodrum sistemi görülür.
Diğer yapılar
Sarayla birlikte Anadolu’daki ilk şehir devleti yapıları bulunmuştur.
Höyüğün zirvesinde: duvarları boyalı, kerpiç sütunları beyaz renkli, geniş odalı ve elit kesimin ikamet ettiği görkemli kerpiç yapılar bulunmuştur.
Depolar
Araştırmalara göre, depolama sektörü, malların toplanması ve yeniden dağıtılmasının iki ana aşamasını gösteren, iki depoyu ifade eder. Bir alan depo olarak kullanıldı ve neredeyse tamamen gıda kavanozları, büyük kaplar ve şişeler içeriyordu.
Bazı büyük kapların yanında, muhtemelen yeniden dağıtılması amaçlanan, daha küçük başka bir odada, yüzlerce seri üretim kil ve kase ele geçmiştir.
Bu oda: sık sık görevliler kontrolünde, kapların mühürlenerek açılıp kapanması ile toplama ve yemek dağıtım işlerini, kaseleri tanımlanmış büyüklükteki kaplar olarak kullanarak yapmak zorunda kaldı.
Yiyecek toplama ve yeniden dağıtma faaliyetleri, sarayın iki tapınağında yapılıyordu.
Kil Mühürler
Ayrıca: 2 bin civarında mühür baskısı bulunmuştur. Üreticilerin malları mühürlenerek yatı altına alınıyor ve krala sunuluyordu. Bir kısmı ise dini törenlerde halka sunuluyordu.
Yani bu mühürler gıda dağıtım sisteminde kullanılmıştır. Kil mühürlerin çoğunluğu: ön sipariş ve muhasebeden sonra bilinçli olarak, belirli alanlarda çöpe atılıyordu.
Bu mühürler incelendiğinde: bütün depolar sadece tek bir memur tarafından mühürleniyordu. Ancak, ikinci tür depolar ise başkaca bir gurup memurlar tarafından mühürleniyordu. Üçüncü bir memur gurubu ise: her bir memurun bir odadan sorumlu olduğu anlaşılmaktadır. Yani memurların büyük çoğunluğuna, bu mühürleme yetkisi verilmemiştir.
Yani: malları depolardan alma ve mühürleme yetkisi bulunan çok sayıda memurun çalıştığı düşünülmektedir. Kayıt amacı ile etkin bir mühürleme sisteminin kullanılması, giderek bürokrasinin geliştiği, güçlü siyasi ve dini kurumları olan bir devlet sisteminin doğuşunu işaret etmektedir.
Kılıç ve Metal buluntular
Sarayın odalarından birinde: arsenikli bakırdan yapılmış 21 silah bulunmuştur. Uç kısımları daha öldürücü olması için arsenikle güçlendirilen ve yeni ortaya çıkmaya aşlayan bu silahlar: genellikle duvarlara asılan ve gücü sembolize eden askeri araçlardır. Yani bu kılıçlar, savaşlarda kullanılan değil bir tür tören kılıcı olarak kullanılmıştır ve bu el sanatı ürünlerinin alıcıları büyük ölçüde yerel seçkinlerdir.
Bu silahlar arasında: 13 mızrak ve 9 kılıç vardır.
Kılıçlar, bakır, bakır arsenik alaşımı ve gümüşten yapılmıştır.
Sap süslemeleri gümüş kakmalıdır. Aslantepe höyüğünde rastlanan bu tür silahlar, tarih sahnesinde ilk kez rastlanılması nedeniyle ilginçtir.
Başka yerlerde görülen ve daha önceki dönemlere tarihlenen kılıçlarda: ağız ve kabza bölümleri, tek bir parça halinde dökülmüştür.
Ayrıca: dörtlü sarmallı metal plakalar ele geçmiştir. Bunlar: metal üretimi ve işçiliğinin geldiği seviyeyi göstermesi açısından ilgi çeker.
Daha da ilginç olanı, kazılar sonrası ele geçirilen bu metal silahlarda yapılan ayrıntılı incelemede: kullanılan metalin Karadeniz kıyılarından ithal edildiğini gösterir. Bu yörelerde yaşayan göçebe guruplar, metali saraya getirmişlerdir. Böylece Aslantepe’de, elitlerin metal ticaretinde oldukça etkili oldukları görülür.
Fildişi Tablet
Aslantepe höyük kazılarında ortaya çıkarılan bu fildişi tabletin üzerinde Asur süsleme sanatı görülür. MÖ 1200 yıllarına ait olduğu düşünülen tablet: dikdörtgen bir çerçeveye sahiptir. Çerçeve içinde: orta kısma bir palmet ve palmetin her iki yanına, birer dağ keçisi figürü ve üst köşelerde birer lotus çiçeği işlenmiştir. Tabletin kalınlığı 0.8 cm, yüksekliği 4.3 cm ve genişliği 8.1 cm dir.
Keçi kabartmalı tablet, Asur ve Aslantepe arasındaki bağı ortaya çıkarması açısından ilginçtir. Tabletin bir mobilyanın dekorasyonu olduğu tahmin edilmektedir.
Çocuk İskeleti
Yine kazılarda: Geç Kalkolitik döneme ait bir evin taban kısmında: 5.700 yıllık bir çocuk iskeletine rastlanmıştır. Evin içinde çukur açılıp çocuk oraya gömülüyordu.
Bu sistem yani çocukların eve gömülmesi: Neolitik dönemde Doğu Anadolu ve Mezopotamya’da sıkça görülür. Çocuğun: 6-7 yaşlarında olduğu tahmin edilmektedir.
Çocuğun boynunda: 4 sıra kolye, sağ el bileğinde 4 sıra bileklik ve sol el bileğinde bir sıra bileklik bulunmuştur. Bu boncuklar, çocuğun önemli bir aileye ait olduğunu gösteriyor.
Diğer Buluntular
Günümüzde, bu eserlerin birçoğu Malatya ve Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergileniyor. Tarih sahnesinde kılıcın ilk kez burada kullanıldığı tahmin ediliyor. Çünkü, burada bulunan kılıçlar öncesinde, herhangi bir yerde kılıç kalıntısı yok.
Gelelim höyükteki geziye: Höyükte oldukça güzel bir düzenleme yapılmıştır. Düzenlenen ahşap yürüyüş yollarıyla höyüğün bütün bölümlerine girmek mümkündür. Ayrıca: oldukça makul sayıda bilgilendirici pano bulunmaktadır.
Malatya tanıtımı, gezilecek ve görülecek yerlerle ilgili yazım için.