Tarihin derinliklerinde, Hititlerin önemli şehirlerinden birinin kalıntılarını görmek isterseniz, işte Sarissa. Tarihin en büyük dördüncü imparatorluğunu kuran Hitit ulusunun, en büyük dini merkezlerinden biri.
KUŞAKLI (SARİSSA) ANTİK KENTİ KALINTILARI
Altınyayla İlçesi, Başören köyünde, Ak kuzulu mezrasında bulunmaktadır. Burası: Sivas il merkezine, yaklaşık 60 km. uzaklıktadır. Sivas-Şarkışla yolu üzerinden gidebilirsiniz.
Yapılan arkeolojik kazılar sırasında, ele geçen amorf vaziyetteki bir seramik parçası üzerindeki hiyeroglif yazının okunması ile, kentin adının “Sarissa” olduğu öğrenilmiştir.
Bu isim: kazılar sırasında şehirde ele geçen tabletlerde de; sekiz yerde geçmekte ve kentin Hitit dönemindeki adını doğrulamaktadır. Yöre halkının, buraya kuşaklı demesinin sebebi ise, burada bulunan surlardır.
Höyük: geniş ve büyük, dairesel şekilli bir doğal tepe üzerine kurulmuş, çevresi surlarla çevrilmiş bir Hitit şehridir. Ama; dünya tarihinde, dördüncü büyük imparatorluğu kuran Hititlerin önemli şehirlerinden biridir.
Dünyanın devletler arasında ilk antlaşması olan ve Mısırlılarla Hititler arasında yapılan Kadeş Savaşı (MÖ.1285) sonunda yapılan antlaşmada: Sarissa’nın Fırtına Tanrısının şahitliğinden söz edilir.
MÖ. 1500 ve 1400’lü yıllarda, önemli bir yerleşim merkezi olan ve Hitit krallarının: Başkent Boğazköy’den gelerek, yazlık çalışmalarını yürüttükleri “Sarissa Yerleşimi”: Anadolu’da tablet buluntusu veren, beşinci merkezdir.
Ele geçen 52 tabletin bir kısmı sağlam durumdadır. Bir bölümü ise kırılmış ve parça halindedir. Tabletler üzerindeki metinlerin çözümlemelerine göre: 3 tanesinin bayramla ilgili, 12 tanesinin kült envanteri ile ilgili ve diğerlerinin ise fal metinleri oldukları saptanmıştır.
Bayram şenliklerinin anlatıldığı bir metinde: “Kupit dağında şenlikler yapıldığı anlatılmakta”, bu da o dönem coğrafyası hakkında bilgi vermesi açısından önem taşımaktadır.
Sarissa şehri
1650 metre yüksekliktedir. 1950 adımlık sur kalıntısı ile, önemli bir yerleşim yeridir. Şehre giriş: sur üzerinde bulunan 4 kapıdan sağlanır.
1992 yılından bu yana, Almanya’nın Marburg Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Andreas Müler Karpa Başkanlığında; Sivas Müzesi Müdürlüğü adına kazı çalışmaları sürdürülmektedir.
Bu kazılarda
Günümüze kadar bilinen en büyük Hitit Tapınaklarından biri, kralın sarayı ve şehrin güney-kuzeybatı sur kapıları ortaya çıkarılmıştır. Bu tapınak: Hitit başkenti Hattuşaş’taki tapınakla benzer olup, Boğazköy dışında Hitit imparatorluk çağına ait Anadolu’daki tek (MÖ.1460-1190) tapınaktır.
Şehir kalıntılarında, C yapısının büyük ölçüde dörtgen bir plana sahip olduğu ve sadece çok az sayıda odanın cephede çıkıntı oluşturduğu görülür. 76 x 73 metre ölçülerindeki bu yapı, halen bilinen en büyük Hitit Tapınağıdır.
Bu ölçüleriyle, Kuşaklı C yapısı: başkent Hattuşa’daki 1 Numaralı Tapınak yada Büyük Tapınak olarak adlandırılan ve muhtemelen Fırtına Tanrısı ile Arinna’nın Güneş Tanrıçasına adanmış olması nedeniyle: Hitit ülkesinin en önemli kutsal alanı kabul edilen yapıyı bile geride bırakır.
Ayrıca: bu kazılarda: o dönemde kutsal sayılan, yan yana durmuş, iki boğa figüründen oluşan “İkiz Boğa-Ryhton” heykeli de bulunmuştur. Ele geçirilen kalıntılar ise: Sivas Müzesinde bulunmaktadır.
Bunun bir örneği ise, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergileniyor. Bunun dışında: kazılarda, bir mektup ve çeşitli tabletler bulunmuş.
Kuşaklı höyüğünün güneyinde: Hitit barajı ve açık hava tapınağı var. Mezra yaklaşık 1.5 km. uzaklıktadır. Kuşaklı höyüğünün içme suyunun karşılandığı ve dinsel ayinlerin yapıldığı bir alandır.
Güney kısmı: kayalık ve dik yamaçlardan oluşan bir düzlükte, taşlarla set yapılarak, gölet oluşturulmuştur.
Göletin batı tarafı: Hitit yazılı metinlerinde geçen Huwaşi Taşının bulunduğu tapınma alanının mimari öğeleri, kuzeyde suyun tahliye edildiği taştan örülen kanallar, doğu ve batı yönde, bazı mimari kalıntı izleri görülür.
Kuşaklı bölgesi; Hitit Kralının, başkent Boğazköy’den gelerek, burada bazı dini törenlere katıldığı; Hitit yazılı metinlerinden anlaşılmaktadır. Ele geçen tabletlerdeki bir metinde şöyle denilmektedir.”
Kral, ilk baharda bayram yapmak için, Sarissaya gittiği zaman, Kral şehre yaklaştığında, Şerha yukarı gitmez, Bilakis yukarı yola gider, Yukarıya Fırtına Tanrısı Huwaşi taşına.”
Bu metin: açık hava kutsal alanının, Hititler için ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Tüm bunların yanında: Sarissa’da ortaya çıkan yazılı belgelerde: Sarissa Hitit Bey’inin: her ay, tapınağa “bira” armağan ettiği yazılıdır.
Ön Asya’nın en büyük bira imalathanesinin burada bulunması, Sarissa’da bira üretilmesinin ve tüketilmesinin yoğun olduğunu da kanıtlamaktadır.
Sarissa: Hitit devletinin yıkılışı ile bağlantılı olarak, büyük bir yangınla yok olmuştur. Yapılan arkeolojik kazılarda: burada Hitit yerleşiminin ardından yalnızca Frig döneminde bir iskan daha olduğu ve daha sonra yerleşimin tamamen terk edildiği ortaya çıkmıştır.
Sivas Altınyayla hakkındaki gezi yazım için Altınyayla
Evet, Divriği denilince akla hemen, Ulu cami geliyor. Bu yapı hakkında söylenecek tek şey şu: “ Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir taş, böylesine bir ruhla işlenmemiştir.” Buralara yakınsanız veya buraların yakınlarından geçerseniz, bu muhteşem eseri mutlaka gidin ve görün.
ULAŞIM
Sivas-Ulaş-Kangal üzerinden, Divriği İlçesine ulaşmak mümkün. İl merkezi olan Sivas’ a olan uzaklığı: 174 km. dir.
TARİHİ
Sivas İlinin büyük ilçelerinden biri olan Divriği: eski bir tarihe sahiptir. Hititler zamanından bu yana yerleşim alanı olarak bilinen Divriği’nin adı: eski Yunan yazmalarında “Apbrike” olarak geçer. Bizans devrinde: Tepbrike olarak yaygın bir hal almış ve Türklerce “Divrik” adıyla anılmıştır.
Malazgirt Meydan Savaşından sonra, Divriği: Türk egemenliğine girmiştir. Divriği: Alpaslan’ın komutanı Mengücek Gazi’ye verilir. Mengücek Gazinin oğlu İshak’ın; 1142 yılında ölümü üzerine: Mengücek Beyliği, ikiye ayrılır.
Divriği kolunu: Süleyman Bey kurar. Bu beylik: kültürel bir gelişim gösterirken, bir yandan da: Anadolu Selçuklu Sultanlığına bağlı olarak, Hıristiyanlara karşı sürmekte olan savaşlara katılır. Bu dönemde: Süleyman Bey; 1224 yılında: kale yaptırır.
Oğlu Ahmet Bey ise: 1228 yılında: Ulucami’yi yaptırır. Ayrıca: Ahmet Bey’in karısı Turan Melek tarafından: Ulucami’ye bitişik olan “Darüşşifa” yaptırılır.
Takip eden dönemde: Yıldırım Beyazıt: Divriği kalesini, Mısır Valisi İbrahim Şuhrinin oğlundan teslim alır, ancak 1401 yılında Timur’a yenilince, Osmanlılar yine buralardan çekilmek zorunda kalırlar.
Ancak: Mercidabık zaferinden sonra: Yavuz Sultan Selim tarafından, bölge Osmanlı imparatorluğunun egemenliğine katılır. Divriği: Harput, Arapkir ve Zara yolu üzerinde, önemli bir konak olarak işlev görür.
DİVRİĞİNİN ÖZELLİKLERİ
Türkiye’nin ilk kaymakamlığı: Divriği’de kurulmuştur. İlk “Sivil Havacılık Okulu”, Divriği’de öğrenime açılmıştır. Bunların yanında: Türkiye nüfusuna göre: en çok memur, politikacı, öğretim üyesi, asker, sanayici ve iş adamı yetiştiren yer, Divriği olmuştur.
GEZİLECEK YERLER
DİVRİĞİ KALESİ
Şehrin: kuzeyinde, ırmağa bakan yüksek bir kayalık üzerinde kurulmuştur. MS. 9.’ncu yüzyıldan kaldığı sanılmaktadır. Sur uzunluğu: 1.5 km. kadardır. Büyük bir kısmı: Mengücekoğulları tarafından, 13.yüzyılda yaptırılmıştır.
Kale içinde: cami, sarnıç, zahire ambarı, kaya kovuklarının izleri görülmektedir. Kale içindeki cami: 1180 yılında, Süleyman Şah oğlu Emir İshak tarafından yaptırılmıştır. Mimarı Maragalı Firuz oğlu Hasan’dır. Kale cami: Türklerin, en eski yapılarından biri olması nedeniyle, büyük önem taşır.
Yakın zamana kadar: kalenin aşağısında küçük bir mahalle varmış. Mahalle sakinleri: aşağı şehre çekilmişler. Ulu camiye yakın olan yukarı şehrin mahalleleri, hemen hemen boşalmış. Kale surunun batı yüzünde: 2 kapı açılmış.
Biri, günümüzde tamamen duvarla örülerek kapatılmış, güneyde bulunan diğer kapının ise, bir kısmı yıkık halde, yüksekliğinin dörtte üçü, toprakla doldurulmuş. Bu kapı: kırık bir kemerle biten çok yüksek bir kapı boşluğuna açılıyor.
ULU CAMİ
Yöre: Mengüçoğullarının yönetimi altında iken: Ulu cami; Turan Melek Şah tarafından: 1228-1229 yıllarında yaptırılmıştır. İslam mimarisinin başyapıtı konumundaki bu camide: iki kubbeli bir türbe ve ona bitişik hastane vardır. Bu darüşşifanın mütevelli heyetindeki 6 kişinin hepsi kadınlardan oluşmuştur. Ayrıca: bu darüşşifa; dünyanın ilk tıp fakültesi olarak kabul edilmektedir.
Tüm bu yapılar: mimari özellikleri yanında, Anadolu geleneksel taş işçiliğini de sergilemektedirler. Bu nedenle: 1985 yılında: UNESCO Dünya Miras Listesine alınmışlardır.
Cami: Iğımbat Dağının eteklerindedir. Caminin en güzel tarafı: kapılarda ve sütunlarda işlenmiş olan motiflerdir. Bunlar: birçok araştırmacının dikkatini çekmiş ve görenleri hayran bırakmıştır. Caminin yapımında çalışan mimarların, kendi geleneklerine ve sanatsal anlayışlarına göre yaptıkları bu karışık motiflerle, özgün ve harika bir şaheser ve ibadethane ortaya çıkmıştır.
Caminin dikdörtgen bir planı vardır. Güneyinde, bitişik olarak: Darüşşifa bulunur. Uzaktan ve yakından, bu iki yapı, birbirinden ayırt edilemez. Kuzeyinde: genel bir giriş kapısı olup batıya bakan ikinci bir kapıdan ise çıkış yapılır.
Kuzey taç kapısı: Selçuklu yapılarının kapılarında olduğu gibi, yapıya göre daha yüksek ve dışa taşkın biçimdedir.
Barok stilde tasarlanmış olan bu taç kapı: 14.5 metre yükseklikte, 11.5 metre eninde ve 4.5 metre derinliğindedir.
Portal duvar çevresinde, ileriye doğru 1.6 metre dışa doğru taşırılmıştır. Anıtsal bir giriş olan kıble kapısı: büyük camiler için geçerli olan taç kapı deyimiyle adlandırılmıştır.
Caminin batı yönünde bulunan çarşı kapısı üzerinde: 1228 tarihini veren bir kitabe bulunmaktadır. Kapının bütün yüzeyini: ince ayrıntı ve zengin bitkisel motifler örtmektedir. Bu süsleme: adeta bir halı ve eşsiz desenlerle bezeli bir kumaşa benzetildiğinden, bazı bilim adamları tarafından “tekstil kapı” denilmiştir.
Kapı çıkıntısının sağ ve solunda, çift başlı birer kartal, nişin yan yüzeyinde ise, tek başlı bir kartal bulunur.
Çift başlı kartal: Alaattin Keykubat’ı (Anadolu Selçuklularını), tek başlı kartal ise: Ahmet Şah’ı (Mengücekleri) temsil ediyor. Çift başlı kartal: başı dik ve azametli duruyor. Tek başlı kartal ise, boynu bükük ve bir ayağı havada duruyor. Bu durum: Mengüceklerin, Anadolu Selçuklularının tabiyetini kabul ettiklerini ifade ediyor.
Pek çok hanedan tarafından: kudret ve egemenlik simgesi olan bu sembol, hiçbir yerde bu kadar zarif işlenmemiştir. Doğu yönündeki Şah kapısı, fonksiyonuna uygun olarak “Taht kapısı” olarak bilinmektedir. Yüzeyi: bitkisel, geometrik, yıldız, düğüm, saç örgüsü motifleriyle bezelidir.
Darüşşifanın merkezindeki havuz: öyle bir şekilde detaylandırılmış ki, gördüğünüzde inanamayacaksınız. Havuzdan taşan fazla su, havuzun çevresindeki kare planlı kanaldan, havuzun çevresini dolaşıp, daire çizerek tahliye ediliyor.
Minare: caminin kuzeybatı köşesindedir. Silindirik gövdeli bu minare, caminin asıl minaresinin yıkılmasından sonra, Kanunu Sultan Süleyman tarafından, 1523 yılında yenilenmiştir.
Son olarak
Caminin giriş kapısında güneş vurduğunda oluşan bir gölgeden söz etmek istiyorum. Güneş caminin giriş kapısına vurduğu zaman: giriş kısmında oluşan gölge “namaz kılan bir adam” gölgesi olarak gayet belirgin bir şekilde oluşuyor.
Bu durumun: caminin yapım aşamasında tasarlandığı söyleniyor. Çünkü: bu gölge, caminin giriş kısmına her güneş vurduğunda oluşuyor. Yani: bir kereye has bir olay değil, sürekli oluşuyor. Bilinçli yapıldığı düşünülüyor.
KESDOĞAN KALESİ
Kesdoğan kalesini anlatmadan önce, buraya ait bir efsane var. “Kesdoğan Efsanesi”. Bu anlamlı efsane umarım ilginizi çeker. Divriği kalesinin sahibi Şahin Şah’ın; Ertuğrul isimli bir oğlu vardır. Ertuğrul; günün birinde, geyik avına çıkar ve av izlerken, karşı yakaya geçer.
O sırada adamlarıyla birlikte oradan geçmekte olan: Ermeni kralının kızı “Belkıs” ile karşılaşır. Kız; öyle güzeldir ki, içine ateş düşer. Belkıs da, bu yiğit delikanlıdan hoşlanır.
Ertuğrul; atını sürer ve babasının yanına gider.
Belkıs ile evlenmek istediğini söyler. Kızın babası: din ayırımı gösterip, kızını vermese, savaş açmasını ister.
Şah: Ermeni kralına, adamları ile durumu bildirir. Kral; Şahın elçilerini güler yüzle karşılar, ikramlarda bulunur. Şah’ı ret etmeyi hemen göze alamadığından “Savaş da neymiş, hiç Şahlar şahı kızımı ister de, ben vermez miyim? Yalnız, kızımla bir konuşayım, öyle cevaplayayım” der.
Belkıs: çoktan razıdır. Ertuğrul Bey: gün batımında, kalenin burcuna çıkar, okunun ucuna bağladığı mektubu: Belkıs’a fırlatır. Belkıs: 2 gün sonra, aynı yolla cevabını yollar. Zamanla: Belkıs’ın cevabı gecikmeye başlar. Ertuğrul Bey: babasından bir kez daha: Ermeni krala, elçiler göndermesini ister.
Bu kez kral; kızımla konuştum, o da istekli, ama kızım çok gururludur. Erkek çocuğum olmadığından onu bir erkek gibi yetiştirdim, şimdi o da: “Ben şahın oğluna varmak isterim, dillerini de dinlerini de kabul ederim, ancak, evleneceğim erkeğin de ne denli yiğit olduğunu görmeliyim” diyor. Der.
Elçiler: bir ağızdan “Şahımızın oğlu dilediğinizden de yiğit, dilediğinizden de merttir. Dileğiniz nedir?” derler.
Ermeni kral: “kalenin burcundan bir halat gerile, bu halat 3 gün 3 gece iç yağıyla yağlana, Şahımızın oğlu huzurumuzda bu halata tutunarak boğazı geçip bizim kalemize vara. Bunu başarırsa, kızımı veririm” der. Elçiler durumu, Şaha anlatırlar. Şah: bunu kabul etmek istemez ve oğlunu vazgeçirmek için çok yalvarır, ancak fayda etmez.
Ertuğrul Bey: Belkıs’a kavuşmak için her şeyi kabul eder. Hazırlıklar tamamlanır. Ertuğrul; halata tutunarak, karşıya geçmeye çalışır, Belkıs’ın yüreği ağzındadır. Ertuğrul Bey: büyük bir gayretle karşıya geçmeye çalışırken, tam kale burcuna tutunacağı sırada, Ermeni kral, yanındaki pehlivana “kes Doğan” diye seslenir.
Pehlivan’ın halatı kesmesi ile, Ertuğrul Bey, uçuruma yuvarlanıp parçalanır. Durumu gören Belkıs’da kendini burçtan aşağıya atar. Şahin Şah: ordusuyla Belkıs kalesine yürür. Kaleyi alır. Kral kaçmayı başarır. Olaydan sonra: kalenin adı “Kesdoğan” olarak anılır. Günümüzde: kalenin duvarlarında kan lekesine benzeyen lekeler görülür. Bunun: Belkıs ve Ertuğrul’un kanı olduğuna inanılır.
Evet: Kesdoğan kalesinin efsanesi bu. Gerçekte bu kalenin: Divriği kalesinin bir karakolu olarak yapıldığı sanılıyor.
HÜSEYİN GAZİ TÜRBESİ
İlçeye hakim, Igımbat adı verilen dağın zirvesindedir. Taşlarla örülü, 3 metre uzunluğundaki mezar ve türbenin, 1959 yılında onarıldığı yazılıdır. Hüseyin Gazi: savaşarak, Divriği’ne kadar gelir. Korkusun Koyu civarındaki korulukta; kolundan ok yarası alır, bakımsızlıktan koru kangren olur ve düşer.
Hüseyin Gazi’nin ok yarası aldığı yer: günümüzde “Gazili” ziyaret yeri olarak, ziyarete açılmıştır. Bu yer: Korkusun Koyu Koruluğu içindedir. Hüseyin Gazi’nin: bakımsızlıktan kopan kolu da; Komek koyu civarındadır. Bu ziyaret yerinin adı da: Gokkolu’dur.
DİVRİĞİ KONAKLARI
AYANAĞA KONAĞI
1838 yılında yapılmıştır. Divriği’nin eski evlerinin, en dikkate değerlerindendir. Konağın orijinal şekli: selamlık, arkada avluya bakan mabeyn, daha arkada ara sokak boyunca uzanan harem olmak üzere, üç ana bölümden meydana gelmiştir.
Ancak: bu orijinal plan şekli korumadığı gibi, günümüzde, yalnızca selamlık bölümünün sır kısmı restore edilerek ziyarete açılmıştır. Bu üç bölüm: alt ve üst katta birbirine sofalar, dehlizler ve kapılarla bağlıdır.
Ancak: günümüzde bir bütünlük ve bağlantı kalmamıştır. Avlular da birer ara duvarla bölünmüştür. En büyük tahribat ise: selamlık ve mabeyn daireleri arasındaki bağlantılarda olmuştur. Burada bulunan büyük divanhane ve dört oda ile alttaki ahır; tamamen yıkılmıştır.
Günümüzde: ön cephesindeki boşlukta: kış odası, kahve odası, ikinci yaz odası ve arka odalardan bir tanesi kalmıştır. Baş odanın pencere ve tavan süslemeleri: Divriği içindeki en dikkat çekici süslemedir. Eski konaklara/yapılara karşı merakınız varsa, ilginizi çekecektir, zaman ayırabilirsiniz.
Gürün denilince ilk akla gelen, yol üstü bir ilçe olmasıdır. Çünkü: Anadolu’da doğu-batı istikametinde bütün yollar buradan geçer ve gerek otobüs ve gerekse kamyonların birçoğu burada mola verirler. Bunun sonucunda, Gürün birçok insan tarafından adı bilinen bir yer olarak öne çıkmaktadır.
ULAŞIM
Anadolu’da, doğu ve batıyı birbirine bağlayan transit kara yolu, buradan geçmektedir. Ancak, her ne kadar Sivas iline bağlı olsa da, Gürün insanı, bütün işlerini, Malatya ve Kayseri de görmektedir. Çünkü: Gürün-Sivas arasındaki kara yolu pek kullanışlı değildir.
Gürün, bağlı bulunduğu Sivas il merkezine, 141 km. uzaklıktadır. Gürün-Malatya arasındaki uzaklık: 150 km. Gürün-Kayseri arasındaki uzaklık: 200 km. Gürün-Malatya arasındaki uzaklık: 146 km.
TARİHİ
Bölgedeki ilk yerleşimcilerin, MÖ. 2000 yıllarına kadar dayandığı bilinmektedir. Bölgenin ismi: Kapadokya kaynaklarında: Tegarama, Hitit kaynaklarında: Tagarama, Asur kaynaklarında: Tilgarimmu, İskit ve Kimmer kaynaklarında: Tehaorma olarak geçmektedir.
İlçe merkezine bağlı, Yolgeçen (eski ismi: Tekirahma) köyündeki yerleşimin: Kapadokya ve Hitit kaynaklarında sözü edilen, Tegarama ve Tagarama isimlerine benzerliği dikkat çekicidir. Burada yapılan yüzey araştırmalarında bulunanlar, burada Hitit döneminden başlanarak, Ortaçağ dönemine kadar yerleşim bulunduğunu göstermektedir.
Bölgede, tarihi süreç içinde egemenlik kuran uluslar: MÖ. 7’nci yüzyıldan itibaren Asur ve İskitler, MÖ. 550 yılında Persler, MÖ. 334-332 yılları arasında İskender, MS. 395 yılında ise, Doğu Roma ve Bizans hakimiyeti görülür.
Malazgirt zaferinden sonra ise, yörede Danişmentliler Beyliği egemen olur. 1174 yılında, Anadolu Selçukluları ve daha sonra Sivas merkezli kurulan Burhanettin Ahmet devleti egemenlikleri görülür. 1408 yılına gelindiğinde, Çelebi Mehmet tarafından yöre, Osmanlılara bağlanır.
Evet, Gürün: 1845 yılında bucak, 1869 yılında ise kaza olmuş ve Sivasa bağlanmıştır.
GENEL
Gürün: Doğu Anadolu’nun, İç Anadolu’ya açıldığı önemli bir kavşak noktasındadır. Bunun sonucunda: İlçede, bir modern terminal ve birçok dinlenme tesisi bulunmaktadır. Bu konaklama tesislerine, günde ortalama 400 otobüs ve yaklaşık 15 bin yolcu uğramaktadır.
Gürün ilçesinin rakımı: 1250 metredir. Yüzey şekilleri bakımından, dağlık bir yapıya sahiptir. Arazi yapısı, genel olarak çıplak görünümdedir. Yörenin sularının en önemli özelliği: Fırat yolu ile Hint okyanusuna bağlanması ve Kızılırmak ve Ceyhan ırmağı yolu ile, Atlas okyanusuna karışmasıdır.
İklim: ilçede karasal iklim hakimdir. Ancak, klima iklim özellikleri de egemendir.
İlçede yaşayanların ekonomik etkinlikleri: tarım ve hayvancılığa dayanır. Ayrıca: Şuğul, Suçatı ve Sularbaşı bölgelerinde, alabalık çiftlikleri kurulmuş olup, yıllık 800 ton alabalık üretimi yapılmaktadır. Hatta, üretilen yavru alabalıklar, çevre il ve ilçelere satılmaktadır.
NE YENİR-NE İÇİLİR
Gürün yöresinde, her ne kadar yol boyunca et lokantaları bulunsa da, siz burada, yerel bir lezzet olarak: alabalık tadın. Çünkü: burada alabalık muhteşem ve hatta “Alabalık Festivali” bile düzenleniyor.
NE SATIN ALINIR
Gürün yöresinde: sarı elma ve ceviz çok ünlü.
KONAKLAMA
Öğretmenevi ………. 346-7151906
GEZİLECEK YERLER
ŞUĞUL VADİSİ
İlçe merkezine 2 km. uzaklıktaki Şuğul mahallesine ayrılan yoldan, yaklaşık 3.5 km. gidildikten sonra, buraya varılabiliyor. Burada, vadinin ortasında: ırmak var. Vadi kıyısında: beton ve stabilize olan bir yürüyüş yolu yaptırılmış.
Bu yol üzerinde yürüyebilirsiniz. Bu yöreye yolu düşenlerin mutlaka görmesini önereceğim bir yer. Fethiye-Saklıkent benzeri, ırmak muhteşem, çevredeki yeşil alan da buranın bambaşka bir güzelliğe bürünmesini sağlamış.
GÖKPINAR GÖLÜ
Göl: ilçe merkezine 10 km. uzaklıktadır. Deniz seviyesinden, 1400 metre yüksekliktedir.
Bu gölden doğan Gökpınar ırmağı, yaklaşık 20 km. uzunluğundaki Gökpınar vadisini geçer ve Malatya’daki Karakaya Barajına dökülür. Göl bölgesinde, sandala binmek mümkün. Ayrıca, balık avlamak ve kıyısında günübirlik piknik yapmak mümkündür.
MERYEM ANA MANASTIRI
İlçe merkezine bağlı Pınarözü köyündedir.
Kilise: büyük bir kaya bloku oyularak yapılmıştır. 4 katlıdır ve 11 metre yüksekliğindedir. Kilise: en üst kattadır. 19’ncu yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir.