Manisa Kırkağaç

Manisa Kırkağaç


Kavun diyarına hoş geldiniz. Mutlaka tatmalısınız. Bunun dışında “Kırkağaç” denilince, Jandarma Komando askerlerinin eğitim aldıkları, büyük bir askeri birlik akla gelir ve yörenin hareketlenmesine, nüfus hareketliliğine sebep olur. Son bir nokta: tarih severler, tarihi yerleri gezmeyi sevenler, burada gezebilecekleri bolca yer bulacaklardır, çünkü: bir zamanlar, tarihin en büyük medeniyetlerinden birini kurmuş olan “Bergama krallığı” buranın yakınlarında etkinlik kurmuştur. Tarihi yerleri gezebilirsiniz.

Manisa Kırkağaç

ULAŞIM

Kırkağaç-Soma arasındaki uzaklık: 13 km. dir. Bu nedenle, daha fazla gelişmiş olan Soma yanında, Kırkağaç yeteri kadar gelişmemiştir. Soma bölümünde belirttiğim gibi, özellikle Jandarma Komando askerleri, tatil günlerinde Kırkağaç’ta kalmayıp, Soma ilçesine gitmektedirler.
İzmir-Bandırma demir yolu da, ilçeden geçmektedir.
Kırkağaç-Manisa arasındaki uzaklık: 79 km. dir. Kırkağaç-Akhisar arasındaki uzaklık: 23 km.

Manisa Kırkağaç

TARİH

Kırkağaç bölgesi: antik dönemde, Aiolis-Lydia ve Mysia bölgelerinin kesiştiği yerde kurulmuştur. Bölgede: çok eski dönemlerden itibaren, yerleşim bulunduğu görülür. Bölgede bulunan antik kalıntıların başında: bölge yerleşimcileri olan Mysialıların, ana tanrıçaları Kybele’ye ait olduğu sanılan kutsal alanlardır.

Bu kutsal alanlar, genellikle dağlardaki kayalıklara yapılmıştır. Bu dini alanlarda, niş te bir Kybele heykeli bulunur ve insanlar burada tapınırlarmış. 1400 yıllarında Türkler tarafından yerleşilen bölge: Beylikler döneminde, Karesi Beyliğine bağlıdır. Kısa sürede sınırlarını genişleten Beylik, bölgedeki birçok yerleşim yerine hakim olmuştur.

Daha sonraki tarihlerde, Rumlar-Ermeniler ve Yahudiler tarafından yerleşim yeri olarak kullanılan yöre: Yunan işgalinin ardından kurtuluş mücadelesinde özgürlüğüne kavuşunca, bu azınlıklar tarafından terk edilmiştir. Ancak, mübadele sonucu, özellikle Midilli, Dranova, Selanik yörelerinden ülkemize dönen mübadillerin bir kısmı, bu bölgeye yerleştirilmişlerdir.

Manisa Kırkağaç

GENEL

Yerleşim, kendi adıyla anılan ovaya ve Yunt dağı eteklerine kurulmuştur. Batısında bulunan bu büyük dağ nedeniyle, burada yaşayan insanlar, gün batımına hasrettirler. Gerek bu dağ ve gerekse yörede bolca bulunan donuk yeşil zeytin ağaçları nedeniyle, yöre, ilginç ve karanlık bir atmosfer yansıdır.

Denizden yükseklik: 100 metredir. Özellikle, ova bölgesindeki topraklar çok bereketlidir.

Halkın ekonomik aktivitelerinin başında, tarım gelmektedir. Sanayi kuruluşları ise, daha çok: domates, zeytin ve üzüm gibi ürünlerin işlenmesine yönelik kurulmuştur. Ama, yazının en başında belirttiğim gibi, Kırkağaç denilince, akla “kavun” gelir. Kırkağaç kavunlarının ünü, büyük çevreye yayılmıştır.

Yörede, Akdeniz iklimi hakimdir ki, buna bağlı olarak genellikle ılıman hava etkisi görülür. Yazları, sıcak ve kurak, kışları ise ılık ve yağışlı geçer. Dağlık kesimlerde ise, kışlar biraz sert ve kar yağışlıdır.

JANDARMA KOMANDO ER EĞİTİM ALAYI

Bu askeri birik: Soma yönünde, ilçe çıkışındadır. Askeri birliğin hemen devamında ise, ilçenin çamlık alanı yani mesire yeri bulunmaktadır. Askeri birlikte, her dönemde, yani 3 aylık fasılada, yaklaşık 5000-7000 arasında askeri personel eğitilmektedir. Gerek bunlar ve gerekse bunların yakınları, ilçe ekonomisinde etkin rol oynamaktadırlar.

Hatta: bu asker kişilerin ve yakınlarının, ilçe esnafı tarafından aşırı fiyatlarla yıpratıldığını düşünenler, asker kişilerin izin günlerinde, yakınlardaki Soma ilçesine gitmelerine de izin vermektedirler. Zaten, özellikle yemin törenlerinde, buradaki otel ve pansiyonlarda büyük yer sıkıntısı çekilmektedir.

Sizler, asker yakını olarak, özellikle yemin törenlerinde buraya gitmek isterseniz, mutlaka önceden yer ayırtmanızda yarar var. Burada bulamasanız, Soma ilçesindeki konaklama imkanlarından da yararlanabilirsiniz.

Manisa Kırkağaç

KAVUN

Kırkağaç yöresinde, yazının en başında belirttiğim gibi “kavun” meşhurdur. Yörede yetiştirilen kavun: yeşil-sarı, kırçıllı ve kalın kabukludur. Dünyanın en güzel ve lezzetli kavunu olduğu söyleniyor. Evet, yılın dört mevsimi burada kavun bulabilirsiniz ki, mutlaka tatmalısınız.

KIRKAĞAÇ ÇAM MESİRİ ŞENLİKLERİ

Her yıl, Mayıs ayının 2’nci haftasında düzenlenmektedir.

Manisa Kırkağaç

KONAKLAMA

Kırkağaç Öğretmenevi Küçük Çam Mevkii 236-5881211

NE YENİR-NE İÇİLİR

Kırkağaç mutfağında, zeytinyağının özel bir yeri bulunmaktadır. Sabah kahvaltısında bile, zeytinyağına ekmek banarak yenilebilir. Yöresel yemeklerden tatmak isterseniz: Gulak çorbası ve güveç yemelisiniz.
Yemek ardından ise, tatlı olarak “tel kadayıf” düşünülmelidir. Mevsim ilkbahar ise, höşmerim yemenizi öneririm.
Tüm bunların yanında, burayı ziyaret edenler, elbette, yörenin meşhur kavununun tadına bakmalıdırlar.

Manisa Kırkağaç

GEZİLECEK YERLER

KIRKAĞAÇ EVLERİ

Mimari tarz olarak ilginizi çekebilir. Çünkü, karakteristik özellikleri vardır. Bu özellikler, insanların yaşam şartlarıyla ilgilidir. Evlerin dış yüzleri genellikle sıvasızdır ve yalnızca ikinci katları, harçla sıvanmıştır. Yapıda, kestane ağacı tercih edilmiştir.

FABRİKA

İlçe merkezinde, Akhisar yolu üzerinde, Ermeni asıllı Karakin Şahbazyan tarafından, 1876 yılında yaptırılan bir fabrika var. Bu fabrikanın hala sağlam duran bacası mutlaka dikkatinizi çekecektir. Fabrika içinde: çırçır pamuk bölümü, zeytinyağı bölümü ve buğday öğütme bölümleri bulunmaktadır.

PAMUK HAN

Burası, ilçenin ticaret merkezidir ve İzmir merkezinde ikamet eden Kırkağaç kökenli İmros Federos adında bir Rum’a aittir. 1924 yılında, Han’ın bulunduğu meydan Cumhuriyet meydanı haline getirilmiş ve 1954 yılında, buraya Atatürk’ün beyaz mermer bir heykeli dikilmiş, ancak daha sonra Han için gelenlerin araçlarının yarattığı görüntü kirliliği nedeniyle, heykel, günümüzdeki yerine taşınmıştır.

Hanın çevresinde, birçok dükkan bulunmaktadır. Hanın 3 kapısı ise: Çiftehanlar camisi, Karaosmanoğlu camisi ve Bahçıvan pazarı bölgelerine açılır. Geniş avluda ise: palamut, meyan kökü, afyon, çeşitli kök boyaları ve diğer bir kısım ürün satılmaktadır.

ÇAM-ÇAMLIK

Kırkağaç-Soma kara yolu üzerinde: ilçe merkezine 4 km uzaklıktadır. Burası, günübirlik piknik alanı olarak kullanılmakta olup, içme suyu çeşmeleri, tuvalet, banklar, piknik masaları bulunmaktadır. Çam ağaçları ile çevrili bölge, yoğun ilgi çekmektedir.

Çünkü, yöre insanının en önemli ve tek eğlence yeridir. Özellikle, panayır zamanlarında, yöre halkı çadırlar kurarak burada konaklamaktadırlar.
Bu arada, “Çam” kelimesi, Kırkağaç yöresinde bir kültürü anımsatmaktadır. Şöyle ki: çamla ilgili mazisi Orta Asya yöresindeki Şamanizm geleneklerine dayanan, gelenek ve görenekler sürdürülmektedir.

SEMERDAMLI

Burası, ilçe merkezine bağlı, Karakurt köyündedir. Frig tapınağı olduğu düşünülen bu kalıntı yarım bırakılmıştır. Çünkü: kusursuz olabilecek bir eserin, ancak tanrının elinden çıkabileceğine inanılmaktadır. Hemen yakınlarda doğu yönüne bakan merdivenler görülmektedir.

Bu merdivenler: kayaların üst bölümünde bir çeşit tanrıçanın oturma tahtı olarak tasarlandığı düşünülen oturma yerine doğru çıkmaktadır ki, buranın sunak yeri olduğu düşünülmektedir.

NAKRASA-NAKRASON-NAKRASOS

İlçe merkezine bağlı, Bakır yöresinde elde edilen bir kısım buluntuya göre, burada, Helenistik dönemde, Nakrason veya Nakrasos diye isimlendirilen bir şehir bulunduğudur. Bu şehirle ilgili en büyük kanıt ise: 1965 yılında, güneyde Harta mevkiinde bulunan ve halen Manisa Müzesinde sergilenen, 16 satırlık bir yazıttır. Bu Grek dilinde yazılmış yazıt, bir vasiyetnamedir.

Ancak iki parça olduğu düşünülen bu yazıtın, diğer parçasına ulaşılamamıştır. Evet, MÖ.1’nci yüzyıl başlarına tarihlenen yazıt: içeriği nedeniyle arkeoloji dünyasının ilgisini çekmiştir. En büyük özelliği ise: yazıtta, yöredeki bazı yerleşim yerlerinin (Tibbe, Tibbai, Pataktibeai, Deskyleion, Nakrason, Nakrasos gibi) isimlerinin geçmesidir.

Özellikle: Nakrason ilgi çekmektedir. Hatta: yöredeki günümüz yerleşimi olan Bakır kasabasının isminin bir zamanlar “Nakrason” olması da önem kazanmaktadır. Bu yazıtın bir diğer önemli yanı: dünya “Hukuk tarihi”nde, bilinen ilk yazılı “Miras Hukuku” belgesi olmasıdır.

Ancak, yine de, Nakrason antik şehrinin yeri hakkında günümüz bilim adamları çelişmektedirler. Bakır bölgesinde bulunduğunu söyleyenler yanında, bu önemli antik kentin, günümüz Yatağan köyü bölgesinde bulunduğunu da öne sürenler vardır. Çünkü: Yatağan köyünün kuzeyindeki tarlalarda, bol miktarda mimari yapı elemanı parçaları ele geçirilmektedir. Bunların yanında bulunan seramikler de, yine bu bölgede de büyük bir antik dönem yerleşiminin varlığına işaret etmektedir.

TİBBE-TİBBAİ

Günümüzdeki İlyaslar köyü bölgesindedir. Bu antik dönem şehrinin ismi de, yine biraz önce sözünü ettiğim vasiyetnamede geçmektedir.
Yine, bu yerleşim yerinin ismine: Akhisar bölgesinde ele geçirilen bir su borusu üzerinde rastlanmıştır ki bu su borusu, halen Manisa Müzesinde sergilenmektedir.

Öte yandan: yine Helenistik dönemini ünlü hekimlerinden Pergamonlu Galenus: Ünlü Tibai şarabından söz etmektedir. Ancak, yine de, bu Tibai isimli yerleşim yerinin günümüzdeki yeri tam olarak tespit edilememiştir.

Tibai antik şehrinin, günümüzde Nakrason şehri yakınlarında yani İlyaslar köyü yakınlarında bulunduğu tahmin edilmektedir. Özellikle, İlyaslar köyünün kuzeyindeki mezarlık alanında, çok sayıda mimari parçalar, sütun parçaları, lahit parçaları görülmüştür.

KALANDOS-KALANTA-KALAMOS

İlçe merkezine bağlı, Gelenbe köyü yakınlarındadır.
13’ncü yüzyıla ait Bizans piskoposluk listelerinde, Stratonikeia veya Kalandos isimli şehirden söz edilmektedir. Dolayısı ile, arkeoloji bilim adamları, bu şehrin: Siledik bölgesinde bulunduğu varsayımını ortaya atmışlardır. Ancak, diğer bir kısım bilim adamı, bu şehrin günümüz Gelenbe kasabasının bulunduğu yerde olduğunu öne sürerler. Çünkü, Gelenbe bölgesinde, bu düşünceyi doğrulayacak şekilde, bir kısım Bizans yazıtları bulunmuştur.

STRATONİKEİA-HADRİANAPOLİS

İlçe merkezine bağlı, Siledik bölgesindedir.
Kent: Suriye krallarından I. Antiokos tarafından kurulmuş ve karısının ismi verilmiştir. Şehir, Hadrianus döneminde imar edilmiş ve bu nedenle “Hadrianapolis” ismini almıştır. Günümüzde, bu antik şehir kalıntıları: Yağmurlu, Siledik ve Hamitli köylerinin bulunduğu bölgenin kuzeyinde görülmektedir.

Ancak, bu antik kentten günümüze, yalnızca birkaç sikke dışında nadir sayıda kalıntı ulaşmıştır. En önemli ve tek buluntu ise: günümüzde Manisa Müzesinde bulunan, Hadrianus’un, MS.127 yılında, Stratonikeia şehrine hitaben yazdığı 3 mektubun bulunduğu mermer steldir. Yine, aynı döneme ait: Roma imparatoru Antoninus Pius’a sunulan bir adak mevcuttur. Yine, antik dönemdeki bu şehre ait, Roma dönemi mezar taşları bulunmuştur.

KHLİARA

Burası, bir ilkçağ ve ortaçağ dönemi şehri olarak önem kazanmaktadır. Hatta: Kırkağaç ilçesinin ilk kuruluş yeri de denilebilir. Ancak, bugünkü Kırkağaç yerleşiminin olduğu yerde değildir.

YORTAN HÖYÜĞÜ

İlçe merkezine bağlı Bostancı köyünde, Gelenbe kasabasının 7 km. güneyindedir. Yani, ulaşım kolaydır. İzmir-Balıkesir kara yolu, Yortan bölgesinin çok yakınından geçmektedir. Höyük, hemen ana yolun bitişiğindedir.

Bu bölgedeki ilk arkeolojik kazılar: 1900’lü yılların başında, yabancılar tarafından yapılmış ve bu kazılar sonucunda: birçok küp mezar bulunmuş ve yine bunlar, bulan yabancı araştırmacılar tarafından yağmalanmıştır.

Höyük üzerinde herhangi bir yapı kalıntısına rastlanılmaktadır. Çünkü, o dönemde yapılan yapılar, kerpiç ve ahşap kullanılarak yapılmıştır ve bunlar çeşitli nedenlerle ortadan kalktığında herhangi bir kalıntı bırakmamaktadırlar.

Kazının yapıldığı yerdeki nekropol alanında: ölüler, küplerin içine konularak gömülmüşlerdir. Bazı küplere iki ceset yan yana konulmuş ve bu cesetler: yere paralel olarak yatırılmıştır. Cesetlerin konulduğu küplerin ağzı: düz ve yassı taş ile kapatılmış, küplerin ağızları doğuya, dip kısımları batıya çevrilmiştir.
Bu durum ilgi çekmektedir. Çünkü: yine aynı döneme ait Hanay Tepe bölgesindeki mezarlarda, ölülerin bacakları karınlarına çekik yani Hocker pozisyonunda yatırıldıkları görülmektedir.

Evet, küplerin içinde, ölülere ait hediyeler bırakılmıştır. Bu hediyeler arasında: çok sayıda çanak-çömlek, idol, küçük insan figürleri, silah, alet, takı gibi pişmiş ve metal eşyalar sayılabilir. Bu eşyalar üzerinde, süsleme olarak: geometrik desenler ağırlıklı olarak kullanılmıştır.

Özellikle: çanak-çömlekler üzerinde, Luwilere (Hitit öncesi) ait bir kısım hiyeroglifler bulunması, bu çanak-çömleklerin bilimsel değerini üst düzeye çıkarmıştır. Ayrıca bu çömleklerin yapıldığı dönemlerde, çömlek çarkının bulunmaması ve bunların elle yapılmış olması da, bunlara özel değer katmaktadır. Çömlekler arasındaki örnekler: ördek biçiminde kaplar, gaga ve kesik gaga ağızlı testiler, çanaklar, meyvelikler, koku kapları, ayaklı-ayaksız kaplar sayılabilir.

FİRİG TÜRÜ KAYA MEZARLARI

Yortan höyüğünün yakınlarında 2 kaya mezar bulunmaktadır. Bunlardan birincisi: ana yolun sağ tarafında kalan ve höyüğe 4 km uzaklıktaki mezardır. Mezarın cephesi güney yönüne bakmaktadır ve bir kaya blokunun üzerine işlenerek oluşturulmuştur.

Aslında, kayanın tümü, bir anıt mezar görünümündedir. Ancak, bu görkemli ve etkileyici anıt mezar üzerinde, herhangi bir süsleme, kabartma veya yazı görülmemektedir. Bu nedenle de, yapılış dönemi ve yaptıranlar hakkında herhangi bir yorum yapılamamaktadır. Ancak, yapı tarzı ve işçilik, Frig dönemini anımsatmaktadır. Evet, girişte geçit bulunmadığından, mezarın hemen girişinden sonra, mezar odası var.

Bölgedeki ikinci kaya mezarı: Yortan höyüğünden daha değişik tarzdadır. Bu mezar, Bakırçay yanında ve kayalık bir tepenin kuzeydoğu eteklerindeki kayalara oyulmuştur. Bu mezar üzerinde de, herhangi bir kabartma, resim veya yazı görülmemektedir.

HARTA-ABİDİNTEPE TÜMÜLÜSÜ

İlçe merkezinin 13 km. güneyinde, Milinge köyüne giden toprak yolun üzerindedir.
Bu yığma toprak mezar: MÖ.6’ncı yüzyıla tarihlenir. Ancak, 19’ncu yüzyılda, Manisa-Soma demir yolunun yapımı sırasında, mezar alanı talan edilmiştir.
Bu talandan geriye kalanlar ise: bir mermer kanape ve bir cenaze alayı tasviridir. Bu cenaze tasvirinde bulunanlar: mızraklı askerler, atlar, savaş arabaları, uzun beyaz elbiseler giymiş din adamları, Lydialı kadınlar, erkekler ve çocuklardır ki, bunlar gayet muhteşem bir güzellikte tasvir edilmişlerdir.

Bu tören alayının hemen önünde ise: uzun saçlı, siyah sakallı bir adam yürümekte ve hemen yanında, iki köpek yavrusu görülmektedir. Mezar kapısının hemen girişinin üstünde tasvir edilen ise: kadın başlı ve kanatları yarı açık kuş figürüdür ki, bunun “mezar koruyucusu” olduğuna inanılır.

Evet, benim gayet güzel anlattığım bu tasvirler, günümüzde görülemiyor. Çünkü, bir zamanlar bir bütün halinde bulunan bu cenaze alayı tasviri, günümüzde paramparça ve bir kısmı ABD-Metropolitan Sanat Müzesi koleksiyonunda ve bir diğer kısmı ise meçhul yerlerdedir.

Soma tanıtımı.

Akhisar tanıtımı.

Manisa tanıtımı.

 

Manisa

Manisa

Şehzadeler şehri, şifalı mesir macunu, sultaniye üzümü.

ULAŞIM

Manisa-İzmir arasındaki uzaklık; 36 km. dir. Manisa ve İzmir birbirine gerçekten çok yakın. İzmir’de çalışan birçok kişi, Manisa’da ikamet ediyor ve her gün bu kısa yolda gidip-geliyor.

TARİH

Antik çağlardan bu yana, Sipylos adıyla bilinen dağın eteklerinde, kurulup gelişen Manisa kenti, yerleşim yeri özelliğini günümüze kadar sürdürmüştür.

Homeros’a göre: şehir, Truva savaşına katılan, Teselyalı Magnetler tarafından kurulmuştur. Bunlar: bugünkü Yunanistan’ın Teselya bölgesindeki Pelion dağı civarında yaşayan topluluktur.

Magnetler: Batı Anadolu’ya göç ettiklerinde, önce Menderes nehri kıyısındaki Magnesia’yı, daha kuzeye giden bir kolu da, Sipylos dağı eteklerindeki Magnesia’yı kurmuşlardır.

Özellikle: MÖ.7 ve 11. yüzyıllar arasındaki Lidyalılar ve Bizanslılar döneminde, önemli bir uygarlık ve kültür beşiği olarak öne çıkmıştır. Şehrin antik çağlardaki ismi “Magnesia” dır.

Şehir, 1313 yılında, Bizanslılardan, Saruhanoğulları tarafından ele geçilir ve ismi “Manisa” olarak değiştirilerek, Beylik merkezi haline getirilir.

Osmanlı döneminde, 1437-1595 yıllara arasında, Şehzadeler tarafından yönetilen şehirde, Şehzadeler ve aileleri tarafından: cami, çeşme, imarethane, köprü, medrese ve benzeri birçok sanat eseri yaptırılmıştır.

GENEL

Spil dağı ile Gediz nehri arasında, İzmir-İstanbul kara yolunun kuzeyinde bulunmaktadır. Ege bölgesinin önemli şehirlerinden biridir.

Yükselti: 50 metre ile 850 metre arasında değişmektedir. İl merkezinden doğuya gidildikçe, yükselti artmaktadır.

İklim: il genelinde, Akdeniz iklimiyle birlikte, İç Anadolu’nun karasal iklim özellikleri hakimdir. Ovalar ve ovaları çevreleyen vadilerde, karasal nitelikli Akdeniz iklimi görülür. Yüksek dağlık bölgelerde ise,  İç Anadolu’nun karasal nitelikli ikliminin etkileri görülmektedir. Yaz ayları, oldukça sıcak geçer.

Bitki örtüsü değerlendirildiğinde ise, özellikle Spil Dağı Milli Parkı, öne çıkar. Burada 600 civarında bitki çeşidi belirlenmiştir.

Dünya dillerindeki “mıknatıs” ve “magnezyum” kelimelerinin kökeni, Manisa ismidir.

Türkiye’nin en modern ve büyük organize sanayi bölgelerinden birine sahiptir. Organize sanayi bölgesinde, toplam çalışan sayısı, yaklaşık 26 bin kişidir. Türkiye’nin en yoğun göç alan şehirlerinden birisidir. Şehrin günlük hareketli nüfusu, diğer yerleşim yerlerinden merkeze gelen çalışanlarla birlikte, yaklaşık 350 bin kişidir.

Günümüzde: tarih ve doğal güzellikleri, ören yerleri, müzesi, Spil dağı milli parkı ve Mesir şenlikleri ile, şehir her geçen gün daha fazla turist çekmektedir. Özellikle; Financial Times Dergisi tarafından, 2004 yılının, “Avrupa’da Geleceğin En Uygun Yatırım Kenti” seçilmiştir.

MESİR MACUNU VE MANİSA MESİR ŞENLİKLERİ

Mesir macununun ortaya çıkış öyküsü: Hazfa Sultan hastalandığında, Saray doktorları derdine çare bulamazlar.

Ancak: Sultan Külliyesinin Darüşşifa yöneticisi Merkez Efendi tarafından hazırlanan bir macun sayesinde şifa bulur. Bunun üzerine: önceleri sadece Darüşşifa’daki hastalara dağıtılan mesir macunu, halktan gelen yoğun talep üzerine, halka da dağıtılmaya başlanır, ancak talep karşılanamaz.

Şikayetlerin artması üzerine, mesir macununun: Sultan camisi kubbe ve minarelerinden halka saçılarak dağıtılmasına karar verilir. Dolayısı ile: mesir macununun halka saçılması, bir şenlik haline gelerek, günümüze kadar ulaşan bir uygulama olur.

Günümüzde, Mesir Şenlikleri başlangıcında: nevruz gününde, dar-üş-şifada yapılan dua töreni sonunda mesir macunu karılmaya başlanır. Çeşitli: sosyal, kültürel ve sportif faaliyetler sonucunda, şenliklerin son gününde, hazırlanan mesir macunları, Sultan camisi kubbe ve minarelerinden halka saçılır. Evet, bu uygulama, yaklaşık 500 yıldır, aksatılmadan, günümüze kadar sürdürülmüştür.

Manisa

MESİR MACUNU ÖZELLİKLERİ

Mesir macunu, karışımında bulunan maddeler nedeniyle: uyarıcı, iştah açıcı, idrar söktürücü, gaz giderici ve bağırsak hareketlerini arttırıcı ve afrodizyak etkilidir.

Manisa

MANİSA BAĞ BOZUMU ŞENLİKLERİ

Manisa yöresinde, bağcılık, antik çağlardan bu yana yapılan bir uğraşıdır. Bağcılığı teşvik etmek amacıyla, ilk organizasyon: Üzüm Bayramı adıyla, 22 Ağustos 1937 tarihinde yapılmıştır. Ancak, II. Dünya Savaşı ve ekonomik sebeplerden dolayı, takip eden dönemlerde, uzun süre tekrarlanamamıştır.

1984 yılından itibaren ise: yaş ve kuru üzüm yarışmaları, konferanslar ve konserlerin yer aldığı kutlama programları, Eylül ayı başlarında, şenlik şeklinde düzenlenmektedir. Bu şenliklerde, 8 Eylül tarihi yani Manisa’nın düşman işgalinden kurtuluşu da kutlanmaktadır.

MANİSA ASKERİ TUGAYI

Manisa denilince, akla hemen burada bulunan askeri birlikler geliyor. Buradaki askeri birliklerin, acemi eğitimi olması ve askerlerin kısa bir süre burada eğitim görerek, asıl birliklerine sevk edilmeleri nedeniyle, sürekli bir değişim var.

Birçok Türk erkeği, askerlik hizmetinin ilk günlerini burada, yani Manisa’da geçirmiş. Bunun sonucunda, şehirde her asker geliş ve eğitim sonu dönüş günlerinde: büyük bir hareketlilik oluyor.

SARIKIZ

Ben şahsen bu Sarıkız olayını anlamadım. Çünkü: bu Sarıkız efsanesine daha önce, Edremit körfezi bölgesinde rastladım ve orada da gerek Sarıkız efsanesi anlatılmakta ve gerekse, Sarıkız heykeli bulunmaktadır. Burada da, yani Manisa’da da, Sarıkız efsanesi bulunuyor. Ancak: daha sonra öğrendim ki, Sarıkız efsanesi, Anadolu’nun pek çok yerinde, farklı anlatımlarla karşımıza çıkabiliyormuş.

CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ

Adını: son Osmanlı Mebusan Meclisinde Saruhan Mebusluğu yapmış olan Celal Bayar’dan almıştır. Bölgenin: sosyal ve kültürel beklentilerine ve gereksinimlerine cevap verecek araştırma merkezleri açmış ve bunları işlevsel hale getirmiştir.

Bugün: 5 fakülte, 4 yüksek okul, 15 meslek yüksek okulu, 3 enstitü, 9 araştırma merkeziyle, 17 yerleşkede, eğitim ve öğretim sürdürülmektedir.

Üniversitede: 1156 akademik personel, 732 idari personel ve 26500 öğrenci bulunmaktadır. Ege bölgesinin, en büyük 3. üniversitedir.

Üniversitenin simgesi, Manisa Lalesidir.

NE YENİR

Buralarda, zeytinyağlıların yeri bir başkadır. Manisa kebabı, şevketi bostan, enginar dolması, semizotu, yalancı sarma, börülce tarator, simit ekmeği, mantar tatlısı, zerde.

NE SATIN ALINIR

Manisa’dan, mesir macunu satın almalısınız. Gerek kendiniz ve gerekse yakınlarınız için çok güzel bir hediyelik.

 GEZİLECEK YERLER

Manisa Müzesi

MANİSA MÜZESİ

Yörede toplanan antik dönem eserleri, ilk önce, Muradiye Külliyesinin medrese bölümünde depolanmıştır. Zamanla, eserlerin çoğalması nedeniyle, Medrese bölümü: 29 Ekim 1937 tarihinde, Müze olarak hizmete açılmıştır. Burası da yetersiz kalınca, yeni bir düzenleme yapılmış ve 1972 yılındaki restorasyon çalışmaları sonucu, imarethane bölümü Arkeolojik eserlere, Medrese bölümü ise Etnografik eserlere ayrılmıştır.

Arkeoloji Bölümünde: Lidya krallığının başkenti Sardes kentinde; 1958 yılından bu yana sürdürülen kazılarda ortaya çıkarılan eserler, burada sergilenmektedir. Bu özelliği ile, müzenin önemi ortaya çıkıyor. Bunun dışında: bronz çağdan, Bizans dönemi sonuna kadar olan tarihi sürece ait: lahitler, mezar taşları, mozaikler, toprak kaplar, heykeller, büstler, cam ve fildişi objeler sergileniyor.

Biraz önce söylediğim gibi, Sardes kentinden çıkarılan eserlerin ve mozaiklerin bulunduğu: Sart Salonu: antik çağdaki altın takıları, gümüş eşyaları ve oyun takımları örnekleri bulunan hazine odasında: Osmanlılara kadar uzanan döneme ait: altın, gümüş ve bronz sikkeler de sergileniyor. İlginç bir yer, müzede bu bölümü atlamayın.

Manisa Müzesi

Etnoğrafya Bölümü: Beylikler döneminden, Osmanlı dönemine, yöre halkının, gelenek, görenek ve yaşam tarzına ilişkin, çeşitli eşyalar, burada sergileniyor. Bunlar arasında: giysiler, silahlar, saray ve tekke eşyaları, çini sanatına ait örnekler var. Ayrıca: 17 ve 18. yüzyıllara ait yazma eserler ve yazı takımları, Kur’an ve cüz muhafazaları, oyma ve fildişi kakmalarla süslü, hakiki kündekari tekniğiyle yapılmış, Ulu cami minber kapısı burada sergileniyor.

Manisa Yeni Han

YENİ HAN

Yapının, yapım tarihi hakkında kesin bilgiler yok. Ancak, halk arasında, 1825-1830 yılları arasında yaptırıldığı söylenmektedir. Han: ortasında avlulu ve 2 katlıdır. Güney, doğu ve batı cephelerine bitişik dükkanlar var. Alt kat odaları revaklara açılıyor. Güney cephede, giriş yok.

Alt katta yer alan dükkanlar, bir duvarla ikiye bölünmüş. Alt katta, odaların iki bölümlü olması ve ocakların bulunması nedeniyle, depo olarak kullanıldığı söylenebilir. İkinci kat dükkanların önünde, yuvarlak kemerli revaklar var. Üst katta, toplam 33 dükkan var.

2001-2004 yılları arasında, yapıda, restorasyon çalışmaları yapılmış. Yapı, orijinaline uygun olarak restore edilmiş. Günümüzde, burası: alışveriş ve kültür merkezi olarak kullanılıyor.

MANİSA KALESİ

Spil dağının kuzey yamaçlarındadır. Hangi dönemde yapıldığı hakkında, kesin bilgiler bulunmamaktadır. Çevresindeki surların, MS.17 yılındaki depremde yıkıldığı ve Roma imparatoru Tiberius zamanında tekrar yapıldığı sanılmaktadır.

Gravürlerden, seyahatnamelerden ve mevcut kalıntılardan: yapıldığı dönemlerde çok görkemli bir yapı olduğu düşünülmektedir. Beşgen planıyla ve sandığa benzemesiyle, halk arasında “Sandıkkale” olarak da isimlendirilmektedir.

İçkale sur duvarlarının uzunluğu: 1700 metre olup, doğu ve kuzey yönlerinde kesme taş, tuğla ve horasan harcından yapılmış 4500 metre kadar uzunluğunda, yüksekliği 10-12 metreyi bulan dış surlarla çevrilidir. Sur duvarlarının ve burçların bir kısmı, hayli yıpranmış da olsa hala belirgindir.

Manisa Niobe (Ağlayan Kaya)

NİOBE (AĞLAYAN KAYA)

Yine bu sitede, ayrı bir başlık altında, bu konuda, ayrıntılı bilgi veriyorum, lütfen oraya bakın.

Niobe (Ağlayan Kaya) ayrıntılı tanıtım yazıma ulaşmak için.

Manisa Aigai

AİGAİ ANTİK KENTİ

İl merkezine 49 km uzaklıktaki, Köseler  köyü yakınlarındadır. İzmir-Çanakkale kara yoluna, yaklaşık 15 km. uzaklıktadır. Bergama-Şakran-Köseler köyü üzerinden ulaşılabilir. Deniz kıyısından 13 km daha içerdedir. Antik kenti tanıtmaya başlamadan önce, eğer tarihe ve tarihi yerlere meraklı iseniz, bence burayı mutlaka ziyaret ediniz, muhteşem güzel bir yer. 

Nemrut kale adıyla da bilinir. Heredot’un sözünü ettiği: Batı Anadolu’daki, 12 Aiol kentinden biridir. 

Kent, MÖ 11’nci yüzyıl ikinci yarısında, Yunanistan’ın kuzey bölgelerinden gelerek Kuzeybatı Anadolu kıyılarına yerleşen Aioller tarafından Yunt dağı silsilesinde Gün Dağı üzerinde, çevreye hakim bir konumdaki kayalık bir tepe üzerinde kurulmuştur. Arkeolojik veriler ve sınır taşlarına bakılarak, özellikle Helenistik dönemde, Aigai şehri, Yunt dağının büyük bir kısmını kontrolü altında bulunduruyordu. 

Kentte başlıca geçim kaynağı: tarım ve hayvancılıktır. 

Heredot, MÖ 5’nci yüzyılda, Aigai’den “Aioller” in kurduğu 12 kentten birisi olarak söz eder. MÖ 6’ncı yüzyıldan itibaren kent, surlarla çevrilidir.  

MÖ 216 yılında Aigai ve çevresi Pergamon Krallığına katılır. MÖ 156-154 yılları arasında, Pergamon Kralı II Attalos ve Bithynia kralı II Prusias arasında yapılan savaşta Aigai şehri tahrip edilir. MÖ 1’nci yüzyılda Aigai’de Roma hakimiyeti görülür. 

Ancak, MS.17 yılında Anadolu tarihinde gerçekleşmiş olan en büyük deprem yaşanır. Bir gece yarısı meydana gelen deprem sonucunda, Asia’nın önemli 12 kenti, Aigia kenti ile birlikte, bir gecede yerle bir olur. 

Ardından Roma İmparatoru Tiberius, yardımlar yapar ve şehir tekrar toparlanır. Batı Anadolu kentleri, Tiberius’un yardımlarına karşılık olarak Roma şehrinde, İmparator onuruna bir anıt yaptırırlar. 

Helenistik dönemde; önemli bir ticaret merkezi olmuştur. Kentin surları, arazinin durumuna göre inşa edilmiştir. Surlar içinde: 3 katlı agora ve bu yapıyı taşıyan duvarlar, meclis binası, teras duvarlı stadyum, tiyatro ve Demeter Tapınağı gibi kalıntılar bulunmaktadır. Tüm sokaklara taş döşendi, taş döşemelerin altına yağmur sularını, kentte bulunan yüzlerce sarnıca yönlendiren bir kanalizasyon sistemi kuruldu. 

Şehirde, MS 3’ncü yüzyılda; kapılar duvar örülerek kapatılmıştır. Çünkü: Aigailalılar, aynı dönemde Heruliler olarak adlandırılan göçebe bir kavmin, Anadolu’da birçok merkezi tahrip edip yağmaladıklarını bilirler ve tedbir alırlar.

Hatta, arkeolojik verilere göre, kent Heruliler tehlikesine karşı bilinçli olarak terk edilmiştir. MS 3’ncü yüzyıla ait bir  sarnıç içine saklanan sikkeler, kenti terk eden halkın daha  sonra dönmeyi düşündüğünün kanıtıdır. Evet, bu insanlar kenti terk etmiştir, ancak nereye kaçtıkları meçhuldür. Sonuçta, kentlerine bir daha dönememişlerdir. 

Kent, MS 3’ncü yüzyılda terk edildikten sonra yaklaşık 1000 yıl boyunca tekrar iskan edilmez. Kentteki son dönem yerleşimi MS 12’nci yüzyıl sonlarında olur. Bu dönemde, küçük bir Hıristiyan cemaatine hizmet için inşa edilmiş kilise çevresinde, Bizans dönemine ait yapı kalıntıları ve mezarlar bulunmuştur. 

Aigia şehrindeki küçük Bizans yerleşimi, 1280’lerden sonra Batı Anadolu topraklarını ele geçiren Türkmenler tarafından sona erdirilir. Türkmen kafileleri, 1300 yılı civarında bölgeye yerleşirler. 

Evet, burayı gezmek isterseniz, antik kentte görebileceğiniz yapılar şunlardır:

Manisa Aigai

Boluleuterion-Meclis Binası

Bouleuterion, Agora Meydanına bağlanan ana yol yani Agora caddesi üzerindedir. Yapı 3 ana bölümden oluşur. Batıda: giriş kısmında, İon düzeninde 6 tane sütun olan bir galeriden oluşan kulis bulunur.

Cavea bölümü ise, 12 basamaklı ve yaklaşık 190 kişi kapasitelidir. Orkestra ise yarım daire şeklindedir. Cavea’nın her iki yanından ve tam orta bölümden geçen 3 ayrı merdiven ile orkestraya ulaşılmaktadır. 

Meclis enkazı, deprem sonucunda dükkanların içine yıkılmıştır. Enkazda, 6 tane mermer heykel başı ve bu başlara ait gövdeler bulunmuştur. Heykellerden 2 tanesinin kaidesi üstünde bulunan antik Yunanca yazı: her iki heykelin de Pergamonlu heykeltıraş Hippias oğlu Menestratos tarafından yapıldığını gösterir. 

MS 3’ncü yüzyıla kadar yaklaşık 500 yıl varlığını sürdüren Bouleuterion, zamanın ve depremlerin yarattığı hasarlar sonucunda çok sayıda onarım görür. MS 3’ncü yüzyılda kent terk edilince, Bouleuterion da kullanım dışı kalmıştır. MS 12 ve 13’ncü yüzyıllarda ise, Bouleuterion’un mimari elemanları, yeni ve başka yapılarda kullanılmıştır. 

Manisa Aigai

Athena Kutsal Alanı

Kutsal alan, Akropolis’in köşesindedir. Pergamon şehrindeki Athena Kutsal Alanı ile benzerlik gösterir. Alanda yapılan arkeolojik araştırmalarda: MÖ 7 ile 6’ncı yüzyıllardan başlayan ve Geç Bizans dönemine kadar giden tarihi sürece ait buluntular bulunmuştur. 

Kutsal alanın batı ucunda “Athena Tapınağı” vardır. Tapınağın girişi doğu kenarındadır. Arkeolojik araştırmalar sırasında, Pronaosun kuzey duvarında, bilinçli olarak yerleştirilmiş 17 tane bronz sikke bulunmuştur. Bunların MÖ 2 ve 1’nci yüzyıllarda, tapınağın yeniden inşası veya onarımı için konulmuş adak olduğu düşünülmektedir. 

Manisa Aigai
Manisa Aigai

 

Agora

Kentin Agorası, kentin yerleştiği tepenin kuzeydoğu yamacında meydanı oluşturan terasın doğusundadır. Agora binası, söz konusu terası boydan boya geçer. Yaklaşık 80 metre uzunluğunda ve 10.50 metre yüksekliktedir. Dış yüzdeki bloklar, içeriye nazaran daha özenli yapılmıştır. 

Bina, kesme taş bloklardan (andezit) duvar örgü sistemiyle yapılmıştır. 0.85 metre kalınlığındaki duvarın içi moloz dolguludur. 

Bina 3 katlıdır. 4.50 metre yükseklikteki birinci kat: muhtemelen dükkan olan önlü arkalı 14 odaya sahiptir. İkinci kat hakkında bilgi yoktur. Üçüncü kat, yine 4.50 metre yüksekliktedir. 

Manisa Aigai

Tiyatro

Athena kutsal alanı terasının batısındadır. Kuzey rüzgarına karşı korunaklı yapılmıştır. Oldukça sağlam olarak günümüze ulaşmıştır. 

Manisa Aigai
Manisa Aigai

 

Nekropolis

Şehirde 3 farklı bölgene nekropolis alanları vardır. Ancak en büyük nekropolis alanı, Gün dağının kuzeydoğu eteklerindedir. Kentin batısı ve güney bölümlerinde nekropolis yoktur. Nekropolisler, kente uzanan antik yolların çevresinde bulunmaktadır.

Nekropolislerdeki mezar tipleri: küçük boyutlu tümülüsler, az sayıda oda mezarlar, sandık mezarlar, doğrudan toprağa gömüler, lahitler ve amphora mezarlar şeklindedir. Bunlara ait çok sayıda andezit taşından oyulmuş kaideler vardır. Nekropollerde yoğun olarak Roma döneminde MS 2 ve 3’ncü yüzyıllara ait çerçeveli ve girlandlı andezit lahitler kullanılmıştır. 

Manisa Kybele Kaya Anıtı

KYBELE KAYA ANITI

Yeryüzündeki bütün canlıların anası olduğuna inanılan, bereket tanrıçası Kybele’nin kaya kabartması: İl merkezine 7 km. uzaklıktaki, Akpınar mevkiindedir.

MÖ.13.yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir. Kaya kabartması şeklindeki bu anıtın: Hitit ordularının, yöreye yaptıkları bir sefer sırasında yapıldığı sanılmaktadır.

Spil dağının kuzeydoğu eteklerine oyularak yapılmıştır. Rölyefte: ana tanrıça, Gediz ovasına doğru bakan ve iki yanında, birer aslan bulunan, oturmuş kadın şeklinde tasvir edilmiştir.

Ancak, büyük ölçüde yıpranmış olduğundan, yanlardaki aslan figürleri seçilemez. Halk arasında “Papaz Kayası” adı ile anılan rölyefin : üst  tarafından muhtemelen Kybele rahiplerine ait olan kaya odaları bulunmaktadır.

YOĞURTÇU KALESİ

İl merkezine 20 km. uzaklıkta, Manisa-Menemen kara yolu üzerinden sapılan Uzunburun Köyü yakınlarındadır. Hayli sağlam durumdadır. Gediz ovasına hakim bir konumda bulunan kalenin, 12.yüzyıl sonları veya 13.yüzyıl başlarında yapıldığı düşünülmektedir.

Kuzey cephesi, sarp kayalar üzerine oturtulmuştur. İç kale, doğu, batı ve güney yönlerinde bir dış surla çevrilmiş ve dış sur, belirli aralıklı kulelerle tahkim edilmiştir.

Güney cephede: belirgin olan dış surun, doğu ve batı bölümleri yıkılmıştır. Kuzeyden bakıldığında, oldukça sağlam ve etkileyici bir görünüme sahip olan iç kaledeki mekanların büyük kısmı, yıkık durumdadır.

Halk arasında, “Yoğurtçu Kalesi” adı ile anılmaktadır.

Kalede, henüz resmi kazı çalışmaları yapılmamıştır.

Manisa Ulu Cami ve Külliyesi

ULU CAMİ VE KÜLLİYESİ

Spil dağının kuzey eteklerinde, şehre hakim bir konumdadır. Külliyede: cami, medrese ve türbe ve kuzeydoğuda bir hamam bulunmaktadır. Eski bir kilisenin yerine yapılmıştır.

Saruhan Bey’in torunu: İshak Çelebi tarafından, 1366 yılında Mimar Emet Bin Osman’a yaptırılmıştır. Yapıda: kaba yontu taş, tuğla ve bazı mimari unsurlar kullanılmıştır.

Cami: enine dikdörtgen bir plana sahiptir. Sekizgen ayak üzerine oturan bir büyük kubbe ile örtülmüştür. Tek minarelidir. Beylikler dönemi, Türk ahşap oymacılığının şaheserlerinden biridir. Minber kapısı: Manisa Müzesinde muhafaza edilmektedir.

Külliye içindeki medrese “Fethiye Medresesi” olarak biliniyor. Caminin hemen bitişiğindedir. Tek eyvanlı, iki katlı olarak, camiden 10 yıl kadar sonra, aynı mimar tarafından yaptırılmıştır. Kentin en eski medresesi olan yapının kuzeye bakan taç kapısının her iki yanında, birer çeşme bulunmaktadır. Medrese içinde bulunan türbede: İshak Çelebi ve ailesi gömülüdür.

Manisa Sultan Camii ve Külliyesi

SULTAN CAMİİ VE KÜLLİYESİ

Ünlü Mesir Macunu, bu camiden halka atıldığı için, halk arasında “Mesir Camii” adıyla da anılır.

1522 yılında tamamlanmıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın talimatı üzerine: Mimar Acem Ali tarafından yaptırılmıştır. Külliye içinde: cami, medrese, sübyan mektebi ve imaret bulunmaktadır. Daha sonra ise: dar-üş şifa ve çifte hamam ilave edilmiştir.

Külliyenin ana binası olan cami: kesme taş ve tuğladan, sade bir üslupla yapılmıştır. Ortada bir büyük ve yanlarda iki küçük kubbe ile örtülmüştür. İki minare bulunmaktadır. Minberi: mermer ve oymalıdır.

Medrese: cami avlusunun kuzeyindedir. Ana girişi kuzeye bakan, 10 odalı bir yapıdır. Misafirhane ve yemek odaları, beşik tonoz ile örtülmüş, diğer mekanlar ise kubbe ile kapatılmıştır.

Kurtuluş Savaşı sırasında yanan ve sonraki yıllarda da yıkılan imarethane binasının yerine, sonraki yıllarda, “Sultan Parkı” ismi verilen bir park şeklinde düzenlenmiştir.

DARPHANE

Spil dağının kuzey eteklerinde, Ulu caminin batısındadır. Yapı: kare planlı, 2 katlı, üzeri kubbe ile örtülüdür. Moloz taştan yapılmıştır. Alt katı: sivri tonozlarla örtülü, yan yana iki mekan halinde düzenlenmiştir. Üst katın ön penceresinde, sivri kemerli sağır nişler yerleştirilmiş pencereler bulunmaktadır.

Burada: 1362 yılına ait bir miktar sikke bulunduğunda, “Darphane” olarak adlandırılmıştır.

Manisa Spil Dağı Milli Parkı

SPİL DAĞI MİLLİ PARKI

Spil dağı, 1969 yılında, Milli Park olarak ilan edilmiştir. Burada: jeolojik, morfolojik, arkeolojik ve mitolojik özelliklerin yanı sıra, dağcılık sporuna uygun rekreasyon alanları bulunmaktadır. Park: il merkezine, 23 km. uzaklıktadır. 60 metre yükseklikten başlayarak, zirveye 1517 metreye ulaşan Spil Dağı, şehir merkezine oranla, 10-15 derece daha serindir.

Mitolojide: Kybele, Niobe, Tantalos ve Pandereos ile ilgili öykülerde, Spil dağının adı geçer. Dağın eteklerinde: Tantal kalesi kalıntıları, bereket tanrıçası Kybele’nin rölyefi, Niobe ağlayan kaya ve Bizans döneminden kalma Magnesia Kalesinin kalıntıları bulunmaktadır.

Dağın en ünlü bitkisi: kümeler halinde yetişen “Spil” ya da “Manisa Lalesi” denilen lalelerdir. Osmanlı imparatorluğu döneminde, bu laleler, İstanbul’a götürülmüş ve bir döneme isim olmuşlardır.

Milli Parkın, koruma sahası olan Seyirtepe çevresinde: endemik bitki türleri, derin vadiler, kar ve rüzgarın şekillendirdiği yaşlı çam ağaçları bulunmaktadır. Bitki örtüsü yönünden zengin olan milli parkta, 600 metre yüksekliğe kadar kızılçam ve daha yukarılarda ise karaçam ve karışık olarak meşe, ardıç, çınar, ladin, defne, berberis, kuşburnu ve yaban mersini bulunuyor. Yaban hayatı bakımından da, keklik, tavşan, çakal, yaban domuzu ve birçok ötücü kuş cinsi parkta yaşayan hayvanlardır.

Park; 1995 yılında turizm merkezi olarak ilan edilir. Milli parkın asıl gelişim bölgesi olan: Atalanı Mevkiinde: dağ evleri, piknik ve oyun alanları, bir kır kahvesi ve lokanta bulunmaktadır. Burada: 24 adet dinlenme evi, kır gazinosu, kır kahvesi ve Çampınar Gazinosu bulunmaktadır. Günübirlik kullanım yanında, ziyaretçilerin At alanındaki kamp yerinde, kendi çadır ve karavanları ile kalmaları veya rezervasyon yaptırmak suretiyle dağ evlerinde konaklamaları da mümkün olmaktadır.

RUM MEHMET PAŞA BEDESTENİ

Fatih Sultan Mehmet’in komutanlarından olan Rum Mehmet Paşa tarafından, İstanbul’da yaptırılan cami ve medreseye vakıf olarak burada yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlıdır. Tek katlıdır. İçten içe: 42×10 metre ölçülerindedir. Dört yönden giriş kapısı bulunmaktadır. Dış cephelerde, 29 dükkan bulunmaktadır. Burası, günümüzde çeşitli kişiler tarafından hurda deposu olarak kullanılmaktadır.

KURŞUNLU HAN

1497 yılında, Sultan II. Beyazıd’ın eşi Hüsnüşah Sultan tarafından inşa ettirilmiştir. Alt katta, 36 oda, üst katta 38 oda bulunmaktadır. Hana bitişik 21 dükkan var.

Bina 2 katlı, açık avlulu, kareye yakın dikdörtgen planlı olarak inşa edilmiştir. Taç kapısı, batı cephesindedir. Avlunun ortasında havuz bulunmaktadır. Halen burası öğrenci yurdu olarak kullanılmaktadır.

Manisa Yunusemre tanıtımı.

Manisa Şehzadeler tanıtımı.

 

 

Kıbrıs Gazimağusa

 

Kıbrıs Gazimağusa

Kıbrıs Gazimağusa:

Kıbrıs adasının en güney doğu kıyısında bulunan şehir, Doğu Akdeniz’deki en güzel ortaçağ mimarisini barındıran bir yer olarak önem kazanmaktadır.

Şehir, Karpaz yarımadası ile güneyde Poyraz Burnu arasında, kuzey ve güney rüzgarlarına kapalı Gazimagusa körfezinin güneye daha yakın bir noktasındadır.

Gazimagusa şehrinin kuzeyinde 7 km uzaklıkta antik Salamis ve Enkomi kentleri ve ilk yapılışı 500 yıllarına tarihlenen St Barnabas manastırı vardır.

Gazimagusa, tam karşısında bulunan Suriye kıyılarına 90 mil uzaklıktadır. Lefkoşa şehrine 60 km. Girne şehrine 86 km ve Güzelyurt şehrine 101 km uzaklıktadır. Gazimagosa-Lefkoşa arasındaki yol, kısa bir süre önce iyileştirilmiş ve ulaşım kolaylaştırılmıştır.

Yani, yol oldukça güzel, çift şeritli gidiş ve geliş olarak düzenlenmiş, viraj yok, dümdüz bir yol.

Adanın başlıca iki nehrinden biri olan Pedias nehri, yıllarca Salamis ve Gazimagosa arasındaki bölgeden denize dökülmüş ve önce Salamis Limanı ve sonrasında Gazimagosa limanının dolmasında etkili olmuştur.

Yazın suyunun az olduğu zamanlarda ise, bu alana yayılarak bataklığa dönüşmesini sağlamıştır.

İngiliz döneminde, nehrin ağzına baraj yapılarak ve bataklık alan ağaçlandırılarak, bu durum engellenmiş ve kentin sağlık koşulları iyileştirilmiştir.

MAGOSA ŞEHRİNE GAZİ ÜNVANI VERİLMESİ SEBEBİ

Kıbrıs Gazimağusa;

Barış harekatından önce: şehir, 11.000 Kıbrıslı Türk tarafından, şehri kuşatan Kıbrıslı Rumlara karşı günlerce ve kahramanca savunulur ve bunun anısına şehre “Gazi” unvanı verilir.

TARİHİ

Kıbrıs Gazimağusa;

Gazimagosa’nın MÖ 285-247 yılları arasındaki Mısır kralı Ptolemeus Philadelphus tarafından kurulduğu ve kralın yeni şehre kız kardeşi Arsinoe’nin ismini verdiği söylenir.

MS 1291 yılında, Batı Hıristiyanlığının Ortadoğu’da elinde tutabildiği tek yer olan “Akka” nın düşmesinin ardından, birçok Frenk soylusu ve işadamının Kıbrıs’a gelmesine izin verilir ve bunlar Magusa şehrine yerleşerek, şehri, işlek bir liman ve ticaret merkezi haline getirirler.

Lüzinyanlar döneminde (1192-1571) adada, Lefkoşa’dan sonra ikinci büyük şehir konumuna gelir ve ismi Frenklerin diliyle “Famagusta” diye anılmaya başlanır.

Kıbrıs bu dönemde, doğu ve batı arasında bir ticaret istasyonu haline gelmiştir. Doğu ülkelerinden Suriye kıyılarına getirilen birçok kıymetli ticari eşya: Magosalı tüccarlar tarafından Magosa üzerinden Avrupa ülkelerine sevk edilmeye başlanır.

Bu tüccarların kazançları da çok büyüktür. Öyle ki, sadece bir seferde elde ettikleri karın bir bölümü ile bir kilise inşa ettirmeyi adet haline getirmişler ve bu yüzden, şehirde kısa sürede 365 kilise yaptırıldığı bilinmektedir.

Günümüzde hala mevcut olan, farklı stildeki birçok kilise: bu tüccarlar tarafından yaptırılmıştır. İnsanların zenginliği de yaptırdıkları kiliseler ile ölçüldüğünden Sur içi “Kiliseler Mahallesi” durumuna gelir.

Aynı zamanda bu zenginlik, yaşadıkları mekanları da etkiler. Kiliseler ve manastırlar şehri Magosa, büyük kazanç ve lükse düşkünlük sonucu, ahlak kurallarına karşı umarsızlık yaratılan bir yaşamı da beraberinde getirir.

Kutsal toprakları (Kudüs) ziyarete giderken, şehre uğrayan kimi dindar Avrupalılar tarafından bu durum yadırganır.

Hatta bir keresinde, İsveçli bir azize tarafından, şehir lanetlenerek çok kısa sürede mahf olacağı kehanetinde bulunulmuştur. St Bridget isimli bu kadının laneti, kısa sürede gerçekleşir.

1372 yılında Venedik-Ceneviz savaşı, Ceneviz üstünlüğü ile sonlanır ve şehir Ceneviz kanunları ile yönetilmeye başlanır.

Şehir, tamamen bir askeri bölge olarak kullanılır ve bu şehrin kozmopolit tüccar sınıfının ve canlı ticaret hayatının sonu olur.

Şehir: MS 1372 yılında, bir yüzyıl kadar Cenevizlilerin, MS 1489-1571 yılları arasında Venediklilerin ve MS 1571-1878 yılları arasında Osmanlıların hakimiyetine girer.

Osmanlılar, 1 Ağustos 1571 tarihinde adayı ele geçirirler. Osmanlı döneminde zengin tüccarların ve varlıklı soyluların konakları ve sarayları yıkılır ve Kıbrıs’ın ticari ve ekonomik etkinlikleri, Larnaka şehrine kayar.

Şehir, Osmanlılar tarafından uzun süre kuşatma altında tutulur. Bu kuşatma sırasında şehirdeki birçok bina hasar görür. Hatta: İngilizler, Süveyş kanalı ve Port Said Limanı oluşturmak için bu taşları kullanmışlardır.

Limanın da dolmasıyla, Magosa bölge içindeki kentsel ve ekonomik tüm özelliklerini kaybederek ölü bir şehir haline gelir.

Şehirde sadece çoğu asker olan 400-500 kişilik nüfus kalır.

Bu dönemde: Müslüman olmayan nüfusun surların dışına taşınmaya mecbur edilmesiyle, kentin güneye doğru gelişmeye başladığı görülür.

Maraş ve Aşağı Maraş bölgelerinde, ilk yerleşimlerin oluşumu da bu döneme rastlar. Kent o dönemde: daha çok önemli politik suçlular için bir sürgün yeri olur. Namık Kemal, Suphi Ezel ve Kutup Osman, bu sürgünlerin sadece birkaçıdır.

1878 yılında, adanın İngilizlere kiralanmasıyla başlayan yeni dönemde: liman önem kazanır. Birçok insan, limanda ve limana bağlı depolarda işçi olarak çalışır. Bu dönemde, genelde Türkler sur içine, Rumlar ise Maraş ve Aşağı Maraş bölgelerine yerleşirler.

Özellikle 1969-1970 yılları arasında, Beyrut’ta süren savaştan dolayı, Beyrut’un önemini kaybetmesiyle, Maraş dünyanın en ünlü eğlence ve turizm merkezlerinden birisi olarak gelişim gösterir.

Barış harekatından önce: şehir, 11.000 Kıbrıslı Türk tarafından, şehri kuşatan Kıbrıslı Rumlara karşı savunulur.

1974 Barış Harekatının hemen sonrasında, kentin en dinamik bölgesi olan Maraş’ın yerleşime kapanmasıyla, kent gelişimi önemli ölçüde durur. Maraş günümüzde yani 2022 yılında bir bölümü halka açılmıştır. Bir cadde yürüyüş ve bisikletliler için açılmış, ayrıca bir halk plajı faaliyete sokulmuştur.

1986 yılında Doğu Akdeniz Üniversitesinin kurulmasıyla, kentin sosyo-ekonomik yapısında büyük değişim görülür. Kente: üniversite öğrencisi ve çalışanları gibi, farklı yeni bir nüfus eklenir.

Bunun yanında, 2022 yılındaki ziyaretimde gördüğüm ilginç bir durum var, Kıbrıs Afrikalı dolmuş, duyduğuma göre üniversiteler, Afrikalı öğrencilere kontenjan açmışlar, burs vermişler, umarım bu uygulamanın ileride sıkıntıları olmaz.

Günümüzde KKTC’nin en büyük limanı ve tek Serbest Liman buradadır.

DOĞU AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ

Doğu Akdeniz Üniversitesi, şehrin 3 km kuzeybatısında, Karpaz yolu ile Eski Lefkoşa yolu arasında yer alan bölgededir.

Eğitimin yanında, sosyal ve kültürel birçok alanda kentin gelişimine katkıda bulunan üniversite, 10 bin öğrenci kapasitesiyle, kentin ekonomik lokomotifidir.

TURİZM DEĞERLERİ

Kıbrıs Gazimağusa:

Şehri bir baştan bir başa çevreleyen 3 kilometre uzunluğundaki Venedik Surları, Gotik tarzın en güzel örneklerinden birisi olan Lüzinyan krallarının Kudüs krallığı tacını giydikleri St Nicholas Ketedrali (Lala Mustafa Paşa camisi), Osmanlı döneminde vatan şairi Namık Kemal’in 38 ay boyunca sürgünde kaldığı zindan, Gazimagusa şehrinin zengin tarihinin ve kültürel mirasının sadece birkaçıdır.

Gazimagosa şehrinin hemen kuzeyinde, Kıbrıs adasındaki antik şehir krallıklarından biri olan Salamis antik şehri vardır.

Roma dönemini yansıtan gymnasium, tiyatro ve hamam yapıları görülmeye değerdir. Salamis Sit alanı içinde bulunan ve inanç turizmi açısından önemli bir değer ise St Barnabas Manastırıdır.

Hıristiyanlık dünyasının önemli azizlerinden biri olan ve Kıbrıs kilisesinin kurucusu olan St Barnabas’ın mezarı ve ona atfen yapılan manastır, önemli çekim merkezlerinden biridir.

Duyduklarıma göre, Barnabas yani İncil yazarlarından biri olan bu kutsal kişi, öldüğünde elinde yazdığı İncil ile birlikte bulunur, uzun süre elinden İncili almaya çalışırlar ama alamazlar.

ALIŞVERİŞ

Magosa şehrinde: alışveriş yapmak isterseniz:

Şehir merkezindeki; 1001, Mr Paund ve Lemar gibi alışveriş merkezlerini ziyaret edebilirsiniz. Bu alışveriş merkezlerinden: Mr Paund, çok miktarda ıvır-zıvır obje satılmakta olup, bütün her şey sadece 25 TL. (paund yükselince bu rakam da yükseliyor.) dır.

Burada: İngiliz malı, şampuan ve diğer mallar ilginizi çekebilir.

Lemar: (eski ve yeni olmak üzere iki tane Lemar var.) Türkiye’de bolca bulunan AVM lerden birine benzemektedir.

1001 ise, adından da anlaşılacağı üzere, çok miktarda yine ıvır-zıvır ürünün satıldığı bir yer olarak dikkat çekiyor.

Bunların dışında Çin pazarı (inanın satılan ürünlerin hiçbiri Çin malı değil ama böyle bir isim verilmiş) var.

Ayrıca: City Mall isimli bir AVM var. Burasıda oldukça modern bir ortamda 10-15 civarında marka mağazalarının bulunduğu bir yer.

Buralar gezebilirsiniz. Ancak unutmamak gerekir ki, özellikle döviz fiyatlarının yükselmesiyle bu mekanlardaki ürünlerin fiyatları da yükselmiş, yani önceki yıllardaki gibi ucuzluk yok, yurt dışından ürünler oldukça az, çoğu satılan ürün, ülkemizden İstanbul ve Gaziantep yörelerinden giden ürünler.

Peki burada ne satın alınır?

Bence: Kıbrıs’a özgün dantelli porselen takımlar satın alabilirsiniz. Çünkü, bunların orijinal İngiliz malı olanları ilgi çekiyor. Ayrıca, Kıbrıs son yıllarda çanta cenneti olmuş, her tür markanın orijinal olmayan benzerleri burada oldukça uygun fiyatlara satılıyor, yani her yan çanta satan yerlerle dolu.

Yine burada: üzerinde Kıbrıs haritası ve yazısı olan, bambudan yapılmış sepetler, tepsiler, çay bardağı altlıkları bulunuyor.

Bunun dışında elektronik meraklıları için: Magosa şehrinden cep telefonu satın alabilirsiniz, ancak fiyatını birkaç yere sormadan sakın almayın, fiyat değişiyor ve pazarlık yaparak almayı tercih edin, çıkış kağıdı veya pasaporta işleterek Türkiye’ye sokabiliyorsunuz. (Her kişi, 2 yılda bir telefon alıp Türkiye’ye sokabiliyor, ilave vergi ödemeniz gerekiyor, yıllara göre değiştiği için rakam yazmıyorum. )

Son bir not: son olarak burayı ziyaret ettiğimde cep telefonlarında da ucuzluğun tamamen ortadan kalktığını öğrendim, bence hiç cep telefonu aramayın, almaya uğraşmayın.

GEZİ PLANI

Açık hava müzesi durumundaki Gazimagosa şehrini: Deniz kapısından (Porte Del Mare) başlayarak adım adım gezebilirsiniz.

Lüzinyan krallarının Kudüs krallık tacını giydikleri St Nicholas Katedrali (günümüzdeki ismiyle Lala Mustafa Paşa Camisi) Ortadoğu’daki en mükemmel taş işçilikle yapılan katedral olup, Gazimagosa surları içinin merkezindedir. Bu meydan Lüzinyan, Venedik ve Osmanlı döneminin izlerini taşır.

St Nicholas Katedralinin önündeki katedralle yaşıt (2017 yılı itibarı ile 718 yaşında) Kıbrıs’ta yaşayan en eski cümbez ağacı (Ficus Sycomorus) görülebilir.

Shakespeare’in Othelle trajedyasına konu olan “Othelle kalesi” sizlere “Desdemona” nın trafik hikayesini anımsatacaktır.

MÖ. 1184 yılından başlayarak MS. 9’ncu yüzyıla kadar 21 yüzyıl iskan gören ve uzun yıllar Kıbrıs’ın başkenti olan Antik Salamis kenti kalıntılarını ziyaret edebilirsiniz.

St. Barbanas’ın Gazimağusa yakınlarındaki Salamis’te doğduğu ve mezarının ise Salamis mezarlık alanında bulunduğu bilinmektedir. St.Barbanas Manastırı ve Mezarı, Hıristiyanlık alemi ve inanç turizmi için Kuzey Kıbrıs’ın önemli bir değeridir.

Osmanlı döneminde Paris sefiri görevinde bulunan 28.Mehmet Çelebi’nin Gazimağusa’daki St. Peter & St. Paul Katedrali (Sinan Paşa Camii) avlusunda bulunan Osmanlı dönemi taş işçiliğinin ender örnekleri arasında yer alan mezar/türbesini görebilirsiniz.

9 Nisan 1873-7 Haziran 1876 tarihleri arasında 38 ay süreyle Gazimagusa’da kalebend olarak ikamet etmek zorunda kalan vatan ve millet şairi Namık Kemal’in kaldığı zindanı görebilirsiniz.

Kıbrıs tarihinin en önemli yerleşim yerlerinden biri olan ve çok zengin buluntular veren Erkomi-Alasia yerleşim yerinin görülmesi.

FESTİVALLER.

Nisan ayında Mormenekşe Enginar Festivali,

Haziran ayında Uluslar arası Mağusa Kültür Sanat Festivali,

Ağustos ayında Yeniboğaziçi Pulya Festivali.

GEZİLECEK YERLER

LİMAN

Ortaçağ döneminde, Gazimagusa şehrini kuranların en önemli amacı: Peidaos nehrinin taşıdığı toprakla dolmuş Salamis limanı yerine, iyi durumdaki Gazimagosa limanını kullanmak olmuştur.

Benzer şekilde, 12’nci yüzyıldan itibaren kentte görülen hızlı gelişmenin nedeni ve 19’ncu yüzyılda İngilizlerin Kıbrıs’la ilgilenmelerinin en önemli nedenlerinden biri de Gazimagosa limanıdır.

Gazimagosa limanının önem kazandığı ve potansiyelinin arttığı zamanlarda kent gelişmiş, limanın Osmanlı dönemindeki gibi az kullanıldığı zamanlarda ise, kent gerilemiştir.

Liman, sahip olduğu doğal korumayla adadaki en güvenilir demirleme olanaklarını sunar.

Dış liman yaklaşık 1.5 km uzunluğundadır ve dış limanı saran, yaklaşık 1 km uzunluğunda kaya resifleri, doğal bir dalgakıran görevi görürler.

İç liman ise, tam olarak İç kale ve Canbulat tabya arasındaki surlar boyunca uzanır ve deniz kıyısındaki üç küçük ada sayesinde, çok güvenli ve korunaklıdır.

Kıbrıs Gazimağusa Lala Mustafa Paşa Camii

Kıbrıs Gazimağusa Lala Mustafa Paşa Camii

Kıbrıs Gazimağusa Lala Mustafa Paşa Camii

 

Kıbrıs Gazimağusa Lala Mustafa Paşa Camii

LALA MUSTAFA PAŞA CAMİSİ-ST NİCHOLAS KATEDRALİ

Magosa şehir merkezinde, Namık Kemal meydanındadır.

Yapı: Lüzinyan döneminde 1298-1312 yılları arasında yapılmıştır. 1308 yılında inşaat halinde olduğuna dair çeşitli kaynaklar vardır.

Lüzinyan kralları: önce Lefkoşa’da bulunan Ayasofya Katedralinde Lüzinyan kralı tacını, burada ise Kudüs kralı tacını giyiyorlardı.

Mimari

Kente gelen gezginlerin de her zaman dikkatini çeken yapı, çoğu kere Fransa’da bulunan Gotik kiliselere benzetilmiştir. Binanın batı cephesinin mimarisi: Reims Katedrali mimarisinden etkilenmiştir.

Akdeniz bölgesinin en güzel Gotik yapılarından birisidir. Gotik tarzda işlemeli, eşsiz bir penceresi vardır. Batı yönünde bulunan giriş cephesi, bazı detaylarını ve özgün yapı malzemelerinin bir kısmını yitirmiş olmakla birlikte, yapıldığı tarihten itibaren fazla değişikliğe uğramamıştır.

Girişin iki köşesinde, iki katlı, sekizgen kuleler vardır. Bunlardan soldaki 1572 yılında minareye dönüştürülmüştür. Bu kulelerin alt katları yan nefler yüksekliğindedir, tepelerinde ise pinakoloları bulunmaktadır.

Kulelerin arasında, önde duran duvar boyunca üç giriş vardır. Bu girişlerin içinde yer aldığı üçgen yağmur silmeleri aynı yüksekliktedir.

Girişteki yuvarlak pencerenin üzerinde: bir Venedik arması görülür. Bu kabartma arma bazı hayvan figürleriyle süslüdür ve Salamis antik şehrindeki bir tapınaktan getirildiği düşünülmektedir.

Katedralin apsisi doğu tarzındadır ve çoğu Kıbrıs kiliselerinde olduğu gibi: 3 bölümden oluşmaktadır.

Üst kısmında pencereler iyi korunmuştur.

Batı cephesinde ve yanda iki şapel vardır.

MS 16’ncı yüzyıla tarihlenen Venedik galerisi, katedralin güneybatısındadır.

İç mekandaki fresklerin tümü beyaza boyanmıştır.

Cümbez ağacı-Ficus Sycomorus

Doğu Afrika kökenli ve kentin içinde birkaç yerde daha görülen, küçük meyveli, nadir bir tropikal bir tür incir ağacı olan “Cümbez ağacı” adanın kuzeyinde nadir bulunan bir ağaçtır.

Çevresi yani genişliği: tabanda 1.30 metre ve yükseklikte 4.95 metredir. Boyu ise 15 metredir. Tahmini yaşının 719 olduğu düşünülmektedir.

Ağacın, katedralin yapımına başlanılan 1298 yılında dikildiği sanılmaktadır. Gövdesi 2.70 metreden sonra 7 dala ayrılır. Kıbrıs’ta yaşadığı bilinen en yaşlı ve canlı ağaçtır.

Yılda 7 kez meyve veren ağaç, katedralin önünde büyüleyici bir gölge verir. Meydanın hemen her yerinden görülebilir.

Piskoposluk Şapeli

St Nicholas kilisesinin doğusunda konumlanmış olan küçük bir şapeldir. Tek nefli ve yarım daire apsisli yapının beşik tonoz olan üst örtüsü, enine kemerlerle taşınmaktadır.

Yapının batı cephesindeki ana giriş dışında kuzey ve güneyde de girişleri vardır. 1940-1947 yılları arasında yapılan çalışmalarda: şapelin kazı, temizlik, güney cephe, çatı ve kornişlerde onarım, batı kapısına bariyer ve çevre duvarları yapımı gerçekleşmiştir.

Piskoposluk Sarayı

Kilisenin kuzeyinde Liman yolu sokak üzerinde, yan yana sıralanmış dükkanlar ve üst katında da günümüzde bulunmayan Piskoposluk Sarayı bulunmaktaydı.

Günümüzde Piskoposluk sarayından geriye güneydoğu köşesinde bir merdiven dışında herhangi bir ipucu kalmamıştır.

Piskoposluk Sarayının altına gelir getirmek üzere yapılmış ve 14’ncü yüzyıl başındaki kayıtlarda geçen dükkanlardan sadece 7 tanesi ayakta kalmıştır.

Yola bakan ve yola dik beşik tonozlarla örtülmüş mekanların önünde yer almış ahşap revağın izleri hala görülmektedir. 1400’lü yıllara tarihlenen bu dükkanlar, daha önce burada bulunan  dükkanların yerine inşa edilmiştir.

Camiye çevrilme

Osmanlı bölgeyi ele geçirince, 1571 yılında katedral minare eklenerek camiye çevrilir ve ibadete açılır. 1571 yılında camiye çevrildiğinde ismi “Aya Sofya” camisidir.

1954 yılında ise ismi değiştirilmiş ve “Lala Mustafa Paşa Camisi” olmuştur.

Avluda bulunan 16’ncı yüzyıl Venedik galerisi: Şadırvan olarak kullanılmaktadır. Caminin avlusunda, Osmanlı dönemine ait üç mezar bulunmaktadır.

Mustafa Zührü Efendi Türbesi

Bu türbede: 1903 yılında ölen ve İmam Hatip ve Kavanin azalığı yapan Mustafa Zührü Efendi gömülüdür. Türbe, hiçbir değişime uğramadan günümüze gelmiştir. Kubbesi dört kemer üstüne oturur ve kemer açıklıklarını kapatmak için tek kapılı demir parmaklık yerleştirilmiştir.

Şam Müftüsü Mehmet Ömer Efendi Türbesi

Klasik Osmanlı türbe mimarisinin tipik örneğidir. Yanlarındaki sivri kemerleri ve türbeyi örten kubbesi dikkat çeker. Tamir edilmesi nedeniyle, mimari özelliklerinden çok şey kaybeden türbe, günümüzde değişik amaçlarla kullanılmaktadır.

Bu türbenin imam ve müderris olan İbrahim Efendiye ait olma olasılığı üzerinde durulmaktadır.

Kıbrıs Gazimağusa surları

Kıbrıs Gazimağusa surları

Kıbrıs Gazimağusa surları

Kıbrıs Gazimağusa surları

 

Kıbrıs Gazimağusa surları

MAGOSA SURLAR

1489 yılına kadar, Magosa şehrini çevreleyen Lüzinyan surları, çok yüksek olmalarına karşın ince bir yapıya sahipti.

Daha sonra Kıbrıs’ı ele geçiren Venedikliler, özellikle Osmanlılara karşı önlem olmak üzere surları, ateşli silahlara karşı sağlamlaştırmak amacıyla, 1550 yılında Venedik’ten uzmanlar (kaptan Nikolao Foskanini ve mühendis Giovanni Girolamo Sanmichele) getirterek yeniden elden geçirirler.

Ünlü mimar Michele Sanmicheli’nin yeğeni olan Giovanni Girolamo Sanmichele: 16’ncı yüzyıl ortalarında surların yapımı için Kıbrıs’a gönderilmiştir. 1559 yılında 45 yaşında Kıbrıs’ta ölmüş olan mimarın, yeni eklerin tasarımındaki ağırlığı bilinmektedir.

Venedik Donanması Müzesinde bulunan ve 1548-1558 yıllarına ait olduğu ortaya konan, Gazimagosa maketinin, Girolama Sanmichele’ye ait olduğu düşünülmektedir.

Özellikle: deniz tarafındaki surlar, Martinengo tabyası ve kara kapısı bu dönemde inşa edilir. İngiliz ve İtalyan terminolojilerinde, burçlardan farklı adlandırılmayan köşe burçları ve cavalier olarak isimlendirilen atış platformları, Türkçe isimlendirmede, ortak bir terimle “Tabya” olarak geçer.

Ayrıca: surların şehir dışındaki kısmına, 1373 yılında Cenevizlilere karşı verilen savaş sırasında Kıbrıs kralının emriyle kazılan hendek daha da genişletilerek 46 metreye çıkarıldı ve içine su dolduruldu.

Hendekler, minimum 7.5 metre derinliktedir. Sur duvarlarının karşısında, hendekleri çevreleyen duvarların belli bir yüksekliğe kadar olan kısmı kaya oyma, üst kısımları ise örgüdür.

Hendeklerin oyma katmanlarından çıkarılan taşlar, surların yapılında kullanılmıştır. Küçük çukurlar içinde toplanan su birikintilerinin, geçmişte hendekleri sivrisinek ve sıtma yatakları haline getirdiği bilinmektedir.

Surların elden geçirilmesi: MS 1550-1562 yılları arasında devam etti. 1562 yılında güçlendirme işlemi bittikten sonra, surlar hakiki kaleye dönüştürülür.

İri kesme taştan yapılan, 3 km uzunluğundaki bu surların yüksekliği 18 metre ve genişliği bazı yerlerde ise 8 metreye kadar çıkabilmektedir.

Duvarlarda burçlar, kapılar, rampalar, mazgallar, cephanelikler, depo ve ahırlar yapıldı.

Surlardaki kuleler şöyle isimlendirildi: Arsenal (Canbulat), Mare (deniz kapısı burcu), Castella (othello kulesi), Signonia (halkalı mazgal), Diamete (karpaz tabya) ve Mozzo (şehit tabya) dur.

Arsenal burcu ve Elmas tabyanın bulunduğu yerdeki surların temelleri zayıftır, çünkü kumun üzerine oturtulmuştur. Diğer yerlerde surların temeli, ana kaya üzerine oturtulmuştur.

Ayrıca: bir iç kale olarak Othello binası ve orijinal iki giriş kapısı olarak Kara Kapısı (Ravelin) ve Deniz Kapısı (Porto del Mare) vardır.

Osmanlı dönemi

1571 yılında Osmanlı güçleri adaya geldiğinde, Magosa kalesindeki Venedikliler sadece 10 ay direnebildiler. Lala Mustafa Paşa önderliğindeki Osmanlı ordusunun yoğun ateşi sonunda, kalenin bazı yerlerinde ciddi hasarlar oluştu.

Venedikliler asker sayısının büyük kısmını kaybederken, barut depoları da tükendi.

Şehit Osmanlılar tarafından fetih edilince, fetih sırasında harap olan surlar, fetih sonrasında Osmanlılar tarafından kısa zamanda onarıldı.

Çünkü Kıbrıs’ın ilk yılı bütçesinden bu kalenin tamiri için para ayrılmıştır. Bu kalenin deniz kenarında bulunan Canbolad’ın kuşattığı burç da temelinden deniz yüzünden itibaren onarılacak, bundan başka Derviş Paşa kulesi ise temelden inşa edilecektir.

Magosa surları ve burçları yakından incelendiğinde yer yer taşların kesim şekillerinde farklılıklar görülür. Bu kesimlerden dolayı, hangi kısımların Osmanlı, hangilerinin Venedik tarzı olduğunu tahmin etmek mümkündür.

Canpolat Burcu ve Akkule, bugün rahatlıkla izlenen kısımlardır. Yapılan bu eklemeler kaleye uygun bir şekilde inşa edilmiştir.

Özellikle Akkule (Ravelin veya Rirettino), Su burcu (Andreuzzi), Altun Tabya (Ay Napa), Halkalı Tabyası (Composanto) ve Canbolat Burçları (Old Arsenal-Eski Tophane) kuşatma sırasında en fazla hasar gören kısımlar olmuş ve bunlar tamamı ile yeniden yapılmıştır.

Bu yeniden yapılan kısımlar içinde, Akkule ve Karakapısı’nı da içeren Akkale ile Canbolat burcu en önemle kısımlardır. Akkale’ye yeniçerilerin ibadeti amacıyla 1619 yılında bir de mescit yapılmıştır.

Canbolat burcu, günümüzde müze ve türbe olarak kullanılmaktadır. Burası kaleye ilk Türk bayrağını diktiği rivayet edilen Kilis Beyi Canbolat Paşa’nın türbesidir.

Akkale’de yapılan değişiklikler sonucu Ravelin özelliğini kaybedip, bir tabya özelliği kazanır. Giriş kapıları kapatılıp, yerlerine yenileri açılır, daha önce kaleden tamamı ile ayrı olan dış kısım ile birleşen iki tonozlu geçit yapılır.

Magosa surları ile ilgili beğendiğim bir hikayeyi aslında bir gerçeği sizlerle paylaşmak istiyorum.

Kalenin Venedikli komutanı Bragadino ve kumandanları, adadan ayrılmadan önce Lala Mustafa Paşa’yı ziyarete giderler.

Bu ziyarette: Lala Mustafa Paşa: Magosa’nın Venedikli halkını Venedik’e götürecek olan Osmanlı gemilerinin, buraya geri dönüş yolundaki emniyetini sağlamak için, bazı Venedik ileri gelenlerini rehin bırakmalarını ister.

Bragadino bu öneriye sertçe karşı çıkar ve kendilerinde bulunan esirleri öldürtür. Bunun üzerine: Bragadino öldürülerek derisi yüzülür ve gemilere bindirilen Venedikli halk da Venedik’e götürülmeyerek esir tutulur.

Bu arada, kuşatma sırasında beklenen Haçlı donanması da geri dönüş yolunda, Osmanlı donanmasını, İnebahtı’da pusuya düşürür ve denizcileriyle birlikte yok eder.

Böylelikle: zaten Kıbrıs’ı alarak çok para harcamış olan Osmanlı donanması iyice zayıflamış olur.

Kara kapısı-Akkule-Ravelin

Kente girişi sağlayan orijinal iki şehir kapısından biridir. Buraya “Akkule” isminin verilmesinin sebebi, kuşatmanın ardından Venediklilerin buraya beyaz bayrak çekerek teslim olmalarıdır.

Kentin ana giriş kapısını koruyabilecek şekilde planlanmış olup MS 1544 yılında Venedikliler tarafından yapılmıştır.

Orijinal ismi “Yarım ay şeklinde tabya” anlamındaki “Ravelin” dir.

Aslında tek bir tabyadan ibaret yapı değildir. Burada bir atış platformu, bir kale burcu, bir ravelin ve iki giriş kapısı bir arada bulunmaktadır. Bu yapıların bir dış çeperi işlevini yürüten Ravelin, 1544 yılına tarihlenmektedir.

Ravelinler, Ortaçağ’da sur girişlerini savunmak için yapılan, yarım daire şeklinde yapıların geliştirilmiş biçimidir.

Girişleri koruyan bu dış kabuklar, top kullanımının başlamasının ardından, ana yapıdan koparılmış ve ravelin adını almıştır. Ravelinlerin amacı, sur girişlerinin doğrudan bombalamadan korunmasını sağlamaktır.

Buradaki Ravelin de, benzer özellikler göstermektedir. İki yan duvara bitişik olan eski giriş kapıları, hala görülebilmektedir.

Birçok kaynakta: kent dışından bu kapılara girişin kalkar köprülerle yapıldığı yazılıdır.

Kara kapısı

Surların Othello kalesinden sonra en eski kısmıdır.

Bugünkü köprü ile giriş bölümleri yeni olup: eskiden surların kule yanındaki bir top yuvasının içinden geçiliyordu.

Şehre bakan kısımda: kemerli bir geçit vardı. Bu geçidin her iki yanında: duvar freskleri, armalar ve küçük bir de kilise bulunuyordu.

Burada yapılan kazılarda: geçitler, top yuvaları ve ilginç bölge ve galeriler açığa çıkarılmıştır.

Kemerli geçidin şehre bakan tarafında, Venedikliler zamanında zindan olarak kullanılan yer altı odaları bulunmuştur.

Akkule tabya, 1571 fethi sırasında en şiddetli çatışmaların sürdürüldüğü iki noktadan birisidir. Saldırılarını, Canbulat tabya ile Akkule tabya arasındaki hat üzerinden planlamış olan Osmanlı orduları, uzun süre Canbulat tabya üzerinden kente girişin yollarını aradıktan sonra, Akkule tabyaya yönelmişlerdir.

Akkule tabyanın karşısındaki duvarların arkasını boşaltarak, buraya mevzilenen Türklerin, kurdukları 7 topla, burayı sürekli bombardımana tuttukları ve Ravelinde 9 Temmuz’da cephaneliğin patlamasıyla 1000 Türk ve 100 yerli savaşçının öldüğü, bu patlamadan sonra korunak kalmadığı için onarım yapma imkanının kalmadığı bilinmektedir.

Tophane-Martinengo Tabyası

Magosa surlarının kuzey batı köşesindedir. Diğer burç ve tabyaların aksine, tümüyle bir Venedik yapısıdır.

Daha önce mevcut olan iki burcun yan duvarları uzatılarak tek bir kesişim elde edilmiş ve bu kesişime de, Tophane Tabya inşa edilmiştir.

1550-1559 yılları arasında yapılmıştır. Venediklilerin surlara eklediği son yapıdır.

Yapımcısı: Veronalı, kutsanmış mimar Michele San Michel’in kuzeni Giovanni Grolama San Michel’dir. Kendisi 1550 yılında Venedik Cumhuriyeti tarafından gönderilmiş ve 1559 yılında 45 yaşında vefat edince St Nicholas Katedraline gömülmüştür.

Yapı: Ortaçağ askeri mühendisliğinin başyapıtlarından biridir. 16’ncı yüzyıl sur mimarlığı tasarımında önemli bir gelişme olan ok biçiminde tabyalara bir örnektir.

Yanlardaki kanatlar arasına yerleştirilen toplarla, düşman için hedef küçültürken, 180 derecelik bir görüş alanı sunarak, atış istikametini arttıran bu yapılar, savunma açısından büyük avantaj sağlamıştır.

Magosa tahkimat duvarlarının neredeyse zapt edilemeyecek en güçlü savunma yeri olup, kalp şeklindedir.

Yaklaşık bir mil karenin üzerinde yer kaplamaktadır.

Düzgün kesilmiş taşlardan yapılmış olup duvarlarının kalınlığı 13-20 ayak arasında değişiklik gösterir.

Top atışlarında barut dumanının dışarıya çıkmasını sağlamak için, üst tonozlarda havalandırma bacası delikleri, top mazgallarının yanındaki duvarlarda ise barut fıçıları ile top atışlarında kullanılan malzemelerin konulduğu küçük dolap yerleri yani hücreler bulunmaktadır.

Osmanlılara karşı Kıbrıs’a takviye olarak gönderilen Venedik kuvvetlerine komutanlık yapan Hiernino Martinengo yolda ölünce, Magosa’ya getirilir ve Venedikliler, çok sevdikleri komutanın hatırına tabyaya onun ismini verirler.

Fetih sırasında, muhtemelen buradaki çatışmalar çok kısa ve etkisiz olmuştur.

Tophane tabyası: II. Dünya savaşı sırasında petrol deposu olarak kullanılmıştır. 1974 yılında ise, büyük odalarda saklanan yaklaşık 200 kadın ve çocuk, güvenli sığınakları sayesinde ölümden kurtulmuştur.

Karpaz Tabya

Surların en kuzeyindeki noktada bulunan tabyadır. Kara ve deniz surlarının kesişiminde, kentin doğu ucunda yer alır. Bu tabyanın, Ceneviz yapımı olduğu düşünülmektedir.

Bu tabya ile ilgili ayrıntılı bilgi yoktur. Tabya 20’nci yüzyılda yapılmış kazı ve restorasyon çalışmaları sırasında 1939 yılında temizlenmiş, güçlendirilmiş ve onarılmıştır.

Yapının daha önceleri tahıl ambarı olarak kullanıldığı bilinmektedir.

Kıbrıs Gazimağusa Deniz Kapısı-Porte Del Mare

Deniz Kapısı-Porto Del Mare

Kente girişi sağlayan orijinal şehir kapılarından biridir.

İtalyan-Rönesans stilinde inşa edilmiş, çok güzel bir mimariye sahip ve iyi korunmuş durumdadır.

1496 yılında Venedikli Nicolo Prioli tarafından yapılmıştır. Tasarımını Leonardo Da Vinci’nin yaptığı söyleniyor.

Vinci, 1481 yılında adaya gelmiştir. (İnce bir ayrıntı: Leonardo Da Vinci: adada iken Venedikli halkın yoğun olarak yaşadığı Lefkara’ya gider, burada yapılan Lefkara el işini çok beğenir ve “Son Yemek” isimli tablosunda, masa örtüsü olarak Lefkara işini resmeder.)

Şehre açılan demirle kaplanmış ahşap kapı Türkler zamanında, deniz tarafına açılan demir parmaklıklı kapı ise Venedik zamanında yapılmıştır.

Kapının üst kısmında, mermer levha üzerine kabartma olarak işlenmiş Venedik amblemi “Kanatlı Aslan”, Nicolo Prioli’nin ismi ve arması ve 1496 tarihi görülür. Mermerin ise Salamis’ten getirildiği sanılıyor.

Canbulat Türbesi-Arsenal Tabyası

Deniz taraı dairesel, hendek tarafı düz duvarlı olan Canbulat tabya, kara ve  deniz surlarının kesişiminde, kentin doğu ucundadır.

Üzerindeki yazıtın yeri boş olan Canbulat Tabya, “Arsenal” ismini yapımından önce burada bulunan Tersaneden almıştır.

Kıbrıs’ın fethine karar verildiğinde, Kilis sancak beyi Canbulat Bey’in kuvvetler arasına alınması önerilir.

Lefkoşa’nın Osmanlılar tarafından fethinde, üstün yararlılıkları görüldüğünden, 1570 yılında Magosa’yı kuşatan Osmanlı ordusunda İskender Paşa ve Deniz Paşa ile birlikte görevlendirilir.

Orijinal adı: Arsenal Tabyası olan mevkide, şehit düştüğü inancıyla türbesi buradaki tabyanın altındadır. Yerli halk çoğu zaman türbeyi ziyaret etmiştir ve etmektedir.

Türbe, tabyanın iç mekanındadır. 1968 yılında yapılan onarımların ardından, türbenin bulunduğu kısmın önündeki beşik tonozlu mekan restore edilerek müzeye dönüştürülmüş ve halen bazı etnoğrafik ve arkeolojik eserler burada sergilenmektedir.

Canbulat tabya, iç kale gibi en erken tarihli kaynaklarda yer alan sur yapılarından birisidir. 1310 yılına tarihlenen çalışmalarda, Arsenal ve iç kale arasında bir duvar yapıldığı belirtilir. Yani, kulenin 1310 yılından önce yapıldığı bilinmektedir.

1372 yılında ise, Arsenal kulesinin savunma nitelikleri, II. Peter tarafından iyileştirilmiştir. Bu alan, 1571 fethinde en yoğun çatışmaların geçtiği alan olmuştur.

Fetih sırasında Türk birliklerinin bu tabyanın çevresinde konumlandırılmış olmalarına bağlı olarak, Kale içindeki anıtların çoğunun bu yöne bakan cephelerinde hasar gözlenmektedir.

Türklerin çatışma sırasında, Kara Kule olarak adlandırdıkları Canbulat Tabya’da 30 Haziran’da gerçekleşen ve 6 saat süren çatışmalar sonucu iki tarafında ağır kayıpları olmuştur.

Zamanla yıpranan bina, 1968 yılında yeniden inşa edilerek, ön kısmı da müzeye dönüştürülmüştür. 20’nci yüzyılda, Canbulat tabya üzerine, tabyanın bütünlüğünü yok eden bir deniz feneri inşa edilmiştir.

Halen müzede Etnoğrafik ve Arkeolojik eserler sergilenmektedir.

Kıbrıs Gazimağusa Venedik Sarayı

SARAY-VENEDİK SARAYI-PLAZZA DEL PROVEDİTORE

Kale içinde, Namık Kemal Meydanının güney batısındadır.

Önceleri burada MS 12’nci yüzyılda Gotik tarzda yapılmış bir Lüzinyan kraliyet sarayı vardı. Ancak, Magosa şehrini, Lefkoşa’dan sonra ikinci ikametgah olarak kullanan Lüzinyan krallarından hangisinin, sarayın yapımında etkili olduğu bilinmemektedir.

Ancak: Peter II’nin 1369 yılında başlayan saltanatına kadar, Kıbrıs kralları bu sarayda otururdu. Cenevizliler buraya “Domini regis” ismini vermişlerdi.

Saray Cenevizliler tarafından yıkılınca, buraya Venedik döneminde, adanın askeri valisinin (Provaditore) ikametgahı inşa edildi.

Sarayın kapısı, bir zamanlar Avrupa’nın en büyük meydanı olarak bilinen merkezi meydana açılıyordu.

Doğudaki üç kemerli cephesi, MS 11’nci yüzyılda yapılmıştır. Kemerlerde kullanılan sütunlar Salamis harabelerinden getirilmiştir.

Merkezi kemerin üst başında, Kıbrıs’ın yöneticisi Giovanni Renier’in 1552 tarihini taşıyan mermer arması görülür.

Saray yapısında, günümüze kadar olan süreçte ayrıntılı kazı çalışması yapılmamıştır. Sarayın ayakta kalan bölümlerinin büyük kısmı Venedik dönemine tarihlenir.

Böylece, sarayın çoğu kez bir Venedik dönemi yapısı olarak düşünülmesine sebep olmuştur.

Saraydan bugün ayakta kalanlar, orta kemeri üstünde bir arma bulunan üç kemerli bir ön cephe, ona güney-doğu ucundan takılmış bir kol, avlunun en arkasında bulunan L biçimli bir yapı kalıntısı ve bir şapelden ibarettir.

Giriş cephesinin arkasında, ona paralel ve çok daha sade bir kemer dizisi bulunur. Arkadaki bu kemerlerin Venedik döneminden önceki saray cephesi olduğu düşünülmektedir.

Cephenin arkasındaki kol üzerinde, zemin katta caddeden kullanılan dükkanlar, avluya bakan, zindan ve cephane deposu olarak kullanılmış küçük odalar, üst katta ise günümüzde Eski Eserler Dairesinin kullandığı, Osmanlı dönemine ait bir mekan ve 20’nci yüzyıl ortalarına doğru yapılmış mekanlar bulunur.

Saray kalıntılarının kuzey-batı köşesinde adı bilinmeyen bir şapel bulunur. Saray ile işlevsel ilişki içerisinde olduğu anlaşılan şapel, saray kompleksi içindeki tek özgün yapıdır.

Ancak hem iç mekan, hem de kütlesel farklılaşmasıyla zaman içinde çeşitli müdahaleler geçirmiştir. 1930-1950 yılları arasında elden geçirilmiş bu yapı, 1974 yılına kadar müze olarak kullanılmıştır.

Venedik döneminde, kentin surları ve diğer kamusal yapılarla birlikte saray da kapsamlı bir restorasyon geçirmiştir. Bu restorasyonlar sırasında ön cephe ve arkadaki mekanlar tümüyle yenilenmiştir. 1571 yılında şehre giren Türklerin, saray ziyaretiyle ilgili yapılmış tasvirlerde, yapının yıkılmış olduğuna dair bir ifade bulunmamasına rağmen, birçok kaynakta, bu yapının 1571 deki bombalamalar sırasında yıkılmış olduğu düşüncesi hakimdir.

1571 yılından sonra, hapishane,  talimhane, kışla olarak kullanılmış olan saray mekanları ve avluda, bu dönemde herhangi bir restorasyon yapılmamıştır. İngiliz yönetimi sırasında da, bu yapıdaki hapishane ve karakol kullanımı uzun yıllar boyunca devam etmiştir.

Ancak yapı 20’nci yüzyıl ortalarında boşaltılarak, avlusu askeri araçların sergilendiği bir açık hava müzesine, bazı kapalı mekanları da Namık Kemal Müzesine dönüştürülmüştür.

Kıbrıs Gazimağusa Namık Kemal Zindanı-Müzesi

Kıbrıs Gazimağusa Namık Kemal Zindanı-Müzesi

Kıbrıs Gazimağusa Namık Kemal Zindanı-Müzesi

Kıbrıs Gazimağusa Namık Kemal Zindanı-Müzesi

 

Kıbrıs Gazimağusa Namık Kemal Zindanı-Müzesi

Kıbrıs Gazimağusa Namık Kemal Zindanı-Müzesi

 

NAMIK KEMAL ZİNDANI-MÜZESİ

Venedik sarayının bahçesinde bulunan eski bir zindan, müze olarak düzenlenmiştir.

Yapı: Osmanlı döneminde, Venedik Sarayı kalıntıları üzerine, 2 katlı olarak kesme taştan yapılmış bir hapishanedir. Tek mekandan oluşan alt katın, Venedik Sarayına açılın bir kapısı ve demir parmaklıklı bir penceresi vardır.

Üst kısma dik taşlı bir merdivenle çıkılmakta ve iki penceresi olan bu odada Namık Kemal ile ilgili belgeler sergilenmektedir. Müze 1993 yılında ziyarete açılmıştır.

9 Nisan 1873 yılında ünlü Türk şairi, gazeteci, oyun yazarı, bürokrat ve Genç Osmanlıların lideri Namık Kemal: sürgüne gönderildiği burada hapis hayatı yaşamıştır.

Namık Kemal’in adıyla anılan bu zindanın mevcut tek kapısı, Sarayın bahçesine açılır.

Namık Kemal’in buraya sürgüne gönderilmesine yol açan olay: 1 Nisan 1873 tarihinde İstanbul’da sahneye koyduğu “Vatan yahut Silistre” oyununun halk arasında büyük beğeni toplaması ve halkın Namık Kemal’e gösterdiği ilgi olmuştur.

Osmanlı Sultanı Abdülaziz, halkın bu ilgisini kışkırtma olarak yorumlamış ve Namık Kemal’i, Gazimagosa’ya sürgüne yollamıştır. Önceleri alt kattaki zindana kapatılan şair, bir süre sonra Kıbrıs Mutasarrıfı Veyis Paşa’nın izni ile üst kata çıkarılmıştır.

Yapının alt katı, kalın duvarları ve payandalarıyla Osmanlı dönemi öncesinin izlerini taşırken, üst katı pencere düzeni ve daha ince duvarlarıyla Osmanlı dönemine tarihlenir.

Namık Kemal: Gülnihal ve Akif Bey isimli eserlerini burada yazmıştır.

Günümüzde müze olarak kullanılan zindan da yer alan odada Namık Kemal’e ait bir beyit var. Beytin Türkçe anlamı şöyledir “Zalim ne kadar pervasız olursa olsun, yine zulmün binasını biz yıkarız. Bizi yerin, dünyanın merkezine atsalar da, yer küresini patlatır çıkarız.”

Namık Kemal; 3 Haziran 1876 tarihinde, Padişah V. Murat tarafından affedilene kadar, 38 ay burada sürgün hayatı yaşamıştır.

Burada bulunan Namık Kemal büstü: 17 Mart 1953 tarihinde, Namık Kemal meydanı adı verilen yere Magosa Türk Gücü tarafından dikilmiştir.

Bu büst, Türkler tarafından Kıbrıs’a dikilen ilk büsttür. Şair Namık Kemal’in bu zorunlu ziyareti, kent ve ada halkı üzerinde derin etkiler yaratmış ve ünlü şairin adı okul, sokak, mahalle ve ana meydana verilerek, kent belleğinin bir parçası haline getirilmiştir.

Müze haline getirilmiş yapıda, Namık Kemal’e ait birçok kişisel eşya ve bilgiler bulunmaktadır.

ST FRANCİS MANASTIRI VE KİLİSESİ

Aziz Francis’in hayatta bulunduğu MS 1217 veya MS 1226 yıllarında Kıbrıs’a gelen Fransiskan mezhebinin Gazimağusa’daki en önemli manastır ve kiliselerinden biriydi.

Büyük arazi sahipleri ile Roma dilencilerinden üyelere sahip olan Fransiskan mezhebi, MS. 1400 yılında adaya yayılmak suretiyle Kıbrıs’ta kurulan büyük mezhepler arasına girmiş, günümüze kadar da varlığını sürdürmüştür.

Manastır ile kilise: MS 12’nci yüzyıl sonu veya 14’ncü yüzyılda inşa edilmiştir. Kilisenin yapılması için harcanan paranın büyük bir bölümü Fransiskan rahipleriyle yakın ilişkiler içinde bulunan Kıbrıs kralı Henry II (1285-1324) tarafından karşılanmıştır.

Kilisenin yapımına mali katkı sağlayan Mağusalılar, yabancılar ve Cenevizliler bu kiliseye gömülmüşlerdir. Nitekim, kilisenin tabanında yapılan kazılarda MS. 1314-1474 yılları arasına tarihlenen mezar taşları bulunmuştur.

Günümüze gelemeyen manastırın, kilisenin güney batısında bulunduğu sanılmaktadır. Tek sahınlı olan kilisenin, sadece bazı duvar kalıntıları ile dört penceresi bulunan güney duvarı günümüze kadar gelmiştir.

Kıbrıs Gazimağusa Greklerin St George Kilisesi

GREKLERİN ST. GEORGE KİLİSESİ

Katedral olarak da bilinen kilise: Ortaçağ’da Gazimağusa’nın Ortodoks mahallesine Mağusalı zengin bir Rum tüccar tarafından yaptırılmıştır.

14-15’nci yüzyıla tarihlenen, Gotik stilde yapılmış çok büyük bir yapıdır.

Doğu ile batı fikirlerinin plan ile detaylara yansıyan en güzel örneklerindendir. Üç sahınlı kiliseye batıdaki sivri kemerli üç kapıdan girilmektedir. Kazılar sırasında burada bulunan pencerelere ait değişik renklerde camlara rastlanmıştır.

Doğu ucundaki üç apsisin duvarlarında kilisenin kurucularının mezarları ile İsa’nın hayatına ilişkin freskler görülür. Bu freskler, MS.15’nci yüzyılda İtalyan stilinin ikinci derecesine sınıflandırılacak bir karakterde yapılmıştır.

Doğal yıpranmaya karşın halen apsiste İsa’nın çarmıha gerilmesi, gömülmesi ve dirilmesi sahneleri izlenmektedir. Duvarların alt kısımlarındaki fresklerde ise Ortodoks kilisesinin azizleri ile diğer kutsal kişiler resmedilmiştir.

Katedralin üst kısmı 1571 yılındaki Osmanlı kuşatması sırasında yıkılmış olup, duvarlarında halen gülle izleri görülmektedir.

Kıbrıs Gazimağusa Peter vePaul Kilisesi

PETER VE PAUL KİLİSESİ-NESTORYEN KİLİSESİ-SİNAN PAŞA CAMİSİ

Sarayın güneybatı ucunun karşısındadır. Gazimagosa şehrinin St Nicholas Kilisesi dışında, kullanılmaya devam etmiş ve çatısı sağlam durumda kalmış en büyük kilisedir.

1571 fethinden sonra minare, mihrap ve minber eklenerek cami olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Sinan Paşa: Magosa şehrinin fethinin önemli komutanlarından birisidir. Yapı çeşitli dönemlerde tahıl ambarı olarak da kullanıldığı için Buğday Camisi diye de bilinir.

1938 yılında gerçekleştirilen kazı ve onarım çalışmaları sırasında, yapının temellerinde bir Süryani yazıt bulunur. Bu yazıt: kilisenin bir zamanlar Nestoryan kilisesi olduğu yönündeki bulguları güçlendirmiştir.

Bu yazıtın bulunmasının ardından, kilisenin banisi kabul edilen Simon Nostrano’nun soyadının da, aslında Nestoryan anlamına gelen Nestorano olduğu yönünde iddialar vardır.

Evet, bu kilise, Magosa’da yaşayan Suriyeliler (Keldaniler) için Françis Lakhas isimli bir Suriyeli tüccar tarafından 1339 yılında yaptırılmıştır.

Kilisede: deve resimleri ve Nestoryenlerin dini törenlerinde kullandıkları dil olan Süryanice yazılar vardır. Çan kulesi ve yan bölümler sonradan eklenmiştir. Giriş çok sade olup, üzerinde güzel bir gül pencere görülür. Teraslı tavan süslü dirseklerle desteklenmiştir.

Bu kilise Ortodoks Rumlara teslim edildikten sonra adı “Ayios Georgihios Ksorinos” (Sürgücü Aya Yorgi) olarak değiştirilmiştir.

Bu konu ile ilgili günümüze ulaşan bir de inanış vardır. Düşmanlarından kurtulmak isteyen bir kimsenin bu kilisenin döşemesinden bir miktar toprak veya toz alıp düşmanının evine bırakması halinde, söz konusu kişinin bir yıl içinde öleceğine veya adayı terk edeceğine inanılmaktadır.

1571 fethinden sonra 1600 civarında cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ancak hangi yıllar cami, hangi yıllar arasında depo olarak kullanıldığı bilinmemektedir.

Ancak bazı yazılı kaynaklara göre, 1877 yılında burası depo ve ahır olarak kullanılmıştır. 1937-1945 yılları arasında İngiliz döneminde patates ve tahıl deposu olarak kullanılmıştır.

Kapı ve pencerelerinin kapatılması yanında, farklı ürünleri depolayabilmek için ortasına da bir duvar örülmüştür. 1960’lı yılların başında kültür merkezi ve nikah dairesi olarak işlevlendirilmiş olan yapı, 1974 yılından sonra kütüphaneye dönüştürülmüştür.

1990 yılından sonra ise yeniden cami olarak ibadete açılmıştır. Günümüzde kullanılmamaktadır ve ziyarete kapalıdır.

İKİZ KİLİSELER-TEMPLAR VE HOSPİTALLER KİLİSELERİ

Kaleiçi’nin ortalarına yakın bir yerde, meydanın kuzey-batısında bulunan iki kiliseden: daha kuzeyde ve daha büyük olanı Templar kilisesi, diğeri ise Hospitalier kilisesidir.

İlk olarak: güneydeki kilisenin cephesindeki St John şövalyelerinin Limasol yakınlarındaki Kolossi kalesinde bulunan haça benzeyen amblem dolayısıyla, bu yapının Hospitalier yani St John şövalyelerine ait olduğu iddia edilmiştir.

Kuzeyde ve daha eski gibi görünen kilise Temllar şövalyelerine aitken, 1308 yılında bu örgütün adadan ayrılması ve adadaki mallarının Hospitalier şövalyelerine geçmesiyle birlikte, bu yapı da el değiştirmiş, ancak yapıyı yetersiz bulan Hospitalier şövalyeleri, güneydeki daha küçük kiliseyi de buna eklemişlerdir.

Bu yapılar, haçlı seferlerine katılan mezheplerin en güçlülerinden olan Templar ve Hospitaller Şövalyeleri tarafından MS. 12’nci yüzyıl sonu ile MS. 14’ncü yüzyıl başları arasında inşa edilmiştir.

Yan yana olan her iki kilisede: bu tarikatların Kıbrıs’taki merkeziydi.

Biraz daha büyük ve daha eski olan kuzeydeki: St. Antonio kilisesi adıyla bilinmekte olup Templar Şövalyeleri tarafından bir ibadet ve ziyaret yeri olarak inşa edilmiştir.

Templer şövalyeleri neden Kıbrıs’a gelmiştir?

Zamanın Kudüs kralı II. Boldvin: hacı olarak Kudüs’e gelen insanların bazı ihtiyaçları olacağını düşünerekten bir şövalye tarikatı kurmak istediklerini belirtir. Ardından en güvendiği iki şövalyesini bu tarikatı kurmaları için yetki verir.

Karargah olarak da Tapınak Dağı olarak bilinen ve günümüzde El Aksa Camisinin bulunduğu bölgeyi tahsis eder. Çünkü bu bölgeler tapınaklar bölgesi olarak bilinmekteydi ve ayrıca Hz Süleyman’ın Hazinesinin de bu bölgede gömülü olduğuna inanılıyordu.

Bu yüzden bu şövalyelerin ismi Tapınak Şövalyeleri olarak tarihe geçti. 1130 yılında Papa II. İnosend, bu tarikatın mensuplarına dokunulmazlık verince: Hıristiyan alemi içerisinde önemli kişiler haline geldiler.

Ancak bu dokunulmazlık Kudüs Hıristiyanlarının elinde kalmadı ve 13’ncü yüzyıldaki kutsanmanın ardından, tapınak şövalyeleri Kudüs’ün dışında bir başka üs kurdular. Burası da Kıbrıs idi.

Templar şövalyeleri, Kıbrıs’a bir üst kurduktan sonra İznik konsülü ortalarda dolaşan sayısız İncil nüshasından sadece dört tanesini resmi İncil olarak kabul eder ve sonra da Hıristiyanlığa ait bazı sırları gizlemeye başlar.

Bir zamanlar, Kudüs şehrinde bulunan bazı kutsal emanetlerin (kutsal sandık, İsa’nın kutsal kasesi gibi) Hz. Süleyman’ın tapınağının altında bir bodrumda saklı olduğuna inanılıyordu ve tapınak şövalyelerinin sandığı ve kaseyi buldukları, Kudüs’ün düşmesinden sonra bu objeleri saklamak için Kıbrıs’a getirdikleri, bir süre Magosa şehrindeki ikiz kiliselerde korudukları ve ardından Marsilya’ya götürdükleri iddia edilmektedir.

Hıristiyan aleminin en ünlü tarikatı haline gelen Templar Şövalyeleri, başta Ortadoğu ve Kıbrıs, ardından da Avrupa’da etkili olmaya başladılar.

Bütün finans merkezleri, tapınak şövalyelerinin eline geçti. Bu rahat ve lüks hayat, şövalyelerin hoşuna gitmeye başladı.

Dinin dışına çıkmaya başlayan yaşam biçimleri ile Papa’nın dikkatini çekti ve bu durumdan kaygı duyan Papa, dönemin Fransız kralı olan 4’ncü Flip’in yardımı ile yakalanan tüm Templar Şövalyeleri yakılarak öldürüldü.

Yakılarak yok olduğu sanılan Templar Şövalyeleri, şekil değiştirerek günümüzde bile yaşamaktadır.

Kemerli bir girişi olan güneydeki küçük kilise: hastalar ile yaşlıları koruyup kollayan Hospitaller Şövalyelerine aittir. Bu tarikatın kurucusu, Kıbrıs’ın Bizans valisi Epiphanios’un oğlu olan Amathuslu St. John the Almoner idi.

Templar Şövalyeliği Papa tarafından kaldırılınca Hospitalier Şövalyelerine ilkin 1308 yılında, yandaki kilise verilmiş, onlar o kiliseyi yıkmadan güney bitişiğine bu kiliseyi inşa etmişlerdir.

Küçük, basit, tek sahınlı ve haç tonozludur. Giriş kapısının lentosunda Hospitalier Şövalyelerinin arması vardır. Duvarlardaki iki kat freskten en yeni olanı MS. 16’ncı yüzyıl Bizans stilidir.

İki kiliseden daha büyük ve daha eski olan kuzeydeki kilise, tek neflidir. Dairesel bir apsisi ve girişle apsis arasında üç sahınlığı bulunmaktadır. Bu yapının girişi ve döşemesi, diğerine göre daha aşağıdadır, üst örtüsü de kaburgalı tonozludur.

Yapının kuzey ve güney cephesindeki payandaları oldukça büyük kesitlidir. Batı cephesinin iki yanında taşıyıcı kuleler ve revak izleri bulunmaktadır.

Giriş kapısının üzerinde bir gül pencere bulunur. Kuzey cephesinin ortasında bir giriş kapısı ve iki yanında da iki sıra pencere vardır. Batıya yakın köşesinde bir çan kulesi bulunur.

Güneyde bulunan ve cephesindeki haç amblemi nedeniyle Hospitalier’lere atfedilen küçük kilise, tek nefli ve tek açıklıklı şapel şemasındadır.

Bu kilisenin apsisi de daireseldir. Diğerine göre daha yüksekte olan bu kilisenin basit bir şeması vardır. Güney cephesinin girişe yakın bölümünde, üzerinde külahı bulunan bir çan kulesi yer alır.

Bu iki kiliseden kuzeydeki, Osmanlı döneminde mescit olarak kullanılmıştır. İngiliz döneminde de bu kullanım devam etmiştir. Daha önce kütüphaneye dönüşmüş olan kapı, günümüzde birkaç dernek ve topluluk tarafından ortak olarak kullanılmaktadır.

ERMENİ KİLİSESİ-ST MARY

Kentin kuzey-batısında, Karmelit kilisesinin kuzeyindedir. Şehirde ayakta duran kiliseler arasında en küçüğüdür. Kiliseden çok şapeli andırır. Latinler döneminde, özellikle Kilikya Ermeni krallığının yıkılmasından sonra artan Ermeni nüfusu, bir Ermeni kilisesi ihtiyacını doğurmuştur.

14’ncü yüzyıl başlarında yazılmış Ermeni yazmalarında, yazmaların yazıldığı yer olarak Gazimagosa’daki bir Ermeni kilisesinden söz edilmektedir.

St Mary’e adanmış bu kiliseyle, bu yazmalarda sözü edilen kilisenin aynı olma olasılığı yüksektir.

Yapı Osmanlı döneminde tabakhane olarak kullanılmıştır. Deri tabaklama işleminin yapıldığı mekanlardan biridir. Yapının doğu cephesi dışındaki cephelerinde birer kapı ve üzerlerinde birer pencere vardır.

Doğu cephesindeki dairesel apsis, yarım kubbeyle örtülüdür. Azizlerin freskleri altındaki Ermenice yazılar, yapının Ermeni kilisesi olduğunun önemli bir göstergesidir.

1936 yılında 90 yıllığına Ermeni Komitesine kiralanan yapı, 14 Ocak 1945 tarihinde bir törenle ibadete açılmış ve 1963 olaylarına kadar da Ermeniler tarafından kilise olarak kullanılmaya devam etmiştir. Yapı, günümüzde askeri bölge içinde yer almaktadır.

Kıbrıs Gazimağusa Othello Kalesi

Kıbrıs Gazimağusa Othello Kalesi

 

OTHELLO KALESİ

Magosa şehrinin kuzey doğu köşesinde bulunan bir iç kaledir.

Önceleri, burada MS 1310 yılında: Tyrke Prense tarafından yaptırılan eski bir kule ve bir tahkimat vardı.

Mevcut kale ise, Gazimagusa’nın Venedikli kaptanı Nicolao Foscarino tarafından 1492 yılında, saf İtalyan Rönesans stilinde, yeniden şekillendirilerek inşa edilmiştir.

Bu bilgiler, Venedik Cumhuriyeti amblemi olan kanatlı St Mark Aslan kabartması ile birlikte, kalenin ana giriş kapısının üzerine kazınarak kaydedilmiştir.

Venedikliler, buradaki Lüzinyan dönemine ait eski kuleler ve tahkimatı yıkıp, yerine yeni bir tahkimat yapma yerine: sadece üst kısımlardaki ince yapılı Lüzinyan duvarını yıktılar. Dış kısma yeni bir duvar inşa etmek suretiyle kalınlaştırıp sağlamlaştırdılar.

Köşelere ise daire şeklinde birer kule inşa ettiler. Ayrıca, kalede, topçu bataryaları ile sonlanan koridorlar yaptılar. Kalenin kare planlı orta avlusunun: kuzey ve güneyinde, MS 1300-1310 yılları arasında yapılan ve kaburgalı tonozla örtülü odalar vardır.

Bunların Lüzinyanlar tarafından yemekhane ve yatakhane olarak kullanıldığı düşünülüyor.

Evet, burası Magusa şehrinin ana girişlerinden biri olarak kullanılmaktadır.

Çevresi, derin su hendeği ile çevrilidir.

Kalenin avlusunda: Osmanlılar ve İspanyollara ait toplar, demir ve taş gülleler sergileniyor.

Kalenin günümüzdeki ismi: İngiliz döneminde kullanılmaya başlanmıştır.

Shakespeare’in ünlü trajedyasının bir bölümü Kıbrıs’ta bir liman şehrinde geçmektedir. Shakespeare’in Othello tiyatro oyununda Desdemona’yı öldüren Othello’nun MS 1505-1508 yılları arasında Kıbrıs valisi olan Teğmen Christoforo Moro’yu canlandırmış olabileceğine inanıldığından, kaleye İngiliz sömürge döneminde “Othello” adı verilmiştir.

İngilizlerin en ünlü tiyatro yazarı William Shakespeare’in 1604 yılında trajedi türünde yazdığı Othello adlı oyunun konusu: yıllarca Venedik devletinin hizmetinde savaşmış, türlü kahramanlıklar göstermiş Mağribi zenci bir komutan ile Venedikli beyaz bir kızın, engel tanımayan aşklarıdır.

Karısını delicesine seven bu komutan, emrindeki bir subayın kara çalması yüzünden karısından soğuması, karısına hediye ettiği ve namus simgesi olarak gördüğü küçük bir mendili başka bir erkeğin elinde görünce, aldatıldığı kuşkusuna kapılıp çok sevdiği karısını boğarak vahşice öldürmesidir.

Venedik’te olup bitenleri anlatan birinci perdeden sonra, oyunun tümü Kıbrıs’ta geçer. Osmanlı donanmasının Kıbrıs’a yaklaştığı haberi alınınca, Venedikli bir senatörün dediği gibi: “Türkler için Kıbrıs’ın önemi” bilindiğinden, Desdemona ile yeni evlenen Othello, adayı savunmak üzere, hemen oraya gönderilir.

Ne var ki, Shakespeare’nin amacı: 1570 yılında II. Selim’in Kıbrıs’ı Venediklilerin elinden almasıyla sonuçlanan tarihsel olayı anlatmak değildir. Othello’nun böylesi önemli bir göreve atanacak kadar büyük bir komutan olduğunu belirtmektir.

Onun için, korkunç bir fırtınada Osmanlı gemilerinin battığı bildirildikten sonra, Kıbrıs’ın ve Türklerin durumuna bir daha değinmez.

CAFER PAŞA HAMAMI

1601 yılı yapımıdır ve banisi Cafer Paşa Çeşmesinin de banisi olan Cafer Paşa’dır.

Hamam: meydanın kuzey-batı köşesinde, St Francis kilisesinin önündedir. Soğukluk, ılıklık, sıcaklık ve külhan bölümlerinden oluşur.

Kiliseye bitişik soğukluk ve ılıklık bölümleri, Osmanlı öncesi döneme ait mekanlardır ve çatı örtüleri sırasıyla, haç tonoz ile beşik tonozdur.

Sıcaklık ve külhan bölümleri ise, klasik Osmanlı dönemi hamamlarının özelliklerini gösterir.

Sıcaklık bölümünün ana mekanı ve köşelerdeki hücreler kubbelerle, hücreler arasındaki mekanlar beşik tonozlarla örtülüdür.

Yakın zamana kadar dükkan olarak kullanılan yapı, yakın zamanda bir bara dönüştürülmüş, büyük değişiklikler geçirmiştir.

KERTİKLİ HAMAM

Bu Osmanlı devri yapısı, şehrin kuzeyinde kalır. Ancak yapım yılı ve banisi bilinmemektedir. Hamamın planı incelendiğinde, yapının bir Osmanlı hamamı şemasını yansıtmadığı görülür.

Günümüze sadece temelleri ulaşan soğukluk bölümü, diğer bölümlere göre çok geniş bir dikdörtgendir. Tipik bir hamam planına sahip olmayan bu yapının bir iddiaya göre küçük kiliselerden dönüştürüldüğü tahmin edilmektedir.

Bu hamam, kubbeleriyle dikkati çekmektedir. Yapı üzeri kubbeyle örtülü 6 odadan, odaların arkasında tonozla örtülü bir su deposundan ve soyunmalık olduğuna inanılan, üst örtüsü yıkık kısımdan oluşmaktadır.

LATİN KİLİSESİ-AZİZ GEORGE

Kentin kuzeydoğusuna yakın bir noktada, İç kalenin karşısında yer almaktadır.

13’ncü yüzyıl sonlarında inşa edilen kilise, Gotik mimari tarzının güzel örneklerinden biridir. Kentteki en eski kiliselerden birisi olarak kabul edilir.

Yapının inşaatında, Salamis harabelerinden getirilen malzeme kullanılmıştır.

Paris şehrinde bulunan St Chapelle kilisesinin modeli, kullanılarak yapılmıştır. Osmanlı döneminde kullanılmayan kilise “Mehti kilisesi” olarak isimlendirilmiştir.

Yapı: beş bölüm ve koru ve neften oluşmaktadır. Kilisenin günümüze kadar ulaşan bölümleri koro yeri ve kuzey duvarıdır.

Geniş ve uzun pencerelerinde bir dönem gotik oymaların bulunduğu kilisenin şehrin surlarından önce inşa edildiği anlaşılmaktadır.

Kilise şimdilik harap halde olsa da Kıbrıs’ın en güzel ortaçağ oyma taş süslemelerini bünyesinde bulundurmaktadır.

Doğu cephesi ve kuzey cephesi iyi durumda olan yapıda, bu cephelerin mazgal pencereleri parapetleri dahi en üst kota kadar yerindedir.

Kuzey batıdaki kulenin tümüne yakın ayaktadır. Kulenin yanındaki kuzey cephesi kapısı da iyi durumdadır. Batı cephesindeki kapının ise, sadece yeri görülür.

Yüksek beden duvarlarındaki nitelik oranlarının yanında, birçok noktada görülebilin ince taş detayları da öne çıkan özellikleridir.

Yapını kolon başlıkları, çörtenleri, pencere sövenleri, duvar kesişimleri ve timpanasında görülen yaprak, yarasa, aslan ve insan figürlerinin tümü, yüzeylere bir nakış gibi işlenmiştir.

Bu özelliklerinden dolayı yapı, Gazimagusa şehrindeki en mükemmel Fransız anıtı olarak tanımlanır. 1571 fethinde bombardımanda yıkılan yapının bu tarihten sonra bilinen ilk onarımları 1938-1941 yılları arasında olmuştur.

Yapıda günümüzde görülen en önemli problem, denize yakınlığı nedeniyle sürekli olarak deniz suyundan etkilenen taş yüzeylerindeki boşalmalardır.

ŞEHİR YAKINLARINDA GEZİLECEK YERLER

Kıbrıs Gazimağusa Kapalı Maraş

Kıbrıs Gazimağusa Kapalı Maraş

Kıbrıs Gazimağusa Kapalı Maraş

Kıbrıs Gazimağusa Kapalı Maraş

 

KAPALI MARAŞ BÖLGESİ

Maraş bölgesi, 1974 yılı öncesinde Gazimagosa’nın bir mahallesi olup, 5.5 km bir alanı kapsamaktaydı. O tarihlerde 45 bin kişilik bir nüfusa sahip olan Maraş bölgesi, içinde yoğun miktarda 3’ncü devletlere ait mallar bulunması dolayısıyla, o dönemde kapalı bölge haline getirilmiş ve o günden bu güne bu vasfını korumaktadır.

1974 yılın öncesinde Kıbrıs adasının turizm başkenti olan burada yaklaşık 12 bin yatak kapasiteli oteller varmış.

Kapalı Maraş bölgesinin sahil şeridi uzunluğu 3400 metre olup, dünyanın en güzel sahillerinden birisidir.

Ayrıca bölgenin 1974 yılından itibaren yerleşime kapalı olmasından dolayı, plaj ve deniz suyu temizliği yönünden eşsizdir. Sahil şeridindeki kumun, bir zamanlar, Kıbrıs Devlet Başkanlığı da yapan Marakios tarafından Lübnan’dan teknelerle buraya getirildiği söyleniyor.

Deniz ise: hiç dalga olmayan, uzun süre sığ kalan yani derinleşmeyen, dibi kum ve tertemiz suyu nedeniyle dip bölümünün büyük kısmının üstten görülebildiği ve sıcak suyu ile dikkati çekiyor.

Bölgenin en büyük özelliği, hava ne kadar sıcak olursa olsun, nem olmaması nedeniyle terlememek.

Günümüzde, bölgenin büyük kısmı halen iskana kapalıdır ve girilemez. Ancak 2022 yılında yapılan bir  düzenleme ile, bölgenin bir kısmı açılmıştır. Şöyle ki, bir cadde boyunca yürüyüş yapılabilir, bisiklete binilebilir ve bu caddenin sonunda ise bir halk plajı açılmıştır.

Halk plajı ile giriş kapısı arasında ise bir minübüs ulaşım sağlamak için kullanılmaktadır. Yani: burayı ziyaret etmek isteyenler, yıkık-dökük binalar arasından yürüyerek veya bisiklete binerek dolaşmaktadırlar ama biraz önce belirttiğim gibi, sadece bir cadde boyunca, burada kontrol ve güvenliği polisler sağlıyor.

Sürekli olarak yerleşime açık tek bölüm ise: yeni açılan halk plajının yanındaki askeriye ye ait bölgedir. Bu bölgede: askeri personel tarafından kullanılan birkaç bina yeniden düzenlenerek kullanıma açılmıştır.

Ancak askeri personelin de bu bölgede, küçük bir alan dışına çıkmasına müsaade edilmiyor. Zaten Maraş bölgesinde, Birleşmiş Milletler denetimi var, birçok yerde asker veya görevli görünmese de kameralar var.

Herhangi bir uygunsuz durum görüldüğünde, yani yasaklanmış yerlere giren olduğunda, Birleşmiş Milletler askerlerinin derhal olay yerine gittikleri söyleniyor.

Gelelim bölgenin tarihi geçmişine

Kenan Evren’in anılarında yazdıklarına göre, aslında Türk Ordusu, 1974 yılı Barış Harekatında burayı almak istemiyordu, yani planlarda buranın alınması yoktu.

Ancak: askeri birlikler bölgeye geldiklerinde, buranın boşaltıldığını gördüler.

Çünkü: harekattan bir süre önce turistler ve yabancılar burayı terk etmişler, ordunun gelişiyle birlikte de Rumlar, burayı terk etmişlerdi.

Bunun üzerine, yani boş olan bölge: ileride yapılacak pazarlıklarda koz olarak kullanılmak üzere alındı.

Ancak, 1974 Barış harekatından sonra, bölgede çok uluslu şirketlerin turizm yatırımları olduğu için, diğer bölgelerde olduğunun aksine, halkın buraya girmesine izin verilmedi.

Çünkü, bu izin verilse, tüm dünyanın tepkisi çekilebilirdi.

Böylece: yerleşime kapalı olan, daha önce de “Kapalı” olan Maraş bölgesi 1974 Barış harekatından sonra da “Kapalı Maraş” olma vasfını korudu ve buraya “Birleşmiş Milletler” askerleri yerleştirildi.

Ayrıca: buranın ilk giriş yerindeki kontrol noktasında, Türk askerleri de nöbet tutmakta olup, sadece askeri personelin buraya girmesine izin verilmekte ve bölge içinde yürüyerek gezinmek, resim ve video çekmek yasaklanmıştır.

Bölgeye sadece, buraya girmeye yetkili yani yetki kartı olan taksiler girebilmekte, orduevinden yararlanan askeri personel yine bu taksiler ile içeriye kimlik kontrolünden sonra giriş çıkış yapabilmektedirler.

Yani: Kapalı Maraş bölgesinde yürümek, yürüyüş yapmak kesinlikle yasaktır. (yukarıda da belirtiğim gibi 2022 yılında sadece bir caddeye halkın girmesine izin verilmiştir.)

Sanırım bunun en başlıca sebebini anladınız. Bunun sebebi: burada bulunan tesislerin yağmalanmasını önlemektir.

Tabii: içlerinde bir şey kaldıysa demek daha doğru olur. Bence girişin yasaklanmasının günümüzdeki en mantıklı sebebi: bu binalar yıllara meydan okur şekilde, virane olarak burada duruyorlar, yani her an çökme yani ölüm tehlikesi de var.

Öte yandan: bunları gördüğünüzde bunların o kadar sağlam yapıldıklarını hemen hissediyorsunuz, yapıların büyük çoğunluğu günümüze kadar sağlam olarak dayanmış, sadece kullanılmama nedeniyle yaşanan bir varoşluk var.

Burada, duyduğuma göre birkaç banka bulunmasına rağmen, iki İngiliz bankasının içinde kasalarında halen sembolik miktarda para varmış ve bu paralar, her yıl buraya gelen bir komisyon tarafından sayılarak kontrol ediliyormuş.

Tabi, buradaki Barış Kuvvetlerinin müsaadesiyle. Peki niye banka kasalarında para bırakmışlar, büyük olasılıkla bu bıraktıkları sembolik paraları, ileride “İşte bizimde burada hakkımız var” demek içindir.

Yine, burada tam merkezde, bakım ve temizliği sürekli yapılan bir kilise görülüyor.

Ama en ilgimi çeken, bölgenin İngiliz üssüne yakın bölümünde, büyükçe bir otel görülüyor. Bu otelde özel bekçi varmış ve halen korunmaya devam ediliyormuş.

İngiliz Kraliyet ailesine ait olduğunu duyduğum bu otelin, 1974 yılındaki rezervasyon kayıtları incelendiğinde, 2020 yılına kadar o zamanlar tüm rezervasyonlarının dolu olduğunu öğrendim, ilginç, ama bölgenin deniz ve kumu o kadar güzel ki, ayrıca nem yok, yani tam bir tatil cenneti olduğunu görünce, bu otelin de böyle bir rezervasyon kaydının bulunmasına hayret etmemek gerekiyor.

Tarihi

Buranın tarihi adı, Türkçe bir sözcükten gelir ki bu sözcük “Varoşa” dır. Varoş aslında köken olarak Türkçe bir sözcüktür.

Ancak, Osmanlı döneminden beri, yani 1571 yılından beri Türkler buraya “Maraş” ismini verirler. Rumlar ve İngilizler ise buraya “Varoşa”  derler.

1974 yılı öncesinde burada 45 bin nüfus bulunduğu söyleniyor. Ancak bu nüfus içinde, Türklerin sayısı çok azdı. Çünkü: Osmanlılar, Kıbrıs’ı fetih ettikten sonra, Magosa şehri içindeki Hıristiyan halkı, surların dışına çıkardılar ve onlar da buradaki yerleşimi kurdular.

Ancak: Maraş yerleşiminde, Türkler ve Rumlar arasındaki en büyük anlaşmazlık, otellerin bulunduğu sahil bölgesindedir.

Çünkü: Vakıfların arşivinde bulunan belgelere göre, otellerin bulunduğu sahil şeridi “Vakıflara” aittir. Yani Türk malıdır ve “Lala Mustafa Paşa Vakfına” aittir. Kıbrıs adasını fetih eden, Sultan III. Selim’in paşası, Lala Mustafa Paşa: Kıbrıs’ı fetih ettikten sonra, Venediklilerden parasını vererek araziler satın alır (yani fetih hakkı olarak değil) ve bu arazileri vakfeder.

Vakıf malları da vakıf kurallarına göre alınıp satılamaz, evlattan evlada geçer. Ancak, I. Dünya savaşından sonra adayı işgal eden İngilizler: 1950’li yıllarda vakıf arazilerini: yatırım yapmak isteyen Rumlara ve diğer yabancılara uzun vadeli (99 yıllığına) olarak, sahte belgelerle kiralamışlardır. Yani: Kapalı Maraş bölgesindeki sahil şeridi, yani adanın en güzel yeri: vakıf malıdır.

Kıbrıs ile ilgili yapılan müzakerelerde, Rumlar, sürekli olarak “Kapalı Maraş” bölgesini istemektedirler. Ancak, karşılıklılık prensibine uygun olarak ne verecekleri konusunda bir açıklık yoktur. Bu yüzden: yapılan her müzakerede, ilk madde olarak gündemdeki yerini koruyan Maraş bölgesi: Kıbrıs sorununun çözümlenmesinin ardından, umarım günün birinde açılacaktır.

Bu satırları okuyan sizler: elbette günümüzde buraya girme, burayı görme şansınız yok. (sadece asker kişi olan okurlar, burayı görme şahsına sahiptir, onlar da kısıtlı bölümü görebilirler) Ancak: hani yolunuz Kıbrıs’a düşerse, Magosa şehrine giderseniz, Kapalı Maraş nedir, nerededir, nedendir gibi sorulara cevap olabilmesi açısından bu satırları yazdım.

Kıbrıs Gazimağusa Enkomi-Alasia

ENKOMİ-ALASİA

Günümüzde Enkomi (Tuzla) köyü yakınlarında; Kanlıdere (Pedios) nehrinin kuzey kıyısında, kayalık bir plato üzerinde bulunan ve “Alasia” olarak bilinen antik şehirdir.

Kent: MÖ 2000’li yıllara tarihleniyor.

Yapılan kazılarda: şehrin ilk dönemlerinde Mısır etkisinde kaldığı, sonraları ise Miken etki alanına girdiği anlaşılmıştır.

Surlarla çevrili olan bu yerleşim yerinde: ölüler hediyeleriyle birlikte evlerin tabanına gömülüyordu.

Kült heykeli olarak görülen ve kuvvetli bir Hitit etkisi taşıyan, tunçtan yapılma “Boynuzlu Tanrı Heykeli” (Horned God Statue) de: bu bölgede, Apollon’a adandığı düşünülen bir tapınak olarak yorumlanan bir yapıda bulunmuştur.

Bakır

Ayrıca, şehirde çok sayıda tunçtan yapılmış eserler ve bakır işleme atölyeleri ve bakır atıkları bulunmuştur. Buna dayanılarak, burada bakırın işlendiği ve külçe bakırın ihraç edildiği anlaşılmıştır.

Mısır kralının Alasia adlı bir ülkenin kralına yazdığı mektuplar: bu döneme aittir. Dönemin uluslar arası haberleşme aracı olan Akad dilinde, çivi yazısıyla yazılmış pişmiş toprak tabletler halindeki bu mektuplar: firavun Akhenaten’in Yukarı Mısır’da Tell el Amama’da bulunan sarayının kalıntıları arasında bulunmuş ve MÖ 14’ncü yüzyılın ikinci çeyreğine ait oldukları saptanmıştır.

Bu mektupların bazılarında Alasia kralının firavuna gümüş ve bir takım lüks eşyalar karşılığında bakır yollayacağına dair söz verdiği yazılmaktadır.

Zaten: Alasia isimli ülke, MÖ 18 ve 12’nci yüzyıllar arasına ait olup, Mısır, Suriye ve Anadolu’da ele geçen başka tabletlerde de sık sık adı geçmektedir.

Bu kaynaklardaki bilgiler bir araya getirildiğinde: Alasia’nın donanması olan bir ada olduğu, Suriye ve Anadolu’ya bakır yolladığı, MÖ 14’ncü yüzyılda Mısır’ın dostu, Hititlerin düşmanı olduğu, MÖ 1200 yıllarında Yunanistan, Ege adaları, Anadolu ve Suriye’deki uygarlıklar ve kentlerle birlikte “Deniz Kavimleri” tarafından haritadan silindiği ortaya çıkmaktadır.

Çivi yazısı tabletlerden elde edilen bilgiler arasında, çok önemli çelişkiler olmasına karşın, birtakım uzmanlar, Alasia’nın Kıbrıs’ın bütünü ya da sadece Enkomi kenti olması gerektiğini düşündürmektedir.

Enkomi’deki kazılar, kentin bazı bölgelerinde çok geniş çaplı bir madencilik faaliyetinin var olduğunu göstermiştir.

Bu bölgelerde: bitmiş, satışa hazır tunç araç-gerecin yanı sıra, öküz derisi şeklinde olan işlenmemiş bakır külçelere (eski dönemlerde işlenmiş bakır bu şekilde taşındığı için) döküm işlerinden sonra geriye kalan cürufa, yeniden kullanılmak için bir yana ayrılmış hurda tunca, hatalı üretilen eşyalara ve demir aletlerine rastlanmıştır.

Mezarlarda bulunan ölü armağanlarından, MÖ 13’ncü yüzyılda, Kıbrıs’a gelen Aka göçmenlerinin Enkomi’ye yerleştiklerini ve kentin gelişmesine hız kazandırdıkları anlaşılmaktadır.

Ancak: “Deniz kavimleri” nin yıkımından sonra, Ege ve Akdeniz dünyasından yeni göçenlerin gelmesine karşın Enkomi’nin eski görkemine kavuşmadığı görülmektedir.

Kentin limanı da: Pedios ırmağının (Kanlıdere) taşıdığı alüvyonlar sonucu yavaş yavaş dolmuş ve gemilerin girmesi engellenmiştir. MÖ 1075 yılındaki bir depremden sonra, burada yaşayanların yavaş yavaş deniz kıyısından göçerek Salamis’i kurdukları anlaşılmaktadır.

Kalıntılar

Günümüzde görülen kalıntıların çoğu MÖ 1200 yıkımından sonra yeniden inşa edilen Enkomi kentine aittir. Bir zamanlar deniz kıyısında bulunan şehir kalıntıları, denizden oldukça içeride kalmıştır.

Izgara planı uygulanan şehirde, yolların birbirine dik olarak kestiği ve aralarında kalan dörtgenlere önemli yapıların oturtulduğu göze çarpar.

Bu yapıların alt kısımları, yontulmuş taş bloklardan yapılmış olup, üst kısımları kerpiçtir.

Kent: güçlü bir surla sarılmıştır. Ortasında da tabanı taş levhalarla kaplı bir meydan vardır.

Kıbrıs Gazimağosa Salamis

SALAMİS ANTİK KENTİ

Gazimagosa şehrinin 9 km kuzeyindedir. Sitenin kapladığı alan o kadar büyüktür ki, arkeologlar 1890’larda burada çalışmalara başlamışlar ve çalışmalar günümüze kadar devam etmiş olmasına rağmen, site hala kısmen kazılabilmiştir.

Buna bağlı olarak: burayı gezmeyi düşündüğünüzde kolayca kaybolabilirsiniz, çünkü yeteri kadar tanıtıcı tabela yok ve site alanı genellikle düz olduğundan, gezi gerçekten zorlaşıyor, yani sitenin tümünü gezebilmek pek mümkün olmuyor.

Özellikle öğlen saatlerinde, kızgın güneşin altında burayı gezmek ızdırap haline dönüşüyor. Bu yüzden: burayı gezmeye gittiğinizde rahat bir ayakkabı, güneş kremi, su ve hatta güneşten korunmak için şemsiye almanızı öneririm.

Çok fazla zamanınız yoksa veya yorulmaktan endişe ediyorsanız, hemen otoparkın yanında bulunan spor alanı ve tiyatroyu gezebilirsiniz.

Evet, şimdi Salamis kentini anlatmaya başlayalım.

Şehir, Bronz çağı sonlarında başlayan göçler sırasında, Anadolu’dan gelen kavimler ve bunlara Yunanistan’dan gelerek Kilikya’da katılan Akalar tarafından kurulmuştur.

Truva kahramanlarından ve Salamis adası kralı Telamon’un oğlu Tefkros şehrin mitolojik kurucusu olarak bilinir.

MÖ. 707 yılında gerçekleşen Asur hakimiyetinden sonra, MÖ. 560 yılında bastırılan sikkelerden: Salamis kralı Evelthon’un: adanın idaresini ele geçirdiği anlaşılmaktadır.

MÖ. 499 yılında, Atinalı Kimon’un: Kıbrıs’taki Pers hakimiyetine son vermek için düzenlediği sefer, başarısızlıkla sonuçlanmış ve Kimon’un ölümü üzerine, Atinalılar, Kıbrıs’ı alma girişimlerinden vazgeçmişlerdir.

Bundan sonra, Fenikeli idareciler başa geçer. Fakat: ticaret ve diğer konular gerilemeye başlar. MÖ. 411 yılında Tefkros ailesi üyelerinden Evagoras, Salamis krallığını ele geçirir.

Tüm adayı hakimiyeti altına almak isteyince, Salamis şehri Persler tarafından kuşatılır ve Evagoras, Pers kralına vergi ödemek zorunda bırakılır.

Bu durum, İskender dönemine kadar sürer. İskender döneminde: Salamis kralı olan Pyntagoras, İskender’e askeri yardımlarda bulunduğundan, kendisine Tamusus şehri verilerek ödüllendirilir.

İskender’in ölümü sonrasında: Salamis sürekli el değiştirir.

MÖ. 294 yılında, zor şartlar altında, Kıbrıs’ı alan Ptoleme krallığının idaresi sırasında ada huzura kavuşur ve bu tarihten itibaren Salamis baş şehir olma niteliği kazanır.

Kentin, bu parlak dönemi, Roma egemenliği süresince de devam eder.

Günümüzdeki kalıntıların çoğu, Roma dönemine aittir.

Roma idaresi altında, şehrin bir halk meclisi, bir senato ve ihtiyar meclisi vardı. 76 ve 77 yıllarındaki depremler ve MS. 116 yılındaki Yahudi isyanları ile şehir tahrip olur.

Daha sonra, ada Antakya vilayetine bağlanır ve Salamis limanı, Suriye gemilerince ilk uğrak liman olduğundan, şehirde bir ferahlama görülür. 232 ve 342 yıllarındaki depremler, şehre yine büyük zararlar verir.

Bundan sonra, Bizans imparatoru Konstantinus, şehri küçük bir planda inşa ettirerek, Constantia Constantinus adını verir.

Şehir Kıbrıs’ın baş şehri olarak Baf’ın yerini alır.

Daha sonra, şehir MS. 647 yılındaki Arap akınları ve yer sarsıntıları nedeniyle terk edilerek, bugünkü Mağusa şehrini oluşturan bölgeye halk göçmek zorunda kalır.

Kıbrıs Gazimağusa Salamis Sur ve Limanlar

Sur ve Limanlar

Şehrin: kuzey, güney ve batı kesimlerinde yer alan surların yanı sıra, şehir merkezini çevreleyen ikinci bir surun varlığı da tespit edilmiştir.

Şehrin merkezini çevreleyen surların, MS. 7’nci yüzyıldaki Arap akınlarına karşı inşa edilmiş olabileceği düşünülmektedir.

Şehrin güney doğusunda, Salamis şehrinin en eski limanı vardır. Bu limanın kuzey ve güneyi, suni dalgakıranlar ile korunmaktadır. Geç Roma döneminde kullanılan ikinci limanı ise, şehrin kuzeyindedir. Bu iki limanın dışında Demetius tarafından kullanılmış olan üçüncü bir limandan da söz edilmektedir.

Kıbrıs Gazimağusa Salamis Gymnasium-Spor alanı

Gymnasium-Spor Alanı

Alanın, güney girişindeki döşeme üzerindeki yazıttan anlaşıldığı gibi: şehrin kuzeyinde, şimdiki Roma Gymnasium’unun bulunduğu yerde: Helenistik döneme tarihlenen bir Gymnasium vardı.

Doğu revağının da burasının bir zamanlar bahçe olarak kullanıldığını gösteren bir yazı bulunmaktadır.

Yer sarsıntıları sonucu yıkımlar olması nedeniyle Gymnasium, Augustus döneminde tamir ettirilmiş ve doğu revağı eklenmiştir.

Gymnasium’un orta alanında bir Augustus heykeli bulunmaktaydı.

Dört tarafı korint başlıklı, sütunlu revaklarla çevrili alanın, kuzey ve güney uçlarına ilave edilen birer yüzme havuzunun çevresinde heykeller vardır.

Burada bulunan bazı heykel ve sütunlar MS. 4’ncü yüzyıldaki yer sarsıntılarından sonra, tiyatrodan buraya getirildiler.

Heykellerin neden başsız olduğu konusunda çeşitli teoriler olmasına rağmen, belki de en inandırıcı olanı: heykellerin vücutlarının önceden yapıldığı, başların ise sonradan sipariş üzerine yapıldığı doğrultusundadır.

Bir başka teori ise: başların yer sarsıntıları yüzünden koptuğu ve erken yapılan arkeolojik kazılarda yadigar olarak götürüldüğü yönündedir.

Günümüzde, kuzey yüzme havuzunun çevresinde bulunan heykeller, MS. 2’nci yüzyıla aittir. MS. 332 ve 342 yıllarındaki depremlerle yeniden yıkılan Gymnasium, Erken Bizans döneminde Konstantinus tarafından Salamis hamamları olarak yeniden yaptırılmıştır.

Kıbrıs Gazimağusa Salamis Tiyatro

Tiyatro

Gymnasium’un güneyinde bulunan yapı: muhtemelen Roma İmparatorluğunun ilk yıllarına rastlayan Augustus döneminde yaptırılmıştır.

1-2’nci yüzyılda: değişik bir plan uygulamasıyla son şeklini almıştır. 4’ncü yüzyıldaki yer sarsıntılarıyla yıkılan tiyatronun taşları, hamamların inşaatında yapı malzemesi olarak kullanılmıştır.

Sahne binası, orkestra ve oturma yerlerinden oluşan bu tiyatronun, 15 binden fazla seyirci aldığı tahmin edilmektedir.

Çeşitli odalar ve koridorları içeren sahne binası, oyuncular tarafından soyunma ve giyinme yeri olarak kullanılmasının yanı sıra, oyunlara fon teşkil etme görevi de görmekteydi.

Freskler, nişler, heykeller ve sütunlarla süslü bu görkemli yapının günümüze dek, sadece temelleri gelmiştir.

Orta kısımda yer alan orkestranın ortasında Dionysos’a adanmış bir sunak ve Marcus Aurelius Commodos ile Caesar Constantius ve Caesar Maksimianus’a adanmış, silindirik iki sütun kaidesi bulunur. Oturma yerleri, 50’den fazla sıra ihtiva etmesine karşı, günümüze çok az bir kısmı gelmiştir. Orta kısımdaki boşluk, şeref locasıdır. Oturma yerlerinin bir kısmı restore edilerek günümüze ulaşmıştır.

Kıbrıs Gazimağusa Salamis Roma Villası

Roma Villası

Tiyatronun güneyindedir.

Bir zamanlar iki katlı olan bu yapı, sütunlu bir giriş, bir iç avlu ve geniş bir oturma odasından meydana gelmiştir.

Öteki odalar avlunun iki yanında bulunur. Kazı sırasında, burada, merkezi bir figürün etrafını çevreleyen, hayvan tasvirleriyle bezenmiş mozaik döşemeli bir platform tespit edilmiştir.

Kampanopetra Bazilikası

Bazilika: MS. 4’ncü yüzyıl, erken Hıristiyanlık döneminde inşa edilmiştir. Dört yanı sütunlu revaklarla çevrili bir iç avludan oluşmaktadır. Avluda bir su kuyusu vardır.

Orta bölümde: piskoposun kürsüsü ve rahip yerleri vardır. Apsisin arkasında hamam olduğu izlenimi edinilen bir kalıntı gurubu görülür. Bu odalardan birinin tabanında oldukça güzel bir mozaik yer alır.

St. Epiphanios Bazilikası

Kıbrıs’ın bilinen en büyük bazilikasıdır. 368-403 yılları arasında Salamis’teki piskoposluk makamını elinde bulunduran Aziz Epiphanios tarafından inşa ettirildiği söylenen Constantia Metropolit Kilisesi’nin bu olduğu tahmin edilmektedir.

Birbirine bitişik iki bazilika ile bazı odalardan oluşan bu yapı kompleksi: Ortaçağda bazı ilaveler görmüştür.

Batıdaki en büyük olan 14’erden iki sütun dizisi ile üç sahına ayrılmıştır.

Apsiste piskopos ve rahiplerin oturdukları sıralar vardır.

Bu bölümün iki yanındaki odalar, rahiplerin cübbelerini giymeleri ve ayin sırasında kullanılan eşyaların saklanması amacıyla kullanılmıştır.

Bu bazilikanın güney duvarına bitişik olan güney ucundaki ikinci bazilikanın doğu ucunda, mermer kaplamalı boş bir mezar vardır. Bu mezarın içerisinde bulunan kıymetli hediyelerin MS. 10’ncu yüzyıl başlarında imparator Ferasetti Leo VI (MS. 886-912) tarafından İstanbul’a götürülmüş olabileceğine inanılmaktadır.

Su Deposu-Vouta

MS 627-640 yılları arasına tarihlenen bu yapı, Agora’nın kuzey ucundadır. Kanallarla Değirmenlik’ten (Kythrea) gelen su: borularla bu depoda biriktiriliyordu. Günümüzde su kemerlerine ait bazı kalıntılara, Yeniboğaziçi Köyünün arazisinde rastlanır. Su deposunun alt kısmı toprak içinde, üst kısmı ise açıkta inşa edilmiş olup, tonozlu tavanı hacimli üç payanda tarafından taşınmaktaydı.

Agora-Taş Forum-Pazar Yeri

Bu yapı, su deposunun güneyindedir.

Ortadaki boş alan ve bunun iki yanındaki sütunlu revakları bulunan, sıra halindeki dükkanlardan oluşan bu yapı: Salamis’in hem toplantı hem de alışveriş merkeziydi.

Dükkanların önünde yer alan revaklar güneş ve yağmurdan koruma görevi görmekteydi.

Augustus döneminde (MÖ. 22 yılından önce) restore edildiği, ele geçen gri mermerden yapılmış bir friz üzerindeki Latince yazıttan anlaşılmıştır.

Zeus Tapınağı

Salamis şehrinin ana tapınağı olan ZEUS Salaminios’a ait olabileceğine inanılan bu yapının çok az kısmı, günümüze gelebilmiştir.

Agora’nın güney ucunda yüksek bir kaide üzerinde bulunan tapınağa, Agora yönündeki basamaklarla ulaşılıyordu. 1890 yılında yapılan kazılarda ele geçirilen bir kitabede, Augustus’un karısı Livia şerefine Zeus Olympios’a ithaf edildiği belirtilmektedir.

Kıbrıs Gazimağusa Barnabas Manastırı ve Kilisesi

Kıbrıs Gazimağusa Barnabas Manastırı ve Kilisesi

 

BARNABAS MANASTIR VE KİLİSESİ

Salamis’te doğmuş Yahudi bir ailenin oğlu olan, St. Barnabas, Kudüs’te eğitim gördükten sonra Kıbrıs’a döner ve Hıristiyanlığı yaymak için MS. 45 yılında St. Paul ile çalışmaya başlar.

Bu faaliyetlerden dolayı vatandaşları tarafından öldürülüp, cesedi denize atılmak üzere bir bataklığa saklanır. St.Barnabas’ın öğrencileri olayı izleyip cesedi Salamis’in batısında bir yer altı mağarasına gömerler ve göğsüne de St. Barnabas’ın el yazısıyla yazdığı St.Matthex incilinin kopyasını koyarlar. Cesedin yeri bilinmediğinden uzun yıllar gizli kalır.

Bu yer, MS. 477 yılında, Kıbrıs Piskoposu Anthemios’un rüyasına girer ve mezarın açılmasını ister. Mezar açıldığında, St. Matthew incili dolayısıyla, St. Barnabas teşhis edilir.

Bu keşif sonrasında, kalıntılar piskopos Anthemios ile ekibi tarafından İstanbul’daki Bizans imparatoru Zeno’ya teslim edilir. Bunun üzerine, imparator Zeno (MS.474-491) Kıbrıs Ortodoks Kilisesine bağımsızlık verir ve Barnabas’ın cesedinin bulunduğu yere, görkemli bir manastır ile kilise yapılması için de para yardımında bulunur.

Böylece, MS. 5’nci yüzyılda manastır ile kilise inşa edilmiş olur. Ancak, inşa edilen manastır ile kilise, MS. 7’nci yüzyılda başlayan Arap akınları sırasında yakılıp yıkılır. Bu kilisenin kalıntıları, şimdiki kilisenin doğusundaki apsisin çevresinde halen görülmektedir.

Manastır, bugünkü şeklini 1756 yılında Başpiskopos Philotheos döneminde almıştır. Kilisenin çan kulesi ise burada görevli olan üç kardeş papazın mali katkılarıyla 1958 yılında inşa edilmiştir. Aziz Barnabas’ın ceset kalıntılarının bulunduğu yer altı mezarı, manastırın yaklaşık 100 metre doğusundadır. Mezarın üzerine küçük bir kilise inşa edilmiştir.

St. Barnabas İkon ve Arkeoloji Müzesi

St. Barnabas Manastırında, bir kilise, orta avlu ve avlunun üç yanında bir zamanlar papazların yaşadığı odalar vardır.

1991 yılında, mevcut kilise “İkon Müzesi” ne, manastır odaları da “Arkeoloji Müzesi” ne dönüştürülmüştür. 29 Mayıs 1992 tarihinde ise ziyarete açılmıştır.

St. Barnabas kilisesinde çoğunluğu MS. 18’nci yüzyıla tarihlenen zengin bir ikon koleksiyonu vardır. Manastırın avlusunda bulunan bazalt değirmen Enkomi yerleşim bölgesinden, diğer sütun ve taşlar ise Salamis’ten gelmiştir.

Papazların yaşamlarını sürdürdükleri odalar ise restore edilerek bir Arkeoloji Müzesi haline getirilmiştir.

Arkeoloji Müzesinde, Kıbrıs’ın Neolitik Döneminden başlayarak Roma Dönemine kadar uzanan çeşitli eserler sergilenmektedir. Ayrıca tunç ve mermer eserler de bulunur.