Turistik özellikleri çok öne çıkmayan Karadeniz kıyısında, güzel bir kıyı ilçesidir.
ULAŞIM
İlçe Karadeniz kıyısında olmasına rağmen iskele ve liman olmadığı için, deniz yolu ulaşımı yoktur. Karadeniz Sahil yolu ilçeden geçer. Eynesil, Giresun arası uzaklık: 72 km. Eynesil, Görele arası uzaklık: 13 km. Eynesil, Beşikdüzü arası uzaklık: 10 km. Eynesil, Trabzon arası uzaklık: 58 km.
Giresun Eynesil
TARİHİ
Eynesil ve tüm Doğu Karadeniz sahilleri, MÖ 63 yılında Roma egemenliğine girer. 1204 yılında ise, yöre, Trabzon imparatorluğu hakimiyetine girer. 1461 yılında ise Osmanlılar gelir. Yöreye gelen ilk Türk toplulukları Çepnilerdir. Günümüzde sahilde yaşayanlara, Giresun’un iç kesimlerinde yaşayanlar Çepni derler.
Cumhuriyetin ilanıyla Görele’ye bağlı bir köy olarak bulunan Eynesil, 1953 yılında ise bucak olmuştur. 1960 yılında ise ilçe olur. İlçenin isminin nereden geldiğine dair herhangi bir bilgi ve kaynak yoktur. Ancak muhtemelen Eynesil ismi “iyi nesil” kelimesinden türetilmiştir.
Paşalar bölgeye geldiklerinde burada çok iyi karşılanmışlar ve yörede yaşayan nesil için “ne iyi nesil” demişlerdir. Bir diğer söylenti, Türklerin, “İne” yahut “Eyne” isimli bir beyin öncülüğünde yöreye gelmiş olmalarıdır. Bu yüzden yöreye “İnesi” ismi verilmiş, sonra değişerek Eynesil olarak günümüze ulaşmıştır.
Giresun Eynesil
GENEL
Eynesil, Giresun ilinin bir ilçesi olarak kuzey kıyı şeridinde, Trabzon’a sınır konumdadır. Ancak kıyı şeridinde doğal sığınak yoktur. Arazi yapısı dağlıktır, bu yüzden ulaşım olumsuz etkilenir. Bitki örtüsü olarak 600 metre yüksekliğe kadar: fındık, kestane, kiraz, gürgen ve ceviz ağacı yoğundur. Yörede tipik Karadeniz iklimi hakimdir.
Bol yağış olması nedeniyle, geniş bir bitki örtüsü bulunur. Halkın geçim kaynağı tarımdır. Özellikle fındık ve çay tarımı yapılır. Balıkçılık da etkilidir. Sanayi tesisi olarak yörede çay ve fındık ile ilgili fabrikaları bulunmaktadır.
Giresun Eynesil Kamil Nalbant Meslek Yüksek Okulu
EYNESİL KAMİL NALBANT MESLEK YÜKSEK OKULU
Giresun Üniversitesine bağlıdır. 2016 yılında vefat eden Eynesilli merhun iş adamı Kamil Nalbant’ın katkılarıyla yapılmıştır. 2008 yılında eğitime başlamıştır.
Giresun Eynesil Denize girilecek yerler
DENİZE GİRİLECEK YERLER
Boztepe Altı Plajı hemen kalenin altındadır. Buraya Eynesil kale plajı da denir.
Giresun Eynesil
GEZİLECEK YERLER
MERKEZ CAMİİ
İlçe merkezindeki cami, giriş kapısı üzerindeki kitabesine göre, 1904 yılında yaptırılmıştır. Sonradan, cami birtakım ilavelerle genişletilmiştir. Dikdörtgen planlıdır. Minare sonradan eklenmiştir. Sonradan eklenen mekanlar, yenilenen mahfil, minare, minber ve kürsü gibi birimler nedeniyle, özgünlüğünü kaybetmiştir. Sadece doğu ve güney cepheleri özgünlüğünü korumaktadır.
Giresun Eynesil Kalesi
EYNESİL KALESİ
İlçenin 2 km doğusunda Boztepe Mahallesindedir. MÖ 670’li yıllarda yöreye gelen Miletoslular tarafından Karadeniz kıyısında yapılan birçok ticaret kolonisinden biridir. Kale, kayalık bir yarımada üzerindedir.
Kıyı kalesidir. Kalenin ortasında bulunan duvar, kaleyi ikiye böler. Duvarın ortasında, kalenin deniz tarafında kalan kale bölümüne geçişi sağlayan, 2 metrelik bir açıklık bulunur. Kale 2001 yılında restore edilmiştir. 1978 yılında kale tescil edilerek koruma altına alınmıştır.
Kalede 30 metre yükseklikte deniz feneri bulunuyor. Özellikle çevreye hakim manzarası ilgi çekmektedir, bence mutlaka gidin ve görün.
Giresun Eynesil Aralık Köyü Cami ve Mezarlığı
ARALIK KÖYÜ CAMİİ VE MEZARLIĞI
İlçe merkezine bağlı 11 km uzaklıktaki Aralık köyündedir. Giriş kapısı üzerindeki kitabeye göre, 1838 yılında yaptırılmıştır. Ancak kim tarafından yaptırıldığı belli değildir. Caminin girişi, kuzey cephesindendir. Atkı taşlı basit bir girişi vardır.
Caminin üstü, çinko saçla kaplı kırma çatılıdır. Sonuç, yakınına yapılan yeni bir cami nedeniyle, bu cami günümüzde kapalı ve harap haldedir. Caminin yakınında bulunan mezarlıkta, 19’ncu yüzyıldan kalma üç tane mezar taşı ilgi çeker.
Giresun Eynesil Dizgine Yaylası
DİZGİNE YAYLASI
İlçe merkezine 13 km uzaklıktaki Belen köyü sınırları içindeki yayla, sahilden 1000 metre yüksektedir. Her yıl geleneksel olanak Mayıs ayının ikinci haftasında yayla şenlikleri yapılmaktadır.
Giresun Tirebolu hakkındaki gezi yazım için Tirebolu
Doğankent, Giresun arası uzaklık: 77 km. Doğankent, Kürtün arası uzaklık: 23 km. Doğankent, Tirebolu arası uzaklık: 34 km.
TARİHİ
Orta Asya’dan göç eden Çepniler bu bölgeye yerleşerek ilk yerleşim yerini kurmuşlardır. 1914 yılında Ruslar tarafından ilçenin bir kısmı işgal edilmiştir. İşgal 15 Şubat 1918 tarihinde bitmiştir. Belde, 1961 yılında Harşıt ismi iptal edilmiş ve Doğankent adını almıştır.
1971’de kıyıdan kuş uçuşu 40 km kadar içeride bulunan, o dönemdeki adı ile Harşit, günümüzdeki ismi ile Doğankent ilçe merkezinde Hidroelektrik santralı kurulmuştur. Bu santralın varlığına bağlı olarak Doğankent’in önem kazanması, buradan kıyıya uzanan yolun daha işlek hale gelmesini sağlamıştır.
1990 yılında ise, İlçe statüsü kazanmıştır. Yörenin eski isimleri “Kültün-i Zir” ve “Manastır Bükü” ile “Harşıt” dir. Doğankent ismi verilmesinin sebebi ise “Doğan besleme alışkanlığı” dır.
Giresun Doğankent
GENEL
Karadeniz sahiline 30 km uzaklıkta Gümüşhane il sınırındadır. Giresun ve Gümüşhane arasında bağlantı yoludur. İlçe Harşıt Çayı vadisinde kurulmuştur. Çok sayıda akarsu vardır. İlçenin en büyük özelliklerinden birisi de dışarıya yoğun göç vermesidir. Bu kişiler bayramları ve yaz tatilinde ilçeye geri dönerler ve yaylalarda şenlikler düzenlenir, ortam hareketlenir.
Giresun Doğankent
GEZİLECEK YERLER
Giresun Doğankent Dandu Belen Kalesi
DANDU (BELEN) KALESİ
Kale: İlçe merkezine bağlı Süttaşı (eski ismi Dandu) Mahallesindedir. Mahallenin isminin kaynağı beyaz renkli granit taşlarının çokluğudur. Kale: Süttaşı Mahallesinin Belen mevkiinde bulunduğu için “Belen Kalesi” olarak da biliniyor.
Bazı kaynaklarda ise “Andon Kalesi” isim geçer. Süttaşı Mahallesinde kalenin yakınlarına kadar araba ile çıkılıyor, sonra kaleye ulaşmak için 15-20 dakikalık bir yürüyüş gerekiyor.
Kale: Harşit vadisine tepeden bakan bir yerdedir. Muhteşem bir zirve üzerine kurulmuştur. Harşit çayının kollarından birisi olan Kavraz deresini ve Doğankent ilçesiyle Dergözü köyünü görmek mümkündür. Kalenin yapılış tarihi ve yaptıranlar bilinmiyor.
Ancak bölgeye ilk yerleşenlerin Urartular olduğu bilindiğinden kalenin de bir Urartu yapısı olduğu tahmin ediliyor. Kaleyi yaptıran olarak ise kesin olmamakla birlikte “Andon” adında bir Rum olduğu rivayeti vardır.
Kalenin içinde bulunan kilisenin çanının da, “dan-dun” çalması nedeniyle kaleye “Dandu” kalesi isminin verildiği de söylenmektedir.
Evet günümüzde burada bir kaleden ziyade kale kalıntısı var. Fındık, kestane ve çam ağaçları ve diğer bitkiler, kale kalıntılarını tamamen örtmüş durumdadır. Bazı ağaçlar kesilerek belli kısım ortaya çıkarılmıştır.
Ancak resmi bir arkeolojik araştırma yapılmamıştır. Ama gerçekten olağanüstü doğasıyla görülmeye değerdir. Buraya çıkınız, tarihi kalıntılar az olsa da muhteşem manzaranın tadını çıkarınız.
Giresun Doğankent Harşit Vadisi
HARŞİT VADİSİ
Dar bir havzaya sahip olması nedeniyle Harşit çayı, Gümüşhane Merkezinden geçerken sıkışan su kanalı görüntüsünü, kendi adını verdiği “Harşit Vadisi” adı ile özdeştirir. Vadi: Tirebolu ilçesinin Körliman mevkiinden başlayıp Gümüşhane’ye kadar uzanan toplam 114 km uzunluğunda derin bir vadidir.
Karadeniz’i, İç ve Doğu Anadolu ya bağlayan en önemli bir geçiş yoludur. Tarihi süreçte Saka Türkleri, Avarlar, Bizanslılar, Romalılar, Urartular ve Cenevizliler, bölgede yaşamışlardır. Türkler, Harşit çayı vadisine 900’lü yılların başından itibaren gelirler. Türkmen boyları, bölgeye Güvende kapısından girerler.
Giresun Doğankent Harşit Vadisi
Günümüzde Güvende kapısında, Türklere ait birçok kalıntı bulunmaktadır. Bunlar: yerleşke kalıntıları, at (Cirit meydanı) sporları yapılan alan ve ibadet (Semah kıranı ve Kırklar Meydanı) yerleridir.
Diğer görülebilecek yerler: Asarkaya yaylası, Sarı Baba’nın mezarı (Şeyh Hasan Ali’nin kardeşi) da görülebilir. Ayrıca Uzun Hasan’ın eniştesi ve Şah İsmail in dedesi Şeyh Cüneyt’in mezarı da Güvende’nin güney yönünde Pinti Yaylası mezarlığındadır.
Bugünkü Güvende, ismini Güvenç Abdal’dan “Güvendi” olarak almıştır. Ancak zamanla değişerek günümüze “Güvende” olarak gelmiştir.
Giresun Doğankent Harşit Vadisi
Harşit vadisi: Kavraz’dan Yukarı Kazıkbeli’ne: Yaşamaklı yolundan Kazıkbeli’ne, Kazıkbelinden Karagöl’e, oradan da aşağıya Acısu’ya, oradan Güvende yaylasına ve Maşatalanı yaylasından Çamuralanından Aşağı Doğankent’e kadar uzanıyor.
Harşit vadisi, buranın özellikleri ve güzellikleri, başka yerde yoktur. Vadide: köyler, dereler var, derelerde alabalık tutuluyor. Çeşmeler, obalar var, yol boyunda doğal olarak yetişen ve yenen mantarlar, ısırgan otu, kekik çayı, yaban mersini, kuş burnu, kızılcıklar var.
Harşit vadisi tarihinde ilginç bir olay var. Ruslar Türkiye’yi işgal ettiklerinde, Harşit vadisine kadar geldiler, ancak burada Topal Osman ve arkadaşları büyük bir direniş göstererek Rusların vadiyi geçmesine engel oldular.
Giresun Doğankent Harşit Vadisi
Harşit vadisi ve uluslararası İran kara yolu üzerinde, 1960’lı yıllarda kurulan Hidroelektrik Santralı, her yıl Mayıs ayının son günlerinde, yaylalardaki karların erimesiyle fazlalaşan suyun tahliyesini yapıyor.
Bu anlarda ise ortaya muhteşem görüntüler çıkıyor. Her yıl sadece 15 gün görülebilen Hidroelektrik santralinin su tahliyesi ile oluşan 150 metrelik dev yapay şelale muhteşem bir görüntü sunuyor.
Şelalenin ortaya çıkmasıyla doğal bir klima oluşuyor ve 28 derecelik sıcaklık 15 derecelerde hissediliyor. Yüksek koni gibi bir tepeden neredeyse tepe zirvesine yakın bir yerden çıkan su görsel bir manzara oluşturuyor.
Evet, Harşit vadisinde 20’nci yüzyıl ortalarında araç trafiğine açılan yol, vadi yamaçlarının birbirine yakın olması nedeniyle geçit vermez bu yüzden sarp araziler günümüzde 21 tane tünelle geçilmektedir.
Giresun Doğankent Kavraz Vadisi
KAVRAZ VADİSİ
İlçe merkezine 15 km uzaklıktadır. İlçe merkezine bağlı Süttaşı Mahallesi üzerinde gidilir. Kavraz deresi yol güzergahıdır. Deniz seviyesinden yükseklik 1170 metredir.
Giresun Doğankent Kavraz Vadisi
Kavraz yolu: vadi boyunca Doğankent ilçesinden başlayarak Gümüşhane’nin Kürtün ilçesine bağlı Kazıkbeli yaylasına kadar uzanır.
Giresun Doğankent Çatalağaç Şadı Şelalesi
ÇATALAĞAÇ (ŞADI) ŞELALESİ
İlçe merkezine bağlı ve 5 km uzaklıktaki Çatalağaç köyündedir. (eski ismi Şadı)
Çatalağaç köyü: Doğankent-Kürtün kara yolu üzerinde Harşit vadisi Tabiat Parkı içerisindedir. Şelale: vadi içinde bulunan Eriklidere ırmağı üzerindedir. Tabiat ve tabiat olaylarının meydana getirdiği bir şelale olması nedeniyle önem kazanmaktadır.
Şelale, yaklaşık 20 metre yüksekten akar. Yanına yaklaşıldığında suyun akışının meydana getirdiği sis ve serinlik hissedilir.
Doğal güzelliği ile dikkat çeken şelale, kanyon boyunca birçok küçük şelale ve göller oluşturarak akmaktadır. Şelalenin hemen altında, 1700’lü yıllardan beri vadi boyundaki halka hizmet veren su değirmeni bulunuyor.
Giresun Tirebolu hakkındaki gezi yazım için Tirebolu
İstanbul ve çevresi; MÖ. 1’nci bin yılda; yoğun bir yerleşim hareketlerine sahne olur. Önce; Trakya’dan gelen göçmenlerin yerleşimi görülür. MÖ. 7’nci yüzyılda ise; Yunanistan’dan gelen kolonicilerin, bunlarla birleştikleri görülür.
Yani; “Byzantion” adıyla anılan ilk yerleşme de; Trakya’dan gelenlerin izleri daha yoğundur. Ancak; yine de, bu ilk yerleşme hakkında, belge ve bilgi bulunmamaktadır.
Kent; konumu ve çevresi sayesinde zenginleşmiş ve tarih içinde, bu durumunu koruyabilmek için, her türlü siyasi manevrayı yapmış. Dönemin siyasi dengelerine göre: Perslerin, Yunanlıların, Makedonyalıların ve daha sonra da Romalıların egemenliğine girmiş. (MÖ.6’ncı yüzyılda; Pers kralı Darius’un; ordularını boğazdan geçirmek için, gemilerini yan yana dizerek, ilk boğaz köprüsünü yaratmış olması, yazılı belgelere geçmiştir. )
Bazen de, hatalı siyasi tercihler, felaketle sonuçlanmış. Şöyle ki, Roma döneminde, kent; imparator Septimus Severus’a karşı; yanlış kişiyi destekleyince, imparator intikam almak için, kenti, yerle-bir ettirir.
Ancak; imparator Severus, daha sonra yaptıklarına pişman olur. Kenti, daha görkemli şekilde yeniden yaptırır. Bu dönemden, günümüze, yalnızca, Sultanahmet Meydanındaki Hipodromun temelleri kalır.
Tarihi süreç içinde
Roma imparatoru Konstantinus; imparatorluğu daha iyi idare edebilmek için; Doğu’da, Roma dışında, ikinci bir başkent kurmak ister.
Dönemin ünlü kentlerinden; Troya, Nikomedia (İzmit) gibi adayları düşündükten sonra Byzantion’da karar verir. MÖ. 330 yılının Mayıs ayında, kent, “Konstantinopolis” olarak yeniden kurulur.
Yeni kentin sınırları; 6 km. karelik bir alana yayılır. İmparatorluğun çeşitli yerlerindeki insanlar, zorla göç ettirilerek, kente getirilir. Hatta, kente gelmeyi cazip hale getirmek için, uzun yıllar “ekmek” bedava dağıtılır. Roma’dan gelecek olan yöneticiler için, manzaralı villalar yaptırılır.
Evet; yeni kent yani Konstantinapolis; 7 tepe üzerine kurulur. 14 idari bölgeye ayrılır. İmparator Konstantinus; kenti görkemli hale getirmek için, her türlü gayreti sarf eder. O zamanda, dünyanın her yerinden önemli sanat eserleri toplatır ve kentsel alanları süsler.
Hipodrum’daki yılanlı sütun ve dikilitaş, bu çabalara örnektir. İmparator Konstantinus; o zamana kadar hep takibe uğramış olan Hıristiyanlığı; serbest bir din haline getirir.
Kentin, önemli bir Hıristiyanlık merkezi olması için; dini açıdan önem taşıyan kutsal emanetleri toplar, bunları yeni yapılan kiliselere koydurur. Ancak; MS. 337 yılında ölür ve ardında, kocaman bir şantiye ve bitmemiş sayısız proje bırakır.
Daha sonra; I. Theodosius dönemi başlar. MS. 4’ncü yüzyılın sonunda, daha önce yarım bırakılan projelerden bir kısmı sürdürülür. MS. 381 yılında; kent, Patrikhane merkezi haline gelir. MS. 395 yılında, I. Theodosius’un ölümü üzerine, oğlu Arkadius, imparator olur. Arkadius, Doğu Roma’nın ilk imparatoru vasfını da taşır.
Kentte; nüfus hızla artmaktadır. Bu nüfusa yer bulmak için, imparator II. Theodosius zamanında, kent genişletilir. O zaman yapılan surların sardığı kent; 20’nci yüzyıla kadar, ölçülerinde ve yerleşim alanlarında değişim göstermeden sürer. 12 km. karelik alana yayılan kentte yaşayan insanların sayısının ise 200 bin olduğu sanılmakta.
MS. 6’ncı yüzyılda
kent, en zengin zamanını yaşar. Ancak; 20’nci yüzyılın sonuna kadar süren en önemli eksiklik: sudur. Kentin doğal su kaynakları, hiç bir zaman yeterli olmaz. Suyu, uzaktan getirmek ve muhafaza etmek gereklidir.
Su; yaklaşık 200 km. uzaklıktaki Istıranca Dağlarından getirilir. 4’ncü yüzyılda, zorla buraya getirilmiş olan halk, çok fazla kalabalıklaşıp nüfus 500 bine ulaşınca, bu sefer, kente, yeni insan göç dalgasının gelmemesi için, önlemler alınmaya başlanır.
Bu dönemlerde, bir yandan da, yüzbinlerce kişiyi öldürecek olan veba salgınları görülür. Veba denilince; bir yerde okumuştum. Veba; girdiği bir yerde, nüfusun tam tamına yarısını öldürür. Yani; gerek sayısal ve gerekse cinsiyet bakımından, tam yarısı. İlginç olan bu notu, paylaşmak istedim.
Evet, devam ediyorum. Kent; Bizans imparatoru İustinianus döneminde, hala antik bir Roma kenti görünümündedir. Ancak, yeni dinin, Hıristiyanlığın yerleşmesiyle, bir Hıristiyan başkenti haline gelir. Sokaklardaki törenler, daha ziyade, dini geçitler şeklindedir.
MS. 8 ve 9’ncu yüzyıllarda; yeni dinin etkin olması nedeniyle, saray ve kilise arasında çatışmalar görülmeye başlanır. MS. 11’nci yüzyılda ise, nüfus yine yoğunlaşır ve 500 bin rakamlarına ulaşır. Artık kullanılmayan kiliselerin ve forumların taşları; sökülerek, yeni nüfus için inşa edilen yapılarda kullanılmaya başlanır. Bunun sonucunda ise, kent, yavaş yavaş eski görüntüsünden yani Roma kimliğinden uzaklaşır.
Bu aradaki dönemde; Batı Roma ile olan ilişkiler kötüleşir. MS. 11’nci yüzyılda, Doğu Roma yani Konstantinapolis, Papa tarafından afaroz edilir ve ilişkiler tamamen kopar. Ancak; aynı dönemde, doğuda Selçukluların tarih sahnesine çıkması ve Bizans imparatorluk birliklerinin ardı ardına aldığı yenilgiler sonucu Anadolu’daki toprak kayıpları; Bizanslıların batıdaki Hıristiyanlarla yeniden ittifak kurmalarına sebep olur. Bu yüzyılda; İstanbul’a gelen haçlılar, kente alındıklarında, kentin ve sarayın zenginliği ve kentsel alanlardaki organizasyonlara hayran kalırlar.
1204 yılında ise, yeni bir seferle bölgeye gelen haçlılar, kenti işgal ederler. İmparator ve Patriği kovarlar. Düşünün; kendi aralarında kavga ediyorlar. Latin işgali diye bilinen bu olay; 1261 yılına dek, 57 yıl sürer. Bu dönemde, şehir, ciddi şekilde yağmalanır. Birçok sanat eseri yok edilir. Kiliselerde bulunan kutsal emanetler çalınıp Venedik ve Avrupa’nın diğer şehirlerine kaçırılır. 1261 yılında; Bizanslılar, yeniden kenti ele geçirirler. Ancak; ekonomi, onarılmaz darbeler almıştır.
Bütün bu siyasi ve ekonomik felaketler üzerine bir de veba salgınları eklenince, kentin nüfusu 80 binlere düşer. Bu dönemde, kente gelen, büyük gezginler: boş arazilerden, manastırlara çekilmiş nüfustan söz ederler.
Bir zamanlar; büyük toprakların başkenti olan kent, artık, ancak kendisini idare edebilen bir kent-devlet olmuştur. Osmanlılar; kenti kuşattıklarında, kentteki nüfus, kenti kuşatan Osmanlı ordusundan sayısal olarak daha azdır.
Evet, kuruluşundan, 1123 yıl sonra, yine bir Mayıs ayında, İmparator Konstantinus döneminde, kent, Fatih Sultan Mehmet tarafından, tarihe gömülür.
OSMANLI DÖNEMİ
Evet, kent, 1453 yılında, Fatih Sultan Mehmet tarafından ele geçirilir. Fatih; kendisini Konstantinus veya İustinianus gibi kent için önemli olmuş imparatorların yerine koyar ve kendi külliyesi ve türbesini, bu imparatorların mezarların üzerinde bulunduğu kilisenin yerine inşa ettirir.
Müslümanların, kentin ticaret bölgesine yerleşmelerini sağlamak için, öncelikle, bugünkü Kapalı çarşının bulunduğu bölüme, Mahmut Paşa Külliyesi yaptırılır. Anadolu yakasına ise; Üsküdar’a, Rumi Mehmet Paşa külliyesi yaptırılır. Fatih; Müslüman bir başkent inşa etmeye başlar.
Zorunlu göçlerle, kentteki nüfusu arttırmaya çalışır. Ortodoks ve Ermeni Patrikhanelerinin tekrar kurulmasına müsaade eder. Rumlara ait kiliselerin bir kısmını, Ermenilere tahsis eder. Yahudiler de, göç ettirilerek, kentin değişik semtlerine yerleştirilirler.
İtalya’da ki gibi, duvarlı gettolar oluşmamasına rağmen, yine de dini guruplar kendi aralarında kalmayı tercih ederler. Özellikle Galata; tüm etnik gurupların birlikte yaşadıkları bir bölge haline gelir.
Takip eden tarihi süreç incelendiğinde; Beyazıt döneminde; antik ve Hıristiyan kentten ayakta kalan izlerin silinmeye başladığı görülür. 15’nci yüzyılın sonlarına doğru, İspanya’dan kaçan Müslümanlar ve Yahudiler için kentte iskan izini verildiği görülür. Dolayısı ile, kentteki Yahudi sayısı önemli ölçüde artar.
16’ncı yüzyılda; Kanuni Sultan Süleyman döneminde; zenginlikler başlar. Saray için çalışan Mimar Sinan, saray mensubu kişilere, birçok yapı tasarlar.
17’nci yüzyılda; kente, anıtsal yapı olarak, Sultan Ahmet Cami ve külliyesi ile Eminönünde’ki Yeni Cami Külliyesi eklenir.
18’nci yüzyılda; Lale Devriyle birlikte, İstanbul’un çehresi değişir. Lale Devri; tutuculuktan dolayı Osmanlı imparatorluğundan uzak tutulan matbaa gibi buluş ve çeşitli araçların, kente geldiği bir dönemdir.
Bu dönemde; Osmanlı idaresi, Batı’ya daha farklı bakmaya başlar. Batı ile yoğun ilişkiler kurulur. Kentteki mimari yapılar incelendiğinde; hem Doğu’dan ve hem de Batı’dan izler görülür.
19’ncu yüzyılda; kaybedilen Rus savaşlarından sonra, Hıristiyanlar için istenilen özgürlükler ve Yunanistan’ın bağımsızlığını alması gibi gibi olaylar; Osmanlı imparatorluğunu, Tanzimat sürecine götürür. Fetihten itibaren yasak olan kilise inşaatlarına yeniden başlanır. Hatta, yasak olan çanların çalınmasına bile izin verildiği görülür.
20’nci yüzyılda; İstanbul, göç ve savaşlardan kaçan insanların yığıldığı bir kent haline gelir. Yenilgiye uğranılan savaşlarda kaybedilen topraklardan gelen insanların sayısı çok fazladır. Rus devrimi de, önemli sayıda beyaz Rus’un İstanbul’a gelmesine sebep olur. Çeşitli yerlerden gelenler, beraberlerinde, değişik kıyafetler, değişik yemekler, alışkanlıklar ve değişik dillerini de getirirler. Kentin, renkliliği artar.