Mersin Yenişehir: Mersin ilinin şehir merkezindeki dört ilçesinden birisidir. Yüzölçümü bakımından en küçük ilçedir. Yenişehir ilçesi, Mersin il merkezindedir.
TARİHİ
İlçenin tarihi, Mersin ili tarihiyle aynıdır. Yenişehir Belediyesi, 1993 yılında kurulmuştur. 2008 yılında ise Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde bir ilçe olmuştur.
GENEL
İlçenin güneyinde Akdeniz, kuzeyinde otoban, doğusunda Müftü deresi, batısında Mezitli ilçesi bulunmaktadır. İklim olarak Akdeniz iklimi hakimdir ve buna bağlı olarak yazları sıcak ve kurak, kışları ise ılık ve yağışlı geçer. Kültür, spor, eğitim merkezleri ve AVM’ler yoğundur, genç nüfustan oluşan ve genellikle gelir seviyesi yüksek kişiler ikamet eder. İlçede yaşayan insanların geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır.
GEZİLECEK YERLER
MERSİN MARİNASI
Adnan Menderes Bulvarı Eğriçam Mahallesindedir.
Marina, 2011 yılında tamamlanarak hizmete girmiştir. Burada denizde 500 yat ve karada 500 yat bağlama kapasitesi vardır. Bu rakamlar dikkate alındığında ülkemizin ve Doğu Akdeniz bölgesinin en büyük marinasıdır. Marina bünyesinde: spa, restoran, bar, yat kulübü ve spor merkezi gibi sosyal tesisler vardır. Ayrıca: yatçılar için yat gereçleri satan mağazalar, çamaşırhane, süpermarket, özel park yerleri, kablosuz internet hizmeti de verilir.
ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ
Limonluk Mahallesi, 13 Caddede bulunmaktadır.
Toplam 13 salondan oluşmaktadır. Opera, bale ve orkestra, tiyatro, Türk halk müziği ve Türk Sanat Müziği prova salonları, amatör tiyatro, halk müziği ve sanat müziği folklor çalışma salonları bulunmaktadır. Burada “Mersin Uluslararası Müzik Festivali” ve sık sık konserler düzenleniyor, mükemmel bir salon, Mersin’de yaşıyorsanız mutlaka gidiniz. Otopark sıkıntısı da yok.
HZ. MİKDAT (MUĞDAT) CAMİSİ
Muğdat Semtindedir.
Önce biraz Hz Mikdat’dan söz edelim. Esved b. Abdüyegüs tarafından evlat edinildiği için kendisine “Mikdat b. Esved” denir. Mekke’de İslamı ilk kabul edenlerden olup Hz Muhammed’in yanında savaşmıştır. İslamiyet’in en önemli savaşlarından Bedir, Uhud, Hendek, Hayber ve diğer savaşlara katılmış, bu savaşlarda peygamberin okçuları arasında yer almıştır. Peygamberimizin sancaktarı olup katıldığı deniz aşırı bir savaş sonucu mezarının bulunduğu yerde şehit edilmiştir. Halk arasında Mikdat’ın burada şehit düştüğü ve mezarının da buraya yapıldığı şeklinde yaygın bir inanç vardır.
Gelelim caminin yapımına
Caminin temeli 1987 yılında atılmış ve 5 yıl sonra 1992 yılında ibadete açılmıştır. Klasik Osmanlı ve Selçuklu mimarisi tarzında yapılmıştır. İlk yapılmasının ardından, cemaata yetmemesi nedeniyle ilave olarak 1000 kişilik bir bölüm daha eklendi ve 2 minare daha yapıldı. Cami 6 minaresiyle dikkat çeker. Minarelerin uzunluğu 81 metredir. Türkiye’de bulunan 6 minareli 3 camiden biridir. Diğerleri: İstanbul Sultanahmet, Adana Sakıp Sabancı Camileridir. Aynı zamanda Cumhuriyet döneminde yapılan en büyük ikinci camidir. Birinci: Ankara Kocatepe camisidir. Camide aynı anda 10 bin kişi ibadet edebilmektedir. Yapılırken, aynı zamanda külliye olarak kullanılması da planlanmıştır ve bünyesinde: kütüphane, konferans salonu, sağlık ocağı bulunmaktadır. Binanın zemin katı, süpermarketlere kiraya verilmektedir.
Bahçesinde, İslamiyete ilk inanan sahabelerden “Hz Miktad” ın türbesi bulunur. (yalnız bu bilgi kesin değildir, cami görevlileri bunu teyit etmiyorlarmış.)
MERSİN KÜLTÜR PARK
Burada yani park içinde 7 km uzunluğunda bisiklet ve yürüyüş yolu vardır. Ayrıca: kıyıda dinlenme ve eğlence yerleri bulunur.
Kültür Parkın hemen yanında: Muğdat camisi bulunuyor.
Mersin İdman Yurdu Meydanı
Mersin Kültür Parkının giriş kapısı olarak kullanılan “Aslanlı Kapı” günümüzde yoktur. Çünkü 2011 yılında, Ekim ayında Mersin Büyükşehir Belediyesi tarafından “Mersin İdman Yurdu Meydanına” dönüştürülmüştür. Meydan Mersin İdman Yurdu’nun ambleminin ve kırmızı-lacivert renklerin ağırlıklı olacağı değişik bir meydandır.
Müze, Pazartesi hariç, haftanın her günü saat: 09.00-17.00 arasında ziyarete açıktır. Müze kart geçerli değildir. Yetişkin giriş ücreti 12 TL, öğrenci girişi ücretsizdir. Müze: 2010 yılında ziyarete açılmıştır. Ülkemizde açılan dördüncü deniz müzesidir. Müzede: Türk deniz harp tarihine ait 500 parçadan fazla obje bulunmaktadır. Ayrıca 800 kitaplık bir kütüphane bulunur.
Barbaros Ana Sergi Salonu
Deniz harp tarihi konusunda, kronolojik bilgi verilmektedir.
Sergi salonunda:
Gemi modelleri, sancak, arma, askeri kıyafetler, silahlar ve yağlı boya tablolar sergilenmektedir.
Nusret İnteraktif salonda:
Efsane Mahmudiye, Kahraman Hamidiye, Preveze ve Barbaros Hayreddin Paşa, tarihin akışını değiştiren Nusret Mayın Gemisi, Milli Mücadele döneminin kahramanı Gazi Alemdar ve Yavuz Muharebe kruvazörü hakkında digital ortamda bilgiler verilmektedir.
Açık sergi alanı:
Türk Deniz Kuvvetlerinde kullanılmış, yüzer unsurlara ait: top, lancer, radar, torpido, mayın, su bombası gibi objeler ile denizaltı modelleri, Refah gemisinin tahliye botu sergileniyor. Ayrıca yine burada “Gözneli Gök Mahmut” anıtı sergileniyor.
YENİŞEHİR FUAR MERKEZİ
Mersin Üniversitesi Yenişehir Kampüsü karşısında Gazi Mustafa Kemal Bulvarı üzerindedir.
Merkezde: açık ve kapalı alan bulunmaktadır. Ayrıca: 2 kafeterya, 200 kişilik lokanta, 8 büro ve oldukça büyük bir otopark alanı vardır. Günümüzde: Mersin şehrinin “Fuar Kenti” olarak anılmasını sağlayacak birçok organizasyon sürdürülmektedir. Tarım ve gıdadan mobilya ve ev tekstiline, otomobil ve deniz araçlarından yapıya, güzellik ve bakımdan eğitime kadar birçok fuar düzenlenmektedir.
DEĞİRMENÇAY (ERÇEL) KÖYÜ
Eski ismi Erçel köyü olan Değirmençay köyü, ilçe merkezinin 22 km kuzeyindedir.
Manavşa Kalesi
Değirmençay köyündeki kaleden geriye pek bir kalıntı kalmamış, kalan kalıntılar da define avcıları tarafından kazılmıştır. Bugün burada birkaç yerde kayalara oyulmuş kaya mezarları görülebilmektedir ancak resmi herhangi bir araştırma yapılmadığından, kale hakkında bilgi de yoktur.
Başnalar Kalesi
İlçe merkezinin 15 km kuzeybatısında İnsu Mahallesindedir.
Mahalle içinden stabilize bir yolla, kaleye 300 metre yakına kadar ulaşılır, sonra yürüyerek gitmek gerekir. Kalenin üç tarafı vadiyle çevrilidir. Diğer tarafı yani doğusu ormanlık ve dağlıktır. Kalenin üç kulesi bulunmaktadır. Duvar örgü sistemi görüldüğünden kalenin Bizans döneminde yapıldığı düşünülmektedir.
EMİRLER MAHALLESİ
Gelincik Tepesi
Burada yamaç paraşütü yapılır. Hatta Çukurova bölgesinin tek yamaç paraşütü mekanıdır.
Mersin Akdeniz: İlçe Mersin il merkezindedir. Akdeniz ilçesiyle Adana havaalanı arasındaki uzaklık 69 km dir. Demiryolu bağlantısı vardır. Mersin Limanından, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine feribot ve Taşucu Limanından Deniz otobüsü seferleri yapılmaktadır.
TARİHİ
İlçe Mersin il merkezinde kurulu olduğundan ve uzun bir tarihe geçmişe sahip olduğundan: tarih, kültür ve doğal varlıklar açısından oldukça zengindir. 2008 yılında yürürlüğe giren bir kanunla, Mersin ili merkez ilçesinin 4 ilçeye bölünmesiyle Akdeniz ilçesi oluşmuştur.
GENEL
Mersin ilinin en büyük ilçesidir. Kuzeyinde Toroslar, güney batısında Yenişehir, doğusunda ise Tarsus ilçesi bulunur. İlçe genellikle düz arazi üzerine kurulmuştur. İlçe, Mersin ilinin ekonomisinin lokomotifi durumundadır. Temelini ise, sanayi, lojistik, ticaret, hizmet sektörü ve tarım sektörü oluşturur. Bölgede Mersin Serbest Bölgesi, Mersin Limanı, Mersin-Tarsus Organize Sanayi Bölgesi (MTOSB) ve ayrıca birçok sanayi tesisi, lojistik firması bulunmaktadır.
KAZANLI-TARSUS TURİZM MERKEZİ
Akdeniz ilçesinde bulunmaktadır. Burada yeni oluşturulan kıyı turizm yolu: 15 km uzunluğunda ve 28 metre genişliğindedir. Bu ölçülere göre Türkiye’de bir ilktir. Çünkü ülkemizdeki turizm yolları tek şerit olarak yapılmıştır. Bu yol ise, çift yön olup her iki tarafında 3.5 metrelik kaldırımlar bulunmaktadır. Yani sadece araçlar değil yayalar için de oldukça keyifli bir yol olacaktır. Yol tamamlandığında, çift gidiş-gelişe sahip olacak ve havaalanına gayet kolayca ulaşılacaktır. Ayrıca bu yeni yapılan yolda orta refüj bulunacaktır. Alan ışıklandırılacak ve ağaçlarla süslenecektir.
Tarsus-Kazanlı sahil bandı, elbette sadece yol değil, 3 milyon metre karelik alanda: uluslararası standartlara uygun 2 golf sahası, kongre merkezi, sağlık kompleksi ve 7.600 yatak kapasiteli konaklama tesisleri yapılacaktır. Planlanan 7.600 kişilik yatak kapasitesinin 15 bin yatak kapasitesine çıkarılması düşünülüyormuş.
Sonuçta, burası proje tamamlandığında, Doğu Akdeniz bölgesinin en önemli turizm merkezi haline gelecektir. Ancak, 20 yıl önce (1997 yılında) turizm alanı ilan edilen ve yol-alt yapı çalışmaları tamamlanan bölgeye yatırım gelmemesi projenin tamamlanmasını olumsuz etkiliyor. Aslında 20 yıllık süreç oldukça uzun, yazacak çok hikaye var ama ayrıntılara girmenin anlamı yok, umarım en kısa zamanda turizme ilgi duyan firmalar buraya gelip yatırım yaparlar.
MERSİN SERBEST BÖLGESİ
1987 yılında Türkiye’nin ilk serbest bölgesi olarak faaliyete başlamıştır. Mersin Serbest bölgesi 1986 yılında Bakanlar Kurulu Kararı gereği MESBAŞ şirketine verilmiştir. Halen serbest bölgede 435 firma faaliyet göstermekte ve bu firmalarda 10 kişi çalışmaktadır.
MERSİN ULUSLARARASI LİMANI
Sahip olduğu konum, kapasite ve diğer özelikleriyle: Türkiye ile birlikte Ortadoğu ve Akdeniz’in en büyük limanlarından birisidir. Türkiye’nin en büyük geri alanına sahip olan limanıdır. Liman, Adana Şakir Paşa Hava alana 69 km uzaklıktadır. Liman sahası içinde, 2 km uzunluğunda konteyner taşımacılığı sağlayacak demiryolu terminali vardır. Limanda bulunan 27 iskelenin 8 tanesi, raylı sistemle birbirlerine bağlanmıştır.
NE YENİR
Yörede farklı kültürlerin bir arada yaşaması nedeniyle mutfak kültüründe de kültürel açıdan etkileşim söz konusudur. Genellikle: acılı, baharatlı ve ekşili yemekler yapılır. Özellikle: düğünlerde kavurma, peynir böreği, bişi, şeker helvası ve cıbır ikram edilir. Ayrıca, yine bu yörenin özel yiyeceği olan “çökeleği” unutmamak gerekir. “Kavut” da önerilir. Kavut: tahıl kırması, un ve şekerle yapılan bir tür tatlıdır.
GEZİLECEK YERLER
MERTİM KULESİ
İlçenin tam merkezinde Kuvay-ı Milliye caddesindedir.
Mersin Ticaret Merkezi isminin kısaltılmışı “MERTİM” olarak bilinmektedir. Türkiye’nin en büyük gökdelenlerinden birisidir. 1987-2000 yılları arasında yapılmıştır. Depreme karşı esneme özelliği olan bir yapıdır. Tamamlandığı 2000 yılında Türkiye’nin en büyük binasıdır. 2000 yılında İstanbul Levent’de 181.2 metre yükseklikteki İş Kuleleri açılmıştır. 2014 yılında İzmir’de Folkart Towers tamamlanana kadar bu özelliğini korumayı sürdürmüştür. 52 katlıdır. 176.8 metre yüksekliktedir. Şu an da ülkemizde en yüksek 13’ncü binadır. Burası günümüzde 5 yıldızlı bir otel ve ofis olarak kullanılmaktadır. Kulenin hemen yanındaki kısımda ise Defterdarlık binası vardır. Defterdarlık binası da Türkiye’nin en büyük devlet binalarından birisidir. Burayı ziyaret ederseniz, 52’nci katta Mersin manzarasını izleyebileceğiniz bir bölüm bulunuyor.
ATATÜRK PARKI
Mersin Limanı yapılmadan önce: Akdeniz kıyısı, kent ile bitişikti.
Ancak 1950’li yıllarda Liman yapılırken, deniz dibinin taranması sonucunda ortaya çıkan malzemeler: kentin güneyine kıyıya serilmiş ve böylece İsmet İnönü Bulvarı ile Akdeniz kıyısı arasında kalan bölümde Atatürk Parkı oluşturulmuştur. Bir dönem: park Mersin ilinin kültür ve eğlence mekanı olarak kullanılmıştır. Festivaller bu parkta yapılmış ve bir dönem parka girişte bilet kesilmeye başlanmıştır. Ancak daha sonra Belediye tarafından parka giriş ücretsiz yapılmıştır.
Ancak, kent yerleşimi batıya doğru kayınca: 2011 yılında, buradan 5 km batıda, daha modern bir kültür ve eğlence merkezinin bulunduğu Mersin Marinası yapılmış ve bu park eski cazibesini kaybetmiştir. İl merkezinde, liman boyunca kuzey doğu-güney batı istikametinde uzanır. Uzunluğu 1200 metredir.
Batısında balıkçı barınağı vardır. Park alanında: kafeler, çay bahçeleriyle açık ve kapalı oturma alanları ve restoranlar düzenlenmiştir. Günümüzde park: deniz kenarındaki uzun yürüyüş parkı nedeniyle, yürüyüş yapanlar tarafından tercih edilmektedir. Ancak, özellikle 2019 yılının Ocak ayında yaşanan doğal felaket sonrasında park alanında sahil kesimi günümüzde oldukça kötü durumdadır, umarım en kısa zamanda gerekli onarım çalışmaları yapılır.
3 Ocak Atatürk Meydanı
Park içinde bulunan meydan, Mersin’in düşman işgalinden kurtuluş günü olan 3 Ocak ismini taşımaktadır ve 2018 yılında hizmete açılmıştır. Meydanda zemin çalışmalarında: Denizli traverteni, bazalt ve kumlama karo kullanılmıştır. Meydanın merkezinde: Toros dağlarını işaret eden ve 3 metrelik bir beton kaide üzerine granit mermer ile kaplanmış, üzerinde Atatürk’ün sözlerinin bulunduğu 4.5 metrelik Atatürk heykeli bulunmaktadır. Ayrıca alanda 4 adet aslan heykeli de bulunuyor.
Saat kulesi
Meydanda bulunan saat kulesi 24 metre yüksekliktedir. Mevcutta dışı teneke şeklinde olan saat kulesinin üzeri, kaplanmış ve saat kulesinin en üst kısmına da “Mersin” yazısı yerleştirilmiştir. Saat kulesinde, saat ile birlikte havanın sıcaklık derecesinin görülebileceği bir düzenek yerleştirilmiştir.
Refah Şehitleri Anıtı
Atatürk Parkı içindedir.
2’nci Dünya savaşı öncesinde, İngiltere’ye çeşitli gemiler ve uçak filosu sipariş edilmiştir. Bu gemiler ve uçak filosu, savaş sırasında bitirilmiş ve gerek bu gemileri yurda getirmek için 150 denizci ve gerekse uçak filosunu getirmek üzere seçilen 21 havacı: 23 Haziran 1941 tarihi akşamında Refah gemisiyle Mersin’den Mısır İskenderiye şehrine hareket ederler.
Mersin’den hareketin üzerinden 5 saat sonra, gece saat: 22.30 sıralarında Kıbrıs Karpat Burnunda hangi ülkeye ait olduğu hiçbir zaman anlaşılamayan bir denizaltı tarafından, Refah şilebine bir torpil atılmış, şilebin omurgası kırılmış ve ikiye bölünmüştür. Gemi 4 saat sonra batar, son parçası Mersin’den 40 mil kadar açıkta, gece saat; 02.30 gibi sulara gömülür. Gemi telsizleri çalışmaz, ayrıca yeterli sayıda kurtarma botu yoktur. Bunun sonucunda, batan gemide 15 deniz subayı, 68 deniz astsubayı, 43 deniz eri, 25 şilep personeli ve 16 havacı hayatını kaybeder.
Faciadan sadece 31 kişi kurtulur. Ferah şilebini batıran denizaltının hangi ülkeye ait olduğu hala sırdır. O dönemde Almanlar İngilizleri, İngilizler Almanları suçlamıştır. Çünkü: Türkiye, o dönemde 2’nci Dünya savaşında tarafsız kalmış, Almanlar veya İngilizler, Türkiye’yi kendi taraflarına çekebilmek için böyle bir rezaleti yaratmışlar ve suçu karşı tarafa atmışlardır. Bu arada Fransızlar da suçlanmış, yine aynı dönemde bir İtalyan denizaltısı komutanı, bir gemi batırdığını üstlerine rapor etmiş, ancak bu raporda belirtilen gün ve saat, Refah şilebinin batışı ile uygun bulunmamıştır.
Evet, o dönemde ordumuzun en seçkin askerlerinden oluşan bu şehitlerimizi anmak için, faciadan 31 yıl sonra, dönemin Mersin Belediye Başkanı ve Valisi tarafından bu anıt yaptırılır. Anıt 23 Haziran 1972 günü açılır.
Anıtın bir yüzünde Refah Faciasına, diğer yüzünde ise Ertuğrul Faciasına ait yazıtlar bulunur. Ertuğrul faciasından da kısaca söz etmekte yarar var. Sultan II. Abdülhamit, Japonya ile diplomatik ilişkileri geliştirmek için Amiral Osman Paşa kumandasındaki “Ertuğrul” harp gemisini bütün olumsuzluklara, geminin eski olmasına rağmen, Japonya’ya ziyarete göndermiştir. Ziyaret olumlu geçmiş, ziyaret bitip gemi İstanbul’a dönmek üzere yola çıktığında, 16 Eylül 1890 günü, öğleden sonra çıkan ani bir tayfun sonucu kayalara çarparak batmıştır. 581 Türk gemisi şehit olmuştur. Japon imparatoru Showa, olayın olduğu yere bir anıt yapılmasını emretmiş ve 1937 yılında anıt dikilmiştir. Yani, Mersin Atatürk parkında bulunan bu anıtın bir benzeri de: Ertuğrul Faciasına atfen, Japonya-Oşima adası Kaşimozaki kayalıkları (Ertuğrul gemisinin battığı yer) üzerinde bulunmaktadır. Ertuğrul gemisinde de, 540 deniz subayı, astsubayı ve eri şehit olmuştur.
Üçüncü yüzünde ise, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın mesajı okunmaktadır.
Mersin Kongre ve Sergi Sarayı
Atatürk Parkının doğu kesimindedir. Liman bölgesinde Valilik binasının karşısında yapay bir göl üzerine oturtulmuştur. 2008 yılında yapılmıştır. Kongre merkezi bünyesinde 1000 kişi kapasiteli bir salon ve iki adet daha küçük salon bulunur. Geniş bir otopark ve yapay gölet çevresinde çay bahçeleri bulunmaktadır. Kongre merkezi, üç tane ahşap iskele ile, deniz kenarındaki yürüme yoluna bağlanır.
Açık Hava Tiyatrosu
Kompleksin batısında, Kongre merkezinin yanında 2000 seyirci kapasiteli bir açık hava tiyatrosu vardır.
METROPOL İŞ MERKEZİ
İlçe merkezinde, Mahmudiye Mahallesi, Kuvay-ı Milliye caddesindedir. Bir zamanlar şehrin en önemli iş merkezlerinden birisi olmasına rağmen, son dönemlerde bir harabe görünümündedir. Boşaltılmış dükkan ve gece kulüpleriyle doludur. Duyduğuma göre, Mersinliler burayı güvenlik açısından tercih etmiyorlarmış, neyse daha fazla ayrıntıya girmeden bir zamanların gözde iş merkezinin son durumu bu diyelim ve kapatalım.
BEZM-İ ALEM VALİDE SULTAN ÇEŞMESİ
Eski caminin köşesindedir.
Bezm-i Alem Valide Sultan: Osmanlı döneminde, Mersin’in yeniden il olmasında önemli rol oynamıştır. Sultan adına yaptırılan çeşme, şehrin en eski İslami dönem yapısıdır. Çeşmenin üstünde bulunan kitabesinde, Sultan Abdülaziz tarafından Sultan Abdülmecit’in annesi adına, 1861 yılında yaptırıldığı yazılıdır. Ayrıca Sultan Abdülaziz’in tuğrası görülebilir. Üçgen alınlığı ve payeleriyle yöreye özgü mimari özellikler gösterir.
ESKİ CAMİ
İlçe merkezinde Camişerif Mahallesindedir. Mersin Büyükşehir Belediye binasının doğusundadır. Cami yapıldığında deniz kıyısındadır ancak daha sonra dolgular nedeniyle deniz kıyısından oldukça içeride kalmıştır.
Mersin ilinde Osmanlı mimari yapısına sahip tek camidir. Sultan Abdülmecit’in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan adına, 1870 yılında yaptırılmıştır. Yaptıran: Bezm-i Alem Valide Sultanın üvey oğlu Sultan Abdülaziz’dir. Sultan Abdülaziz 1865 yılında burada, yukarıda belirttiğim gibi bir çeşme yaptırmış, çeşmeden 5 yıl sonra da çeşmeye komşu bu camiyi yaptırmıştır. Küçük cami, dikdörtgen planlıdır. Kesme taştan yapılmıştır. Saltanat ailesi adına yaptırılmış olmasına rağmen fazla süslü değildir. Ahşap beşik çatılı, tek minarelidir. Kubbesi yoktur. Cami, 1901 yılında onarım görmüş, 2008 yılında ise restore edilmiştir. Bu yüzden, günümüze gelene kadar özgünlüğünü büyük ölçüde kaybetmiştir.
ULU CAMİ
1898 yılında Sultan II. Abdülhamit zamanında, Saydalı Abdulkadir Seydavi öncülüğünde halk tarafından eski Gümrük Meydanında (günümüzde burası Ulu Çarşı diye bilinir.) “Yeni Cami” olarak isimlendirilen bir cami yaptırılır.
Ancak bu cami daha sonra yıktırılır ve yerine büyük ve modern “Ulu Cami” yaptırılır. Cami 3 katlıdır. Zemin katta 2000 kişilik ibadet mekanı ve son cemaat yeri vardır. Ayrıca bodrum katında 400 kişilik konferans salonu olan caminin, iç yüzeyinde ilk defa bu camide uygulanan rumi ve hatai desenli Kütahya çinisi ile profilli ve oymalı ahşap malzeme kullanılmıştır. İbadet mekanına giriş tavanında rumi desenli renkli malakari rölyef uygulanmıştır. Mihrabı çini ve ahşap karışımıdır. Mukarnaslı alçıdan yapılmış olup, üst kavsarasının yüzeyi altın varak kaplanmıştır. Caminin iki şerefeli, iki minaresi vardır.
ULU ÇARŞI
Ulu caminin yanında kurulmuş olan Ulu Çarşı, 2 katlıdır. Ulu çarşıda seçkin kuyumcular ve seçkin alışveriş mağazaları bulunmaktadır. Ayrıca, mimarisi ile de başarılı Cumhuriyet yapılarından olan Ulu Çarşı, Mersin’de görülmesi gereken yerlerden birisidir. Ulu Çarşının tam ortasında yıllardır Ulu çarşıda bulunan ve insanlardan korkmayan yabani güvercinleri besleyerek hoş anlar yaşayabilirsiniz. Mutlaka buraya uğrayın.
1884 yılında Müftü Emin Efendi tarafından buraya cami; başlangıçta hem cami, hem de medrese olarak kullanılmıştır. Yapı: Barok tarzı süslemeleri ve tuğralı mihrabı görülmeye değerdir. Mihrabı tuğladandır. Caminin doğusundaki türbede: Müftü Emin Efendi, eşi ve oğlu yatmaktadır. Son olarak 2007 yılında restore edilmiştir.
LATİN İTALYAN KATOLİK KİLİSESİ
Uray caddesi üzerinde bulunan saat kuleli kilise kompleksidir. İlk yapıldığında deniz kıyısındadır, ancak 1930’lu yıllarda denizin doldurulmasıyla kilise, denizden günümüzde 300 metre içeride kalmıştır.
1840 yılında Lübnan’da Müslüman Dürzilerle, Hıristiyan Maroniler arasında çatışmalar çıkar ve bazı Maroni aileler Mersin’e gelip yerleşirler. Ardından: adalardan, Kapadokya, Suriye ve Mısır’dan da bazı aileler buraya gelir ve yerleşirler. Yine o yıllarda Tarsus’ta bulunan Fransız Konsolosluğu Mersin şehrine taşınır. Konsoloslukla birlikte, Tarsus’ta bulunan bazı Avrupalı Katolikler de Mersin’e gelip yerleşirler. 1853 yılında Fransa’nın himayesinde Mersin’de bir kilise yapılmasına karar verilir. Tarsus’daki Fransız konsolos yardımcısı Marguillier, Mersin şehrinde İtalyan asıllı Antonio Garbini’nin sahip olduğu 10 dönümlük araziyi satın alır.
Aynı dönemde, Sultan Abdülmecit tarafından kilisenin kurulabilmesi için bir ferman yayınlanır. Kilise yapılmaya başlanır. 1854 yılında Tarsus’ta görevli Peder Antonio ile yardımcısı Peder Vincenzo: Mersin şehrine taşınırlar ve satın alanın arazi üzerine; burada bulunan Katolikler için geçici bir ibadethane ve çocuklarının eğitimi için de “Padovalı Saint Antuan Koleji” ni açarlar. Okulu Kapusien Rahipler yönetmekteydi. Kilisenin, saat kulesi kompleksiyle birlikte diğer kısımları 1898 yılında tamamlanmıştır. Kilisenin limana yakın olması nedeniyle saat kulesinin tepesine bir de deniz feneri yerleştirilir. Arazinin bir kısım Katolik Mezarlığı olarak kullanılır. Kiliseden mezarlığa bağlayan bir yol açarak ona “Kapusien” yolu adını verirler. Arazinin geri kalan bölümünde ise: tütün ve hububat ekilir, meyve ağaçları dikilir.
Mersin Katolik kilisesine bağlı olan kız ve erkek okulları, 1 Mayıs 1924 tarihinde, Cumhuriyetin ilanından sonra kapatılır. Öğretmenler Mersin’den ayrılır. 1928 yılında yeni yolların yapılmasıyla kilise bahçesinin bir bölümüne ve erkek okul binasına, devlet el koyar, kilisenin sahip olduğu araziler, okul binaları ve mezarlık alanı kamulaştırılır. 1942 yılında Tarsus Katolik Kilisesinin kapatılmasıyla oradaki kilise eşyaları ve tablolar, Mersin’e taşınır. 1945 yılında devlet, Kız Okuluna da el koyarak, orayı yetimhaneye çevirir. 1968 yılında rahip Pasquale, İtalya’ya döner. 1991 yılında ise, Mersin Kilisesi, Papa’nın isteği üzerine Katedral yapılır. Episkopos olarak, 1985-1986 yıllarında Mersin Kilisesinde görev yapmış olan Ruggero Franceschini seçilir. Kilise, halen ibadete açıktır. Özellikle bahçesi oldukça güzeldir, rengarenk çiçekler ve bitkiler dikkat çeker.
ARAP ORTODOKS KİLİSESİ
Kültür Mahallesinde Atatürk caddesi üzerinde Cumhuriyet Meydanındadır. Atatürk parkının kuzeyindedir. Kilisenin mevcut bahçesinin büyük kısmı, Atatürk Caddesinin genişletilmesi sırasında caddeye katılmıştır.
Şehirde ayakta kalarak günümüze ulaşan en eski kilisedir. Çünkü 19’ncu yüzyılını ikinci yarısında, Suriye’den çok sayıda Arap asıllı Ortodoks aile Mersin’e gelerek yerleşmiştir. Bu aileler daha çok pamuk ticaretiyle ilgileniyorlardı. Bir bölümü de deniz ticaretiyle uğraşıyorlardı. Bu ailelerin dini ihtiyaçlarını temin etmek için bir kilise yapılmasına karar verilmiştir.
Kilisenin arsası: 1849 yılında Dimitri ve Tannus Nadir tarafından bağışlanmıştır. Osmanlı devletinden izin alındıktan sonra, buraya kilise yapılmaya başlanmış ve 1870 yılında kilise tamamlanarak hizmete girmiştir. Dini bakımdan Antakya Rum Ortodoks Patrikhanesine bağlıdır. Günümüzde halen ibadete açıktır. Ancak orijinal çan kulesi yıkılmıştır, mevcut kule sonradan eklenmiştir.
TARİHİ VALİLİK BİNASI
Uray caddesi üzerindedir.
Bina: iki katlıdır ve düzgün kesme taştan yapılmıştır. Cephe: yatay hatlıdır. Cephede; Osmanlı kamu binalarında sıkça görülen anıtsal giriş vurgusu hissedilir. Orta bölümün üçgen alınlığında, dışa taşırılmış bir tanesi ortada, üç tane madalyon bulunur. Ortadaki madalyon yandakilere göre daha büyük olarak tasarlanmıştır. Burada muhtemelen Sultan II Abdülhamid’e ait tuğra bulunmaktaydı. Cumhuriyet döneminde ise, madalyon içerisine, Atatürk, ay-yıldız ve asker figürleri yerleştirilmiştir. Halen İdare Mahkemeleri tarafından kullanılmaktadır.
ATATÜRK EVİ VE MÜZESİ
Ev: İlçenin tam merkezinde, Atatürk caddesi üzerindedir. Müze Pazartesi günleri hariç haftanın her günü mesai saatleri içinde ziyarete açıktır.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk: 1925 yılında, 20 Ocak ile 2 Şubat tarihleri arasında, 11 gün eşi Lütfiye Hanım ile birlikte, burada misafir edilmiştir. Evet, bu yapı: 1897 yılında, dönemin Alman Konsolosu Chrytman (Kristman) tarafından yaptırılmıştır. Çünkü, kendisi Mersinli tüccar Mavromati’nın kızı ile evlenmiş ve bu evde yaşamıştır. Yapının mimari bilinmez ve yörede “Kristman Konağı” olarak tanınır. Kendileri şehirden ayrılınca, konak, Tahinci ailesinin mülkiyetine geçer. 1972 yılında ise Nebil Hayfavi tarafından satın alınır ve 1976 yılına kadar “Toros Koleji” olarak kullanılır. 1976 yılından sonra boş tutulan konak, aynı yıl Belediye Encümeni tarafından “Atatürk Evi” olarak düzenlenmesine karar verilmiştir. Yapı: 1980 yılında kamulaştırılmış, 1982 yılında Kültür Bakanlığına devir edilmiştir. 12 Ekim 1992 tarihinde ise “Atatürk Evi ve Müzesi” olarak ziyarete açılmıştır.
Gelelim müze yerleşkesine
Alt kat
Bu kat: “Fotoğraflarla ve Belgelerle Atatürk Müzesi” olarak hazırlanmıştır. Burada: Atatürk’ün Mersin ziyaretinde çekilen fotoğraflar ve Anıtkabir Müzesinden getirilen 22 adet kişisel eşyası sergileniyor. Bazı eşyalar ise bağış yolu ile temin edilmiştir.
Üst kat
Üst katta, salona açılan 7 odanın: iki tanesi yatak odası, bir tanesi çalışma odası, dört tanesi ise oturma odalarıdır. Burada: Etnoğrafik eserler sergileniyor.
İL KÜLTÜR MERKEZİ VE MERSİN ARKEOLOJİ MÜZESİ KOMPLEKSİ
Müze, şehir merkezinde Cumhuriyet meydanında Kültür Merkezi binasının doğu bölümündedir. Müze Pazartesi günleri hariç her gün mesai saatleri içerisinde ziyarete açıktır.
1991 yılında ziyarete açılmıştır. Müzede 3 salon bulunur. Arkeolojik ve Etnoğrafik eserler, bu üç salonda sergilenmektedir.
Birinci Salon-Taş Eserler Salonu
Burada: Roma dönemine ait mermer heykeller ve heykel başları, steller, lahit mezarlar ve ostotekler, amphoralar ve Nagidos antik kentine ait bir yazıt sergileniyor. Pişmiş kilden (Terracota) yapılmış, terliksi formdaki mezarlar, Pompeipolis antik kentinde bulunmuştur.
İkinci Salon
Burada: “Yumuktepe” kazılarından çıkarılan buluntular sergileniyor. Ayrıca: Urartu, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait: çanak-çömlek, cam ve bronz kaplar, bronz, gümüş ve altın sikkeler sergileniyor. Bunlar: kronolojik sıraya göre yerleştirilmiştir. Sikke koleksiyonunda 999 sikke sergilendiği söyleniyor. Sikke koleksiyonunda: özellikle görmenizi önereceğim “Küstüllü ören yerinden çıkarılan Bizans dönemine ait altın define buluntusu” dur. Müzenin bu salonunda: 1998 yılında “Tabiat Tarihi, Fosil, Kayaç ve Mineral” köşesi oluşturulmuştur. Bu salonda en dikkati çeken eserler: MÖ 2 binli yıllara ait, kurşun figürinler, Hitit İmparatorluk dönemi mühürleri, hayvan başlı gümüş Urartu bilezikleri, çeşitli form ve büyüklükte cam eserler, altın diadem ve küpelerdir. Ayrıca: adak amaçlı, bronzdan yapılmış figürünler ve Bizans dönemine ait çeşitli kandiller de sergileniyor.
Üçüncü Salon
Üst kattadır. Bu salonda: 446 tane Etnoğrafik eserler sergilenmektedir. Bunlar arasında öne çıkanlar: gümüş süs eşyaları, yöresel kıyafetler, peşkirler, ahşap ve madeni ev eşyaları, dokumacılık örnekleri ve çeşitli silahlardır. Burada 400 civarında etnoğrafik eser sergileniyor.
Müze Bahçesi
Bahçede çeşitli dönemlere ait taş eserler ve pythoslar sergileniyor.
MUSTAFA ERİM KENT TARİHİ MÜZESİ
Cami Şerif Mahallesi. 5219 Sokaktadır. Müze, Her gün saat 09.00-18.00 arasında ziyarete açıktır.
Müzeye, Kültür Bakanlığı tarafından 2010 tarihinde “Özel Müze” statüsü verilmiştir. Müzenin bulunduğu bina, yaklaşık 150 yıllıktır. Cumbalı bir Mersin evidir. Binanın restorasyonu: Mustafa Erim tarafından yapılmıştır. Müze: ziyaretçilere 20’nci yüzyılın ilk yarısında Mersin kentinde bir gezintiye çıktığını hissini uyandıracak şekilde düzenlenmiştir.
Müzede neler var
Müzede; 1918-1938 yılları arasında Atatürk’ün Mersin ziyaretleri ve bu ziyaretleri sırasında Mersin’de nerelere uğradığı, tarihsel olarak ve fotoğraflarla anlatılmaktadır.
Eğitim Tarihi Odası
1881-1940 yılları arasında Mersin Merkez ve İlçelerinde eğitim veren 70 civarında okuldan toplanan belgeler sergileniyor. Bunlar arasında bulunanlar: diplomalar, ders kitapları, eğitim araçları, fotoğraflar ve öğretmen sicil defterleri, öğrenci karneleri, yazışmalardır.
Mersin’in Kurtuluş Köşesi
Bu bölümde Mersin’in kurtuluş tarihi, Müdafa-i hukuk Cemiyetleri, Kuvay-ı Milliye Kahramanları, Müfreze Komutanları ve Mersin’in kurtuluşunda emeği geçenler anlatılmaktadır.
Mersin Kaleleri
Mersin’de çeşitli medeniyetler tarafından yapılmış ve günümüze kadar ulaşmış kaleler ve kuleler tanıtılıyor.
Mersin Camileri ve Kiliseleri
Mersin’deki medeniyetlere tanıklık yapan camiler ve kiliselere yer verilmiştir.
Mersin’de Yaşayan ve İz Bırakanlar
Mersin’e kültürel, sanatsal, siyasi anlamda katkı sağlamış, iz bırakmış halen hayatta olan ya da aramızdan ayrılmış olan birçok isim ve biyografileri bulunmaktadır.
TIRMIL HÖYÜK-TUMİL KALESİ
İlçe merkezinin 3 km kuzeydoğusunda, Yeni Hal Kompleksi yanındadır.
Tümülüs: 1951 yılında Veronica Seton tarafından keşfedilmiştir. Burada: 12 metre yükseklikte ve 130 metre çapında bir höyük vardır. Alçak bir tepenin üzerindedir. Höyüğün eteklerinde modern yapılar (höyüğün güney yamacında bir ev bulunmaktadır) ve tepenin üstünde ise, büyük taşlardan yapılmış bir yapıya ait kalıntılar bulunmaktadır. Bu kalıntılardan dolayı, buranın ticaret kervan yolu üzerinde bulunan bir tahkimat yeri olduğu tahmin edilmektedir. Hatta: Mersin-Tarsus arasındaki “Kale-i Hebelleç” adlı kalenin burası olduğu düşünülmektedir.
Kale
Burada: küçük bir garnizon kalesi kalıntıları bulunmaktadır. Ancak Orta çağ metinlerinde bu kaleye ait herhangi bir belge ve bilgi bulunmamaktadır. Kuzeydoğu köşede yuvarlak kule vardır. Bu kule: kale burcundaki mazgallı siperlere kadar yükselir. Bu kule ve dış yüzey taşları iyi korunmuştur. İç yüzeydeki sıvalar görülebiliyor. Dış yüzeyin taş işçiliği: Yaka, Kütüklü ve Tece kaleleriyle benzerlik gösterir. Kulenin beşik tonozu çökmüş, günümüze ulaşmamıştır. Duvarcı işçiliği, Silifke kalesinin işçiliğini anımsatır. Kuzeybatıdaki kule: 2 metre yüksekliğe kadar korunarak günümüze ulaşmıştır. Yuvarlak yüzü, doğuya döndürülmüştür. Kulenin dış yüz taşları kaybolmuştur. Ancak kuzeydoğu kulesi ile aynıdır. İki kuleyi bir duvar birleştirir ama çökmüştür, günümüze ulaşmamıştır. Kalenin merkezinde: bazı yıkıntılar ve çukurlar görülür. Çember oda, çöken duvarın parçalarıyla doldurulmuştur.
ANCHIALE (KARADUVAR) ÖREN YERİ
İl merkezinin doğusundadır.
Ünlü coğrafyacı yazar Strabon, bu şehir ile ilgili olarak yazdıklarında “Aristobulos’u kaynak göstermiş, Asur kralı Sardanapal’ın Tarsus ile birlikte Anchiale’yi bir gün içinde inşa ettirdiğini yazmıştır. Sardanapal’ın mezarının burada olduğunu ve sağ elinin parmaklarını şaklatır durumda, bir taş heykelinin bulunduğu belirtir. Ayrıca Asur dilinde yazılmış bir kitabede “Anakyndarakses oğlu Sardanapal, Anchiale’yi ve Tarsos’u bir günde kurdu. Ye, iç, neşelen, çünkü diğer şeyler bunlar kadar değerli değildir” şeklindeki metnin, parmakların anlamını açıkladığını söyler. Khoirilos da bu yazıttan söz eder: “Bütün yediklerim, başı boş düşkünlüklerim ve aşktan aldığım zevklerin hepsi benimdir, fakat bu sayısız nimetler geride kaldı.” MÖ 333 yılında Büyük İskender, Pers Kralı Darius III ile yaptığı İssos savaşına giderken, bu kıyı kenti aldı. Günümüzde ören yerinde: su kemerleri, yapı kalıntıları, höyük, Romalılardan kalma mozaikli bir hamam kalıntısı bulunmaktadır. Camili köyü yakınlarındaki İçmenin, kükürtlü suyunun bu hamama akıtılarak kullanıldığından söz edilmektedir.
DİKİLİ TAŞ
İl merkezinin 12 km kuzeydoğusunda Dikilitaş (eski ismi Bekirli) köyünün güneyindedir.
MÖ 7’nci yüzyılda Yunanlıları yenen Asur kralı Sanherip’in zafer anıtı olduğu düşünülmektedir. Pompeiopolis’ten Tarsus’a giden eski Roma yolu üzerindedir. Dikili taşın yüksekliği: 15 metre, genişliği 4 metre, kalınlığı ise 2 metredir. Bu taş konglomeradandır. Dikilitaş hakkında bir efsane vardır. Buna göre: “Tarsus’ta ve Silifke’de iki kavim vardır. Bu kavimler, aralarında süren kan davasını kaldırmak için kararlar alırlar. Kendi aramızda kız alıp, kız verelim derler. Tarsus’lu birinin kızını Silifke’den bir ailenin oğluna verirler. Tarsus’lu aile, bir bayram günü oğullarına “Silifke’ye git nişanlına bir hediye götür ve üç kal sonra gel” derler. Genç, hediyesini alır gider. Ama onbeş gün olur gelmez. Aslında delikanlının vadesi yetip dünür evinde ölmüştür. Olaydan sonra kız babası korkar ve kan davası yeniden gündeme gelir diye çekinir. Fakat olay sonsuza kadar saklanamaz. Sonuç olarak kızın babası, nasıl olsa bu duyulacak diye kendisi olayı söylemek üzere yola çıkar ve Dikilitaş’ın olduğu yerde karşılaşırlar. Kızın babası gerçeği anlatır. Delikanlının babası olaya inanır ve “16 yaşında bir oğlum vardı ham tıraş, bileydim bu dünyada ölüm var, koymazdım taş üstüne taş” der. Orada bulunan taşı hızla kaldırır. O taş öylece kalır.”
YUMUK TEPE
Yumuktepe höyüğü, ilçe merkezinin kuzeybatı kısmında Müftü deresinin doğu yakasında, Akdeniz’den kuş uçuşu ortalama 2 km kuzeyinde kalmaktadır.
Çukurova’nın batısında, ovanın daraldığı kısmının başlangıcı konumundadır. Erdemli’ye kadar daralmaya devam eden ova içerisinde, Yumuktepe kadar büyük bir höyük daha yoktur. Höyük yaklaşık olarak 250 x 200 metre ölçülerindedir. 1930’lu yıllarda kazıldığında, höyük 25 metre yüksekliktedir. Günümüzdeki yüksekliği ise, 1960’lı yıllarda höyüğün park haline getirilmesi nedeniyle 23 metreye düşmüştür. Bu dolgunun yaklaşık 11 metresi Neolitik Dönem tabakalarını içerir.
Höyük konisi toplam 4.3 hektar alana sahiptir. Höyük tek bir koniye sahip gözükse de son dönem kazılarında, güney yamaç açmaları alanında, Hitit kültür dolgusunun üzerinin, yaklaşık 2 metre arkeolojik materyal içermeyen bir dolgu ile kapatıldığı anlaşılmıştır. Bu aslında doğu ve batıda oluşan iki höyüğün arasının kapatılması durumudur. Ayrıca höyüğün doğu çeperi boyunca geçen asfalt yoldan da görüleceği üzere, höyük dolgusu bu alandan doğuya doğru devam etmektedir. Günümüzde Demirtaş Mahallesinin altında, aslında Yumuktepe’nin doğu uzantısı bulunur ve büyük olasılıkla bir aşağı şehir dolgusudur.
Doğal çevre olarak Müfte Deresinin denize ulaşmadan önce, kendi vadisi içinde yığmış olduğu alüvyal dolgu üzerinde bulunur. Aslında bunun test edilmesi gerekir. Höyük bölgesinde yapılan arkeolojik çalışmalar, vadi içinde alüvyal dolgunun varlığını ve hemen sonrasında kırmızı renkli topraktan oluşmuş dolguyu ve kalış alanlarının olduğunu gösterir.
Son yapılan kazı araştırmalarında, Müftü deresinin muhtemel eski yatakları tespit edilmiştir. Buna göre Müftü deresinin, Yumuktepe höyüğü kurulduğu zamanda, höyüğün doğusundan Akdeniz’e doğru aktığı anlaşılmıştır. Bu çalışmalarda kıyı çizgisi ve Yumuktepe’nin konumu net olarak bilinmez. Ancak Müftü deresinin batıya doğru yatak değişimi sırasında höyüğün batı eteklerinde erozyon olduğu anlaşılmıştır.
Gelelim arkeolojik araştırmalara, daha doğrusu resmi araştırmalara
Höyük, 1930’lardan itibaren birçok araştırmacı tarafından ziyaret edilmiştir. 1930 yılında höyük ilk olarak Gjerstad tarafından ziyaret edilmiştir. 1937-1939 yılları arasında, Garstang: Yumuktepe’de ayrıntılı kazı çalışmaları başlatmıştır. Sonrasında 2’nci Dünya Savaşının başlamasıyla çalışmalara ara verilir. 1946-1947 yıllarında höyükte yine çalışmalara başlar. Bu çalışmalar sonucunda, höyük, Anadolu’da tanımı yapılan ilk Neolitik yerleşim yeri olmuştur. 2001 yılından sonra, Roma La Sapienza Üniversitesinden Isabella Caneva başkanlığında, Yumuktepe kazıları günümüze kadar sürdürülmüştür. Erken Neolitik dönem dolgusu höyüğün en yüksek dolguya sahip evresidir ve 8 metredir. Neolitik dönem sürecinde, ilk yerleşim sakinleri çanak-çömleğe ve evcilleştirilmiş hayvanlara sahip bir topluluk olmalıdır. MÖ 7000’li yıllarda, çeşitli kültür bitkileri ve evcil hayvanları olan bir çiftçi topluluğu, Yumuktepe’ye gelerek yerleşmişlerdir. İlk başlarda dal ve sazlardan yapılan basit kulübeler, zamanla Orta Neolitik dönemde taş temelli yapılara dönüşmüştür. İlk önce bir köy ve daha sonra bir tepe üzerinde yüksek bir kale çevresinde teraslamalar yaparak, buralarda bir dizi konutların olduğu bir yerleşim yeri akla gelir. MÖ 7000’li yıllarda burada özellikle sığır bolca tüketilmiştir. Yumuktepe bölgesinde bulunmuş birçok tarihi kalıntı: halen Mersin Müzesinde sergilenmektedir.
KAZANLI HALK PLAJI
İl merkezinin doğusundadır. Mersin bölgesinin en iyi plajı buradadır. Şehir merkezine yaklaşık 30 dakika uzaklıktadır. Mersin-Tarsus arasında kalan bu bölgede: dinlenme tesisleri, kabin ve duşlar bulunur.
Kastamonu Küre Küre Dağları Milli Parkı: Eski ismi İsfendiyar Dağlarıdır. Bunlar: Dünya Doğayı Koruma Vakfı tarafından, Avrupa’nın öncelikli korunması gereken orman alanları olarak belirlenerek koruma altına alınmıştır. Çünkü: Küre Dağları Milli Parkı içinde, 637 bitki çeşidinden 33 tanesi, 132 memeli hayvan cinsinden 40 tanesi, 454 kuş türünden 129 tanesi nesli yok olma tehlikesi altında bulunduğundan, koruma altına alınmıştır.
Küre Dağları Milli Parkı içinde: öne çıkan doğal güzellikler: Valla Kanyonu, Çatak Kanyonu, Ilıca Şelalesi, Ilgarini mağarası ve Horma kanyonudur.
HORMA KANYONU-AMBAR GÖLÜ
Kanyon: Küre Dağları Milli Park alanı içindedir. Pınarbaşı’ndan Ilıca Şelalesine giden yol üzerinde ilerlerken, şelaleye gelmeden önce, Milli Park kapısından içeri girmek gerekiyor. Daha sonra, yolu takip ederek Hormo kanyonuna ulaşılıyor. Kanyon, Pınarbaşı ilçe merkezine 5 km uzaklıkta, Ilıca köyü yakınındadır. Burayı her yıl yaklaşık 60 bin kişinin ziyaret ettiği belirtiliyor.
“Horma” kelimesinin anlamı “duvar” demektir. Kanyonun çevresinin duvar gibi olması nedeniyle bu isim verilmiştir.
Eski zamanlarda, bu bölgede yaşayan insanlar, kayaları oyarak su kanalları açmışlar ve bu kanallardaki suyu, su ile çalışan un değirmenlerine aktarmışlardır.
Özellikle, çıkış noktasındaki doğal havuz ilgi çeker ve bir anlamda Fethiye Ölüdeniz’e benzetilmektedir.
Halen Kanyonda tadilat çalışmaları yürütülüyor, yürüyüş yapılan ahşap balkonlar ve yürüyüş yolları yenileniyormuş. Kanyonun ilk etabında bulunan ve 10 yıl önce yapılan, yaklaşık 450 metrelik ahşap yürüyüş yolu yeniden yapılıyormuş. Ayrıca: seyir terası, çocuk parkı, yöresel satış yerleri, kır lokantası, kır bahçesi, mescit, turizm danışma ofisi, kamelyalar ve ziyaretçi otoparkı yapılacakmış.
Yani, burayı ziyaret etmek isteyenler, önce kanyonun açık olup olmadığını araştırmalıdırlar. (Kaymakamlık: 03667712141 ve Belediye Başkanlığı: 03667712242)
Evet kanyonun uzunluğu, yaklaşık 3.5 km. dir. Giriş ücreti yok. Otopark sorunu yok.
Kanyonun ortasından: Zara çayı geçiyor. Bunun suları daha sonra Ilıca şelalesini oluşturuyor. Zara çayının sularının kayalardan geçerken kayalardaki kireci aşındırarak oluşturduğu derin kazan ve kuyular, gerçekten muhteşem görünüyor.
Yürüyüş yolları
Doğa ile iç içe olan kanyonda, yürüyüş mesafesi oldukça uzundur, (ahşap yürüyüş yolu 3 km. uzunluğunda, yan yana 3 kişi geçebiliyor) yapılan çalışmalar ile yürüyüş yolunun Ilıca şelalesine kadar ulaşması hedefleniyormuş. Mevcut yürüyüş yolunun yapımında, 2016 yılında 3 yıl, 30 kişi çalışmış ve yürüyüş yolunu kayalara sabitlemek için yaklaşık 50 cm boyunda 260 bin cıvata kullanılmış. Kayalar delinerek, yürüyüş yolu için platform oluşturulmuş. Yürüyüş yolunun ahşapları ve korkulukları yerleştirildikten sonra, bölgenin üst kısımlarına çelikten tel yapılarak kaya parçalarının yürüyüş yoluna düşmesi engellenmiş.
3 km uzunluğundaki mevcut yürüyüş yolunda ilerlerken, zaman zaman kanyonun tabanından 50-60 metre kadar yüksekliğe çıkılıyor. Bu bölümdeki ahşap yürüyüş yolu: demir kazıklarla sabitlenmiştir.
Yürüyüş yolu başlangıçta 630 metre rakımda iken, sonunda 450 metre rakıma iniliyor.
Evet 2 saatlik yürüyüş yolu, her ne kadar muhteşem bir doğa ile içiçe güzel anlar geçirmenizi sağlasa da, oldukça zor, sonuna kadar gitmek oldukça zahmetli, özellikle korkuluklar çok da sağlam değil, hatta yükseklik korkusu olanların kesinlikle yürüyüş yollarını kullanmasını tavsiye etmiyorum. Daha da önemlisi, bu kanyonu geçmek isteyenlerin yanına mutlaka yerel bir rehber almalarıdır.
Peki yürüyüş haricinde ne yapılabilir? Horma kanyonu, trekking için oldukça elverişlidir. Ayrıca, doğa fotoğrafçılığı da yapılabilir. Hiçbir şey yapmaz iseniz, oturup kanyonu izleyin, kuş seslerini dinleyin.
Dönüşte karnı acıkanlar için kanyon girişinde mangal yapan büfeler ve gözleme yapan kadınlar bulunuyor.
Son bir not: Pınarbaşı Belediyesi tarafından, her yıl 1-4 Ağustos tarihlerinde, Kanyon ve Doğa Sporları Festivali düzenleniyor.
ILICA ŞELALESİ
Şelale: Pınarbaşı ilçe merkezinden yaklaşık 11 km uzaklıktadır. Ilıca köyü sınırlarında bulunur.
Buraya araç ile ulaşmak mümkün, daha sonra patika yolda 15 dakikalık bir yürüyüş ile şelaleye ulaşılıyor.
Otopark 5 TL. ve ayrıca yine Ilıca Şelalesine giriş 5 TL. ücretlidir.
Ilıca şelalesi, yaklaşık 10 metre yükseklikten dökülüyor. Suyun döküldüğü yerde, doğal bir havuz oluşmuştur. Şelalenin en önemli özelliği: oluşan bu havuzun çevresinde çok sayıda ağaç ve bitki örtüsü bulunmasıdır.
Bulunduğu rakım, 450 metredir. Suyun sıcaklığı, genelde 21 derecedir.
Eğer, şelalenin akmadan önceki üst kısımlarına gitmek isterseniz: akarsuyun yıllarca akması ile kayaların aşınması sonucu kayalarda oluşan çukurlar ve oyukların güzelliğini görebilirsiniz.
VALLA KANYONU
Horma kanyonundan 14 km uzaklıktadır.
Pınarbaşı ilçe merkezine ise 26 km uzaklıktadır. Muratbaşı köyü sınırları içinde bulunan Valla mahallesine kadar yol stabilize olarak gider, daha sonra kanyona kadar olan 1.5 km lik (20 dakika sürüyor) mesafe ise, orman içi patika yoldur. Yani, ulaşım oldukça zahmetlidir. Özellikle kendi aracınız ile değil, kiralık araç ile gitmeniz önerilir.
Valla kanyonu: dünyanın en derin 2’nci kanyonudur. Yer yer derinliği 1000 metreyi bulur. (Dünyanın en derin kanyonu, Amerika Arizona kanyonudur.)
Burasının ilk keşfedilmesiyle ilgili bir hikaye var. 1995 yılında İstanbul Teknik Üniversitesinden 4 genç, bu kanyonda kaybolurlar ve yapılan tüm aramalara rağmen bulunamazlar, ancak 14 gün sonra, Cide’den sağ olarak çıkarlar ve burayı vahşi bir cennet olarak tanımlarlar, bu durum basında yer alınca, Valla kanyonu Türkiye’nin gündemine oturur ve tanınır.
Valla kanyonu: Devrekani çayı ile Kanlıçay’ın birleştiği yerden başlar. Cide ilçesi istikametinde yaklaşık 12.5 km uzanır. Yürüdükten sonra, Cide ilçesine bağlı Loş vadisi Hamitli köyünden çıkılıyor.
Yan duvar kayalarının yüksekliği yer yer 800-1300 metre arasındadır. Su çokluğu, suyun debisi ve sifonların bulunması nedeniyle oldukça riskli bir kanyondur. Bu sifonlar bazen öldürücü olabiliyor. Teknik bilgi ve eğitim olmadan girilmemesi şarttır. Daha önce, daha az su seviyesinden geçilen kanyonun su seviyesi bir süre sonra birden daha yüksek olabiliyor, yani su seviyesi sürekli değişebiliyor. Bu da yeni sifonlar ve yeni riskler oluşturuyor. Giren kişilerin tecrübeli olması ve rehber kullanması gereklidir.
Yerel rehberlerin belirttiğine göre, kanyona girdikten sonra geri dönüş mümkün değildir, çünkü derinlik nedeniyle yanlardan giriş ve çıkış mümkün olmaz, tırmanma imkanı da yoktur. Kanyonu, 5-6 kişilik ekip, 2 günde geçebilir. Kanyonda: irili ufaklı yaklaşık 40 civarında şelale bulunuyor. Kayalar arasında girdaplar oluyor. Bunlar insanı, vakumlayarak içine çekiyor ve içinden çıkmak imkansızdır. Sel ve yağışlar nedeniyle, tabanda değişimler oluyor. Suyun altında görünmeyen kayalar olabiliyor.
Bu nedenle, kanyonda akla hayale gelmeyecek kadar çok doğal tuzak bulunduğu söyleniyor. Geri dönüşü olmayan kanyonun, yüzde 60 bölümü göletlerden yüzerek geçiliyor. Kanyonun üçte ikilik bölümünü geçtikten sonra Karanlık vadi başlıyor ve burayı tek başına geçmenin kesinlikle olanaksız olduğu söyleniyor.
Kastamonu Valiliği tarafından alınan karar gereğince, kanyona 3 kişiden az ekiple girmek yasaklandı. Valla Kanyonuna girmek isteyenlerin Pınarbaşı Kaymakamlığına müracaat edip izin almaları gerekiyor.
Anıl Bakar isimli bir genç dağcı bu kanyonda kaybolmuştur. Genç dağcının bedeninin suyun dibindeki mağaralarda olduğu tahmin ediliyor. Yine bir üniversite öğrencisi genç kız, seyir noktasından düşerek hayatını kaybetmiştir. Düşmesinin sebebi: ayağındaki terlikler ve ters rüzgarlar imiş, bu kazanın ardından, buraya seyir terası yapılmış.
Seyir platformunda: Anıl Bakar’ın resmi bulunuyor. 1992 yılında, 2 kayıp gezgini bulmak için kanyona giren Boğaziçi Üniversitesi mağara araştırma kulübü ekibi, gençlerin bulunmasından sonra kanyonu geçerek bitirmişlerdir.
Seyir Terası
Öncelikle bilmeniz gerekir ki, seyir terası cam teras değil. Teras, metal üzerine ahşap terastır.
Profesyonel ekip olmadan, kanyonun içini gezmek mümkün değil, izin alınması gerekiyor. Ancak: burayı ziyaret ederseniz, mutlaka Seyir Terasını görmenizi öneririm.
Valla kanyonunda 2 farklı seyir terası vardır. Birinin yolu oldukça bozuk, ama manzarası o kadar güzel, yüksekliği baş döndürücü ve kesinlikle gidilmeye değer.
Diğer seyir terası ise, ormanlık arazide 20-25 dakika aşağıya doğru yürüyerek gidiliyor. Manzara açısından, bir önceki seyir terasından daha farklı yere bakıyor. Bunun manzarası da güzel.
Arabanızı otopark alanına park ettikten sonra, yaklaşık 1 km yürümek gerekiyor. Bu yolu az bir bahşiş vererek yardım alabileceğiniz yerel rehber kullanarak gidebilirsiniz.
Ardından 80 demir basamaklı merdivene tırmandığınızda, ahşap seyir terasına ulaşıyorsunuz. Yaklaşık 100 metre karelik bir alan, buradan 700-800 metre yükseklikten, Kastamonu dağ manzarasını izleyebilirsiniz. Ama gerçekten bu seyir terasına ulaşmak bile, oldukça zorlu bir yürüyüş gerektiriyor.
Bu kanyonda: sarp kayalıklar yanında kartal, akbaba, atmaca, doğan ve diğer birçok yabani hayvana rastlamak mümkündür.
ILGARİNİ MAĞARASI
Pınarbaşı ilçe merkezine 36 km uzaklıktadır. Buraya ulaşmak için yolun uzun bir bölümünde araç kullanılıyor, ama Sorgun yaylasından itibaren, kayalık ve dik bir orman içi patika yoldan, yaya olarak 2 saat yürümek gerekiyor.
Mağaranın girişi ilginç, kemerli bir girişi var. İçeriye girildiğinde 2 yöne ayrılıyor. Girişte: Bizans dönemine ait olduğu sanılan bir köy kalıntısı görülüyor. Sağ yöndeki düz yoldan gidildiğinde ise: su sarnıcı görülüyor. Odalar ve sarkıtlar bulunduğundan, bu bölüm “Avizeli Salon” olarak isimlendiriliyor.
Sol yöndeki yoldan gidildiğinde ise, bulunulan zeminden 250 metre kadar aşağıya derinliğe iniliyor ve bu durum, mağaranın dünyanın en derin 4’ncü mağarası olmasını sağlıyor. Yolun başlangıcından daha aşağıya inildiğinde küçük bir düzlüğe ulaşılıyor.
Buradan inerken: taştan örülmüş ve viraj şeklindeki yolda, 40 kadar dönüş vardır. Aşağıdaki düzlükte, kilise kalıntısı ve 7 adet mezarlar bulunuyor. Mezarlar: zaman içinde tahrip edilmiştir. Kafa, kol ve bacak kemikleri çevreye atılmış olarak görülür. Bundan sonra yola devam etmek için, teknik ekipman gerekir. Yani, mağaranın ulaşılabilen uzunluğu 859 metredir.
ÇATAK KANYONU
Azdavay ilçe merkezine 7 km uzaklıktadır.
Bu yolun 6 km bölümü araçla ve kalan 300 metrelik bölümü orman içinden yürüyerek gidilebilir. Aracınızı otoparka bırakabilirsiniz. Otopark 50-60 kadar araç kapasitelidir. Bayram veya tatil günlerinde, otopark ta yer sıkıntısı olabiliyor, o durumda araçlar özensiz park ediyor.
Yollar sıkıntılı değil, büyük bölümü asfalt ve kalan bölümü yani yürüme yolu parke taş döşeli, yani engebelidir, yani çocuk arabası ile gidilmesi zordur.
Çatak kanyonu, dünyanın 4’ncü en büyük kanyonudur.
Kanyon: Çatak köprüsünün 1-2 km aşağısından başlıyor. Nalbantoğlu köyünde kesintiye uğruyor ve İnönü’ye kadar tekrar kesintisiz devam ediyor.
Kanyonu yürüyerek geçmek isteyenler 7 kilometre alanı yüzerek veya bot ile geçebilirler.
Cam Teras
Cam seyir terası: 2017 yılında yapılmış ve ziyarete açılmıştır. 10 ton cam ağırlığı olan seyir terası yapımında: 25 ton metal kullanılmıştır. 60 tonluk ağırlığı taşıyabilecek kapasitede yapılan terasın, bu ağırlığı taşıması için, arka tarafında yaklaşık 900 tonluk beton ve çelik kullanılmıştır.
Cam seyir terası: kanyonun 450 metre yüksekliğinde bir yere kurulmuştur. Buradan, kilometrelerce uzayan kanyonu seyretmek mümkündür. Terasın boyu 33 metredir, genişliği 10 metredir, aynı anda üstünde 250 kişi bulunabilir. Terasın boy uzunluğunun 15 metrelik bölümü kanyon üzerindedir.
Girişler ücretli, giriş ücreti 3 TL. dir. Öğrenci 2 TL. dir.
Girişte galoş veriliyor, ayakkabılara galoş geçiriliyor. Bu galoş konusuna önem verilmesini diliyorum, çünkü cam teras, eğer galoş giyilmez ise, kısa zamanda çizilir ve aşağıdaki manzarayı sadece boşluktan seyredebiliriz. Yanınızda dürbün var ise, kanyon içindeki yaban hayvanlarını da izleyebilirsiniz.
Cam terasın hemen yanında, ahşap bir teras var, cam teras üzerindeki yakınlarınızın resmini, bu ahşap terastan çekebilirsiniz.
Terasın hemen yanında bir büfe var, burada çay, ayran, börek gibi şeyler satın alabilirsiniz. Tuvalet var.