İstanbul Kuruçeşme

kurucesme-genel-0
İstanbul Kuruçeşme

Bu yörenin Bizans dönemindeki ismi “Hestiae” dir. Bizans döneminde burada, “Başmelek Mikael” adına yaptırılmış “Anapulus Kilisesi” bulunuyormuş. Yine, yörede 5 yüzyıldan kalma Bizans mezar taşları bulunmuştur. Kuruçeşme adını: Tezkireci Osman Efendi Camisinin yanında, 17 yüzyılda yapılan Köprülü Hemşire Çeşmesinden almaktadır.

İlk zamanlar, çeşmesinden bol su akan ve yemyeşil olan bölge, Koru çeşme olarak isimlendirilmiştir. Çünkü: civardaki koruluktaki çeşmeden dolayı bu isim verilmiştir.

19 yüzyıl başında, burası İstanbul şehrinin önde gelen semtlerinden biriydi. Bu semtte padişahın özel izniyle oturulurdu. Müslüman yapıları aşı boyası, yeşil beyaz: azınlık yapıları kurşuni, sarı renklere boyanırdı.

Yükseklikleri farklı olurdu. Ulaşım ve alışveriş kayıklarla yapılır, kayıklar kişilerin sosyal durumlarına göre saptanırdı. Ulaşım kayıklarla olduğu için önceleri tepelere değil kıyılara yerleşilmiştir.

Daha sonraları 19 yüzyılın ikinci yarısında buharlı gemiler, kara yolu ve tramvay ulaşımı kolaylaştırmış, çevreyi devamlı oturulan, kalabalık bir semt haline getirmiştir.

Sık iskeleler arasındaki rıhtımda hizmetkarlar dolaşır, balıkçılar ağlarını yayar, kayıkçılar mallarını satarlardı. Sultanlara ve zamanın yüksek rütbeli kişilerine ait olan sahilhane ve köşk bahçelerine çok önem verilmiş, hatta zaman zaman Avrupa’dan bahçıvanlar getirilerek bahçeler düzenletilmiştir.

kurucesme-genel-1
İstanbul Kuruçeşme

 

Daha sonraları, çeşme kuruyup yeşillik azalınca adı da değişmiştir.

Kum ve kömür depolamak için kullanılan semtin bu kadar popüler hale gelmesi, oldukça ilginçtir. O günlerden geriye sadece bir otobüs durağı kalmıştır. O da “Kömür Tevzii” yani Dağıtım Durağıdır.

Günümüzde, Beşiktaş ilçesine bağlı bu semt, İstanbul şehrinin en pahalı ve popüler eğlence yerlerinin bulunduğu bölgede “Defterdar Burnu” denilen bir çıkıntı vardır.

Buraya “Defterdar” denilmesinin sebebi: zamanında burada 17 yüzyıl başlarında, Sultan Genç Osman döneminde Defterdar Ekmekçizade Paşanın yaptırdığı bir konak varmış. Buradan denize dökülen dereye de bu paşanın ismi anısına “Ekmekçioğlu Deresi” denilmiştir.

19 yüzyılda: iki ünlü ressam olan Osman Hamdi Bey ve Saray baş ressamı İtalyan Fausto Zonaro: bu bölgede otururlar ve sık sık birlikte kıyıda balığa çıkarlarmış.

Kuruçeşmenin diğer bir ünlü konuğu: burada bir süre oturan Yasef Nasidir.

Kendisi Sultan II. Selim döneminde, 1560 yılında İstanbul’da bulunmuş ve bir süre Sarayın ileri gelen danışmanlarından birisi olmuştur. Kuruçeşmede bulunan konakta oturan Yasef Nasi: 1583 yılında ölmüştür.

Kuruçeşme sahilinde yürüyüş yapabilirsiniz. Düzenlenmiş kaldırımlarda yürürken, sahilde demirlemiş pahalı yatların önünden geçerken, karşı yakada “Kuleli Askeri Lisesi” ni görebilirsiniz.

Kuruçeşme semtinde, günümüzde birçok kilise vardır. Yalıların çoğu ise, 13 Haziran 1919 tarihinde Fransızların Todori Paşa Yalısında çıkardıkları yangının büyümesiyle yok olmuş, ayakta kalanlar da imar hareketlerinin kurbanı olmuştur.

İstiklal Savaşı sonrasında hanedan ve azınlıkların sahipsiz bıraktıkları, arsa haline gelen bu yerler kömür deposu haline getirilmiş, ayakta durabilenler tütün deposuna dönüştürülmüş veya yıkıntı haline gelmiştir. Kuruçeşme sahilleri uzun süre kömür deposu olarak kullanılmış ve çirkin bir görünüm sergilemiştir.

1986 yılından sonra sahil, kömür depolarından temizlenerek yeşillendirilmiş, kısmen park olarak düzenlenmiş, kısmen de Naile Sultan Yalısında olduğu gibi, güzel restitüsyonlar yapılmıştır. Son imar hareketleri sırasında: Sarrafburnu yalıları önünden kazıklı yollar geçirilmiş ve kıyı kısmen doldurularak kıyı hattı ve kodu değiştirilmiştir.

AYİOS TARSİAS MANASTIRI

9 yüzyılda Patrik Tarsias (784-806) bu manastırı yaptırmıştır. Bizans hizmetindeki Peçenekler, 1048 yılında atlar üzerinde Boğazı yüzerek geçip manastır yanından karaya çıkmışlardır. 15 yüzyıla kadar durduğu bilinen manastırın Defterdarburnu ile Kuruçeşme koyu arasında olduğu tahmin edilmektedir.

surp-kilisesi-1
İstanbul Kuruçeşme Surp Haç Ermeni Kilisesi

 

SURP HAÇ ERMENİ KİLİSESİ

Yokuş üzerindeki bu kilise, daha önce yapılmış bir başka kilisenin yerine inşa edilmiştir. Eski kilise “Surp Nişan” adını taşıyordu. Patrik Kağızmanlı Zakarya döneminde, Çoban Amira tarafından yapılmıştır. 1798 yılında ise Episkopos İstanbullu Hovhannes tarafından kutsanarak ibadete açılmıştır. İnşaat giderleri, Patrik Zakarya tarafından karşılanmıştır. 1780 yılında Bedros Amira’nın eşi tarafından ana giriş kapısına yakın bir çeşme yaptırılır.

Kilise, 1834 yılında köklü bir onarıma tabi tutulur. Mimar Garabed Amira Balyan, restorasyon çalışmalarının idaresini üstlenir. Kilisenin yapımı ise Harutyun Amira Yerganyan tarafından üstlenilir.

Dikdörtgen planlı kilisede, taş ve tuğla kullanılmıştır. Ermeni kiliselerinde sıkça uygulanan, yarım silindirik tonoz tavan formuyla örülmüş kilisenin iç mekanı oldukça sadedir. Üç kısmına doğru yan çıkıntılar vardır ve plan, esas olarak bir haçı vurgulamaktadır.

Dış cephe duvarları sapsarı boyalıdır. Ermeni kiliselerinde az rastlanan bir simetri örneği bazilika planı bu kilisede kullanılmıştır. Ana apsisin iki yanında, küçük birer şapel şeklindeki hücrelerden, kuzeydeki vaftizhane, güneydeki ise kutsal eşyaların konulduğu hazine odasıdır.

Apsis önündeki sunak: ahşap işçiliği ve altın kaplama varaklarıyla oldukça dikkat çeker. Üzerine yapılmış olan aziz resimleri son  döneme aittir. Narteksten yukarıya çıkan bir merdivenle, koroya ayrılan galeriye çıkılır.

Kilisenin doğusuna 1858 yılında bir çan kulesi yapılır. 1835 yılında ise, kilisenin bitişiğine üç katlı ahşap “Tarkmançats Ermeni İlkokulu” inşa edilir. (Günümüzde kapalıdır) Bu okul kapandıktan sonra İstanbul’daki önemli korolardan birbi olan Gomidas korosuna tahsis edilmiştir. Komidas korosu: 1918 yılında Rahip Gomidas tarafından kurulmuştur.

1919 yılındaki Kuruçeşme yangınında çatı, çan kulesi ve kapıları yanan kilise yeniden onarılmıştır. Bu kez, çan kulesi, Garabed Halacyan tarafından, demirden inşa edilmiştir.

Kilise: 1975 ve 1988 yıllarında onarım görerek Patrik Şinorhk tarafından kutsanarak ibadete açılır. Kilisenin son onarımı 2007 yılında gerçekleşir ve ibadete açılır.

Kilisenin güney duvarının yanına: 1799 yılında Patrik Zakarya ve 1874 yılında Patriklik Kaymakamı Episkopos Nigogayos Agasyan defnedilmiştir.

Kilise tarihindeki önemli olaylar: Ermeni ve Gregoryan cemaatlerinin Patrik I. Bogos (1815-1823) döneminde toplanmalarıdır. Diğer önemli olay ise, 12 Ekim 1913 tarihinde, Ermeni harflerinin bulunuşunun 1500 yıl dönümünün burada kutlanmış olmasıdır.

ayios-kilisesi-3
İstanbul Kuruçeşme Ayios Dimitrios Kilisesi

 

AYİOS DİMİTRİOS KİLİSESİ

Kırbaç sokak ve Alayemini sokak arasında, eğimli bir arazi kuruludur. Burada bir kilisenin varlığı, 16 yüzyıldan beri, bazı kaynaklarda anılmaktadır.

Günümüzdeki yapı ise kitabesine göre 1789 yılında yapılmıştır. Üç yol ağzında bulunan yapı: kagir duvarlarıyla oldukça iri görünümlüdür. 1789 yılındaki yapım çalışmalarında, ustaların kalıpları erken çıkarmaları sonucu kubbe çökmüş ve altında kalan birçok işçi ölmüştür.

Bu olaydan sonra, Sadrazam Mehmet Paşanın emriyle, yakındaki Ermeni kilisesi örnek alınarak, çatı ahşaptan yapılmıştır. Dıştan 24 x 15 metre ölçülerindeki yapı, yaklaşık 11 metre yüksekliktedir.

Bu kilisenin yerinde, 1849 yılında Heybeliada’ya taşınan “Ruhban Okulu” varmış. Ruhban okulu: 1804-1849 yılları arasında burada faaliyet göstermiştir.

Rahiplik eğitimi görenler, girişte Bizans’ın sembolü olan “Çift Başlı Kartal” önünde, kilisenin öğretilerine uymaya yemin ederlermiş.

Burası Evliya Çelebinin Kuruçeşmeyi anlatırken andığı kilisedir. Kilise güzel ama burada asıl paha biçilmez olan bir ayazma vardır. Çan kulesi kuzeydoğuda, ayazma ise kuzeydedir. Batı cephesinde narteks vardır ve nartekste, cemaatin önemli kişilerinin mezarları bulunur.

ayios-kilisesi-ayazma-1
İstanbul Kuruçeşme Ayios Sotiras Ayazması

Ayios Sotiras Ayazması

Eremya Kömürciyan da 17 yüzyılda bu kiliseden söz etmiştir. Ona göre “Ayazmanın mucizeler husule getirdiği aşikar bir şeydir ve kimse onun suyuna doymamıştır”

Kilisenin içindeki ışıklandırılmış dar bir mağaradan geçilerek ulaşılan: Ayios Sotiras Ayazması vardır. Ayazmayı 1540 yılında ziyaret eden Gyllius, oldukça geniş bilgi vermiştir.

Tarihi 16 yüzyıla uzanıyor. Kaynağı 40 metre uzaklıktadır. Ayazmanın çeşmesi 1820 yılında yapılıp havuzu 1870 yılında genişletilmiştir. 17 yüzyılda Kömürciyan’ın “İmparator yapısı” olarak kaydettiği ayazmanın bugünkü kitabesinin İoanna Kuçuradi’nin çevirisine göre “Çeşmeyi ilk kez yaptıran” olarak anılan “Rahmetli hükümdar Skarlatos Kalimakhos” ifadesi vardır.

Bunun hemen yanında ise 1820 tarihi yazılıdır. Buna göre, bir dinsel otorite sahibi anlatılıyor olmalıdır. Kitabede, havuzun genişletilmesine katkı sunanlar da “zevk sahibi insanlar” olarak anılmaktadır.

Ayazmaya: yüzyıllardır damlayan su: duvarlarda kireçlenmeye yol açmış ve bu yüzden ilk görüldüğünde, kişiler, kendilerini bir mağarada imiş gibi hissederler. Hatta Pamukkale’ye benziyor. Burası: şehirde görülen en sıra dışı ayazma olarak bilinir. İstanbul’daki ayazma sayısı 100 üzerindedir. Arnavutköy civarında ise 10 ayazma var. Her Cumartesi kilisenin ayin günü ve dilekte bulunanlar, 3 Cumartesi üst üste buraya geliyorlar.

Her ayazmanın şifasının farklı olduğuna inanılıyor. Bu ayazmaya da daha çok “konuşamayan çocuklar” getiriliyor. Ayazma suyunda yıkanıp duvarda asılı olan halkalar ısırtılıyor ve bu sayede dillerinin çözüleceğine inanılıyor.

Ayazma mağarasının duvarlarındaki meme şeklindeki kabartmaların kadınlardaki meme hastalıklarına iyi geldiği ve sütü gelmeyen annelere şifa olduğu düşünülüyor. Sütü gelmeyen ve memelerinde sorun olan kadınlar, önce papaz tarafından kutsanıp, sonra meme şeklindeki mermerleri üç kez öpüyorlar.

ioannes-1
İstanbul Kuruçeşme İoannes Prodromos Kilisesi

İOANNES PRODROMOS KİLİSESİ

Kuruçeşme ve Arnavutköy’ün birleştiği yerde, yüksek duvarların arkasında, yuvarlak ahşap kubbesi olan bir kilisedir. Kuru çeşme caddesi üzerindedir. Tarihçi Hovanesyan’ın kayıtlarında “18 yüzyılda Sarrafburnu’nda “Ay Yani” adlı eski bir kilise olarak anılmaktadır. Kitabesine göre, 1835 yılında yapılmıştır.

Doğu ve batı duvarları köşelerine bitişen bir avlu içindedir. Bina “T” şeklinde planlanmıştır. Kuzey ve güney cephelerinin batısında çıkıntılıdır. Kaba yontma taştan inşa edilmiştir. Duvarlar sıvalıdır. Kilisenin ayazması: naosun kuzeybatı köşesindedir.

Naosun tavan örtüsünde, bitkisel motiflerle bezeli silmeler, kubbede ise Pantokrator İsa tasviri görülür. Ahşap ikona bölümü: orta nefin doğusundadır. Oyma ve yapıştırma geometrik ve bitkisel motiflerle bezelidir. Büyük çerçevelerde: Hz Meryem ve Çocuk İsa, Hz İsa, ikonaları yanında kiliseye adını veren İoannes Prodromos (Vaftizci Yahya) ikonası bulunur.

makbule-atadan-yalisi-1
İstanbul Kuruçeşme Makbule Atadan Yalısı

MAKBULE ATADAN YALISI

Arnavutköy tarafında, bahçe olan yere 1912 yılında Saraya yakın olan bir sarraf tarafından bir yalı yaptırılmıştır. Mahallenin adı “Sarrafburnu” buradan gelir.

Bina bir süre Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan Hanım (1885-1956) tarafından kullanılmıştır. Makbule hanım, Balkan Savaşlarından sonra annesi Zübeyde Hanım ile birlikte İstanbul’a yerleşmiştir.

Cumhuriyetin ilanından hemen sonra Ankara’ya gider. Bir süre ağabeyi Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte kaldıktan sonra Çankaya köşkü arazisi içinde kendisi için inşa edilen Camlı Köşke yerleşir ve 71 yaşında vefat eder. Atatürk, bir dönem kız kardeşi Makbule’nin yalısında kalmıştır.

fehime-hatice-sultan-yalilari-1
İstanbul Kuruçeşme Fehime ve Hatice Sultan Yalıları
hatice-sultan-yalisi-2
İstanbul Kuruçeşme Fehime ve Hatice Sultan Yalıları

 

FEHİME VE HATİCE SULTAN YALILARI

Bu yan yana bulunan iki yalı: 19 yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiştir.

Fehime Sultan Yalısı olarak bilinen, ancak asıl adı Naime Sultan Yalısı olan yapı: Sultan II. Abdülhamit tarafından, Gazi Osman Paşanın oğlu Kemalettin Bey ile evlenen üçüncü kızı Naime Sultana, düğün hediyesi olarak verilmiştir. Naime Sultanın evliliği: yalı komşusu Hatice Sultan yüzünden bozulmuş ve yeniden evlendirilmiştir.

Sultan V. Murat’ın kızı Fehime Sultan yalısı daha ileridedir.

Hatice Sultan Yalısı: Hatice Sultan’a, amcası Sultan II. Abdülhamit tarafından düğün hediyesi olarak verilmiştir. Hatice Sultan, III. Mustafa’nın kızıdır ve bu yaptırdığı bölgenin ilk yalısı “Neşetabad Sahil Sarayı” olarak bilinir.

Her iki yalı, ilk bakışta ikiz olarak sanılsa da, Hatice Sultan yalısı 2 katlı ve Naime Sultan yalısı ise 3 katlıdır.

Hanedan yurt dışına sürgüne gönderildikten sonra:

Hatice Sultan yalısı: bir süre yetimhane ve ilkokul olarak kullanılmıştır. Mülkiyeti İstanbul İl Özel İdaresine devredilen yalı: 1972-2005 yılları arasında da “Yüzme İhtisas Kulübü” olarak hizmet vermiştir.

Naima Sultan yalısı da eğitim amaçlı kullanılmak üzere devlete bırakılmıştır. Yalı bir süre boş kalmış ve 1926-1933 yılları arasında Darül Eytam yani Yetim Yurdu ve Tütün Deposu olarak kullanılmış ve 1933 yılında ise Gazi Osman Paşa Ortaokulu olmuştur.

Ancak 70 yıllık bir hizmetin ardından, 2002 yılında çıkan bir yangın sonucu kullanılmaz hale gelmiştir. Bu yangın için yapılan araştırma sonucunda düzenlenen raporda: okulun benzinle tutuşturulduğu saptanmış olmasına rağmen, suçlular bulunamamıştır. Okul bahçesi bir süre otopark olarak kullanılmıştır.

Hatice Sultan: Osmanlı hanedanının yurt dışına sürgün edilmesinden sonra, 1938 yılında Beyrut şehrinde ölmüştür. Torunu Kanize Murat: annesi Selma Hanım Sultan ve Büyük Annesi Hatice Sultanın yaşamlarını “Saraydan Sürgüne” isimli kitapta anlatmıştır.

2006 yılında ise, Hatice Sultan ve Naime Sultan Yalıları: birlikte, aslına uygun olarak restore edilmek şartı ile turizm amaçlı kullanılmak üzere kiralanmıştır.

ESMA SULTAN YALISI-TIRNAKÇI YALISI

Bu bölgenin en tanınmış mimari eserlerinden biridir. Neo-klasik üsluptaki yalının mimarı Sarkis Balyan’dır.

Yalı: Sultan Abdülaziz’in kızı Esma Sultana düğün hediyesi olarak verilmiştir. Bölgenin en büyük ahşap yalısıdır. Esma Sultan ile evlenen Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa: bu yalıda oturmuştur.

1899 yılında Esma Sultan ölünce: Sultan II. Abdülhamit yalıyı, kız kardeşi Cemile Sultana verir. Onun ölümünden sonra ise, yalı V. Murat’ın kızı Fatma Sultana verilir.

Yalı: 1915 yılına kadar Osmanlı hanedanının mülkiyetinde kalır.

1918 yılında Rum okulu olur. 1920 yılında ise büyük bir yangın geçirir. 1922 yılından itibaren tütün deposu olarak kullanılır. 1952 yılında ise marangozhane, mobilya deposu ve kömür deposu olur. 1975 yılında sahipleri tarafından satışa çıkarılır. Ancak o sırada çıkan bir yangın sonucu yanar ve sadece dış duvarlardan oluşan bir harabe haline gelir.

Bahçesi konser ve davetler için kullanılan metruk bina: 1990’lı yıllarda bir özel şirket tarafından satın alınır, dış duvarları korunup içi mekana camdan duvarlar giydirilmiş, böylece kapalı mekan elde edilmiştir.

nazime-sultan-yalisi-1
İstanbul Kuruçeşme Nazime Sultan Yalısı

NAZİME SULTAN YALISI

Kıyıda bulunan ve bölgenin en güzel yapılarından olan yalı: Sultan Abdülaziz’in kızı Nazime Sultan adına yaptırılmıştır. Hemen yanında Naciye Sultan yalısı vardır.

Yapı: dönemin ünlü İtalyan sanatçısı Raimondo D’Aranco tarafından, 1903 yılında yapılmıştır. O zamanlar daha önce hiç görülmemiş art-nouvea mimari stil kullanılmıştır. Bu stil daha sonraları Bebek semtinde bulunan Mısır Konsolosluk binasında da kullanılmıştır. Yalı: denize paralel, uzun ve bol pencereli, önünde rıhtımı olan iki katlı bir yapıdır.

19 yüzyıl sonlarına doğru, Sultan sarayları için uygulanan planlar gereğince, birbirine eşit büyüklükte harem ve selamlıktan meydana gelmiştir. Yalının giriş bölümünün üst katı, at nalı kemerli bir cephe görünümüne sahiptir.

Bu görünümü ile, Boğaziçi’ndeki Sultan yalılarından ayrılmaktadır. Girişten sonra geniş merdivenlerle çıkılan salonlar; siyah ve beyaz salonlar olarak isimlendirilmiştir. Salonların çevresinde odalar sıralanmıştır.

Cephede çok sayıdaki pencereler özel konumdaki çerçeveler içerisine alınmış ve bunlar stilize bezemelerle süslenmiştir. Yalı: Çırağan Sarayı yanınca bir süre Meclis-i Mebusan olarak kullanılmıştır.

Hanedan yurt dışına sürgüne gönderildiğinde ise, tütün deposu olarak kullanılmış ve 1923 yılında yıktırılmıştır. Yalının arazisine, 1980 yılı öncesinde kömür deposu olarak kullanıldı.

Zonguldak’tan gelen kömür gemilerle rıhtıma yanaşır ve devasa kepçeli vinçler bu kömürleri Kuruçeşme kömür deposuna boşaltır, kömür karnesi olan İstanbullular, buradan kömürlerini alırlardı. Sonrasında bir dönem Kuruçeşme parkı ve arkasından günümüzde bir balık lokantasına ev sahipliği yapmaktadır.

ENVER PAŞA-NACİYE SULTAN YALISI

Yalı günümüze ulaşmamıştır. Yalı: Şah Sultana ait olup, daha sonra Enver Paşa’ya geçmiştir. Muhtemelen 18-19 yüzyıl arasında yapıldığı düşünülmektedir. Mülk sahiplerinden alınarak Osmanlı Sultanlarına verilen diğer yalılar gibi, bu yalı da Enver Paşa’dan alınmıştır. Yalıda, uzun zaman Hamdi Paşa oturmuştur.

Ölümünden sonra Sultan II. Abdülhamit tarafından yalı Sadrazam Ethem Paşa’ya verilmiştir. Ethem Paşa: Dahiliye Nazırı olduğu dönemde yabancı misafirlerini burada ağırlamıştır.

Günümüze ulaşmadığı için, fazla ayrıntıya girmeden konuyu burada kesiyorum. Çünkü Cumhuriyetin ilk yıllarında, Kuruçeşme’deki kömür depoları yıkılırken, bu yalı da yıktırılmıştır.

tezkireci-camisi-1
İstanbul Kuruçeşme Tezkireci Osman Efendi Camisi-Kuruçeşme Camisi

 

TEZKİRECİ OSMAN EFENDİ CAMİSİ-KURUÇEŞME CAMİSİ

Kuruçeşme-Arnavutköy yolu üstünde, cadde üzerindeki bu şirin yapı; Fatih Sultan Mehmet’in tezkirecibaşısı Osman Efendi tarafından yaptırılmış ve 17 yüzyılda yenilenmiştir.

Günümüzde ibadete açıktır. Mimarının kim olduğu bilinmemektedir.

Cami: Sultan I. Mahmut’un tezkirecisi Osman Efendi tarafından yaptırılmıştır. Osman Efendinin camiyi yaşatmak için oluşturduğu vakfa ait, caminin altındaki dükkanlar, zamanla Vakıflar Genel Müdürlüğüne geçmiştir.

Yapının içi: çift sıra halinde düzenlenen bol sayıda ve büyük boyutlardaki pencerelerden alınan ışıkla, oldukça ferah bir görünüm vermektedir. Kesme taştan yapılmış kürsü kısmı üzerinde yükselen, silindirik gövdeli minaresi, tek şerefelidir. Caminin arka kısmında kitabesiz bir çeşme vardır.

Eski İstanbul resimlerinde, bu cami ve çevresinin gayet güzel olduğu görülür. Caminin hemen sağındaki dar aralık sokak: İstanbul’un en dar sokağı olarak bilinir. Bu minik sokağın genişliği sadece 90 cm. dir.

koprulu-hemsiresi-1
İstanbul Kuruçeşme Köprülü Hemşiresi Çeşmesi

 

KÖPRÜLÜ HEMŞİRESİ ÇEŞMESİ

Kuruçeşme semtinin ismi, bu çeşmeden gelmektedir.

Osman Efendi Camisinin mihrap duvarının alt köşesinde zeminde ve caddeye bakan bölümde: yapıya bitişik ve sivri kemerli bir çeşme vardır. Yapılış tarihi olarak 1683 yılı belirlenmiştir.

Çeşme: küfeki taşı ile yapılmış, mermer ayna taşlıdır. Mermer yalağı ve Selçuk yıldızı ile servi motifleri işli mermer ayna taşı ilgi çeker. Çeşmenin yanında, harimin altına denk gelen bölümde dükkanlar bulunur.

Osman Efendi tarafından yapılan bu çeşmenin suyu kuruyunca: Sadrazam Köprülü Mehmet Paşanın kız kardeşi: 1683 yılında buraya yeniden su getirilmesini sağlamıştır. Bu yüzden çeşmeye “Köprülü Hemşiresi Çeşmesi” denir.

Ancak zamanla çeşme yine kurumuş ve halk tarafından “Kuru çeşme” olarak isimlendirilmiştir. Sonradan suyu akıtılmış olmasına rağmen, ismi değişmemiş ve “Kuru çeşme” olarak kalmıştır.

Çeşme 1983 yılında restore edilmiştir. Su deposuna çevre kanalizasyon suları karıştığı için, kaynak suyu ile ilişkisi kesilip şehir şebekesine bağlanmıştır.

KURUÇEŞME HAMAMI

Yakın zamana kadar orijinal haliyle kullanılan hamam: Bostancı Ocağının Hasdal Ağası Vakfından Bostancı Hamamıdır. Yol cephesinde, üç katlı ahşap soyunmalığı ile daha çok bir konutu andırır. Arka bahçesinde kubbeli yıkanma mahalleri, külhanı vardır. Bahçesi ağaçlıktır.

KASR-I SÜREYYA KÖŞKÜ

1726 yılında, Sultan III. Selim zamanında, Tırnakçı Yalısının arkasındaki yüksek bir tepe üstüne Kasr-ı Süreyya köşkü Damat İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yörenin yamaçlarında, Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın muhteşem konağı bulunmaktadır.

RUM ÜNİVERSİTESİ

19 yüzyıl başlarında, Kuru çeşmede bir Rum Üniversitesinin bulunduğu söylenmektedir. Rum Patrikhanesi bünyesindeki bu kuruluş: 1803-1820 yılları arasında, Fener semtindeki Rum öğrencilerin yaz aylarında eğitimlerini burada sürdürmeleri için yaptırılmıştır.

Üniversitenin kurucusu ise: Divan-ı Hümayun Dragomanı yani tercümanı Dimitrasko Morozbeyzade imiş. Sultan III. Selim’in fermanıyla “Millet-i Rum Talimgahı” adıyla açılmıştır.

Dil, Edebiyat, matematik ve tıp bölümleri vardı. Mora ayaklanması sırasında, 1820 yılında okul kapatılmıştır.

su-ada-0
İstanbul Kuruçeşme Su Ada-Galatasaray Adası
su-ada-1
İstanbul Kuruçeşme Su Ada-Galatasaray Adası

 

SU ADA-GALATASARAY ADASI

Kuruçeşme sahilinin tam karşısında, denizin ortasındadır. Tekneyle geçilen adanın sahile uzaklığı 165 metredir. Bu ada, Sultan II. Abdülhamit tarafından Baş mimar Sarkis Balyan’a hediye edilmiştir. Çünkü Sarkis Balyan: Esma Sultan Yalısı ve Çırağan Sarayında başarılı olmuştur.

Balyan’ın evi de bu adadaymış. Bu yüzden, bu adaya o zamanlar “Sarkis Bey Adası” deniyormuş. Sarkis Bey’in bahçe içindeki evini ve aynı zamanda adayı: kale benzeri duvarlar kuşatıyormuş.

Evi: iki katlıymış ve çalışmalarını burada yürütmüş. Sarkis Balyan, 1899 yılında ölene dek adada yaşamıştır. Ama bu yapı, ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır.

Varisleri I. Dünya Savaşından sonra Şirket-i Hayriye vapur işletmesine kiraya vermiştir. Uzun yıllar kömür deposu olarak kullanılmıştır. Ada 1957 yılında Galatasaray Spor Kulübü tarafından satın alınmıştır.  

Dünyaca ünlü ressam Ayvazovski: Dolmabahçe Sarayı için sipariş edilen resimleri burada çizmiştir. İstanbul’un en lezzetli istiridyeleri, bu adadaki kayalıklardan toplanmaktadır.

Ada, günümüzde Galatasaray Kulübü tarafından kullanılmaktadır. Gece kulübü ve restoran kompleksi vardır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için. 

 

İstanbul Sarıyer

kalander-genel-1
İstanbul Sarıyer Kalender

 

Kalender

İstanbul Sarıyer; Yeniköy’den kuzeye Sarıyer’e doğru ilerlendiğinde, ilk olarak Kalender denen bölgeye gelinir. Bu köyde, bir zamanlar “Kalenderi dervişleri” nin tekkesi varmış. Sultan I. Ahmet döneminde, Kalender Çavuş isimli bir ileri gelen kişinin yalısı olması nedeniyle, bölgeye Kalender ismi verilmiştir.

Sultan 1’nci Mahmut, 1820’lerde çıkan Rus Savaşı için, Kalender’e “Sancak-ı Şerif” getirip, mekanı bir askeri karargaha dönüştürdü. Öte yandan, bu saygın emanetin burada bulunması, halkın bu yöreyi, saygın bir yer olarak kabullenmesine sebep oldu. Sancağın köşkte bulunduğunu bilen İstanbullular, yapının önünden geçerken, buraya asla arkalarını dönmezlerdi.

Burada ilk olarak Kalender Köşkü: 18 yüzyılda, ünlü Lale Devri Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa yaptırmıştır.

huber-kosku-1
İstanbul Sarıyer Huber Köşkü

Huber Köşkü

Huber Köşkü ile ilgili ayrıntılı bir tanıtım yazım için.

buyukdere-00
İstanbul Sarıyer Büyükdere

 

BÜYÜKDERE

Büyükdere’ye varıldığında oldukça büyük bir vadiyle karşılaşılır. Burası yani Büyükdere çayırlıkları, Haçlı ordularının İstanbul’a saldırmalarından önce mola verdikleri yerdir. Rumlar buraya “Vatikolpos” derler. Bu kelimenin anlamı “Derin Körfez” demektir.

1096 yılındaki ilk haçlı seferinin Latin orduları, bu vadilerde, Büyükdere çayırlarında, yapacakları uzun yolculuk öncesi mola verip dinlenmişlerdir. O sıralarda İstanbul’da Bizans’ın başında İmparator II. Aleksios bulunuyordu.

Bu tarihi Büyükdere çayırları, Bahçeköy su kemerlerinin bulunduğu ağaçlık tepelere kadar uzanır. Eski kasaba, vadinin hemen ortasındaydı. Bizans döneminde, bu vadiden akan “Mega Reuma” yani büyük akarsu, Türkçeleştirilerek günümüzdeki yerleşimin adı olmuştur.

1630’lu yıllarda, Türklerin “Yedi Kardeş” dedikleri 7 adet ulu çınar, çayırı süsleyen anıtsal ağaçlar olarak göz kamaştırırdı. Aslında bu ağaç, tek bir gövdede birleşen yedi kollu dev bir çınardı. 1096 yılında, I. Haçlı seferi orduları, bu dev çınarların yanında beklemişlerdir. 1204 yılında, IV Haçlı seferi adıyla İstanbul’u işgal edip yağmalayan Latinler, kralları Bouillon komutasında yine bu çayırlarda kamp kurmuşlardı. Çınara da bu nedenle “Godefroi de Bouillon” denirdi.

Büyükdere köyünün tek ulaşım aracı, diğer köylerde olduğu gibi sandallarmış. Ve deniz araçlarının Boğaz içindeki seyirleri adeta bir cümbüşü andırıyormuş.

ali-bey-cesmesi-1
İstanbul Sarıyer Ali Bey Çeşmesi

Ali Bey Çeşmesi

Büyükdere iskelesi karşısındadır. Kitabesine göre: 1602 yılı yapımıdır. Mimari üslup: klasik Türk işçiliğidir. Ancak yol düzenlemesi sırasında, 1943 yılında caddenin gerisine alınırken orijinalliğini kaybetmiştir. Çeşmenin günümüzdeki mermerden ayna taşı ve teknesinin, klasik tarz ile hiçbir ilgisi yoktur. Şehrin çeşitli yerlerine dağılmış “Hamidiye çeşmeleri” tarzındadır. Ayna taşının üstündeki bordüründe, beyaz mermer bir plakette “Ali Baba Suyu” ibaresi vardır.

karakol-binasi-1
İstanbul Sarıyer Topçu Karakolu Binası

Topçu Karakolu Binası

Muhtemelen 1897-1911 yılları arasında yapıldığı düşünülmektedir. Günümüzde viran halde bulunan bina, son yıllarda uzun süre okul olarak kullanılmıştır.

sadberk-hanim-muzesi-3
İstanbul Sarıyer Sadberk Hanım Müzesi

 

Sadberk Hanım Müzesi

Vehbi Koç vakfı tarafından 1980 yılında Vehbi Koç’un eşi Sadberk Koç anısına kurulmuştur. Türkiye’nin ilk özel müzesidir.

1950 yılında Koç ailesi tarafından satın alınmış, 1978 yılına kadar yazlık olarak kullanılmış ve 1978-1980 yılları arasında ise müzeye dönüştürülmüştür. Bahçesiyle birlikte 4200 metre karelik bir alanı kaplayan yalı, 400 metre karelik alana oturmaktadır. Giriş katında: hediyelik eşya dükkanı ve bir çay salonu bulunur.

Ana girişin tavanı: eski Roma mimarisinden esinlenilerek yapılan kartonpiyer kasetlerle süslüdür. Ahşap merdivenlerle katlara çıkılır ve duvarlar mermer taklidi kalem işi boyalıdır. Giriş katının üstündeki birinci ve ikinci kat, orta ana salonları ve bunlara açılan odalar sergileme mekanı olarak kullanılmıştır. Çatı katında ise, eser depoları, çalışma odaları ve kitaplık bulunur.

Binanın dışı yüzünde: pencere aralarındaki ahşap süslemeler, binayı diğer yalılardan ayırır. Ayrıca bina yüzeyindeki kabaralar: halk arasında buraya “Vidalı Yalı” ismi verilmesine sebep olmuştur. Çünkü bu yalıda çivi kullanılmamış, söylenenlere göre ahşap vidalar kullanılmıştır.

Müzenin koleksiyonunda: geleneksel kıyafetler, işleme, tuğralı gümüş ve porselen gibi eserler vardır. 1983 yılında Türkiye’nin en büyük kolleksiyonerlerinden olan Hüseyin Kocabaş’ın kendi koleksiyonunu buraya bağışlamasının ardından: bu koleksiyondaki arkeolojik eserlerin sergilenmesi için mevcut binanın yanındaki yarı yıkık yalı da satın alınmış ve ön cephesi aslına uygun olarak restore edilmiş ve buraya “Sevgi Gönül” (Vehbi Koç’un kızının ismidir, 2003 yılında ölmüştür) ismi verilmiştir.

Betonarme olarak inşa edilen yalının ön cephesi ahşap kaplıdır. Yan tarafı ise, ahşap taklidi mermer sıvalıdır. Önden üç ve arkadan zemin dahil dört katlı olan binanın giriş katında: çok amaçlı bir salon ve laboratuvar vardır. Ana ve ara katlarda: kronolojik bir sıra içinde, arkeolojik eserler sergilenmektedir. Sergi salonları gün ışığına kapatılmış ve vitrinler, çağdaş bir aydınlatma ile modern bir müze hüviyeti kazanmıştır.

sadberk-hanim-muzesi-5
İstanbul Sarıyer Sadberk Hanım Müzesi

 

Günümüzde müzede: 18 bin civarında eser sergilenmektedir. Bunlar arasında: MÖ 6 bin yıllarından Bizans dönemine kadar olan süreye ait: Anadolu’da yaşayan uygarlıkların maddi kültür kalıntıları, Osmanlı ağırlıklı İslam eserleri, Osmanlı dönemi dokumaları, kıyafetleri ve işlemeleri sergilenmektedir.

En üst katta: MS. 3-4 yüzyıllara ait mozaik pano ve MÖ. 2000 ait kandillerin sergilendiği sekizgen vitrin ve paraların ışık oyunları kullanılarak sergilenişi, görülmeye değerdir. Ayrıca Rahmi Koç’un sünnet yatağı sergileniyor. Çanakkale seramiklerinin güzel örneklerinin sergilendiği yer de görülmelidir.

Azaryan Yalısı Sanat Tarihi Bölümü: Burada sikkeler, İslam sanatı ve Osmanlı dönemi kadın kıyafetleri, gelenek ve görenekleri sergilenir.

Sevgi Gönül Binası Arkeoloji Bölümü: Burada Anadolu uygarlıkları, İon ve Helen uygarlıkları, Roma uygarlığı, Bizans sanatı, kandiller, süs eşyaları, heykeltıraşlık eserleri ve mezar stelleri, cam eserler, boncuklar ve sikkeler sergileniyor.

sariyer-2
İstanbul Sarıyer

 

SARIYER

Sadberk Hanım Müzesinin ardından: elçilik binaları, yanan Kocataş Yalısı, bahçesinden çıkan Kocataş suyu, Sarıyer Öğretmenevi, ardından kasır, karakol ve Sarıyer Subay Orduevi ve Sarıyer iskelesi ile Sarıyer meydanına varılır.

Meydandan içerideki camiye doğru yürüdüğünüzde, Sarıyer’in en meşhur börekçilerini görebilirsiniz. Sarıyer’in en meşhur börekçisi “Karaköy Börekçisi” ismini taşır. Çünkü daha önce Karaköy’de meşhur olan bu börekçi, daha sonra Sarıyer’e yani buraya taşınmıştır. Sarıyer’in en meşhur lezzetlerinden olan kıyma, kuş üzümü ve fıstık ile yapılan Sarıyer böreğini denemelisiniz.

Sarıyer semtinin ismi: Maden Mahallesini oluşturan bölümdeki bakır madeni nedeniyle, toprakların sarı renginden dolayı almıştır. Ayrıca bölgede doğal yayılım gösteren “katır tırnağı” denen bir bitki türü, çiçeklendiği zaman tüm bölge belirgin şekilde sarı renge bürünmektedir.

Sarıyer semtinin ismine ait diğer bir söylenti: “Sarıyer ismi: fetih döneminde yaşamış ve halen mezarı İlk mektep denen okulun yakınlarındaki “Sarı Baba” veya “Sarı Er” isimli bir erenden gelmektedir ki bu kişi asker de olabilir. Ayrıca yine Helenistik dönemde, buradan geçen Büyük İskender: altın madenlerinin bulunması ve toprağın sarı sarı parıldaması nedeniyle buraya Sarıyer isminin verildiği de söylenir.

İstanbul’un fethinden sonra: Anadolu ve Adalardan getirilen göçmenler, buraya yerleştirilmiştir. 20 yüzyılın son bölümlerine ve hatta 1960’lı yıllara kadar, Sarıyer’in boğaz kıyısındaki yerleşim yerleri, daha çok yaz aylarında kalabalıklaşan sayfiye yeri niteliğindeydi.

Özellikle yeni yolların yapılması, sahil yolunun genişletilmesinin ardından, mevcut semtler gelişti ve semtler arasındaki boş alanlar, yerleşime açıldı. Kıyı kesiminde: daha çok üst gelir guruplarına ait konutlar ve köşkler bulunurken, sırt biçiminde uzanan yüksek alanların yamaçlarında ise gecekondu tipi yerleşimler görülür.

Sarıyer’in güneyinde: Büyükdere ve Yeni Mahalle arasında: Mesarburnu denen yer vardır. Semtteki yerleşim: Mesarburnu’nun üstündeki tepelerin yamaçlarından başlayarak, eski Sarıyer deresinin vadisi boyunca ve Yenimahalle’ye doğru uzanır.

kara-kethuda-camisi-1
İstanbul Sarıyer Büyükdere Camisi-Kara Kethüda Camii

Büyükdere Camisi-Kara Kethüda Camii

Aynı zamanda, ismi Kethüda Mehmet Ağa camisidir. 18 yüzyılda, Sultan III. Mustafa döneminde, saray kethüdası Mehmet Ağa tarafından 1785 yılında yaptırılmıştır. Caminin göz alıcı bölümü: gövdesinde zikzaklı motifleri bulunan taş minaresidir. Kagir olan cami, birçok onarımdan sonra özgün yapısını kaybetmiştir.

Çünkü günümüze gelene kadar pek çok değişikliğe uğramıştır. Kitabesinde “17 yüzyıl III. Mustafa dönemi” yazılıdır. Ancak Sultan III. Mustafa, 17 değil 18 yüzyıl sultanıdır ve 1717-1774 yılları arasında yaşamıştır. Büyük olasılıkla, Mustafa’lar yanlış belirtilmiş, II yerine III. Mustafa yazılmıştır.

Soyner Yalısı

İskelenin tam karşısında, sarı renkli, dört katlı yapı 1890 yılı yapımıdır. Son derece dikkat çekicidir.

rus-sefareti-1
İstanbul Sarıyer Rus Sefareti

 

Rus Sefareti

Sarıyer’de Meserburnu caddesindedir.

Rus sefaretinin çok geniş bir koruya sahip olan eski yüzlü binaları ilgi çeker. Sefaretin yazlık konutları: 1840 yılı yapımıdır. Geniş bir bahçe içindeki Rus Elçiliği yazlığının mimarı bilinmemektedir. 19 yüzyıl başlarına ait, Sultan II. Mahmut dönemi Bostancıbaşı Defterlerinde bu yalıdan “Kurbinde Rusya elçisinin kebir yalısı” diye söz edilmektedir.

Yalının iki yanında da Rus elçilik mensuplarına ait yapılar bulunmaktadır. İstanbul’da kaldığı 1784-1802 yılları arasında, birçok kere Boğaziçi’ni betimleyen Melling gravürlerinde, Rus elçiliği yazlık sarayı açıkça görülmektedir.

Bu gravürde: saray denize dik konumda, iki yan kanat ve bunları birleştiren bir orta bölümden oluşmaktadır. Bugünkü sarayın orta bölümü, gravürdeki halinden farklıdır ki, bu da orta bölümün sonradan yapıldığına işaret eder.

Ön yüzünde, ilginç aslan maskları vardır. Söylenenlere göre: Rus sefiri İgnatiev’in hayaleti, bu konakta dolaşırmış. O yüzden buraları pek bakımsız kalmıştır. Ama Boğaziçi’ndeki emsalsiz yeşil doku içinde, bu elçilik günümüze kadar ulaşmıştır. Günümüze kadar ulaşmış, en erken tarihli elçilik binalarından birisidir.

sariyer-orduevi-3
İstanbul Sarıyer Karakolhane Binası-Sarıyer Orduevi

 

Karakolhane Binası-Sarıyer Orduevi

Meserburnu caddesi üzerinde, vapur iskelesinin hemen yanındaki bu yapı: 20 yüzyıldan kalmadır. Sekiz satırlık kitabesi ve tuğrası: yapının 1911 yılında, Sultan Mehmet V. Reşat ve Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa zamanında yapıldığını göstermektedir.

Yapı 2 katlıdır. 80 cm kalınlığındaki taş duvarları, iki küçük kulesi, kuleleri arasındaki terası ve üst mazgalları ile yapının asayişini korumak için inşa edildiği açıkça görülmektedir. Yapı: dıştan dışa 17 x 17 metre ebatlarındadır. Giriş ve yan pergolası ile ön saçağı, gazino yapıldığı dönemde yapıya sonradan eklenmiştir.

koc-universitesi-2
İstanbul Sarıyer Koç Üniversitesi

 

Koç Üniversitesi

Koç Üniversitesi, 2000 yılında İstinye’de bulunan geçici kampüsünden, Rumeli Fenerindeki daimi kampüsüne taşınmıştır. Koç üniversitesi öğrencileri, balık yemek veya hava almak istediklerinde yakınlardaki Rumeli Kavağını tercih ederler.

rumeli-kavagi-1
İstanbul Sarıyer Rumeli Kavağı

 

RUMELİ KAVAĞI

Boğaziçi’nin en kuzey ucunda, Anadolu Kavağının karşısındadır. Sarıyer’den buraya ulaşmak için araba ile yaklaşık 10 dakikalık bir yolculuk gerekir.

Burası, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde, Boğaz’ın Karadeniz girişinde, önemli bir stratejik yer olarak değerlendirilmiş ve kalelerle tahkim edilmiştir. Daha fazla geriye, antik döneme gidilirse, yine burasıyla ilgili anlatılan bir söylenti vardır. Buna göre: “Antik Yunan mitolojisine göre, Argo gemisi lideri Jason ve Arganotlar, Karadeniz girişinde, dalgalı, fırtınalı ve akıntılı hırçın Karadeniz’in nasıl aşılacağını, buradaki bir balıkçı köyünde yaşayan yaşlı bir adama sormuşlar ve sonra yollarına devam etmişlerdir”

Yörenin Bizans dönemindeki ismi “Hieron Romelias” tır. Bu isim: kalenin bulunduğu yerdeki mabetten gelir. Bir söylentiye göre: yörenin isminin çarşı içinde bulunan ve anıt hüviyetindeki çınar ağaçlarından gelmektedir. Çünkü çınar ağacı, burada kavak ağacı olarak isimlendirilir.

Bu ağaçlardan biri: köy içinde, kalenin giriş kapısı yanındadır ve yaşının 750-800 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Diğer iki anıt ağaç ise, yeni yapılan Ulu caminin önündedir ve bunların da yaşlarının 500-550 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

Yörenin ilk yerli halkı, Rumlardan oluşmuştur. Ancak Osmanlı döneminde Rum nüfus azalır. Çünkü Osmanlı-Rus savaşı (93 Harbi) sırasında başlayan büyük göçte, Rumeli Kavağına birçok göçmen yerleştirilmiş ve burası büyük bir köy halini almıştır.

Günümüzde bölgenin büyük kısmı askeri bölge olarak kullanılmaktadır. Hatta 1960 yılına kadar, buraya yabancıların girmesine izin verilmemiştir. Askeri bölgeler dışındaki yerlerde ise, Altınkum ve Elmaskum isimli iki plaj bulunmaktadır.

Bu plajlar, İstanbul yakınlarında denizin temiz olduğu nadir yerler olarak önem kazanır. Bu yüzden yaz aylarında özellikle hafta sonlarında çok kalabalıktır. Ayrıca yine sahil boyunca ucuz balık (özellikle dil balığı) ve midye yenen lokantalar vardır. Buranın inciri de ünlüdür. Rumeli Kavağının girişinde, midye çarşısından midye satın alabilirsiniz.

telli-baba-turbesi-2
İstanbul Sarıyer Telli Baba Türbesi

 

Telli Baba Türbesi

Rumelikavağı girişindedir.

Buradaki mezar: yıllar önce Hacı Nimet Abla tarafından onarılarak türbe haline getirilmiştir. Hacı Nimet Abla: ünlü piyango bileti satıcısı olarak hatırlanır.

Aslında bu mezarda: bir Türk balıkçısı delikanlıya aşık olan Rum rahibe kıza ait olduğu söylenir. Rahibe kız: Rumelikavağı’nda bulunan manastırdan kaçarken, bindiği kayığın batması sonucu boğularak ölmüş, cesedi burada kıyıya vurmuş ve hemen üst taraftaki bu mezara gömülmüştür. Ardından mezarın üstüne de gelin teli konulmuştur.

Fakat, zamanla söylentiler değişmiş ve “Telli Gelin”: “Telli Baba” olmuştur. Yine bir başka söylentiye göre: Telli Tabya denen yerde balıkçılık yapan bir ermiş, ölünce buraya gömülmüş ve türbesi “Telli Baba” ismiyle ün kazanmıştır. Yine bir söylenti: Fatih zamanında ordu imamı olan ve savaş sırasında ölen İmam Abdullah Efendi: buraya gömülmüş, yıllar sonra hasta bir genç kız onun mezar yerini rüyasında görmüş ve bunun üzerine mezar yeri bulunmuştur.

Kız, o günden sonra iyileşmiştir. Yine bir söylentiye göre: burada yatan kişi, Osmanlı imparatorluğunun 18 yüzyılda yaşamış bir bomba imha uzmanıdır. Uzun yıllar bomba imha locasının piri olarak görev yapmıştır. Kendi düğününe yetişebilmek için, acele ettiği Rumeli Kavağındaki son görevinde yanlış teli kesince ölmüş ve gidemediği düğününün ziyaretçilerine kısmet olmasını dilemiştir.

Günümüzde: burası özellikle yeni evlenen çiftlerin uğrak yeridir. Uğur getirmesi amacıyla, düğün günü Telli Babayı ziyaret ederler ve gelinler: çiçeklerine takılı tellerinden birazını türbeye bırakırlar. Ayrıca, evlenmek zere olan genç kızlar da bu türbeyi ziyaret ederler, dileklerini diler ve orada bırakılan tellerden bir parça alıp saklarlar.

Ne kadar kısa tel kesip alırlarsa dileklerinin o kadar tez olacağı söylenir. Eğer dilekleri kabul edilirse, tekrar türbeye gelerek gelin teli bırakırlar. Yine inanışa göre, Telli Babayı ziyaret eden çiftlerin çocukları sağlıklı olmaktadır.

rumeli-feneri-4
İstanbul Sarıyer Rumeli Feneri

 

RUMELİ FENERİ

Anadolu ve Rumeli fenerlerini birleştiren çizgi: İstanbul limanının kuzey sınırını oluşturur.

Garipçe köyüne 5 dakika uzaklıktadır. Sarıyer ise 12 km uzaklıktadır. Özel aracınızla giderseniz, rampayı tırmanıp sağa ayrılan Garipçe Köyü-Rumeli Feneri istikametine devam etmeniz gerekir. Yol üzerinde, seyir tepesi benzeri bir burunla karşılaştığınızda, buradan ağaçları seyrederek aynı zamanda boğaza tepeden bakma fırsatı bulursunuz. Muhteşem panorama mutlaka ilginizi çekecektir.

Adından da anlaşılacağı üzere, burada bir fener vardır. Fenerin bulunduğu köyün adı: antik çağlarda “Panium” ve “Panyum Burnu” olarak bilinmektedir. Bizans döneminde ise “Fanaraki” ve “Fanariyan Burnu” yani “Avrupa Feneri” veya “Küçük Fener” olarak isimlendirilmiştir.

Fenerin ilginç bir öyküsü vardır. Köye ismini veren fener: Sarı Saltuk Hazretlerine ait olduğuna inanılan türbelerden birisi üstündedir. Gemiler, fener yapılmadan önce, türbeye dikilen mumların, içinde yakılan fenerlerin ışığından yararlanarak yollarını bulurmuş.

Balıkçılar denize açılmadan önce türbeyi ziyaret ederlermiş. Cami cemaati, sabah namazından sonra türbeye topluca giderek dua ederlermiş. Köydekiler: 1856 yılında Fransızlar tarafından yapılan fenerin inşası sırasında, kulenin birkaç kez yıkıldığını anlatırlar.

Burada bir yatır olduğu düşünülünce, Fransızlar önce türbe onarılmış ve fener inşaatının temelleri içine alınarak, 30 metre yükseklikteki fener kulesi inşa edilmiştir.  Eskiden: Moskova’dan İznik’e kadar birçok yerde adına türbe bulunan Sarı Saltuk’un kabrinin başındaki kandilin yağı tükendiğinde, fenerin de karanlıklara gömüldüğüne inanılırmış.

Köyde: mavi kayalar, ağlayan kayalar, koca taş ve kör taş adını alan dev kayalıklar hakkında da bir öykü anlatılır.

Buna göre: Altın postu arayan, Antik dönem Yunanlı Argonotlar: kıyıdan 100 metre kadar açıkta bulunan ve çarpışan kayalar diye bilinen “Simplegat” kayaları: aralarından geçen gemileri birbirlerine çarparak yutarlarmış.

Arganotlar, bu kayalardan geçmek için yanlarında getirdikleri şarap renkli güvercin kuşlarını, kayalara yaklaşınca serbest bırakırlar ve Tanrıça Athena’nın yönlendirdiği kuşların hareketinde çarpışan kayalar, bir daha açılarak birbirlerine vurmak üzere iken, bu kısa andan yararlanan Arganotlar gemilerini kayaların arasından geçirirler. Bu sırada ozan Orefus’un çaldığı lirden de etkilenirler.

Bu fikri onlara: Garipçe de oturan ve lanetlenmiş kral Phineas, Harpilere karşı kendisini savundukları için vermiştir.

Evet, bu kayalar, birbirlerinden ayrılmış, beş büyük kayadan oluşmaktadır. Bunlara Osmanlı döneminde “kanlı kayalar” ve sonrasında ise “kocataş, körtaş, mavi kayalar ve kızılkaya” isimleri verilmiştir.

Günümüzde bu kayalara “Öreke” ve “Roke” ismi veriliyor.

Bizans döneminde, kayaların en büyük ve yüksek olanının üstünde, gemilere yol göstermesi için dikilmiş bir sütun bulunuyormuş. Hatta kayaların en büyüğünün üstünde, bir de “Apollo Tapınağı” bulunduğu söyleniyor.

Bu kayalara o dönemde “Symplegades” deniyormuş ve hareket ettikleri, birbirlerine yakınlaştıklarına inanılıyormuş. Büyük olasılıkla bu inanış: gel-git sonucu oluşan göz yanılmasıdır.

Evet, günümüzde görülen fener Kırım savaşı sırasında, Fransız ve İngiliz gemilerinin boğazın ve Karadeniz’in girişini görebilmeleri için 15 Mayıs 1856 tarihinde: hemen karşı kıyıdaki fenerle birlikte Fransızlar tarafından yapılmıştır. Ancak, daha önce de burada bir fener olduğu bilinmektedir.

Osmanlı deniz haritalarının en eskilerinden biri olan 1567 tarihli Ali Macar Reis haritasında bu fenerin yeri işaretlidir. Rumeli fenerinin 1583 yılında onarıldığı eski kayıtlarda yazılıdır. 1616 yılında İstanbul’a gelen gezgin Wegner: fener hakkında söz ederken, fenerin yüksek haşmetli bir kule ve üstünde ve çepeçevre duvarlarında yüksek pencereleri büyük camlarla korunmuş, ortada büyük bir demir levha durduğundan söz eter. İçine fitiller ve levhanın içine de yağ konur ve geceleri tutuşturulurmuş, gemiciler bunu çok uzaktan görürmüş.”

Böylece bölgenin simgesi olmuştur. Fransızlara verilen 100 yıllık işletme hakkı, 1933 yılında iptal edilmiş ve tamamen Türklere geçmiştir.

Rumeli feneri: Boğazın karşı kıyısındaki Anadolu fenerinden 2 deniz mili uzaklıktadır. Deniz seviyesinden 58 metre rakımdaki fenerin, kule boyu 30 metredir. Işığı 18 deniz mili uzaklıktan görülebilmektedir.

Fener kulesi: üç kademelidir. Lambası, ilk yapıldığında, asetilen ile çalışıyordu. Günümüzde ise genelde elektrik enerjisi ve gerektiğinde bütan gazı kullanılmaktadır. Fenerin bulunduğu tepenin altında ise balıkçı barınağı vardır.

Rumeli fenerine geldiğinizde: burada sürekli ağlarını onaran balıkçılar göreceksiniz. Günümüzde, burada konaklama tesisi bulunmuyor. Özellikle: butik tarzı otel ve pansiyonlara büyük ihtiyaç duyulan köyde, en yakın konaklama tesisi Marmaracık koyundadır.

rumeli-fener-kalesi-0
İstanbul Sarıyer Rumeli Feneri Kalesi
rumeli-fener-kalesi-1
İstanbul Sarıyer Rumeli Feneri Kalesi

 

Rumeli Feneri Kalesi

Kale: Rumeli feneri köyünün üst kısmında, Garipçe-Fener yolunun alt tarafındadır. Kaleyi gezmek isterseniz, ki, buraya kadar gitmişken gezmenizi öneririm, özellikle Karadeniz’in soğuk rüzgarlarına karşı tedbirli olmanızı ve iyi giyinmenizi öneririm.

Kale; gümrük noktalarını kontrol altında tutmak için, 12 yüzyılda, Bizans imparatoru I. Manuel Kommenos tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Kalenin benzeri, 100 yıl kadar sonra, karşı kıyıda, Anadolu Kavağında yaptırılmıştır. Karşılıklı iki kalenin amacı: karşıdan karşıya zincir çekerek ticaret gemilerinin geçişini engellemek ve gümrük parası almaktır.

Kaleye: Polikhion kalesi, Asomaton kalesi ve İmros kalesi isimleri verilmektedir. Kale: 14 yüzyılda Cenevizliler ve daha sonra Osmanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Osmanlı döneminde, kaleye “Ceneviz kalesi” ve “Eski kale” isimleri verilmiştir.

Bu kalenin hemen yanında, deniz kıyısında bulunan ve günümüzde de kullanılan kale ise: 1624 yılında Sultan IV. Murat tarafından yaptırılmış; 1783 yılında ise yine aynı yerde, Sultan I. Abdülhamit döneminde ise Fransız mimar Tuson’a iki yeni kule yaptırılmıştır.

1807-1808 yılları arasında, Sultan IV. Mustafa tarafından kale tamir ettirilmiş ve kale “Kavak Hisarı” ismiyle anılmıştır. Tarihi süreç içinde, buranın en önemli dönemi: Sultan III. Selim’in tahttan indirilmesine sebep olan Kabakçı Mustafa isyanının bu kaleden yani Kavak Hisarından başlamış olmasıdır.

Kabakçı Mustafa: Rumeli kavağında muhafız olarak görev yaparken, çevresine topladığı bir kısım yeniçeriyle birlikte, isyan bayrağı açar ve kaleden çıkarak “Çayırbaşı” denen büyük çayırlıkta ordugah kurar. Ardından burada toplanan yeniçerilerle birlikte, saraya yürür ve yaptıkları büyük baskılar sonucu yenilikçi Sultan III. Selim tahttan indirilir ve yerine Sultan IV Mustafa geçirilir.

Bu olayın ardından, Kabakçı Mustafa: “Turnacıbaşı” rütbesiyle Boğaz Nazırlığına atanır. Alemdar Mustafa Paşa: olayı öğrenince ordusuyla gelir ve Sultan III. Selim’i yeniden tahta çıkarmak ister, ancak Saraya girdiğinde Sultanın cesediyle karşılaşır. Bunun üzerine, ordusunun bir kısmını Rumeli feneri köyündeki köşkünde istirahat etmekte olan Kabakçı Mustafa’ya karşı gönderir ve Kabakçı Mustafa Rumeli Kavağı Boğaz Nazırlığı konağında idam edilerek öldürülür.

Yığma taşla inşa edilen kale, 55 x 70 metre boyutlarındadır. Kemer ve kubbesinde tuğla kullanılmıştır. Doğu ve batı duvarlarında, sekizgen planlı iki kule bulunur. Avlunun güneyinde bir sarnıç ve yine bazı temel kalıntıları vardır. Kaleye: kemerli bir kapıdan girilir.

Ancak bu kemer bir hayli hasar görmüştür. Zaten kaleyi çevreleyen sur duvarlarında da, aynı hasar görülmektedir. Yerlerinden düşen tuğlalar, kapı kemerinde ve sur duvarlarında boşluklar oluşmasına sebep olmuştur. İki kule olduğundan söz etmiştim. Batıdaki kule, özgün formunu korurken, doğudaki kulede büyük tahribatlar görülmekte, kuleye çıkan merdiven basamakları yok olmuştur. Hatta, kulede yabani bitki oluşumu fazla seviyededir.

Doğu kulesinin merdivenleri kısmen sağlam olsa da basamak kayıpları vardır ve orijinal formunu kaybetmiştir. Sonuç olarak, kalenin acilen restorasyonuna ihtiyaç vardır. Günümüzde “Kavak Hisarı” denilen kale: halen çok amaçlı olarak kullanılmaktadır. Kalenin bir yanına: sonradan askeri kullanım için betonarme bir bina yaptırılmıştır. Kalenin meydanında bulunduğu söylenen cami günümüzde yoktur.

En son aldığım bir habere göre: bu kale Bakanlık tarafından restorasyonu da yapılmak şartıyla 20 yıllığına özel sektöre kiralanacakmış.

garipce-koyu-3
İstanbul Sarıyer Garipçe Köyü
garipce-koyu-7
İstanbul Sarıyer Garipçe Köyü

 

GARİPÇE KÖYÜ

Sarıyer merkezinden 10 km uzaklıktadır. Bu küçük köy: Rumeli Kavağı ve Rumeli Feneri arasındadır. Köyün meydanında: bir cami ve semt pazarı bulunur. Bu semt pazarında, ev yapımı ürünler satılıyor. Köyün tek geçim kaynağı balıkçılıktır. Burayı ziyaret ettiğinizde, açık büfe köy kahvaltısı ve balık yemelisiniz.

Zaten köyün sahilinde: küçük bir meydan, balıkçı tekneleri ve iki restoran bulunuyor. Köyün girişinde de bir restoran vardır. Bu restoranlarda özellikle Karadeniz kültürü yemekler, başta mısır ekmeği ünlüdür.

garipce-kalesi-1
İstanbul Sarıyer Garipçe Kalesi

Garipçe Kalesi

Kalenin Cenevizlilerden kaldığı söyleniyor. Köy meydanının solunda, yaklaşık 5 dakika uzaklıktadır. Kalenin 550 yıllık olduğu söyleniyor. Mahzenlere giden basamaklar, tuğla duvarlar, tabya ve çöplüğe dönmüş, bakımsız bir tarihi eserler karşılaşılıyor. Başkaca bilgi yok. Zaten günümüzde çöplüğe dönmüş durumdadır. Sadece, tepeden boğaz manzarasını seyretmek için bu kaleyi ziyaret edebilirsiniz.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

 

İstanbul Şehremini

sehremini-genel-3
İstanbul Şehremini

Fatih ilçesine bağlıdır. Topkapı’dan Suriçi’ne girildikten sonra, Millet Caddesi boyunca Fındıkzade’ye kadar inen soldan Çapa Tıp Fakültesinden Vatan Caddesine uzanan semttir.

Semtin ismi “Şehir Emini” den gelmektedir. Bu görevliler: merkezi hükümete ait bina ve yapılardan sorumluydular. Sonradan sarayın vekilharçlık işlerini de üstlendiler. Tanzimat döneminde alınan kararla kurulan Şehremaneti kurumu: 1831 yılında kaldırıldı.

Kırım ve Rumeli toprakları kaybedildiğinde, oralardan ve Karadeniz’den gelenler bu yörede iskan edildiler. O zamanlar çayırlık olan bölgede, tek katlı ve kerpiç evler inşa edildi. 1950’lerden sonra ise, buranın dokusu bozularak yüksek katlı binalar yapılmaya başlandı. Yani, bölgenin Bizans’tan kalan bağlık ve bahçelik mesire yeri vasfı, 1950’lerden sonra hızla değişti.

saray-meydani-1
İstanbul Şehremini

sehremini-saray-meydani-1
İstanbul Şehremini

sehremini-neresi-1
İstanbul Şehremini

Daha sonra yapılan çalışmalarla: Şehremini meydanı açıldı. Meydanın hemen yanındaki Belediye Garajının bulunduğu yer de eskiden bostanlıktı.

VATAN CADDESİ

Cadde, çok eski dönemlerde tarihi yarımadanın tek akarsuyu olan Lykos deresi (Türkçe ismi Bayrampaşa) yatağı üstüne yapılmıştır. Bu derenin üstünde, o zamanlarda çeşitli köprüler bulunuyormuş.

DENİZ ABDAL MAHALLESİ

Deniz Abdal isimli kişi: Fatih Sultan Mehmet dönemi Anadolu velilerindendir. Fetih sırasında, orduya katılmış ve fethin ön saflarında savaşmıştır.

Deniz Abdal isimli şeyhin mezarı: mahalledeki Mimar İlyas Camisinin karşısındaymış. Bu caminin yanında, 1902 tarihli Uşşaki Tekkesi varmış. Çeşitli zamanlarda onarım gören cami ve tekke, 1956 yılında Millet caddesinin açılması nedeniyle, Deniz Abdal’ın mezarı ile birlikte ortadan kaybolmuştur. Cami: 1551 yılında Mimar İlyas Bey tarafından yapılmıştır. Mahallede bir de Deniz Abdal Çeşme Sokağında, Osmanlı döneminden kalma bir su terazisi görülür.

koruk-mahmut-aga-camisi-1
İstanbul Şehremini Koruk Mahmut Ağa Camii

Koruk Mahmut Ağa Cami

Fatih Sultan Mehmet’in korucu başısıdır. Kendi adıyla anılan camiyi yaptırmıştır. İnşaatın ilk harcını Fatih Vakfı vermiştir.

Cami: Sultan II. Abdülhamit döneminde tamir edilmiştir. 1970 yılında ise, bu cami, semt sakinleri tarafından biraz daha büyütülerek betonarme olarak yeniden yapılmıştır. Son cemaat yeri sonradan ilave edildiğinden, sağ tarafta yer alan minarenin kalındığının yarısı, iki bina arasında kalmıştır. Şerefenin betondan korkuluğu demirden, külahı ise kurşun kaplıdır. Minare giriş kapısı, yeni binadan açılmıştır. Mihrabın sağ ve solunda altlı üstlü birer pencere vardır.

Abdest alma mahallerinin (Kitabesine göre 1672 yılı yapımıdır) üstüne yapılan bina, kız kuran kursu olarak kullanılmaktadır.

kiz-ogretmen-okulu
İstanbul Şehremini Çapa Kız Öğretmen Okulu-Darülmuallimat

ÇAPA KIZ ÖĞRETMEN OKULU-DARÜLMUALLİMAT

Tanzimat ilanından sonra, öğretmen yetiştirmek için, Sultan Abdülmecit emriyle kurulmuştur. Darülmuallimat, 1870 yılında Maarif Nazırı Saffet Paşa tarafından açılmıştır. Bu tarihten itibaren, uzun yıllar kız iptidai ve rüştiyelerine muallim yetiştirmek için hizmet vermiştir. Bununla birlikte özellikle savaş zamanlarında az veya bazen hiç mezun vermediği yıllar da olmuştur. Bazı yıllarda müfredat değişikliklerine gidilse de genel itibarıyla verilen dersler aynı kalmıştır.

Bu şekilde Devlet-i Aliyye’de ilk defa muallime yetiştirmek üzere 1870 yılında bir de mektep kurulmuş ve 1924 yılında kapatılana kadar, bu mektepten mezun olan muallim kızlar: açılan iptidaiye ve rüştiyelerde eğitim vermişlerdir. 1869 yılı sonunda okulun açılış hazırlıklarına başlayan Maarif Nezareti, bina olarak Sultanahmet’te ahşap bir konak kiraladı. Biraz önce sözünü ettiğim mektep yani okul Ahmet Kemal Efendi tarafından öğretime açılmıştır.

İlk mezunlar, 1873 tarihinde verildi. Ancak okul, 93 Harbi ve bunun sonucunda Balkanlardan gelen göçmenler yüzünden iki yıl kapatıldı. 1881-1882 yılında okul yeniden açıldı.

Okul: 1890 yılında: İstanbul Darulmuallimin-i Aliye Okuluna dönüştürüldü. 1910-1911 ders yılında Fatih Çarşamba’daki Lelli Kız Sanayi Mektebinde ilk Dadülmuallimat açıldı. Ancak, Fatih’teki yangın nedeniyle, okul bir yıl sonra Çapa’daki Derviş Paşa Konağına taşındı. Böylece yatılı okul haline geldi.

Cumhuriyetin ilanından sonra, okul “Yüksek Muallim Mektebi” oldu. 1934 yılında ise İstanbul Yüksek Öğretmen Okuluna dönüştü. 1985 yılında yatılı öğretmen okulu yapıldı ve halen Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi olarak hizmet vermektedir.

EREĞLİ MAHALLESİ

Konya-Ereğli bölgesinden gelenlerin iskan edildiği bir yer olduğu için, buraya Ereğli Mahallesi ismi verilmiştir. Günümüzde ise mahalle nüfusunun büyük bölümü Kırım Türklerinden oluşmaktadır. Sultan II. Mustafa’nın kızı Emine Sultanın bu yörede küçük bir sarayı varmış ve semtte ismini bu saraydan almış, uzun süre Saray Meydanı olarak anılmıştır.

mustafa-cavus-camii-1
İstanbul Şehremini Mustafa Çavuş Mescidi-Manastır Camii

Mustafa Çavuş Mescidi-Manastır Camii

Burada 13 yüzyıl yapımı bir Bizans kilisesi: Fatih Sultan Mehmet’in çavuşlarından Mustafa Çavuş tarafından camiye dönüştürülmüştür. Binanın eski ismi ve inşa tarihi bilinmemektedir. Ancak: Rus hacılar, Kudüs şehrine hacıya giderken İstanbul’a uğradıklarında, bu bölge olarak tarif edilen yerde Kira Marta Manastırını ziyaret ettiklerini belirtmişlerdir.

O kayıtlara dayanarak bu yapının, sözü edilen Kira Marta Kadınlar Manastırının bir parçası olduğu düşünülmektedir. Ancak, günümüze kalan bina gerçekten çok küçüktür, yani bunun bir manastır veya kiliseden ziyade, bir manastır veya kilisenin parçası olarak kaldığı düşünülmektedir.

Harap durumdaki manastırın küçük binasını, kendi adına mescide çevirmiştir. 18 yüzyılın ikinci yarısında, mescide tahtadan bir minare eklenmiştir. 1955 yılında Millet caddesi açılınca, cami cadde kenarına çıkar ve bu arada yanına İETT garajı yapılınca da garajın bir köşesinde kalır ve malzeme deposu olarak kullanılır. Daha sonrada garajda çalışanların ibadet yeri olarak düzenlenir.

Caddeden küçük bir avluya girilir. Avlunun solunda olan taş binanın önüne, alüminyum çerçevelerle bir odacık yapılmıştır. Burada hem abdest alma, hem de ayakkabılık imkanı yaratılmıştır. Buradan, yine sonradan eklenmiş küçük bir son cemaat yerine geçilir. Harim kapısından girildiğinde, iki yuvarlak sütun görülür. Bunlar: tonoz örtüsünü taşıyan sütunlardır.

Binanın uzunluğu 11 metre ve genişliği 6 metredir. Bina mescit olarak yapılmadığı için kıbleye dönük değildir. Kıble tarafındaki köşe doldurularak alçı bir mihrap yapılmıştır. Beton sıvalı mihrabın bir kısmı ahşapla kaplanmıştır. Duvarlar, yarım metre kadar lambri kaplanmıştır. Yapıda: Bizans ve Türk dönemlerine ait herhangi bir bezeme görülmez. Mescitte günümüzde minare yoktur.

Ereğli Cami-Şehremini Camii

Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıştır. Ereğli cami denilmesinin sebebi, Ereğli bölgesinden gelen bir kişinin, bu caminin bakım ve onarımını üstlenmesidir. Çeşitli kereler tamir gören cami 1953 yılında yeniden yapılmış ve 1957 yılında Aksaray-Topkapı yolu yani Millet Caddesi yapılırken ortadan kaldırılmıştır. Cami avlusunda bulunan ve Şeyhülislam Ebusuud Efendinin yaptırdığı çeşme de kaybolmuştur.

Hacı Muhin Camii-İskenderağa Camii

Ereğli Mahallesinde, İskender Ağa Cami sokağındadır.

Eski yaya başılarından İskender Ağa tarafından 16 yüzyılda yaptırılmıştır. Vakfiye tarihi 1538 yılıdır. 17 yüzyıldaki yangında, cami yanmış ve 1963 yılında betonarme olarak yeniden yapılmıştır. Bu yeni yapıda: son cemaat mahalli ve kadınlar mahfili eklenmiş ve ibadete açılmıştır. Cami kubbesiz ve ahşap çatılıdır. Minaresi tek şerefeli ve betonarmedir. Caminin sağında bulunan minareye içeriden çıkılır. Mihrap alçı, kürsü ve minber ahşaptır. İskender Ağanın kabri, caminin haziresindedir.

caferaga-camisi-2
İstanbul Şehremini Cafer Ağa Camii ve İnadiye Hamamı

Cafer Ağa Cami ve İnadiye Hamamı

İbrahim Çavuş Mahallesinde Ayık Fırın Sokaktadır.

Caminin ilk banisi: Fatih Sultan Mehmet dönemi ileri gelenlerinden Yaya başı Yusuf Fakih Efendidir. Zamanla harap olan camiyi, Yeniçeri ocağı ağalarından, Yaya Başı Cafer Ağa 1516 yılında yeniden yaptırmıştır. Böylece caminin ilk banisi unutulmuş ve Cafer Ağa camisi olarak anılmaya başlanmıştır. Minber: 1679 yılında Halil Ağa tarafından koydurulmuştur.

Halil Ağa: Macuncu Çarşısı yanındaki hamamda kiracı iken, buradan çıkarılmış ve inat etmiş, Cafer Ağa camisinin hemen yanında arazi alıp hamam yaptırmıştır. Bu yüzden bu hamam “İnadiye Hamamı” diye bilinir. Yine Halil Ağa: İnadiye Hamamını vakfedip, Cafer Ağa Mescidinin minberini yaptırmıştır. Caminin hemen karşısında “İnadiye Baba” türbesi vardır. Haziresinde 4-5 mezar bulunmaktadır.

Mescidin hemen karşısında, meşhur Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendinin evi varmış ama günümüze ulaşmamıştır. Cami: 1970 yılında yıkılmış ve tamamen betonarme olarak yeniden yapılmıştır. Sağında olan minaresi, beton olup girişi son cemaat yerindendir. Mihrabı: çini, minber ve kürsüsü ahşaptır. İç duvar etekleri: kahverengi seramik kaplıdır. Caminin kapısı üstündeki tamir kitabesindeki tarih 1899 yılıdır. Caminin haziresi: mihrap önündedir. Burada birkaç kabir bulunur.

civicizade-camisi-1
İstanbul Şehremini Çivicizade Kalburcu Mehmet Efendi Camii

civicizade-camisi-2
İstanbul Şehremini Çivicizade Kalburcu Mehmet Efendi Camii

Çivicizade Kalburcu Mehmet Efendi Camii

Beyyezidağa Mahallesi, Kalburcu Mehmet Efendi Sokağındadır.

Caminin ilk banisi: Sultan III. Murat  dönemi Şeyhülislamlarından Çivicizade Şeyh Mehmet Efendidir. Cami 1586 yılında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır.

Kendisi 1587 yılında vefat emmiş ve Eyüp Sultan’da Boyacı Sokaktaki Hüsnü Paşa Türbesi yanına gömülmüştür. Caminin minberi, Osman Efendi tarafından konulmuştur.

Kısa bir süre sonra yıkılan caminin ikinci banisi: Kalburcu Mehmet Efendidir. Bu yüzden, cami “Kalburcu Mehmet Paşa Camisi” olarak da bilinir. Zamanla harap olarak ortadan kalkan mescitten günümüze: sadece kaidesi kesme taş ve gövdesi tuğladan olan yıkık bir minare ulaşmıştır.

Bu yüzden: cami üçüncü kere, 1990 yılında Kastamonulu Hacı Mehmet Ali Kaya tarafından betonarme olarak yeniden yaptırılmıştır. Üstü çatılı, son cemaat mahalli ve kadınlar mahfili düzenlenmiştir. Caminin mihrabı: çini, minber ve kürsüsü ise ahşaptır. Caminin hemen yanında: Çivicizade Kalburcu Mehmet adına bir bina bulunur.

behruz-aga-camisi-0
İstanbul Şehremini Odabaşı Behruz Ağa Camii-Has Odabaşı Camii

behruz-aga-camisi-1
İstanbul Şehremini Odabaşı Behruz Ağa Camii-Has Odabaşı Camii

Odabaşı Behruz Ağa Camii-Has Odabaşı Camii

İbrahim Çavuş mahallesindedir.

Banisi: Kanuni Sultan Süleyman dönemi Has odabaşısı (Genel Sekreteri) Behruz Ağa’dır. Caminin çevresindeki yerleşim de buna istinaden “Odabaşı” olarak isimlendirilir. Cami: 1562 yılında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Cami: sıbyan mektebi ve hamamdan oluşan bir külliye olarak yaptırılmasına rağmen, hamam, günümüze ulaşmamıştır. Hamamın camiye yakın bir yerlerde inşa edildiği söylenmektedir. 1762 yılında caminin minaresi yıkılır.

1782 yılındaki Cibali yangınında ise yanarak harabeye döner. Bu şekilde uzun süre kalan cami, 1836 yılında Sultan II. Mahmut tarafından tamir ettirilerek yeniden ibadete açılır. Cami, avlusu ve sıbyan mektebi, taş duvarlarla kaplı olup çatısı ahşap olarak yapılmıştır. Geniş saçaklıklı çatı, kiremit örtülüdür. Tavanı ahşap çıtalarla karelere bölünmüştür. Dışarıdan ahşapla kaplanmıştır. Caminin içi, devrinin özelliklerini taşıyan, toz boyalı süslü çiçek motifleriyle, güzel ve mavi bir görünüm kazandırılmıştır.

Harimde duvarın tamamı çinilerle kaplanmıştır. Mihrap çimento sıvalı ve boyalı, minber ve kürsü ise ahşaptır. Minare caminin solundadır.

Cumhuriyetin ardından, 1948 yılında cami ve çevresi harap olmuş: cami bahçesinde sekiz tane ayrı parsel oluşturulmuş ve bunların üstüne küçük dükkan ve evler tapulandırılmış, hatta bir de ahır yaptırılmıştır. 1983 yılında ise bu işgaller kamulaştırılarak kaldırılmış ve cami ile sıbyan mektebi, aslına uygun olarak tekrar restore edilerek günümüzdeki görünüme kavuşturulmuştur.

Caminin banisi Behruz Ağanın kabri: işgal edilmiş olan parsellerden birinde yapılan kazı çalışmaları sonucu bulunmuş ve yeniden düzenlenmiştir. Ön avludadır.

aydin-kethuda-camisi-1
İstanbul Şehremini Aydın Kethüda Camii-Yayla Camii

Aydın Kethüda Cami-Yayla Camii

Yaylı Mescidi ve Kurşunlu Cami olarak da bilinmektedir. Çünkü bir zamanlar çatı örtüsü kurşunmuş. Caminin banisi: Sultan II. Beyazıt döneminin sadrazamlarından Davut Paşa’nın temsil görevlisi olan Kethüda Aydın Ağa’dır. İnşa tarihi kesin olarak bilinmemektedir.

Ancak 16 yüzyıl başlarında yapıldığı tahmin edilmektedir. Kubbesiz ve ahşap olarak yapılan mescitte: Çelebi Ulak lakabı ile tanınan Seyyid Mehmet Ağa tarafından minber koydurularak camiye çevrilmiştir.

Cami: 1965-1970 yılları arasında betonarme olarak yeniden yapılmıştır. Kapalı olan son cemaat yeri, sonradan ilave edilmiştir. Ahşap tavan yağlı beyaz boya ile boyanmıştır. Bütün duvarlar: yerden pencere altlarına kadar ahşap lambri ile kaplanmıştır. Minarenin şerefe korkuluğu  demir çubuklarla yapılmış olup, külahı kurşun kaplıdır.

Bu caminin imamlarından Ramazan Efendi, 400 Mushaf-ı Şerif yazmasıyla ünlü olmuştur.

selcuk-lisesi-1
İstanbul Şehremini Selçuk Kız Meslek Lisesi

Selçuk Kız Meslek Lisesi

1922 yılında Derviş Paşa Konağı yanınca, aynı yere bugün okul olarak kullanılmakta olan bina inşa edildi ve 1879 yılında “Kız Sanayi Mektebi” olarak Aksaray Sinekli Bakkal Sokağında açılan okul buraya taşındı. Okul: zaman içinde nitelikli kadın istihdamı yaratılmasında etkili olmuştur.

Sırasıyla ilk açıldığında “Selçuk Hatun Sultanisi” binasından dolayı adı “Selçuk Hatun Kız Sanayi Mektebi” olmuştur. Daha sonra “Selçuk Kız Sanat Okulu”, “Selçuk Kız Sanat Enstitüsü”, “Selçuk Kız Meslek Lisesi” ve son olarak “Selçuk Kız Teknik ve Meslek Lisesi” olmuştur. Okulun isminin başındaki Selçuk kelimesi: Sultan II. Beyazıd’ın kızı ve Yavuz Sultan Selim’in kız kardeşi “Selçuk Hatun” un binasında ilk olarak eğitime başlanmasından gelmektedir.

İBRAHİM ÇAVUŞ MAHALLESİ

Mahalle adını İbrahim Çavuş camisinden almıştır. İbrahim Çavuş, 16 yüzyılda sipahi ocağındandır. Ferdi sokaktaki caminin inşa tarihi bilinmemektedir. Mimar Sinan eseri olan cami: zaman içinde bakımsızlıktan yıkılmıştır ve haziresindeki İbrahim Çavuş’un mezarı kaybolmuştur. Arsasına ise gecekondular yapılmıştır.

MİMAR ACEM CAMİİ

Melek Hatun Mahallesindedir. Cami: 1523 yılında Acem Ali denen kişi tarafından inşa ettirilmiştir. Kırma çatılı yapının minaresi sağ bölümde ve yapıya bitişiktir. Saraymeydanı kapısından girilince sağda tuvalet ve şadırvan bulunur. Mihrap duvarıyla dış duvar arasında hazire bulunur.

1524 yılına tarihlenen haziresinde, güzel mezar taşları görülür. Hazirenin ortasında, Sultan II. Mustafa’nın kızı Emine Sultanın açık türbesi bulunur. Acem Ali, lahiti daha güneydedir. Burada ilginç bir durumdan söz etmek istiyorum. Şadırvanın sütunlarının alt ve üst bitimlerinde: kum saati bulunduğu söylenir.

Örümceksiz cami olarak da bilinir. Çünkü caminin hemen karşısında, kubbeli ve son derece yalın bir yapı olan “Örümceksiz Dede” türbesi vardır. Türbenin sivri kemerleri, kafesli tek pencere bulunan yüzleri çok yalın ve taş örgülüdür. Bir kısım söylentiye göre, burada “Esir Ali” yatmaktadır. Esir Ali Camisi de denen bu eseri: geniş bir onarıma tabi tutan kişi, Sultan V Mehmet Reşat’dır.

bezmi-alem-hastanesi-1
İstanbul Şehremini Vakıf Gureba Hastanesi

VAKIF GUREBA HASTANESİ

Vatan caddesinin kıyısındadır. Günümüzde kapladığı alan, Anadolu’da orta boy bir kasabanın kapladığı alan kadardır.

Vakıf olarak yapılan hastane: Sultan Abdülmecit’in hayır yapmayı çok seven annesi Bezm-i Alem Valide Sultan tarafından yaptırılmıştır. 1843 yılında İstanbul’da çok sayıda ölüme sebep olan çiçek hastalığı sonucu, sağlık kurumlarının yetersiz kaldığını gören Sultan I. Abdülmecit’in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan bir hastane yaptırmak ister.

Mekan olarak: Çapa ile Vatan Caddesi arasında bulunan, o zamanki adıyla Yeni bahçe çayırı seçilir. Hastane yapılır ve 1845 yılında hizmete açılır. Hastane: yapıldıktan 2 yıl sonra: “Bezm-i Alem Gureba-ı Müslümin Hastanesi” olarak isimlendirilerek: elden ayaktan düşmüş, fakir ve kimsesiz Müslümanlara tahsis edildi. Her türlü muayene ve tedavi ücretsiz yapılıyordu. Çünkü Bezm-i Alem Valide Sultan: hastaneyi ve vakfı kurarken, ücretsiz muayene ve tedavi şartı koymuştu.

Hastane, ilk kuruluşunda 12 koğuş ve 210 yataklıydı. İlk başhekimi Kaymakam Ahmet Beydi. Veba ve buna benzer bulaşıcı hastalıklar koğuşu, diğerlerinden ayrılmıştı. Hastane 1894 yılındaki depremde büyük zarar gördü. Hastalar Ok meydanında yaptırılan yeni hastaneye taşındılar.

Tamirat 1 yılda bitirildi ve ardından 1920 yılına kadar birçok tamirat daha yapıldı ve yeni ilave servis hizmet birimleri açılarak, tam teşekküllü hizmet verecek duruma getirildi. Hastanenin günümüzde kullanılan 400 yataklı hastane binası, 1991 yılında bitirilerek hizmete alınmıştır. Eski bina ise tamire alınmıştır.

capa-tip-fakultesi-1
İstanbul Şehremini Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi

ÇAPA TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ

Çapa semti: 20 yüzyıl ortalarına kadar Şehremini olarak anılırdı. Ancak zamanla meydana gelen gelişmeler, bölgenin adının değişmesine sebep oldu.

1933 yılında Atatürk’ün direktifleriyle yapılan Üniversite reformu sonucunda: İstanbul Tıp Fakültesi: şehirdeki çeşitli hastanelere ve bu arada Çapa ve Vakıf Gureba Hastanelerine dağıtılmıştır. 1974 yılında Beyazıt’taki kliniksiz kürsülerin Çapa’ya nakledilmesiyle İstanbul Tıp Fakültesi bir bütün haline gelmiştir.

Vakıf Gureba Hastanesinin Kadın-Doğum ve Çocuk klinikleri açıldıktan sonra, Haseki’deki İstanbul Tıp Fakültesinin 2 Kadın-Doğum kliniği buraya taşındı. Böylece Şehremini’nin bir bölümü, Kadın Doğum konusunda bir merkeze dönüştü.

Gelelim “Çapa” isminin kaynağına: Vakıf Gureba: fakirler için bir çekim merkezi olunca, burası çok sayıda bebeğin dünyaya geldiği ve göbeğinin kesildiği bir yer oldu. O zamanlar, bu bölge ve yakın çevrede çok sayıda Rum yaşadığı için, onların bebekleri de bu doğum merkezinde dünyaya geliyordu. Göbek bağının Rumca karşılığı “Çıpa” olduğundan bu yeni doğum merkezine, Rumlar “Çıpa” demeye ve yerli halk ise bunu değiştirerek “Çapa” demeye başladı.

Ardından: fakülte, hastane ve semtin adı “Çapa” oldu. Yalnız yöreye Çapa isminin verilmesiyle ilgili birkaç varsayım daha bulunmaktadır. Bunlardan birine göre, burada çapa imal eden büyük bir işyeri bulunmasıdır. Diğer bir söylenti: Çapa isminin Latincede havalandırma ızgaralarıyla ilgili bir demir araç olan “Zappa” dan bozulmuş olarak günümüze “Çapa” olarak ulaştığıdır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.