İstanbul Gülhane Parkı

gulhane-parki-0
İstanbul Gülhane Parkı

İstanbul Gülhane Parkı:

Gülhane Parkının bulunduğu yerde: 8’nci yüzyılda, Konstantinopolis Üniversitesi bulunuyordu. Osmanlı döneminde ise, Topkapı Sarayının has bahçelerinden biri olarak düzenlenmiştir. Park alanında özellikle burada bolca yetiştirilen güller nedeniyle, parkın ismi de “Gülhane Parkı” olmuştur. Gül: Topkapı Sarayı has bahçesine, ilk olarak Fatih Sultan Mehmet döneminde, 1460’lı yıllarda gelmiştir. Sonrasında, sarayın bu has bahçesi, güllerle süslenir.

Parkın tarihi geçmişindeki en önemli olay, 1839 yılında burada ilan edilen Tanzimat Fermanıdır. Osmanlı’da imparatorluğun yeniden yapılandırılmasını hedefleyen ve kısmen de başarılı olan bu ferman: Sultan Abdülmecit tarafından kabul ve ilan edilmiştir. Amaç: 19 yüzyılda zayıflamaya başlayan Osmanlı imparatorluğunu, çeşitli reformlar yaparak modern çağa taşımaktır. Tanzimat: 40 yılın ardından, 1876 yılında sona ermiştir.

Günümüzde: 100 bin metre karelik alanı kaplayan park, özellikle her yıl “Nisan” ayında düzenlenen “Lale Festivali” sırasında bambaşka bir güzelliğe bürünür. Parka genellikle Arkeoloji Müzesi ya da Soğukçeşme Sokağının sonundaki Soğukçeşme kapısından girilir. Ben size Gülhane Parkında daha önce bulunduğu söylenen ama günümüze herhangi bir kalıntısı kalmamış tarihi eserlerden ziyade, günümüze ulaşan eserler hakkında bilgi vereceğim. Örneğin: Gülhane Parkı alanında bulunan, iki metrelik mermer Meryem Ana ikonu, günümüzde Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Buna Gülhane Meryemi İkonu denilmektedir.  

bizans-sarnici-2
İstanbul Gülhane Parkı Bizans Sarnıcı

 

Bizans Sarnıcı

Çevresi ağaçlarla kaplı ve hemen yanında 1911 yılı yapımı bir Osmanlı çeşmesi bulunan sarnıcın: 5 yüzyılın ilk yarısına ait olduğu düşünülmektedir. Sarnıç, muhtemelen Bizans döneminde burada bulunan sarayın su ihtiyacını karşılamak için yapılmıştır. Ölçüleri gayet büyüktür ve dikdörtgen planlıdır. Sarnıç geçmişte uzun süre akvaryum olarak kullanılmıştır.

gotlar-sutunu-2
İstanbul Gülhane Parkı Gotlar Sütunu
gotlar-sutunu-3
İstanbul Gülhane Parkı Gotlar Sütunu

 

Gotlar Sütunu

Park alanı içinde, Sarayburnu’na  hakim bir tepe üzerinde, 18 metre yükseklikte, bedenine “Gothos” kelimesi yazılmış bir sütun dikkati çeker. Sütun: Topkapı Sarayı müzesinin denize bakan yamacındadır.

Mermerden tek bir blok halde yapılmış sütunun özellikle, kartal arması yontulmuş bulunan, korint tarzı başlığı dikkat çekmektedir. Bizanslı tarihçi Necephorus’un yazdıklarına göre: sütunun üstünde, bir zamanlar Bizans’ın kurucusu olan Megaralı Byzas’ın heykeli varmış. Çünkü, sütunun bulunduğu yer, şehrin kurucularının ilk olarak karaya çıktıkları yerin çok yakınındadır.

Bir başka söylentiye göre, sütunun üstünde, bir zamanlar Yunan şans ve baht tanrıçası olan “Tike” heykeli varmış. Tike pagan tanrıçası olduğu için, Hıristiyanlığın kabulünün ardından, sütünün tepesinden indirildiği düşünülmektedir.

Sütunun üç basamaklı kaidesinde Latince“Gotların yenilgisiyle geri gelen Fortuna” şeklinde bir yazı vardır. Fortuna: Anadolu ve Yunan mitolojisinde, şans ve bereket tanrıçası Tike’nin Roma mitolojisindeki adıdır. Yani, sütunun Gotlara karşı kazanılan bir zafer için dikildiği anlaşılmaktadır. Bu değerlendirildiğinde, sütunun imparator II. Cladius Gothicus 269 yılında veya şehrin kurucu imparatoru Konstansin döneminde dikildiği tahmin edilmektedir.

Çünkü: her iki imparator da, yapılan savaşlarda Gotları yenmişlerdir. Ancak: imparator Cladius’un İstanbul ile ilgisinin bulunmuyor olması, sütunun hangi dönemde dikildiği sırrını koruyor. 17 yüzyıldır hiçbir depremde yıkılmadan kalarak günümüze ulaşan: sık ağaçlıklar arasında dikkat edilmezse görülmeyen bu abideyi görmenizi öneririm. Çünkü, 1700 yıldır burada bulunan sütun, belki de kaidesinde yazılı olduğu gibi, Tike tarafından korunarak günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan gelmeyi başarmıştır.

Gotlar sütununun hemen arkasında “Set üstü çay bahçesi” vardır. Buraya uğrayarak güzel manzara eşliğinde bir çay içerek mola verebilirsiniz.

bizans-yetimhanesi
İstanbul Gülhane Parkı Bizans Yetimhanesi

Bizans Yetimhanesi

Gotlar sütununun hemen aşağısında: demir parmaklıklarla koruma altına alınan bir takım kalıntılar görülüyor. Bunlar üzerlerinde haç işaretleri bulunan, başlıklı birkaç sütun ve tuğla kemerlerdir. 

Buranın: Bizans döneminde bir yetimhane olduğu ve 579 yılında Bizans imparatoru I. Justinianos ve karısı Sophia tarafından yaptırılmıştır. Bu yetimhane: hemen yakınındaki Aziz Menas ve Demetrius kiliselerinden sağlanan gelirle, uzun yıllar boyunca yetim çocukların barındığı, yemek yedikleri bir yer olarak kullanılmıştır.

islam-bilim-muzesi-0
İstanbul Gülhane Parkı İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi

 

İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi

Müze, Gülhane Parkı içinde, Saray sur duvarına bitişik, Has Ahırlar binasındadır. Osmanlı dönemine ait “Has Ahırlar” düzenlenerek müzeye dönüştürülmüştür. Has Ahır: Osmanlı döneminde, padişahın ve yakın hizmetinde bulunanların atlarının bulunduğu ahırlara verilen isimdir.

İslam Bilimi Tarihçisi Prof. Fuat Sezgin tarafından kurulan müze, 2008 yılında hizmete girmiştir. 3500 metre kareyi kaplayan sergi alanında: 580 adet cihaz kopyası, alet, maket ve model koleksiyonu bulunmaktadır. Bu koleksiyon ile, müze, dünya üzerinde Frankfurt’ta bulunan aynı özellikteki müzeden sonra ikincidir.

İki katlı müzede: Sergi alanlarının tamamında, İslam bilim adamlarının eserlerinin model ve maketleri sergilenir.

Üst katta: Astronomi, Sinevizyon salonu, Saat teknolojisi, denizcilik, savaş teknolojisi ve tıp bölümü vardır.

Alt katta: Fizik, matematik, madenler, geometri, şehircilik ve mimari, optik, coğrafya ve kimya ile ilgili bölümler bulunur.

Bahçe kısmında: Halife el-Mem’un tarafından 9 yüzyılda yapılan dünya haritasının kopyası bulunan yerküre ve İbni Sina Botanik bahçesi bulunmaktadır. Botanik Bahçesinde: İbni Sina’nın “Fit Tıbb” kitabının ikinci cildinde söz edilen bitkiler ilgi çekmektedir.

Sonuç olarak: müze, İslam dünyasının tarihteki başarılarını öğrenmek isteyenler için güzel örnekler sunmaktadır. Ancak konu ile ilgili birçok eser günümüzde, yabancı ülke müzelerinde bulunduğundan, sergilenen eserlerin birçoğu kopyadır. Bir kısım eserde, günümüze ulaşan tasvirleri dikkate alınarak aslına uygun yapılmıştır. Bunların yanında, müzede genel müzik enstrümanları bulunmaktadır. Bu arada: Nusret Çolpan tarafından yapılan tavan süslemelerini görmenizi öneririm.

alay-kosku-5
İstanbul Gülhane Parkı Alay Köşkü

Alay Köşkü

Gülhane parkının tam köşesinde, Topkapı surları üzerindedir ve Topkapı sarayının cadde ve sokaklara bakan tek yapısıdır.

Ünlü şair Keçecizade İzzet Molla’nın yazılarına göre: köşk binası, 1819 yılında Sultan II. Mahmut tarafından yaptırılmıştır. Ancak: günümüzdeki yapıdan önce de burada ahşaptan yapılmış bir “Alay Köşkü” bulunduğu söyleniyor.

Gülhane parkı içinde, girişte solda bulunan taş rampa: padişahların Saraydan çıkıp Alay Köşkünün kapısına kadar atla gelebilmeleri için yapılmıştır.

Osmanlı sultanları, burada kafesli pencerelerin ardında: Osmanlı imparatorluğunun zengin dönemlerinde, bu cadde üzerinde yapılan resmi geçitleri ve alayları izlemişler, halkı selamlamışlardır. Bu yüzden, yapının ismi “Alay Köşkü” ve bazı kaynaklara göre “Selam Köşkü” olmuştur.

Mimari yapı

Dış bölüm: yedi cepheli ve mermer kaplıdır. Çevresi saçaklı, çok güzel ve soğan biçimli kubbe: kısmen batı tipi mimari tarzı anımsatır.

İç bölüm: büyük bir salon ve arka taraftaki birkaç hizmet odasından oluşmaktadır. Salonun tavanları, kalem işleriyle süslenmiştir.

Osmanlı imparatorluğunun zengin dönemlerinde: bu cadde üzerinde, dönemin en renkli törenlerinden biri olan ve adeta bir tür karnavalı andıran “Esnaf Alayı” veya “Lonca Alayı” düzenlenirmiş. Bu esnaf alayına katılan tüccarlar, zanaatkarlar ve sanatçılar başta olmak üzere değişik meslek gurubundan kişiler: bu köşkün önünden büyük bir coşkuyla geçerlermiş.

Hatta bu kişilerin: 7 ayrı kıtaya ayrılarak ve 1100 sınıftan oluştuğu söylenir. Bunlar: köşkün önünden geçerken padişahı selamlar, padişah ta bunlara karşılık verirmiş.

En son düzenlenen esnaf alayı: 1769 yılında Sultan II. Mustafa döneminde yapılmıştır.

Evliya Çelebi: Seyahatnamesinde, 1638 yılında Sultan IV. Murat döneminde yapılan bir alay geçit törenini şöyle anlatır: “ İstanbul’un dört bir yanından gelen her lonca ve meslek oradaydı, alay şafak vakti başlayıp gün batımına kadar sürdü.

Bu alay için, İstanbul’da üç gün üç gece ticaret hayatı durmuştu. O günlerde, şehri bir gürültü patırdı aldı ki: kelimelerle tarifi mümkün değildir”

Devamında Evliya Çelebi şöyle anlatır “Alay 57 kısım halinde toplanmış, 1001 loncadan oluşmaktadır.

Bu loncaların her birinin temsilcileri, kendilerine özgü kıyafetleri ve üniformaları vardır. Hazırladıkları arabaların üzerinde mesleklerini ve mallarını tanıtırlar. İzleyenleri güldüren sözler söyleyip soytarılık yaparak halkı eğlendirirlerdi.

Bu teşhirlerin en ilginci ise: palamarlarla binlerce adamın çektiği, kızaklara konmuş kalyonlarla geçen “Akdeniz Kaplanları” idi. “

Bunlar: Alay köşkünün önüne vardıklarında: büyük bir cenk gösterisi sunarlar, kafir gemilerini ezip geçerlerdi. Alaydaki son lonca meyhanecilerdir. Bunların en sonunda ise “Yahudi meyhaneciler” geçerdi. Bunlar: halka ellerindeki testilerden, şarap yerine şeker şerbeti dağıtarak geçerlerdi.

Evet: bu loncalar ve esnaf alaylarının geçitleri dışında, sefere çıkan veya zaferden dönen Osmanlı ordusu neferleri de, mehter marşları eşliğinde burada resmi geçit töreni yaparlardı. Hatta: bazı siyasi suçluların idam cezaları da, halka ibret olsun diye bu köşkün önünde yapılmıştır.

Alay köşkünün tarihi geçmişindeki önemli olaylardan birisi de: “Vakai Vakvakiye” veya “Çınar” adı ile bilinen isyanda: henüz buluğ çağına yeni girmiş bir çocuk olarak tahta çıkan Sultan IV. Mehmet’in, isyancılar tarafından ayak divanına yani görüşmeye, buraya çağrılmış olmasıdır.

Alay köşkünün: Sadrazamın yaşadığı Bab-ı Ali’nin hemen karşısında yapılmış olması sebebinin: Sultan tarafından Bab-ı Ali ve sadrazamın gözlenmesi düşüncesinden kaynaklandığı da söylenir.

Hatta: Sultan Deli İbrahim: tatar yayı ile, gelip geçene ok atmak için burayı kullanmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, burası bir dönem “Güzel Sanatlar Birliği” hizmetine verilmiş ve ardından “Eminönü Halk Evi” ne tahsis edilmiştir. 1940’lı yıllarda ise, “Eski Eserleri Tescil Bürosu” olarak kullanılmıştır.

Ardından, uzun yıllar kapalı kalan köşk, 2011 yılında “Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müzesi” olarak düzenlenerek ziyarete açılmıştır.

babi-ali-0
İstanbul Gülhane Parkı Bab-ı Ali

 

Bab-ı Ali

Alay köşkünün karşısındadır.

İlk olarak: 1564 yılında Sokullu Mehmet Paşa: kendisine bir saray yaptırarak buraya taşındı. Ardından yabancılar tarafından “Sublime Porte” yani “Yüce Kapı” olarak isimlendirilen Bab-ı Ali: gerek sadrazamların çalışma mekanı ve gerekse yabancıları kabul ettikleri bir yer olarak kullanılmaya başlandı. Zaman içinde: imparatorluk problemlerinin birçoğu burada görüşüldü ve çözüldü.

Böylece “Bab-ı Ali” hükumete verilen bir isim oldu. Yabancı sefirler, Osmanlı padişahları değil Bab-i Ali’de sadrazamlar tarafından kabul edilerek göreve başlardı. Burada günümüze ulaşan ve tek ilgi çeken yapı: 1565 tarihli ve dönemin özelliklerini yansıtan bir dershane yani eski bir medrese dersliğidir.

Sadrazamlar: 1840 yılında, bugün İstanbul Valiliği olarak kullanılan binaya taşındılar. Ancak “Bab-ı Ali” ismi İmparatorluğu temsil etmeyi sürdürdü.

zeynep-sultan-camisi-0
İstanbul Gülhane Parkı Zeynep Sultan Camii

 

Zeynep Sultan Camii

Alay Köşkünün sağından, saray duvarını takip ederek Alemdar caddesinde yürüdüğünüzde, Gülhane parkının Soğuksu çeşme kapısının tam karşısında, bu cami görülür.

Zeynep Sultan: Lale devri Sultanı, III. Ahmet’in, elliye yakın çocuklarından birisidir. Bu çocukların birçoğu unutulmasına rağmen, Zeynep Sultan, bu yapı ile adını tarihe yazmıştır.

Zeynep Sultan camisi: 1769 yılında dönemin baş mimarı Tahir Ağa tarafından yaptırılmıştır. Mimari stil olarak: Türk barok tarzı görülür. Yani: hem batılılaşma hareketinin başladığı erken 18 yüzyıl mimarisinde belirginleşen unsurlar ve hem de Türk motifleriyle, yine eskiye dönüşü vurgulamakta ısrar eden bir anlayışla inşa edilmiştir. Yani: barok üslupla geleneksel ve özgün Türk mimari elemanları birleştirilmiş, ortaya bir sentez çıkarılmıştır.

Yüksek kubbe kasnağı: yapıyı bir Bizans kilisesine benzetmektedir. Kubbenin altındaki pencerelerin, kıvrımlı revakları da bu görüşü destekler.

İç mekanda: Sultan mahfili ve minber ahşaptan yapılmıştır. Kareye yakın mekanın üzerine örten ana kubbenin dört köşesinde küçük yarım kubbeler vardır.

Caminin duvarla çevrili mezarlık yani hazire kısmında: Sultan III. Selim olayının baş kahramanlarından Alemdar Mustafa Paşa yatmaktadır. Bu talihsiz paşanın cesedi: III. Selim olayından sonra, Yedikule taraflarında bir çöplüğe atılmıştır. Ceset, II. Meşrutiyet sonrasında gelişen “Tarih-i Osmani Encümeni” tarafından alınarak buradaki mezarlığa defnedilmiştir. Camiyi yaptıran Zeynep Sultanın mezarı da bodrumdadır.

Caminin hemen arkasında, köşede bulunan “Sıbyan Mektebi”: bir süre ilkokul olarak kullanılmış ve 1988 yılında Vakıflar İdaresi tarafından “Türkiye Anıtlar Derneği” ne tahsis edilmiştir.

hamidiye-cesmesi-0
İstanbul Gülhane Parkı Çeşmesi-Hamidiye Çeşmesi

 

Gülhane Parkı Çeşmesi-Hamidiye Çeşmesi

Gülhane parkı dış duvarında, Zeynep Sultan camisinin bahçesine açılan kapının dışındadır. Rokoko tarzı süslü bu sebil camiye ait değildir. Çünkü Zeynep Sultan tarafından değil, Sultan I. Abdülhamit tarafından, 1779 yılında yaptırılmış ve Bahçekapıda’ki Abdülhamit türbesinin bulunduğu cadde genişletilirken, yerinden sökülüp buraya taşınarak yerleştirilmiştir.

Bu sebile “Hamidiye Sebili” denir. Sebil: çifte sütunlarla dört bölüme ayrılmıştır. Üstü kubbeyle örtülmüştür. İki yandaki çeşmelerin üstünü, geniş saçaklık örter. Sebilin her bölümünün üstünde: kitabeler görülür.

cafer-aga-medresesi-2
İstanbul Gülhane Parkı Cafer Ağa Medresesi

 

Cafer Ağa Medresesi

Zeynep Sultan camisinin karşısındadır. Ancak, burada yoğun olarak bulunan hediyelik eşya satan dükkanlar arasında ilk anda görülmez.

İki siyahi kardeş olan Cafer ve Gazanfer ağalar: Kanuni Sultan Süleyman döneminde “Baş hadım ağası” olarak görevliydiler.

1554 yılında, Mimar Sinan, bu yapıyı yapmaya başladığında, aynı zamanda en büyük eserlerinden olan Süleymaniye Külliyesini de sürdürüyordu. Ancak, bu sırada medresenin sahibi Cafer Ağa ölür ve bunun üzerine kardeşi Gazanfer Ağa masrafları üstlenir, inşaat devam eder ve 1559 yılında tamamlanır.

Medrese avlusundaki küçük odaların içlerinde, bir zamanlar buraları ısıtmak için kullanılan ocaklar bulunmaktadır. Medresenin suyu ise Yerebatan Sarnıcından gelirdi. Yakın zaman öncesinde büyük bir restorasyondan geçirilen medresede, günümüzde, sivri kemerli revakların altındaki kubbeli odalarda el sanatları ürünleri yapan ve satanlar bulunmaktadır.

Lala Hayrettin Camii-St Mary Chalkoprateia Kilisesi

Zeynep Sultan camisinin arkasındadır.

Lala Hayrettin: Fatih Sultan Mehmet döneminde sarayın Arpa Emiri’dir.

Lala Hayrettin: buradaki camiyi, St Mary Chalkoprateia (burada o dönemde bakırcılar loncası bulunduğundan Bakır Pazarı Meryem’i kilisesi de denmektedir) isimli bir eski Bizans kilisesi üzerine; 1485 yılında, Sultan II. Beyazıt döneminde yapılmıştır. Bu küçük kilise, Bizanslılar tarafından çok önemseniyordu.

Bu kilise, daha önce yine burada bulunan bir sinagog üstüne, 450 yılında inşa edilmiştir. Ayasofya: 532 yılında Nika isyanında yerle bir olunca, bu kilise bir süre için onun yerini almış ve katedral olarak hizmet vermiştir. Bu kilisenin içinde, bir zamanlar kutsal emanet olarak “Meryem Ananın kuşağı” nın bulunduğu söyleniyor. Camiye dönüşümden bir süre sonra: acemi ağalardan biri olan Ahmet ağa tarafından cami onarttırılır. 18 yüzyılın sonlarında ise, bir yangın sonucu cami yanarak yok olur.

İstanbul Arkeoloji Müzesi tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

 

İstanbul Kandilli

kandilli-genel-0
İstanbul Kandilli

Burası: Vaniköy ve Küçüksu arasındaki bir semttir.

Bizans dönemindeki isminin “Perrion” olduğu söyleniyor. Kandilli isminin ise, 17 yüzyılda burada yapılan ve kandillerle donatılan bir yapıdan kaynaklandığı düşünülüyor. Ancak yörenin ismi konusunda başka söylentiler de bulunmaktadır.

Şöyle ki: Osmanlı sultanlarından birinin, sevdiği kadına jest yapmak için denizi kandillerle donattığı ve bir başka söylentiye göre: Osmanlı sultanlarından birinin, düşmanı olan kişinin kellesini kestirip “kanlı dilini” denize attırmasıyla ilgilidir.

Semtin ismiyle ilgili son bir söylenti “Sultan IV. Murat’ın Revan seferine çıkarken: bu bölgeye bir saray yapılmasını ister, 1632 yılında ise seferden dönüşünde, burada yapılan ve inşaatı biten sarayı gezerken, orada şehzade Mehmet dünyaya gelir. Bu doğum: 7 gece kandiller yakılarak kutlanmış ve yöreye kandillerin bolluğu ve güzelliği nedeniyle “Kandilli” ismi verilmiştir.

Öte yandan, “Kandilli” isminin kelime anlamı, Osmanlıca da “Sarhoş olmak “ anlamındadır.

kandilli-camii-1
İstanbul Kandilli Camii

Kandilli Cami

Hemen iskelenin yanındaki caminin yapım tarihi 1632 yılıdır. İki katlı ve ahşap çatılıdır. Günümüzde görülen yapı 1751 yılında inşa edilmiştir. Camiyi yaptıran Sultan I. Mahmut’dur. Caminin kitabesi günümüze ulaşmamıştır. Yapı: dikdörtgen ve taş planlıdır. Çatısı ahşap ve kiremit kaplıdır.

Yapının sağındaki minaresi: kesme taştır ve tek şerefelidir. Minarenin alemi kurşun kaplıdır. Yapıda çok fazla sayıda pencere bulunması nedeniyle iç mekan fazlaca aydınlıktır. Mihrap çini kaplıdır. Yapı: 1931 yılında yangın geçirmiş ve yangından sonra yeniden restore edilmiştir.

sira-evler-sokagi-2
İstanbul Kandilli Sıra Evler Sokağı

 

Sıra Evler Sokağı

Kandilli’deki Sıraevler Sokağında, eski Osmanlı tarzı mimari stildeki evler görülmektedir. Zaten Kandilli tarihi Sit alanıdır ve buradaki bütün evler, Anıtlar Kuruluna kayıtlıdır. Ayrıca yine bu sokakta boğazın muhteşem manzarası izlenebilir.

edip-efendi-yalisi-1
İstanbul Kandilli Edip Efendi Yalısı

Edip Efendi Yalısı

Boğaziçi’nin, en dar ve akıntının en hızlandığı yerlerden olan Akıntıburnunda’dır.

Bizans döneminde, Edip Efendi Yalısının hemen arkasındaki alanda bir akıl hastanesi varmış. Çünkü, inanışa göre Kandilli’de esen sert rüzgarlar, burada bulunan akıl hastalarına iyi geliyormuş. Ancak zamanla bu inanışın yanlış olduğu anlaşılınca, hastane terk edilmiş ve Kandilli sahilleri: Bizans soyluları ve ardından Osmanlı saray çevresinin güçlü çevreleri tarafından işgal edilmiştir.

Bu yalı: 1750 yılında Mehmet Emin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Paşa: Lale Devrinin ünlü ismi Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın danışmamı ve damadı olan Kethüda Mehmet Paşanın emrinde görev yapmış ve Kethüda Mehmet Paşanın kızı ile evlenince paşa ve zengin olmuştur.

Ancak kayın pederi, Kethüda Mehmet Paşa: Patrona Halil isyanında idam edilmiş ve Mehmet Emin Paşa, kurnazlığı sayesinde bu olaylardan kurtulmuş ve 1750 yılında sadrazam olmuştur.

Ancak sadrazamlığı dönemi: tarih sayfalarına, acımasız ve altındakileri hep azarlayan bir yönetici olarak geçmiştir.

1752 yılında görevden alınıp sürgüne gönderilmiştir. Ardından affedilmiş, Mısır’a vali olarak atanmış, ancak Kahire’ye varmadan vefat etmiştir.

Paşa sadrazamlığı sırasında bu yalıyı yaptırmıştır. Ancak yalının keyfini sürememiştir. Yalının tarihi geçmişindeki önemli bir detay: İngiltere Başkonsolosunun kızı, 1881 yılında İstanbul’a gelen Lady Neave, 26 yıl şehirde bu yalıda yaşamış ve gördükleri, yaşadıkları ve duyduklarını kitaplara aktarmıştır.

II. Dünya savaşının başlangıcında, İngiliz hükumeti, askeri amaçlarla kullanmak üzere evine el koyunca, Lady Neave sokakta kalmış ve hayatta tutunmaya çalışırken, muhtaç bir halde 1940 yılında ölmüştür.

Kandilli Tepesi

Vaniköy ve Kuleli Askeri Lisesinin bulunduğu vadileri ayıran ve geçmişte Kenan Tepesi ve günümüzde İcadiye Tepesi olarak bilinen yerdedir. Buraya, bir zamanlar “Kaf Dağı Tepesi” de denilmiştir. Bu bölgede, bir zamanlar, Sultan II. Mahmut döneminde inşa edilen ve İcadiye Kasrı olarak isimlendirilen bir yapı bulunuyormuş.

Bu kasır: Kırım savaşı sırasında, İstanbul şehrine gelen yabancı subayların kalması için tahsis edilmiştir. Ancak, yine savaş sonunda, yapı, yapıyı boşaltan İngiliz subayları tarafından kasıtlı olarak yakılmıştır. Bu yapıdan kalan harabeler, sonraki yıllarda uzun süre, İstanbul’un yangın haberleşmesi için kullanılan bir istasyona dönüşmüştür.

rasathane-1
İstanbul Kandilli Rasathanesi

 

Kandilli Rasathanesi

1910 yılında ilk rasathane kurulması çalışmaları başlandığında, rasathanenin kuruluşu için İcadiye Tepesi uygun bulundu. O zamanlar bu tepede: eski İcadiye Kasrı’nın arazisinde bulunan Boğazlar Komutanlığına bağlı bir topçu birliği ve yangın haber veren memurlar tarafından kullanılan bir kagir kule ve iki odadan oluşan bina bulunuyordu.

Eylül 1910 tarihinde, buranın bu sakinleri bölgeyi boşaltmaya başladılar ve mevcut binaların tanzimine başlandı. 1 Temmuz 1911 tarihinden başlanarak meteorolojik faktörlerin sürekli ve sistematik takibine başlandı. 1920 yılında, ahşap olan meteoroloji binasına 3 oda eklendi ve bahçenin çevresi duvarlarla çevrildi.

Tesis: 1940’lı yıllarda ise “Kandilli Astronomi ve Jeofizik Rasathanesi” adını aldı. Evet, yörenin en önemli tesislerinden olan burası, aslında tarihi ve turistik açıdan bir anlam ifade etmiyor olsa da, yöreyi gezerken uzaktan gördüğünüzde, tarihi geçmişi hakkında bir nebze bilgi sahibi olmanız için kısaca geçiyorum.

adile-sultan-sarayi-2
İstanbul Kandilli Adile Sultan Sarayı-Kandilli Kız Lisesi

 

Adile Sultan Sarayı-Kandilli Kız Lisesi

Osmanlı tarihinde, divan sahibi tek kadın şair olan Adile Sultan: Sultan II. Mahmut’un kızı ve Sultan Abdülmecit’in kız kardeşidir. 1826 yılında doğmuş ve 1899 yılında ölmüştür.

1856 yılında Sultan Abdülmecit tarafından burada bulunan konak çok sevdiği kız kardeşi Adile Sultan için satın alınmıştır. Sultan Abdülaziz döneminde ise, harap durumdaki bu konak yıktırılmış ve yerine şimdiki saray yaptırılarak Adile Sultana yazlık ikametgah olarak verilmiştir. Sarayın mimarı Serkis Balyan’dır.

Düzgün biçimli olmayan saray arsasının ön yüzü: sahile, arka yüzü ise Sıraevler sokağına bakmaktadır. Yapı: batı, doğu ve merkez olmak üzere 3 bölümlüdür. Zengin bezemelere sahiptir, rokoko mimari stille inşa edilmiştir.

Adile Sultan: zaman içinde Kandilli yöresinin imarına çok katkıda bulunmuş, yoksullara yardım etmiş ve eğitim konularına ilgi duymuştur. Ancak: çok sevdiği eşini ve dört kız çocuğunu erken yaşlarda kaybedince: bu güzel sarayda oturmak istememiş ve 1868 yılında yapıyı terk etmiştir.

Adile Sultan Sarayı: Adile Sultanın ölümünden sonra vasiyeti üzerine 1899 yılında, kız okulu olarak düzenlemesi istenerek Milli Eğitime bağışlanmıştır.

Ardından: Meclis-i Mebusan Başkanı Ahmet Rıza Bey ve kız kardeşi Selma Hanımın gayretleriyle 1916 yılında burada “Kandilli Kız Lisesi” adıyla yatılı kız lisesi açılmış ve saray da lisenin yatakhanesi olarak kullanılmaya başlanmıştır. 

Ancak 6 Mart 1986 gecesindeki yangında yapı yok olmuş ve ardından, Sakıp Sabancı’nın bağışı ile 2007 yılında restore edilmiştir. Günümüzde burası özel bir restoran ve düğün salonu olarak kullanılmaktadır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

Boğaziçi Anadolu yakası gezi planı hakkındaki yazım için. 

 

 

İstanbul Florya

florya-1
İstanbul Florya

Florya: İstanbul’un sakin semtlerinden birisidir.

Bizans döneminde: Hebdomon denen yer, Yeşilköy’ün batısına düşen Florya’ya kadar uzanıyordu. Hebdomon’da: günümüze Fildamı dışında hiçbir kalıntı gelmemiştir. Florya ismi, bazı tarihçilere göre: Yunanca “Florion” isminden gelmektedir.

Osmanlı döneminde ise, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Baş defterdar İskender Çelebi: Florya’da bir köşk yaptırmış ve bahçe düzenlettirmiştir. İskender Çelebi, Arnavut olduğu ve Florina şehrinden geldiği için, bu bölgeye bu adın yani Florya adının verildiği düşünülüyor. İskender Çelebi, İbrahim Paşa ile ters düşünce, Kanuni tarafından idam ettirilmiştir.

Bununla ilgili anlatılan bir söylenti vardır. Buna göre “İdamdan epey sonra Kanuni avdayken, dehşetli bir yağmura yakalanıp Çelebinin artık kullanılmayan köşküne sığınır. Köşkün çevresine 74 yıldırım düşer.

Selde boğulma tehlikesi de baş göstermişken, bir içoğlanı padişahı sırtında taşıyarak kurtarır. Kanuni: Çelebiyi haksız yere idam ettirdiğini düşünerek üzülür ve bu afeti kendisi için bir işaret sayar. Nitekim, iki yıl sonra, 74 yaşında Zivetgar’da ölür.

Lale devrinde, Nevşehirli İbrahim Paşanın, İskender Çelebiden kalan köşkü yenilettiği söylenir. Ancak, köşk, Patrona isyanında yeniden yakılır ve yıkılır. Sultan II. Mahmut döneminde yapılan baruthaneye rağmen, Florya ve yakınlarındaki Rum köyü Kalitarya (günümüzdeki Şenlikköy) ücra ve pek fazla rağbet edilmeyen yerler arasında kalır.

Cumhuriyet döneminde, Atatürk’ün Florya ile ilgilenmesi, buranın yıldızını yeniden parlatır.

Geçmişte, Florya adının içinde: altın sarısı kumlar, pırıl pırıl bir deniz, denize girip güneşlenen şık, zarif insanlar çağrışım yapardı. Yani, Florya: Türkiye’de oluşmaya başlayan modern plaj anlayışının start aldığı ilk yerdir.

Çünkü plajlardan önce, su üzerinde tahtadan yapılmış yarı kapalı deniz hamamları dönemi vardı. Beyaz Ruslar, ön yargısız modern vatandaşlar ve İstanbul’un Frenk takımı: tahtalı, perdeli engeller kullanmadan buradaki kumsaldan yavaş yavaş denize girip, kumlara uzanarak güneşlenmeye başladılar.

ataturk-kosku-2
İstanbul Florya Atatürk Köşkü-Deniz Köşkü
ataturk-kosku-1
İstanbul Florya Atatürk Köşkü-Deniz Köşkü

 

Atatürk Köşkü-Deniz Köşkü

Marmara Denizi kıyılarında yer alan İstanbul’un en eklektik yapılarından biridir. Yapı: Atatürk’ümüze, onun çağdaş kişiliğine, devrimlerine yakışır şekilde, kumsalla suların birleştiği noktada, bembeyaz bir kuğu misali mavi suların içinden yükselmektedir.

Belediye Atatürk’e hediye edilmek üzere bir köşk yaptırmaya karar verince, bir proje yarışması açar. Yarışmayı mimar Seyfi Arıkan’ın “Avrupa Bauhaus” etkisiyle yaptığı proje kazanır.

Modern Türkiye Cumhuriyetinin yetiştirdiği değerlerden biri olan ve Vedat Bey atölyesinde yetişen mimar Seyfi Arkan tarafından, 1935 yılında: 1.5 ay yani 48 gün içinde burayı bitirmiştir.

Çünkü: aynı tarihlerde Atatürk’ün sağlığında olumsuz emareler görülmeye başlanmış ve büyük önderin deniz kenarında dinlenmesinin uygun olduğu, deniz havasının kendisine iyi gelebileceği düşünülmüştür.

Florya’da karar kılınmasının en büyük sebebi: Atatürk’ün henüz bakir kıyılara sahip olan Florya’yı çok sevmesidir.

Mimar Seyfi Arkan: Alman Bauhaus tarzında yapmış olduğu Florya Deniz Köşkünün mobilyasından, iç donanımına sade bir art deko tarzı kullanmış ve bunda da oldukça büyük bir başarı elde etmiştir.

Köşkün kısa zamanda bitirilmesindeki en büyük başarılardan biri de, inşaat sırasında mutemetlik görevini üstlenen, dönemin İstanbul Sular İdaresi Müdürü Mühendis Yusuf Ziya Ertem’dir. Yani: Türkiye Olimpiyat Komitesi eski başkanı Sinan Erdem’in babası.

1935 yılının Ağustos ayında açılan köşk; Atatürk’ün başını dinlediği, denize girdiği, misafirlerini ağırladığı ve de oldukça sevdiği bir yer olur.

Buraya gelmiş önemli misafirlerden birisi de: İngiltere Kralı VIII. Edward ve eşi Simpson’dur.

Ama Atatürk’ün Florya köşkünde en çok sevmiş olduğu iki şey: manevi kızı küçük Ülkü ile birlikte geçirdiği günler ve Florya plajına gelen halkla kaynaşmasıdır.

Mimari özellikler: Ana bina, su üzerinde çelik kazıklara oturtularak yapılmıştır. Sahildeki başyaverlik, genel katiplik ve hizmet binalarından oluşan bir bütün olarak inşa edilmiştir. Karaya 90 metre uzunluğunda bir köprü yolla bağlanan köşk, birbirini kesen iki dikdörtgen yapıdan oluşmaktadır.

Geniş teraslara sahip olan bu iki yapıdan birinde Atatürk’ün çalışma odası, toplantı ve yemek salonu, öteki bölümde de Atatürk’ün, küçük Ülkü’nün, yaverin ve de misafirlerin kaldıkları odalar vardır.

Köşkü gezen ziyaretçiler: küçük Ülkü’nün kaldığı odanın bir köşesinde, köşke geldiği zamanlarda deniz kenarında oynadığı ve çok sevdiği ahşaptan yapılmış oyuncak bir sandal görürler.

Bu güzel oyuncağı yapıp Ülkü’ye hediye eden, Atatürk’ün son şöförü Cemal Beydir. Cemal Bey: Atatürk’ü Florya köşküne son olarak: 29 Mayıs 1938 tarihinde getirmiştir.

Bundan sonra, büyük önderin hastalığı daha zorlu bir döneme girer ve bir daha Florya’ya gelemez. Yani, Atatürk burada toplam 42 gün kalmıştır.

Köşkün bir bölümü uzun yıllar, devlet başkanlarının yaz aylarında gelip kaldıkları bir dinlenme yeri olarak kullanılmıştır.

Atatürk’ün ölümünden sonra: köşk, Cumhurbaşkanları İsmet İnönü, Celal Bayar, Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk ve Kenan Evren tarafından kullanılmıştır.

Ancak Kenan Evren’den sonra bu geleneğe son verilmiş, köşk “Atatürk Müzesine” dönüştürülmüş ve böylece kimliğine yakışan yeri bulmuştur. Müzede, daimi olarak bir “Atatürk İstanbul’da” resim sergisi bulunuyor.

park-0
İstanbul Florya Sosyal Tesisleri-Refleksoloji Parkı
park-1
İstanbul Florya Sosyal Tesisleri-Refleksoloji Parkı

 

Florya Sosyal Tesisleri-Refleksoloji Parkı

Burası içinde kafeler, restoranlar, çocuk oyun alanları ve çiçek bahçeleri bulunan büyük bir parktır. Burası aynı zamanda, Türkiye’nin ilk “Refleksoloji Parkı” dır.

Refleksoloji: 4 bin yıllık bir geçmişe sahip, Uzak Doğu kökenli bir ayak masajı ile tedavi yöntemidir. Buraya farklı şekiller ve büyüklükte döşenen taşlar Japonya’dan gelmektedir. Taşlar: belli bir uyum içinde dizilir ve kişiler bunların üstüne ayakkabısız basarak yürüdüklerinde: beden fonksiyonları normalleşir ve insan rahatlar. Ayrıca: ayaklara masaj yapılması sağlanır.

Yani: denge sağlayıcı bir terapidir. Kişinin kendisini bedenen ve ruhen rahat hissetmesini sağlar. Yürüyüş yolunun sonunda: ayağın hangi noktasında basınç uygulandığında acı duyuluyorsa, refleksolojiye göre yorumlanmış ayak haritasının bulunduğu panoya bakarak rahatsızlık tespit ediliyor.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.