Yazıya başlamadan önce bilmenizi istediğim bir konu var: Dünya Turizm Yazarları ve Gazetecileri Federasyonu tarafından verilen, dünyanın en prestijli turizm ödülü “The Golden Apple”; 2012 yılı için “Hamamönü” ne verilmiştir.
Turizmin Oscar ödülü olarak kabul edilen bu ödül: gerçekten “Hamamönü” için muhteşem bir sonuçtur. Bu derece büyük bir ödülün takdim edildiği yeri, mutlaka ama mutlaka gidin görün ve o havayı yaşayın.
Evet gelelim, Hamamönü’nü anlatmaya:
Ankara denilince, şehirdeki eski dönemlere ait kalıntıların bulunmaması nedeniyle, turizm etkinliklerinin gelişmediği söylenir. Ancak: her ne kadar ülkemizin tarihi yönleri ağır basan yöreleri kadar olmasa da, özellikle son yıllarda, Ankara’da, yok olmaya yüz tutmuş tarihi kalıntılar, restore edilerek, günümüze ve gelecek nesillere kazandırılıyor.
Özellikle: bu çalışmalarda, yerel yönetimlerin ve Üniversitelerin birlikte hareket etmesi: ortaya, inanılmaz güzellikler ve eskinin günümüze, olduğu gibi yansıması durumunu yaratıyor. Bu arada; Ankara’da yaşayan binlerce insan ve şehre ziyaretçi olarak gelenler, bu zahmetli çalışmalar sonucu ortaya çıkarılan güzellikleri göremiyorlar.
Çünkü: yapılan her türlü çaba, tanıtım olmadan, hiçbir anlam ifade etmiyor. Sanırım, son yıllarda Ankara’da yaratılan modern sanatların sergilendiği muhteşem “Cer Modern” sanat galerisi gibi, yine şehrin ara sokakları içine sıkışmış “Hamamönü” de yeterli ziyaretçiyi alamıyor.
Hamamönü.
İsmi ilginç. Ankara’da, fotoğraf sanatı ile uğraşan bir gurupla birlikte: burayı ziyaret etmeye karar verdik ve bir tatil günümüzün, öğleden sonraki bölümünü: burada, yenilenmiş güzel görüntüleriyle ziyaretçileri karşılayan tarihi evler, masaları sokaklara kadar taşmış restoranların arasında geçirdik. Buraya ulaşmak için: Kurtuluş Parkının arka bölümünden: Hacettepe Hastanesinin arka bölümüne, Onkoloji Hastanesi bulunan yere doğru yürümeniz gerekiyor. Yani: Kurtuluş Parkının, hemen arkasından, yaklaşık 10 dakikalık yürüyüş yapılarak ulaşılıyor.
Öncelikle:
“Hamamönü” isminin nereden geldiğini söylemek istiyorum. 1427 yılında, yani günümüzden: 584 yıl önce: Sultan II. Murad’ın kadı askeri olan Celalettin Karacabey tarafından: burada, bir külliye yaptırılır.
Bu külliye içinde: hamam, cami, imaret, saman deposu ve at ahırları bulunmaktadır. O yıllarda: Ankara şehrinde, kale dışında başlıca yerleşim yeri burasıdır. Dolayısı ile, yapılış tarihi olarak, Ankara şehrinin en eski tarihi eserlerinin başında gelmektedir. 1988 yılında restore edilen yapı: kubbelerinin güzel görünümüyle dikkati çekiyor.
Kubbelerdeki ışık veren bölümler, yapının içinin ışıklandırılmasına yeterli, gündüz ilave bir ışıklandırma kullanılmıyor. Ayrıca: içeride, aşırı nemlenmeyi önleyici bir hava akımı yaratılmış. Taban kısmındaki mermerler: Afyon, Sivrihisar ve Elazığ yöresinden getirilmiş.
Ahşap bölümler ise, tamamen dantel gibi işlenerek güzelleştirilmiştir. Yapının, alt bölümünde birçok tünel bulunduğu ve bu tünellerde dolaşan sıcak havanın, ısıtmayı sağladığı söyleniyor. Semt: ismini, bu tarihi hamamdan alıyor.
Hamamönü semtinin en büyük özelliği:
Burada bulunan evlerin ve dini yapıların: Belediye ve Hacettepe Üniversitesi işbirliğiyle restore edilerek, günümüze ve gelecek nesillere kazandırılmasıdır. Bölgedeki birçok ev, camiler ve konaklar restore edilerek, yıkılmaktan kurtarılmış. Daha önce: Safranbolu, Beypazarı, Eskişehir Odunpazarı evlerini görenler ve bu tür eski yapılara merakı olanlar: buradaki restore edilen yapılarda, aynı heyecanı duyacaklardır.
Hacettepe Üniversitesinin, bu çalışmalara katılmasının nedeni: Üniversitenin öğrenci yurtlarının bir bölümünün burada bulunması ve genellikle, öğrencilerin burada bulunan restoran ve kafelerden yararlanıyor olmalarıdır. Ancak: tüm bu restorasyon çalışmaları sonucunda: Avrupa Birliği tarafından yapılan seçim sonucu: buraya, yani “Hamamönü” ne: 2011 yılının “Avrupalı Seçkin Turist Destinasyonu” ödülü verilmiş.
Ödülün anlamı: gerek yerli ve gerekse yabancı turistler tarafından buranın bilinir hale getirilecek olmasıdır. Bunun için: Avrupa Birliği tarafından: tanıtım videoları hazırlanarak, Avrupa Birliği üyesi ülkelerde yayınlanıyor. Ayrıca: Avrupa Turizm Forumu kapsamında düzenlenen fuarda, buranın tanıtımı yapılıyor.
Restorasyon çalışmaları sonucu: ödüle layık görülen Hamamönü: yukarıda sözünü ettiğim gibi: Hacettepe Hastanesinin hemen arkasından başlıyor. Sokaklar: Arnavut kaldırımı taş ile döşenmiş. Restore edilerek yenilenmiş evler ise: 19’ncu yüzyıldan kalma.
Burada gezerken, kendinizi 19’ncu yüzyılda, bir Osmanlı mahallesinde gezer gibi hissediyorsunuz. Evlerin bulunduğu bu sokakta ilerlerken, yaklaşık 200 metre sonra: hemen solunuzda: sanatçılar için tahsis edilmiş, birçok evin bir arada bulunduğu bir bölüm var.
Burada: 22 tane, tarihi ve geleneksel Ankara evi, restore edilmiş ve yeşil alanlar oluşturularak, ışıklandırıldıktan sonra: sanatçılara tahsis edilmiş. El sanatı icra eden bu sanatçılar, evlerin alt katlarını galeri ve üst katlarını ise, atölye gibi kullanıyorlar. Özellikle: alt katlardaki galerileri gezmeyi unutmayın.
Daha sonra, sokakta ilerlediğimizde, yine sağ bölümde: bu kez, yine bir boşluk çevresinde bulunan birkaç yapıdan oluşan: Belediye Kültür-Sanat Evi görülüyor. Burayı ziyaret edebilir ve bahçesinde çay molası verebilirsiniz. Hatta: akşam saatlerinde buraya giderseniz, yazlık sinema bölümünde, tahta sandalyelere oturarak, nostaljik eski Türk filmlerini izleyebilirsiniz.
Bu sırada: hemen solda: dini bir yapı karşımıza çıkıyor. Burası: Tacettin Sultan Cami. Yapı: Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılmıştır. Bahçesinde: Tacettin Sultan’ın türbesi bulunan yapı: 1826 yılında, Sultan Abdülmecit tarafından restore ettirilmiştir. Caminin hemen yanındaki bölümde: günümüzde “Mehmet Akif Ersoy Müzesi” olarak kullanılan bir tarihi yapı daha var.
Mehmet Akif Ersoy: kurtuluş mücadelesi sürerken, milletvekili olarak Ankara’da bulunduğu yıllarda, burada ikamet etmiştir. Hatta: İstiklal Marşı’mızın mısralarını, ilk kez, bu yapının duvarlarına yazdığı söyleniyor. Müzeyi mutlaka ziyaret etmelisiniz. Bir kısım fotoğraf, günlük yaşam malzemeleri ve cansız mankenler ile, o günün yaşam şartları sergileniyor.
Tacettin Cami ve Mehmet Akif Ersoy Müzesinin bulunduğu bölümden çıktıktan sonra: yürümeye devam ettiğimizde: Mehmet Akif Ersoy Meydanı ve hemen karşısında, Karacabey Hamamı görülüyor. Meydanda: tam ortada bir saat kulesi ve hemen yanında, Mehmet Akif Ersoy heykeli var.
Meydanın diğer konukları ise, güvercinler. Bu meydandan: diğer sokak yönünde ilerlediğinizde ise: burada tarihi mekanlardan öte, sokaklara masalarını atmış ve bu masalarda sessizlik ve sakinliğin ve tarihi ortamın tadını çıkaran insanları: bir şeyler yerken veya içerken görebilirsiniz.
Hamamönü: yazının başında da sözünü ettiğim gibi: geçmişle günümüz arasında bir bağlantı. Tarihi pek eskilere gitmeyen Ankara‘nın, yaklaşık 600 yıllık geçmişinin, günümüze yansıyan görüntüsü. Ama, aynı zamanda, Avrupa Birliği bünyesinde ödül almış bir çalışmanın ürünü.
Sizler de, bir tatil gününüz ve hatta akşamınızı, mutlaka buraya ayırmalı ve bu tarihi mekanda, keyifli bir gezi yapmalı ve hatta: restoran ve kafeteryalarda, mola vererek, ortamın tadını çıkarmalısınız. Yanınızda, fotoğraf makineniz olursa, ilginç kareler yakalayabilirsiniz.
Ulus meydanı: ilk zamanlar “Taş Han Meydanı” olarak biliniyormuş. Çünkü, 1888 yılında, Ankara Valisi Abidin Paşa tarafından, burada “Taş Han” yaptırılmış. Meydan daha sonra “Hakimiye Milliye” ve son olarak “Ulus Meydanı” olarak isimlendirilmiştir.
Ulus’un tam merkezinde. Ortadaki kaide üzerinde; atı ile Atatürk ve önde, sağlı-sollu iki asker, arkada ise Türk kadını heykelleri var. Bu anıt; Yenigün Gazetesinin sahibi Yunus Nadi’nin önderliğinde, Türk ulusunun maddi katkılarıyla yaptırılmış.
Bunun için; tüm yurt çapında bir kampanya başlatılmış ve işlemleri yürütmek için, bir yurttaş komitesi kurulmuş. Komite tarafından: Osmanlıca ve Fransızca yazılı şartname hazırlanır. Hazırlanan şartnamede: Kurtuluş savaşının; kime karşı, nasıl ve hangi amaçla yapıldığı, geniş şekilde açıklanır ve zaferin önderi olan Mustafa Kemal’in kişiliği ve özellikleri, ayrıntılı olarak tanımlanır.
Yapılan çalışmalar sonunda; Mustafa Kemal Atatürk’ün, bir kaide üzerinde, ayakta, sivil giysili bir cumhurbaşkanı olarak tasvir edilmesine ve doğal büyüklükte, bir bronz heykel dikilmesine karar verilir.
Yarışmaya gönderilen projeler incelenir ve içlerinden; Avusturyalı sanatçı Heınrıch Krippel’in projesi beğenilir. 1883 tarihinde, Viyana’da doğan sanatçı, eğitimini Viyana Güzel Sanatlar Akademisinde tamamladıktan sonra, Türk Hükümetinin davetlisi olarak geldiği ülkemizde, 1925-1938 yılları arasında kalarak, birçok Atatürk Anıtı yapmıştır.
Atatürk; bu eserler için, sanatçıyı köşke davet etmiş ve bir süre poz vermiş. Anıtın, Türkiye’de hazırlanan taslakları ve heykel kalıpları, sanatçının Viyana’daki atölyesinde üretilir ve Viyana Birleşik Maden İşletmelerinde, bronza dökülür. Daha sonra ise, parçalar halinde getirilerek, Türkiye’de yerlerine monte edilir.
Anıtın samani renkli taş bölümleri ise: Marmara adasından sağlanan taşlar, gemilerle İstanbul-Haydarpaşa’dan vagonlara yüklenmiş ve trenlerle Ankara’ya getirilerek, yerinde yapılmıştır. Bu taş bölümler yani kaide üzerinde “Arapça” harflerin bulunduğu yazılar göreceksiniz. Bunun nedeni: anıt yapıldığında, “Harf Devrimi” henüz gerçekleşmemiştir ve bu yüzden, anıt kaidesi üzerindeki yazılar, Arapçadır.
Evet; geçen süreçte, anıt tamamlanır ve 24 Kasım 1927 tarihinde, törenle açılır. Özellikle: anıtın açıldığı ilk yıllarda, belli aralıklarla, Ankara İtfaiye Teşkilatının araçları, bu anıtı, çamaşır sodası ve Arap sabunlu doğal süngerlerle yıkarlar.
Ankaralılar, anıtın çevresine, ne bir sigara izmariti nede herhangi bir çöp atmazlar. Ne ilginç ki; gittiğinizde bundan farklı bir manzara ile karşılaşacaksınız. Yani; toz ve kuş kirleri yoğun bir anıt. Ayrıca; çevresinde de, asla öyle geçmiş zamanlarda olduğu gibi, bir temizlik hassasiyeti filan yok. Kirli ve pis, mezbelelik bir ortam.
Neyse, anıtın ifade ettiği anlamı anlatmak istiyorum. Anıt, bir heykel gurubu olarak tasarlanmış. Burada, esas vurgulayıcı olan; Türk milletinin kurtuluş savaşında gösterdiği birlik ve beraberlik sonucu ortaya çıkan başarı.
Kaide üçgen olup, heykel gurubu: cumhuriyetin kurulduğu meclis binasına ve tren istasyonu yönüne bakıyor. Özellikle: Atatürk, kendi heykelinin, Meclis Binalarına bakmasını istemiştir.
Önde: iki Mehmetçik var.
Sağdaki: arkadaşlarını savaşa çağırıyor. Kıtlık şartlarından dolayı, zayıftır. Ama, Namazgah Tepesindekileri çatışmaya çağırmaktadır. Namazgah tepesi, o yıllarda: deve dikeni ve madımak bitkileriyle örtülü bir kırsal alandır. Savaşa giden veya gidecek askerler, bayramlarda, güneşli günlerde Cuma namazını, burada topluca kılarlar, hatta yağmur duaları yapılır.
Soldaki: düşmanı gözetleyen bir Mehmetçik heykeli. Bu heykeldeki Mehmetçik: Taş Han tarafındaki elini güneşe siper ederek, Polatlı tarafından gelebilecek düşmanı gözetliyor. Ayağında: 8 delikten bağlı, ökçeli, nalçalı, altı kabaralı Bursa postalı var. Tozluk yerine, 8 defa sarılmış dolak ve elinde 7.9 mm. lik mavzer, üzerinde kışlık kaput var.
Yani: 9-11 Ocak 1021 tarihinde, I ve II’nci İnönü savaşlarının kıyafetleri. Mavzerin ucunda kasatura var. Çünkü: göğüs göğse çarpışma çok yakındır. Başında, Alman ordusundan alınan, I. Dünya savaşından kalma miğfer, göğsünde el bombası görülüyor.
Arkada ise; mermi taşıyan, Türk kadını heykeli var. Kuvay-i Milliye diliyle “Kara Fatma”. Kara Fatma, kağnının gitmediği yerde, top mermisini kendisi taşımaya başlamıştır. Ayağında: şaplı çarık (süt danası, koç ya da keçi derisinden yapılan), örme çorap, altında Kocatepe kayalıkları görülüyor.
Şalvarı, belinde kuşağı, başında yemeni, üzerinde göynek. Kolları sıvalı, yakasının 4 düğmesi kapalı, 6 düğmesi açık, çünkü tepesinde Ağustos güneşi, omuzunda büyük taarruza yetiştirilmesi gereken bir ağır sahra obüs mermisi var.
Heykel gurubunun tam ortasında; çokgen kaidenin üzerinde, yine çokgen plana sahip ve daralarak yükselen anıtın, asıl kaidesine ulaşılıyor. Mermerden olan bu kaide; güney cephesinde, üstte, Sakarya’da düşmanı yenen Türk askerleri.
Altta; savaş sırasında, Mustafa Kemal, Komutanlar ve Türk Askerlerinin tasvir edildiği; iki pano var. Kuzey cephesinde: mermere kazınmış iki pano daha var. Üstte: zaferden sonra, resmi geçit yapan Türk askerleri ve altta ise; kağnılarla, cepheye silah ve cephane taşıyan Türk köylüsü tasvir edilmiş. Burada da ilginç bir durum var.
Atatürk, açılışta, burada kağnının önünde anasının kucağındaki çocuğun çıplak olduğunu gördüğünde “Bu çocuk çıplak, üşür” diye yorumlar. Halbuki, çocuğun giysileri, o sırada kağnı ile cepheye taşınan top mermisinin kapsülündeki barut ıslanıp nemlenmesin diye, mermi üzerine örtülmüştür. Atatürk’e verilen cevap “çocuk anasının kucağında, ana kucağının sıcaklığı ile üşümez”
Mermer kaidenin ön yüzünde: üç adet doğan güneş motifi ve bunları çevreleyen çelenk motifleri var. Daralarak yükselen, en üst kısmında, anıtı çevreleyen bir sıra halinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün, altın varakla yazılmış, özlü sözleri bulunuyor.
Mermer kaidenin arka yüzünde; ortada, kabartma olarak topraktan çıkan, ancak bir dalı kırılmış ve kırık yeri üzerinden daha gür bir şekilde yükselen hayat ağacı motifi var.
Kaidenin üzerinde; şartnameye aykırı olarak yapılmış olsa da, gayet güzel olduğunu düşündüğüm: mareşal üniformalı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, dört ayağı üzerine yere sağlamca basan “Sakarya” isimli atı üzerinde, bronzla tasvir edilmiş.
Ülkemizde; çeşitli şehirlerdeki Atatürk anıtlarının çoğunda, atının bir veya birkaç ayağı, yerden kesilmiş ve yukarıda olarak tasvir edilirdi. Bu nedenle: ilginç bir soru, dilden dile dolanırdı. Ankara’daki Atatürk Anıtında, atının hangi ayağı havadadır?
Evet; bu anıt, yapıldığında bugünkü yerinden farklı, başka bir yerde imiş. 1956 yılında, arkadaki çarşı binasının yapılması nedeniyle, eski yerinden, güneye, yani buraya, Kızılay istikametine, 10 metre kaydırılmıştır.
Burada; bu anıtı inceleyin, gerçekten güzel bir anıt. Kurulduğundaki, o çevresi boş meydandaki, ihtişamını düşünebiliyor musunuz?
THE REPUBLİC MONUMENT
Standing in Ulus Square, this monument was made by an Australian sculptor, Kripper, in memory of the heroes of the Turkish War of İndependence. The base of the equestrian statue of Atatürk bears reliefs depicting Atatürk and his soldiers, along with figures symbolizing Turkish women and the young Turkish Republic.
Tapınak günümüzde Ulus Semtinde Hacıbayram camisinin hemen yanındadır.
ÖNEMİ
Ankara Ulus Augustus Tapınağı; Yapı: 14 Ekim 1972 tarihinde 1’nci derece kültür varlığı olarak tescil edilerek koruma altına alınmıştır. Aynı zamanda: UNESCO tarafından dünya üzerinde mutlaka korunması gereken 100 kalıntı arasında kabul edilmektedir. Çünkü: ilk Roma imparatoru Augustus’un vasiyetnamesinde yazılı ve yaptığı işleri anlatan dünya üzerindeki Latince en uzun ve tek yazıt olarak önem kazanmaktadır.
İLK KAŞİFLER
Ankara Ulus Augustus Tapınağı: İmparator Augustus adına yaptırılan tapınak: 16. yüzyıldan itibaren bilim adamları ve tarihçilerin dikkatini çekmiştir.
Tapınak ilk olarak: 1553-1555 yılları arasında Kanuni Sultan Süleyman döneminde: Kanuni Sultan Süleyman’ın huzuruna çıkmak için Amasya’ya giden Kaiser I. Ferdinant’ın elçisi ve I. Ferdinant’a yazdığı 4 mektupla tanınan aslen Hollandalı olan Baron Ghislen de Busbeck tarafından incelenmiş ve kopyası çıkarılmıştır. Yapı ile ilgili daha detaylı bilgi ise: Busbeck ile birlikte seyahat etmiş olan Hans Dernschwam tarafından verilmiştir.
Evliya Çelebi: 1640 yılları civarında külliyede, 300 e yakın dervişin barındığını yazmıştır.
1670 yılında Ankara’yı ziyaret eden Fransız Lainse, tapınakla ilgili daha detaylı bir çizim yapmıştır.
1701 yılında Ankara’ya gelen Joseph Piton de Tournefort: tapınakla ilgili iki verim vermektedir ve tapınağın tarifi ve yazıta değinmektedir.
Tapınaktan söz eden bir diğer seyyah da Richard Pococke’tur. Pococke: yapının tarifini yaptıktan ve çeşitli ölçüler verdikten sonra, bu yapının Augustus tapınağı olduğunu söyler ve yazıtına değinir.
Yazıtın ilk tam ve inanılır kopyası: III Napolyon tarafından Anadolu’yu araştırmakla görevlendirilen Georges Perrot ve Edmund Guillaume tarafından yapılmıştır. Bunlar: yazıtların Latince metninin tamamını ve Yunanca metninin yetiştirebildikleri kısımlarının alçı değil, grafik kalemle tam kopyasını almışlardır.
Bu kopyalar: yazıtın 1865 yılında Mommsen edisyonu tarafından basımında ve 1873 yılında Berg edisyonu basımında ve Corpus İnscriptionum Latinarum adlı eldeki bütün Latince yazıtları kapsayan eserin basımında temel teşkil etmiştir.
1813 yılında Ankara’ya gelen MacDonalt Kinneir: yapıyı kısaca tarif ettikten sonra, burada bulunan yazıtı kopyalamaya çalıştığını belirtir ve ancak daha önceden kopyalandığını ve çok tanınan bir yazıt olduğunu öğrenince bundan vazgeçtiğini belirtir.
1835 yılında Ankara’ya gelen Fransız mimar ve seyyah Charles Texier: tapınakla ilgili birçok çizim yapmış ve yapının planını hazırlamıştır.
1859 yılında Berlin Akademisi Mordtmann’a yazıtın ıslatılmış kağıttan (papier-mache) mulajını alması için finansman tahsis etmiştir. Ancak Mordtmann, bu tapınağın dış duvarındaki Yunanca metinleri kapatan evlerin sahiplerinden izin alamadığı için ve bu şekilde mülaj yapmanın kazılmış yazılara zarar vereceğini düşündüğünden bu işe girişmemiştir.
1882 yılında Mommsen’in önerisine uyularak Berlin Akademisi bu defa yazıtların alçı mülajlarını almak için Carl Humann’ı finanse etmiştir. Carl Humann: hem Latince metnin hem de ev sahiplerine çok iyi tazminat vererek tatmin ettiği için, Yunanca metnin tamamının mulajını almayı başarmıştır.
Bu alçı munajlar, 1882 yılında Berlin’e taşınmış olup Berlin Müzesinin en tanınmış; bütün eski kopyalardan daha değerli olmuş ve Berlin Müzesinin en tanınmış eski eserlerinden birisi olarak görülmektedir.
Ancak: Humann’ın tarafından kopyalar çıkarılmadan önce, anıt duvarlarının bazı yerlerinde biraz göçükler olması, eski kopyaların da kullanılmaya devam etmesini gerektirmiştir.
Mommsen’in verdiği metinin baskılarından: bu yazıtın Latinceden Türkçeye çevirisi “Ankara Anıtı” adı altında Prof. Hamit Dereli tarafından yapılmış ve Devlet Kitapları arasında bastırılmıştır. 1930 yılında yine Hamit Dereli tarafından gerçekleştirilen kazılarda: tapınağın tüm mimari yapısı ortaya çıkarılmıştır.
1936-1939 yılları arasında tapınakta “Türk Tarih Kurumu” adına H. Z. Koşay kazı çalışmaları yürütmüştür.
2008 yılında Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü başkanlığında sondaj çalışmaları yapılmıştır.
TAPINAĞIN YAPILIŞI
Ankara Ulus Augustus Tapınağı: Tapınağın ilk olarak: Frig döneminde Frig tanrıları Men ve Kybele onuruna yapıldığı düşünülmektedir. Romalılar MÖ. 1’nci yüzyılın sonlarına doğru, Galatya bölgesini eyalet haline getirip Ankara şehrini metropolis başkent yaptıktan sonra, şehrin büyüyüp gelişmesini sağlamak için birtakım imar faaliyetlerine girişmişlerdir.
Bu esnada: şehirde; Roma döneminin en önemli yapıtlarından biri olan tapınak: son Galat hükümdarı Amintos’un oğlu Kral Pylamenes tarafından Roma imparatoru Augustus onuruna bir bağlılık belirtisi ve Galatya Eyaletinin Roma’ya katılmasını kutlamak için, MÖ. 25 yılında: daha önce burada bulunan Frig tanrıları Men ve Kybele onuruna yapılmış tapınak üzerine inşa ettirilmiştir.
Bu durum: Roma dönemi yazıtları ve sikkelerden anlaşılmaktadır. Bir kısım sikkede: Frig döneminde tapınağın bulunduğu tepede “Bereket Tanrıçası Kybele” ve “Ay Tanrısı Men” adına yapılmış bir tapınak bulunduğu görülmektedir.
Galatlar: Helen ve Romalıların tapındıkları tanrılara tapınmanın yanı sıra, Anadolu’da kendi bölgelerinde ağırlıklı olarak Kybele ve Men’i kutsamışlardı.
“Men” bir erkek tanrıydı ve onlar için: insan talihinin, yaşanılan olayların, yerin ve göğün tanrısıydı. Canlıları ve ölüleri yargılayan yüce bir varlıktı.
Tanrıların anası “Kybele” ise Pessinus’daki ünlü kutsal mabedin kült tanrıçasıydı. Ana tanrıçanın şekilsiz, taştan yapılmış kült heykelinin gökten indiğine inanılıyordu. MÖ. 204 yılında, Roma Senatosu Pesinus’a elçi göndererek, Kybele’nin bu kült heykelini Roma’ya getirtmiş ve “Hayatin” tepesinde yapılan bir tapınağa koydurmuştu.
Evet Galatia’nın başkenti Ankara şehrindeki Augustus mabedi önceleri tapındıkları tanrılara ayrılmıştı. İcra ettikleri dini törenleri uyguladıkları bu tapınak, daha sonraları imparator kültü için kullanıldı.
Kolonadın kuzeybatı antası üzerindeki bir yazıtta: tapınağın Augustus ve Tanrıça Roma’ya adandığı yazılıdır. İmparator kültünün Ankara şehrine bu şekilde getirilmesi, o dönemde Ankara şehrine Romalılar tarafından verilen önemin en büyük ifadesidir.
Bu mabetteki Augustus kültü: özel olarak Augustus mabedinin baş rahibi ile diğer rahipler tarafından imparatorun doğum günleriyle diğer günlerde düzenleniyordu.
Her beş yılda bir büyük şenlikler düzenleniyor, bu sırada görkemli ziyafetler veriliyor ve hatta halka hububat dağıtılıyor, özel müsabakalar ve gladyatör gösterileri düzenleniyordu.
Aslında: tarihçi M. Schede: tapınağın yapılış tarihi olarak MÖ.2. yüzyılı vermiş olsa da tapınakta bulunan mimari ögeler: tapınağın yapılış tarihi olarak: erken Augustus dönemi yani MÖ. 27 ile MS. 14 yılları arasındaki dönemi işaret etmektedir.
Şehir: Roma döneminde: bu tapınağın bulunduğu tepenin çevresinde büyüyüp gelişmiştir.
MİMARİ
Ankara Ulus Augustus Tapınağı: Tapınak: 8 basamakla çıkılan; 36 x 54.82 metre ölçülerinde ve 2 metre yükseklikteki basamaklı bir podyum üzerinde oturmaktadır.
Yapı: İon düzeninde: önde ve arkada kısa kenarlarda: 8 ve kuzey ve güney uzun yanlarda: 15 sütunlu, dikdörtgen planlı, Korint düzenli bir perinstasis ile çevrilmiş, pseudodipteros planlı bir yapıdır.
Plan olarak benzemesi nedeniyle: Hadrian döneminde: Kütahya-Sivrihisar bölgesinde yapılmış Aezonai Zeus Tapınağına öncülük ettiği söylenmektedir. Ayrıca: tapınak yerli Anadolu geleneğini sürdüren Efes, Sardes, Menderes Magnesiası ve son yıllarda Pessinus’ta ortaya çıkarılan tapınak gibi batıya dönüktür.
Yapının eğimli çatısını destekleyen bu 42 tane dış sütun dizisinin arkasında: 4 sütundan oluşan bir sıra daha vardır. Sütunlar: büyük dikdörtgen bloklardan oluşan temel üzerinde durmaktadır. Ancak günümüze kadar varlığını sürdürememiş bu sütunları anlayabilmek için, yapının ön tarafında görülen 4 ve arkadaki 2 sütun temel kalıntıları değerlendirilmektedir.
Cella (tapınaklarda tanrı heykellerinin konulduğu bölüm) ya giriş: yüksek bir kapı ile sağlanmaktadır ve burada 4 sütun bulunmaktadır.
Giriş güzel ve orantılı, yüksekçe bir kapı ile verilmiştir. Çünkü: penceresiz tapınağın cella bölümünün aydınlatılması, bu yüksek kapı ile sağlanmıştır.
Kapının yüksekliği 8.4 metredir, genişliği 3.34 metredir. Bu büyük ve görkemli kapıdan, kutsal yapının iç bölümüne ve pronaos denilen üstü kapalı bir geçide geçilmektedir.
Yapının iç bölümü yani “Naos” (tapınaklarda kült heykelinin bulunduğu kutsal bölüm, iç oda, yani tapınağın en kutsal bölümüdür) üç bölümlüdür ve 12.8×28.21 metrelik bir alanı kapsamaktadır.
Pronaos (tapınakta genellikle doğuda bulunan ve cellaya geçit veren ön odadır) bölümünde 4 ve opisthodomos (tapınakta arka odadır) bölümünde 2 korint tarzı sütun bulunmaktadır.
Duvarlar: yapının bütün duvarları yaklaşık 11.20 metre uzunluğunda ve 90 cm kalınlığındadır. Kısa olan ve Hacı bayram camisine bitişik olan duvar: önemli ölçüde bozulmuştur. Büyük duvarın tepe noktası ise, zemine göre 70 cm kaymıştır ve eğimlidir.
Turizm Bakanlığı: duvardaki eğikliğin daha fazla ilerlememesi için, duvarların desteklenmesine karar vermiştir. Tapınaktaki 3 mermer duvarın destek yapıları yapılırken: üzerindeki yazıtların görünürlüğünün korunması esas alınmıştır. Bu duvar destekleri halen görülebilmektedir.
Cellanın kuzeybatı duvarının bir bölümü: 1834 yılında yıkılmış, ancak tapınak yine de iyi korunarak günümüze ulaşmıştır. Tapınaktan günümüze gelen kısımları: büyük kapı, sella ve pronaos kısımlarıdır. Yani: yalnız iki yan duvar ile kenarları işlemeli kapı kısmı eski haliyle ayakta günümüze ulaşmıştır.
İMPARATOR AUGUSTUS
Ankara Ulus Augustus Tapınağı: Roma imparatoru Augustus: MÖ. 63 yılında Roma şehrinde doğmuştur ve esas ismi “Gaius Octavius” tur. MÖ. 44 yılında, bir suikast sonucu öldürülen Roma imparatoru Julies Ceaser’ın kız kardeşinin oğludur ve imparatorun yasal varisidir.
Kendisi: MÖ. 43 yılında, 5 yıllığına, Marcus Antonius ve Lepidus ile birlikte, Roma’da ikinci Triumvirliğe (Roma’da devlet yönetimini üstlenen üçlü komisyon) seçildiler. Daha sonra ise Octavianus ile Antonius’un arası açıldı. Octavianus, MÖ.30 yılında, Mısır’daki Ptolemaios krallığının başında bulunan Kraliçe VII Cleopatra ve Mısır’a kaçan M. Antonios’u izleyerek Actium Deniz Seferinde onları yenilgiye uğrattı ve Roma’nın başındaki tartışmasız tek lider oldu.
MÖ. 27 yılında Mısır’dan Roma’ya döndüğünde Senatus tarafından imparator ve onun yanında “kutsal” anlamına gelen “Augustus” unvanları verildi. Augustus unvanı onunla bütünleşerek ismi oldu ve Augustus olarak anılmaya başlandı.
Bu başarılı imparator: 70 yaşlarına yaklaştığında yavaş yavaş devlet işlerinden uzaklaştı. Karısı Livia’nın ilk eşinden olan oğlu Tiberius’u evlatlık edindi ve MS. 4. yılında ona 10 yıl süreyle “tribunika potestas” görevi verdi. Livia (MÖ.58 MS.29) yılları arasında yaşamıştır.
Roma imparatoriçesi ilk imparator Augustus’un karısı ve ikinci imparator Tiberius’un annesidir. Augustus’un ölümünden sonra adı Julio olmuş ve Livia, uzun yaşamı boyunca imparatorlar üzerinde etkili olmuştur.
Evet Augustus dönemi: Roma için acı ve sıkıntıların az olduğu huzurlu bir dönemdi. Kendisi Anadolu’da etkili olmuş ve MÖ. 25 yılında Roma’ya bağladığı Galatia Eyaletinin başkentini Ankara olarak belirlemiştir.
Roma imparatorlarının: Anadolu’da birer tanrı gibi kabul görmeleri, bu imparator zamanında başlamıştır. Onlar adına tapınaklar inşa edilmiş, var olan tanrı ve tanrıça tapınakları da Roma imparatorlarına ithaf edilmiştir.
MS.14. yılında 19 Ağustos günü, imparator Augustus: Capri adası yakınlarında hastalanarak 76 yaşında öldü ve cesedi Roma’ya getirilerek yakıldı ve külleri “Mausoleum”a konuldu.
İmparator ölmeden 16 ay önce: Vesta rahiplerine 4 önemli belge teslim etti.
Birinci belge: özel istekleri ve vasiyetnamesiydi. İkinci belge: cenaze töreni hakkında buyrukları yazılıydı. Üçüncü belge: İmparatorluğun parasal ve askeri bilgileri bulunuyordu. Dördüncü belge ki en önemlisi buydu: hayatı boyunca yaptığı işleri belirliyordu.
Bunlar: cenaze töreniyle ilgili emir, devletin asker ve para durumu belgesi, servetini varisleriyle Roma halkına bıraktığını bildiren belge, yaptığı işleri, kazandığı onur ve harcadığı paraları gösteren çizelgeden oluşmaktadırlar.
Bunlardan, yalnızca dördüncüsü yani “İndex rerum gestarum” Augustus tapınağı duvarlarına iki dille yazılarak günümüze ulaşmıştır.
Roma şehrinde Senato’da okunan metin: MS. 14. yılında ölümünün ardından: bronz levhalar üzerine yazılarak, Roma şehrinde “Da Ripatta”da bulunan Augustus mozolesinin ön yüzüne yerleştirilmiş ve belgelerin kopyaları: eyaletlerdeki tapınaklara gönderilerek, bazı şehirlerdeki Augustus tapınaklarının duvarlarına yazdırılmıştır.
Ancak, Roma şehrinde imparatorun mezarına konulan orijinal Latince metinler nereye gittiği bilinmeden kaybolmuş ve bu yüzden tapınaklardaki yazıtların önemi daha da artmıştır.
ANKARA AUGUSTUS TAPINAĞI YAZITLARI
Ankara Ulus Augustus Tapınağı: İmparator Augustus’un vasiyetnamesi: Ankara şehrinde bulunan Augustus tapınağının duvarına: Latince ve eski Yunanca olarak yazılmıştır.
“Monumentum Ancyranum” yani “Ankara Anıtı” ve “Ankara Yazıtı” (Res Gestae Divi Augusti) ve hatta “Yazıtlar Kraliçesi” olarak bilinmektedir.
Latince Çeviri
Bu yazıt: İmparator Augustus’un yaptığı işleri anlatan, dünyadaki en uzun ve sağlam Latince kitabe olarak önem kazanmaktadır.
Evet: “Res Gettae Divi Augusti” isimli yazıt: tapınağın anta duvarlarının promaos’a bakan yüzünde: Hacı bayram camisine yakın olan duvarın üstünde Latince, güneydoğu cella duvarının dışa bakan yüzünde ise eski Yunanca olarak yazılmıştır. Yazıt: “tanrılaştırılmış Augustus’un icraatları” sözcükleri ile başlamakta ve duvarın büyük bölümünü kaplamaktadır.
Yazıtlarda, yukarı da söz ettiğim gibi: ilk Roma imparatoru Augustus’un imparatorluğu sırasında (MÖ.27-MS.14) yaptıklarını yani “Res Gestae Divi Augusti” metninin bir kopyasını içermektedir.
Yazıtların yazılı bulunduğu ve kalın mermerden yapılmış: iki uzun paralel duvar ve bu iki duvarı birbirine bağlayan, tapınağın girişini oluşturan üçüncü duvar: günümüze kadar ulaşmıştır. Uzun ve paralel duvarlar: yaklaşık 27 metredir. Kısa olan duvar ise yaklaşık 10 metre uzunluğundadır. Kısa olan duvar: iki uzun duvar arasındaki boşlukta bulunan girişi oluşturur.
Yazıtlar: uzun duvarlardan birinde, zeminle yaklaşık 2 metre yükseklik arasında bulunmaktadır. Anıtın Pronaos bölümündeki üç duvarın iç bölümlerine Latince ve 6 sayfa olarak yazılmıştır. Latince yazıtın her bir sayfası:2.7 metre yükseklikteki duvara kazınmıştır.
Her duvar 4 metre genişliktedir. Bu 6 sayfa Latince yazıttan girişin sol tarafında bulunan ilk 3 sayfasında 46 satır bulunur. Bunun bölümlerinin başlıkları: her 3 sayfanın üzerinde 2.5 satır olarak verilmiştir.
Girişin sol yanında bulunan 3 sayfa için ise, her bir sayfa 54 satırdan oluşmaktadır. Şüphesiz, bu şekildeki düzenleme: Roma şehrindeki bronz orijinaline benzetmek içindir. Bu altı sayfadan her bir satır, ortalama olarak 60 Latince harften oluşmaktadır.
Paragrafları göstermek için paragraftaki birinci harf: marjdan bir harf dışarı çıkar. Cümle sonlarında bulunması gereken nokta yerine, 7 şeklinde bir sembol kullanılmıştır.
Grekçe Çeviri
Cellanın güneybatı dış duvarına ise Grekçe çeviri kazınmıştır. Çünkü: Latince metnin, Grekçe konuşan eyaletlerdeki halkın okuması için Grekçe çevirisi eklenmiştir. Ancak: Grekçe çeviri: metnin birkaç noktası dışında olmak üzere, yazıtı çözümleme ve açıklama bakımından önemsizdir.
Hatta: bunları araştıran Mommsen ve Kaibel gibi araştırmacılar: çeviriyi yapının bir Grek değil, bir Romalı olduğunu kesin olarak kanıtlamışlardır.
Zaten: Grekçe metin uzun yıllar araştırılmamıştır, Grekçe yazının Latince yazıt ile herhangi bir ilgisi olduğu akla bile gelmemiştir. Latince metinde bulunan bazı parçaların, Grekçe metinde karşıt parçalarına uymaması, biraz önce belirttiğim gibi, Latince metinin Grekçeye kötü tercümesinden kaynaklanmaktadır. Bu durum: bu konudaki en etkin araştırmacı Mommsen tarafından belirtilmektedir.
Grekçe metnin bulunduğu bu dış duvar kıyısında: çok uzun zaman öncesinde evler inşa edildiğinden Grekçe metni okumak ve bu metinlerin alçıdan kopyalarını almak bazı kısımlar için imkansız olmuştur.
Diğer Kopyalar
Yukarıda belirttiğim gibi: belgelerin kopyaları bazı eyaletlere gönderilmiştir.
Buna istinaden: aynı konuyu içeren Latince yazıtlar: Pisidia bölgesindeki Antiochia (Yalvaç) da yapılan kazılarda “Res gestae divi Augusti” yani “tanrılaştırılmış Augustus’un işleri” adını taşıyan kitabenin kopyasına ait bir kısım parça ele geçirilmiştir.
Frigya Apollonia’sında (Uluborlu) ise yazıtların Grekçeleri ele geçirilmiştir. Ancak: Grekçe bu yazıt: Ankara’daki Augustus tapınağında bulunan Grekçe yazıtın okunmasında çok da işe yaramamıştır. Evet; yazıtlar içinde en iyi korunanı Ankara Augustus tapınağında bulunanlardır.
Ankara Augustus tapınağında bulunan yazıtın eksik bölümlerinin tamamlanmasına yardımcı olan bu parçalardan Yalvaç da bulunan yazıt; halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir.
RAHİPLER LİSTESİ
Augustus rahiplerinin burada sadece 1 yıl görev yaptıkları biliniyor. Tapınağın anta duvarlarından: kuzeybatı anta duvarının ucunda: imparator rahiplerinin listesi ve rahiplikleri sırasında yaptıkları işleri anlatan “Rahip Listesi” bulunuyor.
Burada: rahip isimleri yanında Livia Augusta ismi de geçmektedir. İmparator Augustus MS. 14 yılında ölünce, karısı imparatoriçe Livia tarafından “Augustus” unvanı kullanılmaya başlanmıştır.
Bu durum: imparatorun vasiyetinde yazılıdır. Yine bu yazıtta: Albiyoriks adındaki rahibin, mabede Livia Augusta ile Kaiserin heykelini diktirmiş olduğu yazılıdır.
Güneybatı anta duvarında ise: biraz daha geç dönemde görev yapan bir rahiple ilgili kısa bir yazıt görülür.
HIRİSTİYANLIĞIN KABULU VE KİLİSEYE DÖNÜŞÜM
Hıristiyanlık kabul edilince, tapınak kiliseye çevrilmiştir. Bu esnada cellanın güney duvarına üç pencere eklenmiştir. Ayrıca: cella ile opisthodomos arasındaki duvar yıkılarak naos gerisine bir crypta yapılmıştır.
OSMANLI DÖNEMİ
Osmanlı döneminde, tapınak bir ara medrese olarak kullanılmıştır.
HACI BAYRAM CAMİSİ
15. yüzyıl başlarında Türkler, Ankara’yı alınca, tapınağın kuzeybatı köşesine: 1427-1428 yılları arasında Hacı bayram camisi eklenmiştir.
Çünkü: MÖ. 8. yüzyıldan günümüze kadar olan süreçte, tüm kutsal yapıların üst üste veya yan yana bulunması, eski bir Anadolu geleneği ve Anadolu insanının hoşgörüsü olarak yorumlanmaktadır.
Caminin doğu duvarı: Augustus tapınağına, güney duvarı Hacı Bayram türbesine dayanır. Selçuklu mimari stilinde inşa edilmiş cami, Mimar Sinan tarafından onarılmıştır.
Yapı: uzunlamasına dikdörtgen planlı, taş kaideli, tuğla duvarlı, kiremit çatılıdır. Türbenin güneydoğu duvarında yükselen iki şerefeli minaresi kare planlı, taş kaideli ve silindirik tuğla gövdelidir.
Alt pencereler dışta sivri kemerli nişlerle kuşatılmıştır. Üst pencereler sivri tuğla kemerlidir. Ahşap mihrabı 17. yüzyıl sonunda ünlü nakkaş Mustafa tarafından işlenmiş olan cami, daha sonra Kütahya çinileriyle süslenmiştir.
Sanat değeri yönünden ilgi çekici olan cami, halen Ankara’nın en önemli camilerinden birisidir.
SONUÇ
Önemli kısımları: günümüze kadar ulaşmış tapınak, Anadolu kültür bütünlüğünü en güzel yansıtan bir eserdir.
Her ne kadar, restorasyon ve çevre düzenlemesi adına: tapınağın hemen yakınlarına havuzlar yapılmış olsa ( bu havuzların yaratacağı nem ortamının tapınak kalıntılarını olumsuz etkileyeceği maalesef hiç düşünülmemiştir) ve bu tür antik hazinelerimizin hala yalnızca taş olduğu zihniyeti devam ettiği sürece: dünya buranın dünya üzerinde kesinlikle sahip olunması gereken 100 eser arasında gösterse de: inanın, bu kafa ve mantalite ile burası da fazla dayanmaz, yıkılır, yok olur gider.
Bu yüzden: Ankara’da yaşayanlar, Ankara’ya yolu düşenler, mutlaka burayı ziyaret etmeli ve bin yıl öncesinden günümüze kalan bu eseri yıkılmadan, yok olmadan mutlaka görmelisiniz.