Niğde Bor

Niğde Bor

Eskiden her ne kadar “Yeşil Bor” olarak bilinse de günümüzde yeşil özelliği kısmen kaybolmuş olan bu şirin ilçemiz hakkında, mutlaka duymuşsunuzdur “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” şeklinde bir söylenti vardır. Yazının hemen başında, bu söylentiden söz etmek istiyorum.

Haftanın “Salı” günlerinde Bor ilçesinde Pazar kurulur. Ancak, bir gün öncesinde, Pazartesi günleri, hazırlık günüdür ve yöresel deyimle, bu hazırlık günü “Deri pazarı” olarak bilinir. Salı günleri kurulan pazara ise “Ulu pazar” denir.

Uzak diyarlardan, 35-40 km. uzaklardan, Bor ilçesindeki pazara gelecek olanlardan bir ziyaretçi: yazdan kalma bir gün, erken saatlerde, 40 km. uzaklıktaki köyünden yola çıkar ve ilçenin yakınlarındaki bağlar bölümüne geldiğinde mola verir.

Eşeğini dinlendirmek için, yükünü sırtından indirir ve pazardan alacaklarının hesabını yaparken, içi geçer ve derin bir uykuya dalar. Bu sırada eşek, önündeki yiyecekleri bitirir ve bağlı bulunduğu ağacın kabuklarını kemirmeye başlar.

Deri pazarı günü uykuya başlayan pazarcı, Ulu pazar günü ikindi vaktine kadar uyumaya devam eder ve uyanınca, ilçenin pazarının yolunu tutar, ancak pazardan dönenlerle karşılaşır.

Pazar yerinden dönenlere, neden Ulu pazara gitmiyorsunuz, geri dönüyorsunuz diye sorduğunda ise, aslında Ulu pazara uğramış ve Pazar alışverişini yapmış olan bir pazarcı: ertesi günü, Niğde pazarını işaret ederek “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” der.

Niğde Bor

ULAŞIM

İlçe: Konya-Kayseri, Adana-Kayseri, Niğde-Ankara kara yolları kesişim noktasındadır. Bor, bağlı bulunduğu Niğde il merkezine, 14 km. uzaklıktadır. Ayrıca: Bor İstasyonundan, her gün: Adana-Ankara-Kayseri istikametine tren seferleri bulunmakta olup, yörenin ulaşım problemi yoktur.

Niğde Bor

TARİHİ

Yörenin tarihi geçmişinin, günümüzden 5000 yıl öncesine kadar gittiği düşünülmektedir. Hititler zamanında, yörede, günümüzdeki “Niğde” şehrinin bulunduğu yerde “Nahita” isimli bir şehir bulunmaktaydı. Hitit devletinin yıkılmasının ardından, bölge, MÖ.8’nci yüzyılda bu kez, Frigler tarafından işgal edilir.

Daha sonra ise, Persler görülür. 333 yılında, Makedonyalı İskender, Persleri yenince, bölge yine el değiştirir. İskender’in ölümü üzerine, bölgede ortaya çıkan Selevkoslar hükümranlığı, Kapadokya krallığı dönemine kadar devam eder.

Daha sonra Romalılar ve ardından, Bizanslılar ve 707 yılına gelindiğinde ise, bu kez Emeviler görülür. Emeviler döneminde, bölgeye “Tavana” ismi verilir.
1476 yılında, bölge, Karamanoğullarından, Osmanlılara geçer. Yıldırım Beyazıt, burayı ve çevresini, Osmanlı idaresine katar.

Evet, gelelim, ilçenin isminin kaynağına. İlçenin isminin bir Rumca kelimeden geldiği söylenmektedir. Rumca “Poros” ve Fransızca “Bore” denildiğinde, “Bor” ismi anlaşılmaktadır. Kelimenin anlamı: tarıma elverişli olmayan toprak demektir. Ama, kelime anlamı olarak, Rumcadan esinlenilmiş ise; Rumca da, kelime anlamı “yol ve deniz limanı” demektir.

Niğde Bor

GENEL

Burası, 40 bin nüfuslu; Niğde ilinin güneyinde, 1100 rakımlı Bor Ovasında kurulmuş bir ilçedir. Topraklarının büyük bölümü: Obruk Platosundadır. Yörenin, kuzey-güney ve güneydoğusu dağlıktır. Başlıca akarsuları: Küçüköz deresidir.

Yörede yaşayanların büyük bölümü: mübadele sonucu buraya yerleşen: Arnavutluk-Yunanistan ve Bulgaristan göçmenlerinden oluşmaktadır. İnsanların ekonomik etkinliklerinin başında: tarım, halıcılık ve dericilik gelir.

Ancak, genel olarak, arazinin tarıma elverişli olmadığı bir gerçektir. Bunun sonucunda, yöre insanı, okumaya veya yöreden göç etmeye yönelmiştir. Ekonomik etkinliklerden öne çıkan biri de: Kara Kuvvetleri Komutanlığına bağlı, Lojistik Komutanlığının Bakım Komutanlığının, burada, Şehit Nuri Pamir Kışlasında bulunmasıdır.

Burada: Türk Silahlı Kuvvetlerinde törenlerde kullanılan: kılıç ve meçler üretilmektedir. Ayrıca: çeşitli ikmal maddelerinin depolandığı, bakım ve dağıtımının yapıldığı bir yerdir. Tüm bu askeri üniteler, yörede, büyük bir kalabalık yaratmaktadır.

Bunun dışında, burada, yine çok büyük bir “Fizik Tedavi Hastanesi” bulunuyor ki, bütün çevrede, bu husustaki rahatsızlıkları olanlar, burayı tedavi için tercih etmektedirler.

Yörede, İç Anadolu bölgesinin step iklimi görülür ve buna bağlı olarak yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise soğuk geçer. İlkbaharda, en fazla yağış görülür.

İlçede, Niğde Üniversitesine bağlı: Bor Meslek Yüksek okulu ve Bor Halil Ataman Meslek Yüksek okulu bulunmaktadır.

Yörede, her yıl: Temmuz ayının son günlerinde “Kemerhisar Kültür ve Turizm Festivali” düzenlenmektedir. Festival bünyesinde: çeşitli gösteriler, halk oyunları şenliği ve paneller ile konserler düzenlenmektedir. Elbette, yörenin ünlü antik kenti “Tyana” nın tanıtılması açısından çok olumlu bir etkinlik olduğu kesindir.

NE YENİR-NE İÇİLİR

Burada, yerel lezzetlerden tatmak isterseniz: Arap aşı yiyebilirsiniz. Koyun-tavuk veya hindi etinden yapılan çorba ve muhallebi kıvamındaki bir yemeğin birlikte yenilmesi.

NE SATIN ALINIR

Bor denilince akla hemen “dabakanecilik” yani “dericilik” geliyor ama eskisi kadar yaygın değil. Bunlar, geleneksel yöntemlerle üretim yapan küçük imalathaneler olarak görülüyorlar. Acıgöl mevkiinde bulunan bu deri imalathanelerinden, hoşunuza gidecek ürünler bulup satın alabilirsiniz. Bunun dışında, köylerde günümüzde de dokunmaya devam edilen halı-kilim bulup satın alabilirsiniz.

KONAKLAMA

Bor Öğretmen evi Belediye Yanı. Bor 388-3116395

Niğde Bor

GEZİLECEK YERLER:

Niğde Bor Kemer Hisar-Tyana

 

KEMERHİSAR-TYANA

İlçe merkezine, 1 saat uzaklıktadır. Niğde il merkezinin ise, 25 km. güneyindedir.

Antik kent kalıntılarının bulunduğu höyük: tarihi süreç içinde ilk olarak: 1880’li yılların başında ortaya çıkarılmıştır. Yöredeki ilk yerleşimin, MÖ. 5 ile 6 binli yıllara kadar uzandığı bilinse de, yazılı tarihi daha yakın dönemlere aittir.

Evet, burası: Hititler tarafından, Tuvanuva olarak isimlendirilen şehirdir. Hitit krallığının, ikinci başkenti olarak önem kazanmıştır. Hitit ve Asur metinlerinde şehrin ismi geçer.

Hatta: Asurluların efsanevi kraliçesi ve Babil şehrinin Asma Bahçelerinin kurucusu olan Semiramis’in; bu şehrin kuruluşunda etkin olduğu söylenmektedir.

Ancak, bu isim Romalılar tarafından “Tyana” olarak değiştirilmiştir. MÖ. 42 yılında, Arkelaous, Kapadokya kralı olur. Arkelaous: burada, eski şehir yerine, yepyeni bir şehir kurar ve bu yeni şehri, kendisi için “taht şehri” olarak seçer, aynı zamanda, şehre kendi adını verir.

Daha sonra: MÖ.17’de, yörede, Roma dönemi başlar. MS. 399 yılına kadar süren Roma döneminde, şehir, birçok yapı ve kurum tarafından donatılır ve Romanın ihtişamlı bir ili olur.

Şehir nüfusu hızla artınca, su ihtiyacını karşılamak üzere: sarı trakit taşından su kemerleri yapılarak, köşk pınarı mevkiinden, şehre su getirilir. Bu su kemerlerinin arasından aynı zamanda, şehirdeki, ünlü “Jüpiter Tapınağı”na giden, kutsal yol geçmektedir.

Türkler döneminde ise, buranın ismi, Hıristiyan kasabası anlamında “Kilise Hisar” ve daha sonra ise “Kemerhisar” olarak isimlendirilmiştir.

Günümüzde, burada görebilecekleriniz: Roma döneminden günümüze sağlam olarak gelebilmiş olan “su kemerleri” ve “Roma havuzu” dur. Su kemerleri, 15 adet kemerden oluşmaktadır. Bu kemerlerin: MS. 211-217 yılları arasında, Roma imparatoru Caracella döneminde yaptırıldığı bilinmektedir.

Bu su kemerleri, Roma havuzundaki suyu, antik şehre aktarmaktadır. Bu su kemerleri: Adana-Kayseri yolu ve Roma havuzunun kesişim noktasının, 4 km. kuzeyindedir.

Kaynak suları: yer altı kanalları ile yolculuğuna başlar, daha sonra yüzeye çıkar ve kalıplaşmış beyaz taşlarla döşeli, dikdörtgen şeklindeki Roma havuzunda toplanır ve uzun bir çizgi halinde uzanan kemerler üzerinde taşınır.

Devasa boyutlu bu havuz, suyun kaynağında: 65 metre boyunda ve 22.5 metre enindedir. Havuzun bulunduğu yerde: Tanrı Jüpiter için, bir mermer tapınak yapılır ve tapınağın hemen önünden çıkan bu su, kendisi adına adanır.

Jüpiter Tapınağının yapımında kullanılan ve daha sonra çevrede dağınık olarak bulunan mermer parçalar günümüzde, Kemerhisar açık hava müzesinde görülüyor. Özellikle: su perilerini gösteren alınlık ve friz parçalarından bir kısmı ise, günümüzde Niğde Müzesinde sergilenmektedir. Tüm bunların yanında: Semiramis tepesinde, Dorik tarzda bir mermer sütun görülmektedir.

Şehrin, bu mimari özellikleri yanında, yaşandığı dönemde, başka bir özelliği de, önem kazanmıştır. Çünkü, burası, ünlü düşünür “Apollon” un doğum yeridir. Tynalı Apollon; 1’nci yüzyılda yaşamış, ünlü bir öğretmen ve filozoftur.

Hatta: Batı dünyasının en ünlü filozofu olarak da tanımlanır. Kendisi: Türkiye’nin büyük bölümünü, İran, Hindistan ve Mısır bölgelerini gezmiştir. Bu seyahatlerinde, doğuya özgü mistisizmi öğrenmiştir.

Düşünceleri ve inançları ile, o dönemdeki bir çok lidere karşı gelebilmeyi göze almıştır. Genel anlamda: mucizeler yaratan biri olarak bilinir ve tanınır. Hatta: 80’li yaşlarda iken, hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuş ve böylece, insanlar onun ölümsüz olduğuna inanmışlardır.

Niğde Ulukışla

Niğde Ulukışla

Ulukışla yöresinin en büyük özelliği, Ankara yönünden, Adana yönüne gidildiğinde, uçsuz-bucaksız bozkırların bitip, yemyeşil Toroslar’ın başladığı bir yer olarak öne çıkması ve yine bir zamanlar burada kurulu bulunan Öküz Mehmet Paşa Külliyesinin varlığıdır.

Bir zamanlar gerçekten İpek yolunun buradan geçiyor olması, yörenin önemini ortaya koymaktadır.

Niğde Ulukışla

ULAŞIM

Bölgede ulaşım sıkıntısı çekilmemektedir. Kayseri’den gelen kara yolu; Ankara-Adana kara yolu ile, ilçenin 5 km. doğusunda birleşirler.
Ulukışla, bağlı bulunduğu Niğde il merkezine, 62 km. uzaklıktadır. Ulukışla-Konya/Ereğli arasındaki uzaklık: 49 km. Ulukışla-Karaman arasındaki uzaklık: 134 km. Ulukışla-Pozantı arasındaki uzaklık: 43 km. Ulukışla-Tarsus arasındaki uzaklık: 122 km.

TARİHİ

Bölge, tarihi süreç içinde: Hititler, Asurlular, Frigler, Persler ve Makedonlar tarafından işgal edilmiştir. Daha sonra ise, Kapadokya kralları görülür.

Roma imparatorluğu ve devamında ikiye ayrılması sonucu, Bizanslılar, 1075 yılına kadar bölgede hakimiyeti elde tutarlar, ancak aynı yıl, Türkler bölgede görülmeye başlanır.
Roma döneminde, bölgedeki yerleşim yerinin ismi “Faustinepolis” dir. Bu isim, dönemin ünlü kraliçesi ve aynı zamanda Roma imparatoru Marcus Aurelius’un karısı olan Faustina’ya atfen verilmiştir.

Hatta: Kraliçe Faustina’nın mezarı, yörede, Başmakçı köyündedir.

1156-1192 yılları arasında bölgede Konya Sultanlığının hakimiyeti görülür. 1466 yılında, Fatih Sultan Mehmet tarafından, bölgedeki diğer birçok yöre gibi, burası da, Osmanlılara bağlanır.

İran seferinden dönen, Kanuni Sultan Süleyman, 1549 yılında, Ulukışla’da konaklamıştır.
Evet, yakın tarihimize gelince, Ulukışla’nın, kurtuluş mücadelesinde, özellikle Fransız işgalcilere karşı mücadele veren Kuvay-i Milliye güçlerinin bir karargahı konumunda bulunduğu görülür.

Gelelim yörenin isim temeline: 16’ncı yüzyılda, Osmanlı Sadrazamlarından Öküz Mehmet Paşa, bu yörede bir kervansaray yaptırır ve bu yapıya “Ulukışlak” ismi verilir. Bu isim, zamanla değişerek, günümüze “Ulukışla” olarak gelmiştir.

Niğde Ulukışla

GENEL

İlçe: Orta Toroslar kesiminde, Aydos Dağlarının eteklerinde “Çiftehan çayı vadisinde“ kurulmuştur. Eski ismi “Şücaeddin” dir.

Yörenin denizden yüksekliği: 1427 metredir. Görüldüğü gibi, denizden çok yüksek bir yer ve bunun etkisi, elbette görülüyor.

İklim: tipik İç Anadolu iklimi hakimdir ve buna bağlı olarak: yazlar serin ve kurak, kışlar ise soğuk ve kar yağışlıdır. Bu bol yağış sonucu, bölgede yoğun orman varlığı görülür.

Yöre insanının ekonomik etkinliklerinin başında: buğdaygiller gelmektedir. Bunun dışında, yamaçlarda: bağcılık, elma, kiraz, armut üretimi yapılmaktadır. Yöre nüfusunun, % 80’den fazla bölümü, geçimini, tarım yaparak sağlamaktadır.

TOROS KURBAĞASI-RAMA HOLTZİ

Dünya üzerinde, yalnızca, Ulukışla ilçesi sınırları içinde, Toros dağlarının, 2560 metre yüksekliğinde bulunan; 12 metre derinlikteki, tektonik yapıdaki “Karagöl” bölgesinde yaşamaktadırlar. İlk olarak, 1800’lü yıllarda, yöreyi gezen bir Alman biyolog tarafından keşfedilmişlerdir.

Toros kurbağaları olarak isimlendirilen bu canlıların vücut boyları: 7.5 cm. dir. Derisi yumuşak, ince ve düzdür. Sırt bölümü: sarımsı kirli yeşil veya sarımsı pembedir. Bazılarının sırtında ve bacaklarında, siyahımsı lekeler görülür. Bu kurbağa türü öterken, diğer kurbağalarda olduğu gibi, göğsünde hava kesesi oluşmuyor. Zehirli sıtma mikrobu taşıyan dişi sivrisinek türünün larvaları ile besleniyor.

Son bir not: dünya üzerinde yalnızca burada yaşadığı kanıtlanan bu kurbağa türü: yaşam alanı olan Karagöl’e bir zamanlar bilinçsizce bırakılan “Aynalı Sazan” balıkları yüzünden büyük bir tehlike geçirmiş ve halen bu balıklar gölden temizlenmeye çalışılmasına rağmen, yine de tehlike geçmiş değildir. Bu konulara ilginiz varsa, Karagöl ve Toros kurbağalarını mutlaka görmelisiniz.

NE YENİR-NE İÇİLİR

Ulukışla denilince, kiraz ve kebap akla gelir, yöreye yolunuz düşerse, bunları tatmayı unutmayın.

KONAKLAMA

Ulukışla Öğretmenevi Alpagut Mah.İsmail Oğuz Cad. 388-5112250

Niğde Ulukışla

GEZİLECEK YERLER

Niğde Ulukışla Öküz Mehmet Paşa Külliyesi

ÖKÜZ MEHMET PAŞA KÜLLİYESİ

Külliye: halka açık ve halka hizmet veren yapılar topluluğudur. Bu yapılar topluluğu içinde: dini ve sosyal içerikli, çeşitli binalar bulunmaktadır. Bunlar: cami, imaret, türbe, kütüphane, helalar, hazire, arasta, hamam, kervansaray vs.

Kendisi: Osmanlı tarihinde ender rastlanan Türk asıllı Sadrazamlardandır.

Kervansarayı: 1615 yılında, İpek yolunun en önemli noktalarından birisinde yaptırmıştır. Doğduğu topraklara bir hediye olacağını düşünmüştür.

Ancak, bundaki amacı: bölgenin ekonomik ve sosyal açıdan canlandırılması, haç yolunun güvenliğinin sağlanması ve doğuya düzenlenen seferlerin etkisini arttırmaktır. Ancak, takip eden süreçte, kurtuluş mücadelesinde, bir silah deposu olarak da kullanılan han; zamanla motorlu taşımacılığın gelişmesi üzerine, eski önemini kaybetmiş, kervan ticaretinin gerilemesi ve giderek yok olmasıyla, han da önemini yitirmiştir.

Cumhuriyet dönemin devamında, han, çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından çeşitli amaçlar için kullanılmıştır. 1930-1949 yılları arasında hapishane, 1953-1978 yılları arasında Toprak Mahsulleri Ofisi tahıl ambarı, 1991-1996 yılları arasında halı atölyesi olarak kullanılmıştır. 1997 yılında ise, tekrar kullanılmamak üzere, tamamen boşaltılmıştır. 2005 yılında ise, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restorasyon çalışmaları sağlanmıştır.

Son bir not: ünlü şair Faruk Nafiz Çamlıbel tarafından yazılan “Han Duvarları şiiri”, bu han tasvir edilerek yazılmıştır.

Niğde Ulukışla Zeyve Höyük

ZEYVE HÖYÜK

İlçe merkezine bağlı, 10 km doğuda Porsuk köyündedir. En büyük özelliği: Toroslar üzerinde bulunan gümüş ve kurşun yataklarına yakınlığıdır.

Burada yapılan araştırmalarda: Hitit, Frig ve Roma dönemine ait buluntular bulunmuştur. MÖ.14-13’ncü yüzyıllarda: burada bulunan şehrin: küçük kum taşı bloklardan örülmüş ve kulelerle güçlendirilmiş bir sur ile çevrili olduğu anlaşılmıştır.

Höyüğün güneybatısında yapılan kazılarda: bir odanın köşesinde, yarı yanmış bir insan iskeleti bulunmuştur. Ayrıca, Klikya bölgesi seramiklerine benzer çanak-çömlek kalıntıları görülmüştür. Takip eden süreçte, Hitit surları, aynı plan takip edilerek yeni surlarla çevrilmiştir.

Buluntular içinde: 2 ve 3’ncü yüzyıllara tarihlenen, tunç ve gümüş sikkeler de sayılmaktadır. Özellikle, buradan çıkarılan “Hitit Hiyeroglifi Kitabesi”, günümüzde Niğde Müzesinde sergilenmektedir. Bu kitabe: Azot Sanayi tesisleri yapılırken, tesadüfen bulunmuştur.

KRALİÇE FAUSTİNA MEZARI

İlçe merkezine bağlı, Başmakçı köyündedir.
Faustina, Roma imparatoru Antoninus Pius’un kızıdır ve Roma imparatoru Marcus Aurelius ile evlenmiştir. İkili, 145 yılında evlenirler. İmparator, 175 yılında, karısı Faustina ve oğlu Commodius ile birlikte, doğuya doğru geziye çıkarlar.

Bu gezide, imparator ve ailesi: küçük Asya, Suriye ve Mısır bölgelerini gezerler. Alexradra (günümüzdeki İskenderiye) şehrinde, bir süre kalırlar. Dönüş yolunda ise, Toroslar üzerinde iken, kraliçe Faustina ölür. İmparator bu duruma çok üzülür ve Başmakçı köyünde, karısı adına bir şehir inşa ettirir.

Faustinapolis ismini verdiği şehre, yine onun adına bir tapınak yaptırır ve karısının tanrıçalaştırılmasını, Roma Senatosundan ister.
Evet, bir zamanların büyük Roma imparatorunun karısı, kraliçe Faustina’nın mezarının Başmakçı köyü yakınlarında olduğu biliniyor.

LÜLVE KALESİ

İlçe merkezi yakınlarında: Çanakçı köyünde; Torosların bir kolu olan Boklar dağının kuzey yamaçlarındadır. Kale: Adana-Ankara kara yoluna, 6 km. uzaklıktadır.
Bu kale: Torosların Kuzey yönünde, ünlü Türk bilim adamı İbn-i Bibi’nin sık sık sözünü ettiği Lulu Kalesidir.

Kale, tarihi süreç içinde, yapıldığı dönemde çok önemli bir konumdadır. Torosların güney bölümünden gelen istilacı akınların önlenmesi için yapılmıştır. Hatta, bu kaleden, işaret kuleleri yardımı ile, Hasan Dağı bölgesinde bulunan Keçi kalesine haber gönderildiği bilinmektedir.

Günümüzde, yakın geçmişte, kale çevresinde çanak-çömlek imalatı yapıldığı için yörenin ismi “Çanakçı” olmuştur. Halen, doğal bir yapı olan kalenin üzerinde, yapılar tahrip olmuştur, ancak yine de yapıldığı dönemdeki ihtişam hissedilmektedir.

Niğde Ulukışla Çifte Han Kaplıcaları

ÇİFTEHAN KAPLICALARI

Kaplıca bölgesi, Ulukışla ilçe merkezini geçtikten 29 km. sonradır. Kasaba girişinde iki han bulunduğu ve bu yüzden, kasabaya Çiftehan isminin verildiği söylenmektedir.

Çiftehan bölgesi: Roma döneminden sonra, günümüze kadar olan süreçte, önem kazanmıştır. Söylentilere göre, Mısır kraliçesi Cleopatra: Tarsus’ta kaldığı dönemde sık sık burayı ziyaret etmiştir. Günümüzde de, eski havuz bölümünün temel kısmının, Roma döneminden kaldığı söylenir. Günümüzde kullanılan, havuzlu banyolar ise, Selçuklular döneminden kalmıştır. Çünkü, o dönemin mimari özellikleri görülmektedir.

Kaplıca bölümünde: kadın ve erkeklere ait iki bölüm bulunuyor. Erkekler bölümünde 85 ve kadınlar bölümünde ise, 26 m. Kare büyüklüğünde havuzlar bulunuyor.
Evet, kaplıca sularının şifalı geldiği söylenen rahatsızlıklar şunlardır: romatizma, siyatik, kireçlenme, bel ağrısı, bel fıtığı, kadın hastalıkları, cilt hastalıklarıdır. Kaplıca suları, 53 derece sıcaklıktadır ve havuzlarda ise, 40-45 derece sıcaklık görülür.

Niğde Ulukışla Bağdat Demiryolu Tesisleri

BAĞDAT DEMİRYOLU TESİSLERİ

Çiftehan kasabasındadır.
1826 yılında bir Alman Şirketi tarafından inşa edilen, İstanbul/Haydarpaşa’dan başlayarak Anadolu üzerinden Bağdat’a ulaşması düşünülen demir yolu: Ulukışla’dan geçmektedir.
1910 yılında, Çiftehan kasabasına, tren istasyonu kurulmuştur.
Ancak, I. Dünya savaşının çıkması üzerine, demir yolu, Bağdat şehrine varmadan bırakılmıştır. Ancak, demir yolunun tamamlanan kısımları bile, özellikle kurtuluş mücadelesinde, askeri ve sivil nakliyatta önemli görevler üstlenmiştir.

Niğde

Güzel bir şehir. Şehir merkezinde, Niğde Müzesini mutlaka görmenizi öneriyorum. Şehir dışında ise: Gümüşler Manastırı,  Tyana antik kenti, Göllüdağ antik kenti ve elbette Aladağlar bölgesinde trekking yani doğa yürüyüşü. Bu arada, Niğde kalesi bölgesindeki Alaettin camisinin kapısındaki, büyük aşkın simgesi, kadın silüetini mutlaka görün.

ULAŞIM

Niğde-Nevşehir arasındaki uzaklık: 82 km. Niğde-Kırşehir arasındaki uzaklık: 173 km. Niğde-Ankara arasındaki uzaklık: 346 km. Niğde-Aksaray arasındaki uzaklık: 121 km. Niğde-Mersin arasındaki uzaklık: 198 km. Niğde-Adana arasındaki uzaklık: 205 km. Niğde-Kayseri arasındaki uzaklık: 128 km.

Yukarıda gördüğünüz gibi, Niğde Anadolu’nun sanki tam orta yerindedir. Birçok merkez ile olan arasındaki kara yolu uzaklığı çok az.

TARİH

Yörenin ismi: antik dönemde “Nahita” olarak bilinmektedir. Yöredeki yerleşimin ise, muhtemelen 10 bin yıl öncesinde başladığı tahmin edilmektedir. Çünkü: Bahçeli ve Çamardı-Kestel buluntuları ve özellikle “kalay madeni”, yörenin tarihini, çok eski dönemlere kadar götürmektedir.

Tarihi süreç içinde: MÖ. 1800-710 yılları arasında, burada, Hititler yaşamışlardır. MÖ.710 yılında ise, bu kez Asurlar görülür. Daha sonra ise, Frigler, Romalılar, Medler, Persler, İskender, Bergama krallığı bölgede egemenlik kurmuşlardır.

1071 Malazgirt savaşından sonra ise, bu kez Türkler yörede görülmeye başlarlar. 1308 yılında Selçuklu egemenliği, 1470 yılında ise, Osmanlılar görülür.

GENEL

Şehir, İç Anadolu bölgemizin, güneydoğu bölümündedir.

Merkezin rakımı: 1229 metredir.

Yörenin ekonomik etkinliğinin temelinde: tarım ve hayvancılık gelmektedir. Burada: özellikle “elma” üretimi üst düzeydedir. Hatta, ülkemizde ilk sıradadır. Bunun yanında, “patates” üretimi de öne çıkmakta olup, ülkemizde üretilen patatesin yüzde 25’i il sınırları içinde üretilmektedir. Yörede: karasal iklim hakimdir. Yağışlar ise yetersizdir.

NİĞDE ÜNİVERSİTESİ

Üniversite yerleşkesi: Niğde-Bor kara yolu yanında, Akkaya Baraj gölü kıyısındadır.

Üniversite bünyesinde: 5 fakülte (Mühendislik, Fen-Edebiyat, İktisadi ve İdari Bilimler, Eğitim, Mimarlık), 2 enstitü (Sosyal Bilimler, Fen Bilimleri), 2 yüksek okul (Beden Eğitimi ve Spor, Sağlık Yüksek okulu), 6 meslek yüksek okulu bulunmaktadır.

NE YENİR

Niğde yöresine yolunuz düşerse, burada tatmanızı önereceğim yerel lezzetlerden birkaçı: tirit, soğan yahnisi, ayva boranısı. Tatlı düşünürseniz: höşmerim olabilir.

NE SATIN ALINIR

Yörede, el sanatları düşünüldüğünde, halıcılık hemen öne çıkar. Çünkü, burada üretilen halılar, dünya çapında üne sahiptir.

GEZİLECEK YERLER

Niğde

NİĞDE MÜZESİ

Şehir merkezinde, Yukarı Kayabaşı Mahallesi, Öğretmenler caddesindedir.

Müzenin binası, ilk olarak: 1977 yılında taşınılmış ve 1999 yılına kadar, buradaki hizmet sürdürülmüştür. Bu  tarihte yapılan restorasyon çalışmaları sonucu, müze, 2001 tarihinde, yeniden ziyarete açılmıştır. Restorasyon sonucu,  teşhir ve sergilemede yapılan büyük değişiklikler nedeniyle, müze, 2003 yılında, Avrupa’da yılın müzesi ödülüne aday gösterilmiş ve ancak ödül alamamıştır. Yine de, bu ödül için aday gösterilmek bile, büyük onur. Müzede: günümüzde, yaklaşık 10 bine yakın eser bulunmaktadır.

Evet, gelelim müzeyi gezmeye. Müzede, 6 tane teşhir salonu var. Bu salonlarda sergilenen eserler hakkında, kısa bilgi vermek istiyorum.

1.Salon: Bu salonda, daha çok: Köşk Höyük kazısında çıkan buluntular sergileniyor. Bunlar arasında: tanrı-tanrıça heykelleri, obsidyen aletler ve MÖ.4880 yıllarına tarihlenen, Köşk Höyük kazısında bulunan bir evin birebir benzeri sergileniyor.

2.Salon: Burada: Göltepe Höyüğü, maden ocaklarında bulunanlar, Acemhöyük kazılarında bulunan, Asur Ticaret kolonileri dönemine ait eserler sergileniyor

3.Salon: Bu salonda, Hitit ve Frig dönemlerine ait, yörede bulunan eserler sergileniyor. Özellikle, bereket tanrısı stelleri ve seramikler ve mutlaka görmenizi önereceğim, Frigyalılara ait “Göllüdüğ Aslanı” sergileniyor.

4.Salon: Burası daha yakın geçmişe yani, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait, yörede bulunan eserlerin sergilendiği bir salondur. Burada: cam eserler, mühürler, heykelcikler, pişmiş toprak objeler sergileniyor.

Niğde

5.Salon: Burası, iki bölüme ayrılmıştır. Sikke ve mumyalar bölümü. Sikke bölümünde: tarihi süreç içinde basılan ve ele geçirilen sikkeler sergileniyor.

Mumya bölümünde ise: Aksaray-Ihlara vadisinde bulunan; 10’ncı yüzyıldan kaldığı tahmin edilen sarışın genç “Rahibe Mumyası” var. Evet, yaklaşık 1000 yıllık bu mumya, 1960 yılında bulunmuştur.

Yine yörede bulunan Çanlı kilisede bulunarak buraya getirilen, 13’ncü yüzyıldan kaldığı tahmin edilen, 4 adet bebek mumyası sergileniyor.

6.Salon: Bu salon, tümüyle Etnografik eserlere ayrılmıştır. Burada: çeşitli silahlar, yazı takımları, halılar, kilimler, aydınlatma araçları, takılar ve Kaçar Türklerine ait bir sini sergileniyor. Ayrıca: birkaç  tane şark köşesi oluşturulmuştur.

NİĞDE KALESİ

Kale: eski şehir merkezinin bulunduğu tepededir. Tepenin ismi: Alaaddin Tepesidir.

Kalenin hangi tarihte ve kimler tarafından yapıldığı net olarak bilinmiyor. Ancak, 1740 yılında, Sadrazam İshak Paşa tarafından onarıldığı bilinmektedir. Yapılış dönemiyle ilgili olarak ise: Anadolu Selçukluları döneminde yapıldığı sanılıyor. Kalenin çevresinde ise: dükkanlar ve iş yerleri var.

Yapının: 3 sıra suru var. Ancak, bu surların büyük bölümü yıkılmış ve yöredeki evlerin inşasında kullanılmıştır. Günümüzde, sadece: kuzeydoğu bölümünde, bir hisar içinde kalan kısım görülebiliyor. Bunun dışında, tepenin en yüksek noktasında, tek burçtan ibaret olan ana kule görülebiliyor.

Ana kule, her ne kadar sağlam gibi görünse de, içindeki hücre ve oda bölümleri tamamen haraptır. Evet, günümüzde, tepenin çevresi, Belediye tarafından  duvarla çevrilmiş ve tepe, bir park haline getirilerek kullanıma açılmıştır. Yörede yaşayan insanların birçoğu, sık sık bu tepeye çıkarak Niğde manzarasını izlemişlerdir. Ancak, tepeye çıkıp ta kaleye giren var mı derseniz, sanırım pek çok değildir.

Çünkü: tepedeki kale, Osmanlılar döneminde hapishane olarak kullanılmış ve kullanım  dışı kaldıktan sonra ise, kapılar kapatılmış ve içerisi harabe haline gelmiştir. 2007 yılında yapılan restorasyon ile, kale içi düzenlenmiş ve tekrar gezilebilir hale getirilmiştir. Tepede, aynı zamanda, Rahmaniye camisi ve Alaeddin camisi bulunuyor.

SAAT KULESİ

Niğde şehrinin simgesi olan saat kulesi: Niğde kalesinin batı bölümünde bulunan burçlarının birinin üzerine yapılmıştır. Daha doğrusu: burcun yarısı yıkılmış ve içi doldurularak yapılmıştır.

Üzerinde kitabesi yoktur. Ancak, Sultan Abdülhamit’in, tahta çıkışının 25’nci yılı anısına, 1901 yılında yaptırıldığı bilinmektedir.

Yapının kaidesi, gövdeden daha kalındır. Gövdenin üzerinde, demir parmaklıklarla çevrilmiş bir şerefe bölümü görülüyor. Bunun üzerinde ise, yine gövde ve takiben, birbirine kemerlerle bağlanmış, dört sütun bulunan bir bölüm yerleştirilmiştir. Bu açık köşk alanı üzerinde de, kasnaklı bir kubbe var. Saat kadranı: şehre bakan tarafa yerleştirilmiştir.

ALAEDDİN CAMİİ

Ziyneddin Başara tarafından,1233 yılında: I. Alaaddin Keykubat adına yaptırılmıştır. Giriş kapısı üstündeki kitabede, caminin Mahmut oğlu üstat Sıdık ve kardeşi Gazi tarafından yapıldığı yazılıdır.

Niğde

Taç kapısında, insan figürleri dikkat çeken caminin, mihrap önünde üç kubbeli mekana sahip oluşu, ortada avlu açıklığının bulunması, kubbe ve tonozları, mimarlık açısından bu yapıyı, çok özel bir konuma yükseltir.

Bazilika tipindedir, üç sahınlıdır ve kıble duvarı önünde, üç kubbesi vardır. Bir zamanlar açık olan orta bölüm zamanla kapanmış ve bir aydınlık feneri yerleştirilmiştir.

Mihrap ve üç kubbe dışında, fazla süsleme ögesine rastlanmaz. Evet, burayı ziyaret ederseniz, özellikle: taçlı kadın başını mutlaka görmelisiniz. Ancak, bu bir gölge, yani uygun ışık-güneş vurduğunda, kapıya vuran bir gölge. Özellikle, Mayıs ayında, günün ilk ışıklarında, kadın silüeti, çok net olarak görülebilmektedir. Hatta, bu kadın başı silüetiyle ilgili bir söylenti var.

Şöyle ki: “Selçuklu Sancakbeyi Ziynettin Başara’nın muhteşem güzel bir kızı vardır. Sancakbeyi, il merkezine bir cami yaptırmak ister. Caminin taş ustası, Sancakbeyinin kızını görünce, ona aşık olur ve kendisi için ümitsiz olan bu aşkını sonsuza dek yaşatmak için: kızın yüz kısmının silüetini, caminin kapı duvarının taşlarına işler ve ışık geldikçe, silüet ortaya çıkar.”

Niğde

AK MEDRESE

İl merkezindeki tepe üzerinde, hemen kalenin yanındadır.

Yapı: Karaman Beyi, Alaeddin Ali Bey tarafından, 1409-1410 yılları arasında yaptırılmıştır. Giriş kapısı üzerinde kitabesi görülüyor. Portalinde, beyaz mermerler kullanılması nedeniyle, Ak medrese olarak isimlendirilmektedir. Zaten medresenin en görkemli bölümü de, bu mermer portaldir. Bu portal, son derece zengin  bezemelidir. Yapının diğer bölümlerinde, sadelik gözlenmektedir.

Özellikle ön cephesindeki sütunlu düzenlemelerle geleneği değiştirmek isteyen bir havadadır. Benzersiz bir yapıdır. Cephesi Bursa Çekirgedeki Hüdavendigar Camii cephesiyle yakın ilişki içindedir.

Bilindiği gibi Karamanoğlu Ali Bey. Dedesi Sultan Muradın yanında Bursa’da yaşamış, Çelebi Sultan Mehmet’in kızıyla evlenmiştir. Bundan, bu caminin neden, Osmanlı sanatına yakın durduğunu anlamak mümkündür. Son olarak,  Ak medrese, 1936 yılında restorasyona tabii tutulmuş ve Arkeoloji müzesi olarak ziyarete açılmış ve 1948 yılında yeniden kapatılmıştır.

Niğde

HUVANT (HÜDAVEND HATUN) KÜMBETİ (TÜRBESİ)

Bu kümbet, Selçuklu mezar anıtlarının, yeni bir yorumudur. Yani, Selçuklu sanatının nadide örneklerindendir. 1312 yılında, Selçuklular döneminde, Rüknettin Kılıçaslan’ın kızı Hüdavent Hatun tarafından yaptırılmıştır.

Sekizgen gövdesi, onaltıgen külahı ve hayvan sembolleriyle, son derece farklıdır. Selçuklularda çift başlı kartalın koruyuculuk örneğidir. Havayı ve tılsımı temsil eder. Bu nedenle, bu türbenin Şamanizme yakın bir yorumla inşa edildiği düşünülebilir. Çünkü, eski Türklerde, ruhlar;  ölümden sonra kuş biçimine girerek, göğe yükselir inancı hakimdi. Ama, bir yandan da, çift başlı kartalın, Doğu Roma (Bizans) sembolü olduğu da unutulmamalı.

Bu kümbetin içinde gördüğümüz şeyler de Doğu Roma ile, kültürel bağın, önemli ipuçlarına sahiptir. Denilebilir ki, Hüdavend’in dış yüzeyi Türklerin Asya’dan getirdikleriyle, iç yüzeyi ve mimarisi de Anadolu’dan aldıklarıyla kurulmuştur.

İki katlı, mozole tipinde olması Roma’dan, konik yapı tipinde olması Kafkasya’dan gelmekle birlikte, kümbetin içindeki taş sandukalar, tamamen yerel özellikler içeriyor gibidir.

Konya Müzesinde görülen sanduka ile, Hüdavend’dekiler arasında şaşırtıcı benzerlik var. Hüdavent Hatun’un mezar taşı üzerinde, ölüm tarihi olarak, 1332 yazılıdır ki, bu da türbenin yapılışından 20 yıl sonra öldüğünü göstermektedir.

Niğde

GÜMÜŞLER MANASTIRI

İl merkezine bağlı, 9 km. uzaklıktaki, Gümüşler kasabasındadır. Niğde-Kayseri kara yoluna, 4 km. uzaklıktadır.

Manastır yapısı: büyük bir kaya kilise içine oyulmuş olup, Kapadokya bölgesinde, günümüze kadar en iyi korunarak gelmiş olması nedeniyle önem kazanmaktadır. Burada: Bizans sanatı etkin.

Niğde

Manastırın içine: yaklaşık 8 metre uzunluğunda ve üzeri tonozla örtülü bir geçitten giriliyor. Bu geçidin iki yanında ise, yine kayalara oyulmuş, iki oda var. Bu geçitten geçtikten sonra, bir avluya ulaşılıyor. 14 X 14 metre boyutlarındaki bu avlunun kuzey bölümünde, kayalara oyularak yapılmış ve birbirine kemerlerle bağlanmış, 9 tane sütun görülüyor. Avlunun duvarlarının bir kısmına ise, güvercinlikler oyulmuştur.

Manastırın en önemli bölümü: kuzeyde yer alan kilisedir. Haç planlı kilise: 5.50 x 3.50 metre ölçülerindedir. Toprak zeminli ön bölümde, yere gömülmüş büyük küpler var. Bu kilisenin içindeki fresklerin güçlü ve canlı anlatımları, ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Kapı boşlukları, çevreleri kilise duvarları, fresklerle işlenmiş. Bunlarda özellikle, kırmızı ve koyu yeşil renkler kullanılmıştır.

Diğer mekanların ne işe yaradığı öğrenilememiştir. Duvar resimleri ise, muhteşem güzeldir. Bu resimler, ikonografik üslup ile yapılmıştır. Resimlerin: 11 ve 12’nci yüzyıllara ait olduğu sanılıyor. Manastır bölgesi, 1973 yılında, arkeolojik Sit alanı ilan edilerek, koruma altına alınmıştır. Manastırdaki dilek kuyusunda, dilek tutmayı unutmayın. Fotoğraf çekmek yasak, lütfen uyalım, çünkü malum flaş, freskleri bozuyor. Ama yine de, siz gülümseyen Meryem ve İsa freskini mutlaka görün.

Niğde

GÖLLÜ DAĞ ANTİK KENTİ

İl merkezine yaklaşık 60 km. uzaklıkta: Kömürcü köyü yakınlarındaki bir ören yeridir. Deniz seviyesinden, 2170 metre yükseklikteki bu antik şehir, korunaklı yapısıyla dikkat çekmektedir.

Yerleşimin bulunduğu, volkanik Göllü dağın zirvesinde, bir krater gölü var ve bu yüzden, dağa “Göllü dağ” ismi verilmiştir.

Bölgede: Neolitik dönemde, yani MÖ. 8000 yıllarında, bir kısım insanın yaşadığı, bunların taş yonttukları ve ürünlerini Kıbrıs ve Suriye gibi yerlere ihraç ettikleri anlaşılmıştır. Ayrıca, yine aynı dönemlere ait, günümüzdeki atın atası olduğu düşünülen ama henüz tam olarak belirlenemeyen bir çene kemiği bulunmuştur.

Yerleşimde diğer yerleşimciler: MÖ. 1200 yıllarında, bu bölgede yani “Tabai” bölgesinde, Geç Hitit imparatorluğunun bazı şehirleri bulunmaktadır. Göllü dağ’daki bir yerleşim yeri, Tabai bölgesinin yeri belli olan şehirlerinden biridir. Yapıldığı dönemde, çevresi surlarla çevrilmiştir.

Saray olarak belirlenen yapı da, ikinci bir surla çevrilmiştir. İki sur arasında ise, birbirine simetrik yapılar bulunmaktadır. Ancak, buluntular değerlendirildiğinde, buranın tam olarak inşasının tamamlanmadan, bilinmeyen bir sebeple terk edildiği anlaşılmaktadır.

ÇİFTEHAN KAPLICASI

İl merkezine 80 km. uzaklıkta, Ulukışla ilçesine bağlı Çiftehan kasabasındadır. E-90 kara yolunun buradan geçmesi, buraya ulaşımda kolaylık sağlamaktadır.

Kaplıca suları, içme ve banyo alma olarak kullanılıyor. Şifalı geldiği belirtilen hastalıklar ise şunlardır: sinirsel hastalıklar, romatizmal rahatsızlıklar, deri ve kadın hastalıklarıdır.

Kaplıca bölgesinde: konaklama tesisleri vardır.

TYANA ANTİK KENTİ

Bor ilçe merkezine bağlı, Kemerhisar kasabasındadır. Ancak, antik şehrin büyük bölümü, günümüzdeki Kemerhisar yerleşiminin altında kalmıştır. Kasabanın çeşitli yerlerinde yapılan kazılar sonucu elde edilen eserler ise, Niğde Müzesinde sergilenmektedir. Tabii bu arada, kaçırılanlar hariç.

Yerleşim yerinde, tarihi süreç içinde, Geç Hitit ve Roma döneminde yerleşim olmuştur. Hititler döneminde, şehrin ismi “Tuwanuwa” olarak bilinirken, Roma döneminde ise “Tyana” olarak tanınmıştır. Ancak, Hitit dönemine de, ünlü kral Warpalawa; MÖ. 738-715 yılları arasında burada hüküm sürmüştür. MÖ. 30 ve MS. 395 yılları arasındaki yaklaşık 400 yıllık dönemde ise, Romalılar görülür. Roma döneminde, şehirde büyük imar faaliyetlerinde bulunulmuştur.

Bu faaliyetler bünyesinde: saraylar, tapınaklar, su kemerleri ve yerleşim yerleri yapılmıştır. Özellikle; Bahçeli Kasabasında bulunan; antik döneme ait Roma havuzuna, su getiren su kemerleridir. Zaten, yöreye, bu kemerler nedeniyle, Kemerhisar kasabası adı verilmiştir. Bu kemerlerin bir kısmı toprak altında, 1.5 km. lik kısmı ise, toprak üstündedir. Bu kemerler ile, Roma havuzundan, şehir merkezine su taşındığı düşünülüyor.

Evet, özellikle Roma  döneminde, büyük önem taşıyan bu şehirdeki kazılar, günümüzde de sürdürülmektedir. İlginizi çekebilir, gidip gezmenizi öneririm.

Niğde

ROMA HAVUZU

Yukarıda sözünü etmiştim, su kanalları ile, bu havuzdaki toplanan su: Tyana şehrine götürülüyormuş. Evet, şehir merkezine 17 km. uzaklıktaki Bahçeli kasabasında bir büyük havuz var. Yeşillikler ve meyve ağaçlarıyla çevrili bölgedeki bu havuz: Roma sanatının büyük ve ender örneklerinden biri olarak önem kazanmaktadır. Havuz tamamen toprak altında iken, 1960 yılında yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Bu yöreden geçerseniz, mutlak ve mutlaka, burayı görmelisiniz.

ÖKÜZ MEHMET PAŞA KÜLLİYESİ

Ulukışla ilçesinde, Ankara-Adana kara yolu üzerinde, ilçe merkezinde “Pazaryeri” bölgesindedir.

Yazılı kaynaklara göre: burası her ne kadar kervansaray olarak değerlendirilse de, sefere çıkacak askerlerin kışlağı olarak da kullanılmaktadır ve ilçenin ismi yani “Ulukışla” ismi, buradan gelmektedir. Zaten, külliyeyi yaptıran, Öküz Mehmet Paşa’da, Ulukışlalıdır. Özellikle, 1615 yılındaki İran seferi öncesinde, burada konaklamış ve ordusuna kışlak olarak kullandırmıştır.

Külliye: dikdörtgen bir plana sahip ve kuzeyden-güneye eğimli bir arazi üzerindedir. Kuzey bölümünde: hücre ve eyvanlardan oluşan, geceleme odaları bulunmaktadır.

ALADAĞLAR MİLLİ PARKI

Çamardı ilçe merkezine, 15 km. uzaklıktadır. Park alanı içinde: kamp alanları ve günübirlik piknik yerleri var. Ayrıca: burada  bulunan akarsularda: amatör balık avcılığı yapılabiliyor. Yaban hayvanlarının üretildiği (yaban keçisi, ayı, sansar, su samuru) bir üretim tesisi var.

Yörede: gündüz ve gece arasındaki sıcaklık farkları çok fazladır. Zaten, iklim özellikleri de, buraya has farklılıklar göstermektedir. Bunun sonucunda: yazları sıcak ve kışları soğuk ve kar yağışlı geçer. Bu nedenle, özellikle yüksek kesimlerde, kalıcı kar görülür. Yöredeki göller, özellikle geceleri donar.

Burası, ülkemiz “dağ turizmi” merkezidir. Burada: mutlaka doğa yürüyüşü yani “trekking” yapmalısınız. Ayrıca: parkın peyzaj güzelliği harikadır. Kamp alanlarından da yararlanabilir, günübirlik alanlarda piknik yapabilirsiniz.