Taşkent denilince, Konya ilimizin bu şirin ve yeşiller içindeki kazası yanında, Özbekistan isimli ülkenin başkenti olan Taşkent de gündeme gelebiliyor. Ben: Taşkent ilçesinden geçerken, burada özellikle, günümüzde “Ballar Çeşmesi” olarak isimlendirilen su başında birkaç dakika mola verdim.
Bu sudan mutlaka için, ayrıca Taşkent ilçesinde, Belediye tarafından yaptırılan 2 yıldızlı güzel bir otel var. Umarım, ileri ki yıllarda, Alanya ile buranın arasında yol açılır ve turizm potansiyeli artar, çünkü özellikle sıcak yaz günlerinde, Alanya’da bunalan insanlar için, Taşkent tam bir yeşil cennet.
Buralarda, bir de hatırladığım kadarı ile, kara yolu kıyısında yapılan bir otel hatırlıyorum, hatta: ülkemizde ünlü bir mayo firmasının sahiplerinin buralı olduğu ve bu oteli yaptırdıklarını öğrendim, ama gerçekten tam bir kartal yuvası bir otel, ama ben gördüğümde yani 2010 yılında, bu otelin temellerinin kaydığını öğrendim, yani kullanılmıyormuş.
Bir de, burada, muhteşem bıçakçılık sanatı olan bir yer hatırlıyorum, yine kara yolu üzerinde, buraya da uğrayıp, mutfaklarınız için el yapımı bıçaklardan satın alabilirsiniz.
ULAŞIM
Burası, bir geçit noktasında olduğundan, günün her saatinde buraya ulaşmak mümkün. Taşkent-Konya arasındaki uzaklık: 135 km. Taşkent-Ermenek arasındaki uzaklık: 61 km. Taşkent-Anamur arasındaki uzaklık: 159 km. Taşkent-Sarıveliler arasındaki uzaklık: 36 km. Taşkent-Alanya arasındaki uzaklık: 112 km. Taşkent-Hadim arasındaki uzaklık: 14 km.
TARİHİ
12’nci yüzyılda: Orta Asya’dan yola çıkıp, Anadolu içlerine doğru gelen Afşarlar: bir süre buralarda göçebe olarak yaşarlar. Bölgede anlatılan bir söylentiye göre: bir gün, günümüzdeki Kuzan mahallesinin bulunduğu yerdeki ormanlık alanda, çobanlık yapan birisi; bir keçinin ormanlık alandaki bir patikaya girdiğini ve kaybolduğunu görür. Keçinin peşine takılıp gittiğinde ise, güzel bir su bulur.
Akşam olup oymağına döndüğünde; büyüklerine bulduğu suyu anlatır. Bunun üzerine, oymak büyükleri: yıllardır göç etmekten bıktıklarını ve yeni bulunan bu suyun yani Ballar Çeşmesinin bulunduğu yere yerleşmeye karar verirler.
Böylece: suyun çevresinde evler yaparak, yerleşik düzene geçerler ve bölgede ilk yerleşim kurulmuş olur. Yeni yerleşim yerinin ismi ile ilgili yine bir söylence var. Avşarlar, göçebe yaşantıdan, yerleşik yaşantıya geçerler ve yeni yere bir isim vermek isterler.
Köye isim vermesi, oymağın en yaşlısından istenildiğinde, o da: bizleri yeni yurdumuza kavuşturan pirimizin ismini verelim ve köyümüzün ismi “Piri kondu” olsun der. Zamanla bu isim çeşitli değişikliklere uğrayarak, devam eder. Kullanılan isimler: Pirikondu, Pirilkondu, Pirlevkanda, Pirlonda.
1930 yılına gelindiğinde, dönemin bölge valisi İzzet Bey tarafından, yörenin ismi “Taşkent” olarak değiştirilir. Yöre, 1987 tarihinde: Hadim ilçesinden ayrılarak ilçe statüsüne kavuşur.
GENEL
İlçe merkezinin rakımı yani denizden yüksekliği: 1620 metredir. Akdeniz sahiline kuş uçuşu olan uzaklık ise: 100 km. civarındadır. Yani: ilçe merkezi, heybetli bir kayalık blok üzerinden, Taşeli platosunu seyredecek şekilde yerleşmiştir.
İlçe: Akdeniz bölgesi içindedir. Ancak, bulunduğu yer Torosların üzerinde bulunduğundan, burada Akdeniz iklimi, karasal iklime doğru yönelir. Yani: yörede, karasal iklim hüküm sürmektedir ve buna bağlı olarak, yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise soğuk ve karlı geçer. Ancak, bazı bölgelerde, Akdeniz iklimi etkileri de görülmektedir. En sıcak aylar: Haziran-Temmuz, en soğuk aylar ise: Ocak-Şubat.
Ekonomik etkinlikler değerlendirildiğinde: tarım ve hayvancılığın önde olduğu görülür. Bunun yanında, bazı kasabalarda arıcılık ve halı dokumacılığı da yapılmaktadır.
NE YENİR NE İÇİLİR
Taşkent yöresine yolunuz düşer ve yöresel lezzetlerden tatmak isterseniz: tarhana ve ayranlı çorba tercih edebilirsiniz. Yemek olarak ise: etli kabak ve etli pilav düşünebilirsiniz.
NE SATIN ALINIR
Taşkent yöresinde, gerçek bir el sanatı “bıçakçılık” yapılıyor. Taşkent’e yolunuz düşerse, mutlaka buradan bıçak satın almalısınız. Çünkü, geleneksel yöntemlere göre yapılan bıçakların üretildiği çelik, İsveç çeliği. İsveç çeliği, geleneksel yöntemlere göre dövülerek bıçak imal ediliyor.
Elle dövme sonucu, çeliğin içindeki hava çıkıyor ve çelik daha keskin ve dayanıklı hale geliyormuş. Ayrıca, çeliğe su verilerek, daha da sağlam olması sağlanıyormuş.
Bıçaklarda sap olarak kullanılan ahşap bölümler ise: söylenenlere göre Afrika’nın bazı bölgelerinden ve Karadeniz bölgemizden getiriliyormuş. Evet, bu bıçaklar günümüzde, ülkemiz dışında da birçok yere ihraç ediliyormuş.
GEZİLECEK YERLER
UZUN ŞIH CAMİSİ
İlçe merkezindedir.
Anlatılanlara göre: Yavuz Sultan Selim zamanında, buradaki medresede ders veren Uzun Şıh isimli bir din adamı: İstanbul’da kendisiyle tanışmış, Yavuz Sultan Selim’in kazanacağı zaferleri müjdelemiş ve bunun üzerine, Yavuz Sultan Selim tarafından kendisine verilen altınlar ile, ilçe merkezindeki bu camiyi yaptırmıştır.
Cami: tek minarelidir. 42 tane ahşap direk üzerinde sütun başlıkları, minber-kürsü ve tavanda ağaç süslemeleri ve ayrıca tavanda kalem işçiliği görülmeye değerdir.
Cami: 2001 yılında restore edilmiştir. Bölgeyi ziyaret eden turistlerin ilgisini çekmektedir.
SULTAN SUYU
Yörenin tarihi geçmişinde yaşanan, yine ilginç bir olay var. Olay: Anadolu Selçuklu beyi Alaeddin Keykubat ve Alaiye Beyi arasında geçer. Sorun: her iki beylik arasındaki sınır anlaşmazlığını çözmektir. Yapılan anlaşmaya göre: her iki bey, bulundukları yerden sabah horozların ilk ötüm zamanında karşılıklı aynı istikamette yola çıkacaklar ve karşılaştıkları yer, iki beylik arasında sınır olacaktır.
Ancak: Selçuklu Sultanı: daha uzun yol almak ve sınırını genişletmek için; horozun erken ötmesini sağlamak amacıyla, horoza baharatlı ve acı yiyecekler yedirir. Bunun sonucunda, horoz erken öter ve Selçuklu Sultanı, sabahın erken saatlerinde: atına binerek yola çıkar.
Sultan: atı ile birlikte, bir hayli yol alır, kan-ter içinde kalır ve susuzluktan dudakları çatlar. Tam bu sırada, bir yamaçta akan pınar görür. Pınarın başına varır ve yaşlı bir kadın pınar başında durmaktadır.
Sultan: “bir su ver bacım” der. Kadın: elindeki tası doldurur ve içene bir tutam çam dalı atar. Sultan tası alır ama içindeki çam dallarına bir anlam veremez. Kadına, niye bu çam dallarını tasa koyduğunu sorar.
Kadın: “Yiğidim, hava sıcak, sen terlisin, çam yaprağı suya koku verir, hem de siz birden bire değil, süze süze içeceğiniz için, suyun soğukluğu size dokunmayacaktır.” der.
İşte: günümüzden yüzyıllarca önce, Ballıca suyunun ilk gündeme gelişi bu şekilde olmuştur. Günümüzde de, çam ağaçlarının arasındaki bu çeşmenin buz gibi suyundan içmeyi sakın ihmal etmeyin, hemen kara yolunun kıyısındaki bu çeşmeyi, görmeden geçmemeye dikkat edin.
Evet, Sultan suyu: Erenler Tepesinin eteğinden çıkıyor. Burada: Sultan Alaaddin Keykubat’ın at üzerinde bir anıtı var. Ama anıtın kim tarafından ve ne zaman yapıldığın meçhul. Ayrıca: yine burada, bir park var. Bu parkta: yemek ve çay molası verebilirsiniz.