İzmir Bornova

İzmir Bornova

Bornova, İzmir şehir merkezine 11 km uzaklıktadır. Bornova ilçesi İzmir körfezine ise 3 km uzaklıktadır. İzmir-İstanbul, İzmir-Ankara, İzmir-Aydın, İzmir-Çanakkale karayolu ağları buradan geçer.

 

TARİHİ

İlçenin Osmanlı dönemindeki ismi “Birunabad” dır. Bu Farsça kelimenin anlamı “dış, harici” demektir. Birunabad kelimesinin, başka bir ismin tahrif edilmiş veya uyarlanmış şekli olduğu düşünülmektedir. İsmin başlangıçta “Burunova” olarak da kullanıldığı ileri sürülür. İlçenin merkezi, bugün Erzene mahallesi diye bilinin mahallede Hükümet Konağının arkasında kalan ve eski ismi “Havuzbaşı” olan bölümüdür.

Burada, geçmişi 1800’lü yıllara kadar uzanan, iki katlı ve bahçeli Rum evleri bulunur. Erzene denin bu mahalle: 1924 yılındaki mübadele sırasında Yunanistan Kavala ve Girit’ten gelen soydaşlarımız yerleştirilmiş, 1950 yılından sonra ise Yugoslavya’dan gelen göçmenler de yerleştirilmiştir.

Erzene’nin hemen yanında ise bir Roman mahallesi bulunmaktadır. Kavala yöresinden gelen göçmenler, o yıllarda burada yani Bornova ovasında tütüncülük yaparlar. Girit’ten gelenler ise sebze-meyvecilik üzerine yoğunlaşırlar.

İzmir Bornova

Osmanlı döneminde, 1865 yılında demiryolu hattının buraya uzatılmasıyla, İzmir’in zengin ailelerinin tercih ettiği bir yerleşim yeri olur. Çünkü İzmir merkezine göre daha ferah ve serin havası vardır.

1980’li yıllara kadar, burada mandalina bahçelerinin varlığı bilinmektedir. İngiliz Konsolosluğu ve pek çok İngiliz kökenli aile, yoğun olarak buraya yerleşir.

İzmir Bornova

Türkiye’de ilk futbol maçı: 1890 yılında İngiliz denizciler ve İzmirli gençler arasında, Bornova’da yapılır. 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in kurtuluşu günü, Türk ordusu, Bornova’nın üst kısmındaki “Belkahve Geçidi” bölgesinden girerek İzmir’e ulaşır.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, 8 Eylül akşamı gecesinde, Belkahve’ye çıktığında, İzmir şehrini ilk olarak buradan görmüştür. İşgalden kurtuluş yıllarında Bornova’da bulunan pek çok Levanten köşk ve evleri, Türk ordusu tarafından Karargah olarak kullanılmıştır.

Çünkü kurtuluş savaşından sonra Rumlar Bornova’yı terk etmiştir. Rum göçünden doğan boşluk, zamanla Balkanlardan, Girit ve Anadolu’dan gelen göçmenlerle doldurulmuştur. Yörede Belediye teşkilatı 1882 yılında kurulmuştur. 1957 yılında ise ilçe olur.

İzmir Bornova

GENEL

İlçenin doğusunda Kemalpaşa, güneyinde Buca, batısında Konak ve Bayraklı, kuzeybatısında Karşıyaka ve Menemen ilçeleri bulunmaktadır. İlçe Yamanlar dağının eteğinde kurulmuştur. İlçenin denizden yüksekliği yerleşim alanlarına göre 20 ile 200 metre arasında değişmektedir. Bu yükseklik, dağlık bölgelerde 600 metreye kadar çıkar.

İlçe merkezinin güneyinde düzlük ova “Bornova ovası” vardır. Bu ve benzeri ovalar, genellikle yamaçlardan inen suların getirdiği alüvyonların birikmesiyle oluşmuştur. İlçede Akdeniz iklimi hakimdir.

Buna bağlı olarak yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçer. Yazın: imbat ve poyraz rüzgarları yoğundur. Yörede 600 metreye kadar olan yüksekliklerde Kızılçam ormanları, daha yükseklerde ise Karaçam ormanları bulunur.

İzmir Bornova

BORNOVA ASKERİ BİRLİKLER

İlçede, 57’nci Topçu Er Eğitim Tugay Komutanlığı yani acemi er eğitim merkezi bulunmaktadır. Yani, birçok erkek vatandaşımız, askerlik hizmetinin ilk günlerine burada başlamıştır.

İlçede ayrıca bir de Jandarma birliği bulunuyor. Kemalpaşa mahallesinde Jandarma Komando Tugay Komutanlığı bulunmaktadır.

Bunlar dışında ilçede: Bornova askeri gazinosu ve orduevi vardır. Sonuç olarak, Bornova’da oldukça fazla askeri birlik, askeri kişi bulunmaktadır.

EGE ÜNİVERSİTESİ

Ege Üniversitesi ana kampüsü, ilçe sınırları içerisindedir. Türkiye’nin dördüncü büyük üniversitesi olarak 20 Mayıs 1955 tarihinde açılmıştır. İlk fakülteleri, aynı yıl açılan Tıp ve Ziraat Fakülteleridir. 1982 yılında Ege Üniversitesi ikiye bölünmüş ve Dokuz Eylül Üniversitesi kurulmuştur.

Birçok fakülte ve yüksek okul, Dokuz Eylül Üniversitesine devredilmiştir. 2019 yılı itibarı ile, üniversite bünyesinde 17 fakülte, 9 enstitü, 4 yüksekokulu, 1 Devlet Türk Müsikisi Konservatuvarı, 10 Meslek Yüksek Okulu bulunmaktadır.

 

EGE ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ

Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezidir. Türkiye’nin en büyük hastanelerinden birisidir. 1955 tarihinde Ege Üniversitenin kurulmasıyla birlikte Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi kurulmuş, Ege Üniversitesinin ilk kurulan iki fakültesinden biridir.

5 Kasım 1955 tarihinde fakültede eğitim başlamıştır. İlk dönemdeki eğitim, hızla gelişen geçici binalarda ve askeri birliklerden sağlanan yarım silindir biçiminde yapılmış barakalarda sürdürüldü. Hastane ileri tanı ve tedavi yöntemlerinin hızla gelişen tıbbi teknolojilerle buluştuğu bir yerdir.

 

YAŞAR ÜNİVERSİTESİ

Üniversitenin Selçuk Yaşar yerleşkesi, İlçe içinde Kazımdirik Mahallesi. Ağaçlıyol mevkiinde Selçuk Yaşar Kampüsündedir. Üniversite, 2001 yılında Selçuk Yaşar Spor ve Eğitim Vakfı tarafından kurulmuş ve 2002-2003 yılında Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi olarak eğitime başlamıştır. Zaman içinde artan ihtiyaçlar ve Üniversitenin gelişimine paralel olarak yeni mühendislik bölümleri açılmıştır.

İzmir Bornova

GEZİLECEK YERLER

İzmir Bornova Büyük Çarşı

BÜYÜK ÇARŞI

Cumhuriyet meydanından girilen Büyük Çarşının geçmişinin Selçuklular dönemine dayandığı tahmin edilmektedir. Büyük çarşı, bir zamanlar Bornova’nın kalbinin attığı yer olarak biliniyor. Bornova’nın en eski yerleşim merkezinin bu çarşı ve çevresindeki evler olduğu biliniyor.

İzmir Bornova Büyük Çarşı

Buraya eskiden “Büyük Satak” denirmiş. Satak: Osmanlıca ve Farsçada “çarşı” demektir. Bu çarşı külliye gibiymiş. Çünkü: cami, medrese, binalar arasında kaybolup giden bir hamam, türbe ve dükkanlar bulunuyor.

Caminin yanında bulunan medrese de öğrencilere eğitimler veriliyormuş. Bunun yanında handa dışarıdan İzmir’e gelenler konaklarmış. Eskiden bu çarşı ve çevresinde birçok Gayrimüslim bulunuyormuş.

Rum evleri varmış. Levanten denen, dışarıdan gelen gayrimüslimlerin bir kısmı da burada kalırmış. Ancak Müslüman ve Gayrimüslimin bir arada bulunduğu çarşıda, nüfus mübadelesi sonrasında, birçok usta göç etmek zorunda kaldı.

Yine de aradan yıllar geçmesine rağmen bazı yerler hala onların isimleriyle anılıyormuş. (Yorgi meyhanesi gibi)

İzmir Bornova Hüseyin İsa Bey Camii-Büyük cami

HÜSEYİN İSA BEY CAMİ (BÜYÜK CAMİ)

Ergene mahallesi Büyük çarşı içerisindedir. İzmir’deki faal camiler arasındaki bilinen en eski camidir. Caminin kubbesi yoktur. Kubbe mimarisinin Osmanlı dönemi ile geldiği biliniyor. Yani, Anadolu’da erken dönem yapılarına benzemektedir. Aydınoğulları döneminde yapıldığı tahmin ediliyor. Cami avlusunda türbe ve güneyinde Darülfünun bulunuyor.

İzmir Bornova Paterson Köşkü

PATERSON KÖŞKÜ

Günümüzde “Mustafa Kemal caddesi” üzerindedir. Cadde boyunca uzanan apartmanlar serisinden sonra bir anda yeşil bahçeli bir köşk sizi karşılar. 133 dönümlük oldukça geniş bir arazi içerisindedir.

Bu yapı, 1859 yılında İskoçyalı mısır taciri John Bortwick Paterson tarafından yaptırılmıştır. Paterson, 1859 yılında İzmir’e geldikten sonra farklı işlerle uğraşmış, sonra madencilik alanında çalışmaya başlamış, başarı kazanmış, Türkiye’de Fethiye bölgesinde krom madenini ilk keşfeden kişi olarak tarihe geçmiştir.

Osmanlı devletinden aldığı imtiyazlar ile, madenlerden elde ettiği gelirle, kısa sürede İzmir’in sayılı Levanten ailelerinin arasına girer. Önce Buca’ya ve sonra Bornova’ya yerleşirler ve 1960’lı yıllara kadar bu köşkte yaşamayı sürdürürler.

İzmir Bornova Paterson Köşkü

38 odalı köşkün birçok malzemesi, Avrupa ve İngiltere’den getirilmiştir. Oldukça geniş bir arazi üzerindedir. Yapıda farklı mimari tarzlar bir arada kullanılmıştır. Doğu yönünde kule ve tek katlı şapel bulunur. Yapının günümüze ulaşamamış iç mekanlarında özellikle batı kanadında, zengin duvar süslemeleri, tavan süslemeleri, zarif şömineler, çini panolar gibi zengin iç süslemeler vardı.

Ayrıca çini panolarla süslü duş tekneleri, gösterişli mobilyalar, muhteşem avizeler, her bir salonu süsleyen 7 tane piyano bulunuyordu. Köşk: İzmir Levanten topluluğu için baloların, yemeklerin, partilerin düzenlendiği bir yerdi. Geniş arazide bulunan golf sahasında yarışmalar düzenleniyordu.

Köşkün batısında hala duran at haralarında, yarış atları beslenirdi. Kameriyelere demirden bir basamakla çıkılır, üzerinde birçok kişi oturur, ağaçların gölgelediği bu yerlerde serin yaz akşamlarında çay içilirdi. (kuzeydeki kameriye halen durmaktadır.)

Paterson, evin cephesini sürekli değiştirmeye meraklıydı.

John Paterson, inşa ettirdiği yapının tasarım aşamasında bizzat katılmış, hatta ısrarcı tavrı ve kararsızlığı nedeniyle ön cephe yedi kez yıkılıp tekrar inşa edilmiştir.

Merdiven aralığı, antik İngiliz şişe camı parçalarından yapılmış renkli camlardan geçen güneş ışınlarıyla aydınlatılıyordu. Yemek salonu, merdivenlerden sonraydı ve altın yaldızlı duvar kağıdı ile kaplıydı.

Daha fazla uzatmasam da umarım zenginliği anlamışsınızdır. Gelelim bu zenginliğin sonuna: Yunan işgali sonrasında 9 Eylül 1922 tarihinde Türk ordusunun İzmir’e girmesinden önce, korkan Paterson ailesi, yatlarıyla Midilli adasına kaçtılar, evi yağmadan koruması için hizmetkarlarını bıraktılar.

Şehirde Türk otoritesinin kurulmasından 9 ay sonra Peterson ailesi evlerine döndü. Ancak evin zarar görmediğin görünce oldukça şaşırdılar ve sevindiler. Ancak Cumhuriyetin kurulmasıyla yabancılara verilen imtiyazlar kaldırılınca, Paterson ailesi gelirlerinin çoğundan mahrum kaldı ve köşkün bakımı ile yeterince ilgilenemez oldular. 1963 yılında evin son bireyleri, İngiltere’ye göçtüler.

Evi NATO mensuplarına kiraya verdiler. Ev, NATO mensupları tarafından ofis ve lojman olarak kullanıldı. 1973 yılında ise, oğul Gerald Paterson tarafından, bir halı fabrikası sahibine satıldı. Malikane, bir halı fabrikasına (Süsler Halı Fabrikası) dönüştürüldü. Binanın odalarına, ağır dokuma tezgahları yerleştirildi.

Ancak bu makinaların ağırlığı ve yaydığı titreşimler, binaya çok zarar verdi. Köşkün arazisinin kuzeyi, parsellenerek imara açıldı ve çirkin bir yapılaşma başladı. 1970’lerde binanın ön giriş cephesinin dekoratif elemanları sökülerek çalındı.

1974 yılında, köşk ve bulunduğu alan “Tabii Sit alanı” olarak ilan edildi.

Ardından eski eserin korunası ve kültür hizmetlerinde kullanılması amacıyla kamulaştırıldı. Aynı taşınmaz, lojman, kütüphane, çocuk bahçesi ve otel yapımı için önce Turizm Bankası A.Ş, ye sonrasında da o zamanki adıyla Kültür Bakanlığına tahsis edildi.

1980 yılında ise köşkte yangın çıktı, terk edilen bina, uzun zaman evsizlere mekan oldu. Aynı zamanda binanın içindeki değerli eşyalardan geriye kalanlar çalındı, çalındı, çalındı.

1986 yılında, köşkte kalan tinerciler yine yangın çıkardılar ve binanın ana yapısı ve batı kanadı tamamen yok oldu, doğu kanadına ise zarar verildi. Bu yangınlar sonucunda, dönemin Belediye Başkanı tarafından köşkün duvarları yıktırıldı, içinde bulunan halı, mobilya, avize, şömine ve masaların hepsi çalındı.

Bahçesi dahi talan edildi, ağaçları kesildi, bahçesindeki havuz yıkıldı. Köşkün avizelerinden biri, son yıllara kadar Hüseyin İsa Bey camisindeydi. (Günümüzde camide bu avize de yok olmuş, birileri tarafından çalınmıştır.)

İzmir Bornova Paterson Köşkü

1991 yılında Kültür Bakanlığı tarafından restorasyon başlatılmış, ama restorasyon bitirilmemiş, köşk yine tinercilerin mekanı haline gelmiştir. Restorasyon çalışmaları sırasında kullanılan malzeme ise, özgün mimari ile alakası olmayan kötü bir restorasyon çalışması olmuştur.

Anıtlar Yüksek Kurulu onayı ile, çevredeki oldukça büyük alanda Büyükşehir Belediyesi tarafından çevre düzenlemesi yapılmıştır. Kültür Bakanlığı, Peterson Köşkünün kullanım hakkını 49 yıllığına İzmir Büyükşehir Belediyesine kiralamıştır.

1993 yılında, Köşkün arazisine, Kültür Merkezi yapılması için, dev bir çukur açıldı. Bu dev çukur, uzun zaman öylece kalmış, hatta bu dev çukurda, iki kişi ölmüştür.

Bir not: Köşk ilk yapıldığı yıllarda söylenenlere göre deniz kıyısındadır ve köşkün önünde sandallar vardır, hatta John Peterson, sandallarla körfez sefası yaparmış. Ayrıca, köşkün bahçesinde bir kuyu vardır. Bunan aslında bir tünel olduğu ve Bayraklı’ya giden bu tünel, Türkler İzmir şehrini ele geçirince İngilizlerin; bu tünelden kaçıp Bayraklı’da bir gemiye bindikleri ve kaçtıkları söyleniyor.

İzmir Bornova Santa Maria Katolik Kilisesi

SANTA MARİA KATOLİK KİLİSESİ

İlçe merkezinde Erzene Mahallesinde, Cumhuriyet Meydanında, Kars ilköğretim okulu yanındadır.

İzmir Bornova Santa Maria Katolik Kilisesi

İtalyan Franciscan Mezhebi tarafından 1797 yılında ahşap olarak yapılmıştır. 1832 yılında ise taş kullanılarak yeniden yapılmıştır.

İzmir Bornova Santa Maria Katolik Kilisesi

Kilisenin duvarları boyunca uzanıp giden mezar taşlarına kazınmış birçok eski aile ismi, Bornova’nın geçmişini hatırlatır. Bizans mimari tarzındadır. Yapı 1832 yılında küçük bir restorasyon geçirmiştir. Halen misyonunu sürdürmektedir.

 

PANAYA-MERYEM ANA KİLİSESİ

Bornova meydanında bulunan Kars Halil Atilla İlköğretim Okulu ve yan tarafındaki parkın bulunduğu alanda; 1772 yılında Bornovalı Rum halktan toplanan paralarla yaptırılmıştır. Kilisenin mimarı Cortazzi’tir.

1839-1840 yılları arasında varlıklı Rumlar tarafından aynı yere, daha büyük bir kilise yaptırılır. Kilisenin muhteşem bir çan kulesi vardır. Çan kulesi 1883 yılında Theodoro Mantzouranis tarafından ünlü mimar Rocco Vitali’ye yaptırılmıştır. Kule 25 metre uzunluğundadır ve kırmızı taştan yapılmıştır. Bornova’nın en yüksek binasıydı.

O zamanki Bornovalı Rumlar, bu kilise ile gurur duyuyordu. 15 Ağustos tarihlerinde Meryem Ana Yortusu bu kilisede gösterişli törenlerle kutlanıyordu. Kilisenin yanında bir de Rum Erkek İlkokulu (günümüzde Kars Halil Atilla İlköğretim okulu yerinde) bulunuyordu. İçinde birçok tarihi ikona bulunan kilisede en değerlisi Aziz Yahya İkonasıydı. 1922 yılında kilise yıkıldı. Geriye sadece birkaç resim kaldı.

İzmir Bornova Kutsal Haç Kilisesi-Doğanlar Rum Ortodoks Kilisesi

KUTSAL HAÇ KİLİSESİ-DOĞANLAR RUM ORTODOKS KİLİSESİ

İlçe merkezinde Doğanlar Mahallesindedir.

İzmir Bornova Kutsal Haç Kilisesi-Doğanlar Rum Ortodoks Kilisesi

Kilise, 1866 yılında tamamlanmıştır. Tarımla uğraşan az bir nüfus için yapılmıştır. Gösterişten uzak, taşra kilisesi tipindedir. Şapel, erken dönem Hıristiyanlık sanatında önemli bir yer tutmaktadır. Bazilika düzeninde inşa edilmiştir.

Oldukça küçüktür ve özgün bir duvar tekniğine sahiptir. Çatı bölümü ahşap kaburgalı alçı dekorasyonludur.

Neoklasik üsluba sahip kilise, sade kumtaşından yapılmıştır. İç dekorasyonda, Rönesans sanatında görülen klasik mimari öğeleri vurgulanmıştır. Rum Ortodoks kiliselerinin tipik bir örneğidir. “Kutsal Haç” adını taşıyan bu küçük kilise, İzmir’in kurtuluşundan sonra uzun süre bir marangozhaneye, sonra Doğanlar Spor Kulübü tarafından kullanılmıştır.

Büyük Şehir Belediyesi tarafından kültür merkezi yapılması planlanmakta ise de şu an harap bir vaziyette durmaktadır.  

İzmir Bornova Ferrand Pagi Köşkü

FERRAND PAGY KÖŞKÜ

Ege Üniversitesi Rektörlük binasının karşısındadır.

İzmir Bornova Ferrand Pagi Köşkü

Köşk 1800 yıllarında Fontan Escalon tarafından yaptırılmıştır. Köşkün kayıtlarında yer alan ilk sahipleri Whittall ailesidir. Ardından Pey ailesinin kullanımına geçen köşk halen Pegy ailesinin ferdi Bayan Marie France ve eşi Claude Caporal’ın kullanımındadır. Ferrand Pagy köşkü o dönemlerde Bornova’daki Levanten hayatın en yoğun yaşandığı yerdeydi. Restore edilen köşk, halen canlılığını korumaktadır.

 

DAVY KÖŞKÜ-SUBAY ORDUEVİ

Davy adlı bir Amerikalı tarafından inşa edildiği bilinen köşk, yüzyıl başlarında Macropodere ailesi tarafından kullanılmış ve mahfel olarak bildiğimiz cadde uzun süre bu isimle anılmıştır. Bir dönem İzmir Valisi Rahmi Bey tarafından da ikametgah olarak kullanılan bina 2015 yılından itibaren Subay Orduevi olarak kullanılmaktadır.

Mustafa Kemal Atatürk, 11 Nisan 1934 tarihinde Bornova ziyaretinde bu binanın önünde Bornovalılar ile birlikte fotoğraf çektirmiştir. Köşkün içinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir süre dinlendiği üzeri Türk bayrağı ile örtülü bir yatağın bulunduğu bir anı odası bulunmaktadır.

İzmir Bornova Pandesipanian Köşkü-Yeşil Köşk

PANDESPANİAN KÖŞKÜ-YEŞİL KÖŞK

Eski Tren istasyonu son durağı ve üniversite kampüsü girişindedir.

Yapıldığı tarihte, komşu diğer birkaç köşk gibi Bornova tren istasyonunun karşısında, Bornova ovasına açılan tarım arazilerinin başında yer almaktadır. Köşk 1880 yılında Pandespanian ailesi tarafından yaptırılmıştır.

Aile Fransa’ya göç etmek için İzmir’den ayrıldıktan sonra Bornova Ziraat Mektebi için kamulaştırılarak kullanılmış olan köşk, 1949 yılında Maliye Hazinesine devredilmiştir.

Pandespanian ailesiyle ilgili ayrıntılı bilgi yoktur, ancak üyelerinin yaşamlarını halen Fransa’da sürdürdükleri, Ermeni asıllı oldukları ve muhtemelen Osmanlı topraklarında Fransız vatandaşı  olarak yaşamlarını sürdürdükleri bilinmektedir.

Yapının gösterişli giriş cephesine rağmen, iç mekanlarda alçı silme ve göbekler, geometrik tavan köşe armalarından oluşan yalın bir düzenleme görülür. İç mekanın önemli bir unsuru olan şömineler, konumlandıkları kat ve kullanımla ilintili olarak farklılaşmaktadır.

Etkileyici giriş cephesini özel kılan unsurlar, yoğun alçı bezemelerle çevrelenerek portal etkisi verilmiş giriş aksı üstünde yer alan ahşap balkon, ahşap konsolların taşıdığı geniş ahşap saçak, ahşap gergilerle oluşturulmuş alınlık ve giriş aksının her iki yanında yer alan yarım sekizgen çıkmalardır.

Cephelerin tümünde, boşlukların dizilimi ve her katta farklı desenlerle bezenmiş silmelerle yatay bir ifade yaratılmaya çalışılmıştır.

Giriş aksında konumlanan oktagonal havuz ve yapının çevresi, çam ağaçları sarar. Yapının önemli bir aksı ve tren istasyonunu gösterişli bir cephe ile karşılaması, kullanıcıların konutları ile yaratmak istedikleri ayrıcalıklı, güçlü, görkemli etkiyi net bir dille ifade etmektedir.

1955 yılında Ege Üniversitesine geçmiştir. 1955-1972 yılları arasında Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zirai İşletmecilik ve Ekonomi Kürsüsü olarak hizmet vermiştir. 1986 yılındaki onarım sonrası bir süre Üniversiteye gelen üst düzey ziyaretçiler için konukevi işlevi görmüş, 1993-1995 yıllarındaki onarımlar sonrasında bir süre, Üniversitenin akademik ve idari personeliyle öğrencilerine kafeterya ve restoran olarak hizmet vermiştir.

 

BARİ KÖŞKÜ

Bari köşkü: yerleşim merkezini, tren istasyonuna bağlayan ve önemli bir aks olan İstasyon caddesi üzerindedir.

19’ncu yüzyılın ikinci çeyreğinde yapıldığı düşünülen yapı, İtalyan Bari Pasquali ve İngiliz Lawson ailelerinin mülkiyetinde konut kullanımını sürdürmüştür. Birinci katta, yatak odalarının açıldığı orta hol odaklı merkezi dağılım şeması hakimdir.

Yapının iç mekan düzenlemeleri, gösterişten uzaktır. Zemin kat salonlarında gözlenen alçı bezemeli tavan göbekleri, silmeler ve pik döküm gövdeli şömineler, ana merdiveni vurgulayan yaprak motifli konsollarla sonlandırılmış ahşap plasterler iç mekan elemanlarıdır.

Üst kat tavan düzenlemelerinin özgün durumunda yalın silmelerin yer aldığı bilinmektedir ancak bugün bunlar tamamen yok olmuştur. 1948 yılında Maliye hazinesine geçmiştir. 20’nci yüzyılın ikinci çeyreğinde, kiracı konumundaki ada göçmeni Türk ailelere de hizmet veren yapı, günümüzde Ege Üniversitesi Lokal yapısı (restoran) olarak hizmet vermektedir.

İzmir Bornova Edwards Murat Köşkü

EDWARDS-MURAT KÖŞKÜ

Erzene Mahallesi Fevzi Çakmak Caddesi ve Gençlik Caddesinin kesiştiği yerdedir. İngiliz Cemaatinin dini merkezi olan Protestan kilisesinin karşısında bulunması nedeniyle prestijli bir yere sahiptir.

İzmir Bornova Edwards Murat Köşkü

Bina: 1880 yılında İngiliz ailesi “Edward” tarafından yaptırılmıştır. Birinci katta, yatak odaları yer almakta, bu odaların bir kısmı ön cephede yer alan, dinlenme ve güneşlenme amacıyla kullanılan geniş balkona açılmaktadır.

İngiliz toplumsal yaşamının bir parçası olduğu belirtilen bu kullanım, İngiliz konutlarındaki geniş üst terasların salt görsel etki amacıyla yapılmadığını, aynı zamanda işlevsel olduğunu gösterir.

İç mekan düzenlemelerinde, zemin katta zengin ve gösterişli, birinci katta ise yalın bir ifade izlenir. Köşkün bütününde, kullanıcısının toplumsal statüsünü ifade ettiği “kullanım-mekan-süsleme” ilişkisi belirgindir. Yapının yerleşimi, prestij aksı olan Merkez bulvarına gösterişli bir cephe ile yönelir.

Köşk süreç içinde Bari ve Murat aileleri tarafından kullanılmıştır. Bu ailenin terkinden sonra yapı uzun süre boş kalmış, bir dönem şantiye binası olmuş, uzun yıllar Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü tarafından çocuk yuvası olarak kullanılmış, daha sonra uzun zaman boş kalmıştır.

Büyük bahçesinin arka kısmında yıkık bir hamam bulunur. Söylentiye göre: uzun yıllar köşke geceleri bakire bir kız uğrayıp bir şeyler taşımıştır. Bu yüzden yapıya halk arasında “Perili Köşk” denilmektedir.

2001 yılında mülkiyetin ait olduğu Çocuk Esirgeme Kurumu ile İzmir Büyükşehir Belediyesi arasında yapılan bir protokolle: yapı restorasyon uygulanmak şartı ile 15 yıllığında Büyükşehir Belediyesine kiralanmış, 2002-2003 yılında restorasyon bitirilmiştir. Murat Köşkü, günümüzde öğrenci toplulukları için iletişim ve toplantı merkezi olması yanı sıra pek çok davete ev sahipliği yapmaktadır.

 

LA FONTAİNE KÖŞKÜ

Yapı: Bornova Levanten yerleşiminin ana aksları olan Çiçek caddesi ve Merkez Bulvarının kesiştiği köşe parseldedir. Diğer köşklere göre oldukça küçük bir parselde yer almaktadır.

Yapı: 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren La Fontaine ailesinin (İsviçre asıllı İngiliz) mülkiyetindedir. Yapının cephe düzeninde, gösterişten uzak, yalın bir ifade hakimdir. Köşk, parsel büyüklüğü ve kitle, cephe. İç mekan düzenlemeleri ile dikkat çekici konumu ve mekânsal kademelenmesi ile kullanıcıların Levanten topluluk içinde belli bir yere sahip olduklarını ifade etmektedir.

Günümüzde Ege Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi İdari binası olarak kullanılmaktadır. Kullanım süreci içinde iç mekan düzenlemelerinin birçoğu yok olmuş ya da değiştirilmiştir. Bu kapsamda, zemin kat döşemeleri, zemin ve üst kat silmelerinin değiştirildiği, ara kat mekanının zemin kat servis mekanının yüksekliğini arttırmak için yok edildiği, zemin katta varlığı bilinen ahşap bölücü elamanların ve tavan göbeklerinin yok olduğu belirlenmiştir.

İzmir Bornova Belhomme Wolf Köşkü

BELHOMME-WOLF KÖŞKÜ

Fevzi Çakmak Caddesi İş Bankası yanındadır.

İngiliz mimar Clark tarafından 1880 yılında yapılmıştır. Aynı mimar “Aliberti House” evini de yapmıştır. Yapı İngiliz tüccar Wolf kardeşler tarafından yaptırılmıştır. Daha sonra Yunanlı Xenopolou ve İngiliz Belhomme ailelerinin mülkiyetine geçmiştir. Yapının ön ve arka cephelerinde belirgin farklılık ilginçtir.

Rönesans mimari özelliklerinin izlendiği gösterişli ön cephedeki etkin unsur, çift kollu merdivenle ulaşılan, üçgen alınlık ve İyon başlıklı sütunlarla zenginleştirilmiş giriş portiğidir. Tuğla derzli doğal taş kolon ve kemerlerle zenginleştirilmiş verandanın yer aldığı arka cephede etkileyici sivil İtalyan mimarisi hakimdir. Evin dış cephesi oldukça gösterişlidir. Girişte muhteşem kolonlar vardır.

İzmir Bornova Belhomme Wolf Köşkü

Yapı, 1950’lerde bir Türk aileye geçmiş ve 1960’larda kamulaştırılmıştır. Kamu kullanımına geçtikten sonra sırasıyla: Kaymakamlık, Sağlık ocağı, Belediye konservatuarı olarak kullanılan yapı, kapsamlı bir restorasyon uygulaması sonucunda 1998 tarihinde Atatürk Kitaplığı olarak hizmete girmiştir.

Bu arada: yakın zaman önce, Belhomme Ailesinden gelen ve UNESCO’da görev yapan Helene Armand tarafından restore edilmiştir. 1997 yılındaki restorasyon, dönemin Belediye Başkanı Prof. Aysel Bayraktar tarafından yapılmıştır. Ev halen, Bornova Belediyesi Kitaplığı (Atatürk Kitaplığı) olarak kullanılmaktadır.

İzmir Bornova

STEİNBUCHEL-JOHN MALTASS EVİ

Hürriyet caddesi üzerinde, Ege Üniversitesi Rektörlük binası karşısındadır.

İngiliz John Maltass tarafından 1860 yılında inşa edilmiştir. Kurtuluş savaşı sonrasında, Atatürk tarafından kısa bir süre karargah olarak kullanılmıştır. Bu sırada, John Maltass’ın kuzu Eugenie Wood’da Türk ordusu tarafından koruma altına alınmıştır. İngiliz mimari üslubundaki yapı da dış cephe görümü dikkati çekmektedir.

İzmir Bornova Tristramp Köşkü

TRİSTRAMP KÖŞKÜ

Gençlik caddesi üzerindedir. Yapı girişini bahçe üzerinden almakla birlikte bir cephesi ile yola fiziksel temas halindedir.

İzmir Bornova Tristramp Köşkü

1904 yılında inşa edilmiştir. İngiliz Tristramp ailesinin konutudur. Tapu kayıtlarına göre: 1948 yılında Maliye Hazinesine devredilmiş, günümüzde ise Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsislidir. Girişini bahçe üzerinden almaktadır.

Bir cephesi ile yola fiziksel temas halindedir. Zemin katta bulunan alan, ana yaşam mekanıdır. Zemin döşemeleri, yoğun alçı bezemeli silmeleri, tavan göbeği ve köşe armaları, plaster ve şömineleri dikkat çeker.

Yapının toplumsal kullanıma yönelen yol cephesinde, yerel mimariyi refere eden, içe dönek bahçe cephelerinde ise, Batılı bir ifade sergilenir. Bu ikili tutum, kullanıcı ailenin Batılı kimliğinin yanı sıra yerelle kaynaşan, ayrıcalıklı konumunu vurgulayan bir tutum içinde olduğunu düşündürür.

Tapu kayıtlarına göre, 1948 yılında Maliye Hazinesine devredilmiştir. Günümüzde; Tarım ve Köy İşleri Bakanlığına bağlı Zirai Mücadele Enstitüsü malı olarak “İzmir Böcek Müzesi” olarak kullanılmaktadır.

İzmir Bornova

CHARLTON WHİTTAL EVİ (BÜYÜK EV)

Erzene Mahallesinde Gençlik caddesi üzerinde Suphi Koyuncuoğlu Orta okulu bahçesindedir.

1880’li yılların başında inşa ettirilmiştir. Levanten topluluklar arasında ve kaynaklarda “Big House” yani “Büyük ev” olarak bilinen yapının diğer Levanten köşkleri içinde gerek kitle ve gerek ölçek, gerekse mimari elemanları niteliği açısından oldukça mütevazi bir konumda olması, bu tanımın yapının mimari biçimine değil, kullanıcısının toplumsal statüsü nedeniyle verildiği düşünülmektedir.

Bornova Levanten toplumunun önde gelen isimlerinden Whitthal ailesinin ana konutu olan yapı, 18’nci yüzyıl sonunda C. Whitthal tarafından Hollandalı rahibeler için Rahibe Manastırı olarak yaptırılmış ve 19’ncu yüzyıl başında konuta dönüştürülmüştür.

Yapının içinde bulunduğu geniş arazi, kuzeyde Merkez Bulvarı, doğu ve güneyde İzmir-Manisa şösesi, batıda İngiliz kulübü ile sınırlanmıştır. Ayrıca içinde Protestan kilisesi ve papaz evini barındırmaktadır. Üç kata yayılan bir mekan kurgusuna sahiptir.

Tüm katlarda orta hol odaklı merkezi dağılım şeması benimsenmiştir. İç mekan düzenlemelerinden günümüze ulaşan unsurlar: zemin katta bulunan özenli ahşap parkeler, zarif kristal avizeler ve pik döküm şömineleri ve birinci katta gözlenen özgün dolap düzenlemeleridir.

1809 tarihinden itibaren İzmir ticaret hayatında var olan Whitthal ailesinin 1833 yılında Yunan Kralı Otho’yu, 1863 yılında Sultan Abdülaziz’i, 19’ncu yüzyıl sonunda Sultan Abdülhamit ve dönemin Galler Prensini, 1921 yılında Yunan Prensini konutlarında misafir etmesi, siyasi, ekonomik ve toplumsal yaşantıdaki etkin konumunu göstermektedir.

Kurtuluş Savaşında Yunanlıları destekleyen aile, Cumhuriyetin ilanının ardından kenti terk etmiştir. 1948 tarihinde kamulaştırılarak Maliye Hazinesine geçen yapı, günümüzde Ege Üniversitesi Rektörlük binası olarak kullanılmaktadır.

Arazide yoğun yapılaşmanın yanı sıra, cephe girdisi olan iç mekan düzenlemelerinin büyük bölümü yok olmuştur. Günlük ihtiyaçlar nedeniyle yapılan kitlesel ekler, yapının görsel ve belgesel değerini büyük ölçüde yok etmiştir.

 

BALLİANİ (GİRAUD) KÖŞKÜ

Köşk: ana akslardan Gençlik Caddesi çeperinde konumlanmıştır. Caddeye direkt cephe veren birkaç konuttan biri olmakla birlikte, yapı-yol fiziksel ilişkisini bahçe üzerinden sağlamaktadır.

Yapının ilk kullanıcısı Balliani ailesidir. Zemin katta paravan niteliğindeki ahşap doğrama ile kapatılmış giriş holünün açıldığı ana dağılım holü yaşama mekanlarına ve arka cepheye yönelen servis mekanlarına açılım vermektedir.

Birinci katta, aileye hizmet veren yatak odaları yer alır. Bodrum ve ara kat kullanımlarında servis mekanları görülür. İç mekan düzenlemelerinde, zemin kat ana kullanım alanları dikkat çeker. Bu mekanlarda yoğun alçı bezemelerin izlendiği tavan silme ve göbekleri, yaprak motifli konsolların taçlandırdığı plaster ve masif ahşap elemanlarla çevrelenmiş pik döküm şömineler bulunur.

Köşk: yapı ölçeği, cephe düzeni, mekan organizasyonu ve mimari değerleriyle yerleşimin iddialı yapılarından olmamakla birlikte dikkat çekicidir. Tapu kayıtları incelendiğinde, 1948 yılında Wilkinson, 1957 tarihinde Giraud ailesi tarafından satın alınan yapının 1970’te kamulaştırılarak Maliye Hazinesine geçtiği görülür.

Kamu kullanımına geçtikten sonra: 1970’li yıllarda: Askeri lojman, Hemşirelik Yüksekokulu, 1980’li yıllarda: Ege Üniversitesine ait depo olarak kullanılmıştır. Son olarak Ege Bütçe Dairesi olarak işlev verilmiştir. Günümüzde halen bu işlevini sürdürmektedir.

1987-1989 yıllarında gerçekleşen kapsamlı onarım dahilinde, yapı bütününde gözlenen birtakım ek yüzeylerin yapıldığı görülür. Bunlardan en belirgin olanı: zemin kat ana salonlarından birinin (özgün yemek salonu) bölünmesidir. Bu müdahale, mekanın bütünselliğinin ve tavan süslemelerinin algılanmasını imkansız kılar. Bir diğer olumsuz nokta, iç mekan kullanımlarıdır.

 

ALAİN GİRAUD EVİ

Sanat sokağı yanında, Dokuz Eylül İlköğretim okulu karşısında, Fevzi Çakmak Caddesi üzerindedir.

Köşk, 1860 yılında William Gıraud tarafından yaptırılmıştır. Bilinen ilk kullanıcısı Giraud Ailesinden Alain Giraud’dur. Giraud’un babası Türkiye’de ilk tekstil fabrikası kurucusudur. Bina uzun yıllar Jean Baptiste’nin yeğeni Lui Cortazzi tarafından Venedik Konsolosluğu olarak kullanılmıştır. Bina günümüzde bir eğitim kurumu tarafından kullanılmaktadır. İlk Dünya güzelimiz Keriman Halis Ece, bu evde misafir kalmıştır.

RİCHARD WHİTTALL KÖŞKÜ

Yapı, Whitthal ailesinin bir diğer ferdi olan Richard Whitthal tarafından yaptırılmıştır.

19’ncu yüzyılın ortasında inşa edilen ve Cumhuriyetin ilanını takiben Balliani ailesinin kullanımına, 1949 tarihinde ise Maliye Hazinesine geçen yapı, günümüzde Milli Eğitim Bakanlığı kontrolünde, Bornova Suphi Koyuncuoğlu İlkokulu bünyesinde kullanılmaktadır.

Yapı: Merkez Bulvarı üzerinde, köşe parsel içinde konumlanmıştır. Köşk: iki evrede inşa edilmiştir. Bunlardan ilki yaşama mekanları ve ailenin özel kullanım alanlarının bulunduğu ana kitledir. Diğeri ise, erken dönem eki olan müştemilat ve buna bağlı olarak kurgulanmış kule bölümüdür.

Dönemin çağdaşlık simgelerinden olan demirin, strüktürün yanı sıra dekoratif bir eleman olarak dış cephede kullanılması, kullanıcıların sosyal statülerine ve toplumsal konumlarına paralel biçimlendirilmiş mimarilerinde Batılı tercihlerini ortaya koyar.

Gelelim yapıya sonradan yapılan müdahalelere: yapı arazilerinde yoğun yapılaşmanın yanı sıra malzeme yitim ve değişimleri söz konusudur. Kitlesel ve mekânsal eklerin dışında malzeme olarak değişimler söz konusudur.

Birinci kat balkonlarında zemin kaplaması olarak beton dökülmesi ve dövme demir parmaklıkların betona gömülmesi abestir. Bir diğer olumsuz müdahale, büyük ihtimalle, güvenlik nedeniyle bodrum kat boşluklarının kapatılmasıdır. Bu müdahale bodrum katın kitle bütünündeki algısını ve yapı kullanım dağılımının ifadesi yok etmiştir.

İzmir Bornova

ST MARY MAGDALENA ANGLİKAN KİLİSESİ VE MEZARLIĞI

İlçe merkezinde Ergene Mahallesi Gençlik Caddesindedir.

1857 yılında, Levant Şirketinin kuruluşu ile aynı tarihte temeli atılan Büyük Aglikan Kilisesine bağlı, 3 alt kiliseden biridir. Türkiye’de yerleşen ilk Whittal olan Charlton Whittal tarafından, Bornova’da yaşayan Anglikan topluluğu için 1857 yılında yaptırılmıştır.

Bu kilise, Bornova’da yaşayan büyük Anglikan topluluğu için tek ibadet yeri olmuştur. Muhafazakar bir Protestan ve milliyetçi bir İngiliz olarak tanımlanan C. Whittall, sadece kilise yaptırmakla kalmamış ayrıca kilisede görev yapacak rahibelerin yetiştirilmesi için bir Rahibe Okulu inşa ettirmiştir.

 

BELKAHVE

İzmir il merkezine 25 km uzaklıkta, Ankara-İzmir karayolu üzerinde Kahveci Beli olarak da bilinir.

Kemalpaşa ovasında yüksekliği 250 metreye kadar ulaşan bir yerdir. 3.5 hektar büyüklüğündeki alan, kızıl çam ormanı ile kaplıdır. Arazinin meyilli olması nedeniyle saha içinde otopark bulunmaz, sadece yürüyerek girilmesine izin verilmektedir.

Ancak giriş kapısı önünden geçen Kavaklıdere köyü yolu boyunca arabanızı park edebilirsiniz. Alanın içinde piknik yapmak için uygun yerler bulunuyor. Evet, buranın en büyük özelliği: Turgutlu yönünden gelişte, İzmir körfezinin ilk göründüğü noktadır.

8 Eylül 1922 gecesi Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler, Nif (sonradan ismi Kemalpaşa olarak değiştirilmiştir.) de gecelemişler ve 9 Eylül Cumartesi günü, öğleden sonra buraya gelmiştir.

Bu noktadaki geçit “Belkahve” adını; bu noktada bulunan ve İzmir’in Kurtuluş Günü, Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekilerin İzmir’i seyrettikleri kahveden almaktadır.

Söylenenlere göre, Atatürk, buradan İzmir şehrini seyrederken yanında Halide Edip varmış. Daha sonra, yani 9 Eylül akşamı hep birlikte yine Nif’e geri dönmüşlerdir.

10 Eylül günü ise, İzmir’e girmiş ve burada Fahrettin Altay Paşa ile buluşarak doğruca Hükümet Konağına gitmiştir. İzmir Hükümet Konağı balkonundan, Konak alanını dolduran İzmirlileri, selamlayarak kısa bir konuşma yapmıştır.

Bir ayrıntı, Mustafa Kemal Atatürk, İzmir şehrini daha önce bir kere, birkaç saatliğine görmüştür. (1905 yılında Şam’a gidişte burada vapur değiştirmiştir.)

İzmir Bornova Belkahve Atatürk Anıtı

Atatürk Anıtı

Belkahve’de, Ulu Önder Atatürk, Kurtuluş savaşından sonra İzmir’i ilk kez görüp seyrettiği noktada, 1991 yılında Heykeltıraş Tankut Öktem tarafından bir anıt yapılmıştır.

Merdivenle çıkılan bir taban üzerinde bulunan anıt, 16 metre yüksekliktedir. Dönemin en yüksek heykelidir. Anıtta, Atatürk’ün üniformalı bir heykeli bulunur.  

 

İzmir Bornova Belkahve Ata evi

Ata Evi

9 Eylül 1922 günü Atatürk’ün İzmir şehrini seyredip kahve içtiği noktada bulunan Ata Evi, 9 Eylül 2016 tarihinde Bornova Belediyesi tarafından yapılmıştır. Ata evinde ziyaretçilere izletilen filmlerle tarihe yolculuk yapılıyor.

Ata evinde: işgal yıllarına ait eşyalar, dönemin askeri ve halk hareketlerini ifade eden fotoğraflar ile maketler bulunuyor.

Ayrıca, Atatürk ile ilgili çok sayıda kitap vardır. Kurtuluş Savaşını sembolü olarak o günlerden kalan “Dua kitabı, bayrak, Şayek Kalpak ve silahlar” bir arada bulunuyor. Ayrıca burada sergilenen bayrakların bir hikayesi vardır.

İşgalciler tüm Türk bayraklarını topladıkları için 9 Eylül 1922 günü, Türk askerleri İzmir’e girerken asılacak bayrak bulmakta zorluk çekilir. İzmirli kadınlar hemen yeni bayraklar dikerek açığı kapatırlar. O dönemden kalma İstiklal Madalyaları sergileniyor.

İzmir Bornova Belkahve Ata evi

Bu madalyalar: Generalinden Erine kadar tek tip olarak hazırlanıp verilmiştir. Hasan Tahsin’in işgalcilere ateşlediği silahın aynı serisi de Ata Evinde sergileniyor. Türk ve Yunan askerlerinin mataraları da sergileniyor.

Bu mataralara baktığınızda, Türk askerlerinin mataralarının, Yunan askerlerinin mataralarının yarısı kadar olduğunu göreceksiniz, çünkü Türk askerleri Yunan askerlerinin yarısı kadar su ile yetinmişlerdir.

İzmir Bornova Belkahve Ata evi

Ata Evinde, Atatürk’ün çok gerçekçi bir heykeli de sergileniyor. Bu heykel: heykeltıraşlar Neda İsmail Atar ve Can Akdaş tarafından hiperreal olarak adlandırılan bir anlayışla yapılmıştır.

Atatürk’ün 41 yaşındaki görüntüsünde heykelin gerçek gibi görünmesi için uygun materyaller kullanılmıştır. Gerçek saç teli ve akrilik göz kullanılmıştır.

İzmir Bornova Belkahve Ata Evi

Döneme uygun askeri üniforma ve madalyalarla heykel tamamlanmıştır. Ayrıca ziyaretçilerin Ata ile resim çektirebilmeleri için, hemen yanına boş bir koltuk yerleştirilmiştir.

İzmir Bornova Homeros Vadisi

HOMEROS VADİSİ

Bornova Atatürk Mahallesinden çıkarak yürüyerek yaklaşık 1.5-2 saatte varılabiliyor. Ancak yollar karmaşık, yokuş, sonlara doğru ağaçlar artıyor, yol patika gibi ve yürünmesi zorlaşıyor. Yani araba ile gitmek daha iyi olur.

Bornova’nın merkeziyle, Kayadibi arasında uzanan, Bornova Çayının yatağı: Homeros vadisi projesiyle yeniden düzenlendi. Hem su baskınlarını önlemek ve hem de şehirde yeni mesire alanı oluşturmak amacıyla, Bornova çayı, Homeros vadisi adıyla yeniden düzenlendi.

İzmir Bornova Homeros Vadisi

Burası, günübirlik tatil için oluşturulmuş bir rekreasyon alanıdır.

İzmir Bornova Homeros Vadisi

Yaklaşık 7 kilometre uzunluğundaki vadide: göletler, su bentleri yapıldı. Piknik alanları düzenlenerek çiçekle ve ağaçlarla çevrildi. Piknik alanları içine, ahşap oturma gurupları yerleştirildi ve güvenlik ekipleri oluşturularak güvenlik sağlandı.

Vadideki uygun yerlere: ağaç ve bitkiler dikildi. Vadide 18 gölet yapılmış, ayrıca 70 bine yakın yeni bitki dikilmiştir. Vadi boyunca 182 bitki ve 103 kuş türü bulunmaktadır.

İzmir Bornova Homeros Vadisi

Halkın inancına göre: Bornova çayının aşağı kısmında bir mağara ve kaya kilise bulunur. Burada İzmirli olduğu bilinen ünlü ozan Homeros’un MÖ 800’lerde yaşadığı varsayılır. Homeros’un yaşadığı varsayılan mağaraya çıkan bir patika yol var.

Bu yüzden, uygulanan projeye “Homeros Vadisi” ismi verildi.

Peki burada ne yapabilirsiniz? Yapay bir göl var, adventure sport hizmetleri sunan bir kafeterya, paintball, atv kiralama, doğa sporları, göl kıyısında piknik için tahta masalar, Homeros’un yaşadığı mağaraya çıkabilirsiniz, bir de atv lerle gezilebilecek, dağa çıkan bir yol var. Ata binebilirsiniz. Zipline var, tırmanma duvarı var.

İzmir Bornova Aşık Veysel Rekreasyon Alanı

AŞIK VEYSEL REKREASYON ALANI

25 Eylül 2010 tarihinde hizmete açılan tesiste: olimpik buz pateni, amfi tiyatro gibi yapıların da bulunduğu dev bir rekreasyon alanı bulunmaktadır. Burada: otopark, yeşil alan, iki kafeterya, duş ve tuvalet binaları, spor alanları bulunur.

1.6 km uzunluğunda bisiklet yolu bulunur. 5000 kişilik amfitiyatro vardır. Ayrıca buz pateni ve buz hokeyi dalında uluslararası ve ulusal karşılaşmalara ev sahipliği yapan, açık Buz sporları salonu bulunuyor.
İzmir Bornova Büyük Park

BÜYÜK PARK

Buranın daha önce mezarlık olduğu söyleniyor. Bornova parkının ilk kurucusu olan, imarcı Vali Rahmi Bey, uzun süre buradaki bir binada kaldı ve mezarlığı kaldırdı, buraları düzenledi, geliştirdi. Daha sonra Vali Kazım Dirik, parkın geliştirilmesi, ortaya havuz yapılması, ağaçlandırılmasıyla ilgilendi.

Uğur Mumcu Kültür Merkezi ve Ayfer Feray Açıkhava Tiyatrosunun bulunduğu park alanında kafeterya ve yeşillikler içinde dinlenme yerleri bulunuyor. Burası Bornovalıların buluşma yeridir.

İzmir Bornova Küçük Park

KÜÇÜK PARK

Üniversite öğrencilerinin yoğun olduğu Bornova’da eğlencenin kalbi burasıdır. Burada yüzü aşkın kafeterya ve restoran bulunuyor.

İzmir Balçova gezi yazım için Balçova

İzmir Selçuk Meryem Ana Evi

İzmir Selçuk Meryem Ana Evi

Selçuk yöresine geldiğinizde; antik kent bölgesi içinde değil de, Selçuk İlçesine 9 km. uzaklıktaki Bülbül Dağında bulunan; Meryem Ana Evini de mutlaka görmelisiniz. Burası; Hıristiyan inancına göre kutsal sayılmakta. Ancak, Meryem Ana’dan Kur-an da söz edilmektedir.

Meryem Ana Evini anlatmadan önce; önce: aradan binlerce yıl geçmesinden sonra Meryem Ananın burada yaşadığını söyleyen bir Alman rahibesinden ve sonra ise, yazılı kaynakların büyük bölümünde açıklandığı üzere; Meryem Ananın buraya nasıl geldiğinden söz etmek istiyorum. Evet, buyurun tarih yolculuğuna, sonra ise Meryem Ana Evini gezmeye.

ALMAN RAHİBESİ ANNE CATHARİNE EMMERİCH

İzmir Selçuk Meryem Ana Evi: Almanya’nın, Flamsk adlı küçük bir köyünde, 1774 yılında küçük bir kız çocuğu dünyaya gelir. Ailesi çok yoksuldur. Uslu, dürüst, doğruyu gören ve dinsel konulara büyük ilgi gösteren bir çocuktu. Geceleri, saatlerce dua ederdi. Onun bütün emeli; kendini dine adamak ve bir manastıra kapanmaktı.

Zira; içinde, gün geçtikçe büyüyen, doğaüstü duygular hissediyordu. Nihayet, 29 yaşında, arzusu yerine geldi ve rahibeler okuluna girerek, kendisini artık tümüyle Tanrı’ya adamak imkanı buldu.

Burada mutlu yaşantısını sürdürürken; 1811 yılında okul kapandı, köy rahibi ona küçük bir ev sağladı. Ancak; gün geçtikçe, içindeki garip duygular artıyor, başkalarının duymadığı sesleri duyuyor, arada bir kimsenin görmediği dinsel sahneler, gözlerinin önüne seriliyordu. Bunlar olurken de, o durmadan dua ediyor ve Hz. İsa’nın kendisini takdis etmesini diliyordu.

29 Aralık 1812 tarihinde, hasta kadının yatağı çevresine toplananlar, büyük bir mucizeye tanık oldular. Anne Catherine; küçük odasında, yatağının üzerinde, ellerini öne doğru uzatmış dua ederken, birdenbire sarsılır ve her yanını ateş basar.

Tam o anda; yukarıdan gelen parlak bir ışık, ona doğru alçalır ve dokunmasıyla, hasta kadının elleri, ayakları ve sağ yanı; kanlar içinde kalır. Kendini kaybeder. Hz. İsa; onun arzusunu yerine getirmiştir. Bununla da; onu, kendisi çarmıha gerilirken çektiği azaba ortak etmiştir.

Yani; Catherine; “Stigmatize” bir rahibe olmuştu. Hıristiyanlık tarihinde, bu tip olaylar bilinmesine rağmen, çok azdır. Tıp tarihi ise, bunu açıklayamaz.

Anne Catherine; gün geçtikçe daha çok hastalanır. Artık yatalak olmuştur. Herkes tarafından büyük saygı görmektedir. Avuçlarında, bu olaydan sonra haç işaretleri oluşmuştur.

1818 yılında, kendinden geçmiş, trans halinde iken söylediklerini; bir yazar olan C. Brentano, kaleme alır. Rahibe, gözlerini yumduğunda, gözünün önünden geçen dinsel olayları, öyle büyük bir doğrulukla söylemektedir ki, bunların tanrının isteği ve desteğiyle olduğundan, kimse şüpheye düşmez.

Azizlerin ve Meryem Ananın hayatını, bütün ayrıntılarıyla anlatır. Bu çalışma; hastanın ölümüne kadar sürer.

Böylece; bütün Hıristiyan alemi; pek yakında Meryem’in son günlerini, Efes yakınlarındaki bir evde geçirdiğini ve orada öldüğünü duymuş olur. O güne kadar ise, herkes, İsa’nın annesinin Kudüs’te öldüğünü sanıyordu. Fakat, bu iddianın da herhangi bir dayanağı yoktu.

Evet; aradan yüzyıllar geçtikten sonra; Meryem’in yaşadığı ve öldüğü; Bülbül dağındaki ev böylece tescilleniyor. Rahibenin söyledikleri kitap olarak yayınlandıktan sonra; 27 Haziran 1891 tarihinde, Henry Jung başkanlığındaki 4 kişilik bir ekip, Meryem Ananın evini aramaya başlarlar.

İki günlük bir araştırmadan sonra, 29 Haziran günü, ellerinde Catherine’nin algılarının bulunduğu kitapla birlikte, Bülbül Dağında, yıkık manastırı bulurlar ve kitaptaki algıları değerlendirerek, buranın Meryem Ananın evi olduğunu tescillerler.

Şimdi; tarihte daha gerilere, binlerce yıl öncesine gidip, Meryem’in buraya gelişi ve yaşamına ait anlatılanları kısaca görelim.

İsa’nın annesi Meryem; İsa öldükten sonra, St. Jean ile birlikte Efes’e gelir. Hayatının son yıllarını burada yaşar. Ancak Kitab-ı Mukaddes’te anlatıldığı gibi: Meryem’in mezarının, dönemin Selefko şehrinde yani bugünün Silifke’sinde olduğu rivayet edilmektedir.

Neyse, Bülbül dağı üzerinde; Hıristiyanların kutsal anası, Meryem’in evi var. Hıristiyanlarca; ” Panaya Kapulu” olarak adlandırılan kutsal yerin, MS.4’ncü yüzyılda inşa edildiği sanılmakta.

Hz. İsa yakalanıp çarmıha gerilmesinden kısa bir süre önce, annesini, arkadaşı ve havarisi olan St. Jean’a teslim etmiş. St. Jean; İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra, Meryem’in Kudüs’te kalmasını sakıncalı gördüğünden, onu da yanına alarak kaçmış ve buraya gelmişler.

Hıristiyanlık dinini yaymak gibi bir görev üstlenmiş olan St. Jean: o zamanlarda, çağın en büyük kenti durumunda bulunan Efes’i, kendisine hedef seçmiş. Efes’teki putperestlerin diyarına sokmak istemediğinden, Meryem’i ise, Bülbül Dağı eteklerinde sık ağaçlarla kaplı bir köşede yaptırdığı kulübede gizlemiş. St. Jean’ın her gün gizli gizli onu ziyarete gittiği ve yiyecek-içecek götürerek yokladığı bilinmektedir.

Meryem’in 101 yaşına kadar, Bülbül Dağındaki bu evde yaşadığı ve burada öldüğü kabul edilmektedir. St. Jean, Meryem’i, yine bu dağda, kendisinden başka hiçbir kimsenin bilmediği bir yere gömmüştür. Hıristiyanlığın yayılmasından sonra, Meryem’in bulunduğu ve yaşadığı kabul edilen yere; Hıristiyanlarca, haç şeklinde bir kilise inşa edilir.

MERYEM ANA EVİ

İzmir Selçuk Meryem Ana Evi: Evet, işte Meryem Ananın yaşadığı farz ve kabul edilen yer, burası. Yani; Selçuk’tan Bülbül dağı istikametine, tabelaları takip ederek gittiğinizde, 9 km. uzaklıkta.

Güzel bir yol, çam ağaçları arasında ilerliyorsunuz. Yükseklik; 420 m. Bahçe bölümünde, uygun otopark var. Tek sorun, Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen (örneğin 15 Ağustos günü) günlerde, buraya gitmeyin, aşırı kalabalık.

Bülbül Dağı üzerindeki bu bölge, Hıristiyanlar tarafından ” Panaya Kapulu ” olarak adlandırılıyor. Yani; resmen ” Meryem Ana Evi ” olarak. Buranın; MS.4’ncü yüzyılda inşa edildiği sanılmakta.

Buranın; kutsal hiç yeri olarak ilan edilmesinden sonra, buradaki Meryem Ana Evinin kalıntıları üzerine, küçük bir şapel yapılmış. Eski yapı ile sonradan yapılan şapelin duvarlarının birbirinden ayrılması için ise; her ikisinin arasına, kırmızı renkte bir boya ile çizgi çekilmiş.

Evet; yapıya girince, iki tarafında tonozlu nişler bulunan bir sahanlığa geliyorsunuz. Buradaki apsiste: Hz. Meryem’in heykeli bulunmakta. Nişler içinde, mumluk dikilmiş, yakılı yüzlerce mum var. Bu heykelin; 19’ncu yüzyılda buraya konulduğu sanılmakta. Bunun önünde; gri renkli taban mermerlerinden ayrılan bölümün, ocak olduğu saptanmış.

Nitekim, burada yapılan kazılarda, MS.1’nci yüzyıla tarihlenen ev temel kalıntıları ile, kömür parçaları bulunmuş. Bu bölümün güneyindeki küçük odanın doğusunda, bir niş var. Bu odada; Müslümanlar tarafından namaz kılınabiliyor. Duvarlarında; Kur-an da da ismi geçen Meryem Ana ile ilgili sureler var.

Bazı araştırmacılar tarafından, bu odanın, Meryem Ana’ya ait yatak odası olduğu iddia ediliyor. Bu şapel; 1967 yılında Papa 6’ncı Paulus ve 1979 yılında ise Papa II. Johannes tarafından ziyaret edilmiş.

Burayı gezerken, hani belki Meryem’in burada nasıl yaşadığını, nasıl öldüğünü, nereye gömüldüğünü merak edebilirsiniz. Bu soruların yanıtlarını, yine Alman rahibe Anne Catherine’nin anlattıkları vahiylerden öğrenmek mümkün.

Onun anlattıklarına göre: ” Bu ev; pencereleri yüksek ve kare şeklindeydi. Arka tarafı, yuvarlaktı.

Kapıdan girildiğinde; hemen karşıda, ateş yakılan bir şömine vardı. Bu yüzden, duvarlar biraz kararmıştı. Meryem Ana’ya hizmet eden yardımcısı, burada otururdu. Şöminenin iki yanındaki kapılardan; evin, dip tarafındaki mihraplı ikinci bölüme geçilirdi.

İzmir Selçuk Meryem Ana Evi: Meryem Ana, boş zamanlarında, mihrabın önüne çekilen bir perdenin karşısına oturarak: okurdu. Yatak odası ise; bu bölümün sağında. Evin bazı eşyaları ile Meryem’in giysileri de, bu odanın karşısındaki, sol tarafta, küçük bölmede dururdu.

Meryem; tek başına yaşıyordu. Yanında; kendisine yardım eden ve ona yiyecek-içecek getiren genç bir kadın vardı. Yaşamı: derin bir sessizlik ve huzur içinde geçiyordu. Evde; erkek yoktu. Yalnızca; sık sık St. Jean, eve girip çıkardı.

Evet; yine aynı vahiylere devam edelim. Meryem, 64 yaşında hayata gözlerini yumdu. Çevresindeki: aziz ve azizeler ona cenaze töreni yaparlar. Özel olarak hazırlanmış tabutunu, eve 2 km. uzaklıktaki bir mağaraya yerleştirirler.

Aradan geçen bir süre sonunda: havari Thomas, azizenin sağlığına yetişemediğini, hiç değilse mezarını ziyaret etmek istediğini söyler. Bunun üzerine, gece vakti, meşaleler yakılır ve mağaraya götürülür. Mağaraya gelince, secde eder. Mağara girişinde, içeri girerek, cenazenin önünde diz çöker.

O sırada, Jean bir kısmı çukurun dışında kalan tabuta yaklaşarak, tabutun bağlarını çözer ve kapağı açar.

Hep birden tabuta yaklaştıklarında hayretle donup kalırlar. Meryem’in cesedi, kefenin içinde yoktur.

Fakat, kefen gene de bozulmamıştır. Bunu şöyle değerlendirirler. ” Tanrı, Meryem’i göğe kaldırmıştı.”

Olaydan sonra, mezarın bulunduğu mağaranın ağzı kapatılır. Ev kiliseye çevrilir. Bu mağara, günümüzde bilinmiyor, yeri meçhul.

İzmir Selçuk Yedi Uyurlar

İzmir Selçuk Yedi Uyurlar

Yedi uyurlar; yüzyıllar boyunca, Anadolu’da yaşayan ve din kitaplarına girmiş, çeşitli e yazmalarına da konu olmuş bir öyküdür. Kur-an da, 110 ayetten oluşan “kehf” suresinde, 8 ve 25’nci ayetler arasında anlatılmıştır. İşte; bütün İslam ve Hıristiyan dünyasının ” Efes’in Yedi Uyurları ” (Eshab-ı Keyf) dediği, azizler işte bunlar.

Bu öyküde mucizevi bir olay anlatılır.

Şöyle ki: ” MS 250 yılları gibi, Geç Roma dönemi imparatorlarından Decius zamanında; çok tanrılı din yani putperestlerin inanışları, kentte hüküm sürmektedir. O sırada, kenti yöneten kral; zalim ve bir o kadar da; pagandı.

Yani: tek tanrıya değil, putlardan oluşan çok tanrılığa inanıyordu ve kentte yaşayanların, tüm dinsel özgürlüklerini kontrol altına almıştı.

Ancak; 6 genç adam, Hıristiyanlığa ve tek tanrıya inanmışlardı. Dinsel baskılara dayanamayan gençler; bir gün kentten çıkarlar. Yolda; bir çobana rastlarlar ve ona dertlerini anlattıklarında, çobanında aynı inançta olduğunu öğrenirler.

Çoban; ” Bende sizinle beraber gelmek istiyorum, hem bildiğim bir mağara var, beraberce, orada saklanırız.” der.

Gençler, buna çok sevinirler. Yanlarına çobanı da alarak, bugünkü Panayır Dağı’nın güney tarafındaki mağaraya gitmek üzere, yola koyulurlar. Fakat, çobanın köpeği Kıtmir, bir türlü peşlerini bırakmaz.

Bunun üzerine; köpeği de alarak, hep birlikte mağaraya girerler. Ve, tanrının emriyle, yıllar süren derin bir uykuya dalarlar.

Bir süre sonra; gençlerin kaçtığını öğrenen kral, peşlerine askerler gönderir. Askerler; onların uyuduğu mağarayı bulur ve çıkmalarını önlemek yani onları ölüme terk etmek için, mağaranın kapısını duvarlar örerler.

Hatta; mağara üzerine, yedi uyurların adlarını ve öykülerini yazarlar. Maksimianus, Malkus, Martinianus, Konstantinus, Dionisios, İoannes ve Serapion.

Bu geçen sürede, yörede yaşayan bazı hayvan sahiplerinin, mağaranın ağzındaki duvarı yıktıkları, ancak içeride uyuyan insan görmedikleri rivayet edilir.

Yedi genç; bir inanışa göre 200 yıl, başka bir inanışa göre ise, burada 300 yıl uyumuşlardır. Kuran’da Kehf Suresinde: ” Onlar, mağaralarında 309 yıl kaldı derler ” yazılıdır.

İzmir Selçuk Yedi Uyurlar: Evet; öyküyü anlattıktan sonra; tarihi süreçte, Efes’te geçen olayları kısaca inceleyelim. MS. 263 yılında, kuzeyden gelen Got’lar; Artemis Tapınağını ve kent limanını yağma ederek, yakarlar.

Bundan sonra, tapınak eski görkemine asla erişemez ve Efes Artemis’i inancı büyük darbe yer. Hıristiyanların yapamadığını Got’lar yapmıştır.

MS. 4’ncü yüzyılın başlarında ise; Efes, aynen İskenderiye ve Antakya gibi, önemli bir piskoposluk merkezi haline gelir. Bu yüzyılın sonunda ise; Hıristiyanlık tamamen şehirde egemen olur. Bu kez, inanç kavgaları başlar.

Hatta; Efes deki Hagia Maria Kilisesi’nde, MS.431 yılında, konsül toplanır. Bu toplantıya, 200 civarında piskopos katılır. Bu toplantıda yaşanan olaylardan sonra; Roma imparatorluğu, MS.395 yılında, dinsel olarak ikiye ayrılır. Doğu Roma kesiminin başkenti; İstanbul olur. Ayrıca; devlet, Hıristiyanlığı, imparatorluğun resmi dini olarak kabul eder.

Bu arada; mağarada uyuyan gençler; 200 yıla yakın uyuduktan sonra; bir sonbahar günü (22 Ekim) uyanırlar. Mağarada ne kadar uyuduklarının farkında değildiler. Birbirleriyle konuştuklarında, bir veya yarım gün uyuduklarını hatırlarlar. Fakat; hepsi, acıktıklarını hissediyorlardı.

İzmir Selçuk Yedi Uyurlar: Nihayet içlerinden; Yemliha’yı, ekmek almak üzere, fırına göndermeye karar verirler. Yemliha, kente doğru yürüyerek yaklaşırken, onu gören herkes, kendisine garip garip bakıyordu.

Çünkü; giysisi ilginçti. Kent kapısına vardığında, kapı üzerindeki haç işaretini görünce, Yemliha’da şaşırdı. Bir günde, ne kadar çok şeyin değiştiğine hayret ediyordu. İnsanlar, inanışlar ve hatta yapılar bile değişmişti.

Fazla oyalanmadan, bir fırına girdi. Ekmek aldı ve elindeki, 200 yıllık gümüş parayı uzattı. Fırıncı; kendi kendine ” bu adam benimle alay mı ediyor? ” diye düşündü.

Paranın üzerinde, imparator Decius’un resmini görünce; ” bu adam bir hazine bulmuş ” diye, ortalığı birbirine kattı. Parayı, götürüp, görevli memura teslim etti.

Memurlar; zavallı Yemliha’yı, parayı nereden bulduğu hakkında sıkıştırmaya başladılar.

Yemliha; söylediklerine kimseyi inandıramadı. Bitkin ve çaresiz kalınca, olanları, arkadaşlarını, mağarayı anlattı.

Bunun üzerine; halk, hatta kent piskoposu, anlattıklarının doğru olup olmadığını öğrenmek için, mağaraya gittiler ve her şeyi gözleriyle görüp, askerlerin bıraktıkları yazıtı da okuyunca, yedilerin önünce secde ettiler.

Böylece; insanların öldükten sonra tekrar dirileceğine olan inanç, doğrulanmış oluyordu. Yedi uyurlar, takip eden dönemde, öldükten sonra, yine aynı yere gömüldüler. Mezarlarının üstüne, bir kilise yapıldı.

Evet; öykü böyle. Tabii, inandırıcılığı tartışmalı, yani bugünün bilimsel yöntemleriyle, bu olayın bir açıklaması mümkün değil. Ama; dedik ya, öykü, efsane. 1442 yılına kadar, burası kutsal yer kabul edilerek, sürekli ziyaret edilmiş. Ancak; bu tarihte, büyük olasılıkla, bir deprem sonrası, mağara ağzı kapanmış.

Neyse; yapılan bilimsel kazılarla, mağara tekrar ortaya çıkarılmış. Günümüze gelmeden önce, yakın tarihlerde; Panayır Dağı Efsanesinden de söz etmek istiyorum. O günlerde, yılın belli zamanlarında; Ayasuluğ yöresine, birçok Ermeni geliyordu.

Gelenlerin; çantaları, sepetleri doluydu. Trenden iner inmez, eşeklerin sırtında, hemen eski adı Pion olan Panayır Dağına gidiyorlardı. Dağa varınca: çadırlar kuruyorlar, çantalar, sandıklar açılıyor, ateşler yakılıyordu.

Ayasuluğ’lular; buna “Ermeni Panayırı” diyorlardı. Zaten, bu yüzden de dağın adı ” Panayır Dağı” olmuştu.

Fakat, bu gerçekten bir panayır mıydı? Elbette, hayır. Ermenilere göre, bu dağ; kutsal bir dağdı. Burayı; İsa’nın çarmıha gerildiği yerle ilgili buluyorlardı. Fakat, bu inanışın geçmişini, kendileri de bilmiyorlardı.

Dağda toplandıkları yer ise; bugünkü Yedi Uyurlar Mağarası’nın üzerindeki, düzlük alandı. O zamanlar, burada, üzerinde haç işareti işlenmiş, büyükçe bir mermer taş vardı. Bu taşın çevresinde ayinler yapıyorlar, adak adıyorlar, tanrıya dileklerde bulunuyorlardı.

Bu haliyle: toplandıkları yer, bir açık hava tapınağından farksız oluyordu. Evet, bölgeye gittiğinizde, bu taşı aramayın, bugün bu taş yerinde yok, nerde mi? meçhul.

Evet; gerek yedi uyurlar ve gerekse buranın bulunduğu Panayır Dağı ile ilgili efsaneler, öyküler, inanışlar bunlar.

Şimdi; günümüze gelelim. Yedi Uyarlar ile ilgili; Selçuk’taki mağaranın yanı sıra, Anadolu’da: Diyarbakır’da Lice İlçesine 15 km. uzaklıktaki İnceburun Dağlarında da aynı ismi taşıyan mağara bulunmakta. Ayrıca: Afşin-Elbistan, Eskişehir ve Tarsus’ta da, yedi uyurlar mağarası olarak betimlenen yerler var.

Selçuk’taki mağara ise: Efes antik kenti dışında, Vedius Gymnasium’nun yanından, doğuya doğru sapan yolun sonunda, yürüyerek gidiyorsunuz. Bu mezarları; Avusturyalı Arkeoloji Enstitüsü Ekibi; 1927-1928 yılları arasındaki çalışmaları sonucu ortaya çıkarmış.

Ancak: burada, yedi mezardan daha fazla sayıda mezarla karşılaşılmış. Mezarların bazıları mahzen mezar, bazıları mezar odası, bazıları ise bölge şeklinde mezarlardır. Yapımlarında ise; bazılarında kayalar oyulmuş, bazılarında moloz taş ve tuğlalar kullanılmış.

Günümüzde; bazıları yıkık, bazıları harap olmuş olan bu mezarların ve şapelin duvarlarında çeşitli fireskolar bulunmakta.

Bezemelerde; Helenistik çağ süsleme sanatının unsurları ve ilaveten çiçek bezemeleri görülmekte. Büyük olasılıkla, bu resimler, MS.4 ve 5’ncü yüzyıllarda yapılmış. Görmenizde yarar var, ilginç bir yer. Özellikle; üstteki öyküleri okuduktan sonra, sanırım ilginizi çekecek bir yer.

Selçuk tanıtımı.

Efes tanıtımı.

Meryem Ana tanıtımı.

Artemis tapınağı tanıtımı.

Efes müzesi tanıtımı.