İzmir Selçuk Meryem Ana Evi

İzmir Selçuk Meryem Ana Evi

Selçuk yöresine geldiğinizde; antik kent bölgesi içinde değil de, Selçuk İlçesine 9 km. uzaklıktaki Bülbül Dağında bulunan; Meryem Ana Evini de mutlaka görmelisiniz. Burası; Hıristiyan inancına göre kutsal sayılmakta. Ancak, Meryem Ana’dan Kur-an da söz edilmektedir.

Meryem Ana Evini anlatmadan önce; önce: aradan binlerce yıl geçmesinden sonra Meryem Ananın burada yaşadığını söyleyen bir Alman rahibesinden ve sonra ise, yazılı kaynakların büyük bölümünde açıklandığı üzere; Meryem Ananın buraya nasıl geldiğinden söz etmek istiyorum. Evet, buyurun tarih yolculuğuna, sonra ise Meryem Ana Evini gezmeye.

ALMAN RAHİBESİ ANNE CATHARİNE EMMERİCH

İzmir Selçuk Meryem Ana Evi: Almanya’nın, Flamsk adlı küçük bir köyünde, 1774 yılında küçük bir kız çocuğu dünyaya gelir. Ailesi çok yoksuldur. Uslu, dürüst, doğruyu gören ve dinsel konulara büyük ilgi gösteren bir çocuktu. Geceleri, saatlerce dua ederdi. Onun bütün emeli; kendini dine adamak ve bir manastıra kapanmaktı.

Zira; içinde, gün geçtikçe büyüyen, doğaüstü duygular hissediyordu. Nihayet, 29 yaşında, arzusu yerine geldi ve rahibeler okuluna girerek, kendisini artık tümüyle Tanrı’ya adamak imkanı buldu.

Burada mutlu yaşantısını sürdürürken; 1811 yılında okul kapandı, köy rahibi ona küçük bir ev sağladı. Ancak; gün geçtikçe, içindeki garip duygular artıyor, başkalarının duymadığı sesleri duyuyor, arada bir kimsenin görmediği dinsel sahneler, gözlerinin önüne seriliyordu. Bunlar olurken de, o durmadan dua ediyor ve Hz. İsa’nın kendisini takdis etmesini diliyordu.

29 Aralık 1812 tarihinde, hasta kadının yatağı çevresine toplananlar, büyük bir mucizeye tanık oldular. Anne Catherine; küçük odasında, yatağının üzerinde, ellerini öne doğru uzatmış dua ederken, birdenbire sarsılır ve her yanını ateş basar.

Tam o anda; yukarıdan gelen parlak bir ışık, ona doğru alçalır ve dokunmasıyla, hasta kadının elleri, ayakları ve sağ yanı; kanlar içinde kalır. Kendini kaybeder. Hz. İsa; onun arzusunu yerine getirmiştir. Bununla da; onu, kendisi çarmıha gerilirken çektiği azaba ortak etmiştir.

Yani; Catherine; “Stigmatize” bir rahibe olmuştu. Hıristiyanlık tarihinde, bu tip olaylar bilinmesine rağmen, çok azdır. Tıp tarihi ise, bunu açıklayamaz.

Anne Catherine; gün geçtikçe daha çok hastalanır. Artık yatalak olmuştur. Herkes tarafından büyük saygı görmektedir. Avuçlarında, bu olaydan sonra haç işaretleri oluşmuştur.

1818 yılında, kendinden geçmiş, trans halinde iken söylediklerini; bir yazar olan C. Brentano, kaleme alır. Rahibe, gözlerini yumduğunda, gözünün önünden geçen dinsel olayları, öyle büyük bir doğrulukla söylemektedir ki, bunların tanrının isteği ve desteğiyle olduğundan, kimse şüpheye düşmez.

Azizlerin ve Meryem Ananın hayatını, bütün ayrıntılarıyla anlatır. Bu çalışma; hastanın ölümüne kadar sürer.

Böylece; bütün Hıristiyan alemi; pek yakında Meryem’in son günlerini, Efes yakınlarındaki bir evde geçirdiğini ve orada öldüğünü duymuş olur. O güne kadar ise, herkes, İsa’nın annesinin Kudüs’te öldüğünü sanıyordu. Fakat, bu iddianın da herhangi bir dayanağı yoktu.

Evet; aradan yüzyıllar geçtikten sonra; Meryem’in yaşadığı ve öldüğü; Bülbül dağındaki ev böylece tescilleniyor. Rahibenin söyledikleri kitap olarak yayınlandıktan sonra; 27 Haziran 1891 tarihinde, Henry Jung başkanlığındaki 4 kişilik bir ekip, Meryem Ananın evini aramaya başlarlar.

İki günlük bir araştırmadan sonra, 29 Haziran günü, ellerinde Catherine’nin algılarının bulunduğu kitapla birlikte, Bülbül Dağında, yıkık manastırı bulurlar ve kitaptaki algıları değerlendirerek, buranın Meryem Ananın evi olduğunu tescillerler.

Şimdi; tarihte daha gerilere, binlerce yıl öncesine gidip, Meryem’in buraya gelişi ve yaşamına ait anlatılanları kısaca görelim.

İsa’nın annesi Meryem; İsa öldükten sonra, St. Jean ile birlikte Efes’e gelir. Hayatının son yıllarını burada yaşar. Ancak Kitab-ı Mukaddes’te anlatıldığı gibi: Meryem’in mezarının, dönemin Selefko şehrinde yani bugünün Silifke’sinde olduğu rivayet edilmektedir.

Neyse, Bülbül dağı üzerinde; Hıristiyanların kutsal anası, Meryem’in evi var. Hıristiyanlarca; ” Panaya Kapulu” olarak adlandırılan kutsal yerin, MS.4’ncü yüzyılda inşa edildiği sanılmakta.

Hz. İsa yakalanıp çarmıha gerilmesinden kısa bir süre önce, annesini, arkadaşı ve havarisi olan St. Jean’a teslim etmiş. St. Jean; İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra, Meryem’in Kudüs’te kalmasını sakıncalı gördüğünden, onu da yanına alarak kaçmış ve buraya gelmişler.

Hıristiyanlık dinini yaymak gibi bir görev üstlenmiş olan St. Jean: o zamanlarda, çağın en büyük kenti durumunda bulunan Efes’i, kendisine hedef seçmiş. Efes’teki putperestlerin diyarına sokmak istemediğinden, Meryem’i ise, Bülbül Dağı eteklerinde sık ağaçlarla kaplı bir köşede yaptırdığı kulübede gizlemiş. St. Jean’ın her gün gizli gizli onu ziyarete gittiği ve yiyecek-içecek götürerek yokladığı bilinmektedir.

Meryem’in 101 yaşına kadar, Bülbül Dağındaki bu evde yaşadığı ve burada öldüğü kabul edilmektedir. St. Jean, Meryem’i, yine bu dağda, kendisinden başka hiçbir kimsenin bilmediği bir yere gömmüştür. Hıristiyanlığın yayılmasından sonra, Meryem’in bulunduğu ve yaşadığı kabul edilen yere; Hıristiyanlarca, haç şeklinde bir kilise inşa edilir.

MERYEM ANA EVİ

İzmir Selçuk Meryem Ana Evi: Evet, işte Meryem Ananın yaşadığı farz ve kabul edilen yer, burası. Yani; Selçuk’tan Bülbül dağı istikametine, tabelaları takip ederek gittiğinizde, 9 km. uzaklıkta.

Güzel bir yol, çam ağaçları arasında ilerliyorsunuz. Yükseklik; 420 m. Bahçe bölümünde, uygun otopark var. Tek sorun, Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen (örneğin 15 Ağustos günü) günlerde, buraya gitmeyin, aşırı kalabalık.

Bülbül Dağı üzerindeki bu bölge, Hıristiyanlar tarafından ” Panaya Kapulu ” olarak adlandırılıyor. Yani; resmen ” Meryem Ana Evi ” olarak. Buranın; MS.4’ncü yüzyılda inşa edildiği sanılmakta.

Buranın; kutsal hiç yeri olarak ilan edilmesinden sonra, buradaki Meryem Ana Evinin kalıntıları üzerine, küçük bir şapel yapılmış. Eski yapı ile sonradan yapılan şapelin duvarlarının birbirinden ayrılması için ise; her ikisinin arasına, kırmızı renkte bir boya ile çizgi çekilmiş.

Evet; yapıya girince, iki tarafında tonozlu nişler bulunan bir sahanlığa geliyorsunuz. Buradaki apsiste: Hz. Meryem’in heykeli bulunmakta. Nişler içinde, mumluk dikilmiş, yakılı yüzlerce mum var. Bu heykelin; 19’ncu yüzyılda buraya konulduğu sanılmakta. Bunun önünde; gri renkli taban mermerlerinden ayrılan bölümün, ocak olduğu saptanmış.

Nitekim, burada yapılan kazılarda, MS.1’nci yüzyıla tarihlenen ev temel kalıntıları ile, kömür parçaları bulunmuş. Bu bölümün güneyindeki küçük odanın doğusunda, bir niş var. Bu odada; Müslümanlar tarafından namaz kılınabiliyor. Duvarlarında; Kur-an da da ismi geçen Meryem Ana ile ilgili sureler var.

Bazı araştırmacılar tarafından, bu odanın, Meryem Ana’ya ait yatak odası olduğu iddia ediliyor. Bu şapel; 1967 yılında Papa 6’ncı Paulus ve 1979 yılında ise Papa II. Johannes tarafından ziyaret edilmiş.

Burayı gezerken, hani belki Meryem’in burada nasıl yaşadığını, nasıl öldüğünü, nereye gömüldüğünü merak edebilirsiniz. Bu soruların yanıtlarını, yine Alman rahibe Anne Catherine’nin anlattıkları vahiylerden öğrenmek mümkün.

Onun anlattıklarına göre: ” Bu ev; pencereleri yüksek ve kare şeklindeydi. Arka tarafı, yuvarlaktı.

Kapıdan girildiğinde; hemen karşıda, ateş yakılan bir şömine vardı. Bu yüzden, duvarlar biraz kararmıştı. Meryem Ana’ya hizmet eden yardımcısı, burada otururdu. Şöminenin iki yanındaki kapılardan; evin, dip tarafındaki mihraplı ikinci bölüme geçilirdi.

İzmir Selçuk Meryem Ana Evi: Meryem Ana, boş zamanlarında, mihrabın önüne çekilen bir perdenin karşısına oturarak: okurdu. Yatak odası ise; bu bölümün sağında. Evin bazı eşyaları ile Meryem’in giysileri de, bu odanın karşısındaki, sol tarafta, küçük bölmede dururdu.

Meryem; tek başına yaşıyordu. Yanında; kendisine yardım eden ve ona yiyecek-içecek getiren genç bir kadın vardı. Yaşamı: derin bir sessizlik ve huzur içinde geçiyordu. Evde; erkek yoktu. Yalnızca; sık sık St. Jean, eve girip çıkardı.

Evet; yine aynı vahiylere devam edelim. Meryem, 64 yaşında hayata gözlerini yumdu. Çevresindeki: aziz ve azizeler ona cenaze töreni yaparlar. Özel olarak hazırlanmış tabutunu, eve 2 km. uzaklıktaki bir mağaraya yerleştirirler.

Aradan geçen bir süre sonunda: havari Thomas, azizenin sağlığına yetişemediğini, hiç değilse mezarını ziyaret etmek istediğini söyler. Bunun üzerine, gece vakti, meşaleler yakılır ve mağaraya götürülür. Mağaraya gelince, secde eder. Mağara girişinde, içeri girerek, cenazenin önünde diz çöker.

O sırada, Jean bir kısmı çukurun dışında kalan tabuta yaklaşarak, tabutun bağlarını çözer ve kapağı açar.

Hep birden tabuta yaklaştıklarında hayretle donup kalırlar. Meryem’in cesedi, kefenin içinde yoktur.

Fakat, kefen gene de bozulmamıştır. Bunu şöyle değerlendirirler. ” Tanrı, Meryem’i göğe kaldırmıştı.”

Olaydan sonra, mezarın bulunduğu mağaranın ağzı kapatılır. Ev kiliseye çevrilir. Bu mağara, günümüzde bilinmiyor, yeri meçhul.

İzmir Selçuk Ayasuluğ Tepesi (Hagios Theologos)

İzmir Selçuk Ayasuluğ Tepesi (Hagios Theologos)

EFES KENTİNİN AYASULUĞ TEPESİNE TAŞINMASI

İzmir Selçuk Ayasuluğ Tepesi (Hagios Theologos): Büyük İskender’in ölümünden sonra, onun generali Lysimachos tarafından kurulan Efes kenti; takip eden dönemde; limanın tekrar dolmuş olmasının yarattığı ekonomik ve sivri sineklerin yarattığı sıtma hastalığı sebeplerinden dolayı, Ayasuluğ Tepesi eteklerine taşınır ve yeniden kurulur.

Zaten; yıllardır depremlerde zarar gören binalar da, iyice salaş hale gelmiştir. Halk; artık, liman kıyısında değil de, dağlara, yaylalara çekilmesi tercih ediyorlardı. Bir yandan da, yoksullaştılar, uzun yollar aşarak yeniden taş ocaklarından yeni taş getirecek ekonomik güçleri yoktu.

MS.10’ncu yüzyıldan itibaren, eski kent tamamen terk edilir ve şehir tepenin çevresine yerleşir. Eski tanrılara ait heykel ve kabartmalar kırılır, hatta inşaatlarda kullanılmaya başlanır. (Efes’te, inşaat taşı olarak kullanılan, yüzlerce tanrı heykeli parçası ele geçmiştir.)

Böylece büyük göç başladı ve herkes St. Jean Kilisesi etrafına gelip yerleşti. Bu arada; St. Jean ismi, kentin geleneksel adına üstün gelir. Belgelerden anlaşıldığına göre, yeni kente, onun ismine atfen ” Hagios Theologos ” adı verilir. (1082 tarihli böyle bir belgeye rastlanmıştır.)

Böylece; Efes adı, tarihe karışır. Antik çağın görkemli kenti Efes, artık yalnızca bir taş ocağı idi.

Malazgirt zaferinden sonra, Türkler, büyük bir hızla Anadolu’ya yayılırlar. Türkler Efes’i 11’nci yüzyılın ilk yarılarında fetih etmelerine rağmen, Bizanslılar, bölgeyi 14’ncü yüzyılın başına kadar terk etmezler.

Kent; zamanın hanedanlığı Menteşoğulları’ndan İsa Bey tarafından fetih edilir. Daha sonra ise, 1348 yılında, Aydınoğluları Beyliğinin başkenti olur.

1390 yılında ise, Osmanlılar tarafından, kent, ele geçirilir. Yıldırım Beyazıt; diğer beylikler gibi Ayasuluğ’u da işgal eder. Bu arada; İsa Bey’in kızı Hafsa Sultan ile evlenir.

İsa Bey; biraz da bu akrabalık nedeniyle, Osmanlılardan olumsuz etkilenmez. Ancak; Anadolu beyliklerinin hepsi perişan olur. 1402 Ankara Savaşını kazanan Timur; takip eden dönemde, Ayasuluğ’u da ele geçirir. Hatta, buradaki St. Jean kilisesine büyük ölçüde zarar verdiği iddia edilmektedir.

Bundan sonra, önemini yitirir, çünkü İzmir daha önemli duruma gelmiştir. 1914 yılında, Ayasuluğ ismi, ” Selçuk ” olarak değiştirilir. Kentin, nüfusu 50 yıl önce; 1000 kişi iken, bugün gelişen turistik yapı nedeniyle, 18 bine ulaşmıştır.

Bu arada: Ayasuluğ kelimesinin nereden geldiğini belki merak edersiniz? İtalyanca da ” yüksek yer ” anlamına gelen ” Altoluogo ” kelimesi, Türkler tarafından farklı bir biçimde telaffuz edilmiş ve ” Ayasuluğ ” olarak isimlendirilmiştir. Nitekim, bu ad, günümüze kadar, değişmeden gelmiştir.

Evet; Ayasuluğ Tepesindeki tarihi kalıntılara bakalım.

AYASULUĞ KALESİ

İzmir Selçuk Ayasuluğ Tepesi (Hagios Theologos): Bu tepe; erken Hıristiyan, Bizans ve Selçuklu devirlerinde; iyi tahkim edilmiş bir kale ile savunulmuştu. Halen ayakta duran sur; erken Hıristiyanlık devrinde inşa edilmiş olup sonradan Selçuklular zamanında, büyük bir restorasyona uğramıştır. Yani; göreceğiniz sur, sonradan restore edilmiş.

Kale içinde; 7-8’nci yüzyılda; Arap akınlarının yörede etkili olması üzerine, Bizanslılar tarafından yapılmış. Böylece; şehir, koruma altına alınmış. St. Jean kilisesinin bulunduğu alanın çevresi; 20 kule ve onları birbirine bağlayan surlar ile çevrilmiş.

Selçuklular ve takip eden dönemde Osmanlılar, bu kaleyi onarmış ve daha da güçlendirerek kullanmışlar.

Kesme taş ve moloz taştan yapılan kale ve surların; Efes kentine yönelik, bir de görkemli kapısı var. Bu kapıdan içeri girildiğinde görülen kilisenin duvarlarında ise; Truva kahramanlarından Achileus’un yaşamını anlatan bir friz görülüyor.

Bu friz; günümüzde, Abbey Galerisinde. Kapıdan sonraki Atrium; 35 x 47 metre ebatlarında. Arazi konumu, buradaki duvarların yükseltilmesi ile giderilmiş. Kalenin, anıtsal giriş kapısı dışında, biri güneyde, diğeri de batıda olmak üzere iki giriş kapısı daha var.

Ana giriş kapısı, yöredeki Roma yapılarından alınmış taşlarla yapılmış. Surlar; 15 burçla sağlamlaştırılmış, günümüzde büyük bölümü restore edilmiş olarak ayakta ve görülebilmekte.

İSABEY CAMİİ

İzmir Selçuk Ayasuluğ Tepesi (Hagios Theologos): 1375 yılında, Aydınoğulları’ndan İsa Bey tarafından yaptırılmış. Şamlı Mimar Ali; inşa etmiş. Tepede; St. Jean bazilikasının, batı yamacında. Selçuklu dönemi özelliklerini taşıyan bir yapı. Binanın ön yüzü, süsleri birbirine benzemeyen pencerelerle donatılmış.

Namaz kılınan yer, oldukça büyük tutulmuş ve bundan ayrı olarak, ilk defa, bir camiye etrafı revaklarla çevrili, büyük bir avlu eklenmiş. Caminin iki de minaresi var.

Camiyle birlikte inşa edilmiş olan İsa Bey hamamı var. Klasik Türk hamamının tüm özelliklerini taşıyan bir yapısı var. Bütün mekanları kubbeli. Kubbe kasnaklarını taşıyan stalaktitler; benzerlerinin en güzeli.

Aslında; İsa Bey; kendi zamanında, kenti, birçok karakteristik Selçuklu yapılarıyla süslemiştir. Hamamlar, türbeler, medreseler ve camiler yaptırmıştır.

Ancak; İsa Bey Cami; Türk-İslam sanat tarihinde önemli bir yer tutar. İsa Bey; eski putperest Artemis Tapınağı ile bir Hıristiyan tapınağı olan St. Jean Kilisesi arasına, bu camiyi yaptırırken, İslam’ın üstünlüğünü kanıtlamak istemiştir.

İzmir Selçuk Ayasuluğ Tepesi (Hagios Theologos) ST. JEAN BAZİLİKASI-AZİZ YUHANNA BAZİLİKASI

ST. JEAN BAZİLİKASI-AZİZ YUHANNA BAZİLİKASI

Hıristiyan dünyasının, iki önemli kişisi; Aziz Paul ve Aziz John’dur. Her ikisi de, Efes’te yaşamışlardır. Paul; yaşamının, 5-6 yılını, yeni dini tanıtmak için, Efes’te vaazlarla geçirmiştir. John ise; bir yüzyıl süren ömrünün son yıllarını; Efes’te, yeni Ahit’in 4’ncü bölümlerini yazmakla geçirmiştir.

Hz. İsa; Kudüs’te, kalabalığın coşkulu çığlıkları ve kahkahaları arasında çarmıha gerilirken; Aziz John ve Meryem; İsa’nın yanı başındadır. Hz. İsa; Aziz John’a dönerek; “John, bu senin annendir” der. Annesine dönerek: ” Anne, bu senin oğlundur” der.

İzmir Selçuk Ayasuluğ Tepesi (Hagios Theologos)

Bunun üzerine; İsa’nın havarisi; bu isteği görev kabul eder ve İsa’nın ölümünden sonra; Meryem Anayı da yanına alarak, Efes’e gelir ve yerleşir. MS.39 ile 48 yılları arasında; bölgede vaazlar vererek, yeni dini yaymaya çalışır. Sonrada, burada ölür. Mezarının Ayasulug tepesinde olduğu kabul edilmektedir.

Aziz John öldüğünde, mezarın üzerine, o devirlerde, küçük bir kilise yapılmış. Efes’in karşısına rastlayan kayalık ve kurak bir tepede; St. Jean adına, halk tarafından küçük bir kilise kurulmuştu. Theologien adıyla anılan bu yapı, zamanla yıkık bir hale geldi.

Takip eden dönemde, bu harap kilisenin üzerine, Bizans imparatoru Justinyen tarafından; MS.6’ncı yüzyılda, daha muhteşem bir kilise yaptırmaya karar verdi.

İzmir Selçuk Ayasuluğ Tepesi (Hagios Theologos) ST. JEAN BAZİLİKASI-AZİZ YUHANNA BAZİLİKASI

Öyle ki, İstanbul’daki Ayasofya ile boy ölçüşecek nitelikte olmalıydı. Nitekim, yapı bittiği zaman; yalnızca Efeslilerin değil, bütün çevre halkını da tatmin etmişti. Zira; kimse, Artemis Tapınağı yıkıldığından beri, böyle görkemli bir yapı görmemişti.

Bu kilise, ortaçağın muhteşem anıtları arasında yer alır. Yapı: 40 x 130 m. boyutlarında. Dönemin, en büyük yapılarından biri.

Sütunlarla çevrili, kubbeli bir avlusu var. İki katlı. Freskler ve mozaiklerle bezeli; 6 büyük ve 5 küçük kurşun kaplı, kubbesi var. Bu kubbeleri; kalın fil ayakları taşıyor. Kutsal kuyular, ilahilerin söylendiği yerler bu kubbelerin altında.

İzmir Selçuk Ayasuluğ Tepesi (Hagios Theologos) ST. JEAN BAZİLİKASI-AZİZ YUHANNA BAZİLİKASI

Ayrıca; St. Jean’ın mezar odasından çıkan tozların; her derde deva olduğu söyleniyor. Bu yüzden; kilise, hacılar ve hastalar tarafından sürekli ziyaret ediliyordu.

Arkeolojik çalışmalarda; MS.1’nci yüzyıla ait sikkelerin bulunmuş olması, Aziz John’un mezarının, o zamanlarda, yani MS.1’nci yüzyılda da, insanlar tarafından ziyaret edildiğinin işareti.

Yapıya: batıdan giriliyor. İnşaatta kullanılan taşların bir kısmı: Artemis Tapınağından getirilmişti. Bir tapınağın harabesi yanında, bu kez başka bir tapınak yükseliyordu.

Sanırım, böylece, Hıristiyanlığın putperestliğe olan zaferi anıtlaştırılmak istenmişti. Neyse, devam edelim. Kilisenin planı; bir haçı andırıyor. Bazilikanın ortasında; kubbe altında ve zemin seviyesi altında; İsa’nın en sevdiği havarilerinden olan St. Jean’ın mezarının bulunduğu iddia edilmekte.

Ancak; henüz bir bulguya rastlanmamış. Aziz John’un mezarının yanından akan suların şifalı olduğu ve o zamanın hacıları için ayrı bir değeri olduğu söyleniyor.

Doğu tarafında ise, rahiplerin oturdukları kısımlar var. Bu yapılar; kiliseden, yarım daire biçiminde ayrılıyor. Mezar alanının kuzeyinde, aziz resimlerinden oluşan fresklerin bulunduğu kilisenin, restore edilen sütun başlıkları üzerinde, imparator Justinyen ile karısı Theodora’nın resimleri bulunuyor. Kilisenin kuzeyinde, hazine binası ve vaftizhane var.

Evet, bugün bu muhteşem yapı burada durmasına rağmen, yapılan incelemelerde, daha önceki tarihlerde, buraya ait birçok kalıntının, kutsal olması adına, çalınarak, Yunanistan, Avusturya ve diğer ülkelere kaçırıldığı ortaya çıktı. Bugün; mezarın çevresinde, beş küçük mezar daha ortaya çıkarılmış.

Aziz John’un arzusu üzerine; diğer beş mezar, kendi mezarıyla, haç oluşturacak şekilde yapılmış. Hıristiyanlığın en başından beri; Hıristiyan camiası, bu yeri; ” bir haç merkezi ” olarak kabul etmiş.

Takip eden dönemlerde, Artemis’in Tapınağı ne kadar yağmalandı ise, bu kiliseye hiç dokunulmadı. Çünkü; onun İsa’nın halefi olduğuna inanılıyordu.

Selçuk tanıtımı.

Şirince tanıtımı.

7 Uyurlar tanıtımı.

Artemis tapınağı tanıtımı.

Efes tanıtımı.

İzmir Bayındır

İzmir Bayındır


Bayındır denilince ilk akla gelen: İzmir ve çevresinin çiçek ihtiyacının karşılandığı bir yöre ve yüzlerce sera akla geliyor. Evet, İzmir ve çevrenin sebze ve meyve ihtiyacı ve çiçek ihtiyacı, buradan yani Bayındır ilçesinden karşılanıyor.
Evet, burası tipik bir Ege kasabasıdır. Yani, köyden devşirme bir kasaba. Ancak, yeni yapılaşmalar ile, modern bir görünüme kavuşmaya çalışmaktadır.

İzmir Bayındır

ULAŞIM

Bayındır ilçesinin, bağlı bulunduğu İzmir il merkezine uzaklığı: 79 km. dir. Bayındır-Tire arasındaki uzaklık: 19 km. Bayındır-Torbalı arasındaki uzaklık: 33 km. Bayındır-Ödemiş arasındaki uzaklık: 35 km. Bayındır-Selçuk arasındaki uzaklık: 60 km. Bayındır-Seferihisar arasındaki uzaklık: 119 km. Bayındır-Çeşme arasındaki uzaklık: 151 km. Bayındır-Karşıyaka arasındaki uzaklık: 90 km.
Kara yolu dışında, İzmir-Torbalı-Ödemiş-Tire demir yolu bağlantısı, ilçe merkezinden geçmektedir.

İzmir Bayındır

TARİH

Yörenin tarihi geçmişi incelendiğinde, bilindiği kadarı ile: sırası ile, MÖ.3000 yıllarında Hititlerin, sonra ise Frigler, Lidyalılar, Bizanslılar ve 1084 yılında Selçuklular ve 1425 yılında ise Osmanlıların egemenlik kurdukları anlaşılmaktadır. Ancak: bölgenin, Efes-Sard arasında, antik dönemde uzanan “Tarihi Kral Yolu” üzerinde önemli bir nokta olduğu da bilinmektedir.
Tarihi süreç içindeki en büyük özellik: Selçuklular döneminde, 24 Türk boyundan biri olan “Bayındır” Türkmen boyunun buraya yerleşmesidir. Söylenenlere göre: ilk yerleşimciler Ergene deresi kıyısında yerleşmişler, ancak taşkınlar nedeniyle, daha sonra günümüzdeki bölgeye çekilmişlerdir. Akkoyunlu Devletini kuranlar, Bayındır oymağından gelmektedirler.
Osmanlı döneminde ise, burası, Şehzadeliği döneminde, II. Selim’e verilmiştir. Padişah olunca, II. Selim, bu bölgeyi, damatlarından Sadık Paşa’ya has olarak bağışlamıştır.
Bayındır yöresi: 1871 yılında Belediye ve 1875 yılında ilçe olmuştur. 1919 yılında, 2.5 yıllık Yunan işgali görülür. 1922 yılında işgal sona erdirilir.

İzmir Bayındır

GENEL

Yerleşim: İzmir şehrinin güneydoğusunda, Küçük Menderes nehri havzasındadır. Yüz ölçümü: 588 km. karedir. Denizden yükseklik: 85 metredir.
Yerleşim yeri: Ege denizine dik olarak uzanan Bozdağlar üzerindeki Bayındır ve Basra tepelerinin güney yamaçlarına kurulmuştur. Doğudan, Küçük Menderes nehri geçmektedir.
Yörede, tipik Akdeniz iklimi görülür ve buna bağlı olarak yazları sıcak ve kurak, kışları ise ılık ve yağışlı geçer. Dağların denize dik uzanması nedeniyle, deniz etkisi iç kesimlere kadar yayılır. Kar yağışı, yüksek yerler dışında nadiren görülür.
Ekonomik etkinlik olarak, yörede sebzecilik ve meyveciliğin yaygın olduğu görülür. Yılda, birden fazla ürün alınabilmektedir.

Bölgenin büyük bölümünde: çiçek üretim seraları ve zeytin ağaçları görülmektedir. Zeytin ağaçlarının bittiği yerde ise, ormanlar başlar.

NE YENİR-NE İÇİLİR

Buraya yolunuz düşerse, mutlaka, buraya has “katmer” yemelisiniz.

KONAKLAMA

Bayındır Öğretmenevi Atatürk Mah.1041.Sokak.No.19 232-5814838

İzmir Bayındır

GEZİLECEK YERLER

HACI SİNAN CAMİSİ

İlçe merkezinde, Basra tepesine inşa edilen cami yapısı; 19 kubbelidir. 1544 yılında yapılmıştır. Daha sonra ise eklemeler yapılarak, külliye haline getirilmiştir. Tipik kare şekli Osmanlı mimari özellikleri taşır.

TELCİOĞLU CAMİSİ

Demircilik camisi olarak da bilinir. 1878 yılında, Zadebaşı kızı Züleyha tarafından yaptırılmıştır.

ESKİ HÜKÜMET BİNASI

Yapı, Osmanlının son döneminde, yani 1761 yılında yaptırılmış ve 1945 yılına kadar Hükümet Binası olarak kullanılmıştır. Daha sonra ise “Alman Kız Sanat Okulu” olarak kullanılmıştır. Yapının önündeki eski tarihi çeşme ilgi çekmektedir. Binanın cephesinde ise, eski yazı ve süsler görülmektedir.

ESKİCİ DEDE TÜRBESİ

Türbe: Ahmet Bin Murat isimli bir zata aittir. Yapılış tarihi olarak, günümüzden 450-500 yıllık bir geçmiş düşünülmektedir. Türbede, 2 mezar bulunmaktadır. Türbe, günümüzde yerel halkın adak adayıp, sıkça ziyaret ettiği bir yer olarak bilinmektedir.

BAYINDIR KAPLICALARI-ILICALARI

İlçe merkezinin kuzeydoğusunda, Turgutlu yolu üzerinde, ilçe merkezine 8 km. uzaklıktadır. Burada: Ergendi ve Dereceköy isimli kaplıcalar bulunuyor. Bunların birbirine uzaklıkları ise, 15 dakikadır. Kaplıcaların su sıcaklıkları: 40 derece civarındadır. Sularının muhteviyatı ise: kükürt ve sodyum, bikarbonat içeriklidir. Suların iyi geldiği söylenen rahatsızlıklar ise: romatizmal hastalıklar, deri hastalıklarıdır.

İzmir şehir içi gezi planı hakkındaki yazım için.