İzmir Çeşme

İzmir Çeşme

Çeşme; özellikle Türkiye’nin en büyük illerinden biri olan İzmir’in hemen çok yakınında bulunması ve İstanbul’a da yakın olması nedeniyle, son yıllarda, turizm açısından öne çıkan bir yer.

Bunun yanında elbette, gerek denizi, güneşi, kumsalı ve gerekse eğlence hayatının bir arada bulunması ve de Akdeniz kıyılarının aşırı sıcak ve nemli havasının burada bulunmaması, burayı öne çıkaran başlıca faktörlerden. Çeşme gerçekten gidilesi ve görülesi bir yer.

Buyurun, gitmeden önce, görmeden önce, neden gitmeli, neden görmelisiniz. Bu konuda, bir nebze bilgi vermeye çalışacağım.

ULAŞIM

İzmir-Çeşme arasında, sahil yolundan Urla’ya dek deniz ile iç-içe bir yolculuk yaparak ilerleyebilir ve 77 km sonra Çeşme’ye ulaşabilirsiniz. Veya, 80 km. lik modern otoyolu kullanarak da, Çeşme’ye ulaşmanız mümkündür.

Havayolu Ulaşımı: Çeşme’de, bir hava alanı yok. Ancak, uçakla gelmeyi düşünüyorsanız, İzmir Adnan Menderes Havaalanına inebilirsiniz. THY’nın servisleriyle, Üçkuyular otobüs garına gelin. Buradan, Çeşme otobüslerine binerek, rahatlıkla Çeşme’ye ulaşabilirsiniz.

Adnan Menderes Hava alanı: Çeşme’ye 91 km. uzaklıkta. Buradan, isterseniz, 45 dakikalık bir yolculuktan sonra da, Çeşme’ye ulaşım mümkün.

Çeşme’nin büyük merkezlere uzaklığı ise şöyle: İstanbul-Çeşme: 640 km. ve Ankara-Çeşme: 656 km.

ÇEŞME EFSANELERİ

Çeşme denilince, antik dönemlerden kalan efsaneler olmadan olmaz. Evet, burada da, sizlere aktarmak istediğim iki efsane var, belki ilginizi çeker.  

Erytharia Efsanesi

Tanrı Herakles’i betimleyen bir heykel, Fenike’deki “Truva” kentinden, bir sal üzerine bırakılır. Sal, denizleri aşarak, İonya kıyılarına kadar gelir. Sakız adası ile, Erytharia arasında bulunan Mesate Burnunda karaya vurur.

Sakız adalılar ve Erytharialılar; heykeli, kendi şehirlerine götürmek için her türlü çareyi denerler, ama başaramazlar. Heykeli yerinden kıpırdatmak mümkün olmaz. Ancak: Erytharialı kör bir balıkçı; şehirdeki kadınların saçlarını kesmelerini ve bu saçlardan, erkekler tarafından yapılacak bir halat ile, tanrı Herakles’in heykelinin çekilebileceğini söyler.

Başlangıçta, başta soylu kadınlar olmak üzere, kimse ona inanmaz ve saçlarını kestirmez. Ancak: sonunda: Thrak asıllı bir köle; balıkçının dediğini yapar. Thrak asıllı kadınları ikna eder ve saçlarını kestirilir. Kesilen saçlardan yapılan bir halatla , heykeli çıkarır ve şehre taşınır.

Heykel şehre girince, kör balıkçının gözleri, birden açılır ve görmeye başlar. Herakles heykeli için, kentte kutsal bir Tapınak yapılır ve Thrak kadınları dışındakilerin girmesi yasaklanır.

Çeşme Müzesinde; Erytharia’dan çıkarılan sikkeleri görebilirsiniz. Bu sikkelerin üzerinde, efsanede sözü edilen Tapınak ve tanrı Herakles’in heykelinin tasvirlerini görmek mümkün. Bu da, efsanenin doğruluğuna inanmamıza sebep oluyor.

Evet, bir diğer efsanemiz:

Cbyl Efsanesi

Cbyl, Erytharialı bir kadın kahin.

Korykos Dağında doğduğu ve kendisine tanrılar tarafından, ilham ve kehanet gücü bağışlandığı söylenir. Babası bir ölümlüdür. Annesi ise: dağlarda, kırlarda, ormanlarda, çeşmelerin, kaynakların başında ve nehirlerde yaşadıkları sanılan peri kızları (Nymphalar) ndan biridir.

Annesi Nympha; doğar doğmaz, onu kahinliğe başlatmış. Cbyl’in, ağzından dökülen sözcükler, hep dizeler halindeymiş.

Efsaneye göre: Cbyl, Çeşme’de; her biri 110 yıl süren, 9 insan ömrü yaşamış. Cbyl’i bu kadar uzun yaşatan neydi acaba? Çeşme’ye gelin, termal sularıyla, iklimiyle, rüzgarı ile tanışın. Sizlerde, bu sırrın farkına varacaksınız.

İzmir Çeşme

GENEL

Çeşme gerçekten yaşanması gereken bir güzellik. Türkiye’de en güzel yerde, en güzel tatili nerede yaparım diyenler için, en büyük seçenek. Ege kıyılarında; en güzel tatil merkezi neresidir diye sorulduğunda, tek seçenek. Gerek deniz, gerek eğlence, gerek kumsal, gerek bunların dışındaki birçok alternatifli tatil; Çeşme’de, bunları bulmanız mümkün.

İzmir Çeşme

Evet: Çeşme; şifalı sıcak suların, kalitede kumun, güneşin ve deniz suyunun berraklığın kucaklaştığı, şirin bir tatil beldesidir. İzmir’in 94 km. batısında, kendi adını taşıyan yarım adasın en ucundadır. Gemiciler tarafından, küçük liman diye adlandırılır. Zamanla çoğalan ve buz gibi suların aktığı çeşmelerinden dolayı da, yöreye “Çeşme” ismi verilmiştir.

Şehrin ortasındaki tepede bulunan ve bugün kalıntıları görülen Akropol’de yapılan kazılarda: Athena Tapınağına adak olarak sunulmuş heykelcikler bulunmuştur. Aslında, Tapınak tam olarak bulunamamıştır. Ancak, bu kalıntılar, ilerde bu bölgede yapılacak kazılarda, Tapınağın buralarda bir yerde bulunabileceğinin en büyük işaretidir. Buluntular içinde en önemlisi: Arkaik devirden kalma, bir kadın heykelidir ve İzmir Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

Çeşmenin Yunanistan’ a bağlı Sakız Adasına uzaklığı ise 8 mildir.

İzmir Çeşme

AVCILIK

Çeşme, kara avcılığından hoşlananlar için uygun bir yer. En heyecan verici av: domuz avı. Yetkili makamlardan gerekli izinler alındıktan sonra, Çeşme’de, domuz avına çıkılabiliyor. Ayrıca: keklik ve tavşan bakımından da bölge zengin. Bu hayvanların en çok görüldükleri mevsim ise: Eylül-Aralık ayları arasındaki dönem. . Tatilde, kara avcılığı yapmak istiyorsanız, yaban domuzu avı, keklik ve tavşan avı nerede yapılıyor diye düşünüyorsanız, avlanmaya, ava ve atıcılığa meraklı iseniz, buyurun Çeşme’ye gidin. Çeşme’de, avcılık yapmak mümkün.


KAMP-KARAVAN

Büyük Liman ve Paşa Limanı koylarında, kamp alanları bulunuyor. Buralarda: keyifli ve eğlenceli kamp olanakları var. Ayrıca: antik Erythrai kentinin bulunduğu, Ildırı yöresindeki doğal plajlar, kamp alanları kullanımına son derece uygun. Her yıl, yüzlerce kampçı, bu bölgeleri tercih ediyorlar. Ege kıyılarında, en güzel kamp yeri, karavan kamp yeri nerededir diye düşündüğünüzde, buyurun Çeşme’ye. Gerçekten, en güzel çadırlı kamp ve karavan kamp yerleri, alanlarını Çeşme’de bulabilirsiniz.

YATÇILIK

Çeşme’de, yatçılık son derece gelişmiş durumda. Özellikle; bazı mekanlardaki yat limanları, yatçılık için çok uygun. Eğer, yat veya tekneniz var ve E ge kıyılarında, en iyi yat güzergahı, en iyi yat konaklama tesisleri, iskelesi, marinası, limanı nerede diye düşünüyorsanız, Çeşme, bu sorunuzun tek cevabı. Ege bölgesinin, Ege denizinin en iyi yat, tekne konaklama imkanları Çeşme’de var.

İzmir Çeşme Yat Limanı

ÇEŞME YAT LİMANI

Çeşme yarımadasının güneyi, Türkiye’nin belli başlı yat güzergahlarından biri. Çeşme-Kuşadası güzergahı, yat turizmi açısından, altyapının en çok geliştiği alan. Çeşme’de, yat limanı yanında, ticari limanda bulunuyor. Bu limanın iskelesine: iki küçük tonajlı gemi yanaşabiliyor. Yat limanı ise, 150 teknenin barınabileceği büyüklükte yapılmış.

ALAÇATI İSKELESİ

Alaçatı beldesinin güneyinde, yan yana sıralanmış koylar; yatçılar için bir cennet niteliğindedir. Alaçatı iskelesinde ise, 80 tekne barınabilmektedir.

İzmir Çeşme Altınyunus Yat Limanı

ÇEŞME ALTINYUNUS YAT LİMANI

70 büyük ve 40 küçük tekne bağlanabilecek kapasitede. Yatlara, her türlü bakım hizmeti verilebiliyor. Özellikle: geceleyen ya da konaklayan yatlara: su, elektrik, telefon, bakım, onarım ve kışlama hizmeti verebilecek durumda tasarlanmış ve yapılmış.

DALIŞ VE SU ALTI DÜNYASININ GİZEMİNİN KEŞFİ

Çeşmede amatöründen profesyoneline kadar, su altı dalış merakı için eşsiz bölgeler bulunuyor. Su altı tutkunları için doyumsuz keyiflerin ve yeni keşiflerin yaşanacağı, tarifi imkansız bir belde. Su altı dünyasına dair inanılmaz görüntülere şahit olabilirsiniz.

Doğa son derece cömert davranmış. Su altı dünyasına, dalışa meraklı iseniz, dalgıç iseniz, su altına dalmayı seviyorsanız, inanın, Çeşme size bu konuda her türlü alternatifi sunacaktır. Su altı dalış, dalgıç merakınızı, burada gidermeniz mümkün. Evet, dalış yapılabilecek belli başlı mekanlar şunlar:

FENER ADASI

En fazla 15-18 metreye kadar derinleşen bu ada, akıntı dalışından hoşlananlar için ideal bir bölge. Şansınız varsa, adanın daimi ziyaretçilerinden foklarla bile karşılaşabilirsiniz. Ada etrafında, iki dalış noktası var.

Her iki dalış noktası da; fazla derin olmayan, dip yapısından dolayı, genelde ikinci dalışlar için kullanılıyor. Derinlikleri 18 metreye kadar olan dalışlarda, renkli dip yapısı, sizi büyüleyecek. Her türlü sünger ve mercanın bulunduğu ada yöresinde: karagöz, sarpa gibi küçük sürü balıkları, dalışta size eşlik edecek.

YATAK ADASI

Derinlik 40 metreye kadar ulaşıyor. Yaklaşık 8-10 metre derinlikte yer alan muhteşem mağarası ile ünlü. Genellikle, günün son dalışı için tercih ediliyor. Adanın batısında yer alan iki mağara girişi ve içindeki süngerlerin kapladığı alan ile oluşan renk cümbüşü, makro ve geniş açı fotoğraf çekenler için oldukça uygun. Geniş açı objektif ile içeriye girdikten sonra, dışarıya baktığınızda karanlığın önündeki turkuaz renkli mavilik sizi büyüleyecek.

EŞEK ADASI

Etrafında birçok dalış noktası olmasına rağmen, yarık kaya noktası, adanın en güzel yeri. Derinlik: 50-60 metreye kadar inebiliyor. Özellikle, üstü 20 metrelerden başlayıp dibi 40 metrelere kadar inen doğu duvarı, her dalgıcın görmek isteyeceği bir yer.

ILDIRI KÖRFEZİ

Sığlığın batıya bakan tarafında, güneyden kuzeye doğru, yaklaşık hemen hemen 70 metre uzunluğunda bir duvar uzanıyor. Üst kısmı, yüzeye yaklaşık 8 metre derinlikte olan bu duvarın derinliği 12 metreden, 35 metre derinliğe kadar gidiyor. 21 metre civarında, birbirine bağlı, 3 adet mağara var. Bu mağaraların bir tanesinin sığlığının ortasında, 12 metre civarında bir çıkışı bulunuyor.


ÇEŞMEDE NE YENİR

Evet, Çeşme’de ne yenir, ne içilir? Çeşme’nin en meşhur yemeği, yiyeceği nedir ve nerede yenir? Buyurun, bu sorularınızın cevapları aşağıda.
Çeşme’de aslında isim vermek istemiyorum ama, herkesin yine de bildiği bir isim: Kumrucu Hüseyin ve bir de Kumrucu Şevki var.

Evet: Kumrucu Şevki, her ne kadar en iyisi orada denilse de, sıcak olması gerekirken, sürekli soğuk gelen kumruları ve sabaha karşı, saat : 04.00’ten sonra insan selinin yaşanması, diğer kumruculara olan ilgiyi arttırmıştır. Bir tür ızgara sandviç olan kumru, Çeşme’ye geldiğinizde, mutlaka tatmanız gereken bir lezzet.

Ayrıca: yemeklerde, deniz ürünlerini denemelisiniz. Özellikle: çipura, levrek, ahtapot ve midye. Çeşmeye özel incir reçeliyle sunulan “Kuru sıkma, kaz budu, bademli süt “ de tatmalısınız. Çeşmenin lezzetli kavunları ve enginarları tüm dünyaya ihraç ediliyor. Tercih sizin.


PIRLANTA PLAJINDA, KİTESURF

Çiftlikköy’de bulunan Pırlanta Plajı’nda: rüzgar, hiç kesilmeden, kuvvetli ve sabit hızla eser. Bu ortam: Çeşme’yi, sanki “Avrupa’nın rüzgar başkenti” yapmaya aday. Sanki: antik çağın rüzgar tanrısı, buraya yaşıyor.

Evet, Çeşme’nin en batısında bulunan Pırlanta Plajı: ismini, pırlanta gibi parlayan kumdan alıyor. Deniz: 250 metre boyunca ilerlediğinizde: sığ ve pırıl pırıl kum. Dünyanın dört bir yanından sörfçüler, bu bölgeye geliyorlar.

1980’li yıllarda: bir çok karavan, plajın önünde park eder ve akşamları karavanlarda konaklayanlar, gündüzleri deniz üzerinde, sanki havada uçuşan kelebekleri çağrıştıran rengarenk yelkenlileriyle, dans ederlerdi. 2000’li yıllarda ise, yeni bir akım doğdu.

Bu kez; milenyumun yeni ekstrem sporu olan: Kitesörf başladı. Kitesörfçüler, bu sporun en iyi yapılabildiği yerlerden biri olarak kabul edilen, Pırlanta Plajını doldurmaya başladılar. Rüzgar sörfüne benzer özellikleri nedeniyle, bir çok rüzgar sörfçüsü, aynı zamanda kitesörf’e de yöneldi. Çeşme’de bir çok yabancı tur operatörü: Nisan-Kasım ayları arasında, dünyanın bir çok yerinden, kitesörf meraklılarını buraya taşıyor.

Çeşme : gerek rüzgar sörfü ve gerekse kitesört meraklıları için tam bir cennet. Rüzgar sörfü ve kitesört yapmak istiyorum, nerede yapabilirim, en uygun yer neresidir diye düşünürseniz, inanın, Çeşme size bu konuda muhteşem olanaklar sağlayacak ve büyük keyif alacaksınız.

ÇEŞME PLAJLARI

Çeşme’de: 29 km. lik kıyı bandında, birbirinden güzel birçok plaj bulunuyor. Bu plajların ortak yanları: her zaman tertemiz bir deniz, eşine az rastlanır yumuşaklıktaki kumsallar, bunalmadan istediğiniz bronzluğa ulaşabileceğiniz güneş. Dingin bir denizde serinleyip, sonra da sımsıcak kumsal da, sakince güneşlenebilirsiniz.

Veya, bir yat kiralayıp, adaları gezebilir, dalış tüpünüzü takarak, derinliklerdeki zenginlikleri keşfedebilirsiniz. Çeşme, tüm bu alternatifleri size sunabilecek güzellikte bir yer. Ege denizinin, Ege bölgesi kıyılarının en güzel denizini, en güzel plajlarını, en güzel kumsallarını burada bulabilirsiniz.

İzmir Çeşme Dalyan ve Sakızlı Koy

DALYAN VE SAKIZLI KOY

Buralar: Çeşme yarımadasının kuzey kıyılarında. Tipik balıkçı mahallesi, evleri, limanı, plajları ve insanları ile, Ege yaşantısının en doğal özelliklerinin toplandığı bir yöre. Çeşme merkezine: 4 km. uzaklıkta. Dalyan köyde, çok sayıda kaliteli otel ve pansiyon bulunuyor.

ÇİFTLİKKÖY VE PIRLANTA PLAJI

Pırlanta plajı; Çeşme’nin güney ve güneybatı bölümünde bulunuyor. Bu yörenin en önemli plajları: Pırlanta, Tursite ve Altınkum plajları. Burada da, son derece kaliteli otel ve pansiyonlar var. Ayrıca: bu bölgede, çadırlı ve karavan kamp için, uygun alanlar bulmak mümkün. Biraz önce söylediğim gibi; özellikle Pırlanta Plajı, sörf tutkunları için ideal ortam yaratması açısından, önemle tercih edilen bir yer.

ÇATAZMAK PLAJI

Buraya ulaşım: Çeşme ilçe merkezinden sağlanıyor. Burası da, diğer plajlar gibi, güzel ve görülmeye değer bir yer.

İzmir Çeşme Eşek Adası

EŞEK ADASI

Eski adı:”Goni” Günümüzdeki adı ise: “Eşek Adası.” Çeşme’den, tekne/yatlar ile, 1 saatlik uzaklıkta. Koyları tertemiz. Ayrıca: bu koylarda yaşayan, konuksever eşekleri de var. Günübirlik yat gezintilerinin vazgeçilmez programı. Doğal konumu nedeniyle: kuzey rüzgarlarına kapalı. Bu nedenle: koylarda, su altı ve su üstü her türlü sporu yapmak mümkün.

Adanın tamamı, maki bitkisi ile kaplı. Eşeklerin yaşayabilmeleri için; rüzgarla çalışan bir düzeneği olan, tatlı su kuyusu da var. Özellikle: bahar aylarında, buraya yolunuz düşerse; yaban nergisleri, katır tırnakları ve kekiklerin, sarhoş eden kokuları ile karşılaşırsınız.

Ada, tamamen turistik amaçlarla hizmet ediyor. Milli Parklar kapsamına alınmış. Bu nedenle: gece konaklamak mümkün değil. Adanın hemen yanında bulunan Kara adanın; doğal bir akvaryum görünümündeki mavi koyu, sizi büyüleyecek bir uğrak yeri. Zamanınız varsa, günübirlik turlarla, mutlaka bu güzelliği görün ve yaşayın.

ÇEŞME İÇİNDE GEZİ PLANI

Çeşme içinde; herhangi bir yerde konaklayabilirsiniz. Ama: günübirlik geldi iseniz ki, özellikle İzmirli konuklar, buraya günübirlik de gelebiliyorlar, sizler için küçük bir gezi planı şöyle önerebilirim.

Ana yoldan Çeşme’ye doğru ilerliyorsunuz. Yolun sağ ve sol yanında; barlar bulunuyor. Özellikle: hafta sonları ve tatil günlerinde, burada, hani derler ya, iğne atsanız yere düşmez.

Sonra: Çeşme merkezine gelin. Yine bir sürü bar ve eğlence mekanı var. Tam bir eğlence cenneti. Liman boyunca: irili-ufaklı: gazino, restoran ve kafeler ve nihayet, Tekke Plajına gelince de, özellikle gençlerin uğrak yerleri karşınıza çıkacak.

İzmir Çeşme Ayayorgi

 

Sonra: Ayayorgi diyoruz. Bu koyun ismi, Rum yerleşimi zamanında, burada bulunan büyük bir manastırdan gelmekte. Manastırın çevresinde ve Aya yorgi koyunun etrafında, çeşme taşından yapılmış, ufak evler bulunuyor. Değişik güzellikte bir yer. Burada da; koy kıyısında, birçok tesis bulunuyor. Ama; bu bölümün en seçkin tesisi: Paparazzi. Favori bir mekan.

1980’li yıllarda, tepelerden inerek, zeytin ağaçları ve ineklerin arasından geçerek ulaşılan Ayayorgi günümüzde, plajına bile izinsiz girilemeyen bir mekan haline gelmiş. Turizm işte böyle, belli başlı kapatılan ve insanlara yasaklanan, paranın hakim olduğu bölgeler ortaya çıkıyor. Çeşme merkezine 1 km. uzaklıktaki bu muhteşem koyda, beach kulüpler, gündüzleri plaj ve akşamları ise gece kulübü oluyorlar.

Bu arada: Çeşme’nin içinde, denize girilebilecek bir yer ararsanız; en uygun yer: Ayayorgi.

Hani, aslında birçok plaj var, ama sonuçta, bunlar merkeze yakın-uzak, biraz mesafeliler. Merkezde en uygun plaj: Ayayorgi.

Ayayorgi koyuna gitmek için, Çeşme merkeze giderken, Dalyan’a gider gibi yapıp, yolun hemen sağındaki “Ayayorgi” levhasını sakın kaçırmayın. Ayayorgi’de, gerçekten muhteşem beach kulüpler sizi karşılayacak. Hepsi, aynı koyu paylaştıkları için, deniz ortak güzellikte. Ama, sabah erken gidip, deniz kenarında güzel bir yer bulmakta fayda var. Gündüz ve gece, tekneler ve yatlar, buraya gelip demir atıyorlar. Bu güzelliği, mutlaka görün.

Evet, günümüz sonu, akşam yemeğimizi, Dalyan’daki, o sıra sıra dizilmiş ve ünü tüm ülkeye yayılmış, balık restoranlarında almalısınız. Hemen dalyan kıyısına dizilmiş bu restoranlarda; gerek günün yorgunluğunu atmak ve gerekse gerçekten muhteşem bir menü ile akşam yemeğini tamamlamak mümkün. Mutlaka gidin, görmeniz gereken bir yer.

Evet, tüm bunların dışında: Çeşme’de gezilecek yerler şöyle sıralanabilir. Burada kalacağınız süre ile bağlantılı olarak, tercihinize göre, kendinize, bir gezi planı yapabilirsiniz.

İzmir Çeşme Kalesi
İzmir Çeşme Kalesi

ÇEŞME KALESİ

Osmanlı döneminde, Sultan 2.Beyazıt tarafından, 1508 yılında yaptırılmış. Mimarı Ahmet oğlu Mehmet. Dikdörtgen biçiminde yaptırılan kalenin, 6 kulesi ve üç yanında hendekleri var. İlk yapıldığı zamanlarda, denizin hemen yanında imiş. Zaman içinde, denizin doldurulması sonucu daha içerilerde kalmış. Kale ve Liman, tarihi süreç içinde: ticaret ve savaş gemilerini, kötü hava koşullarına ve düşman saldırılarına karşı korumuş. Kalenin güney kapısı: Osmanlı mimarisinin bütün özelliklerini taşıyor.

İzmir Çeşme Kalesi

 

Kaleyi ziyaret ettiğinizde: Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa’nın yanında, aslanı bulunan heykelini de görebilirsiniz. Bu heykelin yanında, fotoğraf çektirmeyi ihmal etmeyin. Bu heykel: Çeşme’nin bir simgesi gibi olmuş.
Kalenin içinde, günümüzde, Çeşme Arkeoloji Müzesi var. Ayrıca: burada, Uluslar arası Çeşme Müzik Yarışması ve 2-7 Temmuz tarihleri arasındaki, Çeşme Festivali düzenleniyor.

ÇEŞME ARKEOLOJİ MÜZESİ

Müze, kalenin içinde. İlk defa 1965 yılında, İstanbul Arkeoloji Müzesinden getirilen silahlarla, silah müzesi olarak hizmete açılmış. 1984 yılına kadar, böyle devam etmiş. Müzede bulunan silahlar, salondaki aşırı nemden dolayı oksitlenerek bozulmaya başladığında, İzmir Arkeoloji ve Ödemiş Müzelerine devredilmiş. Aynı teşhir salonları düzenlenerek, 1964 yılından beri devam eden kazılara ait eserler sergilenmeye başlanmış.
Evet, bu müzede: günümüzde: Eryhrai, Çeşme, Alaçatı ve Kalemburnu yöresinden çıkarılan eserler sergileniyor. Burada: 320 adet arkeolojik, 126 adet Etnografik eser, 31 adet sikke olmak üzere, 477 adet eser varmış.

İzmir Çeşme Kervansaray
İzmir Çeşme Kervansaray

KERVANSARAY

1529 yılında, Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmış. Çeşmeye ayrı bir güzellik katıyor. İki katlı. Tipik bir Osmanlı dönemi kervansaraylarından. Bir benzeri de, Kuşadası’nda (Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı) bulunan yapının mimarı, Ali Pubuççu’nun oğlu Ömer’dir.

“U” biçiminde bir plana sahip olan yapının, ortasında geniş bir avlu, bu avlunun çevresinde de dükkanlar, depo ve odalar bulunuyor. Bir veya birkaç merdivenle, birinci kata çıkılıyor. Burası da, biçim bakımından zemin katına benziyor.
Tarihi süreç içinde: özellikle, yabancı tüccarların konaklaması için kullanılmış. Bunlar, kervansarayı, ya hayvanlarıyla geceyi geçirebilecekleri bir konut ya da şehirlerde mallarını koyacak ve satacak bir yer olarak kullanırlarmış.

Evet, buranın restorasyonu tamamlanmış olup, günümüzde 45 odalı bir otel olarak kullanılıyor. Ayrıca; alışveriş merkezleri var ve geceleri de, eğlence mekanları hizmet veriyor.

ÇEŞMEKÖY

Eski Cami olarak da anılmaktadır. Çeşme ilçe merkezinin: 2 km. güneyinde. Bizans egemenliği sırasında: Emir Çaka, yarımadayı ele geçirince, 1081 yıllarında, Selçuklu Sultanı 1.Kılıç Arslan, Çeşmeye gelir ve Oğuz boylarından gelen Türkleri, bu merkeze yerleştirir. Bu döneme ait; bir cami kalıntısı ve geniş mezarlık görülmektedir.

ÇEŞME DIŞI İÇİN, GEZİ PLANI

İzmir Çeşme

Çeşme dışındaki geziniz için, ilk durak olarak: Alaçatı’yı öneriyorum.

Çeşme’ye 7 km. uzaklıkta bir beldedir. Türk-Yunan karışımı Ege mimarisi özellikleriyle, parke taşlı Arnavut kaldırımlarıyla, yüzyıl öncesinden kalan yel değirmenleriyle ve sakız bahçeleriyle, sevimli antik bir kasabadır.

1874 yılında yapılmış Ayios Kostantinos Kilisesi, camiye dönüştürülmüştür ve Pazaryeri cami olarak, bugünde heybetle yükselir. Her yıl, haziran ayının son haftasında yapılan “Uluslar arası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali” ne, Dünyanın çeşitli ülkelerinden topluluklar katılır.

İzmir Çeşme Alaçatı

 

Alaçatı 

Dinlenmek ve eğlenmek için birebirdir. Denizi ve mimari özellikleriyle de, dünyanın sayılı yerlerinden biridir. Dünyanın en iyi sörf yapılabilen, 7 sahilinden birine sahiptir ve şimdiye kadar birçok sörf yarışması, burada düzenlenmiştir. Rumlardan kalma taş evleri ve üzüm bağları yanında, Türkiye’de sakız ağacının yetiştiği tek yer burasıdır.

Sakız ağaçlarının, 6000 yıldır, Çeşme’de bulunmaktadır. Bu ağaçlardan elde edilen sakız ile; lezzetli aromasıyla, sakız reçeli ve eşsiz sakız rakısı yapılır. Sakız, mutfaklarda kullanımının yanı sıra, ilaç ve boya sanayinde de kullanılır. Eski Yunan doktorları: sakızdan: kuduza, yılan sokmasına, mide rahatsızlıklarına, bağırsak ve akciğer hastalıklarına karşı, çeşitli ilaçlar yaparlarmış. 10’ncu yüzyıldan sonra, sakızın ünü, Sakız Adasını aşarak yayılmış ve dünyada meşhur olmuştur.

İzmir Çeşme Alaçatı

 

Alaçatı’da ne yapılabilir?

Elbette; önce rüzgar sörfü yapılabilir. İlginiz varsa, gerçekten denizde yapılan rüzgar sörfünün tek yeri burası. İlginiz olup ta, yapmayı istemenize rağmen bilmemeniz de önemli değil, çünkü burada, rüzgar sörfü eğitiminin verildiği bir çok yerde bulunmakta. Özellikle: denizin sığ olması, rüzgar sörfünü yeni öğrenenler için büyük bir güzellik.

Denize düştüğünüzde, yeniden sörf tahtasının üzerine çıkmak için fazla zorlanmıyorsunuz. Dediğim gibi: Alaçatı’yı gördükten sonra, sörf yapmak için başka bir yere gitmek istemeyeceksiniz. Alaçatı: Avrupa’nın sörf bölgeleri arasında, en ilginç ve çeşitlilik sunan bölgesi. Deniz suyu oldukça sığ ve berrak. Bölgede, rüzgar kuzeyden esiyor. Bu özellikleri ile, ideal bir sörf alanı.

İzmir Çeşme Alaçatı

 

Rüzgar: Haziran ayından, Eylül ayı ortalarına kadar: sürekli olarak, ortalama 4-6 şiddetinde esiyor. Nisan-Ekim ayları arasında ise; güney rüzgarı olarak esiyor ve denizde, güzel dalgalar oluşturuyor. Rüzgar; meltem olarak, soldan esse veya şiddetli esse dahi; koyda, düzenli dalgalar oluşuyor. Yani; aşırı yüksek dalgalar oluşmuyor.

Ayrıca: koydaki akıntının, rüzgar ile aynı yönde olması; sörf yapanlara doyumsuz anlar yaşatıyor. Biraz önce de söylediğim gibi, burada, rüzgarlardan meltem etkin olsa da, aslına bakarsanız, dört ayrı rüzgar, Çeşme yarımadasını okşuyor.

Şöyle ki: meltem, lodos, poyraz ve gerence rüzgarları, yıl boyunca bölgeyi ziyaret ediyorlar. Buranın bu özelliği: tarihi süreçte, başkalarının da dikkatini çekmiş. Şöyle ki, haritaları ve kaptanlığı ile tanınan, “Piri Reis’te, “Kitab-ı Bahriye’de” “Alaca at limanında deniz yufkadır” derken, koyun dalgasız olduğunu kastetmiş. Yani, onca rüzgara rağmen, koyda dalga yüksekliği, sörfçülerin tadını kaçıracak boyuta ulaşmıyor. Alaçatı’da rüzgar, yaz boyunca, kuzeyden: 15-25 knots hızla esiyor. Mayıstan Ekime kadar olan rüzgar sezonunda, burada, “72 milletten” sörf yapanlarla karşılaşmak mümkün.

İzmir Çeşme Alaçatı

 

Evet, Alaçatı’da neler yapabilirsiniz derken, sörf dışında: Rumlardan kalan orijinal evleri gezebilirsiniz. Bu evler, kışın sıcak ve yazın soğuk olma özelliklerine sahiptir. Aynı zamanda: üzüm bağları bulunduğundan ve dünyada yetişen sayılı sakız ağacına sahip olduğundan, bir doğa gezisi yapabilirsiniz. Çarşaf gibi denizinde serinleyebilir, altın renkli kumsallarında dinlenebilirsiniz.

Alaçatı’yı eşsiz kılan özelliklerinden biri de, sahilde su seviyesinin, yaklaşık 700 metreye kadar, 1 metreyi aşmaması ve bu yüzden yüzmek için güvenli olmasıdır.

Ayrıca: Ildır köyüne, kültür gezileri düzenleyip, MÖ.11’nci yüzyıldan kalma Erythrai antik kentini görebilirsiniz. İnanın, gördükleriniz karşısında hayranlığa düşeceksiniz. Ayrıca: bisiklete binebilir, sörf kulüplerinde vakit geçirebilirsiniz. Diskolara gidip dans edebilirsiniz, plajda kitap okuyup güzel vakit geçirebilirsiniz.

İkinci durak:

Ilıca-Yıldızburnu ve Şifne istikameti

Ilıca’dan, Çeşme merkezine uzaklık: 6 km. Ilıca merkezinde biraz gezinin.

İzmir Çeşme Ilıca Plajı

ILICA PLAJI

Uzunluğu: 2 km. ye yakın. Geniş ve beyaz kumlu bir plaj. Nitelikli konaklama tesisleri ve termal olanakları var. Çeşme’nin en büyük ve popüler turizm merkezlerinden biri. Denizin içinde, sıcak termal sular kaynıyor. Bu nedenle; gerek Ilıca plajı ve gerekse çevredeki diğer plajlar, birer büyük termal havuz haline gelmişler. Ayrıca, buradaki büyük konaklama tesisleri, yoğun turist kapasitesinin ihtiyaçlarını karşılayacak boyutta. Birçok küçük otel ve pansiyonlarda bile, kaplıca suyu bulunuyor.

Ayrıca: denizin içinde, 100 metre ilerlediğinizde, derinlik insan boyunu geçmiyor. Sığ sularda, özellikle termal kaynaklarla beslenen sularda, ultra viyole ışınlarının, insan sağlığına çok yararlı geldiği, bilimsel bulgularla kesinleşmiş. Bunların yanı sıra; bu plajlarda, denizin sığ olması nedeniyle, çocuklar büyük keyif alıyorlar. Plajlar: sağlık ve can güvenliği konusunda, çok elverişli.

Burada bulunan: Yıldızburnu’na geçin. Çeşme’nin bu köşesi; kendi çapında bir cennet. Burada, deniz kıyısında oturup, dinlenebilirsiniz.

Ilıca mevkiinde. Kumrucuların olduğu yere: yürüyerek 2 dakika uzaklıkta. Ancak, Ilıca plajına doğru değil, sahil kenarından, diğer tarafa doğru yürümeniz gerekiyor. Zaten karşınıza çıkacak olan kafelerin, Avrupai çizgileri, Yıldızburnu’na geldiğinizi size hissettirecek. Ufuk bir koy.

Deniz kenarına; kafeler masa yerleştirmişler. Trafiğe kapalı bir yol. Daha çok eski yalılar; kafelere çevrilmiş. Hafif Çeşme esintisi var, deniz kenarında bir yer. Ancak: her akşam, saat: 22.00 gibi, burası da aşırı kalabalık oluyor. İnsan sesleri, mekanlardan yayılan müzik, uzaktan gelen korna sesleri ve artık zor duyulabilen deniz sesi. Yıldızburnu’nun en güzel anlatımı sanırım bu kelimeler olsa gerek.

İzmir Çeşme Şifne, Büyük Liman, Paşa Limanı

ŞİFNE, BÜYÜK LİMAN, PAŞA LİMANI

Ilıca plajı merkez olmak üzere, kuzeydoğu yönünde, Şifne’ye kadar uzanan kıyı bandı; güzel plajları ve kaplıcaları ile, güzel bir merkez. Büyük Liman/Paşa Limanı: turistik tesislerin, kamp alanların ve toplu yazlık konutların bulunduğu bir yer konumunda.
Şifne: Ilıca merkezine, yaklaşık 5 km. uzaklıkta. Kaplıcaları ile ünlü bir merkez. Çok sayıda, temiz ve düzenli pansiyon var. Buraya ulaşım, Ilıca’dan sağlanıyor. Bu yöredeki kaplıcaların iyi geldiği söylenen hastalıklar şunlar: romatizma, raşitizm, kadın hastalıkları ve idrar yolları, mide, bağırsak, egzama, kan çıbanı gibi deri hastalıkları.

Evet, Şifne’den sonra: Ildırı.

İzmir Çeşme Ildırı

 

ILDIRI

Ildırı ve yöresinde: antik Eryhrai kenti bulunuyor. Doğal plajları ve kamp alanları bakımından, kampçıların ilgisini çekiyor. Çeşme merkezine: 22 km. ve Ilıca’ya ise, 15 km. uzaklıkta. Bu tarihi ve doğal zenginliklere sahip yöreye ulaşım: Şifne’den sonra, asfalt bir yol ile yapılıyor.

Buranın en büyük özelliği: antik Eryhrai kentinin bulunması.

İzmir Çeşme Erytrai (Ildırı)
İzmir Çeşme Erytrai (Ildırı)

 

ERYTRAİ (ILDIRI) ANTİK KENTİ

Ildırı Köyünün, antik dönemdeki adı: Erythrai’dir. Bu sözcüğün Yunancadaki anlamı ise: “kırmızı” Kent toprağının kırmızı renginden dolayı, sanırım bu isim verilmiş. Yani: kentin adı, kızıl kent. Çeşme merkezine: 27 km. uzaklıktadır. Güzel bir koy üzerinde kurulmuştur.

Kentte ele geçen bulgular: bu yörede, ilk Tunç Çağından, bu yana yerleşim olduğunu gösteriyor. Arkeolojik kalıntılarda: şehrin: MÖ. 3000’lerde, Erythoros isimli birinin yönetiminde olan kolonistler tarafından kurulduğu anlaşılmıştır.

İkinci kolonileşme döneminde, kent, Atina kralı Kadros soyundan gelen, Knopos yönetimindeydi. Başlangıçta, krallık ile yönetilen kent, sonraları yine kral soyundan olan ancak halkın seçtiği Basileuslar tarafından yönetilmiş. MÖ.7’nci yüzyılda, İon kentlerinin kendi aralarında kurdukları Panionion dinsel ve siyasal birliğe katılmışlar.

Kent: Pythagoras’la birlikte, kısa süreli tiranlık dönemi yaşamış. Bu dönemde, üretilerek dışarı satılan: değirmen taşları ile önem kazanmış. MÖ.4’ncü yüzyılda: Karia’daki Pers satrapı “Mausolos” ile, dostane ilişkiler kurulur. Öyle ki, Mausolos’a duydukları şükran hissinin bir ifadesi olarak, onun tunçtan yapılma, altın saçlı bir heykelini de “Agora” ya dikerler.

Kent, tarihi süreç içinde: Lidya ve Perslerin eline geçer. Pers boyunduruğuna karşı ayaklanan İon kentlerine katılır. MÖ.334 yılında, Büyük İskender tarafından bağımsızlığına kavuşturulur. İskender’in ölümünden sonra ise, Bergama Krallığının yönetimine girer.

MÖ.133 yılında, Roma imparatorluğu içinde, özgür bir kent statüsü kazanır. Bu dönemde: şarabı, keçileri, değirmen taşları ve kadın kahinleri Cibyl ve Herophile ile ün kazanır. (Cibyl’ın öyküsünü, yazının başlangıç kısmında anlatmıştım)

MÖ.1’nci yüzyılda: depremler, savaşlar ve Romalı komutanların yağmaları yüzünden, büyük yıkım görülür. MS. ki tarihi süreçte, Erytharia hakkında, pek bilgi bulunamaz. Önemini de yitirdiği için, Bizans egemenliğinde, köy hüviyetine girmiştir.

16’ncı yüzyıldan sonra; Ilderen ve Ildırı adlarıyla anılmaya başlanır.

Kaynaklardan: Erythrai Akropolünde: Athena Tapınağının bulunduğu bilinmektedir. Yapılan kazılarda: Tapınağın kendine ait mimari eleman çıkmamış olmakla birlikte, Arkaik devre ait: altın fildişi, bronz ve fayanstan mamul, birçok küçük eserle, birinci sınıf işçilik gösteren vazo parçaları, heykel ve heykelcikle ilgili adak eserleri bulunmuştur.

Akropolün batı eteğinde: köyün evleri ile düz alan arasında resmi Agoranın bulunması, kuvvetle muhtemeldir. Antik kaynaklardan öğrenildiğine göre: Agora’da, Artemis’in altın çelenkli heykelinin bulunduğu öğreniliyor. Ancak, şu anda, bunun yeri belli değil. Erythrai den çıkarılan taşınabilir eserlerin tümü, İzmir Arkeoloji Müzesinde sergileniyor.

İzmir Çeşme Erytrai (Ildırı)

 

Ildırı’da, gözle görülen kalıntıların başında: şehir surları gelir. Bunun yanında: Akropolis, kuzeyinde tiyatro ve yapılan kazılarda ortaya çıkarılan: Helenistik ve Roma dönemlerinden kalma villa yapıları, Bizans döneminde inşa edilmiş kilise, Cennettepe olarak adlandırılan yerde, roma villası ve mozaikleri, Geç Roma-Bizans döneminde inşa edilmiş hamam yapısı görülebilir.

Ildırı antik şehrinde yapılan kazı ve araştırmalar sonucunda ortaya çıkarılan askeri ve sivil yapıları, ziyaretçiler ücretsiz olarak gezebilmektedirler.

Sonra: Altınyunus ve Boyalık Koyu. Burayı: Şifne’den önce de yapabilirsiniz.
Ilıca’dan sonra, 2 km. uzaklıkta, Altınyunus ve daha sonra da Boyalık koyu var.

Evet: Altınyunus’a sapın. Burada : Çeşme’nin yapıldığı yıllarda, en büyük ve modern konaklama tesisi olan: Altınyunus Tatil Köyü ve Marinasını göreceksiniz. Kıyıda ise: yazlık konutlar, daha doğrusu villalar mı demek daha doğru olur bilmiyorum
Boyalık koyunda: koy boyunca sıralanmış tatil köyü ve dinlenme tesisleri bulunuyor.

İzmir Çeşme Boyalık Koyu

 

BOYALIK KOYU

Uzunluğu, yaklaşık 5 km. Çok güzel plajlara sahip bir koy. Ilıca plajının karakteristik özellikleri, burada da var. Çeşme’nin en hızlı gelişen turizm alanlarından biri. Koyun orta kısmında; Kalem burnunun kara ile birleştiği yerde, yapıldığı yıllarda, Türkiye’nin en büyük ve modern konaklama tesislerinden biri olan: Altınyunus Tatil Köyü ve Marinası bulunuyor.
Bu koyun, en sakin denizinin bulunduğu yer ise, Ayayorgi Plajı. Burası: kuzey rüzgarlarına kapalı. Kıyısındaki restoranları ve birbirinden keyifli tesisleriyle, gerçekten sakin ve dinlendirici bir köşe.

İzmir Çeşme Boyalık Koyu

Evet; işte Çeşme. Nemli olmayan, terletmeyen bir hava, güzel ve sığ, hemen derinleşmeyen bir deniz, güneş, güzel kumsallar, berrak su, termal su, güzel eğlence mekanları ve eğlence ortamları, su altı dünyasının keşfi, rüzgar sörfünün dünyada en iyi yapılabildiği şartlar ve ortam arıyorsanız; İzmir gibi büyük bir metropol şehrimizin hemen yakınında, İstanbul’a yakın bu güzellikleri gidip yaşayabilirsiniz. Çeşme: gerçekten, Türkiye’nin en güzel tatil beldelerinden biri.

İzmir tanıtımı.

Seferihisar tanıtımı.

Gümüldür tanıtımı.

Urla tanıtımı.

 

 

İzmir Dikili

İzmir Dikili

Gerek denizi, gerek mavi bayraklı plajları, gerek yeşil doğası ve gerekse jeotermal kaynakları, kaplıcaları ve gerekse tarihi değerleriyle öne çıkan, İzmir’e yakın bir gizli cennet. Özellikle: İzmirliler için, buradaki plajları mutlaka öneririm.

İzmir Dikili

ULAŞIM

Dikili-İzmir arası uzaklık: 118 km. Dikili-İstanbul arası uzaklık: 605 km. Dikili-Ankara arası uzaklık: 580 km. Dikili-Ayvacık arasındaki uzaklık: 42 km. Dikili-Altınova arasındaki uzaklık: 25 km. Dikili-Bergama arasındaki uzaklık: 24 km. Dikili-Kınık arasındaki uzaklık: 42 km. Dikili-Midilli arasındaki uzaklık ise: 18 mil.

TARİHİ

Tarihte, bu bölge: Mysia adı ile bilinmektedir. Bölgede: ilk yerleşimcilerin, Luwiler ile Helenlerin Leleg ve Peselag adını verdikleri kavimlerdir. Daha sonraki dönemde ise: Lidyalılar, Persler, Frigyalılar, Romalılar ve Bergamalılar, bölgede egemenlik kurmuşlardır.

Antik çağlarda ise, Dikili çevresinde, farklı uygarlıklara ait birçok kent kurulmuştur. Bu kentlerin en gelişmişi: bir dönem, Aristoteles’in de yaşadığı “Atameus” şehridir.

Ortaçağda ise: bölgede, Bizanslılar, Cenovalılar, Selçuklular ve Osmanlılar görülür. 1850 yılından sonra ise, Kabakum ve Adalardan gelen Yunan halkı da, Dikili’ye yerleşmiş ve 1925 yılındaki mübadeleye kadar, bölgede yaşamışlardır.

Evet, Dikili’nin tarihini değerlendirirken, daha yakın dönemlere geldiğimizde, günümüzde: Beylik Zeytinliği olarak isimlendirilen bölgede, Bergama valisi Karaosmanoğlu, bir çiftlik kurduğu ve çevresine de zeytin ağaçları diktiği görülür.

Bu zeytin ağaçlarının dikildiği yere “Dikmelik” ismi verilir. Günümüzdeki, Dikili sözcüğünün buradan türediğine inanılmaktadır. Ancak, bu sözü edilen yer, günümüzdeki Dikili yerleşim yerinden uzakta bulunuyor. Yine de, Dikili sözcüğünün, zeytinlerin dikili olduğu veya dikili çiftlik denmesinden geldiği kesindir.

Yukarıda sözünü ettiğim gibi: 1839 yılında, buraları iyi bilen ve ticaretle uğraşan, Sakız adalı bir Rum olan Aleko Pandazoplu, Dikili’de kurulu Karaosmanoğulları çiftliğini satın alır. Sakız, Midilli ve Limni adalarından getirdiği Rumları, bu çiftlik çevresine yerleştirir ve işlerinde çalıştırmaya başlar. Böylece: yöredeki Rum nüfusu yükselir.

Bölge: 1923 yılında, Belediyelik olmuştur. 1928 yılında ise, Bergama’dan ayrılarak, İzmir ilinin bir ilçesi olmuştur.

GENEL

Konum olarak: Ege denizi kıyısında ve Midilli Adasının karşısındadır. Yüz ölçümü: 541 km. karedir. Rakımı: 2 metre. Yörede: tipik Akdeniz-Ege iklimi hüküm sürer. Ege bölgesine özgü imbat rüzgarı: Dikili’de genellikle hissedilir.

Deniz kıyısında, 40 km. lik sahil şeridi vardır. Halkın, % 85’i tarımla uğraşır. Denize kıyısı olan köylerde ise, balıkçılık öne çıkmaktadır.

Dikili Limanı: 2000 yılında bitirilmiştir. 135 metre boyunda ve 8.5 metre genişliğindedir. Yükleme-boşaltma ve yolcu gemilerine hizmet verilmektedir.

Biraz sonra ayrıntılı olarak söz edeceğim gibi, bölgede jeotermal kaynakların bulunması ve bunlarla ısıtılabilme imkanı, Dikili’de, seracılığın ileri düzeyde gelişmesine neden olmuş. Avrupa’nın üçüncü ve Türkiye’nin en büyük seraları, Dikili’dedir.

Jeotermal kaynaklardan elde edilen termal su; sulama ve ısıtmada kullanılıyor. Buralarda üretilen tonlarca California Wonder çeşidi biber, domates ve salatalık ise, dünyaya dağıtılıyor.

Gün batımında, sahildeki çay bahçelerinden birinde, çayınızı yudumlarken, bir yandan da güneşin batışını izleyebilir ve gerçekten denizin tam üzerinde batan güneşin bu batış şölenine hayran kalabilirsiniz. Çünkü; güneş, Dikili’de bir başka batar.

İzmir Dikili Karatepe-Merdivenli Kilimleri

KARATEPE-MERDİVENLİ KİLİMLERİ

Bu kilimler; İlçe merkezine 14 km. uzaklıktaki, Merdivenli köyünde geçmiş dönemlerde uzun süre üretilmiş. Kök boya kullanılarak yapılan bu kilimleri, günümüzde dokuyan kalmamış.

Ama, sanırım geleneksel kültür mirası olarak günümüze kadar ulaşan bu kültürün, devamının sağlanması gerek. Yani; kamu yetkililerince, alınacak önlemler ile, Merdivenli kilimlerinin tanıtımı ve kilimlerin dokunmasının sağlanması için elverişli şartların yaratılmasının gerekliliğine inanıyorum.

İzmir Dikili Nebiler Ilıcası

DİKİLİ KAPLICALARI

NEBİLER ILICASI

Dikiliden, Ayvalık yönünde 12 km. gittikten sonra, sağa dönülerek, 4 km. daha gitmek gerekiyor. Ilıca, çınar ağaçlarının gölgesinde, kubbeli hamamı ve dinlenme kabinleriyle, oldukça sakin bir yer olarak öne çıkıyor. Hamam bölümünde, sıcaklık: 57 derece, açık kaynakta ise: 53 derecedir.

Suyunda: hidroasenat bulunan ılıca, ağrı dindirici, kısmi felç, böbrek taşı, kum, romatizma, kadın hastalıkları, cilt hastalıkları ve damar tıkanıklıklarında, tedavi edici özelliği bulunmaktadır.

DOĞAL KOCA OBA ILICASI

Dikiliden çıkılıp, Bergama istikametinde, ana yola girilir girilmez, sola dönülerek, buraya ulaşmak mümkün. Ilıcanın su sıcaklığı: 45-50 derece civarındadır.

BADEMLİ DENİZ ILICASI

Bademli’den, Denizköy’e giderken, 3 km ilerledikten sonra, asfalt yoldan sağa dönüp, toprak yoldan denize inilir. Yaş-kış, burada hem denize, hem de ılıcaya girmek mümkün. Bademli ılıcasının kaynak sıcaklığı: 65 derece. Hidroasenat ve arsenik bulunan su: ağrı, sızı, romatizma, böbrek taşı ve cilt hastalıklarına iyi geliyor.

İzmir Dikili Çamurlu Ilıcası

ÇAMURLU ILICASI

İlçe merkezinden, Bergama yönünde, 4 km. ilerledikten sonra dönülen, toprak yoldan 2 km. daha ilerleyerek varılıyor. Çamurlu suyu ile ünlenmiştir. Jeotermal kaynakların, 3000 yıldır ürettiği çamur ile yapılan kür: termal tedavileri destekler.

Bunun yanında: çamur, içerdiği bitki hormonları sayesinde, kırışıklıkların giderilmesi ve selülit tedavisinde önerilmektedir. Suyun sıcaklığı: 47 derece. Kaynaktan çıkış sıcaklığı ise; 72 derece. İçinde: erimiş silisyum ve çeşitli mineraller bulunuyor. Ağrı, sızı, romatizma ve cilt hastalıklarının tedavisinde kullanılıyor.

DİKİLİ PLAJLARI

Dikili’nin 40 km. lik kumsalı ve mavi bayraklı plajları var. Mavi bayrak: Türkiye Çevre Eğitim Vakfının belirlediği standartları taşıyan, nitelikli plajlara verilen uluslar arası bir çevre ödülü. Temiz, bakımlı, donanımlı, güvenli ve dolayısıyla uygar, sürdürülebilir bir çevrenin sembolü. Sadece, plajlar için, 27 ana maddeden oluşan bir kriterler listesi var. Her yıl, bu kriterlere sahip olanlar belirleniyor ve “Mavi Bayrak” veriliyor.

DİKİLİ BELEDİYE HALK PLAJI

20 km. lik sahil şeridi var. Genişliği yer yer 100 metre. Kumu: çok ince, denizi: tertemiz. Plajın her noktasında: yiyecek-içecek olanaklarını bulmak mümkün. Otel ve pansiyonlar ise, plaja oldukça yakın. Türkiye’de, güneşin plaja en uzun baktığı yer olarak tanınıyor.

KAYRA PLAJI

350 metrelik sahil hattı var. Ancak, bu sahil hattında, ince kum değil, çakıl taşları var. Bu çakıl taşlarının sıkıntısı, denize girene kadar sizi etkiliyor, ancak denize girdikten sonra: muhteşem temiz ve dibi tamamen kum olan deniz, bu sıkıntıyı unutturuyor.

Zeytin ağaçlarıyla çevrilmiş Kayra koyunda, dalış yapmak ta mümkün. Birçok sportif aktiviteler yapılabiliyor. 2010 yılında, burası da, Mavi Bayrak almaya hak kazanmış olmasıyla öne çıkıyor.

KALEM ADASI PLAJI

2010 yılında, Mavi Bayraklı, en iyi “10” plaj arasında seçilmiş olması ile öne çıkıyor. Kalem adası bölümünde, ayrıntılı olarak konudan söz edeceğim.

DİKİLİ JEOTERMAL

İlçede, jeotermal alanı olarak bilinen “Kaynarca Mevkiinde”: sıcak su debisi bulunmaktadır. Bu bölgede açılan jeotermal kuyulardan elde edilen enerjiyle: kaplıca turizmi, sağlık turizmi, seracılık, bağcılık, kurutma, soğutma ve ısıtma yapılıyor.

Ayrıca, yeni teknolojilerle, elektrik enerjisi de elde ediliyor. Özellikle, bu enerji, seracılığın bölgede gelişimine neden olmuş. Bunun dışında, jeotermal enerjinin, bölgede, ısıtmada kullanılması düşünülmektedir.

DİKİLİ HALICILIK

Dikili’nin diğer bir önemli gelir kaynağı: halıcılıktır. Burada, dünyaca ünlü “Yağcı Bedir Halıları” dokunmaktadır. Bu halılar: çeşitli renk ve özelliklerinin yanında, öyküleriyle de ilgi çeker.

Özellikle: ”Kız Bergama” denilen halıları dokuyan Yağcı Bedir Aşiretinin bir öyküsü, bir halının içine sığdırılmıştır. Öyküye göre: “Yağcı Bedir Aşireti: Bergama Küçükkaya’da konakladığı dönemde, aşiretin oğlu ile obanın güzel kızı, birbirlerine aşık olurlar. Aşiretin Beyi, kızı babasından ister. Fakat, kızın babası inat eder ve kızı vermez.

Bu durum, onur konusu yapılınca, kanlı bir kavgaya dönüşür. İki tarafın gençleri savaşır ve Beyin oğlu, bu kavgada ölür. Aşiret, ikiye ayrılır. Oğlan tarafı, göç ederek, Sındırgı yöresinde, yeni üç köy oluşturarak, oraya yerleşir. Yağcı Bedir Aşiretinin kız tarafı: günümüzde sekiz köy olan Bergama-Dikili arasına yerleşir.

Kız ise, üzüntüyle eve kapanır ve halı dokur. Dokuduğu halıya, şekillerle ve renklerle, tüm duygularını yansıtır. Örneğin: kırmızı: ayrılığı, siyah: üzüntüyü, beyaz: umudu, mavi: tükenmeyen umudu, dört nokta: aşkı engelleyen aile bireylerini, Süleyman yıldızı: Beyin oğlunu, burgular: gönül kilitlenmesini çapalar: engelleme araçlarını kırmızıdan-pembeye geçiş: evlenme isteğini dile getirir. Bu desen ve renklerde dokunan halılara: “Kız Bergama” halısı deniliyor.

Halılarda: kök boya kullanılıyor. Böylece: renginin atması engelleniyor ve daima parlak kalması sağlanıyor. Ayrıca, halıların ev tezgahlarında yapılmış olması da, ayrı bir özellik taşımaktadır.

GRANİT TAŞI

Dünyanın en büyük ve kaliteli granit kaynakları, Dikili’dedir. Ayrıca; Dikili sahillerinde göreceğiniz gibi, dünyaca ünlü 8 heykeltıraşın, 8 eseri Dikili sahillerini süslemektedir.

Dikili ilçesinde, beş tane, granit işletmesi var. Özellikle: Kozak bölgesinde çıkarılan granit taşları, renk ve çeşitleriyle, iç ve dış piyasalarda aranılan taş özelliğini korumaktadır. ABD, İsrail ve çeşitli Avrupa ülkelerine, Dikili Limanından granit taşları ihraç edilmektedir.

Blok taş olarak çıkarılan granitten: önem sırasına göre: anıt, abide ve mezar taşları yapımında, binalarda temel blokları sütun ve basamak taşı olarak, yollarda kaldırım ve döşeme taşı olarak kullanılmaktadır. Granit kırıkları ise, suni mermer yapımında kullanılıyor. Avrupa’nın büyük kentlerinin yolları: granit taşlı olup, estetik ve sanatsal değer taşıyan bir çok heykel de, granit taşından yapılmaktadır.

NE YENİR.NE İÇİLİR

Dikili yöresinde: zengin deniz ürünleri ve Anadolu yemek kültürünün geleneksel kebap çeşitlerini bulabilirsiniz. Bunun yanında: zeytin, Dikili’nin sembol ürünüdür. Zeytinyağından üretilen lezzetler, yörede o kadar muhteşem tatlar yaratıyor ki, bunları mutlaka tatmalısınız. Özellikle: zeytinyağlı yiyecekleri mutlaka tadın.

NE SATIN ALINIR

Dikili’den zeytin ürünleri ve zeytinyağı satın alabilirsiniz.

GEZİLECEK YERLER

İzmir Dikili Atatürk Botanik Bahçesi

ATATÜRK BOTANİK BAHÇESİ

Doğa aşığı, merhum Macit Ersoy tarafından; Dikili Belediyesinin gösterdiği, 30 hektarlık alanda oluşturulmuştur. Ersoy, gezdiği tüm ülkelerden getirdiği bitki tohumlarını yetiştirerek, Türkiye’nin halka açık ilk botanik bahçesini oluşturmuştur.

Evet, burası, ülkemizin en yetkin ve uluslar arası nitelikteki tek botanik bahçesidir. Arbeterum’da, yüzlerce ağaç ve çalı türü yetiştirilmektedir. Ayrıca, kurutulmuş bitki türlerinin örneklerinin korunduğu ve üzerinde bilimsel araştırmalar yapılan bir Herbaryum Merkezi de bulunuyor.

Burada, yaklaşık 3000 civarında bitki çeşidi var. Tropik bölgelerden, Alp dağlarına kadar, çok geniş bir bölgeye ait pek çok bitki türü bulunuyor. Evet, bu kadar zengin çeşit barındırılması sonucu, burası, dünya literatürüne girmiş. Bitkilerle “ATA” kelimesi, ay-yıldız şekli verilmek suretiyle çevre düzenlemesi yapılan bahçe, Dikili’nin her tarafından görülebilmektedir.

İzmir Dikili Aterneus

ATERNEUS

Antik bir kent. Kuruluşunun, MÖ.2000 yıllarına kadar gittiği düşünülüyor. Buranın en büyük özelliği ise: bu büyük ve zengin kentin, bulunduğu yıllarda, Bergama krallığından daha büyük olması. Kent ismini: dönemin kahramanlarından biri olan “Atarneus”tan almıştır.

Burada: Persler ve Yunanlılar arasında yapılan büyük bir savaş, aynı Truva savaşı gibi, 8 yıl sürmüş. Persler, 8 yıl süresince, kenti kuşatmışlar. MÖ. 341 yılında, Persler şehri ele geçirir ve kral Hermias öldürülür.

Günümüzde, burada yapılan arkeolojik çalışmalarda: çanak, çömlek, kap-kacak parçaları bulunmuş. Bu objeler: bölgesel olarak değerlendirildiğinde ise, o dönemde, bunların dünyanın en lüks ve pahalı ürünleri olduğunu ortaya koyuyormuş. Bunun dışında: antik şehirde bir kalıntı kalmamış.

Ancak: şehrin ismini aldığı kahraman olan, Atarneus adına yapılan büyük bir tapınak ve Hermias’ın sarayının bulunduğu yerlerin izleri var. Bunun dışında, başkaca kalıntı bulunmamasının en büyük nedeni olarak: kalıntıların toprağın çok altında kaldığı söylentileri var. Bunların zarar görmeden ortaya çıkarılmasının zaman alacağı söyleniyor.

Çünkü: Bergama krallığından daha büyük ve lüks bir kent; hiçbir kalıntı bulunmaması mümkün değil. Zaten, burada Bergama’daki amfi tiyatrodan daha büyük bir amfi tiyatro bulunduğu tespit edilmiş. Ancak, söylediğim gibi, toprak altında.

Evet, şehrin hikayesini anlatmaya devam edelim. Hermias: Persliler tarafından, çarmıha gerilerek vahşice öldürülür. Aristo, bunu duyunca, dostunun anısına bir kaside yazar ve çok sevdiği kral Hermias’ı ilahileştirir.

Çünkü: kral Hermidas, Aristonun hem Akademiden öğrencisi, hem de karısının abisidir. Evet, Aristo, uzun süre bu şehirde yaşamış ve kendisiyle birlikte yaşayan filozoflarla, şehrin kültürel hayatını etkilemiştir. Devam ediyorum. Aristonun, Hermias’ı tanrılaştırmasından sonra, Aristo hakkında, dine saygısızlık nedeniyle, dava açılması gündeme gelir.

Daha eskilere dönelim. Söylentilere göre: Aristo: Aterneus şehrinin eteklerinde ve sunak taşının bulunduğu alanda, kral Hermias ve Büyük İskender’e dersler verirmiş. Çünkü: burada, altı  düz olan bir taş alan ve çevresinde oturma yerleri, günümüzde bile görünebiliyor. Bu bölgede, daha önce sözünü ettiğim gibi, Bergama’da bulunan amfi tiyatrodan daha büyük bir amfi tiyatro bulunduğu düşünülüyor.

Evet, takip eden tarihi süreçte: kral Hermias ölünce, şehirde yaşayanlar, kıyıdaki küçük bir limandan: zeytinyağı ve şarap ticareti yapmışlardır. MÖ.2.yüzyıldan sonra ise, şehir hızla fakirleşmiş ve eski gücünü kaybetmiş. MÖ.1.yüzyılda ise, tamamen terk edilmiş.

Bundan sonra ise: bölge hızla bataklık haline gelmiş, sivrisinekler ve buna bağlı olarak bulaşıcı hastalıklar artmıştır. Bu dönemden sonra ise, bölgede, Bergama krallığı ivme kazanmış ve uzun süre varlığını sürdürmüştür. Sanırım şehrin önem kaybetmesinin en büyük nedeni, ünlü kral Herminas’ın öldürülmesidir.

Kralsız kalan halk bu toprakları terk etmiş, topraklar bereketini kaybedip bataklık haline gelmiş ve sonuçta bu muhteşem ve lüks şehir, tarih sahnesinden silinmiş.

İzmir Dikili Kanai

KANAİ

Burası bir antik kent. Bademli köyü yakınlarında, Kanai isimli yarımadadadır. Burada: Lelegler ve Klikyalılar yaşamış ve büyük bir kent kurmuşlar. O dönemde, dünyanın en büyük deniz savaşı: bu bölgede, yani Klik koyunda yapılmış. Killik koyu: akvaryum gibi temiz ve güzel bir denize sahip. Hemen karşıda: Midilli adası ve arkada ise, antik Kane dağı (Karadağ) bulunuyor.

Kanai kelimesinin anlamı: “kutsal ananın yurdu”. Tarihi kayıtlarda, şehrin adı şu şekilde geçiyor: Roma donanması, 191-190 yıllarının kış dönemini, Seleukos’lar devletine karşı yürütülen savaş sırasında, Bergama krallığının ülkesi kapsamındaki bu kentte yani Kilik kumsalında konaklamış.

Ünlü coğrafyacı yazar Strabon, Kanai şehri hakkında şöyle yazar: “Kanai, Kynos’tan gelen Lokrislere ait, küçük bir kasabadır.”

Evet, kıyı kentlerinin başında gelen olağan kader, Kanai kentinin de başına gelir ve tarihi süreç içinde, zamanla, kentten geriye hiçbir şey kalmaz. Sadece: burunda görülen duvar kalıntıları, dikdörtgen prizması taşlar. Ancak, burada kapsamlı bir arkeolojik kazı çalışması yapılmamıştır.

HATİPLER KALESİ

Katıralan köyünün yakınlarındadır. Helenistik dönemden kalma, düzenli konmuş kesme taşlardan yapılmıştır. Örme duvarları hayranlık uyandıracak güzelliktedir. Bölgede: MÖ.2000’li yıllardan kaldığı düşünülen: çanak-çömlek parçaları bulunmuştur.

Evet, kale, muhteşem güzel bir manzaraya sahip ve dağın eteklerinde bulunan yerleşim kalıntıları çok düzenli. Antik dönemde, bu kalıntıları görülen kentin çok güzel bir yere kurulduğu anlaşılıyor. Ancak, bu kent hiçbir resmi kayıt ve kaynakta geçmiyor.

İzmir Dikili Kalem Adası

KALEM ADASI

Deniz ortasındadır. Eski bir Rum köyü olan, Bademli köyünün açıklarındadır. Sahile 400 metre uzaklıkta. Bitki örtüsü, doğası ve tarihi dokusuyla öne çıkmaktadır. Ancak: ada, özel mülkiyette. Zaten ada üzerinde, adanın sahibi olan işadamına ait, özel bir resort bulunuyor.

Zengin su altı dünyası ve türkuaz renkli deniziyle, ziyaretçilerine bambaşka bir dünya sunuyor. Adada: bir özel işletme tarafından; hizmet sunuluyor. Mavi bayraklı denizi, güneş ve kum ile, yemyeşil doğanın verdiği huzur, lezzetli yemekler, lüks odalar, masaj, jakuzu gibi konforları bulunca, şaşırmamak elde değil. Bu otelden rezervasyon yaptırdığınızda: kara yolu ile giderseniz, Bademli köyünden tekne ile, özel olarak adaya ulaştırılıyorsunuz.

Bunların yanında: adanın bulunduğu bölgenin, tarihsel önemi de var. Şöyle ki: MÖ.406 yılında, Atina ile Sparta arasında yapılan ve 270 geminin katıldığı, dönemin en büyük  deniz savaşı, bu bölgede yapılmış.

İzmir Dikili Nebiler Şelalesi

NEBİLER ŞELALESİ

İlçe merkezinden, çok kısa bir yolculukla ulaşılıyor. Burası tam bir doğa hazinesi. Burada: şelale, yaşlı ağaçlar ve bir mağara bulunuyor. Görülmeye değer doğal güzelliklerin başında geliyor.

KEMENTE YAYLASI

Nebiler’den yola çıkarak, Çukuralan köyü aşılır ve sonra eşsiz doğal güzellikteki Kemente yaylasına varılır. Tracking ve jeep safari için elverişli alanlar var. Antik Karina şehrine, taş sütunların arasından geçerek ulaşabilirsiniz.

İzmir Dikili Karagöl

KARAGÖL

Merdivenli köyünden başlayıp, Şehitler Mezarlığıyla devam eden yol üzerinden, Karadağ’ın yemyeşil tepeleri arasında bulunmaktadır. Volkanik bir göldür. Ekolojik turizm tutkunları için muhteşem güzellikler sunar.

İzmir Dikili Çandarlı

ÇANDARLI

İzmir il merkezine, 84 km. uzaklıktadır. İzmir-Bergama yol çatısından 11 m, Çandarlı-Dikili arası: 19 km. Çandarlı-Bergama arası: 34  km. uzaklıktadır.

Bir yarımada şeklinde, üç yandan denizlerle çevrilidir. Körfezin genişliği 20 km. ve uzunluğu ise 25 km. Çandarlı koyunun genişliği 800 metre ve derinliği 20 metre.

Burada, yaklaşık 5000 yerleşik nüfus yaşıyor. Yazın elbette, yazlıkçıların gelmesiyle, bu nüfus hızla artıyor ve yaklaşık 80 bine çıkıyor.

Çandarlı ismi: Sultan II. Murat’ın ünlü sadrazamı, Çandarlı Halil Paşa, devlet geleneği görmüş olan soylu bir aileden geliyordu. 24 yıllık sadrazamlık görevi süresince, denizciliğe, donanmaya ve dolayısıyla kıyı yerleşim yerlerine ilgi göstermiştir.

Çandarlı Halil Paşa, Cenevizlilerden kalma, köhne kaleyi yeni baştan ele alıp inşa ettirir. Böylece: 5 burçlu ve 16 metre yüksekliğindeki surlarla çevrili bu kaleye, Türkler yerleşirler. Bunun üzerine: buraya yerleşenler, Pitane adını bırakırlar ve yöreye “Çandarlı” ismini verirler. Yani: Çandarlı adının anlamı, Halil Paşa’nın sanı denilebilir.

Öte yandan, tabii akla gelen ilk şey, Çandarlı ailesinin buralı olması. Hayır. Çandarlı Paşa ailesi, aslında, Ankara’nın Nallıhan ilçesine bağlı Cendere köyündendir.

Çandarlı’nın daha önceki dönemlerdeki ismi ise: Elaitikos Kolpos.

Çandarlı hakkında burayı ifade edecek bir kelime söylemek gerekirse “rüzgar” denilebilir. İmbat, yaz günleri için ferahlık vericidir. Gündüz-gece arasında yön değiştiren meltem rüzgarları, iyot dolu deniz esintileri saçar. Standartlara göre az rutubetli bir havası var.

Ama, yazın bile, bazen çok sert esen bu rüzgar, ziyaretçilerin keyfini kaçırmaya yetiyor. Zaten bu yüzden Çandarlı’nın arka bölümünde bulunan tepelere, rüzgar enerjisi elde etmek için tirübinler yerleştirilmiş. Rüzgar her ne kadar olumsuz düşünülse de, olumlu yanı, Çandarlılıların, sıcak yaz günlerinde, asla bunalmamaları.

Doğal klima serinliğine alışmışlar. Körfezin batısı: açık deniz olduğun için rüzgarlı havalarda güvenli değil. Deniz trafiği, büyük dalgalar nedeniyle engelleniyor.

İzmir Dikili Çandarlı

Çandarlı denilince, belki çoğu kimsenin dikkatini çekmeyecek bir şey daha var: beş musluk çeşmesi. Bu çeşmenin suyu kaliteli ve aynı zamanda şifalı. Böbreklerde ve idrar yollarındaki taşları düşürüyormuş.

Yani: bu yönde sıkıntısı olanlar, Çandarlı yöresinde, beş musluk çeşmesinin suyunu mutlaka içmeliler. Zaten, insanlar çeşmenin önünde kuyruk oluşturuyorlar, yanlarındaki çeşit çeşit su kabını dolduruyorlar.

Peki, Çandarlı’nın yerel lezzetleri nedir? Çandarlı mutfağında, tüm Ege bölgesinde olduğu gibi, zeytinyağlılar öne çıkıyor. Sarmasından, dolmasına, tüm zeytinyağlılar burada ayrı bir lezzet sunuyor. Kızartılmış patlıcan ve biberi, tavada yağda hazırlanmış domates sosunun ilave edilmesiyle servis ediliyor.

Tüm deniz ürünleri, balık lezzetlerinin yanında ise, buraya has Çandarlı Kebabını mutlaka tatmalısınız. Tırnaklı pide üzerine:  et, mantar, mısır ile hazırlanıyor. Üzerine ise, tavada kızartılmış tereyağı dökülüyor.

İzmir Dikili Çandarlı Kalesi

ÇANDARLI KALESİ

Osmanlı döneminde, Sultan II. Mahmut’un ünlü sadrazamı Çandarlı Halil Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kalede kullanılan taşların çoğu, antik dönemlerin taşlarıdır ve MÖ.2.yüzyıldan kalmadır. Çandarlı Halil Paşa: kaleyi yaptırırken: bu taşları, Foça’dan kölelere taşıtarak getirtmiştir. Söylenenlere göre: en çok taş taşıyan köle “azat” edilecek denilerek, işin çabuk yapılması sağlanmıştır.

Aslını isterseniz, kalenin ilk olarak:  13-14.yüzyıl dönemlerinde, Cenevizliler tarafından yapılmış. Osmanlıların yaptığı, mevcut kalenin yenilenmesi. Çandarlı kalesi: bugün beş kulesi, mazgalları, kapısı ve duvarları ile tüm görkemiyle ziyaretçilerini karşılıyor. 1955 yılında ise, aslına sadık kalınarak, restore edilmiş. Kalede: sık sık konserler düzenlenir.

Ama, bunların dışında kapalı. Burayı ziyaret etmek isteyenler, sadece kalenin çevresinde dolaşarak yetiniyorlar. Yıllardır da açılmamış. Nedeni mi? Ben öğrenemedin, bilen varsa, söylesin. Kalenin içine girilmesi, gezilmesi neden engelleniyor, gerçekten buna mantıklı bir sözle cevap vermek isteyen olduğunda, lütfen yorum bıraksın. Yoksa, yetkililer, bu kaleyi ziyarete açsınlar.

KIZ KULESİ (CORCİ-CORCİO ADASI)

Denizköy denilen yerde. Adanın tepesindedir. Kapısı yok. Söylentilere göre: bir dehlizle denize bağlanıyormuş. Bazılarına göre ise: bir gözetleme kulesidir. Nemrut körfezinin ucundaki, antik Kyme kentine: ışık veya dumanla haber vermek için yapılmış.

Kimine göre ise: Cenevizliler, haberleşmek ve belli zamanlarda sığınmak için, burayı kullanmışlar. Kulenin, hemen yanında Denizköy var.

İzmir Dikili Çandarlı Plajı

ÇANDARLI PLAJI

22 km. lik sahil şeridi var. Ancak, bu plajın en büyük özelliği: rüzgar karadan esiyor ve deniz bu yüzden durgun. Ama: deniz suyu genelde soğuktur. Ege denizinin bu bölgesinde genelde olduğu gibi, deniz çivi gibi soğuk. Bu denize girmek için alışkın olmak şart.

Bu plajın diğer bir özelliği de: Çandarlı’da, plaja en uzak mesafedeki evin, uzaklığının 400 metreyi geçmiyor olması, yani plajın evlere yakın olması büyük avantaj.

İzmir Dikili Pıtane

PITANE

Bu isim: Yunan kökenli olmaması ile öne çıkıyor. Anadolu kökenlidir. Böyle olunca da, bölgenin: Helenistik dönem olan, MÖ.6-5.yüzyıllardan daha gerilere gidilmekte, MÖ.2000 başlarına tarihlenmektedir.

Pitane sözcüğünün kelime anlamına gelince “kadın kenti, ana kenti, kraliçe kenti, Amazon kenti” anlamları ortaya çıkmaktadır. Amazonlar: ok atmalarını engellediği için, sağ memelerini dağlayarak ya da keserek yok eden, kadın savaşçılar.

Pitane adlı ana kraliçenin; Çandarlı’yı, Kyme’yi ve Priene şehirlerini kurduğu, ama yalnızca, Çandarlı’ya adını verdiği düşünülüyor.

Kentin ne zaman kurulduğu, yine de tam olarak bilinmiyor. Ancak, biraz önce de sözünü ettiğim gibi, Helenistik dönem öncesi olduğu kesin.

Tarihi süreç içinde, kentin ismi ilk kez: MÖ. 88 yılında, Romalılarla savaşarak, Batı Anadolu’yu ele geçiren, Pontus kralı VI. Mithridates zamanında duyulur.

Mithridates: Sulla’nın komutasındaki Roma ordusuna yenilerek, Pergamon bölgesini boşaltır ve Pitane şehrine sığınır. Orası da kuşatılınca, deniz yoluyla kaçmayı başarır. Daha sonra, şehir hakkında herhangi bir bilgi bulunmuyor. Günümüzde, şehirle ilgili mimari bir kalıntı da yok. MÖ.6’ncı yüzyıla tarihlenen bir erkek heykeli, günümüzde Bergama Müzesinde sergileniyor.

Ayvacık tanıtımı.

Bergama tanıtımı.

Kınık tanıtımı.

Ayvalık tanıtımı.

 

İzmir Aliağa

İzmir Aliağa: Karayolundan geçerken, ilk gözünüze çarpacak olan: uzaklardaki büyük sanayi tesisleri, küresel depoların görüntüleri. Aliağa denince, aklıma hemen bu görüntüler ve ağır sanayi tesisleri geliyor. Bu tesislerin bulunduğu yerde, deniz nasıl olur hep merak etmişimdir, gittiğimde gördüm. Deniz ne kadar temiz ve güzel denilse de, inanın hemen karşınızda duran o devasa tankerleri görünce, bu denize giresiniz gelmiyor.

Deniz uzaktan seyredildiğinde yani sahil bandında görüntü olarak mükemmeldir. Ama yine de rafinerilerin ve bacalarının karşıdan görünümü: insanın tüm keyfini kaçırıyor. Yani kalkınmayı başarmış ama turizmde gelişmemiş bir ilçe.

İzmir Aliağa

ULAŞIM

İzmir-Çanakkale kara yolu, ilçenin içinden geçer. Aliağa-İzmir arasındaki uzaklık: 60 km. olup, bu uzaklık otomobil ile 45 dakikadır. Bunun yanında: Aliağa ve İzmir arasındaki hızlı banliyö sisteminin hizmete girmesiyle, 80 km. lik demir yolu hattı, ulaşımda büyük kolaylık sağlayacaktır.

Aliağa-Foça arasındaki uzaklık: 44 km. Aliağa-Dikili arasındaki uzaklık: 63 km. Aliağa-Balıkesir arasındaki uzaklık: 217 km. Aliağa-Çanakkale arasındaki uzaklık: 271 km. Aliağa-Manisa arasındaki uzaklık: 48 km. dir.

Her ne kadar bölgeye insan ulaşımını etkilemese de, Aliağa bölgesinde, Nemrut körfezinde, 7 iskele bulunuyor. Bu iskelelerden: yılda, 3500-4000 gemi, yükleme-boşaltma yapıyor. Ama, burada ilginç bir durum daha ortaya çıkıyor.

Daha önceki yıllarda, bu bölgeye yani Nemrut körfezi kıyılarına gelenler, sağa-sola dağılmış tarihi eserleri görür, hatta yürürken bu tarihi eserlere, kalıntılara ayakları takılırken, günümüzde, buraya yapılan 7 iskele, tüm bu tarihi tamamen yok etmiştir. Yapanların kulakları çınlasın.

İzmir Aliağa

TARİHİ

Aliağa ilçesi: Aiolis bölgesinde kurulmuştur. Tarih içinde, birçok uygarlık, bu bölgede egemenliklerini sürdürmüşlerdir. Aiolis kentlerinden: Kyme ve Myrina, günümüzdeki Aliağa ilçe sınırları içindedir. Yapılan araştırmalara göre, bölgedeki ilk yerleşim: MÖ.3500 yıllarına kadar gitmektedir.

1025 yılında meydana gelen deprem, bölgede büyük zarar vermiştir.

1313 yılından itibaren, bölgede Saruhan Beyliğinin egemenliği görülür. O dönemlerde, Aliağa, bir çiftlik durumundadır. 1585 yılında, Sultan III. Murat döneminde, burada bir çiftlikten ve 23 kişinin yaşadığından söz edilmektedir. Aliağa, 1890 yılında, Menemen kazasına bağlı bir köy olarak kayıtlıdır. Aliağa Çiftliği olarak isimlendirilen bu Osmanlı-Rum köyüne ilk göçmenler, Balkan Savaşının ardından, 1913 yılında yerleşmeye başlarlar.

1919 yılında, Yunanlılar bölgeyi işgal ettiklerinde, bölgeden kaçan Müslümanların evlerine, Midilli adasından getirilen göçmenler yerleştirilir. 1922 yılında ise, işgal sona erdirilir. 1924 yılında ise, mübadele sürecinde, Türk göçmenler, Aliağa çiftliğinde, Kazım Dirik mahallesine yerleştirilirler.

Cumhuriyet döneminde ise, 1937 yılından sonra bir bucağa dönüştürülmüştür. 1970’li yıllarda: T.P.A.O. ve İzmir Rafinerisinin kuruluşu tamamlanır.

1982 yılında ise, ilçe statüsüne alınmıştır.

Aliağa isminin anlamı: Sultan 4.Murat: Bağdat zaferinden dönerken, Bağdat Savaşında Osmanlı ordusuna yardım edenlerin bir kısmını, beraberinde getirir. Onlara, batıda geniş topraklar bağışlar. Bu bölgeyi de: Arapoğullarından Abdülkerim ağaya bağışlar. Abdülkerim ağa öldüğünde ise, toprakları, dört oğlu arasında paylaşılır.

Oğullarından Aliağa buraya yerleşir ve buranın adı “Aliağa” olarak anılmaya başlanır. Söylenenler bununla bitmez. Söylentilere göre: “Aliağa, zaman içinde bir suç işler. İstanbul’da ölüme mahkum edilir. Ancak, Avusturyalı Baltacı Edwards isimli biri tarafından bu cezadan kurtarılır. Edward: daha sonraki dönemde Müslüman olur ve Kenan adını alır.

Aliağa: canını kurtaran bu adama, adını değiştirmemek koşuluyla, çiftliğini bırakır. Edwards, buraya, 3 katlı bir bina yaptırır. Aliağa yöresinin ilk yapısı budur. Ancak: 1922 yılında, kıyıyı top ateşine tutan İngiliz donanmasından bir gemi, bu binanın üçüncü katını yıkar. 1933 yılında ise, bu malikane, İzmir Valiliği tarafından ilkokul haline getirilir. 1972 yılında ise, tamamen yıkılarak, yerine, yeni bir ilkokul inşa edilir.

İzmir Aliağa

GENEL

Aliağa, ege denizi kıyısındadır. İzmir’in bir sanayi ilçesi olarak öne çıkmaktadır. Arazi niteliği: kısmen düzlük, kısmen de dağlık bir karaktere sahiptir.

DPT tarafından, 2000 yılındaki idari yapı esas alınarak, 81 ilin 872 ilçesini kapsayan araştırmada: Aliağa ilçesinin, Türkiye’nin Büyükşehir ilçeleri dışında kalan Körfez ve Gebze ilçelerinin ardından, en gelişmiş üçüncü ilçesi olduğu tespit edilmiştir. Şehirleşme oranı ile, bütün ilçeler arasında, 128’nci sırada yer alır.

1960’lı yıllarda küçük bir balıkçı köyü olan İlçe, 1980’li yıllarda hızla nüfus artışına uğrar. Özellikle: Aliağa Demir-Çelik ve Petro-Kimya Tesislerinin kurulmasıyla, hızla gelişir. Ege’nin nüfus çeken, bir sanayi merkezine dönüşür. Nemrut Limanının kuzeyine yerleşen, ülkemizin en büyük petrokimya enstitüsü: Petrol Ofisi ve çeşitli sıvılaştırılmış gaz depo ve dolum tesisleri: çok uzaklardan bile, özellikle karayolundan geçerken mutlaka gözünüze çarpacaktır.

1970’li yıllarda başlayan sanayileşme hareketleri sonucunda, bugün ilçede, 40 kadar büyük sanayi tesis ve kuruluşu ile 1577 işyeri mevcuttur. Bunların sonucunda: sosyal olanaklar olarak, yalnızca PETKİM’in lokalleri sıralanıyor. Yani: eğlenceli olmayan, vakit geçirilemeyecek bir yer.

Bunlardan söz etmişken, buraya has bir özelliği daha söylemeden geçemeyeceğim. Bu kadar çok sanayi tesisinin bulunması sonucu, buranın yerel yönetimi muhteşem bir vergi geliri elde ediyor. Ama, elde edilen bu gelirin, yörenin gelişmesi için harcanmadığı söylentileri çok yaygın, çünkü yörede daha öncede sözünü ettiğim gibi, büyük yatırımlar yok, en azından göze çarpmıyor. İlçenin zenginleri ise, gelirlerini ilçede harcamaktan ziyade, İzmir’de harcamayı tercih ediyorlarmış.

Aliağa ilçesinde, köklü ve büyük esnaf sayısı yok denecek kadar azdır. Bu nedenle, ilçede ticaret çok gelişmemiştir.

İlçede; ılıman Akdeniz iklimi hakimdir. Kışlar genellikle yağmurlu geçerken, yaz mevsimi kuraktır. Kışın kuzey rüzgarları hakimdir. Yazın ise, batıdan esen imbat rüzgarı, ilçeye serinlik getirir ve nem oranını düşürür. Ancak, bu iklim değerleri, elbette sanayi tesislerinin bulunduğu yerler için pek geçerli değil.

Örneğin: Tüpraş tesislerinin bulunduğu yerde, sürekli tüp kokusu alırsınız, yani iklim özelliklerinin en belirgin kavramı: yalnızca ve yalnızca tüp kokusudur. Bunun sonucunda, elbette kafayı bulur, sürekli uyursunuz. Burada yaşayan bir yakınınızı ziyarete giderseniz, sanırım bir torba saf oksijen götürmeniz de yarar olabilir.

İzmir Aliağa

GEZİLECEK YERLER

ALİAĞA MÜZESİ

Müze binasının yapım çalışmaları halen sürdürülmekte olup, tamamlanmamıştır. Müzenin kaba inşaatı bitirilmiş, ancak tam olarak hizmete açılmamıştır. Buradan yetkililere seslenelim ve müzenin hizmete açılması için gerekli olan resmi ödemelerin yapılmasını rica edelim.

Çünkü: bölge tamamen antik kalıntılarla doludur. Bu kalıntıların, çıkarıldıkları yörede sergilenmeleri esas alınmalıdır. Ayrıca: bu müze yapısı tamamlandığında, bu bölgeden daha önceki tarihlerde çalınarak yurt dışına kaçırılmış eserlerin yurda geri döndürülmesi de sağlanabilecektir. Bence, bu müze yerel yönetimler tarafından yapılacak para yardımı ile tamamlanmalı.

Çünkü: daha önce de söylediğim gibi, yerel yönetim, muhteşem vergi gelirlerine sahip. Ama, bir yandan da müze isteniyor mu acaba, sormak lazım. Müze kimsenin umurunda olmayabilir. Çünkü: sanayi tesisleri, zaten yeteri kadar gelir sağlıyor. Burada, ince bir konu var.

Aliağa: gelirlerini turizmden mi, yoksa sanayiden mi karşılayacak. Sanayi, zaten belirli bir gelir sağlıyor, bu yüzden turizmi sanırım umursayan yok. Biz yine de, Aliağa’da dolanmaya devam edelim ve turizm etkinliklerini yazalım.

İzmir Aliağa Gryneion

GRYNEİON

Çandarlı körfezi kıyısında kurulu, antik bir yerleşim yeridir. Yeni Şakrak köyünün, yaklaşık 1 km. güneyinde, Temaşalık burnundadır. İlçe merkezinden: 13 km. uzaklıktadır. İzmir il merkezine uzaklığı ise: 75 km. dir. Çıfıtkale mevkiindedir.

İzmir Aliağa Gryneion

Bu antik şehir hakkında fazla bilgi yok. Kuruluşu, kesin olarak bilinmemektedir. İsminin Helen dilinde bir anlamı bulunmamaktadır. Büyük olasılıkla, Luwi dilinden alınarak, Helen diline uydurulmuş bir sözcüktür. Ayrıca: Amazon kraliçelerinden Myrina’nın yardımcısı Coryne’den geldiği de düşünülmektedir.

Antik Aiolis bölgesinin, 12 kentinden biri olduğu biliniyor. Bulunduğu dönemde: önemli bir liman kenti olduğu düşünülüyor. Ayrıca: burada bulunan ünlü Apollon Tapınağı ve kehanetleriyle tanınmış olduğu anlaşılıyor.

Strabon: Batı Anadolu’daki Apollon mabetlerinin en ünlüsünün, burada bulunduğunu yazmaktadır.

MÖ.5’nci yüzyıl sonlarında: Peloponnessos savaşlarında, Sparta’ya yenilen Atina: Anadolu’daki gücünü, Perslere kaptırır. Bunun sonucunda: Gryneion, Pers satrapına bağlanır ve vergi vermeye başlarlar. Perslerin, yöredeki üstünlüğü, MÖ.335 yıllarına kadar sürer.

Büyük İskender: Anadolu seferine çıkmadan önce: komutanı Parmeion’u: ön hazırlık yapması ve köprü başı tutması için: Gryneion bölgesine gönderir. Parmeion, ani bir baskınla şehri ele geçirir ve yakıp-yıkarak, halkını esir eder. Böylece: Gryneion şehrinin egemenliği sona erer.

Şehir: Helenistik dönemde, Myrina’ya bağlanır. Bundan sonraki dönemde ise, yalnızca “Apollo Tapınağı”nın ismi, gündemde kalır. Roma çağında ise, iyice sönükleşir. Myrina şehrine bağlı bir tapınak durumunda kalır.

Yalnızca, bir kehanet yeri olarak bilinir ve anılmaya başlanır. MÖ.300 yıllarında, şehirde basılan sikkelerde: bir yüzde Apollon ve diğer yüzde ise midye kabartması görülür. Midye denince: Gryneios şehri: yakınlarından çıkarılan midye ve istiridyeler ile de ün kazanmıştır.

Şehir: MÖ.334 yılında, Pergenion krallığı tarafından yıktırılarak, tarih sahnesinden silinmiştir. Bölgede görülen kalıntılar üzerinde yapılan incelemede: limanı koruduğu sanılan, 2 uzun dalgakıran ve küçük bir kuleye ait olduğu sanılan blok taşlar ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca, burada toplanan seramik parçalarında, değişik uygarlıkların izleri görülmektedir.  

Bunun dışında, kentten günümüze hiçbir iz kalmamıştır. Ancak: ünlü Apollon tapınağının, Temaşalık Burnunun en yüksek kesimindeki, dikdörtgen biçimli bir alanda bulunduğu düşünülmektedir. Çünkü: bu alanda, yivli ve yivsiz sütun gövdesi parçaları, çevreye yayılmış olarak durmaktadır.

Ayrıca: ünlü coğrafya yazarı Strabon, yazılarında: “ Apollon bilicilik merkezinde, beyaz mermerden yapılmış bir mabetten söz eder. Tanrının, yani Apollon’un en güzel korusunun, burada bulunduğunu” yazar.

Tüm bunların yanında: diğer bir söylentiye göre ise, 19.yüzyıl başlarında, Menemen’de yerleşik Rumlar: bu tapınak yerinde kazı yaparlar ve beyaz-büyük mermer kütlelerini bulurlar.

Bunları: yeni kiliselerinin yapımında kullanırlar. Yani: tapınağın harabelerinin, 18’nci yüzyılda görünür durumda bulunduğu söyleniyor. Hatta kapısının üstündeki bir kitabede, şöyle yazdığından söz edilir: “ Sırları keşfeden Apollon’a, Attale’nin oğlu Philaette”

Antik şehrin nekropol (mezarlık) alanının ise: bölgenin kuzeyinde, günümüzde balık üretme gölü olarak kullanılan tuzla çevresinde bulunduğu sanılıyor.

Sonuç: antik çağlarda, kıyı kentlerinin başına gelen, Gryna şehrinin başına da gelir. Çünkü: kentte bulunan tüm mimari objeler, gemilerle başka yerlerde kullanılmak üzere, buradan götürülür. Günümüzde: Apollon Tapınağından herhangi bir iz görülmemektedir. Temaşalık burnunun kuzeyinde, deniz kıyısında, sütun kalıntıları görülebilmektedir.

İzmir Aliağa Myrina (Sebastopolin)

MYRİNA (SEBASTOPOLİN)

İzmir-Çanakkale yolu üzerinde, kuzeye giderken, Aliağa ilçesini geçtikten sonra: Güzelhisar çayı üzerindeki bir köprü aşılır ve Güzelhisar çayının denizle birleştiği yerde, Çandarlı körfezinin son koyundadır.

Bikri/Beriki tepe ve Öteki tepe isimli, iki tepe üzerinde şehir kurulmuştur. Zamanla, kent, bu iki tepeye ve yamaçlarına yayılmıştır. Kent mezarlığı ise, Birki Tepenin kuzey eteğine ve karşısındaki tepeciğe dağılmıştır. Evet, bu büyük mezarlık kalıntıları, yakın geçmişte, bir tesadüf sonucu bulunmuştur. Tepenin yamacındaki duvar parçası ise, Myrina antik kentinin, Bizans dönemindeki surlarından kalan bir kalıntıdır.

Evet, şehir hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. İsim olarak düşünüldüğünde, şehrin isimi anlamının “Ana tanrıça kenti” olduğu düşünülmektedir. Bazı yazıtlarda ise, buraya “Kalabaksaray/Kalabakhisar” denildiği de görülmektedir.

Bu antik yerleşim yerindeki ilk araştırmalar, 1874 yılında yapılmış ve yaklaşık 5000 kadar mezar ortaya çıkarılmıştır.

Ancak, bölgenin makus talihi gereği, bulunan objelerin hepsi, çalınarak yurt dışına kaçırılmıştır. Günümüzde, mezarlardan çıkarılan Helenistik Terra Cotta’lar, İstanbul ve Paris-Louvre Müzelerinde sergilenmektedir.

Biz yine şehirden söz edelim. Şehirle ilgili ilk kayıtlar, MÖ.475 yılında ortaya çıkmış. MÖ.260 yılında, şehir, Selefkiler tarafından ele geçiriliyor. Kısa bir süre sonra ise, Arkaios savaşını kazanan Attalos, şehri yeniden geri alıyor.

MÖ.11’nci yüzyılda, Bergama krallığının egemenliği görülüyor. MS.17-30 yılları arasında ise, depremler var ve şehir tamamen yok oluyor. Yani, biraz önce söylediğim gibi yani, Gryneion kenti gibi, burada da görebileceğiniz bir kalıntı yok. Niye mi yazıyorum? Bilgi olsun diye.

İzmir Aliağa Aigai

AİGAİ

Biraz önce sözünü ettiğim antik kentlerden günümüze herhangi bir kalıntı kalmamış olmasına rağmen, Aigai antik kentinden, günümüze bir kısım kalıntılar kalmış. Tarih meraklıları, burayı gezmeye gidebilirler.

Köseler köyü yakınlarında, Nemrut kalesi olarak bilinen yerleşim yeri: antik dönemde, Aiol isimli bir yerleşim yeridir. Yani: Helenistik döneme ait, Anadolu’daki en eski kentlerden biridir. Burası, aynı zamanda, Güzelhisar çayının başlangıç yeridir.

Evet, buranın yerleşimcileri: yaklaşık 3000 yıl önce, Ege denizini geçip, Anadolu’nun kıyı bölgelerinde koloniler kuran Helen uygarlığının öncüleridir. Burada, bir efsaneden söz etmek istiyorum. Konu ile ilgili olması açısından önemli: “ Atina kralı Aegeus, oğlu Theseus’u: Girit’te labirent bir sarayda yaşayan boğa ve insan karışımı, canavar Minotauros’a, büyük bir gemiyle, kurban olarak gönderir.

Eğer, oğlu, bu labirentten geri dönerse, dönüş yolunda, gemiye beyaz bayrak çekilecektir. Oğul Theseus, Girit kralının kızının da yardımıyla, azgın yaratığı öldürür ve her yıl kurban isteyen Minos geleneğine son verir.

Ancak, dönüşünde, gemisine beyaz bayrak çekmeyi unutur. Beyaz bayrağı göremeyen baba Aegeus ise, üzüntüden kendisini denize atar ve ölür. Ege denizi de, daha sonraki dönemlerde: onun adıyla, yani “Aigaios Pontos” adıyla anılmaya başlanır. Bu “Aigaios” kelimesinin Helen dilindeki anlamı “keçi”

Bu gezdiğimiz şehrin adı da: Aigia. Yani: bir anlamda “keçiler halkı” Zaten, biraz sonra sözünü edeceğim üzere, burada: çok miktarda keçi beslenir ve kılından çok güzel dokumalar üretilirmiş.

Şehir halkı: sakin bir yaşam sürerdi. Tarımla uğraşırlar, zeytinyağı üretirler ve komşuları İnoia’lılarla barış içinde yaşarlarmış. Ama keçi kılı dokumaları, bölgede çok ünlüymüş. Birde, meşhur bir şairleri var.

Lesboslu (Midillili) Sappho. MÖ.7-6’ncı yüzyıllarda bu bölgede yaşayan şair hakkında, ünlü coğrafya bilgini Strabon Gegoraphika adlı eserinde şöyle demektedir.” Sappho ile şiir alanında, en alt düzeyde bile yarışabilecek hiçbir kadının varlığını tanımıyorum.”

MÖ.218 yılında, Bergama krallığının egemenliğine bağlanan kent: barbar olarak nitelendirilen Pers istilasından uzak, sorunsuz bir yaşam sürdürür. Delos deniz birliğine, hiçbir zaman üye olmazlar. Egemenliklere, sessizce boyun eğerler. Ama, bir keçi gibi inatla, kimliklerini en fazla koruyabilen ve yaşatabilen insanlar olarak tarih sahnesinde yerlerini alırlar.

Günümüzde: yıkık bir kent gibi görünse de, ayaktaki kalıntıları halen etkileyicidir. Çünkü, bu izler, bir zamanlar kentin ne kadar muhteşem olduğunun en büyük göstergesidir. Çok güzel korunmuş, ince işçilik sergileyen yüksek duvarlar: muhteşem. Kenti saran sur duvarları: kentin geçirdiği tarihi dönemleri gösteren güzel örnekler sunuyor.

Yoğun taş yığınları ve yıkıntılardan sonra, çarşı (agora) binası karşımıza çıktı. 80 metre uzunluğunda ve 10 metreyi aşan yüksekliğinde bir yapı. Yapı: 3 katlı. Alt kat: bir sokağa ve üst kat ise agoraya açılıyor. Burada: mantar şeklinde bir sütun başlığı var, buna özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum, çünkü Aiol mimari güzelliğini ortaya koyan güzel bir örnek.

Daha sonra: tiyatronun üst terasında, tapınaklar alanında, iki tapınak kalıntısı var. Bunlardan biri: Zeus ve kızı savaşçı Athena ile diğer küçük olanı: bereket sembolü Demeter ve kızı Kore’ye adanmış. 

Aşağıda, Kocaçay vadisinde ise bir başka tapınak var. Bu tapınak: kralların, soyluların, köylülerin ve hatta kölelerin, gelecekteki kaderlerini öğrenmek için umutsuzca başvurdukları bir tanrı için, yani Apollon için yapılmış bir tapınak.

İzmir Aliağa Kyme

KYME

Çakmaklı köyü yakınlarındadır. Deniz kıyısında: geniş Aliağa körfezinde, bugün Nemrut limanı olarak bilinen bir koyda bulunmaktadır. Günümüzde, burada: Petrol Ofisi ve Pektim tesisleri bulunuyor. Kentin, bu bölgede çevreye yayılan kalıntılarının üzerine, günümüzde 7 tane iskele yapılmış ve kalıntılar tamamen ortadan kaldırılmış.

Düşünün, binlerce yıl ortadan kaldırılamayan kalıntılar, son yirmi kırk yıllık sürede, tamamen ortadan kaldırılmış. Belki de, bu taşlar, asırlar önce yapıldığı gibi, liman inşaatında bile kullanılmış olabilirler.

Şehir: MÖ.1050 yıllarında, Frigio Locrico bölgesinden gelen, Aeoller tarafından kurulmuştur. Kyme sözcüğü: Helen dilinde herhangi bir anlam taşımamaktadır. Ancak, Luwi dilindeki “Ana tanrıça kenti” anlamına gelen ”Kama” kelimesinden türetildiği düşünülmektedir.

Kent, kuruluştan hemen sonra ise, bir ticaret trafiğinin merkezi haline gelir. Ünlü coğrafyacı yazar Strabon’a göre: “ Kent, döneminde bölgenin en büyük kentlerinden biridir. Burasının Lesbos ile birlikte, sayıları 30’a varan ve halen çoğu yok olmuş bulunan diğer kentlerin Metropolis’i olduğu söylenebilir.

Kyme: akılsızlığından dolayı, alay konusu olmuştur. Bazılarının anlattığına göre: kuruluşundan, ancak 300 yıl sonra, liman vergisi alınmaya başlanmıştır ve bundan önce, halk bu gelirden yararlanamamıştır. Bu nedenle: “deniz kıyısındaki bu kentte yaşadıklarını “geç anlayan (300 yıl sonra) bir halk olarak ün kazanmışlardır”

1925 yılında yapılan kazılarda: bir portiko, bir ev ve ufak bir İsis tapınağının bulunduğu kalıntılar ortaya çıkarılmıştır.

Ancak, bölgedeki pek çok İyon kentinde olduğu gibi, buranın taşları da, daha sonraki dönemlerde yeni yapılan yapılarda kullanılmış (biraz önce söyledim ya, belki de, yeni yapılan iskelelerin inşaatında bile kullanılmış olabilir) ve şehre ait fazlaca kalıntı günümüze kalmamıştır. Bugün, kent kalıntıları arasında: sadece, anıtsal bir yapı, İon üslubunda mabet kalıntıları, gövdeleri yivsiz iki sütun dizisi ve tiyatronun yeri görülebiliyor.

Tiyatro: kuzey tepesindedir. Yarım daire şeklindeki caveasının, günümüzde yalnızca izleri görülüyor. Ayrıca: bu kuzey tepenin en uç noktasında: İon üslubunda yapılmış ve Tanrıça İsise adanmış bir mabet kalıntısı görülüyor. Bunların yanında: Nemrut limanda: kuzey ve güney mendireklerine ait kalıntılar, çok sayıda yazıt ve sikke bulunmuştur.

Toprak üstünde ise, çevreye yayılmış, çok miktarda çanak-çömlek parçalarına rastlanıyor. MÖ.2.yüzyılda, Kymeliler, bastıkları sikkelerde, Ephesus Artemis’ine benzeyen bir Anadolu tanrıçasının kabartmasını kullanmışlardır.

Burada, bulunan arkeolojik eserler ise, İstanbul ve İzmir Müzelerin sergilenmektedir. Bunların en önemlileri ise: tunçtan yapılmış atlet heykeli ve İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenen: Artemis başı buluntusudur. Koşucu heykeli: rastlantı sonucu, denizden, balıkçılar tarafından çıkarılır. Bronz heykel, MÖ.1’nci yüzyılın ikinci yarısına tarihleniyor. Rastlantı sonucu bulunmuş, büyük olasılıkla denizden ağlarını toplayan bir balıkçı, ağlarında balık yerine bu bronz heykeli görünce, önce şaşırmış ve sonra da balık çıkmaması nedeniyle kaderine kötü söz söylemiştir.

Ama, bilse ki, bu heykelin değerinin para ile ölçülemeyeceğini, bilmiyorum gidip te yetkililere teslim eder miydi, kaderine kötü söz söyler miydi? Bilmek mümkün değil, ama sonuçta, bu tür güzel bir antik kalıntının, günümüzde bir müzede sergilenmesi ve insanların onu görebiliyor olmaları büyük bir güzellik.

Bölgedeki gezilerde görülebilecek diğer objeler ise: deniz kıyısında, tamamen su altında kalmış liman yapıları, sahilde bir dizi duvar ve suyun hemen altında, 200 metre uzunluğunda, büyük dört-köşe taş bloklardan oluşmuş, gösterişli dalgakıran bulunuyor. Bu dalgakıranların büyük kaya blokları, birbirlerini, kırlangıç kuyruklu metal kenetlerle tutturulmuştur. Dalgakıran yapısı, MÖ.4’ncü yüzyılın ortalarına tarihlenmektedir.

Foça tanıtımı.

Dikili tanıtımı.

Çanakkale tanıtımı.

İzmir tanıtımı.