İstanbul Merkezefendi

zeytinburnu.genel.2
İstanbul Merkezefendi

Merkezefendi mahallesi, Zeytinburnu ilçesinin bir mahallesidir.

Mevlevihane’nin kurucusu “Merkez Efendi” dir. Kendisi: Denizli yakınlarında bir köyde doğmuştur. Birçok yeri dolaştıktan sonra Manisa merkezine yerleşmiştir. Burada öğretmenlik yaptığı yıllarda, Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Valide Sultan hastalanmış ve Şeyh Merkez Efendi, mesir macunu denen ve 41 çeşit malzemeden oluşan bir ilaç hazırlamış ve bunu kullanan Valide Sultan iyileşmiştir.

Mesir Macunu

Böylece mesir macunu denen bu ilaç büyük rağbet görmeye başlamıştır. Merkez efendi, her yıl 22 Mart tarihinde, Hafsa Valide Sultan tarafından yaptırılan camiye gider ve hazırladığı macunları, minareden, aşağıda toplanan kalabalığa atardı. Günümüzde de bu gelenek çerçevesinde İstanbul’da her yıl türbesinin yanında geleneksel “Tıp Festivali” düzenlenir.  Sümbül Efendinin müridi Merkez Efendi, pirinin kızı Rahime ile evlenmek ister. Sümbül efendi, işi zora sokmak için, 40 deve yükü altın getirmesini ister.

Merkez efendi öyle zora girmez, hemen sur dışından 40 çuval toprak doldurup, pirine getirir. Çuvallar açılınca, içinden altın çıkar. Sümbül efendi, müridinin iyice yetiştiğini anlar ve “Sen artık sur dışına çık, kendine yeni tekke kur” der ve kızını da verir. Bu yüzden, Merkez efendinin camisi ve tekkesi sur dışında Mevlevihane kapısının ilerisindedir. Bir gün Sümbül efendi, kızı ve damadını ziyarete gelir. Kızı evde ayaklarını uzatmış, ayaklarından çıkan ateşle yemek pişirmektedir. Babasına, odunları olmadığını, dervişlerin aşını ancak bu yolla pişirebildiğini anlatır.

merkez efendi camii.2
İstanbul Merkezefendi Camii

 

MERKEZ EFENDİ CAMİİ

Merkez efendi, 1514 yılında mensubu olduğu tarikatın halvet geleneğine uygun bir tekke tesis ederek, sur dışında tenha bir yere yerleşmiştir. Kuruluşunu izleyen yüzyıllar boyunca pir makamı olmamasına rağmen, Merkez efendi tekkesi, halkın Merkez Efendiyle gerek hayatta iken ve gerekse vefatın sonra büyük sevgi ve saygı göstermesi nedeniyle, İstanbul’un en önemli tasavvuf merkezlerinden biri haline gelmiştir.

Merkez efendinin ölümünden sonra: tekkenin yanına, Kanuni Sultan Süleyman’ın kız kardeşi Şah Sultan tarafından 1552-1572 yılları arasında, Merkez Efendinin isminin verildiği bir cami ve Tevhidhane yaptırılmıştır.

İlk yapıldığında büyük bir külliye olarak planlanmış, ancak külliyeye ait diğer binalar yapılmasına rağmen günümüze ulaşmamıştır.

1837 yılında, Sultan II. Mahmut tarafından tamamıyla yeniden inşa edilen cami: zarif ahşap iç döşemeleri ve perdeli mihrap bölümü, taş duvarlarla çevrelenmiştir.

1925 yılında tekkelerin kapatılmasını izleyen dönemde, cami ve Tevhidhane, sadece cami olarak kullanılmaya başlanmıştır. Cami, son olarak 1965 yılında onarım görmüştür.

 

MERKEZ EFENDİ TÜRBESİ

Merkez Efendinin vefatından sonra, kabrinin üstüne, yine Şah Sultan tarafından türbe yaptırılmıştır. Ancak ilk yapıldığı zaman ki haliyle kalmadığı, Sultan II. Mahmut döneminde duvar hizaları aynen korunarak yeniden yapıldığı bilinmektedir.

Avlunun içerisinde, türbe duvarına iliştirilmiş mermer bir levha vardır. Büyük harflerle, Latin alfabesiyle ve Türkçe olarak şöyle yazılmıştır. “Kanuni Sultan Süleyman ile harbe girmiş gazilerden ve zamanın en ileri hekimlerinden Musa Muslihiddin Merkez Efendi, Halveti tarikatının Sünbüli kolunu kuran, din ve tasavvuf alimlerinin emsalsizlerinden Koca Mustafa Paşa Tekkesi Şeyhi Sünbil Sinan Efendinin Halifesi, büyük mürşidin vefatı ile yerine şeyh olmuştur.”

Türbede: Merkez Efendi aile fertleri ve tekkede postnişinlik yapan birkaç şeyhin sandukası bulunmaktadır. Burası İstanbul şehrinin en fazla ziyaretçi çeken yerlerinden biridir. Özellikle kandil geceleri ve Ramazan ayında kalabalıktır.

merkez efendi çilehanesi.2
İstanbul Merkezefendi Çilehanesi

MERKEZ EFENDİ ÇİLEHANESİ

Türbenin hemen arkasındaki çilehanenin zemini, avludan 7 metre aşağıdadır ve 15-20 basamaklı bir merdivenle inilir. Burası: 30 metrelik bir kuyu üzerine oturtulmuş, küçük bir kapısı ve penceresi dışında hiçbir donanımı olmayan bir barakadır.

MERKEZ EFENDİ HAMAMI

Hamam çıkmazı sokağının köşesindedir. Merkez Efendi külliyesinin bir parçası olarak yaptırılan hamam, Mimar Sinan yapımıdır. Hamam, başlangıçta çifte hamam olarak yapılmıştır. Ancak kadınlar için ayrılan kısım, özgün haliyle günümüze ulaşmamıştır. Hamam: İstanbul’daki benzeri hamamlardan farklı olarak: “Dolaplı” denen türben bir kuyuya sahip olmasıdır.

balıklı.kilisesi.1
İstanbul Merkezefendi Balıklı Kilisesi

 

BALIKLI KİLİSESİ

Merkezefendi mahallesindedir.

Kuzeyinde Balıklı caddesi batısında ise Seyitnizam Caddesi vardır.

Asıl ismi “Panagia Pege” olan kilise, Panagia Topkapı, Meryem Ana Kilisesi ve Zoodohos Peye kilisesi olarak da bilinmektedir.

Kilise, 5’nci yüzyılın ikinci yarısında, İmparator I. Leo tarafından yaptırılmıştır. Bir başka Bizans imparatoru olan I. İustianos ise kiliseyi onarttırmış ve genişletmiştir. Kilisenin kitabelerinde, Patrik I. Konstantinos döneminde, 1834 yılında inşa edildiği, Sultan II. Mahmut’un 1833 tarihli fermanıyla yenilenip 1835 yılında açıldığı ve son olarak 1933 tarihinde tamirat gördüğü kayıtlıdır. Fetihten sonra günümüze kadar olan süreçte, İstanbul’da ölen 268 patrikten, 20 tanesi burada yatmaktadır.

balıklı ayazması.2
İstanbul Merkezefendi Balıklı Ayazması

BALIKLI AYAZMASI

Balıklı Rum kilisesinin içindedir.

Balıklı Rum kilisesiyle birlikte aynı anda yapılan ve 5’nci yüzyıla ait olan Balıklı Ayazması, dönem dönem birçok onarımdan geçmiştir. İlk yenileme: İmparator I. Justinianos zamanında yapılmış ve hatta Ayasofya’nın yapımından arta kalan malzemeler ile onartırılmıştır. İmparator bu ayazmadaki suyun bir derdine derman olduğuna inanmıştır. Üstelik yanına yine bu malzemelerden bir şapel yapılmıştır.      İstanbul’un fethinden sonra bir süre bakımsız kalan ayazma, 1727 yılında Derkos Metropoliti Nikodimos tarafından, Sultan III. Ahmet’ten izin alınarak onarılmıştır. 18’nci yüzyıldan sonra havuzdaki balıklardan dolayı, Müslümanlar burayı “Balıklı Ayazma” olarak isimlendirirler.

abdülbaki paşa.1
İstanbul Merkezefendi Abdülbaki Paşa Kütüphanesi-Nevhane

 

ABDÜLBAKİ PAŞA KÜTÜPHANESİ-NEVHANE

Yapı: Abdülbaki Paşa tarafından, Sedefkar Mehmet Ağa’ya inşa ettirilmiştir. Yaptırma amacı “Darülkurra” yani “Kuran-ı Kerim eğitimi verilen yer” olarak bilinmektedir. Mimar Sedefkar Mehmet Ağa’dır. İnşa tarihi, girişin üstündeki mermer levhaya göre 1608 yılıdır.

Burada: biri büyük, ikisi küçük toplam üç mezar vardır.

Büyük mezarın banisi: bir dönem Maraş valiliği yapmış ve 3 padişah döneminde, üç ayrı kere defterdarlık yapmış Defterdar Abdulbaki Paşadır. Abdülbaki Paşa: kendisine türbe yaptırmayı planlarken, çok şatafatlı olduğunu görünce yapıyı Darülkurra’ya dönüştürmüştür.

Diğer iki küçük mezardan birisi: Sultanahmet Cami kürsü Şeyhi Mehmet Efendiye aittir.

Yapı bir dönem: Sıbyan mektebi, daha sonra ise depo olarak kullanılmıştır. 1970’li yıllarda Abdülbaki Paşa Çocuk Kütüphanesi olarak da faaliyet gösterir. Daha sonra kaderine terk edilen yapı, 2007 yılı Haziran ayında, İstanbul Valiliğinden alınan fon ile aslına uygun olarak restore edilmiştir. İlçedeki kültür faaliyetlerinde kullanılmak amacıyla “Nağmedar” ismiyle hizmete açılan bina, günümüzde nezih bir mekandır. Burayı ziyaret ederseniz, kubbeli tavanı süsleyen paneli görün.

Yapı: klasik Osmanlı üslubundadır. Kare planlı ve kubbelidir. Duvarlar kesme küfeki taşıyla örülmüştür. Kuzey duvarının eksenindeki basık kemerli kapısıyla, alt sırayı oluşturan dikdörtgen pencereleri mermer sövelerle çevrilidir.

Zeytinburnu tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

İstanbul Vaniköy

vanikoy-genel-1
İstanbul Vaniköy

Boğaziçi’nin Anadolu yakasında, Çengelköy semtindeki Kuleli Askeri Lisesinden biraz ileridedir.

Bizans döneminde burası “Napzimakion” olarak bilinirdi. 6 yüzyılda: Bizans döneminin en büyük imparatorlarından olan İustinianus’un karısı imparatoriçe Teodora: bu bölgede İstanbul şehrinin fahişelerini yola getirmek için “Matonoia” isimli bu kadınlar manastırı yaptırmıştır. Çünkü öncesinde bir fahişedir ve fahişelerin sorunlarını iyi bilmektedir. Bu kadınların daha temiz bir yaşama davet edildikleri bu manastır hakkında sadece anlatılanlara dayanan çeşitli öyküler günümüze ulaşmıştır. Zaten: Boğaziçi’nin bu kıyılarında ve köylerinde, Bizans dönemine ait aslında hiçbir şey kalarak günümüze ulaşmamıştır.

Osmanlı döneminde; 17 yüzyılda burada: Sultan IV. Mehmet’in Şeyhülislamı ve çocuklarına hocalık yapmış olan Vani Efendi’nin geniş bahçeleri ve köşkünün bulunduğu bir köy vardır. Hatta: Vani Mehmet Efendinin kıyı boyunca 17 yalı yaptırdığı söylenir.

Çünkü burada bulunan Papaz Bahçesi, Sultan IV Mehmet tarafından, hünkar şeyhi Vani Efendiye verilir. Vani Efendinin ismi nedeniyle de yöreye “Vaniköy” ismi verilmiştir. Bu kişi, yani Vani Efendi: tasavvufçular tarafından pek sevilmez. Yobaz ve cani olarak nitelendirilir ve büyük bir kızgınlık duyulur, hatta kendilerine göre Vaniköy’ü lanetli olarak nitelendirirler.

Çünkü döneminde; devlet adamları ile sıkı ilişkilerine dayanarak, özellikle Mevlevi ve Bektaşi tarikatlarını yok etmeye çalışmış, Mevlevi ayinlerini yasaklatmış, Kadızadeli tarikatını tek güç haline getirmiştir. Çünkü adamlarını ve halkı galeyana getirip: Melami, halveti ve Mevlevi tekkelerine saldırtmış, geleneksel toplumun mülk sahiplerine hücum ettirmiştir.

vanikoy-genel-2
İstanbul Vaniköy

 

Bir zamanların önce Hıristiyan sahte peygamberi ve sonrasında Müslüman olan ve Mehmet Aziz ismini alan ve “dönme” olarak nitelendirilen kişiyi, söylenenlere göre Vani Efendi Müslüman yapmıştır. Gelelim sonuna: Vani Mehmet Efendi: Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ile birlikte “Ordu Şeyhi” olarak Viyana seferine katıldı. Kuşatma başarısız olunca, Merzifonlu idam edildi ve Vani Mehmet Efendi ise, Bursa’ya sürgüne gönderildi ve orada öldü.

Kanuni: Sultan olmadan önce, şehzade iken, taht entrikaları yüzünden, babası Yavuz Sultan Selim’in adamlarından kaçarak: bu köşke saklanmış ve burada 3 yıl yaşamıştır.

Vaniköy’ün Osmanlı dönemine ait bir özelliği de: buranın yeniçerilerin Sakson adı verilen av köpeklerini yetiştirdikleri bir bölge olmasıdır.

vanikoy-camii-1
İstanbul Vaniköy Mescidi-Camii

Vaniköy Mescidi-Camii

Vaniköy’deki ilk iskan faaliyetleri 1665-1666 yılları arasında, burada Vaniköy Mescidi yapılmasıyla başlar. Yapı: Sultan IV Mehmet’in hünkar şeyhi olan Vani Mehmet Efendi tarafından yaptırılmıştır. Yapılışından 180 yıl sonra, Sultan I. Mahmut, buraya bir hünkar mahfili ekletir ve av sonrasında burada dinlenir ve Cuma namazını kılarmış.

Farklı bir mimarisi olan bu ahşap mescit: çeşitli onarımlarla varlığını günümüze kadar sürdürmeyi başarmıştır. Kırmızı, tek şerefeli minaresi, kagir zemine oturtulmuş ve betonarmedir, kırmızı renk nedeniyle çok uzaklardan seçilir. Deniz tarafında bir duvar çeşmesi vardır. Koru tarafı ise yüksek sütunlarla sundurma şeklinde yapılmıştır.

Caminin bir yanı boğaz ve diğer yanı yemyeşil bir tepeye bakmaktadır ve iki yanı, yalılarla çevrilidir. Caminin boğaza bakan tarafındaki çınar ağacına dikkat edin, bu ağaç cami yapılırken buraya dikilmiş, yani yaklaşık 350 yıllıktır.

mahmut-nedim-pasa-yalisi-1
İstanbul Vaniköy Mahmut Nedim Paşa Yalısı

Mahmut Nedim Paşa Yalısı

Yalı: 1850 yılı yapımıdır. Osmanlının Viyana Büyükelçisi Mahmut Nedim Paşa, Viyana ve Prag şehirlerindeki yapılardan etkilenerek, bu yalıyı yaptırırken bir de kule ekletmiştir. Paşa: Rus yanlısı politikaları ile bilinir ve “Nedimof” olarak da adlandırılırdı. Sadrazam olduğu dönemde, Rus Elçisi İgnatiyev ile yakın ilişki kurdu. En büyük özelliği ise, padişahın yetkilerini arttırması ve basına sansür koymasıyla ortaya çıktı ve halk tarafından büyük nefret duyulan bir kişi olarak bilindi.

Bu piramidal külahlı kulenin her katında bir oda vardır ve bu garip külahlı kule ile esas yalı, mimari olarak aslında birbirine yabancı kalmaktadır.

12 odalı yalı, tarihi geçmişinde bir dönem hemşire okulu olarak kullanılmıştır. Çünkü Paşanın çocukları tarafından Kızılay’a bağışlanmış ve II. Dünya Savaşı sırasında hemşirelik okulu olarak kullanılmıştır. Buradan yetişen hemşireler: ülkenin birçok yerine gönderilmiştir. Uzun yıllar hemşire okulu olarak kullanılan yalı, zamanla Kızılay’ın ilgisizliği nedeniyle harap oldu ve bağışlayanların istekleri unutularak ilk olarak 1996 yılında satışa çıkarıldı. Ama yalının geçmişindeki en büyük olaylar: 3 kez yanarak kül olmasıyla yaşanmıştır. Bu yüzden, özgünlüğünü yitirmiştir.

İstanbul Çengelköy tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

Boğaziçi Anadolu yakası gezi planı hakkındaki yazım için.

İstanbul Bakırköy

bakirkoy-1
İstanbul Bakırköy

Bakırköy: Roma imparatorluğu döneminde, İmparatorluğun Avrupa bölümünü, Bizanstion şehrine bağlayan “Via Egnatia” yolu üzerinde bulunmasıyla önem kazanmıştır. Çünkü burada yol üstü konaklama yerleri yapılmıştır.

Roma dönemindeki ismi “Hebdemon” dur. Bunun kelime anlamı “Yedinci” yani “kent surlarından itibaren, buranın yedinci mil’de bulunması” dır. Burası: şehre gelen önemli konukların ve askeri birliklerin karşılandıkları ve yolcu edildikleri yer olarak biliniyordu.

İmparator I. Constantinus döneminde; burada: gösterişli konaklar, yazlık saraylar, av köşkleri ve kiliseler varmış ve dönemin en gözde semtlerinden birisiymiş. 1960’lı yıllarda yapılan kazılarda: bu dönemden kalma, en eski kiliselerden biri olan “Ayios İonnes” in kalıntıları bulunmuştur.

Bizans döneminde: burası “Makro Hori” yani “Uzun köy” ve “Marki Hori” yani “Uzak köy” diye isimlendirilmiştir. Müslüman halk: burayı “Makriköy” olarak isimlendirmiş ve 1925 yılında, yer isimlerinin Türkçeleştirilmesi sırasında ise, bu isimlerden hareketle, yöreye “Bakırköy” ismi verilmiştir.

Bizans’ın ilk dönemlerinde: burada: bahçeler, hamamlar, köşkler ve havuzlar bulunuyormuş. Ancak: 1204 yılındaki Latin Haçlı istilasındaki saldırılarda tamamen yıkılmış ve yağmalanmıştır. Ardından bölgenin canlılığı kalmamış, küçük bir balıkçı ve bostan köyü olarak yaşam devam ettirilmiştir.

Fetihten sonra: Osmanlı bu uzak köye yerleşmemiştir. İlk yerleşim: 1600’lü yıllarda Kocamustafapaşalı Derviş Ahmet Efendi tarafından yaptırılan Çarşı camii ve hamam ile birlikte gerçekleşmiştir. Yani: Çarşı camii, bölgenin en eski yapısıdır. Ancak gerek cami ve gerekse hamam, sonraki dönemde yapılan onarımlar sonucu özgün özelliklerini yitirmiştir. Bu dönemde, bölgenin ilk yerleşimcileri Rumlardı. Ancak 19 yüzyılın başlarında, İstanbul ve başka şehirlerden gelen birçok Rum aile, yine buraya yerleşmişlerdir.

Bölgenin daha da canlanmasının temelinde: Sultan II. Mahmut döneminde, Ataköy’de yaptırılan Baruthanenin etkisi büyüktür. Bu dönem, aynı zamanda Ermenilerin, buraya yerleşmelerinin başlangıcı olmuştur. Çünkü Sultan II. Mahmut: baruthane inşaat işini Hovhannes Dadyan isimli bir Ermeni mimara vermiş ve o da Ermeni ustalarla birlikte inşaatı yürütmüştür.

bakirkoy-2
İstanbul Bakırköy

Günümüzde de görülen ve karşı karşıya duran Aya Yorgi ve Surp Asdvadzadzin Rum ve Ermeni kiliseleri, geçen yüzyılın ortalarında yapılmıştır. Ayrıca: Yenimahalle’ye doğru bir de İtalyan Katolik kilisesi ve Rum mezarlığında, Analipsis kilisesi vardır.

Sultan II. Abdülhamit döneminde, Bakırköy iyice canlanmıştır. Birçok bey ve paşa: burada evler, köşkler ve konaklar yaptırmış, parklar, bahçeler ve eğlence yerleri açılmıştır.

bakirkoy-3
İstanbul Bakırköy

1850’li yıllarda ise, günümüzdeki Yenimahalle’de: Bakırköy Basma ve Bez Fabrikası (Sümerbank) kurulur. 1870 yılında, Fransızlar tarafından yapılan demir yolu buradan geçince, bölge hızla gelişmiş, nüfus artmış ve Osmanlı ailelerinin gözde semtlerinden biri haline gelmiştir. 1922 yılındaki mübadele de, burada yerleşik Rumlar toplu olarak ayrılmışlar ve ardından Ermeniler de bölgeyi terk etmişlerdir.

Bakırköy’ün, günümüzdeki en canlı yeri: İstanbul’da at yarışlarının yapıldığı tek yer olan “Veliefendi Hipodromu”.

veliefendi-1
İstanbul Bakırköy

VELİEFENDİ HİPODROMU

Burası Türkiye’nin en ünlü ve önemli hipodromlarından birisidir. Bakırköy Yenimahalle’de, tren istasyonuna yürüme mesafesindedir. Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşamış olan Veli Efendi isimli kişi: İstanbul’un fethi sırasında büyük yararlıklar göstermiş ve bu yüzden, fetihten sonra, Bakırköy’de bu bölgedeki bir köy kendisine verilmiş ve onun ismiyle anılır olmuştur.

Bu konuda anlatılan başka bir husus daha vardır. Sultan III. Mustafa, bir iftira üzerine sürgüne gönderdiği Şeyhülislam’a özür mahiyetinde Çırpıcı Çayırının sahil kısmını vermiş, kendisi de o dönemin en değerli bölgesindeki bu arsayı mesire yeri olarak vakfetmiştir.

Veliyüddin Efendi: uzun yıllar üst düzey devlet görevlerinde bulunmuş, devrinin önemli bir hattatıdır. Dünyanın önemli koleksiyonlarında kendisinin eserleri bulunmaktadır. Beyazıt Kütüphanesine, birçok el yazması kitap bağışlamıştır.

Günümüzde: hipodrom ve civarındaki bölüm: eskiden uzun süre “Şeyhülislam Veliyüddin Efendi Çiftliği” olarak bilinen bir mesire yeridir. Çünkü 1768 yılında ölen Şeyhülislam Veliyüddin Efendi: bu alanı mesire yeri olması için vakfetmiştir. Böylece Osmanlı döneminde, burası şehrin en gözde mesire yerlerinden birisi olarak kullanılmıştır.

Ancak: 1911 yılına gelindiğinde: Enver Paşa, İstanbul’da at yarışları düzenlenecek bir arazi ararken, burayı uygun görmüştür ve bunun üzerine, buraya hemen yarış pistleri ve tahta tirübün ve hakem kulesi yaptırılmıştır. Buradaki ilk at yarışları, 1912 yılında düzenlenmiştir. 1920 yılında ise, yine burada bir İngiliz şirketi at yarışları düzenlemeye başlamıştır.

Yarış pisti ve diğer tesisler, yarışlara olan ilginin zamanla artmasının ardından sürekli yenilenmiş, geliştirilmiş ve genişlemiştir. 1950 yılında, arazi, Tarım Bakanlığı tarafından, Türkiye Jokey Kulübüne kiralanmıştır. Gelelim günümüzde hipodrom olarak kullanılan tesise: seyirci kapasitesi 7600 kişi, pist uzunluğu 2020 metre, pist genişliği 27-36 metredir. Ayrıca: bir sentetik ve bir kum yarış pistleri vardır. İlaveten: TJK Üyeleri Sosyal Tesisi, İdare Binaları, Yarış atları hastanesi, Apranti eğitim merkezi, satış mağazası, müze ve sergi alanları bulunmaktadır.

Evet, İstanbul şehrinin beton kalabalığı içinde, burası tam bir yeşil vaha gibidir ve hala, birçok İstanbullu buraya piknik yapmak için gelmektedir.
Bakırköy’ün günümüze kadar ayakta kalmayı başarmış en eski yapılarından bir tanesi: Dantelacı Sokağının İstanbul Caddesine açılan köşesinde bulunan Çarşı Camidir. Diğer adı: Kartaltepe Cami.

carsi-camii-1
İstanbul Bakırköy

carsi-camii-2
İstanbul Bakırköy

ÇARŞI (KARTALTEPE) CAMİ


İki katlı caminin altında dükkanlar ve bir çeşme, yan tarafında ise günümüzde mağaza olarak kullanılan hamam vardır. Çeşme üzerinde bulunan kitabeye göre: Çarşı Cami: ilk olarak: 1601-1602 yılları arasında Şabanağa tarafından ahşap olarak yaptırılmıştır. Ardından, zamanla harap olan cami: Sultan Abdülaziz tarafından 1875 yılında kagir olarak yeniden yaptırılmıştır.

Minaresi: günümüze kalmış en eski kısmıdır. Camiyle aynı yıllarda yapılan çeşmesi de, son derece dikkat çekicidir. Cami 1980 yılından sonra genişletilmiş ve günümüzde 5000 kişinin aynı anda ibadet edebileceği bir yer olmuştur. Giriş kısmında: kütüphane, çay ocağı, gasilhane, imam müezzin odaları vardır.

Bakırköy’ün bir diğer eski yapısı: 19’ncu yüzyıl ortalarına tarihlenen “Surp Asdvadzadzin Kilisesi” Bölgenin diğer eski ve özgün yapıları arasında: “Ayios Yeoryios Rum Ortadoks Kilisesi” ve Rum mezarlığının içindeki “Analipsis Kilisesi” var.
Bölgede, tarihten bugüne mistik bir ziyaret yeri olarak ünlenen: “Zuruhat Baba Türbesi” var.

zuhurat-baba-turbesi-00
İstanbul Bakırköy Zuhurat Baba Türbesi

      

ZUHURAT BABA TÜRBESİ

Anlatılanlara göre: İstanbul’un fethi öncesinde, ordularıyla İstanbul önünde ilerleyen Fatih: Reghion (Küçük Çekmece) denen yerden hareketle, Makro Khori (Bakırköy) denen yere gelir ve günümüzdeki Ataköy’de ordugah kurar.

Bizanslılar: bütün su kuyularını zehirlediklerinden, savaşın en yoğun ve şiddetli yaşandığı anlarda, Osmanlı ordusunda susuzluk başlar. Tam bu sırada: sırtında kırbası ve elinde maşrapasıyla çıkagelen aksakallı ve nur yüzlü biri: susuzluktan kırılan askerlere su dağıtmaya başlar.

Hatta: kırbasındaki su bitmek tükenmek bilmez. Nereden çıktığı bilinmeyen bu yaşlı kişi, askerlere “Beni hünkarınıza götürün” der. Dedeyi, Fatih’in huzuruna çıkarırlar. Dede “Padişahım bende: değil bir orduya, birkaç orduya yetecek kadar su var” der. Padişah yanındaki kumandanlara, bu dedenin nereden geldiğini sorar. Onlar da “Bilmiyoruz hünkarım, yeniçeriler arasında birden zuhur etti” derler. Bu benzetmenin ardından, hemen orada dedeye “Zuhurat Baba” ismi verilir.

Zuhurat Baba: ardından, Fatih ve kumandanlarına: bugünkü türbesinin bulunduğu yerin hemen yanında, ağaçların ve çalıların arasında gizli bir kuyuyu gösterir. Kuyunun berrak ve tatlı suyu vardır. Ordunun su ihtiyacı, bu kuyudan karşılanır. Ancak Zuhurat Baba, askerlere su dağıtırken ölür ve kuyunun hemen ötesinde açılan mezara gömülür. Yüzyıllar gelip geçtikçe, kuyu toprak altında kalır ve kabir ortaya çıkarılır.

Bir başka söylentiye göre: Zuhurat Baba, öldükten sonra, sırtındaki kırbasından sanki pınar gibi sürekli su aktığı görülür ve şehit olduğu yere gömülür.

Evet, açık mezar şeklindeki bu türbe: İstanbul şehrinin en çok ziyaret edilen yatırlarından biri olmuştur. Ancak: Zuhurat Babanın Müslüman mı yoksa Hıristiyan mı olduğu konusunda bir takım tartışmalar yapılmaktadır. Yine de yıllardır, inananlar tarafından bir evliya kimliği kazanmış ve türbesi, derdine derman arayanlar tarafından bir ümit kapısı olarak ziyaret edilmiş ve edilmektedir.

Osmanlı döneminde, burayı ziyaret edenler: bir nikel parayı, evliyanın içinde demir cevheri bulunan mezar taşına bastırırlar, eğer madeni para taşa yapışırsa, niyetlerinin olacağına inanılır. Bir diğer söylentiye göre, mezarın yanındaki taşların arasına mum yakılıp konurdu. Mumlu taşların üzerine, ortası delikli madeni paralar yapıştırılmaya çalışılırdı. Eğer para taşın üzerine yapışır kalırsa dileğin gerçekleşeceğine inanılırdı.

1950’li yılların başında, Baruthane Tesislerinin nizamiye kapılarından birinde bulunan Zuhurat Baba türbesi: önceleri Emrazi Akliye ve Asabiye Hastanelerine getirilen hasta ve hasta sahiplerinin şifa bulmak için ziyaret ettikleri bir yer iken zamanla ünü yayılır.

Ardından çocuk isteyenler, türbeye beşik asar, ev ve araba isteyenler ise anahtar bırakırlar. Özellikle, Cuma günleri türbeye aşırı ziyaretçi akını olur. Türbenin çevresindeki park ise, özellikle yaşlılar için bir dinlenme yeri olarak kullanılır.

Evet, Bakırköy bölgesinin bir diğer önemli yapısı da, Zuhurat Baba Mahallesinde bulunan: Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesidir.

Bir zamanlar, eski dönemlerde, hastanenin adı tam olarak söylenmez, aklından şüphe edilenler için, “tam Bakırköylük” denirdi.

Yani: Bakırköy denilince, insanların aklına, bu akıl hastanesi gelirdi. Geçmişi uzun yıllara dayanıyor.

hastane-1
İstanbul Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi

BAKIRKÖY RUH VE SİNİR HASTALIKLARI HASTANESİ


Hastanenin ana binası, 1914 yılında, Sultan Reşat tarafından, Reşadiye Kışlası olarak yaptırılmış. Hastane: 1924 yılında, Üsküdar’daki yerinden, Enver Paşa tarafından, Reşadiye adıyla yapılan kışla binasına taşınarak burada hizmet vermeye başlamıştır. 1940’lı yıllarda: hastane için devlet yardımları yetersiz kalmaya başlayınca: hasta sayısı hızla artmasına rağmen, yeni tesisler açılamamış ve yatak sayısı arttırılmamıştır. Sonucunda ise, ölüm oranları artmıştır.

1914 yılında, hastane içine bir saat kulesi yapılmıştır. Ancak kulenin bakımsız kalması üzerine saat: Reşadiye Kışlasına kaldırılmış, kule 1999 depreminde yıkılarak yok olmuştur.
Bakırköy’ün; Bizans döneminden günümüze kadar yaşamış olan en önemli yerlerinden biri de : Fildamıdır.

fildami-1
İstanbul Bakırköy Fildamı

FİLDAMI


Bakırköy Osmaniye’dedir.

Sular içinde kalan eski İstanbul’da yeterli su kaynağı yoktur. Kuyular ve diğer küçük boyutlu çeşitli kaynaklar: kurak zamanlarda ve aylar süren düşman kuşatmalarında, şehrin kapılarının kapatılmasıyla birlikte su sıkıntısına çare olmamıştır. Bu yüzden, Bizanslılar: şehrin su ihtiyacını karşılamak için şehirde kemerler, su dağıtım şebekeleri, çeşmeler ve devasa sarnıçlar yapmışlardır. Kapalı sarnıçlarla temiz içme suyu ihtiyacı karşılanmış, açık sarnıçlarla bağ, bahçe, bostan sulanmış, hayvanların su ihtiyacı karşılanmıştır.

Erken Bizans döneminde; yani muhtemelen 5 veya 6 yüzyılda yapılmış ve günümüze gelen en güzel açık sarnıç örneği ise Fildamıdır. O dönemde sarnıç “Hebdamon Sarnıcı” olarak biliniyordu. Bu sarnıç: o dönemde: Bakırköy’deki eski “Magnaura” ve “Jucundianae” saraylarına ve Veliefendi’nin bulunduğu yerdeki Bizans ordusunun “Campos” denen ordugahına su sağladığı düşünülmektedir.

Osmanlı döneminde ise, burada fillerin barındırıldığı ve bu yüzden ismin “Fildamı” olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir. Ankara savaşının ardından, Osmanlı bir süre, fillerden yararlanmayı denemiş ve getirilen filler, burada barındırılmıştır.

Sarnıç: kıyıdan yaklaşık 1500 metre kadar içeridedir. Üstü açık ve çok büyüktür. Uzunluk 127 metre, genişlik 76 metre ve derinlik 11 metredir. Ancak derinliğin daha fazla olduğu düşünülüyor. Sarnıcın dört bir tarafındaki duvarlarının kalınlığı, nişlerle birlikte 7 metredir. Bu duvarlar: aşağıdan yukarıya doğru 7 sıra taş ve 7 sıra tuğla kuşak şeklinde örülmüştür. Tuğla kuşaklar: beşer sıra tuğladan oluşmuştur. Bu mükemmel duvarlar, günümüze kadar sağlam gelmiştir.

Uzun bir süre boş olarak bekletilen sarnıç alanı, 1996 yılında yapılan bir düzenleme ile, 12 bin kişilik, konser etkinliklerinin düzenlendiği bir yere dönüştürülmüş ve birçok ünlü sanatçı burada konser vermiştir. Büyük korolar (320 kişilik Türkiye’nin en büyük korosu dahil) burada çeşitli gösteriler düzenlemiştir. Ancak, daha sonra buranın konser için kullanılması durdurulmuştur.

Bakırköy’ün bir diğer önemli mekanı da: bugün Bakırköy Merkez İlkokulu olarak kullanılan yer. 1864 yılında, Paris’ten getirilen şehircilik uzmanı Kont Alleon, kendine yaşamak için, kentin bu sakin ve renkli semtini seçer. Bugünkü Taş Mektebin bulunduğu arsayı satın alır, büyük bir köşk yaptırır. Hemen yakınındaki Taş Köprü gibi Marsilya’dan getirilen kiremit ve tuğlalardan yapılan köşk, halen ayakta.

ataköy.1
İstanbul Bakırköy Ataköy

ATAKÖY

İstanbul’un fethinden sonra, şehir içi sayılabilecek yerlerde (Ayasofya, Unkapanı gibi) baruthaneler açılmıştır. Ancak bir süre sonra kazalar başladı. Baruthaneler, yangından, kıvılcım ve yıldırımlardan etkilenerek patlamaya başladı ve bunun üzerine, şehir dışına uzak yerlere taşınmaya başladılar.

Sultan II. Mahmut, Barutçubaşı Hovhannes Dadyan’a, yeni baruthaneyi: şehir merkezinden oldukça uzakta yani burada yaptırmıştır. Bu yüzden, bu semt uzun süre “Baruthane” olarak tanındı.

Cumhuriyetten sonra ise, Türkiye’nin ilk modern siteleri burada kuruldu. Bu sitelerde: 1950’lerde 60 bin nüfuslu bir yerleşim yeri planlanarak, bu büyük ve çok katlı konutlar yapıldı.

aya mama deresi.0
İstanbul Bakırköy Aya Mama Deresi

Aya Mama Deresi

Aya Mama deresi: eski Baruthane, günümüzdeki Ataköy sınırları içindedir. Başakşehir ilçesinin doğusunda Esenlerde Baştabya kışlası içindeki kaynaktan çıkar ve Bağcılar, Bahçelievler ilçelerinden akarak, Bakırköy ilçesi sınırları içinde Marmara denizine dökülür.

Bizans dönemindeki ismi “Ayios Mamas” tır. Eski dönemlere ait geniş bir nehrin, günümüze kadar ulaşmış kırıntısıdır.

Derenin isminin kaynağı hakkında iki görüş vardır.

Bunlardan birincisi: dere: Aziz Mamas isimli bir Hıristiyan azizin ismine istinaden verilmiştir. Aziz Mamas, öteki adıyla Aziz Mammes ya da Aya Mama: özellikle Avrupa’da Yunanistan, Kıbrıs ve Fransa’da çok popülerdir, adı bazı kiliselere ve bazı küçük yerleşim yerlerine verilmiştir. Beslediği hayvanlardan ve hatta ehlileştirdiği söylenen geyikten elde ettiği sütlerden: peynir, yoğurt yapıp fakir insanlara dağıtarak yardım etmiş ve Hıristiyanlığın yayılmasına uğraşmış bir çobandır.

Ancak genç yaşta Roma imparatoru olan Aurelianus (270-275) un emri üzerine, yaşadığı topraklardan alınarak Cesarela (Kayseri) şehrine getirilir ve Hıristiyanlığı yaydığı için işkence edilerek öldürülür. Aziz Menas’ın mezarının bulunduğu yere, Bizans döneminde bir kilise yapılır.

Daha sonraki devirlerde, kemikleri, Hasan dağının eteklerindeki Mamasim adı verilen yere getirilerek yeni bir mezara gömülür ve bu yer, yüzyıllardır Kapadokyalı Hıristiyanlar tarafından çok önemli bir kutsal ziyaret yeri haline dönüştürülmüştür.

Aziz Mamas: Bizans kilisesinde büyük saygınlık görür. Başkent Konstantinopolis şehrinin iki önemli noktasında, onunla ilgili kült yerleri oluşturulmuştur. Bunlardan biri: muhtemelen Diplokonion (Beşiktaş) da ve diğeri ise Hebdomon (Bakırköy) dedir.

Bu iki yerleşimin sınırları içinde: birer manastır, bu manastırlara ait kilise, ayazma gibi yapılar oluşturulmuştur. Hebdomon’da, yerleşimin batısından geçip Marmara denizine dökülen söz konusu dereye de “Aziz Mamas” ismi verilmiştir.

İkinci görüş: derinin ismi İsa’nın annesi Meryem’e atfen “Kutsal Anne” gibi “Ayia Mama” dan gelmektedir.

1970’li yıllarda dere yakınlarında, tarlalar arasında, Bizans döneminden kalma tarihi bir yapının kalıntıları bulunur. Burası: kaynağı Ortodoks kilisesi tarafından kutsanmış ünlü “Aya Mama Ayazması” dır.

Eski Bakırköy’un Rumları, yılda bir defa Baruthane komutanlığından izin alarak, faytonlarla buraya gelip yortu yaparlardı. Dileklerinin yerine gelmesi için dua okurlar, pikniklerini yapıp, yanlarında getirdikleri şişelere ayazmanın kutsal suyundan doldurup evlerine dönerlerdi.

Aradan yıllar geçti ve Ataköy evleri yapılınca, ayazmanın taşları da yerlerinden sökülüp atıldı. Uzun yıllar, Aya Mama deresinin yatağına imar izni verilmedi. Ancak 20 yıl kadar önce imar izni çıktı ve bu yasaklı ve tehlikeli bölgede, birbiri ardına yapılar dizilmeye başlandı.

Ardından 1995 yılındaki sel felaketi yaşandı. 2009 yılında yaşanan sel felaketinde onlarca kişi sel sularına kapılarak öldü. Günümüzde de, binlerce yıllık alüvyonlu ve yumuşak dere yatağına yapılan evler her an tehlikeye açıktır. Sonuç olarak: Aya Mama deresinin intikamı mı, yoksa Aziz Mamasın laneti mi nedir, bu durumu açıklamak mümkün olmaz.