İstanbul Şehzadebaşı

sehzade-camisi-1
İstanbul Şehzadebaşı

Fatih ilçesinin bir semti olan Şehzadebaşı semti: yüzyıllarca gerçek bir Türk mahallesi olma özelliğini korumuştur. Ama günümüzde o günlerin anısını yaşatacak çok az iz bulunmaktadır.

Şehzadebaşı semtinde: yana yana duran görkemli iki külliye: semti tam anlamıyla bir Müslüman mahallesine dönüştürmüş ve bu özelliği Cumhuriyet sonrası yıllarda bile sürmüştür. Semtte ayrıca: Yeniçeri ocaklarının kışlaları ve odaları vardı. Yani, Şehzadebaşı, zamanın kalburüstü semtlerinden biriymiş. Tarihi Bozdoğan kemerinin tanıklık ettiği semtin geçmişi Bizans dönemine kadar gitmektedir.

direklerarasi-1
İstanbul Şehzadebaşı Direklerarası
direklerarasi-2
İstanbul Şehzadebaşı Direklerarası

 

DİREKLER ARASI

Direklerarası: günümüzde Vezneciler-Damat İbrahim Paşa mescidi arasındaki caddedir. Burası, Bizans döneminde şehrin önemli caddelerinin kavşak noktasıydı ve şehrin en kalabalık yerlerinden birisiydi.

Bizans dönemindeki adı “Filadelfion” olan bu caddede o zamanlar “Halkun Tetrapilon” ve “Sintetos Kion” anıtlarının bulunduğu söyleniyor. Hatta: Nimfaion denen anıtsal bir havuz bulunuyordu. Tetraklar denen ve dört imparatoru tasvir eden buradaki heykel gurubu: 1204 yılındaki Haçlı-Latin işgali sırasında çalınarak Venedik’e kaçırılmıştır.

Evet, burası, Bizans’ta yapılan iki yanı sütunlu caddelerin ayakta kalan sonuncusudur. Bu son kolonad da 20 yüzyıl başlarında yıkılarak ortadan kaldırılmıştır.

Semt, ismini, 18 yüzyılda burada bulunan dükkanların önündeki mermer sütunlardan almıştır. Kalenderhane Camii önünden başlayan, Dede Efendi Caddesini kesen noktaya kadar süren ve aralarında altışar metre mesafe olan direkler vardı.

Semte ismini veren bu direklerle, cadde, kendine özgü bir güzellik kazanmış ve direklerin arkasındaki 82 adet dükkanlar, özellikle çayhaneler buraya ayrı bir hava katmıştır. Ancak: 1900’lerin başında, buradan tramvay geçirilmesi gündeme gelince, bu direkler sökülmüş ve böylece semtin yaşayışı ve hayatına önemli damga vurun semboller ortadan kaldırılmıştır.

Dükkanlar: Şahzade Camisinin külliyesine gelir sağlamak için Damat İbrahim Paşa tarafından 1729 yılında yaptırılmıştır. Burası, ilk sinema ve tiyatronun, İstanbul’a geldiği yer olarak önemlidir.

Türkiye’de ilk kez, sinema filmi 1897 yılında Galatarasay’daki bir birahanede, perdede izlenmiştir. Hemen ardından, burada bulunan Fevziye Kıraathanesinde: film izlenmiş ve 19 Mart 1914 tarihinde, yine burada, düzenli olarak film gösterilen sinema salonu açılmıştır.

Sokak, ilk zamanlar, yeniçerilerin bir gezi ve alışveriş yeridir. Ama, 19 yüzyılda özellikle ramazan aylarında bir eğlence merkezine dönüşmüştür. Burada: kıraathaneler ve tiyatro eğlenceleri yanında: en önemli etkinlik gezintilerdi.

Her meslek ve sınıftan erkekler ve hanımlar, kendi toplumsal yaşayışları, örf ve adetlerine göre, caddede boydan boya yürürler, fırsat bulduklarında birbirleriyle işaretleşir ve haberleşirlerdi.

Bu gezinti alemlerinde, hanımların yanında, özellikle Arap bacılar, refakatçi olarak bulunurdu. Zaten buranın en büyük özelliği, gayrimüslimler Beyoğlu’nda gezerken, Müslüman halk burayı tercih etmesidir.

Çayhaneler-Kıraathaneler

Zaten, direkler arasında bulunan dükkanların en önemlileri “kıraathaneler” yani çayhanelerdir. Çayhaneler, basit bir kahvehaneden öte sohbet edilen ve toplantılar yapılan, çeşitli gazeteler ve eserlerin okunduğu ve özellikle musiki heyetlerinin konserler verdikleri yerlerdi.

Bunların içinde en önemlisi “Fevziye Kıraathanesi” idi. Burası, dönemin müzik okulu olarak kabul edilmiştir. Ayrıca, yine bunlar arasında en çok ziyaret edileni: emeklilerin müdavimi olduğu İkbal Kıraathanesimiş.

Tiyatrolar

Direkler arası: Türk toplumunun geleneksel tiyatro ürünleri olan: Karagöz, Orta oyunu ve Meddahın değişik uygulamaları yanında: özellikle ramazan aylarında açık alanlarda gündüz oynanan orta oyunu ve gece yine açık alanlarda ve kıraathanelerde oynatılan Karagöz ve Meddah oyunlarının en yoğun sergilendiği yerdir. Ancak tüm bunların yanında, yine burada, Batı tarzı, kapalı mekanlarda ve sahneli tiyatrolarda oynanan tiyatro oyunları da vardı.

Çeşitli tiyatro toplulukları, buralardaki tiyatrolarda oyunlar icra ettiler. Gelelim tiyatro binalarına: tarihi “Turan Tiyatrosu” yıkılmış, Hilal, Ferah, Milli ve sonradan inşa edilen “Yeni Sinema” 1965 yılına kadar varlığını muhafaza edebilmiştir.

Milli Sinema: ufak ve gayet muntazam bir salon olarak İstanbul’da, ilk sinema filmi gösterilmiş salon olarak önemlidir. Burası bir dönemde tiyatro olarak kullanılmıştır. Turan Tiyatrosunun üç kat balkon ve locaları vardı. Balkon ve locaların ön cepheleri, kabartmalarla süslenmişti.

20 yüzyılın ortalarından itibaren: buranın en ünlü mekanları olan, Şehir Tiyatrolarının başladığı “Letafet Apartmanı” ile Yeniçeri hamamı ve Ferih tiyatrosu gibi yerler yıkılmış ve semtin tarihi özellikleri azalmıştır. Zaten: direkler ve eğlence yerlerinden günümüze ulaşan bir şey kalmamış, sadece küçük vakıf dükkanlarının çok az kısmı gelebilmiştir.

sehzade-camisi-00
İstanbul Şehzadebaşı Şehzade Mehmet Külliyesi

ŞEHZADE MEHMET KÜLLİYESİ

Ana girişler, Şehzadebaşı caddesindedir.

Eski Odalar diye adlandırılan yeniçeri kışlasından devşirilen yamuk planlı bir arazide yapılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman, bu külliyeyi; 1543 yılında 22 yaşında Saruhan Valisiyken çiçek hastalığından ölen oğlu Şehzade Mehmet için yaptırmıştır. 

Ama burada hemen burasıyla ilgili anlatılan bir öyküden söz etmek istiyorum. Kanuni Sultan Süleyman: bu camiyi önce kendi adına yaptırmış, ancak şanına layık bulmayıp Şehzade Mehmet’e hediye etmiştir.

Şehzade Mehmet, bu müjdeyi beğenmeyip “Ben de tahtı verecek sandım” demiştir. Bunun duyan Kanuni, öfkelenir çok öfkelenir. Şehzade, bu camide bir türbede gömülüdür ve Kanuni, sandukasının üstünde, tahtadan yapılmış zarif bir taht koydurur.

Bunun bir manada “Ben sana tahtı zaten verecektim” veya “Al sana taht” diye düşünülebilir. Şehzade Mehmet’in sandukasının üstündeki bu tahta taht hala durmaktadır.

Kanuni: en sevdiği oğlumun ölümüyle sarsılmış, üç gün, Mehmet’in bedeninin yanında oturduktan sonra, cenazenin kaldırılmasına izin vermiştir.

Külliyenin yapımı: 4 yıl sürer ve 1548 yılında tamamlanır. Aslında, Kanuni, bu külliyeyi kendisi için yaptırmayı düşünürken, Şehzade Mehmet genç yaşta ölünce, onun adına inşaat devam ettirilmiştir. Çünkü: henüz padişah olmamış şehzadenin, kendi adına bu kadar büyük cami yaptırması imkansızdır.

Bu yüzden, caminin Kanuni adına başladığı düşünülmektedir. Zaten, cami bitmeden şehzadenin türbesi buranın avlusuna yerleştirilmiştir. Öte yandan, bu cami bitmek üzere iken, Süleymaniye camisi inşaatına başlanılmıştır.

Eski Sarayın (bugünkü İstanbul Üniversitesinin bulunduğu alan) hemen yakınında, Fatih ve Beyazıt külliyeleri arasında, şehre hakim bir düzlükte yapılan Şehzade Mehmet Külliyesinde: camiden başka, medrese, imaret, tabhane, sıbyan mektebi ve kervansaray vardır.

Cami ve hazire, Vezneciler caddesi üzerinde, diğer yapılar arka taraftaki dış avlu duvarına yerleştirilerek, iki akslı bir düzen kurulmuştur. Bağımsız olan imaret ve sıbyan mektebi, Dedeefendi caddesi üzerinde bulunmaktadır.

Külliyenin bazı malzemeleri “Forum Tauri” den getirilmiştir.

Bu külliye: Mimar Sinan’ın “çıraklık” eseriydi. Ama aslında onun anıtsal ilk selatin camisidir. Görkemli ve anıtsal bir yapıdır. Bunun ardından, anıtsal büyüklük ve önemdeki, klasik mimari üslubunun tüm ögelerini tasarladığı kalfalık ve ustalık eserleri gelmiştir.

Sinan: bu Şehzade Mehmet camisinin yapımına başladığında: 54 yaşındaydı. Sinan’ın oldukça büyük ölçüde meydana getirdiği ilk külliye olması açısından önemlidir. Mimarbaşı unvanı ile inşa ettiği ilk selatin camisidir.

1613 ve 1633 yıllarındaki yangınlarda zarar gören külliye binaları: Sultan IV Murat emriyle tamir ettirilmiş, bu esnada şadırvan kubbesi yenilenmiştir. 1718 ve 1782 yıllarındaki yangınlarda ise minare külahlarına kadar bütün ahşap aksam yanmıştır. 1916 ve 1953 yıllarında bazı türbelerde ve camide yapılan kısmi onarımların ardından, 1994-1999 yılları arasında külliye binaları kapsamlı bir restorasyondan geçirilmiştir.

sehzade-camisi-0
İstanbul Şehzadebaşı Şehzade Mehmet Külliyesi Cami

CAMİ

Kare planlı cami: üstü yarım kubbe şeklinde büyük bir kubbe ve onun çevresindeki dört yarım kubbeyle örtülmüştür. En önemli özelliği: ilk çift eksenli, simetrik cami olmasıdır. Yani: artık merkezi planlı, klasik Osmanlı camisi tipine ulaşılmıştır.

Bu mimari gelişimin bir önceki adımları: Edirne Üç Şerefeli Cami ve eski Fatih Camisiyle Üsküdar’daki Mihrimah sultan camilerinde görülür.

Caminin kendisi de, avlusu da 5 x 5 lik ızgaraya oturur. Avlu-cami ve minare-cami ilişkisinde dönüm noktasıdır. Cephelerde kullanılan revaklarla: dev bina insan boyutlarına yaklaştırıldığında, gölgelerle dramatik bir etkiye sahiptir. İki minareli cami, eğer dört minareli olsa, simetrik özelliği olmayacaktır.

Osmanlı mimarlığında, masif duvarların yerine, ilk olarak; dış mimaride revak kullanılmıştır. 15 yüzyıldan itibaren başlayan yalınlaşma eğilimi dışına ilk kez çıkılmıştır. Çok renkliliğin vurgulanışı, yapının dış profillerine getirilen bezemeli ögeler, minarelerin yüzey bezemeleriyle ünik yapıdır.

Ayrıca, cami şehzadenin yarım kalan gençliğinin anlatılması ve Şehzadenin sanata olan düşkünlüğünün göstergesi olarak: ince detaylı korniş, friz tepelikler ve renkli taşlarla süsleme yapılmıştır.

sehzade-camisi-avlu-1
İstanbul Şehzadebaşı Şehzade Mehmet Camisi Avlu

Avlu

Dış avludan geçerek ulaşılan camide, önce 12 sütun üzerine, 16 kubbeyle örtülü, revaklı bir avlu görülür. Şadırvan avlusu: cami gibi 5 x 5 modüle bölünmüştür. Kubbe açıklığına eşit olan bölüm 3 x 3 modül olarak açık bırakılmıştır.

Bu avlunun bütün kubbeleri aynı büyüklükte ve aynı yüksekliktedir. Böylece Beyazıt camisi avlusu ile birlikte, Osmanlı mimarisinin en dengeli ve en güzel avlusudur.

Avlunun merkezinde, yaklaşık bir modül büyüklüğünde, sekizgen şadırvan vardır. Şadırvanın üstü: 8 mermer sütunla örtülüdür. Sultan IV Murat döneminde yaptırılmıştır.

sehzade-camisi-ici-1
İstanbul Şehzadebaşı Şehzade Mehmet Camisi İç Mekan
sehzade-camisi-ici-2
İstanbul Şehzadebaşı Şehzade Mehmet Camisi İç Mekan

 

İç Mekan

İç mekana: dört kapıdan girilir. Bu kapıların genişlikleri, ortalama 2.3 metredir. Bu ölçü, Osmanlı mimarisindeki kapı enlerinin ölçüsüdür.

Buranın yarattığı etki genişlik ve boşluktur. Burada ne bir sütun ne de galeri bulunmaz. Hiç çini kullanılmamıştır. Bu bakımdan, plan benzersizdir. Bütün payelerin masif etkisi, biçimleriyle oynanarak azaltılmıştır.

Ancak, bu iç mekanın sadeliğini telafi etmek için, dış cephe başka hiçbir yerde olmadığı kadar bezemelerle süslenmiştir. Yan mahfiller olmadığından, iç mekan olduğundan daha büyük görünür.

Kubbe

Mimar Sinan: yarım kubbe problemini ilk defa bu camide ele almış, dört yarım kubbeli ideal bir merkezi yapı meydana getirmiştir.

Böylece Rönesans mimarisinin rüyası gerçekleşmiştir. Planda: bu kubbe sistemi “kare içine çizilmiş bir yonca yaprağı” gibi görülür ve bu sistem, Türk mimari tarihinde ilk defa yapılan bir denemedir.

Dört köşede yarım kubbe ve dört de küçük kubbe vardır. Bütün kubbeler, 4 büyük fil ayağı üzerine oturur. Kubbeyi taşıyan bu dört ayakların çok fazla yer kaplamaması ile, mekan bütünlüğü sağlanmaya çalışılmıştır. Böylece taşıyıcı unsur olmaktan çıkan duvarlar: çok sayıda pencere ile donatılarak çok daha yumuşak bir görünüm elde edilmiştir.

Ana kubbe: 18.42 metredir ve 4 büyük yarım kubbeye yaslanır. Kubbenin zeminden yüksekliği 37 metredir.

Kubbenin iç kısmında beyaz üzerine kırmızı motifler dikkat çekmektedir. Yani hiç çini yoktur, sadece kalem işleriyle süslenmiştir.

Süslemeler

Yapıldığı döneme özgü malakari ve kalem işi süslemeler ve ahşap malzemelerin işçiliği, klasik Osmanlı süsleme sanatlarının nadide örneklerindendir.

sehzade-camisi-ici-3
İstanbul Şehzadebaşı  Şehzade Mehmet Camisi Mihrap

Mihrap

Üzerinde kitabesi bulunan mihrap mukarnas yaşmaklıdır. Mermerdendir.

Minber

Mermerden minber, geometrik şekillerle süslüdür.

Hünkar Mahfili

Sol köşede bulunan hünkar mahfili, kenarlarda, ikişer mermer, ortada 4 ağaç direğe oturur. Bir köşesiyle, duvar payelerine yaslanır. Korkuluklarla çevrilidir.

Müezzin Mahfili

Bursa kemerlidir ve mermerden yapılmıştır.

Vitraylar

Kubbenin hemen altındaki pencerelerde, rengarenk vitraylar görülür.

Dev Azize

Kubbenin tavanında asılı, eskiden yağ kandillerini taşıyan avize vardır.

Minareler

Avlu ve caminin birleştiği köşelerin dışında ikişer şerefeli iki güzel minaresi vardır. Yükseklikleri 41.5 metredir. Bunların üzeri, nakış gibi işlenmiştir. Yani plan ve konstrüksiyonda beliren yalınlık, minarelerde yerini plastik değer kazanan kabartma bezeme ögelerinde yansıyan hareketliliğe bırakmıştır.

Diğer cami ve minarelerdeki sadelik burada yoktur. Geometrik ve stilize edilmiş bitkisel motiflerle süslü bu minareler: Sinan’ın tasarladığı en görkemli minarelerdir. Söylenenlere göre: minarelerin üzerindeki bu motifler: Kanuni’nin çok sevdiği oğlu Mehmet için akıttığı gözyaşlarını simgelemektedir. Ancak, Sinan: sonraki yıllarda, yüzeysel etkiden ziyade, mimari etkiyi ön plana çıkaran uygulamalar yapmıştır.

sehzade-turbesi-00
İstanbul Şehzadebaşı Şehzade Mehmet Camisi Hazire Alanı

HAZİRE ALANI

Selatin külliyelerinin defin geleneklerine aykırı olarak bir gelişim gösteren bu hazire de: 6 türbe ve yaklaşık 600 mezar vardır. Bu kasvet verici yer, her ne kadar Şehzade Mehmet için yaptırılmış olsa da, zamanla taht için öldürülen birçok şehzade buraya gömülmüştür.

Zaten türbelerin içine bakıldığında, birçok küçük sanduka görülür. Ancak öte yandan, bu türbeler, Türk çinilerinin en iyi iki döneminin müzesi gibidir. Buradaki çiniler, daha geç dönemde Tekfur Sarayında yapılmış az sayıdaki çininin yanı sıra İznik çiniciliğinin altın çağını bütünüyle kapsayacak kadar farklı tarihlerdendir.

sehzade-turbesi-0
İstanbul Şehzadebaşı Şehzade Mehmet Türbesi
sehzade-turbesi-1
İstanbul Şehzadebaşı Şehzade Mehmet Türbesi
sehzade-turbesi-2
İstanbul Şehzadebaşı Şehzade Mehmet Türbesi

 

Şehzade Mehmet Türbesi

Caminin kıble duvarı tarafındadır.

Şehzadenin ölümünün ardından, büyük bir hızla inşa edilerek 1544 yılı baharında camiden önce bitirilmiştir. Osmanlı mimarlığının en güzel mezar yapılarından biridir. Bilinçli bir bezeme endişesi görülür. Dilimli kasnak ve kubbesiyle, cephesindeki renkli taş işçiliği gibi detaylarla daha ziyade İran ve Orta Asya etkileri taşımaktadır.

Tek kubbeyle örtülü, sekizgen bir yapıdadır. Taşları farklı renklerdedir. Yer yer yeşil somaki levhalar kakılı kitabeler kullanılmıştır. Üç açıklıklı, düz saçaklı revaklı bir girişi vardır. Kubbe yivleri sıklaştırılmış ve derinleştirilmiştir.

Simetrik tambur, yivli bir sütun tamburu niteliği kazanmış, bir palmet dizisiyle sonlandırılmıştır. Kapının iki yanında: “cuerda seca” tekniğiyle İznik çinilerinden yapılan panolar bulunur.

Giriş kapısının üstünde, Şehzadenin öldüğü 1543 tarihini veren Farsça kitabe: içerisinin cennet bahçesi gibi olduğunu yazar.

Türbenin içi: kubbe eteğine kadar aynı teknikle yapılmış çini kaplıdır. Çiniler ile: canlı limon sarısı zemin üzerine; elma yeşili ve mor, firüze, yeşil, kırmızı ve beyaz renkli bitki ve çiçek desenleri işlenmiştir.

Yani, duvarları çinilerle kaplı ve pencereleri vitraylı olan türbede: matem havasından çok, adeta cenneti andırır renkli, sakin bir atmosfer yaratılmıştır.

Bunlar; orta dönem İznik çinilerinin çok renkli sır tekniğindeki en son ve en güzel örnekleridir. Bu teknikteki çiniler ve bu renkler çok enderdir. Sultan I. Selim’in, fethettiği Tebriz’den yanında bir gurup Fars zanaatkarla dönünce üretilmişlerdir.

Bilinen en son örnekleri, 1555 tarihli Kara Ahmet Paşa camisindedir. Sarayın farklı noktalarında ve Çinili Köşk’ün revağındadır ve hepsi bu kadardır. Yani Şehzadenin türbesi, bu ender ve hoş çinilerin en geniş ve en güzel koleksiyonuna sahiptir.

İçerinin çini dekorasyonu, bir bütün olarak tasarlanmıştır. Çiçek desenli panolar, alt sıra pencereleri ayırır. Bunların üstündeki kemer aynalarında, yukarıda kemer şekilli bordürlerle çevrelenmiş kitabeler bulunur. Kitabelerin arasında ise, yer yer fayans kabartmalar bulunur. Yukarıda her biri iki pencerenin üstünden geçen bir dizi büyük panoda, uzun bir kitabe vardır.

Bunun üstünde, her pencere çiftinin arasında hoş bir madalyon bulunan çiçek desenli panellerle çevrelenmiş üst pencere dizisi vardır. Zemin genellikle elma yeşili, bazen koyu mavidir. Bunun üstünde, limon sarısı, turkuaz, koyu mavi, beyaz ve pişirilmemiş pembemsi leylak rengi yaprak ve çiçek desenleri vardır.

Renk alanları, renkli sır tekniğinin ince, neredeyse siyah çizgisiyle ayrılmıştır. Bütünsel etki, gerçekten cennet bahçelerini hatırlatan lirik bir güzellik sunar. Tüm bu güzellikler, türbeyi kendi türündeki rakipsiz bir şaheser kılar.

Türbenin güzelliği, seramikleriyle sınırlı değildir. Üst sıradaki pencerelerin bir kısmı en zengin ve en parlak Türk vitraylarından örnekler içerir. Ne yazık ki bunların bir kısmı kırılmış, bir kısmı hasar görmüştür. Ama iyi durumda olanlar da mevcuttur. Sadece Süleymaniye’de bu derece parlak ve kapsamlı 16 yüzyıl Türk vitray örnekleri vardır. Yonca frizli mukarnaslı konnişlerle desteklenen kubbenin özgün arabesk bezemeleri korunmuştur.

Tepelikte tuğla kırmızısı, yaprak desenli halkasıyla büyük bir madalyon bulunur. Bundan daha küçük bir madalyon ve baklava desenleri şelalesi kornişe doğru dökülür. Şehirdeki mevcut en güzel bezeli kubbe de buradadır.

Türbenin bir başka eşsiz özelliği: Şahzadenin sandukası üzerindeki ilginç baldakendir. Koyu ceviz tahta çatısı, neredeyse Hint işi tarzda fildişi kakmalı, dört ayak ile desteklenmiştir. Kanuni, saltanata hazırlığı oğlu Mehmet’in erken ölümünden duyduğu üzüntüyü gidermek için: sandukasının üzerine, fildişi kakmalarla bezeli ahşap bir taht koydurmuştur.

Bunun üzerinde geçmeli çok genleriyle, bir çeşit kafes işi kakmasız ceviz kutu durmaktadır. İster istemez, bu kutunun Kabe’yi temsil edip etmediğini insan merak ediyor. Belki böylece Şehzade’nin dünyadaki en kutsal yerde yattığı duygusu verilmek istenmiştir.

Solunda kız kardeşi Humaşah Sultan, sağında 1553 yılında ölen kambur kardeşi Şehzade Cihangir yatar. Cihangir babaları Süleyman tarafından öldürtülen baba bir kardeşi Şehzade Mustafa’nın acısına dayanamayarak ölmüştür. Ayrıca bir de kime ait olduğu bilinmeyen birinin sanduka vardır.

2010 yılında İstanbul’un Kültür Başkenti olması öncesinde yapılan restorasyonda: türbenin üstünde, kubbe kasnağındaki kedi yolunda, temizlik yapılırken taşların arasında bir Arapça metin yazılı kağıt bulundu. Bu kağıt parçası incelendiğinde, türbeyle ilgili bir koruma duası olduğu anlaşıldı.

rustem-pasa-turbesi-2
İstanbul Şehzadebaşı Rüstem Paşa Türbesi
rustem-pasa-turbesi-1
İstanbul Şehzadebaşı Rüstem Paşa Türbesi

 

Rüstem Paşa Türbesi

Şehzade Mehmet Türbesinin sol tarafındadır.

Bu türbe de, 1561 yılında Mimar Sinan tarafından yaptırılmıştır. Bu türbe de zeminden kubbeye kadar çinilerle kaplanmıştır.

Çünkü Rüstem Paşa çinileri çok sevmektedir ve bütün türbe binasını çiniyle donatacak kadar parası da vardır. Ama türbe bütün olarak, biraz kusurludur. Çapına göre çok yüksektir ve bu kadar çini için fazla küçüktür. Üstelik çiniler çok güzel olmalarına rağmen, kilermeni uygulamalarındaki mükemmeliyeti henüz yansıtamamaktadır.

Rüstem Paşa, belli kibir çini tutkunuydu, sadece türbesini değil camisini de tümüyle çinilerle kaplatmıştı. Ama ne yazık ki, 1561 yılında, bu teknikte mükemmelliğin elde edilmesinden on yıl önce ölmüştü. Türbede, alt pencerelerin arasındaki çok gösterişli, koyu mavi çiçeklerle dolu vazo desenli panolar özellikle dikkat çekicidir. Alt ve üst pencere sıraları arasında koyu mavi üzerine beyaz, kesintisiz bir kitabe bulunur.

Üst pencerelerin arasında belli bir bütünsel deseni olmayan çiçekli çiniler vardır. Çizimler ve kompozisyon belirgin ve güçlü, renkler-beyaz zemin üzerine koyu mavi, turkuaz, biraz yeşil ve kırmızı-net ve canlıdır. Sadece kırmızı bazı çinilerde bulanık veya kahverengimsidir. Bu türbe, yanı başındaki Şehzade ve İbrahim Paşanın türbeleriyle kıyaslandığında çok daha zayıftır.

Rüstem Paşa Türbesinin inşası sırasında, türbenin ön kısmındaki duvara bitişik olarak yapılan, ancak 1916 yılında yıktırılan sebilden: günümüze pencere ve iki yanındaki tekneler kalmıştır. Yekpare mermerden küpü ise, o sırada Topkapı Sarayı Müzesine götürülmüştür.

Bosnalı İbrahim Paşa Türbesi

Cami tarafında, güneybatı kapısının hemen karşısındadır.

Sultan III. Murat’ın damadı ve döneminin Sadrazamı Bosnalı İbrahim Paşa: 1601 yılında Belgrad seferinde şehit oldu. Türbe: 1601 yılında vefatından sonra eşi Ayşe Sultan tarafından, Sefer Çavuş’un nezaretinde Mimarbaşı Dalgıç Ahmet Çavuş tarafından yaptırılmıştır ve 1603 yılında tamamlanmıştır.

Tasarım olarak Şehzade Mehmet türbesine benzeyen yapı: iç mekandaki çini süslemeleriyle ondan aşağı kalmaz. Ancak giriş kapısının her iki tarafındaki çiçek ve arabesk desenli alçak kabartma mermer levhalar pek alışılmadık tır ve çok hoştur. İçeride yine bir cennet bahçesi bulunur. Ama bu çok farklı renklerdedir.

Beyaz, yoğun bir mavi, turkuaz ve kızıl renkler hakimdir. Burada duvarlar, alt pencerelerin üstüne kadar mermerden, süpürgelik çıtası çiçekli çinilerdendir. İki pencere sırası arasında, iki adet koyu mavi üzerine beyaz hat frizler vardır. Beyaz zemin üzerine kızıl girişik çokgen desenli şeritle birbirinden ayrılmıştır. Bunun yarattığı etki son derece şaşırtıcı ve güzeldir.

Benzeri de yoktur. Üst pencereler ana rengi turkuaz olan, kızılla vurgulanmış, çiçek desenli harika panolar ayrılmıştır. Tüm çinilerin tekniği mükemmeldir. Kabarık kilermeni uygulamaları öne çıkar ve bütün yoğunluğuyla kızılı gösterir. Hattın kıvrımlarındaki noktalar dikkat çekicidir ve kan damlaları gibidir.

Bu türbe de değerli eşyalarla dolup taşar. Alt pencerelerin arasında, oyma kapılı ahşap dolaplar vardır. Eğer bu dolapları açılırsa içlerinin çinilerle kaplı olduğu görülür. Bunların sonradan eklendiği açıktır. Bazıları Tekfur Sarayı seramik fırınlarından gibi durmaktadır ama güzel örneklerdir. Kapının iki tarafındaki dolaplarda alışılmadık ve çekici Çin bulutu desenli çiniler varken, diğerleri daha tanıdık çiçek desenlidir.

Kubbe de, terra kota zemin üzerine zarif arabesk ve çiçek desenli özgün bezemeye sahiptir. Şahzade’nin kin den daha ağır ve daha karışıktır ama herhangi bir modern taklitten çok daha güzeldir. İbrahim Paşanın sandukası, alışılageldiği gibi ahşaptandır. Ama arkasında kızına ve oğluna ait iki küçük mermer tabut bulunur, mermerleri canlı desenlerle boyanmıştır.

2010 yılında yapılar restorasyonda: kubbe kısmında, avize kapağının altında üzerinde kan izleri bulunan bir bez parçası bulundu. Bu bez parçasının, İbrahim Paşa’ya ait bir pazıbant olduğu düşünülüyor. Bosnalı İbrahim Paşa için, külliyenin Saraçhane kapısı dışında, klasik üslupla Ayşe Sultan tarafından bir çeşme yaptırılmıştır.

Fatma Hanım Sultan Türbesi

Dedeefendi caddesi tarafındaki, kare plan üzerinde, baldaken formlu türbe: 1586 yılında vefat eden Mehmet Bey için eşi Fatma Hanım Sultan tarafından yaptırılmıştır. 1588 yılında vefat ettiğinde, kendisi de buraya gömülmüştür.

Şehzade Mahmut Türbesi

Bosnalı İbrahim Paşa türbesinin yanındadır. Altıgen planlı bu türbe, Sultan III. Mehmet’in isyana teşebbüs edebileceği şüphesiyle idam ettirdiği şehzadesi Mahmut’a aittir. Pencereler arasındaki duvarlar en iyi dönemden çinilerle döşenmiştir. İbrahim Paşanınkiler kadar müthiş olmasalar da çokça muhteşem kilermeni içerir.

Destari Mustafa Paşa Türbesi

Caminin güney kapısının hemen karşısında, bahçenin dış tarafında, dış bahçenin girişinin yanındaki bu türbe, 1611 yılında Sinan tarafından yapılmıştır. Sinan’ın alışılmadık tarzda, dikdörtgen olarak yaptığı türbe, restore edilerek ziyarete açılmıştır.

Haziredeki bazı kabirler:

Şeyh Ali Tabli-Davulcu Baba Kabri

Şehzade caminin bahçesindeki, ulu çınarın altındadır. Evliya Çelebiye Şeyh Ali Tabli hakkında şunları yazmaktadır “ büyük bir çınarın gölgesinde Şeyh Ali Tabli hazretleri gömülüdür. Sahabenin seçkinlerindendir ki, Hz Ebu Eyüp ile gelip o savaşta davul çalarken şehit olup buraya defnedilmiştir” Bu nedenle “Davulcu Dede” olarak tanınır.

Uryan Mehmet Dede Kabri

Fatih Sultan Mehmet’in askerlerindendir. Sade bir türbede gömülüdür. Ama hakkında ayrıntılı bilgi yoktur.

 

MEDRESE

1546-1547 yılları arasında kuzey doğu duvarını oluşturacak şekilde inşa edilmiştir. Asimetrik bir planı vardır. Girişin karşısına bir eyvan yerleştirilmiştir. Camide olduğu gibi, çok renkli taş ve palmet dizisiyle süslenmiştir.

Kubbeli revaklarla dikdörtgen bir avlunun üç tarafını çevreleyen 20 oda ve güneyde, kubbeli büyük bir dershaneden oluşmaktadır. Burası: 1950 yılından sonra, kız öğrenci yurdu olarak kullanılmıştır. Son restorasyonun ardından ise, lokanta olarak kiraya verilmiştir.

İMARET-TABHANE

Birbiriyle birleşik imaret ve tabhane: caminin doğu duvarına dayalıdır. Külliyenin güneyindeki bu mekanlardan imaret: bir avlu çevresine yerleştirilmiş mutfak, yemekhane, ambar ve kilerden oluşur. İmarethane, bir zamanlar fakirlere yemek dağıtılan bir aş evi olarak kullanılmıştır. Günümüzde ise bir üniversitenin lokali olarak kullanılıyor.

Tabhane ise, sıra dışı planıyla ilgi çeker. Caminin dış avlusundan girilen tabhane: iki eşit ama bağımsız bölümden oluşur. Bölümler: bir giriş holüne açılan, dört odalı konut planındadır. Odalar: kubbeli, dikdörtgen planlı, orta sofalar ise kubbeli ve aydınlık fenerlidir.

SIBYAN MEKTEBİ

Caminin dış avlusunun güney bölümündedir. 7.5 metre çapındaki tek kubbeli bu yapı: bir dönem İstanbul Üniversitesi matbaası olarak kullanılmıştır. Dershanesi: ocaklı ve kubbeli tek bir mekandır. Özgün revağı günümüze ulaşmamıştır. Yani giriş revağı olmayan mekanın, pencere düzeni değişmiş ve depo olarak kullanıldığı zaman ocağı da kaldırılmıştır.

İçinde Latince kitabeli büyük bir lahidin devşirme olarak kullanıldığı bilinen bu yapı: günümüzde bakımsız haldedir. Zaten matbaanın deposu olarak kullanıldığı dönemde, önemli yapısal değişikliklere uğramıştır. Yapı günümüzde bir vakıf malı olarak kullanılmaktadır.

KERVANSARAY

Vefa Lisesine giden yol üstündeki bu yapı: avlunun iki yanında dizili, dikdörtgen odalardan oluşmaktadır. Erken dönem özellikleri gösterir. Ortadaki fenerli kubbe ile örtülü holü çevreleyen, kubbeli dört bölümden oluşan simetrik iki tabhane ve bunlara bitişik, sekiz kubbeyle örtülen dikdörtgen planlı ahırdan meydana gelir. Uzun süre Vefa Lisesi laboratuvarı olarak hizmet veren yapı, günümüzde boş ve bakımsız durumdadır.

yesil-tas-1
İstanbul Şehzadebaşı Yeşil Taş

Yeşil Taş

Mimar Sinan, Şehzadebaşı camisini yaptırdığında, caminin Vezneciler tarafına bakan avlu duvarına: içinde demir bir mil olan ve dönen, yeşil bir taş koydurmuştur. Söylenenlere göre: Kanuni, Mimar Sinan’a İstanbul’un tam ortasını bulmasını ister.

Bunun üzerine, Mimar Sinan, Şehzadebaşı külliyesini yaparken: Eyüp-Sarayburnu arasında İstanbul şehrinin geometrik merkezini hesaplamış ve çeşitli ölçümlerden sonra, orta noktanın Şehzadebaşı külliyesinde, Şehzade Mehmet Türbesinin yanına denk geldiğini belirlemiş ve oraya, altı ve üstü demir millerle oturtulmuş, böylece dönen, yeşil somaki mermer sütun koymuştur.

Evliye Çelebi: bir üçgen şeklindeki İstanbul’un ortasının: saat, adım ve arşın hesabıyla Şehzade Camisinin zemini olduğunu yazar.

Ancak; burada daha önce, Bizanslılar tarafından konulmuş ve şehrin ortasını gösteren bir işaret varmış ve Sinan, bu işaretin yerine, bu taşı diktirmiştir. Taş, günümüzde caminin duvarı içinde çakılı kalmıştır ve ortasındaki demir mil dönmez ve hatta, buradan geçenler ve bunu bilmeyenler farkına bile varmazlar.

Taşın dönmeme sebebi: yol seviyesinin yükselmesi ve asfaltın sütunu kapatmasıdır. Ancak, sütun, günümüzde de İstanbul’un ortasını göstermeye devam etmektedir. Osmanlı imparatorluğu döneminde, çevre illerin başkent İstanbul’a uzaklığının hesaplanmasında, bu nokta kullanılmıştır.

Son durum

İstanbul Veznecilerde yapılan bombalı saldırı sonucunda Şehzade Cami büyük hasar gördü. Patlamada: caminin vitrayları parçalandı, alçı ve duvarlarda kopmalar oldu.

burmali-mescit-camisi-1
İstanbul Şehzadebaşı Burmalı Mescit Camii

BURMALI MESCİT CAMİ

Şehzade camisi avlu kısmının ön tarafında ve dışarıdadır. Saraçhane gezi parkında, ağaçlar arasında kalan tek yapıdır. Çevresindeki yapılar istimlak edildiğinden, tek başına kalmıştır.

Cami: 1540 yılında, Osmanlı devletinin Mısır kadısı olan Mevlana Emin Nureddin Osman tarafından yaptırılmıştır. Kapısının üstündeki kitabe yeri boştur. Banisi 1554 yılında ölmüş ve mescidin yanına defnedilmiştir. Emin Nureddin Efendi, mescidi 25-30 yaşlarında iken yapıp vakfetmiştir.

Yapıldığı dönemde: Osmanlı devletinin ileri gelenlerinin konakları bu bölgede toplanmıştır. Şehrin en büyük yangın felaketlerinden olan 1911 yılındaki yangında, Burmalı Mescit çevresi tamamen yanarak kül olmuş ve burası her ne kadar zarar görmemiş olsa da, cemaatsiz kalmıştır.

Caminin adı: tuğla örme minaresindeki spirallerden gelir. Böyle süslü minareler, Osmanlı mimarisinin İstanbul’un fethinden önceki döneminde vardı. Ama İstanbul’da başka benzeri yoktur.

Düz çatılı ve kagir bir yapıdır.

Çevresindeki eski mezarlıkta bulunan mezar taşları ilginçtir.

Renkli taşlı ve sivri kemerli son cemaat yerindeki sütun başları Bizans işidir.  Ayrıca: kapı ortada değil sağ köşede dedir ve bu durum ilginç bir apliktir. Sütün başlıklarının orijinalleri, Topkapı Müzesinde muhafaza edilmektedir.

Bu mescitle ilgili bir rivayetten söz edilmektedir. Buna göre “Sultan Deli İbrahim, alayı ile namaza Eyüp’e giderken: tam bu noktada sapıtıp, parmağı ile havada daireler ve burmalar çizmeye başlar. Geride atı ile gelen Sadrazam: Rikab-ı Hümayun’a dönerek “Saadetli hünkarımız burada, burma burma minareli bir mescit ferman buyurur” der.

Caminin en dikkat çekici özelliği: spiral kaburgalı tuğla minaresidir. Yani yuvarlak gövdeli minaresinin dış yüzü burmalı biçimde şerefeye kadar uzanan çubuklar halinde örülmüştür. Bunun için özel yapılmış, yarım yuvarlak kenarlı tuğlalar kullanılmıştır. Minarenin bir benzeri, Amasya’da Burmalı Minare Camindedir.

Diğer benzeri ise Edirne’de, üç şerefeli cami minarelerinden biridir. Bu minare, gövdesini süsleyen burmalı çubukları ile eski Türk mimarisinde görülen, çubuklu ve yivli minarelerin son ve İstanbul’daki nadir örneğidir. Düz çubuklu tek minare, Molla Gürani kilisesi/camisindedir.

Son cemaat yeri de eşsizdir. Revak kubbeli değil, eğimli bir çatısı vardır ve Korint tarzında Bizans işi başlıkları olan dört sütunla desteklenmiştir. Bunlar çok yıprandığından 1961-1962 yılları arasındaki tamirde çıkarılmış ve yerlerine, yine devşirme sütun gövdeleri ve şehrin çeşitli yerlerinden toplanmış başlıklar konulmuştur. Antik sütun başlıklarının kullanılması: Bursa’daki daha erken dönem mimaride ve Selçuklularda da görülmüştür. Ama İstanbul’da, bu çok enderdir.

Cumhuriyet döneminde, Burmalı Mescit, Şehzade camisine yakınlığı nedeniyle kadro dışı bırakılmıştır. 1922 yılında Vakıflara geçerek kapatılmış, daha sonra bir bölümü Türkistan Gençler Birliğine verilmiş, ardından çıkan bir yangın sonucu üst katı tamamen yanarak harap olmuştur. 1930’lu yıllarda dört duvardan ibarettir. Sonraki yıllarda üstüne sundurma çatı çekilerek marangozhane olarak kullanılmıştır. 1955 yılında ise onarılarak ibadete açılmıştır.

Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Külliyesi

Külliye: Şehzade Caminin Beyazıt yönündeki köşesinden yan sokağa yayılmaktadır. Külliyede: cami, darülhadis, medrese, kütüphane, çeşme ve sebil bulunur.

Külliye: 1720 yılında yapılmıştır. 1730 yılında, Lale Devrinin sonunu getiren, Patrona Halil İsyanı sırasında parçalanarak öldürülen III. Ahmet’in sadrazamı Damat İbrahim Paşa adıyla bilinmektedir. Paşanın cesedinin bir kısmı, buradaki türbesinde bulunmaktadır. Paşanın oğullarının mezarı da buradadır.

Külliyenin küçük sayılabilecek camisi: sokak kenarındadır. İç mekanın eni: sadece 6.82 metredir. Kubbesinin içi, tamamen kalem işleriyle süslüdür. Mekanı tek başına örten, küçük sağır kubbenin dört köşesinde de minik çeyrek kubbeler vardır. Barok dönemine ait mermer süslemeleri çok niteliklidir.

Mekanın bezemelerinde kullanılan çiçek motifleri, Lale Devrinin mimari anlayışıyla paralellik gösterir ve yapının sanatsal değerini arttırır. Bu kubbeli mekan, önceden külliyenin din eğitimi verilen dershanesiydi. Cami olunca da sonradan minare eklendi. Kütüphane: hemen karşı köşede görülen kubbeli mekandır.

Şadırvan: Külliye avlusunun ortasında, sekiz sütun üzerine, piramidal çatı örtüsü bulunur.

Sebil: Bu külliyede, devrinin en önemli özelliğini yansıtan sebil: dışta cadde ve sokağın kesiştiği köşededir. Çeşmedeki barok lale motifleri ilgi çekmektedir. Tasarımı mükemmeldir. Bu sebile: eski gravür ve kartpostallarda sıklıkla rastlanır.

acemi-oglanlar-hamami-1
İstanbul Şehzadebaşı Acemi Oğlanlar Hamamı

Acemi oğlanlar hamamı

Veznecilerde, Celal Ağa Konağı isimli otelin yanındadır. Daha doğrusu otelin gölgesinde kalmıştır. Hamam; Yeniçeri odalarının bulunduğu bina gurubunun bir parçası olarak 16 yüzyılda inşa edilmiştir. Acemi oğlanlar kışlası: Turnacıbaşı tarafından, Osmanlı coğrafyasının dört bir tarafından toplanarak buraya getirilen devşirme çocukların kaldığı yerdir.

Bu kışlaya ait, bu hamam, çocukların dağıtımdan sonra ilk uğradıkları temizlenme yeridir. 1826 yılında Yeniçeri Ocağı kaldırılınca, bu hamam da mahalle hamamı olarak hizmet vermeye başlamıştır. 2004 yılında hamam kapatılarak, hamamın bir kısım ve çevresindeki arsası üzerine Celal Ağa Konağı isimli otel inşa edilmiştir.

2008 yılında, hamam otel bünyesinde tekrar hizmet vermeye başlamıştır. Ancak “Acemi oğlanlar” kelimesi değiştirilmiş ve hamam “Acemoğlu Hamamı” olarak isimlendirilmiştir.

Dış görünüşü pek göz alıcı değildir. Çünkü bilinçsiz uygulamalarla, özgün biçimi yok edilmiştir.

Kuyucu Murat Paşa Medresesi

Hasan Paşa Medresesi geçildikten sonradır.

Pomak asıllı Murat Paşa: bu unvanını; kuyu açıp içinden su veya petrol gibi şeyler çıkarmasından değil, kuyu açıp içine bir şeyler doldurmasından kaynaklanmaktadır. Boğdurup başlarını kestirdiği celalilerin cesetlerini, açtırdığı kuyulara doldurmasıyla almıştır.

Ancak bu yöntem zamanın devlet gelenekleri arasında pek fazla yadırganmaz. Ancak “Kuyucu” lakabını alması hakkında bir söylenti daha vardır. 1585 yılındaki İran-Osmanlı savaşı sırasında, atının ayağı tökezlemiş ve bir çukura düşmüş, İranlılar tarafından esir alınmıştır. Bu olaydan sonra kendisi “Kuyucu” lakabı takılarak anılmaya başlanmıştır.

Ayrıca: Paşa, medrese de yaptırarak hayır işlerinden de eksik kalmamıştır. 17 yüzyılda, I. Ahmet döneminde sadrazamlık yapmıştır. Kuyucu Murat Paşa: 1611 yılında Diyarbakır’da vefat etmiş, cenazesi İstanbul’a getirilerek, medresenin hemen yanındaki türbeye gömülmüştür.

Türbenin kapısı üstünde bulunan ayet kitabesinden başka, yapıda bir kitabe yoktur. Türbede: ayrıca Abaza Mehmet Paşa, Cigalazade Sinan Paşanın oğlu da gömülüdür. Türbe, günümüzde harap durumdadır.

Çok ünlü ve can alıcı olarak tanınmıştır. Kuyucu Murat Paşa: Anadolu’da 100 yıl süren Celali İsyanlarını, sert yöntemlerle bastırmasıyla ünlenmiştir. Bu isyanlarda çok sayıda kişiyi (60 bin kişi olduğu söylenir) öldürttüğü için “Çukur Kazıcı” olarak da anılmıştır.

Medrese: 1606-1610 yılları arasında yapılmıştır.

Dar bir alana: medrese, dershane, mescit, sebil, türbe, Sıbyan mektebi ve dükkanlar yerleştirilmiştir. Külliyenin mimarı ise, Sultanahmet Camisini yapan mimar Sedefkar Mehmet Ağa idi. Külliye yapıları: üçgen biçimindeki arsada medrese binasına bitişik olarak yapılmıştır.

Cephede, dükkanlar arasında bulunan basık kemerli kapıyla medreseye geçiş sağlanmaktadır. Avlunun güneydoğu yönünde, dershane-mescit odaları vardır. Bu bölümün üstü, kubbe ile örtülmüştür. 14 adet medrese odasının üstü de kubbelerle örtülüdür. Odalarda: dolap ve ocak nişlerinin yanı sıra, avluya ve dışa açılan pencereler vardır.

Medrese: düzgün kesme taştan yapılmıştır. Büyük ölçüde onarılarak kubbesi çatıya dönüştürülmüştür. Yapı “L” planlı ve 14 odalıdır.

Külliyenin güney doğusunda minbere bitişik şekilde yerleştirilen, mermer kaplamalı sebil, beş cepheli olarak düzenlenmiştir. Sebile: basık kemerli bir kapı ile geçilir. Kurşun kaplı, ahşap bir kubbe ile örtülüdür.

Sebilin içinden, türbeye bakan dikdörtgen açıklıklı bir pencere vardır. Kapının karşısındaki köşede, mermer su haznesiyle kuyu mevcuttur. Sebilin suyu, o dönemde Süleymaniye su yolundan sağlanmaktaymış. Yapı günümüzde ise, bakımsız durumdadır.

Külliyenin Vezneciler caddesine bakan cephesinde 13 dükkan bulunur. Dışarıya tuğladan yuvarlak kemerlerle açılan dükkanlar, beşik tonozla örtülüdür.

Cephe: kemer aralarında taş ve tuğlanın alternatif olarak kullanılmasıyla oluşan almaşık duvar örgüsüne sahiptir. Son yıllarda restore edilmiş dükkanlar Vakıflar İdaresi tarafından kiraya verilmektedir.

1782 yılındaki yangında türbe zarar görmüştür. 1869 yılında, Medresenin faal olduğu görülmektedir. 1894 yılındaki depremde Sıbyan Mektebi yıkılmıştır. 1911 tarihindeki yangında, külliye kısmen yanarak harap olmuştur. Hatta: 1919 yılında, medresenin yangınzedeler tarafından işgal edildiği bilinmektedir.

Harap durumda olan külliye: 1943-1950 yılları arasında restore edilmiştir. Medrese, günümüzde: İstanbul Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü binası olarak kullanılmaktadır. Külliyeye ait Sıbyan Mektebi ve bazı dükkanlar, günümüzde Piri Mehmet Paşa Vakfına geçmiştir.

kalanderhane-camisi-2
İstanbul Şehzadebaşı Kalenderhane-Kalenderhane Camisi
kalanderhane-camisi-5
İstanbul Şehzadebaşı Kalenderhane-Kalenderhane Camisi

 

Kalenderhane-Kalanderhane camisi

Medresenin hemen önünde, Bozdoğan Su Kemerinin bitişiğindedir. Vezneciler Kız Yurdunun bahçesiyle bitişiktir. Bütün özellikleriyle bir Bizans kilisesi olduğunu belli etmektedir. Asıl adı ise “Theotokos Kiriotissa” dır. 1960’lı yıllarda yürütülen arkeolojik çalışmalar sonucunda: kilisenin ismi öğrenilmiştir. 

12 yüzyılda yapılan kilise, Yunan Haçı planlıdır. Daha önce burada bulunan bir Roma hamamının üzerine inşa edilmiştir. Yine yapılan araştırmalarda: aynı yerde daha önce yapılmış başka binaların da (hamam, kilise gibi) kalıntıları ortaya çıkarılmıştır.

Ama buradaki eski Bizans kilisesinin en ilginç yanı: 1204 yılındaki Latin Haçlı işgalinde, buranın bir Roma Katolik Kilisesi olarak kullanılmasıdır. Kilisenin güney kilisesi, St Francis’in hayatını tasvir eden fresklerle süslenmiştir. Latin istilası sırasında, Katolik Haçlıların bu kiliseye el koyup kullandıklarını gösteren delil: apsisin yanındaki küçük hücrenin kemer alınlığındaki gotik harflerle yazılmış bir kitabedir. Burada: Fransisken tarikatının kurucusu Assisili Aziz Francesco’nun adı geçmektedir. Bu freskler, günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinin ikinci katında sergilenmektedir.

Bunlar, Azizin ölümünden sonra yapılan ilk freskler olarak önem kazanmaktadır. Bir başka ilginç buluntu da: İkonoklazm dönemi öncesinden kalan tek mozaiktir. Bunu, üstüne bir duvar örerek gerisinde saklamışlardır.

İstanbul şehrinin fethinin ardından ilk olarak, Kalender Tarikatına mensup dervişler tarafından medrese olarak kullanıldığı için “Kalanderhane” ismini almıştır. Manastırın keşiş odaları zaviye olmuş, ana bina tevhidhane olarak kullanılmıştır. Bu yüzden, burası İstanbul’daki ilk Mevlevihane olarak kabul edilmektedir.

1717 ve 1728 yıllarındaki yangınlarda hasar gören yapı, 1747 yılında Darüssaadet Ağası Beşir Ağa tarafından, onarımdan geçirilmiş ve camiye dönüştürülmüştür. Kilisenin bir odası doldurularak bir minare temeli haline getirilir ve bunun üzerine minare inşa edilir.

Bu onarımın ardından, camiye Arpa Emini Mustafa Efendinin hayrı olarak bir de medrese eklenmiştir. Bu medrese, 1935 yılında “16 Mart Şehitler Anıtı” dikilmek için yıkılmış, ancak anıt buraya dikilmemiştir.

Caminin avlusunda, kilisenin ilk zamanlarında, yapıya dahil olan ancak günümüzde yıkılıp harabe halini alan duvar kalıntıları görülür. Caminin kubbesi: dört köşeden örülen kemerlerle oluşturulan dairenin üstüne oturtulmuştur. Kubbede: çok eskiye dayandığı bilinen mozaik desenler bulunur. Özellikle içerideki mermer kaplamalar göz alıcıdır. İç duvarlar: renkli mermer kaplamalar ve kabartmalarla süslüdür.

Eski kiliseden kalma bazı fresklerin yakın zamana kadar durduğu ancak daha sonradan üstlerinin badana yapılarak kapatıldığı söyleniyor. Kilisenin narteks kısmı: son cemaat yerine dönüştürülmüştür. Orta mekan çevresi pencereli, yüksek kasnaklı, etrafı dalgalı saçaklı bir kubbeyle örtülüdür. Yangın ve depremlerden zarar gören cami, 1854 yılında onarılmıştır.

1930 yılında minare, yıldırım düşünce yıkılmıştır. Bunun üzerine cami terk edilmiştir. 1966-1975 yılları arasında, burada Harvard Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından arkeoloji kazısı yapılmıştır. Bu çalışmalarda: daha önce bilinmeyen bazı yapı kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Bu çalışmalar sırasında Assisili Aziz Fransis’in hayatını resmeden freskler de bulunmuştur. Yapı, harap durumda iken, onarılarak 1968 yılında ibadete açılmıştır. Ancak, buranın tarihi geçmişini bilen yabancı ziyaretçileri de eksik olmaz.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

 

İstanbul Kumkapı

kumkapı.eğlence.1
İstanbul Kumkapı

Fatih ilçesine ait semtlerden birisidir.

Eski Bizans surları içinde, Çatladıkapı ve Yenikapı arasındadır. Kumkapı: tarihi yarımadayı Marmara denizi boyunca tahkim eden surların üzerindeki kapılardan biridir. Bu kapının batısında, fazla uzak olmayan noktada Heptaskalon adlı küçük çaplı bir kapı daha vardır.

Bizans döneminde: burası, İmparator Julian (361-363) tarafından yaptırılan Kontoskalion limanıdır. Küçük iskele anlamına gelen Kontoskalion, semtin o dönemdeki adıdır. Bizans döneminde kara içine sokulmuş ve önü bir mendirekle korunmuştur. 1263 yılında İmparator VIII. Mihael Paleologos tarafından tersane yaptırılmıştır. Üst üste konulmuş iri taş bloklardan inşa edilmiş liman ve tersanenin duvar temeli, 1819 yılındaki yangında ortaya çıkmıştır. Eski liman zamanla dolmuş ve yerini, şehre kum getiren gemilerin yük boşalttıkları iskeleler almıştır.

1261 yılında Latinlerin yani Haçlıların şehirden atılmalarının sonrasında, VIII Michael Palaeologos, burayı şehrin deniz üssüne dönüştürmüştür. Ancak liman sık sık çamurla dolar ve kullanım dışı kalırdı.

Semt, günümüzdeki “Kumkapı” ismine gelince: Yedikule’den Ahırkapı’ya doğru giderken, deniz kıyısındaki 5’nci kapı olan “Kumkapı” dan almıştır.

kumkapı.eğlence.2
İstanbul Kumkapı

Eskiden burada ağırlıklı olarak Rum ve Ermeniler yaşıyordu. Günümüzde ise, burası meydandaki balık restoranları ve eğlence kültürüyle ünlüdür. Yani, İstanbul şehrinin birçok eğlence mekanı buradadır. Her ne kadar Ermeniler için, Kumkapı bir dini merkez, Patriklik merkezi olarak bilinse de, diğer İstanbullular ve ziyaretçiler için, Kumkapı, yemek ve eğlence mekanları ile tanınıp bilinmektedir.

Özellikle, balık ve balık restoranları öne çıkar. Çünkü, buradaki balıkçılık geleneği, Bizans dönemine kadar uzanır. Ermeniler açısından buranın önemi ise, Ermeni Patrikhanesinin 17’nci yüzyılda buraya taşındığı ile ilgilidir.

ermeni patrikhanesi.0000
İstanbul Kumkapı Ermeni Patrikhanesi

 

ERMENİ PATRİKHANESİ

Kumkapı yöresinde, 5’nci yüzyılda küçük bir Ermeni cemaatinin bulunduğu biliniyordu. Yani, İstanbul’da her zaman Ermeni cemaati olmuştur. Ancak, Osmanlı tarafından fethine kadar Ermenilerin İstanbul şehrinde kendilerine ait bir kilisesi olmadı. Sultan II. Mehmet, 1453 yılında İstanbul’u fetih ettikten sonra İstanbul Ermeni cemaatinin tarihinde yeni bir dini özgürlük dönemi başladı. Çünkü Fatih Sultan Mehmet, Ermenileri Rumlara karşı bir denge olarak kullanmayı düşünüyordu.

Ermeniler, ibadetlerini kendi kiliselerinde, kendi ritüelleri uyarınca özgürce yapmaya başladılar. Fethin ardından, Sultan II. Mehmet, Bursa Ermenileri Episkoposu Hovagim’i 1461 yılında İstanbul’a davet ederek onu Ermeni Patriği ve Osmanlı imparatorluğunun Doğu Ortodoks mezhebine bağlı Hıristiyan tebaasının ruhani lideri olarak tanıdı ve kendisini Rum Patriğinin hak ve yetkilerine eşdeğer hak ve yetkilerle donattı.

Patriklik makamı, ilk olarak Samatya’da bir Bizans manastırında kuruldu. Patrik Hovagim’den Areveltzi Tavit I’e kadar, tam 20 patrik, Samatya’da görev yaptı. 1641 yılında Patrik Tavit I. makamı Kumkapı’ya nakletti. Patriklik o tarihten bu yana, Kumkapı’da aynı yerde, Türkiye Ermenilerinin ruhani merkezi olarak görev yapmaktadır.

1850’li yıllarda Kumkapı bölgesinde genellikle Ermeniler oturuyordu. Daha sonra buradan ayrılan Ermenilerin yerine Anadolulu Ermeniler yerleşir. Günümüzde ise, burada Ermenistan’dan gelen Ermeniler yaşamaktadır.

Patrikhane: 1641 yılında Samatya’dan buraya taşınmıştır.

Ancak, Patrikhane yapısı: 1762 ve 1826 yıllarında çıkan yangınlarda yanarak kül olmuştur.

Günümüzde, kompleks ise: 1828 yılında inşa edilen ve planları Balyan ailesi tarafından çizilen bir okul ve 3 kiliseden oluşmaktadır.

Patrikhane: Azize Theodore’ye adanmıştır. Surp Harutyun kilisesinden birkaç merdiven inilerek ulaşılan bir ayazmanın üzerine kurulmuştur.

Patrikhane kompleksi 1999 depremi ardından, 2000-2003 yılları arasında köklü bir onarım geçirmiştir Bu çalışmalar sırasında Patrikhaneyi sınırlayan çevre duvarının altına kadar giden ve büyük olasılıkla Bizans dönemine ait bazı bölümler ortaya çıkarılmıştır.

Günümüzde Patrikhanenin karşısında kalan, merkezinde Surp Asdvadzadzin Patrikhane Katedrali ve Surp Haç ve Surp Vortvots Vorodman kiliselerinin bulunduğu külliye içinde, Surp Harutyun Şapeli altında bulunan su kaynağının önceden hangi yapılara ait olduğu konusu belirgin değildir.

Bu kaynak, Patrikhane kompleksinin 1828 yılındaki son inşasında bir ayazma haline getirilmiş ve Surp Theodoros adıyla kutsanmıştır.

Patrikhane kilisesini destekleyen iri ayaklar ve tonozların, diğer taraftan Vorodman kilisesinin 2011 yılındaki restorasyonu sırasında, alt kotta dikkat çeken bazı bölümler, yukarıda sözü edilen Bizans dönemi manastırlarını akla getirmektedir. 1641 yılından bu yana Patriklik kilisesi olan ve Surp Asdvadzadzin kilisesinin yerinde bulunduğu anlaşılan Bizans dönemi manastırları, Fatih Sultan Mehmet tarafından, fethin sonrasında, Anadolu’dan göç ettirilen ve Kumkapı-Langa bölgesine yerleştirilen Ermenilerin kullanımına bırakılmıştır.

surp asvad.kilisesi.1
İstanbul Kumkapı Patrikhane Kilisesi-Surp Asdvadzadzin Kilisesi-Meryem Ana Kilisesi

 

PATRİKHANE KİLİSESİ-SURP ASDVADZADZİN KİLİSESİ-MERYEM ANA KİLİSESİ

Sevgi sokakta, eski bir Bizans kilisesinin olduğu yere yapılmıştır. Bu durum mahzeninde bulunan Ayios Theodoros Ayazmasından bellidir.

Kumkapı’daki Patrikhane kilisesi Surp Astvadzadzin: ilk olarak 1641 yılında İstanbul Ermenileri Patriklik merkez kilisesine dönüştürülen yapı, 1645 yılında Kumkapı’da meydana gelen büyük yangında, dört Rum kilisesi ve 5000 evle birlikte yanarak yok olur. Yangından bir ay sonra, Padişah Sultan İbrahim, Sadrazam Civan Mehmet Paşa ile birlikte, yangın yerini görmek üzere Kumkapı’ya gelir.

Kilise harabelerinin yanından geçerken, yarı yanmış tasvirleri gördüğünde, sadrazama bunların ne olduğunu sorar. O da Ermeni ve kullarınızın mabetleridir cevabını verir. Padişah, şimdiye dek neden yapılmadıklarını sorduğunda, Sadrazam “İradenizi beklemekteler” şeklinde cevaplar. Sultan İbrahim Saraya döndüğünde bu kiliselerin en kısa zamanda inşa edilmelerini emreder.

Kilisenin ilk kez Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesinde bu adla anılmıştır.

Aynı yıl, Patrik Tavit Areveltzi döneminde ve Divrikli Rahip Boğos’un çabalarıyla yeniden inşa edilir. 1718 yılındaki yangın, kilise ve patrikhanenin tamamının yine yanarak yok olmasını sağlar. Bir yıl sonra kilise yeniden inşa edilir. 1762 yılında yine yangın ve bina zarar görür. Ancak yine hızla yenilenir. Daha sonra, Patrik Zakarya, kilisenin çevresini taştan duvarlarla çevirerek, kilisenin yangından etkilenmemesi için bir havuz ve tulumbayla önlem alır.

1826 yılındaki yangında, kilise ve patrikhane, yine yanarak kül olur. Sultan II. Mahmut’un fermanıyla, mimar Kirkor Amira Balyan ve Garabet Devletyan tarafından bu kere taştan kilise yapılır. 1834 yılında Bezciyan Okulu açılır. 1870 yılında, Patrik Vanlı Mıgırdıç Hrimyan’nın çabalarıyla, batı girişine bir çan kulesi yaptırılır. Bu kule 1999 yılındaki Marmara depreminde hasar görür. Son onarım, 1902 ve 1985 yıllarında gerçekleşir.

17’nci yüzyıl sonlarında kilise avlusuna 3 tane matbaa yapılmış ve burada önemli kitaplar basılmıştır. Bunlardan ilki 1677 yılında Eremya Çelebi Kömürciyan’ın kurduğu matbaadır. 1698-1734 yılları arasında hizmet veren ikinci matbaa, Merzifonlu Krikor Tıbır, 1790-1825 yılları arasında faal olan matbaa ise Mıgırdıç Amira Miricanyan tarafından kurulmuştur.

SURP VORTVOST VORODMAN KİLİSESİ

Diğer adı “Patrik Mesrob II. Kültür Merkezi” olan kilise: Kumkapı Meryem Ana Ermeni Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu gözetiminde bulunan 4 kiliseden biridir. I. Dünya savaşı sırasında depo olarak kullanılmıştır. 1940’lı yıllarda zincir ve halat fabrikası olmuştur. 1966 ve 1975 yıllarında, Muş Varto ve Lice’de meydana gelen depremlerden sonra, Ermeni depremzedelere barınak olmuştur.

Ancak uzun yıllar onarım yapılmadığından zamanla harap olmuştur. Onarımı yapılan kilise, 28 Aralık 2011 tarihinde yeniden ibadete açılmıştır. Aynı zamanda bir kültür merkezi olan kilise, konser ve sergi gibi kültürel etkinlikler yanında, dini işlevini de sürdürmektedir.

bezciyan ermeni okulu.0
İstanbul Kumkapı Bezciyan Ermeni İlköğretim Okulu

 

BEZCİYAN ERMENİ İLKÖĞRETİM OKULU

Patrikhane kilisesinin hemen yanındadır. 1719 yılında Patrik Hovhannes Golod tarafından kurulmuştur. 1826 yılındaki yangın sonucu Patrikhane binası ile birlikte yanan okul binası, 1830 yılında Bezciyan Kazaz Artin Amira’nın katkılarıyla yeniden yapılmış ve okula “Bezciyan” ismi verilmiştir. Bezciyan, Sarayda da büyük bir güven ve sevgiyle tanınırdı.

Çünkü konuşma, ikna ve işbirliği açısından sıra dışı yeteneği vardır. Günümüzde görülen okul binası, Aralık 1924 tarihinde yapılmıştır. Okul halen hizmet vermektedir. I. Dünya savaşından sonra, 1916-1917 yıllarında bir yangın, okulda yine zarara sebep oldu, ancak 1925 yılında okul yeniden açıldı. 1945 yılında Milli Eğitim Bakanlığının izniyle ortaokula dönüştürüldü. Okul halen: anasınıfı, ilk ve ortaokul olarak faaliyettedir.

 

TAVAŞİ SÜLEYMAN AĞA CAMİ

Kumkapı tren istasyonunun karşısındadır. Tavaşi: 17’nci yüzyılda Osmanlı Saraylarında görev yapan ve hadım edilmiş zenci erkeklere denilmektedir. Genç erkek olarak saraya alınan tavaşiler, çok çeşitli işlerden sonra Harem’de görevlendirilirdi. Bu işlerde en başarılı olanlar darüssaade Ağası olurdu. Hatta vezir olanlar bile olmuştur.

Yapı, ilk olarak 1744 yılında Tavaşi Süleyman Ağa tarafından yapılmıştır. Topkapı Sarayında, Harem ağalığına yükselen Süleyman Ağa, zaman içinde haremi, içindeki bir casus ağı ile kontrol edecek güce ulaşmıştır. Ancak günümüzdeki görüntüsüne, 19’ncu yüzyılda ulaşmıştır. Yapının ahşap minaresi dikkat çekmektedir. Minare geniş yivlidir. Şerefenin altı çanağa benzer. Çevresi demir korkulukludur. Minare külahı soğan şeklindedir. Cami yeşil, minare kahverengi boyalıdır. Süleyman Ağanın mezarı cami avlusundadır.

NİŞANCI MEHMET PAŞA CAMİİ

Kumkapı’da Türkeli caddesi ve Nişancı Mehmet Paşa sokakları arasındadır.

1475 yılında, Fatih Sultan Mehmet’in son Sadrazamı eski nişancı ve Karamanlı Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bina kaba yontu taştan yapılmıştır ve o zamandan günümüze kadar olan süreçte pek çok kez yenilenmiştir. Bugünkü görüntüsü: Osmanlı ahşap bina tarzını yansıtmaktadır. 

Mehmet Paşa, Karagümrük semtinde, adını taşıyan başka bir camide gömülüdür. Caminin tam karşısında hamam vardır. Hamamın yüksek geliri, dönemin özellikle tercih edilen bir hamamı olduğunu ortaya koymaktadır. Orijinal çifte hamam, İstanbul şehrindeki en eski hamamlardan biridir ve günümüzde de faaliyetini sürdürmektedir.

RUM KİLİSELERİ

Kumkapı semtinde, 2 tane Rum kilisesi vardır. Her iki kilisede, 19’ncu yüzyılda yapılmıştır. Bu iki kilisenin haşmetli görünümü, geçmişte burada yaşayan Rum cemaatinin zenginliğini yansıtmaktadır.

p.elpida kilisesi.1
İstanbul Kumkapı Panayia Elpide Kilisesi

 

Panayia Elpida Kilisesi

Kumkapı’da: Gerdanlık, Müsteşar ve Samsa sokaklarının çevrelediği adanın ortasındadır.

Beyaz “Panayia Elpida Kilisesi” muhtemelen 15’nci yüzyılda: Aya Yorgi’ye adanmış bir ayazmanın üstüne inşa edilmiştir. Hatta: Elpis ton Apelpismenon kilisesine ait temeller üzerine inşa edildiği düşünülmektedir.

İlk inşa tarihi bilinmemektedir. Ancak 1652 yılında yangında yandıktan sonra yeniden inşa edilmiştir.

Kiliseye ait kitabelerde 1895 yılında mimar Vasilios Tsilenis tarafından inşa edildiği ve o dönemin Patriği Kalinikos’a teşekkür edilmektedir.

Yapının avlusunun çevresi, yüksek duvarlarla çevrilidir. Avlunun güneyinde Ayios Yeroryios ayazması bulunur. Avlunun kuzeyinde bulunan okul ise, 1957 yılında eğitime son vermiştir.

Rokoko ve neoklasik akım birlikte kullanılmıştır. Kuzey ve güneyinde iki tane çan kulesi bulunur. Bu çan kuleleri sütunlar ve friz tipi ögelerle süslenmiştir. Orta mekanın üstü kubbe ve yan mekanlar ise tonozla örtülmüştür. 18 Mart 1576 tarihinde, bu kilisede Patriğin idare ettiği bir ayine katılan Stephan Gerlach tarafından tutulan notlarda: bu kilisedeki muhteşem güzel ikonalardan söz edilmektedir. Ancak, günümüzde bu ikonalar yoktur.

aya kiryaki kilisesi.1
İstanbul Kumkapı Ayia Kyriake Kilisesi

 

Ayia Kyriake Kilisesi

Gedikpaşa caddesi üstünde, Çadırcı cami sokağı ile Kadırga limanı caddesi arasındadır. Güney ve kuzey yöndeki merdivenler nedeniyle, kilisenin adı bazı kaynaklarda “Merdivenli kilise” olarak geçer.

İlk olarak, İmparator Diocletianus (284-307) zamanında yaşayan ilk Hıristiyan Azize Kiryaki’ye adanarak yaptırılmıştır. Azize Kiryaki: zengin bir Romalı ailenin kızıdır. Hıristiyan oldukları için ailece öldürülürler. Bu azize hakkındaki rivayet şöyledir “Annesi Efsevia, bir çocuğu olursa onu tanrıya adayacağına söz verir. Duaları kabul olur ve haftanın yedinci günü, doğan kızına Kiryaki adını verir.

Hıristiyanlara yapılan işkencelere maruz kalan genç kız önce ateşte yakılmak istenir, ancak yağan yağmur ateşi söndürür. Arenada vahşi hayvanlara atıldığında ise, hayvanlar Kiryaki’ye dokunamazlar. En son azizenin kafası kesildikten sonra gökyüzünden gördüklerini anlat diye bir ses duyulur. Hıristiyanlık devletin resmi dini olarak kabul edildikten sonra, Azize Kiryaki’nin ölüm günü olan 7 Temmuz yortu günü olarak kabul edilir.

Yapım tarihi net olarak bilinmemekle birlikte, kiliseden söz eden en eski kaynak 1583 tarihli kilise listeleridir.

1645, 1660 ve 1845 yıllarındaki yangınlarda harap olan ve 1894 yılındaki depremde yıkılan kilise, mimar Perikles Fotiadis tarafından, Karamanlılar cemaatinin yardımlarıyla yeniden yaptırılmış ve 1901 yılında ibadete açılmıştır. Mimar Fotiadis, o dönemde İstanbul’da birçok önemli yapı inşa etmiştir. Heybeliada Ruhban Okulu ve Zaografyon Rum Lisesi örnek olabilir.

Bu kilise: Aziz 5’nci Basil’e adanmış bir ayazmanın üstüne yapılmıştır.

Şehirdeki en büyük kubbelerden birine sahiptir. İstanbul’da eklektik mimarinin uygulandığı en çarpıcı örneklerden birisidir.

Kilise ikonostasisinde: soldan itibaren Azize Kiryaki, Meryem ve çocuk İsa ve İoannes Prodromos tasvirleri görülür. Üstteki çerçevelerde bayram sahneleri bulunur. Kubbede Pantokrator İsa, apsiste Blakherna Meryem görülür. Kilisenin narteksi, Tevrat’tan alınma sahnelerle süslenmiştir. Tasvirler 1967 yılında yapılmıştır.

Fatih tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

 

İstanbul Cağaloğlu

geziyorum-cagaloglu-01
İstanbul Cağaloğlu

18’nci yüzyıldan itibaren, semt Osmanlı bürokrasisinin, sadrazamlık mensuplarının, paşaların oturduğu bir bölge haline gelmiştir. 1870’lerden sonra ise Türk basını buraya yerleşmiştir. 1990’larda buradan birçok gazetenin taşınmasıyla eski etkisini kaybetse de tarihi dokusu ile şehrin çekim noktalarından biri olmayı sürdürmektedir.

Cağaloğlu’nun adı, Cenovalı Cicala ailesinden gelen ve sonrasında bir Osmanlı Amirali ve politikacısı olan Cigalazade Yusuf Sinan Paşa’dan gelmektedir. Yusuf Paşa’nın aile isminin Türkçeleştirilerek önce Cigaloğlu olduğu, daha sonra da zaman içinde Cağaloğlu’na dönüştüğü söylenir. 20’nci yüzyılın başlarında burası basın sektörünün merkeziydi, gazete binaları ve Bab-ı Ali bulunuyordu. Gazeteler “İkitelli” ve diğer yerlere taşınmış olsalar da bu bölgede günümüzde de çok sayıda matbaa ve kitapçı bulunuyor.

geziyorum-cagaloglu-hamami
İstanbul Cağaloğlu

CAĞALOĞLU HAMAMI

İstanbul’un tarihi hamamları arasında en meşhur olanlardan biridir. Hamamın yakınındaki İran Konsolosluğu ve İstanbul Valilik binası, gayet güzel yapı olarak dikkat çekmektedir. Yerebatın Sarayının biraz ilerisindedir. Aralarında Alman İmparatoru Kayzer Wilhelm, İngiltere kralı Edward, Macar besteci Franz Liszt, İngiliz hemşire Florance Nightingale, Rus balet Rudolf Nureyev ve Mısırlı aktör Ömer Şerif’in de bulunduğu birçok ünlü, burayı ziyaret etmiştir. İstanbul’daki hamamların en güzeli olan Cağaloğlu, diğerleriyle kıyaslandığında fazla eski değildir. 1741 yılında Sultan Mahmut tarafından yaptırılmıştır.

Padişah bu hamamı, geliriyle birlikte Ayasofya’daki kitaplığın masraflarını karşılaması için yaptırmıştır. Odun ve su: kıtlığa neden oluyor diye büyük hamam yapımını yasaklayan kanundan kısa bir süre önce inşa edildiği için son büyük Osmanlı hamamı olarak tarihe geçmiştir. Hamamı yapanlar hakkında çok az şey biliniyor. Planların baş mimarı Süleyman Ağa tarafından çizildiği ve binanın Abdullah Ağa tarafından tamamlanmıştır. Hamam açılır açılmaz saraydan ve eşraftan önemli kişileri kendisine çekmiştir.

İstanbul’daki çifte hamamlardan biri olan Cağaloğlu’nda, kadınlar ve erkekler için ayrı bölümler vardır. Hamamın erkekler kısmının girişinde, hemen yukarıda, hat sanatının güzel örneklerinden biri hamamın kuruluşu ile ilgili bilgi verir. Barok tarzındaki yapı klasik hamam mimarisinden hemen ayırt edilir. Sıcaklıktaki sekiz mermer sütunlu kubbesi, ortadaki sekizgen göbektaşı ve kubbeli halvet hücreleri bu farklılığı ortaya koyar. Genelde, diğer hamamlarda erkekler kısmının daha güzel olmasına rağmen buranın kadınlar kısmı da gayet güzeldir. Her iki bölümde de barok üslup kullanılmış, daha sade tarzlarda inşa edilen hamamlardan ayrı bir güzelliğe sahiptir. Bu hamamı diğerlerinden farklı kılan özelliklerden birisi de; suyu ısıtmak için Ayvalık’tan getirilen zeytin çekirdeklerinin kullanılmasıdır.

İRAN KONSOLOSLUĞU

İran Konsolosluğu, İtalyan Domenica Stampa tarafından 1866 yılında yapılmış bir binadadır. Osmanlı devletinin Müslümanlara yapılan bir jesti sonucu, burası Sur içinde inşa edilen tek konsolosluk binasıdır.

İSTANBUL ERKEK LİSESİ

Konsolosluğun hemen yanında 1897 yılında Alexander Vallaury tarafından Düyun-u Umumiye için, I. Ulusal Mimari tarzında yapılan büyük binadadır. Osmanlı imparatorluğunun fiilen iflas ettiği ve yabancılar tarafından yönetildiği 1882 tarihinde kurulmuştur. 1923 yılında Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla binaya gerek kalmamıştır. Birçok şirket  binaya talip olmuş fakat Atatürk burasının okula dönüştürülmesini ve genç Türklerin, tarihini öğrenerek burada yetiştirilmelerini istemiştir. 1964 yılından beri karma eğitim vermesine rağmen ismi hala İstanbul Erkek Lisesi olarak geçmektedir.

RÜSTEM PAŞA MEDRESESİ

Mimar Sinan’ın 1550 yılında yaptığı Rüstem Paşa Medresesi, özellikle ana kapısının ihtişamıyla dikkati çeker. Medrese dıştan dörtgen olmakla birlikte içeri girilince sekizgen avlusuyla dikkat çeker. Kenarlarda kullanılan banyo ve tuvaletlerle, duvarların doldurulması sekizgen yapıdan dışarıdaki dörtgen yapıya geçişi sağlar. İstanbul İlim ve Kültür Vakfı tarafından kullanılan medrese, restore görmüştür.

KIRMIZI KONAK

İstanbul Erkek Lisesinin devamında, modern Türk tarihinde önemli rol oynayan ahşap bir yapı bulunmaktadır. Burası, II. Meşrutiyet dönemli önemli rol oynayan “Kırmızı Konak”, İttihat ve Terakki Cemiyeti (Jön Türkler): Osmanlı imparatorluğunun Almanların yanında, I. Dünya Savaşına girmesi gerektiğine burada karar verilmiştir. Tarihimizin çok çarpıcı öykülerini odalarında barındıran konak Cumhuriyet Gazetesinin eski merkezidir. Ancak günümüzde harap durumdadır.

VALİ KONAĞI

Tepenin üstündedir. Topkapı Sarayında yaşayan padişahlara hizmet eden Sadrazamlar için yapılmış olan konak, Osmanlı Hükumetinin merkeziydi. O yüzden binanın girişi: “Bab-ı Ali” diye adlandırılan Gülhane Parkı tarafındaki kapıdır. Başkentin 1923 yılında Ankara’ya taşınmasıyla birlikte bina valilere ev sahipliği yapmaya başlamıştır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.