İstanbul Eyüp Sultan Külliyesi: Külliyenin bulunduğu 109 hektarlık alan: günümüzde Nişancı, Defterdar ve Düğmeciler Mahallelerinde kuruludur.
Külliye: Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethinin hemen ardından yaptırılmıştır. (1489-1490)
Külliyede: Cami, medrese, imaret, türbe ve hamamdan oluşmaktadır. Ancak, külliye, türbenin inşa edilmesiyle başlamıştır.
1766 yılındaki depremde cami yıkılmıştır ve ardından tekrar yapılmıştır. Külliyenin diğer yapılarında da bazı değişikliklere gidilmiştir.
Sultan III Mustafa tarafından tamir ettirilmiş, ancak başarılı olunamamıştır. Sultan III Selim tarafından külliye yeniden yaptırılmıştır.
Ebu Eyyüb El-Ensari
Halk arasında “Eyüp Sultan” olarak tanınan bu sahabenin asıl adı “Halid bin Zeyd Ebu Eyyüp-el Ensari’dir. Kendisi: hicretten iki yıl önce, 621 yılında eşiyle birlikte Müslüman oldu. Medine şehrinin ileri gelen iki kabilesinden biri olan “Hazrec’in Neccaroğulları” kolunun reisiydi. Annesi, Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalip ile yakınlığı vardır.
Medine şehrinin yerlileri arasında ilk Müslüman olanlardandır.
Peygamberimiz Medine şehrine hicret ettiğinde, kendisini, herkes evinde ağırlamak istiyordu. Peygamberimiz, kimsenin kalbinin kırılmasını istemediğinden, devesini işaret ederek “Şu hayvanı kendi halinde bırakınız, kimin kapısında çökerse oraya misafir olacağız” demiştir.
Peygamberimizin devesi, Halid bin Zeyd Ebu Eyyüp el-Ensari’nin evinin önünde durdu ve bu evde yedi ay misafir kaldı.
Bu nedenle: Eyüp Sultan “Mihmandar-ı Nebi” unvanıyla anılır.
Bu ev: İslam’ın öğretildiği bir okul görevi gördü. Peygamberimiz, buradan kendi evine taşındıktan sonra da, zaman zaman bu evi ziyaret ederek ev sahiplerinin gönlünü aldı.
Eyüp Sultan, Peygamberimiz ile birlikte, İslam tarihindeki çok özel yeri olan Bedir, Uhud, Hendek, Hazbergazveleri, Mekke’nin fethi ve Huneyn başta olmak üzere, bütün savaşlara katıldı.
Savaşlarda zarar gelmemesi için, Peygamberimizin yanından hiç ayrılmazdı.
Bazen çadırın çevresinde, bütün geceyi nöbet tutarak geçirirdi.
Hatta, Peygamberimizin: Eyüp Sultan’ı nöbette görünce memnun olur ve şöyle dua ettiği söylenir. “Allahım, beni korumak için sabaha kadar uykusuz kalan Ebu Eyyüp’u sen de dünya ve ahirette muhafaza buyur”
Eyüp Sultan, döneminin katiplerindendi. Peygamberimiz zamanında Kuran-ı Kerim ayetlerinin bir araya getirilmesi için hizmet etti.
Peygamberimizin vefatından sonra, Hz Ebubekir dönemindeki savaşlarda, Hz Ömer döneminde Suriye, Filistin, Mısır ve Kıbrıs seferlerine katıldı.
Hz Osman’ın şehit edilmesinden sonraki karışıklıklarda, iç savaşlarda Hz Ali’nin yanında yer aldı.
Hz Ali, Irak’a gittiğinde, devletin başkenti Medine’de yerine vekil olarak Eyüp Sultan’ı bırakırdı.
Cesur bir asker olan Halid bin Zeyd el-Ensari’nin katıldığı son sefer: Müslümanların ilk İstanbul kuşatmasıydı. Kendisi, ilerlemiş yaşına rağmen, fetih hadislerindeki müjdeye nail olma heyecanı ile doluydu.
Kendi arzusuyla, 80 yaşında iken 669 yılında, ordu ile birlikte İstanbul önlerine geldi ve kuşatmaya katıldı. Kuşatma sırasındaki çarpışmalarda, ordunun ön saflarında yer aldı.
Ancak bir dönem geldi, hastalandı. Ordunun komutanı olan Halife Yezid, ziyaretine gelerek bir arzusu olup olmadığını sorduğunda “Dünyanızdan bir şey istemiyorum.
Fakat beni düşman diyari içinde elinizden geldiği kadar ileriye doğru götürüp surların en yakın yerine defnedin, çünkü Resülullah’dan Konstantiniye surunun dibine salih bir kimsenin defin olacağını işittim, umarım o kişi ben olurum” dedi.
Evliya Çelebinin anlattığına göre, Ebu Eyyüp, iki kere İstanbul seferi yaptır. İkincisinde, Galata’yı fethetti. İstanbul’u a fethetmek üzere iken barış yapıldı. Ayasofya’da namaz kılıp Eğri kapıdan çıkarken Bizanslılar tarafından şehit edildi.
Evet; Eyüp Sultan, kuşatma devam ederken, 669 yılında vefat etti. Cenaze namazı kılındıktan sonra, vasiyeti üzerine bir askeri birlik tarafından, bugünkü yerine defnedildi. Bizanslılar, surların gerisinden bu manzarayı şaşkınlıkla izledi.
Buraya Peygamberimizin ve Müslümanların çok sevdiği bir kimsenin defnedildiğini öğrenen Bizans imparatoru, kuşatma bittikten sonra, Ebu Eyyüp’ü mezardan çıkarttırıp vahşi hayvanlara yem yapacağını söyledi. Bu habere, İslam ordusunun tepkisi çok sert oldu.
Bizans imparatoruna gönderilen cevapta “Böyle bir durumda kilise ve Hıristiyanların çok büyük zararlar göreceği” söylendi. Bunun üzerine Bizans İmparatoru, mezarı koruyacaklarına dair teminat verdi.
Fetihten Sonraki Dönem
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra, ilk iş olarak Eyüp el-Ensari’nin kabrinin yerinin bulunmasını istedi. Hocası Akşemsettin, Eyüp Sultan’ın kabrinin yerini rüyasında gördü. Buna göre, bir yer buldu ve orayı kazdırdığında, dört köşe, yeşil somaki mermer kabir bulundu.
Kabirdeki mermerin üzerinde “Haza kabri Eba Eyyübi Ensari” yani “Bu Eba Eyyüp’ün mezarıdır” yazılıydı. Taşı kaldırdılar ve içinde Eba Eyyüp’ün vücudu safran ile boyanmış bir kefen içerisinde ve sağ elinde tunç mühürle birlikte bulundu.
Fatih Sultan Mehmet 1458 yılında burada bir türbe, cami ve çevresinde külliyeye ait yapılar yaptırdı.
Eyüp Sultan Türbesi
Türbe: Osmanlı döneminde “Hazret-i Halid” ismiyle bilinmiştir. Günümüzde ise “Eyüp Sultan” olarak isimlendirilmektedir.
Türbe, ilk olarak Fatih Sultan Mehmet tarafından 1454-1455 yılları arasında yaptırılmıştır. Bu dönemde, yani ilk inşa edildiğinde, türbe: Eyüp Camiinin medreseli iç avlusunun tam ortasında bulunuyordu. Bu avlunun revakları arkasında ise, medrese öğrencilerinin odaları vardı.
Mimari özellikleri
Türbe kesme taştan yapılmıştır. Sekizgen bir yapıdır. Türbenin üzeri, çini kaplıdır. Her cephesinde altta sivri boşaltma kemerli dikdörtgen biçimli, üstte ise sivri kemerli pencereler bulunur. Ancak depremde yıkılan cami yenilenirken, Sultan III Selim tarafından, türbeyi de ilgilendiren bazı değişiklikler yapılmıştır.
1798-1800 yılları arasındaki bu düzenleme sırasında: caminin avlusu küçültülmüştür. Ayrıca avlunun revakları arasındaki medrese odaları da kaldırılmıştır.
Türbenin son durumu
Bu sırada: türbe, avlu dışında bırakılmıştır. Ancak türbenin mimari yapısına dokunulmamıştır. Tek kubbeli ve 8 köşeli türbe öylece kalmıştır.
Türbenin Kapıları
Türbenin tahta kapıları, Sultan I Abdülhamit tarafından tunçtan yaptırılmıştır. Kemerli kapı üzerindeki mermerde “Allah Muhammed, kelime-i tevhid” yazılıdır.
Ziyaret duvarı
Türbe avlu dışında kalınca, Sultan I Ahmet döneminde, türbenin ön kısmına bir ziyaret duvarı yaptırılır. Bu duvarın üzeri ise, çeşitli dönemlerle devşirme çinilerle süslenir.
Ayrıca: duvarın üzerinde, Sultan I Ahmet, Sultan I Mahmut ve Sultan III Selim tarafından yazılmış, bu mekanın kutsallığını belirten manzum kitabeler bulunmaktadır.
Türbe ile avlu arasında bağlantı sağlanması için, bu duvarın sol tarafına: Sultan I Ahmet döneminde, dökme tunç şebekeli bir hacet penceresi yaptırılır. (1613-1614)
Yine bu ziyaret duvarı üstünde, türbeye geçişi sağlayan bir kapı bulunur. Bu kapının üstüne: 1625 yılında, Şeyhülislam Hocazade Esad Efendi tarafından bir manzume yazılır.
Su kuyusu
Türbenin içinde duvar kenarında, sandukanın ayakucunda bir kuyu vardır. Bu kuyu, Sultan I Ahmet tarafından, 1607-1608 yılları arasında ihya edilmiştir. Söylentilere göre, bu kuyunun ayazma olarak “şifa kuyusu” olduğu yazılıdır.
Sancak-ı Şerif
Türbe içinde Sancak-ı Şerif muhafaza ediliyordu. Ancak, 1730 yılındaki Patrona Halil isyanında, isyancıların bunu almamaları için, Saraya Hırka-i Saadet Dairesine kaldırılmıştır. Günümüzde, türbe içinde Sancak-ı Şerif yoktur, sadece kılıfı bulunmaktadır.
Hz Muhammed ayak izi
Türbeye duvar içinde ayak izinin muhafaza edildiği bir hücre bulunmaktadır.
Sanduka ve Sanduka örtüsü
Türbede bulunan sanduka, Sultan III Selim döneminde (1792-1793) gümüş bir şebeke ile çevrilmiştir ve ayrıca türbenin pencere kanatları yenilenir.
Sandukanın örtüsü: Sultan II Mahmut tarafından konmuştur. Sandukanın siyah atlas üzerine sarı simli bir örtüsü bulunur. Örtüsünün üzerindeki simle işlenmiş yazılar Mustafa Rami Efendi tarafından hatla işlenmiştir. Sandukanın üzerindeki dairevi kandillerde, 36 ayet, buhurdan ve zemzemiye vardır.
Şamdanlar
Sultan İbrahim tarafından, türbeye 4 büyük şamdan hediye edilir. (Bu şamdanlar günümüzde Topkapı Müzesine kaldırılmıştır.)
Kılıç kuşanma törenleri
Eyüp Sultan Hazretlerine verilen önemin, resmi boyutunu en üst seviyede gösteren olay Kılıç kuşanma törenidir. Osmanlı padişahları tahta çıktıklarında kılıç kuşanırlardı. Kılıç kuşanmak, iktidar değişikliğinin ve hükümdarlığın en önemli sembolüydü. İstanbul’un fethinden sonra, kılıç kuşanma törenleri, Fatih Sultan Mehmet tarafından başlatılan bir gelenek olarak: burada yapılmaya başlandı.
Padişahlar, Sinan Paşa Köşkünden kayıkla, Bostan iskelesine gelirler, buradaki camide iki rekat namaz kılarlar, Şeyhülislam tarafından kılıç kuşanırlardı. Akşemsettin, burada öğrencisi Fatih’in beline kılıcı bağlayıp, yeni fetihler için dua etmiştir. Bu gelenek son Osmanlı hükümdarlarına kadar devam etmiştir.
Türbenin onarımları
Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa zamanında türbenin onarımı yaptırılır ve gümüş parmaklık takılır.
Türbenin hemen yanına
1-Cami
2-Medrese
3-Hamam
4-İmaret inşa edilmiştir.
Eyüp Sultan Camii
Cami Kebir Sokaktadır.
Eyüp Sultan Camii, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1459 yılında yaptırılmıştır. Bunu belirten kitabe, cümle kapısı üstündedir. İstanbul ilinin ilk selatin (Sultan için yapılmış cami demektir) camisidir.
Düz bir zemine yaptırılan cami, bir kubbelidir. Hünkar mağfili: sağ taraftadır. Caminin: sağ ve solda 2 minaresi vardır. İç avludaki şadırvan havuzu: Çandarlı İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Yeni Caminin Yapımı
1766 yılında, depremden sonra cami 1776 yılında Sadrazam Derviş Mehmet Paşa tarafından tamirata girişilmiştir. Ancak mimarların bir arada yaptıkları keşif neticesinde caminin temeline kadar yıkılıp yeniden yapılmasından başka çare bulunmadığı söylenince, 19 Mayıs 1798 tarihinde cami yıkılır, temeline kadar inilir ve yerine yapılan yeni cami, 7 Temmuz 1800 tarihinde tamamlanır.
Bu arada türbe de tamir edilir. Yeni cami, 25 Ekim 1800 günü selamlık töreni yapılarak ibadete açılır. Sultan III Selim tarafından yaptırılan yeni cami, tamamen eski camiden farklı mimariye sahiptir. Tek büyük kubbelidir.
Bunun çevresinde ise, 8 yarım kubbe ve köşelerde de 4 küçük kubbe vardır. Mihrap, eyvan şeklindedir. Minberi mermerdir.
Minareler
1724 yılında bütün selatin camilerinde, ramazanlarda mahya yapmak üzere ferman çıkmış ve bunun üzerine caminin minarelerinin boyları kısa olduğu için, ikişer şerefeli yeni minareler yaptırılmıştır. (Sultan III Ahmet döneminde, Damat İbrahim Paşa tarafından)
Yeni cami yapılırken, eski camiden sadece minareleri kalmıştır. Bu minareler: çift şerefeli ve zariftir. Sonraki süreçte, 1823 yılında, deniz tarafındaki minare, yıldırımda hasar gördüğü için yeniden inşa ettirilmiştir.
Cami avlunun ortasındaki Sofa
Avlunun ortasında; büyük bir çınar ağacı ve Sultan III Selim döneminde yaptırılan, dikdörtgen bir sofa bulunmaktadır. (ölçüleri: 10,20 x 7.18 metredir.)
Evliya Çelebi notlarında avluda iki ulu çınar bulunduğu ve bunların Fatih Sultan Mehmet döneminde dikildiği belirtilmektedir. Ancak bu çınarlardan biri, 1910 yılında yaşlılığı sebebiyle yıkılmıştır, günümüzde tek çınar ağacı vardır.
Halkın inanışına göre Ebü Eyyüp el-Ensari’nin naaşı bu sofada yıkanmıştır. Bu yüzden sofanın çevresi parmaklıkla çevrilmiştir.
Bu sofada bulunan parmaklığın: dört köşesinde, süslemeli ve insan boyu hizasında, hacet çeşmeleri bulunmaktadır. Bunlara “kısmet çeşmeleri” de denir. Çünkü, inanışa göre, bu çeşmelerin etrafında dolanan genç kızların, kısmetlerinin açılacağına inanılmaktadır.
Yine sofada bulunan parmaklıkların üzerinde Mevlevi sikkeleri bulunur. Çünkü camiyi tamir ettirdikten sonra camiyi açıp namaz kılan Sultan III Selim, Mevlevidir. Caminin son tamiri: 1956-1958 yılları arasında Vakıflar İdaresi tarafından yaptırılmıştır.
Sebil
Avluda, türbenin önünde bulunan sebil: 1613 yılında Sultan I Ahmet tarafından yaptırılmıştır. Mermerden sebil, üç pencerelidir.
Hamam
Hamam, Eyüp Sultan meydanında, kuzeybatı köşededir. Külliyenin hamamı, çifte hamam olarak tasarlanmıştır. Meydana cephelidir. Günümüze ulaşabilen hamam yapısı, en eski Osmanlı hamamlarındandır. Hamam yapısının üzerinde, iki tane hamam kubbe feneri bulunur.
Hamamın çinileri, yani günümüze ulaşmayan özgün camekanda bulunan ve 1570 yılına tarihlenen 24 adet İznik çinisinden oluşan pano: günümüzde kaçırılarak götürüldüğü İngiltere Victoria Albert Müzesindedir. Hamamın: soğukluk ve hararet kısımları günümüzde de kullanılıyor.
Eyüp Sultan Medresesi
Medrese hücreleri, Cami avlusunun iki tarafından sıralanmakta iken caminin yenilenmesi sırasında ortadan kaldırılmıştır. Günümüze ulaşmadığından ayrıntılı bilgi yoktur.
Aşhane-İmaret
Avlunun güneydoğu köşesindeki aşhane ve imaret bölümleri, uzun süre harap halde durduktan sonra, 1950’li yıllarda yıktırılmış ve bulundukları yer, meydana katılmıştır. Günümüze ulaşmadığında ayrıntılı bilgi yoktur.
Gerçek ismi “Louis Marien Julien Viaud” olan yazar, Fransız edebiyatının önemli yazarlarından birisidir. 1850-1923 yılları arasında yaşar.
Bir deniz subayıdır ve sayede Ortadoğu ve Uzakdoğu ülkelerine gitme fırsatı bulur.
1867 yılındaki Okyanusya seferi sırasında, Büyük Okyanusta yetişen bir çiçeğin adı olan “Loti” takma adını almıştır. Romanlarında konu ettiği yabancı kültürünü pek çok yer gezerek tanıma fırsatı buldu.
Loti: bir rastlantı sonucu İstanbul’u ziyaret eder. Osmanlı kültüründen çok etkilenir ve daha sonra defalarca buraya gelerek uzun süre şehirde yaşar. Eyüp sırtlarındaki tepede bu mekanı, 1876 yılında keşfeder. Burada: nargile içip, insanlarla sohbet eder. Türkçe konuşup, Türkçe şarkılar öğrenmiştir.
Osmanlı yaşam biçiminden çok etkilendi. I’nci Dünya Savaşı ve sonrasında Avrupalılar tarafından işgal edilen Anadolu insanının yanında bulundu ve bu insanların sempatisini kazandı. İşgal yıllarında, özellikle kendi ülkesi olan işgalci Fransa’yı oldukça ağır dillerle eleştirdi.
1879 yılında ilk romanı olan “Aziyede” yayınlanır. Bu romanında Osmanlı Türkiye’sinden kesitler verir. Romanı bugünkü Piyer Loti tepesinde yazdığı söylenir. Romana ismini veren Aziyade isimli bayanla, İstanbul’da tanışmıştır. Eserlerinde: aşkı, umutsuzluğu ve hayatın sonu ölümü anlatmıştır.
1886 yılında ise, İzlanda Balıkçısı isimli romanı yayınlandı.
Türkiye’yi ikinci vatana olarak gören Fransız yazar: o dönemde “Rabia Kadın Kahvesi” olarak isimlendirilen günümüzde ise kendi ismiyle anılan kahveye sık sık gelirmiş.
Buranın eski durumunu öğrenmek için Evliya Çelebi’nin gezi notlarına bakmak gerekir. Evliya Çelebi: yazılarında burayı “İdris Köşkü Mesiresi” olarak isimlendirmiştir.
Kendisi 1920 yılında “Türk dostu” olarak ilan edilmiştir.
PİYER LOTİ TEPESİ
Pierre Loti Tepesi, Eyüp Sultan Merkez Mahallededir. Pierre Loti tepesi, deniz seviyesinden yaklaşık 55 metre yüksekliktedir. Sonuç olarak, yaşadığı dönemde sık sık buraya gelen Pierre Loti nedeniyle, tepenin ismi Pierre Loti tepesi ve kahvenin ismi Piyer Loti Kahvesi olmuştur.
Zamanla, bu kahve şehirde yaşayan ünlü sanatçı ve ressamların uğrak yeri olur. Günümüzde Pierre Loti tepesi, yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini çekmektedir. Çünkü: temiz havası, tarihi yapısı, muhteşem bir manzarası (Haliç ve Tavşan adası) ile İstanbul’un en güzel fotoğraf çekilebilecek yerlerinden birisidir.
PİERRE LOTİ TEPESİNE NASIL GİDİLİR
Çeşitli alternatifler vardır.
Aracınız ile gitmek isterseniz, “Pierre Loti” tabelalarını takip ederek gidebilirsiniz ve hemen tepedeki otoparka aracınızı bırakabilirsiniz. Ücreti 10 TL. dir.
Yürüyerek Çıkma
Teleferikte saatlerce sıra beklememek isterseniz, Eyüp Sultan Camisinden sonra, mezarlık yolundan yaklaşık 15 dakika yürüyerek tepeye çıkabilirsiniz. Sadece yokuş çıkmanız gerekecektir.
Pierre Loti Tepesi Teleferik
Teleferik ücretleri, İstanbul kart ile tek bilettir. 2005 yılında hizmete girmiştir. Hat uzunluğu 420 metredir. Sadece 2 istasyon vardır. Eyüp Sultan istasyonu: Haliç kenarındadır. Piyer Loti İstasyonu ise, tarihi Piyer Loti Çay Bahçesi önündedir. Haliç’teki istasyon, sistemi çalıştıran teknik ve mekanik aksam nedeniyle oldukça büyüktür.
Tepedeki istasyon ise, sadece kabinlerin geri dönüş yaptığı bir yer olduğundan bulunduğu konumdaki coğrafi şartlar da göz önünde bulundurularak daha küçük tasarlanmıştır. Tepedeki istasyonun üst katında, seyir istasyonu, seyir terası bulunmaktadır. Araç yani kabin sayısı 4 dür ve her kabin 8 kişiliktir. 5 dakikada bir sefer yapılmaktadır. Teleferik yolculuğu 3 dakika sürmektedir.
Seyir İstasyonu-Seyir Terası
Kafenin ve teleferik istasyonunun hemen yanındadır. Burada bir de teleskop bulunuyor.
TURQUHOUSE BOUTİQUE HOTEL
İdris Köşkü Caddesi Pierre Loti Tepesi Turistik Tesislerindedir. Eyüp Sultan Camiine, yürüyerek 10 dakika uzaklıktadır. 2002 yılında açılmıştır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından, 1997 yılında Pierre Loti tepesindeki yapılar istimlak edilerek başlatılan bir proje gereği, metruk evler yıkılmış ve yerine bir otel yapılmıştır. Otel: 18’nci yüzyıl Osmanlı mimarisini yansıtan İstanbul Konaklarının restore edilmesiyle oluşmuştur. Halen otelde 6 konak ve 90 yatak vardır. Her konak, adını Haliç kıyısındaki semtlerden almıştır. Otelin en güzel yani, muhteşem Haliç manzarası olmasıdır.
PİYER LOTİ TEPESİNDEKİ TARİHİ KALINTILAR
CELLAT MEZARLIĞI
Mezarlığın en ilginç bölümü “Cellat Mezarlığı” denen yerdir.
Dünyada benzeri olmayan Cellat Mezarlığı, Eyüp ilçesinde Piyer Loti tepesinde, Karyağdı mezarlığının arka kısmındaydı. Karyağdı Tepesi, İstanbul’da ilk karın yağdığı ve son karın yine oradan kalktığına inanılan, eski İstanbul’un en uç noktalarından biridir. Zaten eski İstanbul döneminde: burası kuş uçmaz, kervan geçmez, doğru dürüst yolu bile olmayan, kimsenin uğramadığı bir yerdir.
Osmanlı döneminde cellatlar yaşarken de, öldükten sonra da toplum tarafından dışlanmış ve öldüklerinde mezarları ayrı tutulmuştur. Yaşarken isimleri gizli tutulur, resmedilirken yüzleri örtülü olurdu. Yine ayrıca bu konuda ilginç tespitler vardı, şöyle ki, öldürülen kişinin üzerinde bulunan kıymetli eşya, para ve giyecekleri celladın olurdu, cellat isterse cenazeyi atar, isterse ölünün sahiplerine cenazeyi parayla satardı.
Mezarların başlarında, cellat mezarlığı olduğunu ifade etmek için: dikdörtgen taşlar bulunmaktadır. Ayrıca mezar taşları kara renge boyanırmış.
Mezar taşları üzerinde, beddua edilmesini önlemek için herhangi bir bilgi yazılmaz, yazı ve işaret bulunmazdı. Bunun bir sebebi de, celladın öldükten sonra ailesine kötülük yapılmasını önlemekti.
Ayrıca, bunları tanıtan oldukça büyük boyutlu ve küp biçiminde mezar taşları vardı. Mezar taşlarının yüksekliği 2 metreye kadar çıkar, genişlikleri ise 40-50 cm olurdu. Dikdörtgen şeklindeydiler. Günümüzde mevcut mezar taşları toprağa gömülü olduğu için, yaklaşık 1.5 metre civarındadır.
Gelelim günümüze, Cellat mezarlığı dışlanmış bir mezarlık alanı yani ana mezarlıkların dışında kaldığı için, zamanla taşları kırılmış ve çalınmıştır, sonrasında ise mezarlık alanının bulunduğu yer gecekondularla dolmuştur.
İSKENDER DEDE MEZARI
Pierre Loti Turistik Tesisleri bahçesindedir. İskender Dede, 1589 yılında vefat etmiştir. Bir Mevlevi şeyhidir. İskender Dede’nin mezarının ön tarafındaki iki kuyudan bir tanesi “Dilek kuyusu” dur.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, bu kuyu ile ilgili şöyle yazar “Kuyuya bakanlar, gönüllerinden geçirdiklerini kuyunun içinde görürler” Kuyunun bitişiğinde namaz kılınan bir “musalla” olduğu bilinmektedir. İnanışa göre: bir yakınını veya herhangi bir eşyasını kaybeden kişi: kuyunun yanında bulunan namazgahta 2 rekat namaz kıldıktan sonra, kuyuya seslenerek aradığı şeyin nerede olduğu, kuyu tarafından kendisine bildirilir. Ancak günümüzde kuyunun üstü büyük bir taşla örtülmüştür.
İDRİS-İ BİTLİSİ SIBYAN MEKTEBİ
İdris Köşkü Caddesindedir.
Bir zamanlar Sıbyan Mektebi olarak kullanılan bina, günümüzde mescittir.
Mektep binası: Osmanlı tarihi yazarı İdris-i Bitlisi tarafından yaptırılmıştır. Kendisi Bitlislidir. Şah İsmail Safevi’nin istilası üzerine Osmanlıya sığınmıştır. Sultan II Beyazıt ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde, Doğu Anadolu ve Arabistan Kazaskerliği yapmıştır. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim ile birlikte Şah İsmail’e karşı Çaldıran Savaşına katılmıştır. Aynı zamanda önemli bir Osmanlı Tarihçisidir.
Mektep binasının İdris-i Bitlisi veya Sultan IV Murat’ın Mirahur (Atçıbaşısı) Ali Ağa tarafından 1626 yılında yapıldığı da ileri sürülmektedir. Çünkü Ali Ağa ve ailesinin oldukça güzel lahitleri, mekteb binasının hemen arka bahçesindedir.
Kemerli kapısı üstünde kitabesi yoktur. Yapı kesme taştan yapılmıştır. Çatısı ahşaptır. Kapıdan girilince, merdivenle üst kattaki dershaneye çıkılır.
Mektep yapısının yola bakan bitişiğinde kitabesiz bir çeşme vardır.
MİRAHUR ALİ AĞA MEZARLIĞI
Kendisi Saray Atçıbaşısıdır. Kendisi, Sultan IV Murat döneminde, 1626 yılında attan düşerek ölmüştür. Peki nerede attan düşmüştür? Ali Ağa, bu bölgede bulunan mektepte (İdris-i Bitlisi Sıbyan Mektebi) attan düşerek vefat etmiştir. O günden sonra mektep “Attan Düşen Ali Ağa Mektebi” ve sokak ta “Attan Düşen Ali Ağa Sokağı” olarak isimlendirilmiştir. Mektep ile ilgili yukarıdaki yazıda bu yüzden, Mektebin belki de İdris-i Bitlisi değil, Mirahur Ali Ağa tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir.
Burası aile kabristanıdır. Kabristanda: Ali Ağa, oğlu, kızı ve torunu gömülüdür.
Bu kabir gurupları içinde: Sultan III Osman eşlerinden, Zevki Kadının kabri de vardır. Ancak günümüze sadece kabir taşı ulaşmıştır.
RAYET KEŞAN KALFA ÇEŞMESİ
Çeşmi, İdris Köşkü caddesi üzerinde ve Çeşme Üstü Çıkmaz sokağın sağ başındadır. Çeşme kesme taştan yapılmıştır. Sağ tarafından ulu bir çınar olan çeşmenin kitabesi yoktur. Rayet Keşan Kalfa: 1858 yılında Sultan Abdülaziz’in cariyelerinden birisidir. Söylenenlere göre, bu çeşmenin bulunduğu yerde daha önce İdris-i Bitlisi tarafından yaptırılan bir çeşme bulunuyormuş, ancak zamanla tahrip olunca bu çeşme yaptırılmıştır.
KAŞGARİ TEKKESİ-CAMİİ
İdris Köşkü Caddesindedir.
İki kitabeli, ahşap yapı, 1774 yılında yapılmıştır. Kimin zamanında: Türkistan kökenli Yekçeşm Ahmet Murteza Efendi zamanında: Tekke yapısının banisi Murteza Efendi, 1747 yılında vefat etmiştir ve kabri, tekke haziresindedir. Cami ve müştemilatı ahşaptır. Ancak minaresi kesme taştan yapılmıştır. Cami yanında bir çıkrıklı kuyu vardır. Cami, 2014 yılında restorasyona alınmış ve 2018 yılında yeniden ibadete açılmıştır.
ÇOLAK ŞEYH HASAN TEKKESİ-KARYAĞDI TEKKESİ
Piyer Loti tepesinde bulunan tesisin girişinde, üç yol ağzındadır. İdris köşkü mevkiindedir. Burası Eyüp Sultan yöresinin en yüksek tepesidir.
Tekke binaları ve müştemilat ahşaptır. Ancak günümüzde bir kısmı yanmış ve bir kısmı ise yıkılmış olarak gelmiştir. Sadece ahşap bir ev bulunmaktadır.
Önünde Farsça yazılmış, beyaz yuvarlak bir mezar taşı var.
Tekke “Karyağdı Baba” tarafından kurulmuştur. Kendisi Horasan Erenlerindendir ve İstanbul’un fethinde bulunmuştur. Kabri: Tekkenin haziresindedir.
Buradaki yapının bir bölümü “Çilehane” ve bir bölümü ise Çolak Şeyh Hasan Dede mezarıdır.
ÇELEBİ ALAADDİN ARABİ EFENDİ TÜRBESİ
Kendisi Osmanlı Şeyhülislamı ve müderristir.
Halep doğumludur, bu yüzden kendisine “Arabi” lakabı takılmıştır.
Sultan II Beyazıt döneminde yani 1495 yılında Şeyhülislam olmuştur. Ancak 1496 yılında vefat etmiştir. Osmanlı döneminde 7’nci Şeyhülislam olan Alaaddin Arabi Efendi, buraya yani Eyüp Mezarlığına gömülen ilk şeyhülislamdır.
Günümüzde, türbeden geriye badece bir duvar ve birkaç sıra taş kalmıştır. Bunların çevresi demir parmaklıkla çevrilmiştir. Türbeden, Alaaddin Arabi’den geriye hiçbir iz kalmamıştır.
İstanbul Küçükçekmece: Küçükçekmece gölünün kuzeyindeki “Yarımburgaz Mağaraları” kayalık bir yamaçtadır. Burada yapılan resmi arkeolojik araştırma sonuçlarına göre, tarih öncesi dönemlerde, burada insan yerleşimi olduğu ve bu insanların avcılık ve balıkçılıkla geçindikleri anlaşılmıştır.
Küçükçekmece gölünün kuzeyindeki yarımada üzerinde ise sur ve bir liman kalıntısı vardır. Bunlara göre, burası Roma ve Bizans dönemlerinde kullanılmıştır. Hatta buradaki yerleşimin isminin “Bathonea” olduğu öğrenilmiştir.
Bizans döneminde ilçe: İstanbul’u Roma’ya bağlayan “Via Egnetia” yolu üzerindedir. Bu yüzden tarih boyunca bölge, birçok akına uğramış ve istila edilmiştir.
Bizans döneminde bölgenin isminin “Region” olduğu da söylenmektedir. Burada bir Bizans sarayı bulunuyormuş. Bizans imparatorları, seferden döndüklerinde bu sarayda dinlenirlermiş.
Tarihi süreçte Bulgarlar ve Latinlerin egemenliğine giren Region şehri, 1453 yılında Rumeli Beylerbeyi Karaca Bey tarafından ele geçirilir. 1455 yılında ise Edirne’den İstanbul’a gelen Fatih Sultan Mehmet’in emriyle imar edilir.
Osmanlı döneminde bölgenin ismi “Çekme-i Küçük” yani “Küçük-Çekme” dir. Burada: camiler, medreseler, hanlar, hamamlar ve çeşmeler inşa edilmiştir. 1908 yıllarına kadar Çatalca ilçesine bağlı bir yerdir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Yeşilköy nahiyesinin bir köyüdür. 1956 yılında nahiye merkezi ve 1981 yılında Belediyelik olmuştur. 1987 yılında ise Bakırköy ilçesinden ayrılarak bağımsız ilçe olmuştur.
GENEL
Çatalca yarımadası üzerinde, Küçükçekmece lagün gölü kıyısındadır. (Lagün: kelime anlamı denizle bağlantısı olan demektir.) İstanbul şehir merkezine uzaklığı 17 km dir. Asya Avrupa bağlantısını sağlayan önemli karayolu ve Sirkeci-Avrupa bağlantılı demiryolu ağı üzerindedir.
İlçenin yüzölçümü 118 kilometre karedir. Sahil uzunluğu 7 km dir. Yerleşim yeri: geniş düzlükler hallinde, az engebeli bir alana yayılmıştır. Deniz ve göl kıyılarında, içerilere doğru yükseltiler artar. Kuzeydeki tepelerde yükseklik 200 metreyi bulur.
KÜÇÜKÇEKMECE GÖLÜ
Göl: önce koy, zamanla da kıyı kordonuyla kaplanarak lagün haline gelerek oluşmuştur.
Gölün ağız kısmı kapalıdır. Ancak denizle bağlantısı vardır. Gölün denizle bağlantısı: 1.5 metre derinlikteki bir geçitle sağlanmaktadır. Bu geçit, gölün fazla suyunun Marmara denizine akmasını sağlar.
Marmara denizi ise Küçükçekmece gölü arasında köprü vazifesi gören bu geçit, gölün fazla suyunu denize aktardığı gibi, gölde su azalması ve deniz suyunun taşması durumlarında denizden göle su taşınmasını sağlar.
Bu yüzden gölün suyu, yarı tuzludur.
Gölün uzunluğu yaklaşık 10 km ve genişliği ise 6 km dir. En derin yeri 22 metredir. Göl deniz seviyesindedir.
Göl: doğusunda Nakkaş deresi ve batısında ise Eşkinoz deresi ve Sazlıdere ile beslenmektedir.
Gölün güney sahili, Marmara denizine paralel ince bir sahil şeridiyle çevrilmiştir.
Gölün doğu kısmında İstanbul ilinin banliyö ilçeleri olan Halkalı, Küçükçekmece, Soğuksu ve Menekşe bulunmaktadır. Gölün ağız kısmının, doğusunda ise Florya vardır. Bu kısımda turistik amaçlı plajlar vardır.
Kuzeydeki Altınşehir ve batıdaki Firuzköy kıyılarında, geniş sazlıklar vardır. Özellikle: gölün doğu kıyısında buluna Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi ve askeri alan sınırlarında gölün doğal yapısı korunmuştur.
Göl kış aylarında çok sayıda su kuşu barındırır.
Ancak gölde uzun yıllara dayalı aşırı kirlilik söz konusudur. Göl çevresindeki endüstriyel tesisler ve kara ve deniz ulaşım araçlarının atıkları gölde ağır metal kirliliği oluştururken, bu durum son yıllarda nispeten önlenmiştir. Ancak, evsel atıklar devam ettiği söylenmektedir.
Günümüzde gölün kıyısında: piknik alanları, mesire yerleri, koşu ve yürüyüş parkurları bulunmaktadır.
Göl ve arkeoloji
Evet tüm bunların yanında, Küçükçekmece gölü ile ilgili çeşitli efsaneler anlatılmaktadır. Bunların en başında ise, MS 557 yılında meydana gelen büyük deprem sonucu yıkıldığı tahmin edilen “Bathenoa” isimli antik kentin bu gölün altında bulunduğu tahmin edilmektedir.
Döneminde önemli bir liman kenti olan Bathenoa antik kendi, Tarihçe bölümünde bahsettiğim gibi Roma ve Bizans dönemlerinde burada kurulu olan kentin ismidir.
Gölde yapılan bazı arkeolojik araştırmalarda, bu şehirle ilgili bazı kalıntılara ulaşılmıştır. Göl suları altında: bu kalıntılarla birlikte, bir deniz fenerine ait yapıların kalıntıları da bulunmuştur. Bu deniz feneri kalıntıları: gölün kuzeybatısında Firuzköy kıyısındaki yarımadanın deniz tabanında bulunmuştur.
Göl içindeki sığlığın üstünde iki taş blok görülmektedir. Blokların çevresinde ise, su altında duvar kalıntıları, mermer döşeme parçaları, seramik kalıntıları ve çok sayıda tuğla ve kiremit parçası bulunmuştur. Bu fener kalıntıları, Bathenoa kentinin önemli bir liman kenti olduğunu kanıtlamaktadır.
KÜÇÜKÇEKMECE GÖL FESTİVALİ
Küçükçekmece gölü amfi tiyatroda yapılmaktadır. Her yıl geleneksel olarak Temmuz ayı içinde 7 gün süreli yapılan festival: ulusal ve uluslararası düzeyde çeşitli ülkelerin katılımı ile yapılıyor. Küçükçekmece gölü kıyısında oluşturulan festival alanında: her gün farklı ülkelerin katıldığı etkinlikler düzenleniyor. Ayrıca amfi tiyatroda, birçok sanatçı tarafından konser verilmektedir.
GEZİLECEK YERLER
BATHONEA ANTİK KENTİ KALINTILARI
Sur duvarları
2007 yılında yapılan yüzey araştırmalarında, Küçükçekmece gölü kuzeyinde bulunan yarımadanın en uç kıyısında, kuraklık nedeniyle, 15-20 metre uzunluğunda bir duvar formunun, göl içine doğru ilerlediği görülmüştür.
2008 yılı araştırmalarında, kara ve su altı koordineli biçimde taranmaya başlanmıştır. Bir önceki yıl tespit edilen göl içine doğru ilerleyen duvar formu karadan ve su içinden takip edilmiştir.
Bu araştırmalar sonucunda: yarımadanın kuzeydoğu doğrultusunda 95 metre ve güneydoğu doğrultusunda ise 200 metre uzunlukta, ortalama 135 cm yükseklikte bir duvar formu tespit edilmiştir.
Bu iki duvar, yarımadanın ucunda bir yapı ile (kule) birleşerek üçgen biçim almaktadır.
Bunun yanında; aynı kalınlıkta bir hattın, güneydoğu tarafından karaya doğru devam ettiği görülmüştür.
Karada yapılan araştırmalara göre, denize doğru çıkıntı yapan kuzeyinden geçen başka bir duvarın varlığı tespit edilmiştir.
Bu durumda: iki yandan denize kıyısı bulunan ve kuzeyde karadan üçgeni tamamlayan uzun bir sur duvarını ortaya çıkarmaktadır.
Sur duvarlarının yapımında kullanılan malzemeler arasında devşirme olarak kullanılmış malzemeler de görülmektedir. Bu malzemelerin Hellenistik ve Roma dönemine ait oldukları anlaşılmaktadır.
Duvarların arasındaki alan Osmanlı döneminde de imar görmüştür. Duvarın iç sınırlarındaki Osmanlı yapılarına ait duvar kalıntıları ve havuz yapısı kısmen ayaktadır. Havuz bölümünde kaçakçılar tarafından açılan delikten, aşağıda daha önceki dönemlerden kalma bir sarnıç varlığı tespit edilmiştir.
Kuzeybatı tarafında, suyun içinde birbirine yakın durumda iki yapı parçası ve karada bir sütun parçası bulunmaktadır.
Mendirek
Çalışmalardan anlaşıldığına göre, Küçükçekmece gölü üzerindeki yarımadanın, aynı zamanda doğal bir mendirek olduğu anlaşılmıştır. Göl içinde hemen her gün esen hakim rüzgar, çoğunlukla kuzeydoğu yönünden gelir.
Yarımada bu yöndeki rüzgarın yarattığı sert dalgaları kırmaktadır. Bu doğal özellik, yarımadanın diğer yönden gelen gemiler için emniyetli bir demirleme alanı olmasını sağlamaktadır. Günümüzde yarımada yakınlarındaki su derinliği ortalama 4 metredir.
Derinlik kıyıya yaklaştıkça artar. Bu yüzden, gemilerin yarımadanın duvarına bir rıhtım gibi yaklaşması mümkün gözükmez. Aynı zamanda, göle akan akarsuların taşıdıkları alüvyonlar gölü doldurmaktadır.
Bu yüzden limanın kullanıldığı dönemde, su derinliği hakkında bilgi yoktur. Ancak mevcut derinliğe göre değerlendirildiğinde, o dönemdeki ticaret gemilerinin iskelelere yaklaşmasının mümkün olduğu anlaşılmaktadır.
Efsane
Nurani yüzlü, uzun sakallı, garip bir dede bütün köyü dolaşmasına rağmen, bir lokma ekmek, sıcak bir aş bulup karnını doyuramaz. Bu yoksul ihtiyarı evine davet edip sofrasını açan olmaz. Uğramadığı tek bir ev kalmıştır.
Son bir umutla o kapıyı çalar. Kapıyı açana açık der. Kapıyı açan yaşlı kadın onu içeriye davet eder ve ihtiyarın karnını doyurur.
Garip Dede adındaki bu kişi, dua ettikten sonra kadına hitaben “Çocuklarını al ve bu köyden uzaklaş, ama uzaklaşırken arkana bakma” der. Kadıncağız çocuklarını alır ve köyden uzaklaşır, yolda aklına gelir, neden arkana bakma dedi, merakını yenemez ve döner bakar.
Ne görsün köy çökmektedir ve yerini sular kaplamaktadır. Sonra bağırır “köy çöktü, köy çöktü”
Köy çökmüş ve sulardan bir göl oluşmuştur. Çöken köyün bulunduğu yerin adına “Çökmece Gölü” denilmiştir, sonradan bu yerin adı “Çekmece Gölü” ne dönüşmüştür.
Antik Fener
Göl kıyısında, bütün yöre halkı tarafından anlatılan bir efsane vardır. Buna göre “Caminin minaresinin hala Cuma günleri sabah ezanı okunduğunda görünmesiyle sona erer”
Minarenin göründüğü iddia edilen yer, yarımadanın açıklarıdır. Gerçekten de bu yerde: yapı kalıntıları, duvar formları, mermer döşeme parçaları, seramik kalıntıları ve çok miktarda tuğla-kiremit parçası bulunmaktadır.
Kalıntıların arasında suyun hemen altında ahşap bir de kazık bulunmuştur. Bu kazık, büyük ihtimalle: Küçükçekmeceli balıkçıların, tekneleriyle oraya çarpmamak için işaret olarak yerleştirdikleri bir ağaç parçasıdır.
Gölün su seviyesi düştüğünde kazık ortaya çıkmaktadır. Böylece bu durum ezan zamanına denk geldiğinde, efsane yani inanış desteklenmektedir.
Göl tabanında, suyun içinde yapılan araştırma sonuçlarına göre: denizin altındaki söz konusu yükselti, bugün olduğu gibi, o dönemde de deniz taşıtları için tehlikeliydi. Bu yapı ile, yarımada arasında şerit şeklinde bir sığlık bulunmaktadır.
Hem bu sığlığa karşı uyarı hem de limanın yerini göstermek için farklı zamanlarda buraya deniz fenerleri yaptırıldığı düşünülmektedir. Büyük blok taşlarından yapılmış olan yapı kalıntısından alınan harç malzemesi, Tem altı ve Sazlıdere tarafından bulunan sur kalıntılarından alınan harç örneklerine benzemektedir. (MS 4’ncü yüzyılda İmparator Konstantin tarafından yaptırılmış olmalıdır.)
Deniz feneri olduğu tahmin edilen söz konusu yapının, tam işlevi, büyüklüğü ve yüksekliği tespit edilememiştir.
Antik Çapa İzleri
Gölün kuzeybatı ve güneybatı arasında kalan alanı ile yarımadanın güneyinde kalan liman bölümünde su altında sonarla yapılan araştırmalarda: 6 tane geç Roma ve Bizans dönemine ait demir çapası (V ve T çapa formunda) görülmüştür. Buna göre, yarımadanın güney ucundaki alanın bir liman olarak kullanıldığı düşünülmektedir.
Antik Mimari Kalıntılar
Yarımadanın kuzey kıyılarında yapılan araştırmalarda çok sayıda yapı kalıntısı izine rastlanılmıştır. Ayrıca, kıyıya paralel giden bir yol tespit edilmiştir. Bu yol tipik Roma dönemi yapılarındandır. Yolun kenarlarında ise, kısmen toprağa gömülü sütun parçaları, dağılmış halde bulunmaktadır.
Tüm bunlara yani eldeki verilere göre: Küçükçekmece gölü üzerindeki yarımada ile sahilindeki tüm alanlar, antik yazarlar ve coğrafyacılar tarafından Konstantinopolis şehrinin 20 km batısında varlığına işaret edilen ve Küçükçekmece gölü yakınlarında olması gereken ancak bugüne kadar bulunamamış “Bathonea” şehrini işaret etmektedir.
Tarihçe Procopius’a göre, Konstantinapolis soyluları, tıpkı eski başkent Roma yakınındaki Ostia’da olduğu gibi, yılın bütün yaz dönemini deniz kıyısında, kent merkezinden uzak buradaki malikhanelerinde geçiriyorlardı. İmparatorun mailetiyle birlikte senatörler ve soylular, kent dışında saray ve malikhaneler inşa ettirdikleri bilinmektedir.
Ayrıca: Konstantinopolis şehrine batıdan girişi sağlayan günümüzdeki Zeytinburnu tarafındaki “Port Aurca” (Altın kapı) Via Egnetia yolu ile Küçükçekmece gölü kıyısındaki Reigon’a bağlanmaktadır.
Antik kent Bathonea: MÖ 2000’li yıllara ait izler taşımaktadır.
Kazılarda bugüne kadar: antik liman yapıları, İmparator Büyük Konstantin tarafından yaptırıldığı düşünülen dev bir açık sarnıç, bir kale kalıntısı ve tabanları mozaik kaplı büyük bir saray-manastır kompleksi, yer altı su kanalları ve antik yollar gün yüzüne çıkarılmıştır.
Bu yapıların içinde ele geçen küçük objeler, seramikler, amforalar: yüzyıllar boyunca Akdeniz’in batısından doğusuna kadar uzanan kıyılarda, İspanya, Fas, Mısır, Sicilya, Fenike, Lübnan, Suriye ve Ege adaları gibi pek çok antik dönem merkeziyle Karadeniz arasında yapılan yoğun ticareti ortaya koyması açısından önemlidir.
Küçükçekmece gölünün Avcılar kıyılarında yapılan ilk kazılarda ortaya çıkan antik limanlar ve deniz feneri, bölgenin büyük bir liman olduğunu göstermektedir. Kıyılarda ise duvarlar, denize inen büyük yollar, caddeler ve rıhtımlar vardır.
Zamanla büyük yapılar, meydanlar, kilise ve saray kompleksi belirginleşmiştir. Damgalı ve üzerinde Konstantin ve Konstans gibi isimler yazılı tuğlalardan inşa edilen büyük bir sarnıca ulaşılmıştır. Bunun, İstanbul şehrini ismini veren İmparator Konstantin döneminden kaldığı tahmin edilmektedir.
Kazılarda: cam ve seramikten yapılmış, yaklaşık 420 tane tıbbı şişe (bunlar merhem, ilaç ya da koku şişesi) bulunmuştur. Bunlar: şişe biçimli, avuç içine sığan, çanak-çömlek gibi pişmiş topraktan yapılan bir kap cinsidir. MÖ 4’ncü yüzyılda Hellenistik dönemde kendini göstermeye başlayan bu tip toprak kaplar, sonraları dönemin modasına uyarak biçimsel değişimler göstermiş, zamanla camdan yapılmaya başlanmıştır.
Bu kaplarda bulunan kremler/merhemler/parfümler: hamam, spor yarışmaları sonrasında erkeklerce vücutlarına sürülüyordu. Kadınlar da bunları yoğun olarak vücutlarına sürüyorlardı.
Bu, arkeolojik bir kazıda keşfedilen en yüksek antik şişe sayısıdır.
Bunlar, MS 7’nci yüzyıldan kalmadır.
Bu şişelerin bulunduğu birimin hemen yanındaki birimde: büyüklü-küçüklü boyutlarda birçok havan ve spatül saplı havan eli ortaya çıkmıştır.
Bu buluntuların ışığında anlaşılan: Bathonea şehri bölgesinde belirli bir süre boyunca bir ilaç üretim tesisi bulunmasıdır.
Tübitak Marmara Araştırma Merkezinde, bir şişenin iç duvarına sıvanmış halde bulunan kristalize olmuş, taşlaşmış ana yapıdan, kendiliğinden dökülen küçük parçaların ilk kimyasal analizleri yapılmıştır.
Bu analiz sonuçlarına göre: bunların içinde methanone (psikoaktif sakinleştirici) ve phenanthrene (yaraları iyileştirici, iltihapları giderici, adet öncesi ve sonrası rahatsızlıkları önleyici, damarları büzücü, mikropları yok edici, bağışıklığı güçlendirici, kan dolaşımını etkileyen) türden ilaç formülleri bulunmuştur.
Her iki türün de yerel olarak mevcut olan bitkilerden hazırlandığı anlaşılmıştır.
Çünkü daha önce botanik uzmanlarının çevrede yaptıkları araştırma sonuçlarına göre: Küçükçekmece gölü çevresinde dünyada nadir görülen endemik türlerden bulunan bazı bitkilerin ilaç yapılında kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Bitkilerin, yan birimde bulunan kaplarda ezilip karıştırıldığı düşünülmektedir.
Özellikle: dünyada nadir görülen ve Ege denizi çevresine özgü endemik türlerden “amsonia orientalis” yani “mavi yıldız” çiçeği ilaç yapımında yoğun olarak kullanılıyordu. Mavi yıldız bitkisinin, özellikle kan dolaşımı ve kansere karşı özelliklere sahip olduğu belirlenmiştir.
Sonuç olarak: antik dönem tıp pratisyenleri, psikolojik hastalıkların farkında olmakla birlikte, bunların aktif olarak tedavisini de sağlamaktaydılar. Evet bu şişeler, ateş tabakasının altında sadece 1 metre karelik alanda toplu olarak bulundu.
Çevresinde yangın izleri olan oranın çevresinde ele geçen sikkelerden yapının tarihi yaklaşık olarak MS 616-620 yılları arasına tarihlendi. Çöken çatının altında kalan ahşap sandıktaki toprak şişeler korunarak günümüze kadar gelmişti.
MS 620-640 yılları arasında bölgede büyük bir yangın olduğu anlaşılmaktadır. Bu tarihlerde, Trakya’dan İstanbul’a saldırılar olduğu bilinmektedir. MS 626 yılında Avar imparatorluğundan ciddi bir saldırı olur ve muhtemelen bu saldırı sırasında Bathonea alanında büyük bir yangın çıkar, yapı gurupları bu yangın sonunda yıkılır ve şişeler, ateş tabakasının altında kalır halde bulunmuştur. Bu durum, şehre Avar saldırısının kanıtı olabilir.
Hani şehirdeki tıbbi gelişmişlikle ilgili bilgiler verdik ya, kazılarda bir obje daha bulunmuş ki, bu da şehirdeki tıbbı gelişmeyi ortaya koymaktadır. Kazılarda bulunan bir kafatasında kesik izi vardır ve buna istinaden günümüzden bin yıl önce, burada beyin ameliyatı yapıldığı tahmin edilmektedir.
Muhtemelen MS 6’ncı yüzyılda depremde yıkıldıktan sonra mezarlık olarak kullanıldığı düşünülen bazilika içinde, 20’den fazla mezar tespit edilmiş ve mezardan çıkarılan kemikler incelenmiştir.
Roma ve geç Roma döneminden kalan, yüzey buluntularına göre, şehir 5-10 bin kişinin yaşadığı bir yerdi.
Daha da ilginci, kazı bölgesinde MÖ 2000’lere ait, erken Hitit dönemine ait iki figür/heykelcik bulunmasıdır.
Kazı bölgesinde 2015 yılında yapılan kazılarda, bazilika tipi bir dini yapının temelleri kazılırken, 5.4 cm boyunda ve 14 gram ağırlığında Hurri tipi Tanrıça heykelciği bulunmuştur. Demirden ve özel kalıpla üretildiği tahmin edilen heykelcik yüzyıllar içinde korozyona uğramıştır.
İkinci heykelcik ise 6.1 cm boyunda, 11 gram ağırlığındadır. Erkek tanrı heykeli de döküm tekniğiyle üretilmiştir. Kapı eşiklerinde, temel yapılarında, ocak altlarında bulunan bu tür eserler, yapı adak heykelciği olarak kullanılmıştır. İçlerinde nikel yoktur, cevherden kazanılan demirden üretilmiştir.
Burada yine ilginç bir gelişmeden söz etmek istiyorum, kazı ekibinin ifadelerine göre: Küçükçekmece gölü çok kirli olduğu için su altında çalışma yapılamıyormuş. Çünkü görüntü net değil, suyun büyük bölümü kanalizasyon, nükleer veya sanayi atığı ile doluymuş.
Son bir not: bu bölgedeki kazıların uzun yıllar boyunca süreceği söyleniyor.
SAZLIDERE
Uzunluğu yaklaşık 40 km kadardır. Küçükçekmece gölüne dökülür. Ancak: baraj haline getirilmiş ve su tutulması için kapakları kapatıldığı için, Küçükçekmece gölünü besleme özelliği kaybolmuştur. Sazlıdere barajı, İstanbul’da içme suyu üretmek amacı ile 1991-1996 yılları arasında inşa edilmiştir. Kaya gövde dolgu tipindedir. Akarsu yatağından yüksekliği 48 metredir.
KÜÇÜKÇEKMECE KÖPRÜSÜ
Roma döneminde, İstanbul’u batıya bağlayan ana yolun üzerinde, Küçükçekmece gölünün Marmara deniziyle birleştiği yerde büyük bir ihtimalle ahşap bir köprü bulunuyordu.
Bizans devrinde: başkenti yani Konstantinopolis şehrini, batıya bağlayan ünlü “Via Egnetia” yolu bu köprünün üzerinden geçerek ilerliyordu. Hatta: aynı yerde göl manzaralı hakim bir tepenin üzerinde, İmparatorun büyük bir sayfiye yeri olan Region isimli bir yerleşim yeri vardı.
Bu köprü, MS 6’ncı yüzyıl ortalarında meydana gelen iki deprem sonucu yıkılır.
Daha sonra, MS 558 yıllarında ise, burada Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından yarısı kagir, yarısı ahşap bir köprü yaptırılır. Köprü, taşlardan yapılan geniş bir kemer üzerine oturmaktadır.
Bu köprü, MS 813 yılında Bulgar kralı Krum tarafından tahrip edilmiştir.
Sonrasında ise Bizans imparatoru I. Basileios tarafından tamir ettirilmiştir.
Fetihten sonra, 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet, stratejik önemde olan köprüyü onarttırmıştır.
Batı kaynaklarında: Büyükçekmece köprüsü ile bu köprü kıyaslandığında bu köprü “Küçük Köprü” olarak isimlendirilir.
1560 yılında ise, Osmanlı döneminde Mimar Sinan’dan önce Başmimar olan Acem Alisi tarafından buraya yeni bir köprü yapılır. (köprüyü yaptıranın kimliği kesin değildir, tahmindir.)
Bu tarihi köprü: 1735 ve 1861 yıllarında onarılır. I Dünya savaşı sırasında eni genişletilir.
Son olarak: 1996 yılında köprü İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından tekrar onarılır.
2005 yılında ise restorasyon çalışmaları yapılır.
Günümüzde görülen ve “Mimar Sinan Köprüsü” olarak isimlendirilen köprü: 227 metre uzunlukta ve 7 metre genişliktedir.
ATATÜRK MAHALLESİ
MEHMET ARSAY KLASİK OTOMOBİL MÜZESİ
İkitelli caddesindedir.
Klasik otomobil tutkunu Mehmet Arsay, eşi Meryem Aksay ile birlikte, İstanbul’da 3 tane olan klasik otomobil müzelerinden bir tanesi, Küçükçekmece ilçesinde kurmuştur. Mehmet Arsay, yaşamı boyunca: klasik nostaljik otomobilleri onarıp yeniletmiş, yeni nesillere bu araçları tanıtmak için bu müzeyi kurmuştur.
Müzede sergilenen araçlardan bazıları yurt dışından getirilmiştir. En dikkat çeken otomobiller: 1886 model Benz, 1899 model Decouvelle, 1979 model Porche markalı otomobillerdir.
Müzeye giriş ücretsizdir. Ancak sadece Cumartesi ve Pazar günleri ziyarete açıktır. Müze özellikle klasik otomobil meraklıları tarafından yoğun ziyaret edilmektedir. Mehmet Arsay, 1999 yılında vefat etti ve yerine müzeyi oğlu idame ettirmektedir.
Atatürk’ün Arabası
Haziran 2015 tarihinde Atatürk’ün makam arabası, yenileme amacıyla Anıtkabir Komutanlığından teslim alınmış ve müzeye getirilmiştir. 82 yaşındaki otomobil: işinin ehli mekanik, kaporta ve elektrik ustaları tarafından özenle sökülmüş, aracın eksik ve değişmesi gereken parçaları yurtdışından temin edilmiştir. 6 aylık bir restorasyon süreci sonunda, araç 26 Ekim 2016 günü Anıtkabir Komutanlığına teslim edilmiştir. Mükemmel bir uygulama, bunu sağlayanları kendi adıma tebrik ediyorum.
HALKALI MERKEZ
YKB GÖSTERİ MERKEZİ-YAHYA KEMAL BEYATLI GÖSTERİ MERKEZİ
Aytaç Mevkii Fatih Caddesindedir. 2013 yılında hizmete açılmıştır. İstanbul ilinin en büyük gösteri merkezidir. Amfi tiyatro tarzında düzenlenen merkezde: kapalı alanda 10 bin ve açık alanda ise 35 bin izleyici kapasitelidir. Burada: konser, gösteri, etkinlik, uluslararası prodüksiyonlar düzenlenmektedir.
Sahne 704 metre kare büyüklüktedir. Bu ölçüsü ile, Türkiye ve Avrupa’nın en büyük sahnesidir. Ancak parabolik oturma düzeni nedeniyle, sahne her yerden görülebilmektedir. Sahnenin iki yanı “Efes Celsius Kütüphanesi” tarzını yansıtmaktadır. Yine merkezde, en gelişmiş ses ve ışık sistemleri bulunmaktadır.
SEFAKÖY
Yerleşim yeri ilk olarak 1879-1890 yılları arasından Bulgaristan’dan göçen Karaömeroğlu İbrahim Safra tarafından kurulmuştur.
Tarihi süreç içindeki isimleri: Zifirköy, Sofranatis, Sofraköy, Safraköy, Işıklıtepe, Sefaköy olmuştur. Bilinen ilk ismi “Zafirköy” dür. Gerçekte, Zafir kelimesinden kaynaklanan bu isim, bölgenin Rumların yerleşim yeri olarak kullanıldığı dönemde Sofranatis olarak değiştirilmiştir.
Osmanlı döneminde avlak olarak kullanılan bu bölgede: birçok Osmanlı Padişahı ve erkanı bir dönem avlanmıştır. Hatta, bir söylentiye göre: “Sultan Abdülhamid, bir gün avlanırken, eşraftan Fehim Efendi’nin konuğu olur.
Fehim Efendi’nin kendisini ağırlamak için kurduğu sofra, Padişah tarafından çok beğenilir ve bunun üzerine Sofranatis isminin değiştirerek buraya “Sofraköy” isimin verir. Daha sonra halk arasında bu isim “Safraköy” olarak değişime uğrar.
Cumhuriyet döneminde köyün ismi, kayıtlara geçerken yanlışlıkla “Safraköy” olarak geçer. 1970’li yılların başında dönemin yöneticileri bu ismin değiştirilerek yörenin isminin “Işıktepe” olmasını isterler. 1974-1975 yılları arasında yapılan girişimler sonucu, bölgenin ismi “Sefaköy” olarak değiştirilmiştir.
Bir zamanlar birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bölgede bulunan tarihi eserler, zaman içinde yok olmuş ve bölge yerleşim alanı olarak kullanılmıştır. Günümüzde bu eserlerden birkaç tanesi (su sarnıcı) kalmıştır.
AYAMAMA DERESİ ÜZERİNDEKİ KÖPRÜ-PAPAZIN KÖPRÜSÜ
Basın Ekspres yolunun Halkalı çıkışındadır. Ayamama deresi üzerindedir.
Yaptığım bütün araştırmalara rağmen bu köprünün yapılış tarihi ve yaptıranla ilgili net bilgilere ulaşamadım.
Yakın zaman önce, köprünün hemen yanına yeni bir köprü yapılmış olup bu yeni köprü de “Papazın Köprüsü” olarak isimlendirilmiştir. Eski köprü ise, 2009 yılındaki sel felaketinde ağır hasar görmüş durumda onarılmayı beklemektedir. Daha doğrusu kaderine terk edilmiş, yıkılması beklenmektedir.
HALKALI ZİRAAT MEKTEBİ
1891 yılında eğitim-öğretime başlanan okul; sahasında Türkiye’deki ilk ve önemli kurumlardan birisidir. Okul: 1878-1879 yılları arasında Ticaret ve Ziraat Nazırı Ahmet Cevdet Paşa döneminde kurulan Ziraat Müdürlüğüne getirilen, Fransa’da eğitim görmüş Amasyan Efendi tarafından kurulmuştur.
Açıldıktan 1894 yılına değin Mülkiye Baytar Mektebinin yatılı kısmını bünyesinde barındırmıştır. Bu tarihten sonra sadece Ziraat sahasında eğitim ve öğretim devam etmiştir. Devrinde Avrupa ayarında eğitim veren okul, ilerde mesleğinde uzman olacak ve ülkeye önemli hizmetlerde bulunacak pek çok öğrenci yetiştirmiştir.
Bu okuldan mezun olan bazı şahsiyetler ise sadece meslekleriyle ilgilenmemişlerdir. Bunlardan ilk akla gelen İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy’dur. 1928 yılında okul kapatılmış, öğrencileri İstanbul Orman Mektebine devredilmiştir. Okulun Halkalı’da bulunan binası ise, Halkalı Ziraat ve Tarım Lisesine dönüştürülmüştür. Okul günümüzde İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Kampüsü olarak kullanılmaktadır.
SABAHATTİN ZAİM ÜNİVERSİTESİ
Halkalı caddesindedir. 2010 yılında kurulmuş bir vakıf üniversitesidir. Halkalı Ziraat Mektebi binasında yerleşiktir. Mektebin yemekhane salonu, günümüzde üniversite Mehmet Akif Ersoy fuayesi olarak kullanılmaktadır.
Burada: iç kapı üstü ve çevresini İstiklal Marşı ve Akif’in büyük boy bir portresi süslemektedir. Halen okulda, 87 ülkeden 1934 öğrenci eğitim görmektedir. Lisans öğrenci sayısı ise, 7490 dır.
ÇAMLIK PİKNİK ALANI
Sabahattin Zaim Üniversitesinin yanındadır. Giriş ücretsizdir. Alanda: yürüyüş ve koşu yolları, bisiklet alanı, piknik yerleri ve çocuk oyun alanları bulunmaktadır.
ATAKENT MAHALLESİ
ATAKENT KÜLTÜR MERKEZİ
Halkalı Toplu Konutları 2 Ekip Girişindedir. Eski adı “Halkalı Kültür ve Sanat Merkezi” dir. 2005-2006 yılında yenilenerek tekrar hizmete açılmış ve “Atakent Kültür Merkezi” ismini almıştır. Burada: çok amaçlı bir salon (386 kişilik), sergi salonu, fuaye, derslikler, kütüphane ve spor salonu bulunmaktadır.
ARENA PARK ALIŞVERİŞ MERKEZİ
Çiçekli Vadi Caddesindedir.
2011 yılında hizmete girmiştir. Yapının iki katı: alışveriş ve yaşam merkezi, bir katı ise otopark olarak düzenlenmiştir. Yarı açık mimarisiyle sokakta alışveriş yapma zevki yaşanmaktadır. Meydanları ise yemyeşil düzenlenmiştir.
Burada Türk ve dünya markalarının bulunduğu 110 mağaza bulunmaktadır. Ayrıca, sinema bölümünde 10 salon vardır.
Bölgenin en büyük sinema salonu buradadır. Arena Park alışveriş merkezinde “Starpark” isimli çocuk oyun merkezi bulunmaktadır. Starpark içinde: atlıkarınca, çarpışan arabalar, gondol, uçan salıncak ve benzeri birçok etkinlik bulunmaktadır.
MENEKŞE/NAKKAŞ DERESİ (ROMA) KÖPRÜSÜ
Halkalı Altınşehir İstanbul Caddesi ile 4. Caddenin sınırladığı güney ucunda, Nakkaş deresinin Menekşe deresiyle birleştiği noktadadır.
Köprü, yol ağları bağlantısı tamamen koparılmak suretiyle ulaşım işlevini kaybetmiştir. Ancak tarihi belge değerinin yüksek olduğu söyleniyor.
Köprü 3 gözlüdür. Uzunluğu 14.33 metre ve genişliği ise 4.61 metredir.
Köprünün kemerleri, tek merkezli yarım dairedir.
Ortadaki büyük gözün her iki yanında kemerli küçük gözler bulunur.
Köprünün yapılış tarihi hakkında net bilgiler yoktur. Ancak: köprü MS 4’ncü yüzyılın ilk yarısında Roma imparatoru Constantinus tarafından inşa ettirildiği söylenen ve Konstantinopolis şehrini Avrupa’ya bağlayan “Via Egnetia” adı verilen tarihi yol ağının bir parçasıdır.
Köprü: yapım tekniği, mimari özellikleri ve malzeme kullanımı değerlendirildiğinde, Roma köprü mimarisi özelliklerini taşır. Bu yüzden, Roma döneminin teknik bilgi, beceri, yapım, malzeme ve işçilik özelliklerini günümüze yansıtır.
Yalın bir tasarıma sahip köprüde süsleme yoktur. Sadece kültürel peyzaj öğesi olarak önem kazanır.
Evet, yukarıda da söz ettiğim gibi, günümüzde: dere yatağı değiştirilmiş, köprünün yol ağları ile bağlantısı kesilmiş ve çevre düzenlemesi sırasında dikkate alınmamış ve köprü işlevsiz bırakılmıştır. Ancak yine yukarıda belirttiğim gibi, köprü tasarım, malzeme ve işçilik özellikleri açısından Roma döneminin özelliklerini yansıtacak özgünlüğünü korumaktadır.
TEVFİKBEY MAHALLESİ
SEFAKÖY KÜLTÜR VE SANAT MERKEZİ
Maslak Çeşme Caddesindedir. Türkiye’nin en modern kültür ve sanat merkezidir. 2009 yılında hizmete açılmıştır. Burada 1 tane 507 kişilik büyük sahne, 17 tane atölye ve sergi alanı vardır.
ARMONİAPARK OUTLET CENTER
Şehit Mehmet Sevinç Sokaktadır. Merkezde: restoran ve kafeler, sinema salonları ve mağazalar bulunmaktadır. Bu mağazalarda, her türlü ürün bulup satın alabilirsiniz.
İSTANBUL AREL ÜNİVERSİTESİ SEFAKÖY YERLEŞKESİ
2007-2008 yılında eğitime başlamıştır.
Üniversite bünyesinde: Fen-Edebiyat, Mühendislik ve Mimarlık, Güzel Sanatlar, İktisadi ve İdari Bilimler, İletişim Fakültelerinden oluşan 5 fakülte vardır. Ayrıca Uygulamalı Bilimler Yüksek Okulu ve Yabancı Diller Yüksekokulu bulunmaktadır.
CENNET MAHALLESİ
CENNET KÜLTÜR VE SANAT MERKEZİ
Yahya Kemal Beyatlı Caddesindedir.2008 yılında hizmete girmiştir. Merkezde: 435 seyirci kapasiteli tiyatro salonu bulunmaktadır. Ayrıca çok amaçlı bir sergi salonu, tam donanımlı müzik atölyeleri, bale salonu ve yaşam boyu eğitim atölyeleri bulunmaktadır.
İSTASYON MAHALLESİ
MİLLET BAHÇESİ
100 dönümlük bir alana kurulmuştur.
Halkalı Çamlık Park alanında: yürüyüş yolları ve bisiklet yolları bulunmaktadır. Ayrıca barbekü alanları yapılmış ve piknik masaları bulunmaktadır. Ayrıca: oyun bahçeleri, macera parkı, uçurtma çayırı, etkinlik meydanı ve panayır alanı vardır.
1’NCİ ORDU MUHABERE ALAY KOMUTANLIĞI-HAMZA GÜNALP KIŞLASI
Yarımburgaz caddesindedir.
YARIMBURGAZ MAHALLESİ
YARIMBURGAZ MAĞARALARI
Güvercintepe Mahallesindedir.
Küçükçekmece gölünün 1.5 km kuzeyinde, Altınşehir mahallesi civarındadır. Denizden yükseklik 15 metredir. İki farklı giriş vardır. Alt mağara 500 metre ve üst mağara 52 metre uzunluktadır. Buradaki ilk araştırmalar 1838 yılında yapılmış ve bu araştırma sonuçlarına göre bu Yarımburgaz Mağaralarında, tarih öncesinde insanların yaşadığı anlaşılmıştır.
Yarımburgaz’da yaşamını sürdüren insan topluluklarının Küçükçekmece civarında avlandıkları ve hatta sonradan bölgeye yerleşmiş olabilecekleri tahmin edilmektedir. Mağaranın 6 km güneyinde Firuzköy yakınlarındaki yarımada üzerinde Paleolitik dönem insan guruplarının avladıkları hayvan derilerini yüzmüş, işlemiş, ayrıca kemik ve ağaçları sürterek sivriltmiş olabilecekleri muhtemeldir.
Yakın geçmişte ise, mağaraların kilise olarak kullanıldıkları anlaşılmıştır. Çünkü Yarımburgaz Mağarasının içine oyulan Bizans döneme kilisesinin apsisi halen görülebilmektedir. Mağaralar, 2000 yılında arkeolojik sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır.
ÇEKMECE NÜKLEER ARAŞTIRMA VE EĞİTİM MERKEZİ
Nükleer Araştırma ve Eğitim Yolundadır.
1955 yılında ABD ile atom enerjisinin sivil amaçlı kullanımına ait bir anlaşma imzalanmıştır. 1956 yılında ise bir araştırma reaktörü kurulması için çalışmalara başlanmıştır. Küçükçekmece gölü kıyısındaki günümüz arazisi seçilmiş ve Başbakanlık Atom Enerjisi kurumu kurulmuştur.
1959 yılında ülkemizin ilk nükleer tesisi olan araştırma reaktörünün temeli 2800 dönümlük arazide atılmıştır. 1960 yılında atom reaktörü projesinin ismi bulunduğu yere izafeten “Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi” olarak değiştirilmiştir. 1962 yılında ise tesisin açılışı yapılmıştır.
Nükleer teknoloji alanında faaliyet göstermektedir. Her yıl burada, değişik branşlardan birçok öğrenci staj yapmaktadır.
Merkez arazisi içinde kalan 3700 metre uzunluğundaki kıyı şeridi üzerinde gizli bir kuş cenneti bulunmaktadır. Burada bulunan koruluk alanda: karabatak, balıkçıl ve yaban ördeği başta olmak üzere çeşitli kuş türlerinin barındığı ve göçler sırasında ise başkaca kuşların da görüldüğü tespit edilmiştir.
FATİH MAHALLESİ
KÜÇÜKÇEKMECE GÖL AĞZI PARKI
Hatboyu caddesindedir. Yürüyüş yolu ve kafeleri bulunmaktadır.
Özellikle güneşin doğuşu ve batışını izlemek için burası tercih ediliyor. Sahil boyunca bisiklet yolu vardır.
Ayrıca 1 tane çocuk oyun alanı ve 1 tane fitness alanı bulunuyor. İki büyük seyir iskelesi bulunur.
KÜÇÜKÇEKMECE SOSYAL TESİSİ
Yalı Caddesi Altın Sokaktadır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılıp işletilmektedir.
Burada nezih bir ortamda ve göl manzarası eşliğinde yemek yenilebiliyor. Tesis, yeşilin her tonunun göl manzarasıyla buluştuğu bir yerde yapılmıştır. Tesiste 237 metre kare açık alan ve 283 metre kare restoran bölümü bulunur. Aynı anda 240 kişiye hizmet verilmektedir.
KİBRİTHANE-KİBRİT FABRİKASI
“Osmanlı Kibritleri Fabrikası” günümüzde de 19’ncu yüzyıl başlarında “Osmanlı Kibritleri Anonim Şirketi” tarafından kurulan fabrikada faaliyet göstermektedir. Osmanlı kibritleri fabrikası, 1888 yılında kurulmuş ve o dönemin büyük fabrikalarından birisi olarak bütün ülkeye ve hatta Avrupa’ya kibrit ihraç etmiştir. Fabrika, 1900’lü yılların başına kadar üretime devam etti, ancak bir süre sonra kapatıldı.
Üretimin sonlanmasıyla atıl duruma düşen yapı, 20’nci yüzyıl başlarında farklı mülkiyetlere, farklı kullanımlarla birlikte günümüze bazı değişikliklere uğrayarak ulaşmıştır. Çünkü: fabrikanın mülkiyet hakkı bölünmüş durumdadır ve farklı bölümler şimdiye kadar birçok kullanıcı tarafından üretim amaçlı kullanılmıştır.
1991 yılında kültür varlığı olarak tescil edilerek koruma altına alınmıştır.
2010’lu yıllarda, 5 bloktan oluşan Eski Kibrit Fabrikasının 1 bloğunun koruma ve restorasyon sürecine başlanmıştır. Ardından restore edilen bu blok: film ve video klipleri çekimi yapan bir şirket tarafından etkinlik mekanı ve film seti olarak kullanılmaktadır.
Günümüzde 2 ve 3’ncü bölümler: Nakil Bant Fabrikası olarak kullanılmaktadır. Bu fabrikaya ait buhar kazanı arka cephededir ve kazanın hemen arkasında günümüzde aktif olarak kullanılan bir baca yükselir.
Sonuç, bu satırları sadece bilgi amaçlı yazdım, çünkü eski yani bir zamanların oldukça ünlü kibrit fabrikası bugün bu özelliğini yitirmiş durumdadır. Yani gidilip görülecek bir şey yoktur.
TUĞRALI ÇEŞME-II ABDÜLHAMİT ÇEŞMESİ
Fatih Mahallesinde Küçükçekmece Meydanında İstasyonun önündedir. Çeşme Sultan II Abdülhamit tarafından yaptırılmıştır. Çeşme: Hamidiye çeşmeleriyle aynı süsleme özelliklerine sahiptir.
Çeşme üzerinde, ortadaki yuvarlak madalyon içinde Sultan II Abdülhamid’in tuğrası bulunmaktadır. Ayrıca tuğranın altında 1318 yani 1900 yılı tarihi yazılıdır. Muhtemelen 1900 yılında yapılmıştır. Gelelim günümüze, günümüzde çeşme terkedilmiş ve bakımsız durumdadır.
GARİP DEDE TÜRBESİ
Dış Kumsal Mevkiinde Yan yoldadır.
Garip Dede: Anadolu erenlerindendir. Alevi-Bektaşi inancına göre, türbesi Macaristan’da bulunan Gül Baba’nın müsahibi olduğuna inanılmaktadır. Kimsesi olmadığı için Garip Dede ismiyle tanındığı tahmin edilmektedir.
1600’lü yıllarda yaşadığına inanılıyor. Garip Dede öldüğünde gömüldüğü mezar, 1955 yılında türbeye dönüştürülmüştür. Türbenin çevresinde, günümüzde Cemevi ve altında aşevi bulunmaktadır.
KARTALTEPE MAHALLESİ
SEFAKÖY ÇARŞI CAMİİ
Aytaç Mevkiinde 16/1 Sokaktadır. Fatih Sultan Mehmet dönemi yapısıdır. Bu yüzden “Fatih Camii” olarak da bilinir. Mescit olarak yaptırılan mekan, 1960 yılında halkın bağışları ile camiye çevrilmiştir. Camide, iki dükkan ve bir çay ocağı bulunmaktadır.
YENİ MAHALLE
ABDÜSSELAM ÇELEBİ EFENDİ
Kendisi: Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Başdefterdar olarak görev yapmıştır. Kendisi: Yavuz Sultan Selim tarafından, 1517 yılında Mısır seferinden dönüşte, yanında getirilmiştir.
Bölgenin gelişmesinde önemli imar faaliyetlerinde bulunmuş ve kendi adına bir külliye yaptırmıştır. Külliye günümüzde İmaret caddesindedir.
Bu külliyenin yaptırıldığı dönem Mimar Sinan dönemi, bu yüzden külliyenin yani cami, imaret ve medresenin ve ardından türbenin Mimar Sinan yapısı olduğu biliniyor. Külliyede: cami, medrese, imaret, türbe ve iki çeşme bulunmaktadır. Ancak: bunlardan sadece medrese ve imaret günümüze ulaşmamıştır. Sadece: cami, türbe ve çeşmeler günümüze ulaşmıştır.
Tekke Camii-Abdüsselam Camii
Külliyenin merkezinde bu cami bulunmaktadır. 1526 yılında Başdefterdar Abdüsselam Bey tarafından mescit olarak yaptırılmıştır. Daha ayrıntılı bilgi verecek herhangi bir belge yoktur.
Daha sonraki süreçte, Aşçı Hüseyin Ağa tarafından minber konulmasıyla cami olmuştur. Cami, 1923 yılında Şerefnur Hanım tarafından yenilenmiştir. 1940 yılında harap durumda olan cami yine yenilenmiştir. Bu onarımda, cami kagir duvarlı ve ahşap çatılı yapılmıştır.
Son olarak 1967 yılında onarılan cami, özgün yapısını tamamen yitirmiştir. Günümüzde betonarme olan camiden geriye, sadece minarenin bir bölümü kalmıştır.
Abdüsselam Medresesi
Günümüzde yoktur. Abdüsselam Efendi, külliyeyi ilim merkezi haline getirmek için içine medrese yaptırmıştır. Bu medreseden saraya alimler ve devlet adamlarının yetiştirildiği söyleniyor.
Abdüsselam Bey Türbesi
Türbe günümüzde Küçükçekmece’nin en önemli tarihi yapılarından birisidir.
Defterdar Abdüsselam Bey: medresesi ve imareti yakınındaki türbesinde yatmaktadır. Kendisi, 1526 yılında Kanuni Sultan Süleyman ile Mohaç seferine katılmış ve bu seferden dönüşte azledilmiş, azledildikten kısa bir süre sonra 1527 yılında vefat etmiştir.
Türbeyi sağlığında yaptırıp yaptırmadığı belli değildir. Türbe, külliyenin en önemli yapısıdır. Caminin güneydoğusundadır. Batıdan doğuya doğru meyilli bir arazi üzerinde bulunmaktadır.
Yapının güneyinde kare planlı giriş kapısı vardır. Altıgen planlıdır. Köşelerde pandantif geçişli kubbe bulunur. Özellikle: güney cephede, muhdes giriş cephesi ile dikkat çekmektedir.
Abdüsselam Çelebi Çeşmesi
Yapım tarihi bilinmemektedir, ancak muhtemelen 1795-1796 yılları arasında yaptırılmıştır. Herhangi bir inşa ve onarım kitabesi yoktur.
Çeşme, yakın zaman önce onarım görmüş olup özgün yapısını kaybetmiştir. Çeşmenin bulunduğu yer zamanla yükselmiş ve çeşme zemininin büyük kısmı, günümüzde asfalt kaldırımın altında kalmıştır. Çeşme kaidesi ve su yalağının önemli kısmı döşeme altındadır.
Seyyid Aziz Bey Çeşmesi
Gerek tasarım ve gerekse özellikleri itibarıyla daha erken yapılan Abdüsselam Çelebi Çeşmesinden ayrılmaktadır. Çeşme: Abdüsselam Çelebi soyundan gelen Seyyid Aziz Bey tarafından yaptırılmıştır. İlk yapıldığı dönem özelliklerini tamamen kaybetmiştir. Ayrıca günümüzde çeşmeden su akmaz.
İNÖNÜ MAHALLESİ
MASLAK ÇEŞME SARNICI
Tarihi sarnıç Roma veya Bizans döneminde kalmadır. Üstü ızgara ile kapatılmış sarnıç, ne yazık ki günümüzde çöplük olarak kullanılmaktadır. Son olarak: tarihi sarnıç yanındaki yeşil alan Küçükçekmece Belediyesi tarafından düzenlenmiştir. Halen üniversitede 39 bin öğrenci eğitim görmektedir.
BEŞYOL MAHALLESİ
İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ
Florya Yerleşkesi Sefaköy İnönü Caddesindedir. 2007 yılında kurulmuştur. Ön lisans, lisans ve lisansüstü eğitim verilmektedir.
12 fakülte, 2 yüksekokul, 3 meslek yüksek okulu ve lisansüstü eğitim enstitüsü programları bulunmaktadır.