İstanbul Tarabya

tarabya-oteli-2
İstanbul Tarabya

 

İstanbul boğazının Rumeli kıyısındaki bu semtle ilgili olarak: antik dönemden kalma bir efsaneden söz edilmektedir. Buna göre: Kolkhis ülkesini ve altın postu arayan, antik dönemin kahraman denizcileri Argonotlar; buradan geçmişlerdir.

Ancak: önceleri Jason isimli kahramanı seven ve onunla evlenen, ama sonrasında ayrılan kötü yürekli ve hırs küpü Medeia: yüreğince ve ağzında sakladığı bütün zehri, geri dönmekte olan Argonotları engellemek için, burada, Tarabya kıyılarına döker.

Büyücü Medeia: kocasının ihanetine karşılık çocuklarını öldüren bir tragedyanın lanetli kişisi olarak bilinir.

Bu zehrin adı: tüm çağdaş dillerde ilaçlar için kullanılan zehir yani “Farmacia” dır ve İlaç biliminde kullanılan “Farmakoloji” bu sözcükten türemiştir.

Bizans döneminde: 5 yüzyılda bölgenin ismi olan “Farmacia” yı beğenmeyen Attikos isimli bir papaz: yöreye insanların ruhunu dinlendiren bir yer anlamında “Therapia” ismini koymuştur.

Çünkü, buranın havasının insanlara şifa verdiği düşünülmüştür. Hatta yine o dönemde, akıl hastalarını buraya getirip tedavi ettikleri söylenmektedir.

Bölge ile ilgili olarak, Bizans döneminden günümüze ulaşan pek fazla bilgi yoktur. Ancak, Bizans döneminde, burada önemli bir kilisenin varlığından söz edilmekte ve bu kilisenin 18 yüzyıla kadar burada bulunduğu belirtilmektedir. (Aya Yorgi isimli bu kiliseden aşağıda söz edeceğim)

1655 yılında burada bulunan küçük balıkçı Rum köyünün kaderi değişmiştir. Çünkü Terkos Metropolitliğinin merkezi, Terkos’dan Tarabya’ya yani buraya nakledilmiştir.

Osmanlı döneminde: Sultan II. Selim, Boğaziçi gezilerinden birinde, Tarabya koyunda oturup servi ağaçlarının gölgesinde dinlenmiştir. Hatta buraya “Tarabiye” yani “Keyif” adını verdiği söylenir.

tarabya-genel-1
İstanbul Tarabya

Ardından ünlü Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa: burada bir köy kurdurmuş ve kendi adına bir de köşk yaptırmıştır. 18 yüzyılda ise, Sultan III. Mustafa döneminde, Sadrazam Moldovalı Ali Paşa: İstanbul şehrinin güvenliğini sağlamak için burada bir Yeniçeri ocağı kurdurmuştur. Böylece: bölge kalabalıklaşmış ve hareketlenmiştir.

19 yüzyıla gelindiğinde ise: Sultan Abdülaziz: özellikle mimar kardeşler Balyanlara yaptırdığı Kalender Kasrı ile birlikte, Tarabya ve civarı, şehrin en ünlü ve zengin kişilerinin piknik yapıp eğlendikleri bir mesire alanına dönüşmüştür. Özellikle, Haliç kıyısında Fener semtinde yaşayan Rum soyluları, burayı sayfiye yeri olarak kullanmışlardır.

Çünkü Fener semtinin dar sokaklarında bulunan kasvetli evlerinden, daha havadar ve sağlıklı bir yere yani buraya taşınmayı uygun bulmuşlardır.

Ancak: 1821 yılında başlayan Mora isyanı sonrasında, bu Rum beyleri, Osmanlı nezdindeki tüm itibarlarını kaybetmişler ve Tarabya’da bulunan yazlık konutlarının büyük bölümü, padişah tarafından el konularak yabancı elçiliklere hediye edilmiştir.

I. Dünya savaşı ve büyük mübadele ve en son olarak 6-7 Eylül olaylarının ardından, Tarabya’da bulunan Rum nüfus hızla azalmıştır.

Tarabya ile ilgili yine ilginç bir not: Nazım Hikmet, vatanı terk ederken, son olarak burada bulunmuş ve buradan motorla Karadeniz’e doğru açılarak vatandan ayrılmıştır.

tarabya-genel-3
İstanbul Tarabya Büyük Tarabya Oteli

 

Büyük Tarabya Oteli

Tarabya koyunun kuzey köşesinde, deniz kıyısındadır. Günümüzde yıkılma aşamasında olan otel 1966 yılında açılmıştır ve hemen arkasında, 19 yüzyılda Boğaziçi’nin en lüks yapısı olan “Sumer Palas” oteli bulunuyormuş.

Ancak Sümer otelinden de önce, burada Kırım Savaşı için İstanbul’da konuşlandırılan İngiliz askerleri için yapılmış “Angleterre Otel” bulunuyormuş.

Sümer otel, günümüzdeki Tarabya Otelinden çok daha estetik bir görüntü veriyormuş.

Sümer Palas Oteli, 1800’lü yılların sonlarında: İngiliz, Alman, Rus ve Fransız Büyükelçiliklerinin yazlık konutları ve bazı ünlü zenginlerin burada muhteşem köşkler yaptırmaları nedeniyle, burada yapılan ilk otel olarak önem kazanmaktadır.

Otel, hemen arkasında bulunan koruluğu da ismini vermiştir. Otel, 1953 yılında çıkan bir yangın sonucunda yanarak yok olmuştur. Günümüzde sadece koyun güneyinde, garaj restoran denen yerde bazı duvarları durmaktadır.

vilayetler-evi-1
İstanbul Tarabya İstanbul Vilayetler Evi

 

İstanbul Vilayetler Evi

Kireçburnu’ndaki burası: set üstünde yani yüksekte bir restoranı ve hemen deniz kıyısında daha doğrusu cadde kıyısındaki kafesiyle, deniz kenarında muhteşem güzel bir tesis olarak öne çıkıyor.

Ama burada özellikle: kafe bölümünde, 250 yıllık olduğu iddia edilen çınar ağacını mutlaka görmelisiniz. Ayrıca: hemen dış bölümde, deniz kıyısındaki Osmanlı dönemi çeşme de ilgi çekmektedir. Çeşme: kitabesine göre: 1814 yılında Sultan II. Mahmut döneminde yapılmıştır.

aya-yorgi
İstanbul Tarabya Aya Yorgi Kilisesi

Aya Yorgi Kilisesi

Bizans döneminde, Tarabya’da “Azize Eufemia” adında bir kilise bulunuyormuş. Ama en ilginç olan: 1655 yılında Metropolitlik, Trakya’daki Terkos (Derkon) denen yerden buraya taşınmıştır. Yani, kilisenin hemen yanında Metropolitlik binası yapılmıştır.

Bu kilise: Tarabya koyunun bitiminde, günümüzdeki Tarabya otelinin alanı içinde kalıyordu ve bu kilise: 1950’li yılların sonuna kadar, Terkos Metropolitliğinin merkez kilisesi olarak kullanılmıştır. Yazılı kayıtlara göre: bu kilise: bazilikalı, tek nefli, zemini mermer kaplı ve çatısı kiremit örtülü, kagir bir yapıdır.

Özellikle: yortu günü olan 23 Nisan tarihinde, Rumlar tarafından doldurulurdu. Ancak 1955 yılındaki 6-7 Eylül olayları sırasında, buradaki Metropolitlik binası yakılarak yok edildi. 1958 yılında ise, Aya Yorgi kilisesi, Sarıyer Belediyesi tarafından istimlak edilerek yıkıldı.

ipsilanti-yalisi-2
İstanbul Tarabya İpsilanti Yalısı

 

İpsilanti Yalısı

Günümüzde İtalyan Elçiliği olarak kullanılan yapının ön yüzü: İpsilanti Yalısı olarak isimlenmektedir.

18 yüzyılda yaptırılan bu yalı: bir süre: Eflak Voyvodası Aleksandre İpsilanti isimli bir Rum soylusu tarafından kullanılmıştır ve ismi buradan gelmektedir.

İpsilanti: o dönemde Fener semtinde yaşıyordu ve dönemin Sultanı Abdülhamit’e ulaşmayı başaran ve yakın ilişkileri olan Rum soylulardan biriydi. 1774 yılında Babaali’ye baş tercüman olarak atanmıştı. Özellikle Sultan II. Selim döneminde, devlet kademesinde bayağı yükselmişti.

Ancak, daha sonraları, Eflak-Boğdan eyaletlerinin Osmanlının elinden çıkması çabalarına karıştığı anlaşılınca, (çünkü buradaki görevi sırasında, gizli çalışmalarla silahlı bir güç oluşturdu) istifa etmek zorunda kaldı, 1787 yılındaki Osmanlı-Rus savaşında, Osmanlılara esir düştü.

Sonra tekrar af edilerek 1796 yılında yine Eflak voyvodası oldu. Ancak 2 yıl sonra yine istifa etmek zorunda kaldı. Ancak ihtilalci damgası yediği için bir süre hapiste kaldı ve 1806 yılında öldü.

Alexander İpsilanti: 1799 yılında, Rusya’ya kaçınca, bu yalı 1807 yılında Sultan III. Selim tarafından, dönemin Fransa Büyükelçisi Fransa İmparatoru Napolyon’un çok yakın arkadaşı olan General Horace Sebastiani’ye elçilik tarafından kullanılmak üzere tahsis edilir.

1850 yılında, oldukça harap durumdaki yalı: büyük onarımlar geçirir. 1913 yılında çıkan bir yangında ise, yapının büyük kısmı yanarak yok olur. Sadece sonradan elçilik tarafından inşa ettirilen ek bina kalır. Ardından, yalı büyük bir onarım geçirir ve 1989 yılından bu yana, Marmara Üniversitesi tarafından kullanılmaktadır. Evet, yalı 3 katlıdır ve bir Türk konağı şeklinde inşa edilmiştir.

sahil-guvenlik-komutanligi-1
İstanbul Tarabya Sahil Güvenlik Marmara ve Boğaziçi Bölge Komutanlığı

Sahil Güvenlik Marmara ve Boğaziçi Bölge Komutanlığı

Sarıyer’e gelmeden hemen önce, Büyükdere mevkiinde, sahilde kazıklı yol üstündedir. Yaklaşık 100 yıllık yapı: (Sultan Vahdettin’in 1902 yılında inşa edilen av köşkü) birinci ulusal mimari akımı stilinde, sivri kemerli, pencereli ve çinilidir. Oranlarının düzgünlüğüyle dikkat çekmektedir.

cezayirli-camii-3
İstanbul Tarabya Cezayirli Gazi Hasan Paşa Camii

 

Cezayirli Gazi Hasan Paşa Camii

1551 yılında Sultan III. Murat döneminde, Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşanın cerrahı Mehmet Efendi tarafından yaptırılan bu küçük cami (yeterli parası olmadığından cami küçük olmuştur) : Komutanlığın hemen yakınındadır. Osmanlı döneminde caminin bulunduğu yer: Sultan II. Selim’in av sahası olarak bilinen Çayırbaşı denen yerdir. Eskiden hemen sahilde, deniz kıyısında olan cami, daha sonra kıyının doldurulması nedeniyle günümüzde bir hayli içeride kalmıştır.

Cami: Cezayirli Gazi Hasan Paşa tarafından yenilendiği için, bu isimle anılmaktadır. Çünkü Gazi Hasan Paşanın yolu, bir gün bu camiye düşer ve pek harap halde gördüğü camiyi 1782 yılında tamir ettirir. Bir de çeşme ekletir.

Ancak kesme taştan yapılmış bu çeşmenin teknesi, yol yapımına kurban gitmiştir. Çeşmenin kitabesinde bir “çapa” göze çarpar. Bu çapa arması, denizcileri simgelemektedir. Öte yandan: bu cami: Sarıyer Çayırbaşı Büyükdere girişindeki fidanlığın hemen önünde bulunması nedeniyle, Çayırbaşı Camisi diye de bilinmektedir.

Kagir duvarlı, kırmızı boyalı cami: ahşap ve kiremit örtülü çatıya sahiptir. Kesme taştan yapılan minare, camiyle aynı renge boyanmıştır. Geniş silindir bir gövdeyle basık bir görüntüsü vardır. Minarenin hemen yanındaki hazirede: caminin ilk banisi Cerrah Mahmut Efendinin mezarı görülür.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

 

İstanbul Rumeli Hisarı

rumeli-hisari-genel-1
İstanbul Rumeli Hisarı

Boğaziçi’nin batı yakasında, Bebek ve Baltalimanı arasındadır. Türklerin, 1450 yılında, Rumeli’de ilk yerleştikleri bölgedir. Evliya Çelebi, bu bölge hakkında şöyle demiştir “Yahudisi, Meyhanesi, Bozahanesi dahi bulunmaz” Günümüzde de, burası bu konuda çok zengin sayılmaz. Burada, sadece 1-2 mekan açıktır. Ancak, bir zamanlar: semtin sahil boyunda ve hisar çevresinde, seyyar tektekçiler yani açık hava meyhanecileri geziniyormuş. İlkbaharda Hisar’ın bademleriyle taze meyvelerinin, hele kirazı ve vişnesinin tadına doyum olmaz. Yine Evliya Çelebi: Seyahatnamesinde “diyar-ı Acem” de, bu kirazlara “Gülnar-ı Rum” dendiğini ve “iki adet kirazın bir dövme riyal ağırlığında” geldiğini anlatır.

rumeli-hiisari-genel-3
İstanbul Rumeli Hisarı
rumeli-hisari-genel-3
İstanbul Rumeli Hisarı

 

RUMELİ HİSARI

Bölgenin ismi antik dönemde “Hermaion” olarak bilinmektedir. Bizans döneminde ise, burada: “Foneos” isimli ve balıkçılıkla uğraşılan bir köy bulunmaktadır. Daha arkalarda, tepelere doğru ise yeşil bağlıklar bulunuyordu.

1452 yılında: Sultan II. Mehmet, Boğazın kontrolünü ve kuzeyden Bizans’a gelebilecek yardımları önlemek için bir hisar yapmaya karar verir.

Hisar: “Dua Tepe” ve “Şehitlik Tepe” denen iki tepe üzerine kurulmuştur. Şehitlik Tepe: Rumeli Hisarının inşaatını engellemek isteyen Bizans askerleriyle çarpışarak şehit düşenlerin gömüldüğü yerdir. Buradaki en eski mezar taşları: 1450-1451 yılları arasını kapsamaktadır.

Hisarın yapımına başlandığında: Bizanslılar telaşlanarak önce kaleyi ele geçirmeyi düşünürler. Ancak, Sultan onlara kaleyi; şehri ve Akdeniz-Karadeniz hattında dolaşan tüccarlara saldıran korsanları önlemek için yaptırdığını söyler. Bizanslılar, böylece hisarın yapılmasına göz yumarlar.

İstanbul boğazının en dar yerinde ve Anadolu Hisarının tam karşısında (ikisi arasındaki mesafe 660 metredir) inşa edilen hisarın surlarının uzunluğu: kuzeyden güneye 125 metredir ve üç büyük kulesi vardır. Mimari açıdan, Orta çağ askeri mimarisinin güzel bir örneğidir.

Hisarın yapımında: bizzat Sultan II. Mehmet idaresinde: bin kadar usta ve bunun iki katı kadar da ırgat çalışmıştır. Hisarın projesi, yapılacak surlar, burçların, kapıların yerleri, aralık ve mesafeleri bizzat Sultan II. Mehmet tarafından belirlenmiştir. Mimar ise Muslihiddin Ağa’dır. Kendisi Edirne üç şerefeli cami ve tarihi Uzunköprü’nün de mimarıdır.

Hisarın yapımında: dönemin ileri gelenleri himmette bulunmuş, harcamalara katılmışlardır. Ayrıca: belli bazı kule ve beden duvarlarının da hızlı yapılmasından sorumlu tutulmuşlardır. Fakat, sadece güneydoğudaki kule, üzerindeki kitabeye göre, Zağanos Paşa idaresinde yapılmıştır.

Bir görüşe göre; kuzeybatıdaki kule Saruca Paşa ve kıyıdaki kule Çandarlı Halil Paşa tarafından yaptırılmıştır. Sultan’da kalan işlerle uğraşıyordu. Hatta: askerlerin sevgisini, desteğini ve saygısını kazanmak için inşaat sırasında, göstermelik te olsa birkaç kez taş taşıdığı söylenir.

Kıyıda toplanan inşaat malzemelerini ve çalışanları güvence altına almak için, önce kıyıdaki Halil Paşa burcu yapıldı.

Saruca Paşa burcu: 28 metre yükseklikte ve dış çapı 23.80 metre ve duvar kalınlığı 7 metredir. Kıyıdaki Halil Paşa burcu: 22 metre yükseklikte ve dış çapı 23.30 metre ve duvar kalındığı 6.5 metredir.

Zağanos Paşa burcu: 21 metre yükseklikte ve dış çapı 26.70 metre ve duvar kalınlığı 7 metredir. Sarıca ve Zağanos paşa burçları yuvarlak, Halil paşa burcu ise 12 köşelidir. Üstleri kurşunla örtülmüştür.

Surların kalınlığı: taarruza açık batı tarafından her yerde beş metre ve güney tarafında ise üç metredir. Bazı yerlerde dört metredir. Surlar dışında: dışarıya karşı iki metre yükseklikte, seksen santimetre genişlikte mazgallarla korunan bir devriye yolu vardır.

Dünyanın en büyükleri olarak kabul edilen bu üç büyük burçtan başka, küçük kuleler de vardı. Kulelerin içi ahşaptı ve her katta bir ocak bulunuyordu. Hisarın içinde dizdar ve nöbetçi yeniçerilerin evlerinden başka, Fatih tarafından yaptırılan bir mescit, mescidin altında bir sarnıç ve iki de çeşme bulunuyordu.

Hisar: 4 ayda bitirilir. Süleymaniye Kütüphanesindeki bir yazılı esere göre, hisar 139 günde bitirilmiştir.

Boğazdaki akıntı yüzünden, gemiler, Avrupa yakasında kıyıya yanaşmak zorunda kalırlar. Böylece hisarın gücü ve etkinliği daha da artar.

Hisar böylece, kendisine yaklaşan hedefleri, toplarının en uzak menzil mesafesinde karşılayarak, güneyde en uzun mesafeye kadar takip edebiliyordu.

2000 metre uzunluğundaki Rumeli Hisarına 400 yeniçeri ve Firuz Ağa atandı. Hisar, kuvvetli toplarla donatıldı. İlk olarak 10 Kasım tarihinde Karadeniz’den gelen 2 Venedik gemisine ateş açıldı. 26 Kasım tarihinde bir gemi batırıldı. 2 Aralık tarihinde, bir Trabzon gemisi, bu ateş barikatını güçlükle aşabildi. Böylece, hisarın tasarlanan görevi yapabileceği anlaşıldı.

Fatih Kararnamesine göre: Rumeli Hisarında, yatsı namazından sonra ve sabah namazından önce, iki defa nevbet vurulması gerekirdi. Cuma ve bayram günleri, hisara bayrak çekilmesi ve padişahlar Boğaz’da gezintiye çıktıklarında, hisar önünden geçerlerken topla selamlanmaları da kanun gereğiydi. Hisar’dan dizdar ile hisar ustası unvanı taşıyan subaylar sorumluydu.

Nevbent: Osmanlı devletinde, sarayda ve bazı özel yerlerde sabah, ikindi, yatsı zamanlarında çalınan askeri mızıkadır. Buna nevbet-i Sultani de denirdi. Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren gelenek olan bu nevbent, sonraları geniş bir kadrolu mehterhane tarafından icra edilmeye başlandı.

Osman Gaziden, Fatih Sultan Mehmet hana gelinceye kadar, nevbent çalmaya başlanınca, padişahlar ayağa kalkar ve öylece dinlerdi. Fatih Sultan Mehmet, çıkardığı kanunla ayakta dinlemeyi kaldırdı. Nevbent vurma esasları, kanuna bağlandı.

Mehter takımı, her gün padişahın bulunduğu yerde ikindi zamanı çalınır, sonra dua edilerek, nevbent merasimi biterdi.

İstanbul’un alınmasından sonraki dönem

İstanbul’un alınmasıyla birlikte, hisarın görevleri de büyük ölçüde biter. Çünkü: İstanbul’u, Karadeniz’den gelecek tehlikelere karşı koruyabilmek için, fazla güneyde kalır. Zaten, fetihten sonra, burası bir “Devlet Hapishanesi” yapılır.

Suçlu yeniçeriler burada cezalarını çekerler ve Osmanlı ile savaşa giren yabancı ülke elçilik mensupları, burada gözaltında tutulur. Önemli suç işleyen yeniçeriler: Süleymaniye ve Beyazıt arasındaki Paşakapısı denen Yeniçeri Ağası Sarayında muhakeme edildikten sonra: Yemiş İskelesi denen yerde yeniçeri kolluğuna bindirilir ve buradan kayıkla Rumeli hisarına getirilirdi.

Bunlar: hisar muhafızları tarafından gece yarısı boğulur, ayağına gülle bağlanıp denize atılır ve infazın yapıldığı bir top atışı ile duyurulurdu.

Yabancı devletler, Osmanlı devletiyle savaşa girdiklerinde ise, 16 yüzyıldan sonra, savaşa girilen ülkenin bütün elçilik mensupları, Rumeli hisarında enterne ediliyordu. Bu yüzden: burası yani Rumeli Hisarı, Avrupalılar arasında: korku verici olarak şöhret kazanmıştı. Hatta: buraya, yabancı elçilik mensupları için “Karakule” ismini vermişlerdir.

Çünkü siyah bir salyangoz şeklindeki kule, Konstantinopolis şehrinden sadece iki mil uzaklıkta, bir kayalığın üstüne kurulmuştur. Konstantinopolis şehrini fetih etmeden önce, Sultan II. Mehmet, bu kara kulede yani Rumeli Hisarındaki bir odada yaşıyormuş.

Hisar: Sultan II. Beyazıt döneminde: 1509 yılında küçük kıyamet denen depremde zarar gördü ve hemen tamir ettirildi. 1746 yılında ise, hisarda bir yangın çıktı ve hisar tahrip oldu. Yangından dolayı oluşan hasarlar, 1700’lü yılların sonlarında Sultan III. Selim döneminde onarıldı.

Sultan Abdülaziz döneminde: buraya bir saray yaptırılması ve Amerikan Kolejinin isteği üzerine manzarayı kapattığı için hisarın bir kısım duvar ve kulelerinin yıkılmasına karar verildi. Ancak yıkım işçileri, Ahmet Vefik Paşa tarafından bastonla kovalandı ve bu durum, o dönemde halk arasında büyük etki yarattı ve hükumet, yıkım kararından vazgeçti.

1917 yılında Rumeli Hisarında, bir deniz müzesi yapılmasına karar verildi ve bir tasarı hazırlandı ve iş, bir Alman firmasına ihale edildi. Ancak, hemen sonrasında Osmanlı devleti, Mondros Mütarekesiyle yeni bir krize girince, 1918 yılında bu tasarıdan vazgeçildi. Sonrasında ise hisar, kendi haline bırakıldı.

Zamanla: buraya halkın yerleşmesine izin verildi. Önceleri: kale kumandanı ve muhafızların oturdukları ve hisarın ilk yapıldığı zamandan beri var olan avludaki evler de yerlerini küçük bir mahalleye bıraktı. Mahalle, uzun yıllar boyunca iyice kalabalıklaştı ve ahşap yapılarla doldu. Köşkler ve evler, iki mahalle oluşturdu.

İstanbul’un fethinin 500 yıl dönümünde: 1953 yılında: hisarın büyük bölümü: turizm amaçlı olarak tamir edildi ve avludaki evler istimlak edilerek kaldırıldı. İçine bir açık hava tiyatrosu eklendi ve aynı zamanda müze haline getirildi. Böylece Rumeli Hisarı kurtarılmış oldu.

Hisarlar Müzesinde: açık teşhir yapılmakta olup, sergi salonu ve depo yoktur. Döküm toplar, gülleler ve Haliç’i kapattığı söylenen zincirin bir parçasından oluşan eserler, bahçede teşhir edilmektedir. Ayrıca: Saruca Paşa Müzesi ve Serpuş Müzesi olmak üzere iki müze bulunmaktadır. Geçmiş dönemlerde intihar olayları yaşandığı için, yüksek burçlara çıkmak yasaklanmıştır.

Kale içinde, anfi tiyatro şeklindeki açık hava sahnesi: Hisarlar Müze Müdürlüğüne bağlıdır ve yaklaşık 1350 seyirci kapasitelidir. Yaz aylarında: burada konser, tiyatro ve dans gösterileri düzenlenmekte, tüm dekor ve teknik aksam, etkinlikler için dışarıdan getirilip kurulmaktadır.

Aldığım bir duyuma göre: son çalışmalar çerçevesinde burada sahnenin bulunduğu yere bir mescit yaptırılıyormuş ve bundan sonra burada konser gibi etkinlikler düzenlenmeyecekmiş.

Mescit yapılmasına sebep olarak, 1884 depreminde burada bulunan mescidin yıkılması gösteriliyor. Yine söylenenlere göre: bu mescit: Fatih Sultan Mehmet’in namaz kıldığı ve hisar içinde kalan “Ebu’l Feth” yani “Fethin Babası” isimli camidir. Bu caminin minaresi, virane şekilde halen durmaktadır.

Ayrıca, yine hisarın içinde: yeşil alanlarda ve manzaralı yerlerde, birçok çay bahçesi ve kafeterya bulunmaktadır. Bu manzaralı yerlerden en ünlüsü: Duatepe Parkıdır ve hisarın üst kısmındadır.

Son bir not: Anadolu hisarından bakıldığında, Rumeli Hisarının yerleşiminin Arapça bazı harfleri hatırlattığı söylenmektedir. Bu görüşe göre, hisarın yerleşimi, Arapça “mim-heh-mim-de” harfleri “Mehmet” ismini yazmaktadır.

iskele
İstanbul Rumeli Hisarı İskelesi-Çınarlı Restoran

HİSAR İSKELESİ-ÇINARLI RESTORAN

Bu tarihi vapur iskelesi, Boğaziçi’nin en eski vapur iskelesidir. Yapılış tarihi olarak 1880 yılı belirtilmektedir. Günümüzde, İstanbul Deniz Hatlarından kiralanan bu iskelede, bir balık restoranı bulunuyor.

Bu restoran Çınarlı restorandır. Burası: Rumeli Hisarının demirbaş tesislerinden birisidir. Karaca restoran olarak da bilinir. Tesis 1959 yılında açılmıştır. Restoran, içindeki çınar ağacı ile de çok ünlüdür.

DENİZ ÇAY BAHÇESİ-ALİ BABA

Deniz Çay Bahçesinin müdavimleri, burayı eski Ali Baba diye de bilirler. Müşterileri daha çok gençlerdir. Hatta daha genel anlamda, müşterilerin geneli Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve mezunlarıdır.

misirli-yusuf-ziya-pasa-yalisi-3
İstanbul Rumeli Hisarı Mısırlı Yusuf Ziya Paşa Yalısı

 

MISIRLI YUSUF ZİYA PAŞA YALISI

Dönemin ünlü tüccarlarından olan Yusuf Ziya Paşa: Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa ile aralarındaki rekabet nedeniyle, burada yaptırdığı yalısını: yedi katlı yaptırmıştır. Yalı, kulesiyle birlikte on katlıdır.

Yusuf Ziya Paşa: gemileriyle İtalya’dan Osmanlıya ticaret yapmaktadır. Rumelihisarı’ndaki bu yalının yapımına: Marsilya tuğlaları kullanılarak 1910 yılında başlar. Ancak I. Dünya savaşının başlamasıyla inşaatı yapan ustalar askere alınır ve çalışmalar yarım kalır. Aynı dönemde, paşanın ticaret gemilerinden iki tanesi batar ve paşa ekonomik sıkıntı yaşamaya başlar.

Bu yüzden: inşaat tamamlanamaz ve boş kalan ikinci ve üçüncü katlar nedeniyle, yalı, çevrede “perili köşk” diye anılmaya başlar. Hatta: Yusuf Ziya Paşa, maddi sıkıntıya düşünce ailesiyle birlikte Mısır’a göçmüş ve bu yüzden inşaat ıssız ve başıboş kalmış ve bu yüzden “Perili Köşk” denildiği de rivayet edilir.

Daha sonra: köşkün inşaatı kalfalar tarafından tamamlanır. Hatta, köşkün bulunduğu kayalığın taşları kırılıp tuğla yerine kullanılır. Bu yüzden, köşkün iç yapısında düzgün bir işçilik görülmez. Ancak işçilerin bu çalışmaları sırasında birçok söylenti ortaya atılır. Tadilat ve tamirat sırasında, işçiler çalışırken çok defa Paşanın karısının hayaletini gördüklerini iddia ederler.

Yusuf Ziya Paşa, bir süre sonra Mısır’da ölür. Vasiyeti üzerine, yalının en üst katının taşları sökülerek Mısır’a götürülür ve bu taşlardan Yusuf Ziya Paşanın mezarı yapılır. Böylece, Paşa, yalının cihannüma kulesini, kendisine mezar odası yaptırmıştır.

Yusuf Ziya Paşa: 1926 yılında vefat edene kadar, ikinci eşi Nebiye Hanım ve Nebiye Hanımın ilk eşinden olan kızları Sabiha ve Melek: bu yalıda yaşadılar. Paşanın vefatından sonra da aile, 1993 yılına kadar yalıda oturmayı sürdürdü. 1993 yılında yalı, bir kişiye satıldı ve satın alan kişi tarafından restorasyon çalışmaları başlatıldı. Ancak köşkün kullanılmaz durumda olduğu görülünce, ilk hali göz önüne alınarak yeniden yapıldı.

Dış görünüşü aynen korunurken, iç görünüşü tamamen değiştirildi. Türkiye’de il’ ve tek olan ışık tüpü uygulaması, buradadır. Binanın dört katından geçen ışık tüpü, güneş ışınlarını helistatlar vasıtasıyla büyük aynaya yansıtır ve içeriye doğal ışık verilir. Ayrıca geceleri, 1400’ü aşkın renk çeşidiyle renkli aydınlatma yapılır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

İstanbul boğazı Avrupa yakası gezi yazısı için.

 

İstanbul Kireçburnu

kalander-genel-1
İstanbul Kireçburnu

Bizans dönemindeki ismi “kleidra tou pontu” yani “Karadeniz’in anahtarı” imiş. Yine Bizans döneminde bir diğer ismi “Euphemia” dır.

Büyükdere’ye gelmeden hemen önceki bu bölüm: Fatih Sultan Mehmet tarafından, Rumeli Hisarının yaptırılması için ihtiyaç duyulan kirecin çıkarılması için burada yaptırılan kireç ocaklarından gelmektedir. Aynı zamanda, buranın coğrafi yapısı, bir burun gibi uzanmaktadır. Bu yüzden, yöre “kireçburnu” olarak isimlendirilir. 

Buradaki yerleşim, 18 yüzyılda Sultan I. Mahmut döneminde başlamıştır ve o dönemde bu bölgenin ismi “Gümrük Emini Hasan ağa Has bahçeleri” olarak bilinmektedir. Çünkü burada Hasan Ağa’nın yaptırdığı büyük bir bahçe bulunmaktadır. Hatta, bu bahçenin en ünlü meyvesi kirazdır.

19 yüzyılda ise, Rumeli göçmenlerinin yerleştirilmesiyle, yöre gelişme göstermeye başlamıştır. Osmanlı Rus savaşı (1877-1878) sırasında, Keçecizade Fuat Paşa: bu göçmenleri Rumeli’den buraya getirtmiştir.

Biraz daha yukarıda, sahilden uzakta ise: Ortodoksların en kutsal kişilerinden birisi olan “Azize Euphemia” adına kurulmuş bir ayazma vardır ama yıkılmıştır. Hatta yine aynı azize ait bir kilise bulunduğu söyleniyor ama yıkıldığından günümüze ulaşmamıştır.

kirecburnu-genel-1
İstanbul Kireçburnu

Kireçburnu Fırını

Semtin en önemli simgelerinden biri olan bu fırının ilk açılışı, 1957 yılına dayanmaktadır. Semti ziyaret ettiğinizde, mutlaka bu fırının ürünlerini yani kurabiye ve çörekleri tatmanızı öneririm.

gumrukcu-ishak-aga-camii-1
İstanbul Kireçburnu Gümrükçü İshak Ağa Camii ve Çeşmesi

 

Gümrükçü İshak Ağa Camii ve Çeşmesi

Kireçburnu semtinde, Set üstündeki bu cami, Müslümanların yaşadığı mahallenin en ünlü yapısıdır. İshak ağa: ilk olarak 1749 yılında buradaki köye bir çeşme yaptırmış ve arkasından cami de yaptırarak bölgeyi kalkındırmıştır. Bu cami, 1902 yılında Mehmet Bey isimli bir zat tarafından yenilenmiştir.

Camiye: aynı zamanda “Mehmet Bey Camisi” ve “Ağaçaltı Camisi” de denir. Ağaçaltı ismi: caminin avlusunda bulunan anıt ağaçtan gelmektedir. Bu çınar ağacı camiyi yaptıran İshak Ağa tarafından dikilmiştir ve ana cadde duvarının dibindeki bu ağacın çevresi 5 metreden fazladır.

memduh-pasa-yalisi-21
İstanbul Kireçburnu Memduh Paşa Yalısı

Memduh Paşa Yalısı

Dahiliye Nazırı Memduh Paşa tarafından 1895 yılında İtalyan bir mimara yaptırılmıştır. Memduh Paşa, Meşrutiyetin ilanından sonra Sakız adasına sürülmüş, sonda af çıkınca Kireçburnu’na geri dönmüş ve 1926 yılına kadar burada yaşamıştır. Mirasçıları ise, 1950 yılına kadar burada yaşamış ve ardından yalı birçok kez el değiştirmiştir. Yalı: 3 Temmuz 1919 tarihinde çıkan yangın sonucu yanmıştır. Günümüzde görülen yapı 1980’li yıllarda aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiştir.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.