İstanbul Divanyolu

geziyorum-istanbul-divanyolu-resimleri-1
İstanbul Divanyolu

Divan Yolu, eski zamanlarda Augustation’dan (günümüzdeki Sultanahmet Meydanı) Dyrrachium Limanı’na (günümüzdeki Arnavutluk’taki Durres Limanına) uzanan 1000 kilometreden daha uzun olan Egnatia Yolu’nun (Via Egnatia) bir parçasıdır.

4’ncü yüzyıldaki şehir surlarının inşa edilmesiyle birlikte ismi resmi olarak Via Regia (Kral Yolu) olarak değiştirilmiştir. Ancak, halk arasında “Mese” (Anayol) olarak kullanılmaya devam edilmiştir. Bizans imparatorluğu döneminde yol önemini kaybetmiş, eski canlılığına yeniden kavuşması ise, Osmanlılar zamanında Topkapı Sarayındaki toplantılara gidip gelen vezirler ve sadrazamlar tarafından kullanılması sayesinde olmuştur. O günlerden sonra bu yol “Divan Yolu” olarak bilinmeye başlanmıştır.

geziyorum-istanbul-divanyolu-resimleri-3
İstanbul Divanyolu

FİRUZ AĞA CAMİ

Cami: 1491 yılında II. Beyazıt’ın Hazinebaşısı Firuz Ağa tarafından yaptırılmıştır. Yapı küçük ama mükemmel bir mimariye sahiptir. Sekiz köşeli kasnak üzerine oturtulmuş zarif kubbesi ve üç kemerli revakıyla Bursa usulünü yansıtan cami tek minarelidir.

Caminin bir başka özelliği ise imamının Sultan Ahmet Cami imamıyla ezanı düet şeklinde okumasıdır. Biri durduğunda diğeri başlıyor ve mükemmel bir uyum içinde ezan okuyorlar.

Camiyi biraz geçince yolun gerisindeki küçük bir parkta çevreye saçılmış tarihi kalıntılar görülüyor. Bunlar: Bizanslı iki soylunun, Antiochos ve Lausos’un saraylarının günümüze ulaşmış kalıntılarıdır. Burası daha sonra Hıristiyanlığa olan inancından ötürü MS. 300’lerde öldürülen Kalkedonlu (Kadıköylü) Ayia Efimia’nın gömüldüğü yer olmuştur. Bu parkta: İstiklal Marşının yazarı, şair Mehmet Akif Ersoy’un büstü de görülebilir.

geziyorum-istanbul-divanyolu-miliontasi-2
İstanbul Divanyolu

MİLİON TAŞI

Divan Yolu’ndaki en önemli ama en az dikkat çeken anıtlardan biri olan Milion Taşı (Miiarium Aureum) tam Yerebatan Sarnıcı’nın üzerindedir. Tüm antik roma yollarının başlangıç noktası sayılan bu mermer taşın işlevi, o dönemin şehirlerinin İstanbul’a olan uzaklığını ölçmek için sıfır noktasını göstermek imiş. Milion Taşının hemen sağında, Osmanlı Su Terazisinin kalıntılarını ve Topkapı Sarayı’nın Haremağası olan Hacı Beşir Ağa tarafından 1744 yılında yaptırılan Beşir Ağa Çeşmesi görülür.

THE PUDDİNG SHOP

Muhallebici olduğu günlerde “The Pudding Shop” diye bilinen “Lale Restoran”; 60 ve 70’li yıllarda, “Katmandu”ya giden Hippilerin buluşma yeri olarak tanınmıştır. Günümüzde ise açık büfe yemekleriyle turistlere hitap etmektedir.

Yine burası, Türkiye’nin yurt dışındaki imajını çok olumsuz etkileyen “Gece Yarısı Ekspresi” filminde, Billy Hayes’in polislerle konuştuğu ve uyuşturucuyu birinden satın aldığını söylediği yerdir.

CEVRİ KALFA İLKOKULU

1819 yılında Sultan II. Mahmut tarafından yaptırılan Cevri Kalfa İlkokulu, İstanbul’da dönemin en büyük ilkokulu olarak önem kazanmıştır. Harem’deki kızlardan biri olan Cevri Kalfa, Yeniçerilerin bir ayaklanması sırasında, II. Mahmut’un hayatını kurtarmıştır.

Sultan da, adını okula vererek şükran borcunu ödemiştir. 1858 yılında Kız Okulu, 1930 yılında Matbaa Okulu ve 1945 yılında tekrar İlkokul olan bina, 1985 yılında Türk Edebiyatı Vakfı’na verilmiştir. Özellikle binanın önündeki zarif çeşmeyi görün.

FUAD PAŞA CAMİ

Son dönem Osmanlı mimarisinin özelliklerini yansıtan mücevherlerden birisidir. Sadece taş işçiliği için bile görülmeye değerdir. Kubbesinin güzelliği ve duvarlarını kaplayan işlemeleri ile türünün en güzel örneklerinden biri olan sekiz köşeli cami, Islahatçı Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa tarafından 1816 yılında yaptırılmıştır. Fuad Paşanın türbesi de caminin avlusundadır.

SARNIÇLAR

Buradaki Binbirdirek Sarnıcı, Yerebatan sarnıcından sonra şehirdeki ikinci büyük sarnıçtır. Artık içinde su olmayan ve geçirdiği restorasyonlardan sonra 1500 kişi kapasiteli bir restoran olarak hizmet veren sarnıç, kayıtlara göre 4’ncü yüzyılda İmparator Büyük Konstantin’in hükümranlığı sırasında Senatör Philoxenos tarafından yaptırılmaya başlanmıştır.

Günümüze ulaşan kısımları ise 5 ve 6’ncı yüzyıldan kalmadır. İçinde sadece 225 sütun vardır. “Binbirdirek” adı ya sütunların birbiri üstüne bindirilerek yapılmasından dolayı ortaya çıkan “bin-dirme direk” sözünü günümüze değişerek gelmesi, ya da “binbir” kelimesinin Türkçede aynı zamanda “çokluk” anlatmak için kullanılmasından kaynaklanmaktadır.

Sarnıç hakkında anlatılan hikayelerden biri en korkunç olanı: 17’nci yüzyılda Tayyarzade’yi erkekler hanesinde tuzağa düşüren ve öldükten sonra sarnıca atan Cevahir Sultan hakkındadır. Daha sonra, burası kıymet bilmez kişiler tarafından daha kolay çöp atılabilmesi için kubbesi yıkılmış ve sarnıç mezbelelik halini almıştır. Öyle ki restorasyona başlayabilmek için sarnıçtan 7000 kamyon dolusu çöp çıkmıştır. Eskiden Eminönü Belediyesinin hemen altında 4’ncü yüzyılda inşa edilen Şerefiye (Theodosios) Sarnıcı vardır ve 2009 yılında restore edilmiştir.

geziyorum-istanbul-divanyolu-basin-muzesi-1
İstanbul Divanyolu

BASIN MÜZESİ

Sadrazam Saffet Paşa tarafından Fossati Kardeşlere yaptırılan bina, 1983 yılında müze olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1984-1988 yılları arasındaki restorasyondan sonra hizmete açılan Basın Müzesi, ülkemizdeki matbaa sanayinin kalbinin burada olduğunu hatırlatmaktadır.

Burada günümüzde 1870’lerden kalma devasa bir litografi (taş baskı) makinesi ve aynı dönemden kalma ofset baskı makinesini  görmek mümkündür. Ayrıca ünlü gazetecilerin kameraları da görülüyor. Zemin katta ise, dinlenilen bir kafe ve hediyelik eşya dükkanı bulunuyor.

PADİŞAH TÜRBELERİ

Divanyolu’ndan Kapalıçarşı’ya doğru yüründüğünde, Sultan II. Mahmut, Abdülaziz ve II. Abdülhamit’in türbeleri görülür. Türbelere ev sahipliği yapan bina, ünlü Ermeni mimar Garabet Amira Balyan tarafından 1840 yılında yapılmıştır. Ziya Gökalp’in ve 2009 yılında ölen son şehzade Osman Ertuğrul Efendinin mezarının bulunduğu bu türbenin mimarının önemli eserleri arasında Dolmabahçe Sarayı, Mimar Sinan Üniversitesi binası, İstanbul Teknik Üniversitesi binası gibi daha nice bina bulunmaktadır.

Yani bu türbenin güzelliğini anlamanın en güzel yanı, biraz önce sözünü ettiğim binalardır. Padişah ve yazarların yanı sıra türbede yatan kadınlar, ikballer ve şairlerin kalabalıklığı esprilere de konu olmuştur.

Söylenenlere göre: Ahmet Vefik Paşa “Beni Rumeli Hisarı’na gömün, bu türbeye gömülüp de hayatım boyunca uğraştığım adamlarla ahirette de tepişmek istemem” demiştir.

Yolun karşısında 1661 yılında inşa edilen Köprülü Kütüphanesi görülmektedir. Kütüphane, her ikisi de kendi dönemlerinin güçlü Sadrazamlarından olan Mehmet Paşa ve oğlu Fazıl Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için. 

İstanbul Sarayburnu

sarayburnu-1
İstanbul Sarayburnu

İstanbul şehrini kuran Megaralı Byzas ve adamları: uzun yolculuktan sonra, ilk olarak buraya gelirler ve doğal korunaklı, sularla çevrili, yemyeşil yarımadayı görürler. Yani, İstanbul’daki ilk yerleşim yeri burasıdır.

Bizans döneminde buraya “Aziz Demetrios” burnu ismi verilmiştir. Haliç kıyısından gelen surlar, burada Marmara denizi kıyısındaki surlarla birleşirdi. Bu surların büyük kısmı, 1871 yılında demiryolu yapılırken yıkılmış ve bunların bazıları günümüzde Sarayburnu’nun güneyinde görülmektedir.

sarayburnu-2
İstanbul Sarayburnu

 

Sarayburnu’nda kıyı boyunca mevcut tarihi yapıları sırasıyla anlatacağım.

sepetciler-kasri-1
İstanbul Sarayburnu

 

Sepetçiler Kasrı

Sarayburnu’nda Sirkeci tarafına doğru yüründüğünde bu yapı görülür. Topkapı sarayının iki kıyı köşkünden biridir. Bunlardan “Yalı köşkü” tamamen yok olmuştur.

Yapı: 1643 yılında Sultan Deli İbrahim tarafından yaptırılmıştır. İsminin anlamı: Sultan Deli İbrahim, sepet yapmaya meraklıdır. Bu bölgede bulunan hasırcı ve sepetçi esnafını himayesi altına almıştır. Bu köşkün yapılması sırasında, bu esnaf, köşkün yapılmasına destek vermiştir ve bu yüzden köşkün ismi “Sepetçiler Kasrı” olmuştur.

Osmanlı sultanları: Boğaz ya da Haliç’e giderken: Saraydan çıktıklarında, buradan saltanat kayıklarına binerlermiş. Yapı: 1739 yılında, Sultan I. Mahmut döneminde yenilenmiştir.

20 yüzyılda, burası terk edilmiş ve ardından harabeye dönmüştür. 1980 ve 1990 yıllarında iki kere restore edilmiştir.

ataturk-heykeli-1
İstanbul Sarayburnu

 

Atatürk Heykeli

Burada: Türkiye’de bir açık alana dikilen ilk anıt heykeli, “Atatürk” heykeli bulunmaktadır. Bu heykel: Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel tarafından yapılmış ve 1926 yılında açılmıştır. Heykel: sanatçının Viyana’daki atölyesinde tasarlanmış, yine Viyana’da dökümü yapılmış ve parçalar halinde buraya getirilerek, heykeltıraşın gözetiminde yerine oturtulmuştur.

Anıtın bulunduğu yer: Atatürk’ün Kurtuluş Savaşını başlatmak üzere Samsun’a giderken, İstanbul’dan hareket ettiği yerdir. Anıt: mermer kaide ve bronz heykelden oluşmaktadır. Kaidenin çevresi 70 cm yüksekliğinde bir duvarla çevrilidir. Heykel 3 metre yüksekliktedir.

Dörtgen bir platform üzerine oturmaktadır. Atatürk: dikdörtgen kaide üzerinde, sivil giysili ve devlet adamı kimliğiyle bulunmaktadır. Yani: Atatürk’ün devlet adamı kimliğiyle betimlendiği az sayıdaki heykelden birisidir.

Heykelin bulunduğu yerin bir özelliği daha vardır. 19 Kasım 1938 günü, Atatürk’ün Yavuz Zırhlısına götürülmek üzere rıhtımdaki bir dubaya yanaşan Zafer destroyerine konulup, İzmit üzerinden trenle son yolculuğuna uğurlandığı yerdir.

turgut-reis-heykeli-1
İstanbul Sarayburnu

Turgut Reis Heykeli

Ünlü Türk denizcisi Turgut Reis’in heykeli: deniz kıyısını süslemektedir.

soter-kilisesi-2
İstanbul Sarayburnu

 

Soter Filantropos kilisesi kalıntıları

İncili köşk yakınlarındaki bu kalıntılar, 14 yüzyılda yapılan ve “İnsanı seven İsa” kilisesine aittir. Bu kiliseyi, 15 yüzyıla kadar ziyaret eden hacıların anlattıklarına göre: kilisenin içinde mucizeler yaratan bir İsa tasviri ve hastaları iyileştirdiğine inanılan bir ayazma varmış.

İstanbullu Rumlar, 19 yüzyıl ortalarına kadar bu ayazmayı ziyaret etmişlerdir. Burada İncili köşk ile bir bağlantı kuruluyor, İncili köşkte bulunan bir çeşme burayla bağlantılıdır.

incili-kosk-00
İstanbul Sarayburnu
incili-kosk-1
İstanbul Sarayburnu

 

Sinan Paşa köşkü-İncili köşk

Marmara surları üzerindeki köşk: 1593 yılında, dönemin Sadrazamı Arnavut asıllı, Yemen ve Tunus fatihi Koca Sinan Paşa tarafından Mimar Davut Ağa’ya yaptırılmış ve dönemin padişahı Sultan III. Murat’a hediye edilmiştir.

Köşk ismini kubbesinden sarkan inci salkımı şeklindeki süslemelerden almış ve Avrupalılar tarafından “İncili Köşk” olarak isimlendirilmiştir.

Bu köşk: Boğaz’ı resmeden gravürlerde en fazla resmedilen köşk olarak önem kazanmıştır. Bu köşk: Sultan III. Murat tarafından en sevilen mekanların başında gelmiştir. Köşk: bir merasim mekanı değil, bir seyir köşkü olarak yapılmıştır. Denize bakan cephesinden donanma gösterileri izlenirmiş.

Ancak: rivayete göre: bir gün padişah III. Murat: burada otururken, İskenderiye’den dönmekte olan Osmanlı donanması, gelenek olduğu üzere, saray önünden geçerken, sarayı selamlamak adına top atışı yaparlar. Top atışı üzerine, yapı, şiddetle sarsılır ve daha önce defalarca buradan geçmiş olmasına rağmen, donanmanın bu geçişi sıkıntı yaratmıştır.

Hatta: bu sırada padişahın oturduğu pencerenin camları kırılmış ve hasta padişah bu durumu hayra yormayarak bu köşke son kez geldikleri hakkında bir işaret olarak değerlendirmiştir. Ardından, Sultan III. Murat, birkaç gün sonra ölür ve bir daha bu köşke gelemez.

Yapının mimarı Davut Ağa: köşkü inşa ederken, onu taşıyan taş kemerlerin arasına küçük ve zarif bir çeşme ekler. Çeşmenin bulunduğu yer, halkın rahatça kullanabileceği bir yer değildir. Ancak, yapı Bizans  döneminde şehrin ünlü manastırlarından biri (yukarıda sözünü ettiğim) yakınlarına kurulduğundan, bunun hemen yanındaki Soteros Ayazmasının üstünde bulunuyordu. Bu ayazma: yortu günlerinde, şehirdeki Ortodoks halk tarafından kıyıdaki çakıllar üstüne toplanarak ve çeşme kullanılarak kutlanıyordu.

Bu kutlamalar, Yunan ayaklanmasına kadar yani 1821 yılına kadar sürmüş ve padişahlar köşkün penceresinden, kıyıda toplanan Ortodoks Rumları yıllarca seyretmişlerdir. Daha sonraki dönemde unutulan bu ayazma ve çeşme: 1921-1922 yıllarında, şehirdeki Fransız işgal kuvvetleri tarafından yapılan kazılar sırasında bulunmuştur.

İncili köşk: Sultan III. Murat’dan sonra da bazı padişahlar tarafından kullanılmış ve 18 yüzyılın ikinci yarısından itibaren ihmal edilmeye başlanmıştır. Hatta: 18 yüzyıl sonlarında, İstanbul’a gelen Fransız ihtilal hükumetinin gönderdiği elçi, padişahın huzuruna bu köşkte çıkacağının bildirilmesi üzerine “harap bir güvercinlikte kabul edilmeyi istemiyorum” diyerek şehri terk etmiştir.

Köşk: Sultan Abdülaziz döneminde, 1871 yılında demir yolunun sahilden ve sarayın bahçesinden geçmesine izin vermesinden sonra, kıyıdaki kasır ve saraylarla birlikte yok edilmiştir.

 

Ahırkapı Feneri Çeşmesi

Kimin tarafından ve hangi tarihte yapıldığı belli değildir. Çeşme: Ahırkapı Feneri ve Sinan Paşa köşkü arasındaki sahil yolu üzerindedir. Çeşmenin teknesi: kum ve çakılların altında kalmıştır. Kemerinin yukarı kısmına yakın bir yere kadar toprağa gömüldüğünden, kitabesi tamamen yok olmuştur.

ahirkapi-feneriy-1
İstanbul Sarayburnu

 

Ahırkapı Feneri

Deniz surları arasındaki bu fener: 1755 yılında Sultan III. Osman tarafından yaptırılmış ve Abdülmecit tarafından yenilenmiştir. Fener: boğazın girişini belirlemek ve Marmara denizindeki gemicilere yol göstermek için yaptırılmıştır. Ancak: 1950’lerde önünden geçirilen yolla birlikte, denizden koparılmış, deniz kıyısından uzaklaşmıştır. Fener, günümüzde birkaç yüzyıldır bu işi sürdüren bir aile tarafından idare edilmektedir.

Ahır Kapısı

Bu sur kapısı: Saray ahırlarının hemen bitişiğindedir. Bölgedeki ahırların, Osmanlı döneminden önce de burada bulunduğu tahmin edilmektedir. Söylentilere göre, bu kapı civarında, İstanbul fetih şehitlerinden 44 şehit yatmaktadır. Bu şehitlerden ilham alan Ahırkapılılar, Kurtuluş Savaşında büyük fedakarlıklar göstermişler, İstanbul’dan Anadolu’ya kaçırılacak silahlar, Ahır kapı surlarındaki gediklerde saklanmıştır. Günümüzde, kapının çevresinde çay evleri bulunuyor.

bukeleon-sarayi-2
İstanbul Sarayburnu

 

Bukoleon Sarayı kalıntıları

Ahırkapı sahilindeki bu saray: 5 yüzyılda İmparator Theodosios tarafından yaptırılmış ve adını: hemen önündeki saray limanını süsleyen boğaya (buko) saldıran aslan (leon) heykellerinden almıştır. İmparator Justinyen zamanında restore edilen saray, İmparator Theophilos’un 9 yüzyıldaki hükümranlığı sırasında denize bakan balkon eklenerek genişletildi.

1204 yılında ise, şehri işgal eden Latin Haçlılar: tarafından saray ele geçirildi. 1261 yılında ise, şehri tekrar ele geçiren Bizanslılar tarafından saray restore edildi, ancak Ayvansaray’daki Blachernae Sarayı, asillerin gözdesi haline geldi ve bu saray gözden düştü.

Buradaki büyük saray, İstanbul fetih edildiğinde yıkıntı halindeydi. Bizans döneminde: imparator saraylarının büyük kısmı Ayasofya civarında iken, burada saray limanı olarak kullanılan, iki dalgakıranlı Ahırkapı Limanı; burada saray yapılmasıyla yerini Bukaleon Limanına bıraktı. Osmanlı döneminde, donanmanın büyük gemilerinden kadırgalar buraya bağlandığı için, semtin adı “Kadırga” oldu.

Günümüzde sur duvarlarının arasında görülen sarayın ayakta kalan kalıntıları: 1870’lerde buradan demiryolu geçirilmesi sırasında yıkılmıştır. Çatladıkapı istikametine yüründüğünde, sarayın duvarları ve mermer pencerelerinin küçük bir kısmı görülebilir.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

 

İstanbul Horhor

horhor-cesmesi-1
İstanbul Horhor

Fatih ilçesinin bir semtidir. Aksaray’da: Saraçhane’den Aksaray’a inen geniş bulvarın sağ tarafındadır. Horhor caddesi diklemesine inen bir caddedir ve Marmara’yı Haliç’e bağlayan bu cadde, Bizans döneminden günümüze kadar olan süreçte, sürekliliğini ve güzergahını değiştirmemiştir. Bu cadde yani yol: Bizans ve Osmanlı dönemlerinde önemini korumuş ve sürekli kullanılmıştır.

Burası, İstanbul’un en eski mahallelerinden biridir. Bir zamanlar bu çevrede gürül gürül akan bir çeşme bulunuyormuş. Horhor isminin bundan kaynaklandığı söyleniyor. Horhor su savakları, Bozdoğan su kemeriyle ilişkilidir. Bozdoğan su kemeriyle İstanbul’a getirilen su ve Fatih Camisi çevresindeki Kirmastı Mahallesinde çıkan yer altı su kaynakları: künklerle savaklar kurularak günümüzdeki Aksaray ve Laleli bölgelerine temiz su aktarılıyordu.

Bu savaklar, bölgedeki saray ve dini yapılarla Saraçhane Çarşısına düzenli su sağlamıştır. Bu su savağında toplanan suların oluşturduğu sesin getirdiği horhor diye tanımlanan gürültü sesi, sebebiyle de semte Horhor isminin verildiği söyleniyor. Bu horhor su sistemine ait bir kısım yapı parçaları, 1999 yılında İlahiyat Fakültesi temel kazısı sırasında ortaya çıkarılmıştır.

Semtin ismine ait bir diğer söylenti ise: Fatih Sultan Mehmet, burada yürürken, yerin altından su sesleri duyar ve yanındakilere “Burada bir çeşme yapın, baksanıza hor hor su sesi geliyor” der. Böylece yapılan çeşme “Horhor Çeşmesi” ve semtin adı da “Horhor” olarak kalır. Çünkü horhor kelimesinin anlamı “gürleyerek akan su” demektir.

1908 yılındaki Çırçır yangını, semtin kültürel mirasının günümüze kadar ulaşmasını engellemiştir.

Günümüzde: Horhor ve Sofular sokakları boyunca yan yana sıralanmış birçok kebapçı dükkanı bulunmaktadır. Çünkü burada özellikle Hatay ve Şanlıurfa yöresinden gelenler ikamet etmektedirler. Hatta burada “Kebap Festivali” bile düzenleniyor. Semtin bir diğer özelliği ise antikacılarıdır.

suphi-pasa-konagi-1
İstanbul Horhor

ABDÜLLATİF SUPHİ PAŞA KONAĞI

Burası semtin tarihi konaklarından birisidir. Semtin sınırları bitişiğinde yer alır. Yani aslında Saraçhane konaklarından birisidir. Günümüzde, Fatih ilçesinde kalabilmiş, nadir konaklardan birisi olarak önem kazanmaktadır.

Bu güzel konak: Hamdullah Suphi Tanrıöver’in babası olan Suphi Paşa’dır. Kendisi 1818 Mora doğumludur. 1867 yılında Maarif Nazırı olmuştur. Sultan II. Abdülhamit döneminde, evkaf, maarif, maliye, ticaret nazırlıklarında bulundu.

Ticaret Lisesi ve Sanayi Nefise Mektebi kurulmasında öncülük yaptı. Suphi Paşa: bu arazide bulunan 40 odalı ahşap köşkü Sadaret Kethüdası Hadi Efendi’den satın almıştır. Bu ahşap köşkün yanına: selamlık olarak bu konak yaptırılmıştır. 1845 yılında, bir misafirin nargilesinden düşen kor ateş sebebiyle, ahşap konak yanmış ve yerine bir İtalyan mimar tarafından bu kagir konak inşa edilmiştir.

Yöredeki bütün yapıların tamamı ahşap iken, buranın kagir yapılması binanın önemini ortaya koymaktadır. Zaten bu yüzden çevrede “Taş Konak” olarak anılırdı. Bu tür konakların içinde, ahşap dekorasyonlar bulunur. Bu yapıda “kündekari” üslubu kullanılmıştır. Yani hiç çivi kullanılmamıştır.

Yapı: 1854 yılında yapılmıştır. Günümüzde bu konağın sadece harem kısmı durmaktadır. Selamlık kısmı büyük bir yangında harabeye dönmüştür. Bir zamanlar okul olarak kullanılan yaveran dairesi de harabeye dönmüş ve civarda olan ahır binaları da zamanla yok olmuştur.

Günümüzde 3 katlı konak “İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Tarihi Müzesi” olarak kullanılmaktadır. 1966 yılında Hamdullah Suphi Tanrıöver öldükten sonra konak İstanbul Üniversitesine geçmiştir.

Girişindeki kemerli kapıda: süs olarak iki tane gizli İonik sütun kabartması bulunur.

Giriş katındaki sofada, Fatih Sultan Mehmet’in bir büstü bulunur. Üst kata çıkan çift merdivenler ceviz ağacından yapılmıştır.

En üst kata çıkıldığında ise, “Tıp Müzesi” olarak kullanılan etkileyici bir salon vardır. Salonun çevresindeki odalar hekim odalarıdır. Salonda: camekanlar içinde: eski tıp aletleri, ilk ilaçlar, şişeler, kavanozlar, ilk doktorların büstleri ve çeşitli yayınlar sergilenmektedir.

antikacilar-carsisi-1
İstanbul Horhor
horhor-antikacilar-carsisi-1
İstanbul Horhor

 

HORHOR ANTİKACILAR ÇARŞISI

Çeşmenin ilerisindedir. 1981 yılında İlkokul olarak inşa edilen binaya, aynı yıl Kuledibi Bit Pazarındaki antikacıların yerleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Yapı 7 katlıdır ve 200 kadar dükkan bulunmaktadır. Bu dükkanlarda: her türlü antika ve eskitilmiş eşya bulup satın alabilirsiniz.

Antika tutkunlarının İstanbul şehrindeki ilk durağı olan bu çarşı içinde: İngiliz şövalyelerinin giydikleri zırhlardan, Fransız aristokratlarının devasa koltuklarına kadar pek çok obje satılmaktadır. Parfüm şişesinden el yazmasına kadar çok farklı fiyat aralıklarında ürünler vardır. Ayrıca Horhor’un nam salmış ustaları: eskilerinizi elden geçirdikleri gibi, size Osmanlı tarzı birçok eşyanın bire bir kopyasını da üretebiliyorlar. Ancak burayı “Bit Pazarı” olarak değerlendirmemek gerekir, çünkü fiyatlar yüksektir.

kizilminare-camii-1
İstanbul Horhor

KIZIL MİNARE MESCİDİ-KİREMİTÇİBAŞI CAMİ

Horhor caddesi üstünde, Halil Efendi Sokaktadır. Şehirdeki en eski Osmanlı yapılarından birisidir.

Banisi: Fatih Sultan Mehmet’in Kiremitçibaşısı Pir Mehmet bin İlyas’dır. 1521 tarihinde yapılmıştır. Önceleri düz çatılı iken günümüzdeki yapı kubbelidir. Mehmet bin İlyas’ın kabri ise Bursa’dadır. Oğlu Sinan Bey’in kabri ise, caminin ihata duvarı önündedir.

Yapı: 1718 yılındaki yangın sonucu tahrip olmuş ve Halil Ağa isimli hayırsever bir kişi tarafından yeniden yaptırılmıştır. Ancak bu kere, minber konularak Cuma namazı kılınmaya başlanmıştır. Böylece cami “Halil Efendi Camisi” olarak anılmaya başlanmıştır.

1965 yılında ise: mahalle halkı tarafından ciddi bir tamir yapılmış ve cami, caddeye doğru büyütülerek, minaresi haricinde, yapının tüm dönemsel özellikleri değiştirilmiştir.

Tombul minare: kırmızı tuğla ile inşa edilmiştir ve bu özelliğinden dolayı, halk arasında camiye “Kırmızı Minare Cami” denilmektedir. Minarenin 18 yüzyıl özellikleri taşıyan şerefesi, ilk devir özellikleri taşıyan külahının biçimi nedeniyle: orijinalliğini korumuş nadir İstanbul minarelerinden biri olarak önem kazanmaktadır.

BABA HASAN ALEMDAR CAMİİ

Horhor caddesinde, Baba Hasan Alemi sokaktadır. İsmail Ağa-Oruç Gazi mescidinin önündedir. Antikacılar çarşısı binasının bitişiğindeki alandadır.

Mescit: 1460 yılında, Fatih Sultan Mehmet’in Alemdarı Baba Hasan Ağa tarafından yaptırılmıştır. Yarı kagir, dört duvar üzerinde, ahşap çatılıdır. 1930 yılında kadro dışı kalan mescit, 1956 yılında Atatürk Bulvarı açılırken, yola denk gelmemesine rağmen ahşap çatılı ve değersiz denilerek yıktırılmıştır.

Günümüze, mescidin banisinin mezarı ve yıkık duvar kalıntıları ulaşmıştır. Hasan Babanın mezarı: caminin önündeki sokakta bir evin bahçesindedir.

horhor-aci-cesmesi-1
İstanbul Horhor

HORHOR ACI ÇEŞMESİ

Horhor caddesi ve Kavalalı Sokağın birleştiği köşe başındadır. Üzerinde ahşap bir ev vardır. Fatih semtinde yer alan üç tarihi çeşmeden birisi olarak önem kazanmaktadır. Günümüzde çeşme, tek cephede iki gözden oluşur. Üzerinde sadece bir satırlık “Tarih-i tamir-i Çeşme 1293” ibaresinden başka yazı bulunmaz.

1876 yılına ait bu tamir kitabesinde, tamirin kim tarafından yaptırıldığı yazılı değildir. Çeşmenin üstündeki ahşap mesken, 2008 yılında yıktırılmıştır. Çeşme günümüzde faal değildir. Çeşmenin yanına yeni bina yapıldığında çeşmenin suyunun kesildiği söylenir. Bazı kaynaklara göre: tarihi Horhor çeşmesi budur veya bazı kaynaklara göre ise, Hindular Tekkesi yanındaki çeşmedir.

horhor-cesmesi-00
İstanbul Horhor

HORHOR ÇEŞMESİ-KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN ÇEŞMESİ

İstanbul şehrinde, günümüzde mevcut en önemli beş çeşmeden birisidir. Saraçhane Arkeoloji Parkından, Horhor’a inişte, Horhor caddesiyle Kırma Tulumba sokağının kesiştiği yerdedir.

Muhtemelen Bizans döneminde yaptırılmış bu çeşme: Osmanlı döneminde, Kanuni Sultan Süleyman Vakfı’na eklenmiştir. Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a tamir ettirilen Kırkçeşme su şebekesinin: şehir içindeki en önemli su tesisidir. Likus deresi ve Şehzade ve Beyazıt’dan gelen tüm suları birleşerek, tonoz içinde Marmara’ya aktığı kavşak burasıdır.

Kubbesi, yan tarafında bir akarcası ve iki köşesinde iki açık pencereli kulesi dikkat çeker. Muazzam taş eserin kulelerinden: horhor (dehlizlerden gürce akan) su sesleri işitilirdi. Öte yandan, yine bu çeşmenin tarihi süreçte dikkat çeken özelliklerinden söz edilebilir.

Bu çeşmenin önünde bekleyen yeniçerilerden korkula korkularak bahşiş karşılığında su alınıyormuş. Çünkü: duvara kazınan üç servi ağacı motifi; bedava su alınamayacağını anlatıyormuş.

Orta sakaların su çektiği çeşme: günümüzde de tüm ihtişamı ile ayaktadır. Halen çeşme üzerinde, sert cisimle kazıma suretiyle yazılmış saka isimleri görülmektedir.

Çeşmenin muazzam haznesi, sırtını, Hinduler Tekkesi bahçesine, ahşap derviş hücrelerine vermiştir. Çeşmenin önü ve güneyi Aksaray meydanına bakmaktadır.

Çeşme ile ilgili yine bir anı: Sultan II. Mahmut tarafından 1826 yılında Yeniçeri ocağının kaldırılması kararının ardından, Yeniçeri kışlası kuşatılmadan önce meydana gelen en büyük çarpışma bu çeşme önünde gerçekleşmiş ve ardından yeniçerilerin yenilmesi sonucu kışlaları kuşatılmıştır.

HORHOR HAMAMI-HAS ODABAŞI HAMAMI

Aksaray hamamı sokağındadır. Has odabaşı hamamı diye de bilinmektedir. Hindular tekkesinin yanındadır. İkinci derece küçük ölçekli bir hamamdır. Çifte hamam olarak kullanılmakta iken, kadınlar kısmı 1990 yılında kapatılmıştır.

Hamamın zemini toprak seviyesi altında kalmıştır ve 8 basamaklı bir merdivenle inilir. Soyunma mekanı 3 katlıdır. İlk ve ikinci kat erkeklere ait olup, harem denen üçüncü kat ise kadınlara aittir. Ancak günümüzde kadınlara kapatıldığından, bu üçüncü kat kullanılmamaktadır.

Kanuni Sultan Süleyman dönemi Has Odabaşılarından Behruz Ağa Vakfında gösterilen hamamın içi: zaman zaman yenilenmiştir. Özellikle yakın geçmişte yapılan onarımlar sonucu orijinal mimari yapısı tamamen değişmiştir. 1975 yılında büyük bir onarım geçirmiştir. Günümüzde faal durumdadır.

hindular-tekkesi-1
İstanbul Horhor

HORHOR TEKKESİ-HİNDİLER-HİNDULAR TEKKESİ

Gureba Hüseyin Ağa mahallesinde; Aksaray Murat Paşa camisi yakınındadır.

Tekke, Fatih döneminde kuruluşundan kapatılıncaya kadar Hindistan’ın İstanbul şehrindeki elçiliği görevini yapmıştır. İstanbul şehrinin ilk Nakşibendi Tekkesidir.

Fatih Sultan Mehmet döneminde: Buharalı Hoca İshak Buhari Hindi adındaki Nakşibendi dervişi için yaptırılmıştır. Muhtemel yapılış tarihi 1451-1481 yılları arasındadır. Tekkenin varlığı, 1453 yılında kaleme alınan bir kaynakta da geçmektedir. Fatih tarafından yaptırılan tekkenin giderleri padişahın vakfından ödenmiş, yönetimi tekke şeyhlerine bağlanmıştır.

1783 yılında Halil Hamit Paşa tarafından yeniden yaptırılmıştır.

Tekkenin son şeyhlerinden Şeyh Hintli mücahit Abdurrahman Riyat Babur: 1923-1945 yılları arasında, tekkenin ikinci katında oturmuştur.  Tekkenin harap durumda olan mescidi ve İshak Buhari türbesi Belediye tarafından 1933 yılında Belediye tarafından yıktırılmıştır.

Geriye kalan ahşap yapılar da yakın tarihe kadar kimsesiz ve yaşlı kadınların barınağı olmuştur. Nakşi ve Kadiri tekkesinden, günümüze sadece ahşap ve harap şeyh meşrutası ve bahçesindeki kabirler ve taşlar ulaşmıştır. Tespit edilen on adet mezardan biri avlu kapısından girişte sağda, biri mescit tevhidhanenin güneybatı köşesindedir.

Sekizi de, aynı mekanın doğu duvarının önünde sıralanmaktadır. Mezar taşlarından birisi, 1788 yılında burada elçi iken vefat eden Serdar Mehmet’e aittir. Bu mezar taşının serpuşu: elçi şapkası şeklindedir. Tuğla örgülü mescidin mihrap duvarı, günümüzde de görülmektedir.  Tekke binası son yıllarda ayrıntılı restorasyondan geçirilmiştir. Tekkenin hemen arkasında Horhor Medresesi ve Hamamı bulunur.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.