İstanbul Gülhane Parkı

gulhane-parki-0
İstanbul Gülhane Parkı

İstanbul Gülhane Parkı:

Gülhane Parkının bulunduğu yerde: 8’nci yüzyılda, Konstantinopolis Üniversitesi bulunuyordu. Osmanlı döneminde ise, Topkapı Sarayının has bahçelerinden biri olarak düzenlenmiştir. Park alanında özellikle burada bolca yetiştirilen güller nedeniyle, parkın ismi de “Gülhane Parkı” olmuştur. Gül: Topkapı Sarayı has bahçesine, ilk olarak Fatih Sultan Mehmet döneminde, 1460’lı yıllarda gelmiştir. Sonrasında, sarayın bu has bahçesi, güllerle süslenir.

Parkın tarihi geçmişindeki en önemli olay, 1839 yılında burada ilan edilen Tanzimat Fermanıdır. Osmanlı’da imparatorluğun yeniden yapılandırılmasını hedefleyen ve kısmen de başarılı olan bu ferman: Sultan Abdülmecit tarafından kabul ve ilan edilmiştir. Amaç: 19 yüzyılda zayıflamaya başlayan Osmanlı imparatorluğunu, çeşitli reformlar yaparak modern çağa taşımaktır. Tanzimat: 40 yılın ardından, 1876 yılında sona ermiştir.

Günümüzde: 100 bin metre karelik alanı kaplayan park, özellikle her yıl “Nisan” ayında düzenlenen “Lale Festivali” sırasında bambaşka bir güzelliğe bürünür. Parka genellikle Arkeoloji Müzesi ya da Soğukçeşme Sokağının sonundaki Soğukçeşme kapısından girilir. Ben size Gülhane Parkında daha önce bulunduğu söylenen ama günümüze herhangi bir kalıntısı kalmamış tarihi eserlerden ziyade, günümüze ulaşan eserler hakkında bilgi vereceğim. Örneğin: Gülhane Parkı alanında bulunan, iki metrelik mermer Meryem Ana ikonu, günümüzde Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Buna Gülhane Meryemi İkonu denilmektedir.  

bizans-sarnici-2
İstanbul Gülhane Parkı Bizans Sarnıcı

 

Bizans Sarnıcı

Çevresi ağaçlarla kaplı ve hemen yanında 1911 yılı yapımı bir Osmanlı çeşmesi bulunan sarnıcın: 5 yüzyılın ilk yarısına ait olduğu düşünülmektedir. Sarnıç, muhtemelen Bizans döneminde burada bulunan sarayın su ihtiyacını karşılamak için yapılmıştır. Ölçüleri gayet büyüktür ve dikdörtgen planlıdır. Sarnıç geçmişte uzun süre akvaryum olarak kullanılmıştır.

gotlar-sutunu-2
İstanbul Gülhane Parkı Gotlar Sütunu
gotlar-sutunu-3
İstanbul Gülhane Parkı Gotlar Sütunu

 

Gotlar Sütunu

Park alanı içinde, Sarayburnu’na  hakim bir tepe üzerinde, 18 metre yükseklikte, bedenine “Gothos” kelimesi yazılmış bir sütun dikkati çeker. Sütun: Topkapı Sarayı müzesinin denize bakan yamacındadır.

Mermerden tek bir blok halde yapılmış sütunun özellikle, kartal arması yontulmuş bulunan, korint tarzı başlığı dikkat çekmektedir. Bizanslı tarihçi Necephorus’un yazdıklarına göre: sütunun üstünde, bir zamanlar Bizans’ın kurucusu olan Megaralı Byzas’ın heykeli varmış. Çünkü, sütunun bulunduğu yer, şehrin kurucularının ilk olarak karaya çıktıkları yerin çok yakınındadır.

Bir başka söylentiye göre, sütunun üstünde, bir zamanlar Yunan şans ve baht tanrıçası olan “Tike” heykeli varmış. Tike pagan tanrıçası olduğu için, Hıristiyanlığın kabulünün ardından, sütünün tepesinden indirildiği düşünülmektedir.

Sütunun üç basamaklı kaidesinde Latince“Gotların yenilgisiyle geri gelen Fortuna” şeklinde bir yazı vardır. Fortuna: Anadolu ve Yunan mitolojisinde, şans ve bereket tanrıçası Tike’nin Roma mitolojisindeki adıdır. Yani, sütunun Gotlara karşı kazanılan bir zafer için dikildiği anlaşılmaktadır. Bu değerlendirildiğinde, sütunun imparator II. Cladius Gothicus 269 yılında veya şehrin kurucu imparatoru Konstansin döneminde dikildiği tahmin edilmektedir.

Çünkü: her iki imparator da, yapılan savaşlarda Gotları yenmişlerdir. Ancak: imparator Cladius’un İstanbul ile ilgisinin bulunmuyor olması, sütunun hangi dönemde dikildiği sırrını koruyor. 17 yüzyıldır hiçbir depremde yıkılmadan kalarak günümüze ulaşan: sık ağaçlıklar arasında dikkat edilmezse görülmeyen bu abideyi görmenizi öneririm. Çünkü, 1700 yıldır burada bulunan sütun, belki de kaidesinde yazılı olduğu gibi, Tike tarafından korunarak günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan gelmeyi başarmıştır.

Gotlar sütununun hemen arkasında “Set üstü çay bahçesi” vardır. Buraya uğrayarak güzel manzara eşliğinde bir çay içerek mola verebilirsiniz.

bizans-yetimhanesi
İstanbul Gülhane Parkı Bizans Yetimhanesi

Bizans Yetimhanesi

Gotlar sütununun hemen aşağısında: demir parmaklıklarla koruma altına alınan bir takım kalıntılar görülüyor. Bunlar üzerlerinde haç işaretleri bulunan, başlıklı birkaç sütun ve tuğla kemerlerdir. 

Buranın: Bizans döneminde bir yetimhane olduğu ve 579 yılında Bizans imparatoru I. Justinianos ve karısı Sophia tarafından yaptırılmıştır. Bu yetimhane: hemen yakınındaki Aziz Menas ve Demetrius kiliselerinden sağlanan gelirle, uzun yıllar boyunca yetim çocukların barındığı, yemek yedikleri bir yer olarak kullanılmıştır.

islam-bilim-muzesi-0
İstanbul Gülhane Parkı İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi

 

İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi

Müze, Gülhane Parkı içinde, Saray sur duvarına bitişik, Has Ahırlar binasındadır. Osmanlı dönemine ait “Has Ahırlar” düzenlenerek müzeye dönüştürülmüştür. Has Ahır: Osmanlı döneminde, padişahın ve yakın hizmetinde bulunanların atlarının bulunduğu ahırlara verilen isimdir.

İslam Bilimi Tarihçisi Prof. Fuat Sezgin tarafından kurulan müze, 2008 yılında hizmete girmiştir. 3500 metre kareyi kaplayan sergi alanında: 580 adet cihaz kopyası, alet, maket ve model koleksiyonu bulunmaktadır. Bu koleksiyon ile, müze, dünya üzerinde Frankfurt’ta bulunan aynı özellikteki müzeden sonra ikincidir.

İki katlı müzede: Sergi alanlarının tamamında, İslam bilim adamlarının eserlerinin model ve maketleri sergilenir.

Üst katta: Astronomi, Sinevizyon salonu, Saat teknolojisi, denizcilik, savaş teknolojisi ve tıp bölümü vardır.

Alt katta: Fizik, matematik, madenler, geometri, şehircilik ve mimari, optik, coğrafya ve kimya ile ilgili bölümler bulunur.

Bahçe kısmında: Halife el-Mem’un tarafından 9 yüzyılda yapılan dünya haritasının kopyası bulunan yerküre ve İbni Sina Botanik bahçesi bulunmaktadır. Botanik Bahçesinde: İbni Sina’nın “Fit Tıbb” kitabının ikinci cildinde söz edilen bitkiler ilgi çekmektedir.

Sonuç olarak: müze, İslam dünyasının tarihteki başarılarını öğrenmek isteyenler için güzel örnekler sunmaktadır. Ancak konu ile ilgili birçok eser günümüzde, yabancı ülke müzelerinde bulunduğundan, sergilenen eserlerin birçoğu kopyadır. Bir kısım eserde, günümüze ulaşan tasvirleri dikkate alınarak aslına uygun yapılmıştır. Bunların yanında, müzede genel müzik enstrümanları bulunmaktadır. Bu arada: Nusret Çolpan tarafından yapılan tavan süslemelerini görmenizi öneririm.

alay-kosku-5
İstanbul Gülhane Parkı Alay Köşkü

Alay Köşkü

Gülhane parkının tam köşesinde, Topkapı surları üzerindedir ve Topkapı sarayının cadde ve sokaklara bakan tek yapısıdır.

Ünlü şair Keçecizade İzzet Molla’nın yazılarına göre: köşk binası, 1819 yılında Sultan II. Mahmut tarafından yaptırılmıştır. Ancak: günümüzdeki yapıdan önce de burada ahşaptan yapılmış bir “Alay Köşkü” bulunduğu söyleniyor.

Gülhane parkı içinde, girişte solda bulunan taş rampa: padişahların Saraydan çıkıp Alay Köşkünün kapısına kadar atla gelebilmeleri için yapılmıştır.

Osmanlı sultanları, burada kafesli pencerelerin ardında: Osmanlı imparatorluğunun zengin dönemlerinde, bu cadde üzerinde yapılan resmi geçitleri ve alayları izlemişler, halkı selamlamışlardır. Bu yüzden, yapının ismi “Alay Köşkü” ve bazı kaynaklara göre “Selam Köşkü” olmuştur.

Mimari yapı

Dış bölüm: yedi cepheli ve mermer kaplıdır. Çevresi saçaklı, çok güzel ve soğan biçimli kubbe: kısmen batı tipi mimari tarzı anımsatır.

İç bölüm: büyük bir salon ve arka taraftaki birkaç hizmet odasından oluşmaktadır. Salonun tavanları, kalem işleriyle süslenmiştir.

Osmanlı imparatorluğunun zengin dönemlerinde: bu cadde üzerinde, dönemin en renkli törenlerinden biri olan ve adeta bir tür karnavalı andıran “Esnaf Alayı” veya “Lonca Alayı” düzenlenirmiş. Bu esnaf alayına katılan tüccarlar, zanaatkarlar ve sanatçılar başta olmak üzere değişik meslek gurubundan kişiler: bu köşkün önünden büyük bir coşkuyla geçerlermiş.

Hatta bu kişilerin: 7 ayrı kıtaya ayrılarak ve 1100 sınıftan oluştuğu söylenir. Bunlar: köşkün önünden geçerken padişahı selamlar, padişah ta bunlara karşılık verirmiş.

En son düzenlenen esnaf alayı: 1769 yılında Sultan II. Mustafa döneminde yapılmıştır.

Evliya Çelebi: Seyahatnamesinde, 1638 yılında Sultan IV. Murat döneminde yapılan bir alay geçit törenini şöyle anlatır: “ İstanbul’un dört bir yanından gelen her lonca ve meslek oradaydı, alay şafak vakti başlayıp gün batımına kadar sürdü.

Bu alay için, İstanbul’da üç gün üç gece ticaret hayatı durmuştu. O günlerde, şehri bir gürültü patırdı aldı ki: kelimelerle tarifi mümkün değildir”

Devamında Evliya Çelebi şöyle anlatır “Alay 57 kısım halinde toplanmış, 1001 loncadan oluşmaktadır.

Bu loncaların her birinin temsilcileri, kendilerine özgü kıyafetleri ve üniformaları vardır. Hazırladıkları arabaların üzerinde mesleklerini ve mallarını tanıtırlar. İzleyenleri güldüren sözler söyleyip soytarılık yaparak halkı eğlendirirlerdi.

Bu teşhirlerin en ilginci ise: palamarlarla binlerce adamın çektiği, kızaklara konmuş kalyonlarla geçen “Akdeniz Kaplanları” idi. “

Bunlar: Alay köşkünün önüne vardıklarında: büyük bir cenk gösterisi sunarlar, kafir gemilerini ezip geçerlerdi. Alaydaki son lonca meyhanecilerdir. Bunların en sonunda ise “Yahudi meyhaneciler” geçerdi. Bunlar: halka ellerindeki testilerden, şarap yerine şeker şerbeti dağıtarak geçerlerdi.

Evet: bu loncalar ve esnaf alaylarının geçitleri dışında, sefere çıkan veya zaferden dönen Osmanlı ordusu neferleri de, mehter marşları eşliğinde burada resmi geçit töreni yaparlardı. Hatta: bazı siyasi suçluların idam cezaları da, halka ibret olsun diye bu köşkün önünde yapılmıştır.

Alay köşkünün tarihi geçmişindeki önemli olaylardan birisi de: “Vakai Vakvakiye” veya “Çınar” adı ile bilinen isyanda: henüz buluğ çağına yeni girmiş bir çocuk olarak tahta çıkan Sultan IV. Mehmet’in, isyancılar tarafından ayak divanına yani görüşmeye, buraya çağrılmış olmasıdır.

Alay köşkünün: Sadrazamın yaşadığı Bab-ı Ali’nin hemen karşısında yapılmış olması sebebinin: Sultan tarafından Bab-ı Ali ve sadrazamın gözlenmesi düşüncesinden kaynaklandığı da söylenir.

Hatta: Sultan Deli İbrahim: tatar yayı ile, gelip geçene ok atmak için burayı kullanmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, burası bir dönem “Güzel Sanatlar Birliği” hizmetine verilmiş ve ardından “Eminönü Halk Evi” ne tahsis edilmiştir. 1940’lı yıllarda ise, “Eski Eserleri Tescil Bürosu” olarak kullanılmıştır.

Ardından, uzun yıllar kapalı kalan köşk, 2011 yılında “Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müzesi” olarak düzenlenerek ziyarete açılmıştır.

babi-ali-0
İstanbul Gülhane Parkı Bab-ı Ali

 

Bab-ı Ali

Alay köşkünün karşısındadır.

İlk olarak: 1564 yılında Sokullu Mehmet Paşa: kendisine bir saray yaptırarak buraya taşındı. Ardından yabancılar tarafından “Sublime Porte” yani “Yüce Kapı” olarak isimlendirilen Bab-ı Ali: gerek sadrazamların çalışma mekanı ve gerekse yabancıları kabul ettikleri bir yer olarak kullanılmaya başlandı. Zaman içinde: imparatorluk problemlerinin birçoğu burada görüşüldü ve çözüldü.

Böylece “Bab-ı Ali” hükumete verilen bir isim oldu. Yabancı sefirler, Osmanlı padişahları değil Bab-i Ali’de sadrazamlar tarafından kabul edilerek göreve başlardı. Burada günümüze ulaşan ve tek ilgi çeken yapı: 1565 tarihli ve dönemin özelliklerini yansıtan bir dershane yani eski bir medrese dersliğidir.

Sadrazamlar: 1840 yılında, bugün İstanbul Valiliği olarak kullanılan binaya taşındılar. Ancak “Bab-ı Ali” ismi İmparatorluğu temsil etmeyi sürdürdü.

zeynep-sultan-camisi-0
İstanbul Gülhane Parkı Zeynep Sultan Camii

 

Zeynep Sultan Camii

Alay Köşkünün sağından, saray duvarını takip ederek Alemdar caddesinde yürüdüğünüzde, Gülhane parkının Soğuksu çeşme kapısının tam karşısında, bu cami görülür.

Zeynep Sultan: Lale devri Sultanı, III. Ahmet’in, elliye yakın çocuklarından birisidir. Bu çocukların birçoğu unutulmasına rağmen, Zeynep Sultan, bu yapı ile adını tarihe yazmıştır.

Zeynep Sultan camisi: 1769 yılında dönemin baş mimarı Tahir Ağa tarafından yaptırılmıştır. Mimari stil olarak: Türk barok tarzı görülür. Yani: hem batılılaşma hareketinin başladığı erken 18 yüzyıl mimarisinde belirginleşen unsurlar ve hem de Türk motifleriyle, yine eskiye dönüşü vurgulamakta ısrar eden bir anlayışla inşa edilmiştir. Yani: barok üslupla geleneksel ve özgün Türk mimari elemanları birleştirilmiş, ortaya bir sentez çıkarılmıştır.

Yüksek kubbe kasnağı: yapıyı bir Bizans kilisesine benzetmektedir. Kubbenin altındaki pencerelerin, kıvrımlı revakları da bu görüşü destekler.

İç mekanda: Sultan mahfili ve minber ahşaptan yapılmıştır. Kareye yakın mekanın üzerine örten ana kubbenin dört köşesinde küçük yarım kubbeler vardır.

Caminin duvarla çevrili mezarlık yani hazire kısmında: Sultan III. Selim olayının baş kahramanlarından Alemdar Mustafa Paşa yatmaktadır. Bu talihsiz paşanın cesedi: III. Selim olayından sonra, Yedikule taraflarında bir çöplüğe atılmıştır. Ceset, II. Meşrutiyet sonrasında gelişen “Tarih-i Osmani Encümeni” tarafından alınarak buradaki mezarlığa defnedilmiştir. Camiyi yaptıran Zeynep Sultanın mezarı da bodrumdadır.

Caminin hemen arkasında, köşede bulunan “Sıbyan Mektebi”: bir süre ilkokul olarak kullanılmış ve 1988 yılında Vakıflar İdaresi tarafından “Türkiye Anıtlar Derneği” ne tahsis edilmiştir.

hamidiye-cesmesi-0
İstanbul Gülhane Parkı Çeşmesi-Hamidiye Çeşmesi

 

Gülhane Parkı Çeşmesi-Hamidiye Çeşmesi

Gülhane parkı dış duvarında, Zeynep Sultan camisinin bahçesine açılan kapının dışındadır. Rokoko tarzı süslü bu sebil camiye ait değildir. Çünkü Zeynep Sultan tarafından değil, Sultan I. Abdülhamit tarafından, 1779 yılında yaptırılmış ve Bahçekapıda’ki Abdülhamit türbesinin bulunduğu cadde genişletilirken, yerinden sökülüp buraya taşınarak yerleştirilmiştir.

Bu sebile “Hamidiye Sebili” denir. Sebil: çifte sütunlarla dört bölüme ayrılmıştır. Üstü kubbeyle örtülmüştür. İki yandaki çeşmelerin üstünü, geniş saçaklık örter. Sebilin her bölümünün üstünde: kitabeler görülür.

cafer-aga-medresesi-2
İstanbul Gülhane Parkı Cafer Ağa Medresesi

 

Cafer Ağa Medresesi

Zeynep Sultan camisinin karşısındadır. Ancak, burada yoğun olarak bulunan hediyelik eşya satan dükkanlar arasında ilk anda görülmez.

İki siyahi kardeş olan Cafer ve Gazanfer ağalar: Kanuni Sultan Süleyman döneminde “Baş hadım ağası” olarak görevliydiler.

1554 yılında, Mimar Sinan, bu yapıyı yapmaya başladığında, aynı zamanda en büyük eserlerinden olan Süleymaniye Külliyesini de sürdürüyordu. Ancak, bu sırada medresenin sahibi Cafer Ağa ölür ve bunun üzerine kardeşi Gazanfer Ağa masrafları üstlenir, inşaat devam eder ve 1559 yılında tamamlanır.

Medrese avlusundaki küçük odaların içlerinde, bir zamanlar buraları ısıtmak için kullanılan ocaklar bulunmaktadır. Medresenin suyu ise Yerebatan Sarnıcından gelirdi. Yakın zaman öncesinde büyük bir restorasyondan geçirilen medresede, günümüzde, sivri kemerli revakların altındaki kubbeli odalarda el sanatları ürünleri yapan ve satanlar bulunmaktadır.

Lala Hayrettin Camii-St Mary Chalkoprateia Kilisesi

Zeynep Sultan camisinin arkasındadır.

Lala Hayrettin: Fatih Sultan Mehmet döneminde sarayın Arpa Emiri’dir.

Lala Hayrettin: buradaki camiyi, St Mary Chalkoprateia (burada o dönemde bakırcılar loncası bulunduğundan Bakır Pazarı Meryem’i kilisesi de denmektedir) isimli bir eski Bizans kilisesi üzerine; 1485 yılında, Sultan II. Beyazıt döneminde yapılmıştır. Bu küçük kilise, Bizanslılar tarafından çok önemseniyordu.

Bu kilise, daha önce yine burada bulunan bir sinagog üstüne, 450 yılında inşa edilmiştir. Ayasofya: 532 yılında Nika isyanında yerle bir olunca, bu kilise bir süre için onun yerini almış ve katedral olarak hizmet vermiştir. Bu kilisenin içinde, bir zamanlar kutsal emanet olarak “Meryem Ananın kuşağı” nın bulunduğu söyleniyor. Camiye dönüşümden bir süre sonra: acemi ağalardan biri olan Ahmet ağa tarafından cami onarttırılır. 18 yüzyılın sonlarında ise, bir yangın sonucu cami yanarak yok olur.

İstanbul Arkeoloji Müzesi tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

 

İstanbul Florya

florya-1
İstanbul Florya

Florya: İstanbul’un sakin semtlerinden birisidir.

Bizans döneminde: Hebdomon denen yer, Yeşilköy’ün batısına düşen Florya’ya kadar uzanıyordu. Hebdomon’da: günümüze Fildamı dışında hiçbir kalıntı gelmemiştir. Florya ismi, bazı tarihçilere göre: Yunanca “Florion” isminden gelmektedir.

Osmanlı döneminde ise, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Baş defterdar İskender Çelebi: Florya’da bir köşk yaptırmış ve bahçe düzenlettirmiştir. İskender Çelebi, Arnavut olduğu ve Florina şehrinden geldiği için, bu bölgeye bu adın yani Florya adının verildiği düşünülüyor. İskender Çelebi, İbrahim Paşa ile ters düşünce, Kanuni tarafından idam ettirilmiştir.

Bununla ilgili anlatılan bir söylenti vardır. Buna göre “İdamdan epey sonra Kanuni avdayken, dehşetli bir yağmura yakalanıp Çelebinin artık kullanılmayan köşküne sığınır. Köşkün çevresine 74 yıldırım düşer.

Selde boğulma tehlikesi de baş göstermişken, bir içoğlanı padişahı sırtında taşıyarak kurtarır. Kanuni: Çelebiyi haksız yere idam ettirdiğini düşünerek üzülür ve bu afeti kendisi için bir işaret sayar. Nitekim, iki yıl sonra, 74 yaşında Zivetgar’da ölür.

Lale devrinde, Nevşehirli İbrahim Paşanın, İskender Çelebiden kalan köşkü yenilettiği söylenir. Ancak, köşk, Patrona isyanında yeniden yakılır ve yıkılır. Sultan II. Mahmut döneminde yapılan baruthaneye rağmen, Florya ve yakınlarındaki Rum köyü Kalitarya (günümüzdeki Şenlikköy) ücra ve pek fazla rağbet edilmeyen yerler arasında kalır.

Cumhuriyet döneminde, Atatürk’ün Florya ile ilgilenmesi, buranın yıldızını yeniden parlatır.

Geçmişte, Florya adının içinde: altın sarısı kumlar, pırıl pırıl bir deniz, denize girip güneşlenen şık, zarif insanlar çağrışım yapardı. Yani, Florya: Türkiye’de oluşmaya başlayan modern plaj anlayışının start aldığı ilk yerdir.

Çünkü plajlardan önce, su üzerinde tahtadan yapılmış yarı kapalı deniz hamamları dönemi vardı. Beyaz Ruslar, ön yargısız modern vatandaşlar ve İstanbul’un Frenk takımı: tahtalı, perdeli engeller kullanmadan buradaki kumsaldan yavaş yavaş denize girip, kumlara uzanarak güneşlenmeye başladılar.

ataturk-kosku-2
İstanbul Florya Atatürk Köşkü-Deniz Köşkü
ataturk-kosku-1
İstanbul Florya Atatürk Köşkü-Deniz Köşkü

 

Atatürk Köşkü-Deniz Köşkü

Marmara Denizi kıyılarında yer alan İstanbul’un en eklektik yapılarından biridir. Yapı: Atatürk’ümüze, onun çağdaş kişiliğine, devrimlerine yakışır şekilde, kumsalla suların birleştiği noktada, bembeyaz bir kuğu misali mavi suların içinden yükselmektedir.

Belediye Atatürk’e hediye edilmek üzere bir köşk yaptırmaya karar verince, bir proje yarışması açar. Yarışmayı mimar Seyfi Arıkan’ın “Avrupa Bauhaus” etkisiyle yaptığı proje kazanır.

Modern Türkiye Cumhuriyetinin yetiştirdiği değerlerden biri olan ve Vedat Bey atölyesinde yetişen mimar Seyfi Arkan tarafından, 1935 yılında: 1.5 ay yani 48 gün içinde burayı bitirmiştir.

Çünkü: aynı tarihlerde Atatürk’ün sağlığında olumsuz emareler görülmeye başlanmış ve büyük önderin deniz kenarında dinlenmesinin uygun olduğu, deniz havasının kendisine iyi gelebileceği düşünülmüştür.

Florya’da karar kılınmasının en büyük sebebi: Atatürk’ün henüz bakir kıyılara sahip olan Florya’yı çok sevmesidir.

Mimar Seyfi Arkan: Alman Bauhaus tarzında yapmış olduğu Florya Deniz Köşkünün mobilyasından, iç donanımına sade bir art deko tarzı kullanmış ve bunda da oldukça büyük bir başarı elde etmiştir.

Köşkün kısa zamanda bitirilmesindeki en büyük başarılardan biri de, inşaat sırasında mutemetlik görevini üstlenen, dönemin İstanbul Sular İdaresi Müdürü Mühendis Yusuf Ziya Ertem’dir. Yani: Türkiye Olimpiyat Komitesi eski başkanı Sinan Erdem’in babası.

1935 yılının Ağustos ayında açılan köşk; Atatürk’ün başını dinlediği, denize girdiği, misafirlerini ağırladığı ve de oldukça sevdiği bir yer olur.

Buraya gelmiş önemli misafirlerden birisi de: İngiltere Kralı VIII. Edward ve eşi Simpson’dur.

Ama Atatürk’ün Florya köşkünde en çok sevmiş olduğu iki şey: manevi kızı küçük Ülkü ile birlikte geçirdiği günler ve Florya plajına gelen halkla kaynaşmasıdır.

Mimari özellikler: Ana bina, su üzerinde çelik kazıklara oturtularak yapılmıştır. Sahildeki başyaverlik, genel katiplik ve hizmet binalarından oluşan bir bütün olarak inşa edilmiştir. Karaya 90 metre uzunluğunda bir köprü yolla bağlanan köşk, birbirini kesen iki dikdörtgen yapıdan oluşmaktadır.

Geniş teraslara sahip olan bu iki yapıdan birinde Atatürk’ün çalışma odası, toplantı ve yemek salonu, öteki bölümde de Atatürk’ün, küçük Ülkü’nün, yaverin ve de misafirlerin kaldıkları odalar vardır.

Köşkü gezen ziyaretçiler: küçük Ülkü’nün kaldığı odanın bir köşesinde, köşke geldiği zamanlarda deniz kenarında oynadığı ve çok sevdiği ahşaptan yapılmış oyuncak bir sandal görürler.

Bu güzel oyuncağı yapıp Ülkü’ye hediye eden, Atatürk’ün son şöförü Cemal Beydir. Cemal Bey: Atatürk’ü Florya köşküne son olarak: 29 Mayıs 1938 tarihinde getirmiştir.

Bundan sonra, büyük önderin hastalığı daha zorlu bir döneme girer ve bir daha Florya’ya gelemez. Yani, Atatürk burada toplam 42 gün kalmıştır.

Köşkün bir bölümü uzun yıllar, devlet başkanlarının yaz aylarında gelip kaldıkları bir dinlenme yeri olarak kullanılmıştır.

Atatürk’ün ölümünden sonra: köşk, Cumhurbaşkanları İsmet İnönü, Celal Bayar, Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk ve Kenan Evren tarafından kullanılmıştır.

Ancak Kenan Evren’den sonra bu geleneğe son verilmiş, köşk “Atatürk Müzesine” dönüştürülmüş ve böylece kimliğine yakışan yeri bulmuştur. Müzede, daimi olarak bir “Atatürk İstanbul’da” resim sergisi bulunuyor.

park-0
İstanbul Florya Sosyal Tesisleri-Refleksoloji Parkı
park-1
İstanbul Florya Sosyal Tesisleri-Refleksoloji Parkı

 

Florya Sosyal Tesisleri-Refleksoloji Parkı

Burası içinde kafeler, restoranlar, çocuk oyun alanları ve çiçek bahçeleri bulunan büyük bir parktır. Burası aynı zamanda, Türkiye’nin ilk “Refleksoloji Parkı” dır.

Refleksoloji: 4 bin yıllık bir geçmişe sahip, Uzak Doğu kökenli bir ayak masajı ile tedavi yöntemidir. Buraya farklı şekiller ve büyüklükte döşenen taşlar Japonya’dan gelmektedir. Taşlar: belli bir uyum içinde dizilir ve kişiler bunların üstüne ayakkabısız basarak yürüdüklerinde: beden fonksiyonları normalleşir ve insan rahatlar. Ayrıca: ayaklara masaj yapılması sağlanır.

Yani: denge sağlayıcı bir terapidir. Kişinin kendisini bedenen ve ruhen rahat hissetmesini sağlar. Yürüyüş yolunun sonunda: ayağın hangi noktasında basınç uygulandığında acı duyuluyorsa, refleksolojiye göre yorumlanmış ayak haritasının bulunduğu panoya bakarak rahatsızlık tespit ediliyor.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

 

İstanbul Kuruçeşme

kurucesme-genel-0
İstanbul Kuruçeşme

Bu yörenin Bizans dönemindeki ismi “Hestiae” dir. Bizans döneminde burada, “Başmelek Mikael” adına yaptırılmış “Anapulus Kilisesi” bulunuyormuş. Yine, yörede 5 yüzyıldan kalma Bizans mezar taşları bulunmuştur. Kuruçeşme adını: Tezkireci Osman Efendi Camisinin yanında, 17 yüzyılda yapılan Köprülü Hemşire Çeşmesinden almaktadır.

İlk zamanlar, çeşmesinden bol su akan ve yemyeşil olan bölge, Koru çeşme olarak isimlendirilmiştir. Çünkü: civardaki koruluktaki çeşmeden dolayı bu isim verilmiştir.

19 yüzyıl başında, burası İstanbul şehrinin önde gelen semtlerinden biriydi. Bu semtte padişahın özel izniyle oturulurdu. Müslüman yapıları aşı boyası, yeşil beyaz: azınlık yapıları kurşuni, sarı renklere boyanırdı.

Yükseklikleri farklı olurdu. Ulaşım ve alışveriş kayıklarla yapılır, kayıklar kişilerin sosyal durumlarına göre saptanırdı. Ulaşım kayıklarla olduğu için önceleri tepelere değil kıyılara yerleşilmiştir.

Daha sonraları 19 yüzyılın ikinci yarısında buharlı gemiler, kara yolu ve tramvay ulaşımı kolaylaştırmış, çevreyi devamlı oturulan, kalabalık bir semt haline getirmiştir.

Sık iskeleler arasındaki rıhtımda hizmetkarlar dolaşır, balıkçılar ağlarını yayar, kayıkçılar mallarını satarlardı. Sultanlara ve zamanın yüksek rütbeli kişilerine ait olan sahilhane ve köşk bahçelerine çok önem verilmiş, hatta zaman zaman Avrupa’dan bahçıvanlar getirilerek bahçeler düzenletilmiştir.

kurucesme-genel-1
İstanbul Kuruçeşme

 

Daha sonraları, çeşme kuruyup yeşillik azalınca adı da değişmiştir.

Kum ve kömür depolamak için kullanılan semtin bu kadar popüler hale gelmesi, oldukça ilginçtir. O günlerden geriye sadece bir otobüs durağı kalmıştır. O da “Kömür Tevzii” yani Dağıtım Durağıdır.

Günümüzde, Beşiktaş ilçesine bağlı bu semt, İstanbul şehrinin en pahalı ve popüler eğlence yerlerinin bulunduğu bölgede “Defterdar Burnu” denilen bir çıkıntı vardır.

Buraya “Defterdar” denilmesinin sebebi: zamanında burada 17 yüzyıl başlarında, Sultan Genç Osman döneminde Defterdar Ekmekçizade Paşanın yaptırdığı bir konak varmış. Buradan denize dökülen dereye de bu paşanın ismi anısına “Ekmekçioğlu Deresi” denilmiştir.

19 yüzyılda: iki ünlü ressam olan Osman Hamdi Bey ve Saray baş ressamı İtalyan Fausto Zonaro: bu bölgede otururlar ve sık sık birlikte kıyıda balığa çıkarlarmış.

Kuruçeşmenin diğer bir ünlü konuğu: burada bir süre oturan Yasef Nasidir.

Kendisi Sultan II. Selim döneminde, 1560 yılında İstanbul’da bulunmuş ve bir süre Sarayın ileri gelen danışmanlarından birisi olmuştur. Kuruçeşmede bulunan konakta oturan Yasef Nasi: 1583 yılında ölmüştür.

Kuruçeşme sahilinde yürüyüş yapabilirsiniz. Düzenlenmiş kaldırımlarda yürürken, sahilde demirlemiş pahalı yatların önünden geçerken, karşı yakada “Kuleli Askeri Lisesi” ni görebilirsiniz.

Kuruçeşme semtinde, günümüzde birçok kilise vardır. Yalıların çoğu ise, 13 Haziran 1919 tarihinde Fransızların Todori Paşa Yalısında çıkardıkları yangının büyümesiyle yok olmuş, ayakta kalanlar da imar hareketlerinin kurbanı olmuştur.

İstiklal Savaşı sonrasında hanedan ve azınlıkların sahipsiz bıraktıkları, arsa haline gelen bu yerler kömür deposu haline getirilmiş, ayakta durabilenler tütün deposuna dönüştürülmüş veya yıkıntı haline gelmiştir. Kuruçeşme sahilleri uzun süre kömür deposu olarak kullanılmış ve çirkin bir görünüm sergilemiştir.

1986 yılından sonra sahil, kömür depolarından temizlenerek yeşillendirilmiş, kısmen park olarak düzenlenmiş, kısmen de Naile Sultan Yalısında olduğu gibi, güzel restitüsyonlar yapılmıştır. Son imar hareketleri sırasında: Sarrafburnu yalıları önünden kazıklı yollar geçirilmiş ve kıyı kısmen doldurularak kıyı hattı ve kodu değiştirilmiştir.

AYİOS TARSİAS MANASTIRI

9 yüzyılda Patrik Tarsias (784-806) bu manastırı yaptırmıştır. Bizans hizmetindeki Peçenekler, 1048 yılında atlar üzerinde Boğazı yüzerek geçip manastır yanından karaya çıkmışlardır. 15 yüzyıla kadar durduğu bilinen manastırın Defterdarburnu ile Kuruçeşme koyu arasında olduğu tahmin edilmektedir.

surp-kilisesi-1
İstanbul Kuruçeşme Surp Haç Ermeni Kilisesi

 

SURP HAÇ ERMENİ KİLİSESİ

Yokuş üzerindeki bu kilise, daha önce yapılmış bir başka kilisenin yerine inşa edilmiştir. Eski kilise “Surp Nişan” adını taşıyordu. Patrik Kağızmanlı Zakarya döneminde, Çoban Amira tarafından yapılmıştır. 1798 yılında ise Episkopos İstanbullu Hovhannes tarafından kutsanarak ibadete açılmıştır. İnşaat giderleri, Patrik Zakarya tarafından karşılanmıştır. 1780 yılında Bedros Amira’nın eşi tarafından ana giriş kapısına yakın bir çeşme yaptırılır.

Kilise, 1834 yılında köklü bir onarıma tabi tutulur. Mimar Garabed Amira Balyan, restorasyon çalışmalarının idaresini üstlenir. Kilisenin yapımı ise Harutyun Amira Yerganyan tarafından üstlenilir.

Dikdörtgen planlı kilisede, taş ve tuğla kullanılmıştır. Ermeni kiliselerinde sıkça uygulanan, yarım silindirik tonoz tavan formuyla örülmüş kilisenin iç mekanı oldukça sadedir. Üç kısmına doğru yan çıkıntılar vardır ve plan, esas olarak bir haçı vurgulamaktadır.

Dış cephe duvarları sapsarı boyalıdır. Ermeni kiliselerinde az rastlanan bir simetri örneği bazilika planı bu kilisede kullanılmıştır. Ana apsisin iki yanında, küçük birer şapel şeklindeki hücrelerden, kuzeydeki vaftizhane, güneydeki ise kutsal eşyaların konulduğu hazine odasıdır.

Apsis önündeki sunak: ahşap işçiliği ve altın kaplama varaklarıyla oldukça dikkat çeker. Üzerine yapılmış olan aziz resimleri son  döneme aittir. Narteksten yukarıya çıkan bir merdivenle, koroya ayrılan galeriye çıkılır.

Kilisenin doğusuna 1858 yılında bir çan kulesi yapılır. 1835 yılında ise, kilisenin bitişiğine üç katlı ahşap “Tarkmançats Ermeni İlkokulu” inşa edilir. (Günümüzde kapalıdır) Bu okul kapandıktan sonra İstanbul’daki önemli korolardan birbi olan Gomidas korosuna tahsis edilmiştir. Komidas korosu: 1918 yılında Rahip Gomidas tarafından kurulmuştur.

1919 yılındaki Kuruçeşme yangınında çatı, çan kulesi ve kapıları yanan kilise yeniden onarılmıştır. Bu kez, çan kulesi, Garabed Halacyan tarafından, demirden inşa edilmiştir.

Kilise: 1975 ve 1988 yıllarında onarım görerek Patrik Şinorhk tarafından kutsanarak ibadete açılır. Kilisenin son onarımı 2007 yılında gerçekleşir ve ibadete açılır.

Kilisenin güney duvarının yanına: 1799 yılında Patrik Zakarya ve 1874 yılında Patriklik Kaymakamı Episkopos Nigogayos Agasyan defnedilmiştir.

Kilise tarihindeki önemli olaylar: Ermeni ve Gregoryan cemaatlerinin Patrik I. Bogos (1815-1823) döneminde toplanmalarıdır. Diğer önemli olay ise, 12 Ekim 1913 tarihinde, Ermeni harflerinin bulunuşunun 1500 yıl dönümünün burada kutlanmış olmasıdır.

ayios-kilisesi-3
İstanbul Kuruçeşme Ayios Dimitrios Kilisesi

 

AYİOS DİMİTRİOS KİLİSESİ

Kırbaç sokak ve Alayemini sokak arasında, eğimli bir arazi kuruludur. Burada bir kilisenin varlığı, 16 yüzyıldan beri, bazı kaynaklarda anılmaktadır.

Günümüzdeki yapı ise kitabesine göre 1789 yılında yapılmıştır. Üç yol ağzında bulunan yapı: kagir duvarlarıyla oldukça iri görünümlüdür. 1789 yılındaki yapım çalışmalarında, ustaların kalıpları erken çıkarmaları sonucu kubbe çökmüş ve altında kalan birçok işçi ölmüştür.

Bu olaydan sonra, Sadrazam Mehmet Paşanın emriyle, yakındaki Ermeni kilisesi örnek alınarak, çatı ahşaptan yapılmıştır. Dıştan 24 x 15 metre ölçülerindeki yapı, yaklaşık 11 metre yüksekliktedir.

Bu kilisenin yerinde, 1849 yılında Heybeliada’ya taşınan “Ruhban Okulu” varmış. Ruhban okulu: 1804-1849 yılları arasında burada faaliyet göstermiştir.

Rahiplik eğitimi görenler, girişte Bizans’ın sembolü olan “Çift Başlı Kartal” önünde, kilisenin öğretilerine uymaya yemin ederlermiş.

Burası Evliya Çelebinin Kuruçeşmeyi anlatırken andığı kilisedir. Kilise güzel ama burada asıl paha biçilmez olan bir ayazma vardır. Çan kulesi kuzeydoğuda, ayazma ise kuzeydedir. Batı cephesinde narteks vardır ve nartekste, cemaatin önemli kişilerinin mezarları bulunur.

ayios-kilisesi-ayazma-1
İstanbul Kuruçeşme Ayios Sotiras Ayazması

Ayios Sotiras Ayazması

Eremya Kömürciyan da 17 yüzyılda bu kiliseden söz etmiştir. Ona göre “Ayazmanın mucizeler husule getirdiği aşikar bir şeydir ve kimse onun suyuna doymamıştır”

Kilisenin içindeki ışıklandırılmış dar bir mağaradan geçilerek ulaşılan: Ayios Sotiras Ayazması vardır. Ayazmayı 1540 yılında ziyaret eden Gyllius, oldukça geniş bilgi vermiştir.

Tarihi 16 yüzyıla uzanıyor. Kaynağı 40 metre uzaklıktadır. Ayazmanın çeşmesi 1820 yılında yapılıp havuzu 1870 yılında genişletilmiştir. 17 yüzyılda Kömürciyan’ın “İmparator yapısı” olarak kaydettiği ayazmanın bugünkü kitabesinin İoanna Kuçuradi’nin çevirisine göre “Çeşmeyi ilk kez yaptıran” olarak anılan “Rahmetli hükümdar Skarlatos Kalimakhos” ifadesi vardır.

Bunun hemen yanında ise 1820 tarihi yazılıdır. Buna göre, bir dinsel otorite sahibi anlatılıyor olmalıdır. Kitabede, havuzun genişletilmesine katkı sunanlar da “zevk sahibi insanlar” olarak anılmaktadır.

Ayazmaya: yüzyıllardır damlayan su: duvarlarda kireçlenmeye yol açmış ve bu yüzden ilk görüldüğünde, kişiler, kendilerini bir mağarada imiş gibi hissederler. Hatta Pamukkale’ye benziyor. Burası: şehirde görülen en sıra dışı ayazma olarak bilinir. İstanbul’daki ayazma sayısı 100 üzerindedir. Arnavutköy civarında ise 10 ayazma var. Her Cumartesi kilisenin ayin günü ve dilekte bulunanlar, 3 Cumartesi üst üste buraya geliyorlar.

Her ayazmanın şifasının farklı olduğuna inanılıyor. Bu ayazmaya da daha çok “konuşamayan çocuklar” getiriliyor. Ayazma suyunda yıkanıp duvarda asılı olan halkalar ısırtılıyor ve bu sayede dillerinin çözüleceğine inanılıyor.

Ayazma mağarasının duvarlarındaki meme şeklindeki kabartmaların kadınlardaki meme hastalıklarına iyi geldiği ve sütü gelmeyen annelere şifa olduğu düşünülüyor. Sütü gelmeyen ve memelerinde sorun olan kadınlar, önce papaz tarafından kutsanıp, sonra meme şeklindeki mermerleri üç kez öpüyorlar.

ioannes-1
İstanbul Kuruçeşme İoannes Prodromos Kilisesi

İOANNES PRODROMOS KİLİSESİ

Kuruçeşme ve Arnavutköy’ün birleştiği yerde, yüksek duvarların arkasında, yuvarlak ahşap kubbesi olan bir kilisedir. Kuru çeşme caddesi üzerindedir. Tarihçi Hovanesyan’ın kayıtlarında “18 yüzyılda Sarrafburnu’nda “Ay Yani” adlı eski bir kilise olarak anılmaktadır. Kitabesine göre, 1835 yılında yapılmıştır.

Doğu ve batı duvarları köşelerine bitişen bir avlu içindedir. Bina “T” şeklinde planlanmıştır. Kuzey ve güney cephelerinin batısında çıkıntılıdır. Kaba yontma taştan inşa edilmiştir. Duvarlar sıvalıdır. Kilisenin ayazması: naosun kuzeybatı köşesindedir.

Naosun tavan örtüsünde, bitkisel motiflerle bezeli silmeler, kubbede ise Pantokrator İsa tasviri görülür. Ahşap ikona bölümü: orta nefin doğusundadır. Oyma ve yapıştırma geometrik ve bitkisel motiflerle bezelidir. Büyük çerçevelerde: Hz Meryem ve Çocuk İsa, Hz İsa, ikonaları yanında kiliseye adını veren İoannes Prodromos (Vaftizci Yahya) ikonası bulunur.

makbule-atadan-yalisi-1
İstanbul Kuruçeşme Makbule Atadan Yalısı

MAKBULE ATADAN YALISI

Arnavutköy tarafında, bahçe olan yere 1912 yılında Saraya yakın olan bir sarraf tarafından bir yalı yaptırılmıştır. Mahallenin adı “Sarrafburnu” buradan gelir.

Bina bir süre Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan Hanım (1885-1956) tarafından kullanılmıştır. Makbule hanım, Balkan Savaşlarından sonra annesi Zübeyde Hanım ile birlikte İstanbul’a yerleşmiştir.

Cumhuriyetin ilanından hemen sonra Ankara’ya gider. Bir süre ağabeyi Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte kaldıktan sonra Çankaya köşkü arazisi içinde kendisi için inşa edilen Camlı Köşke yerleşir ve 71 yaşında vefat eder. Atatürk, bir dönem kız kardeşi Makbule’nin yalısında kalmıştır.

fehime-hatice-sultan-yalilari-1
İstanbul Kuruçeşme Fehime ve Hatice Sultan Yalıları
hatice-sultan-yalisi-2
İstanbul Kuruçeşme Fehime ve Hatice Sultan Yalıları

 

FEHİME VE HATİCE SULTAN YALILARI

Bu yan yana bulunan iki yalı: 19 yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiştir.

Fehime Sultan Yalısı olarak bilinen, ancak asıl adı Naime Sultan Yalısı olan yapı: Sultan II. Abdülhamit tarafından, Gazi Osman Paşanın oğlu Kemalettin Bey ile evlenen üçüncü kızı Naime Sultana, düğün hediyesi olarak verilmiştir. Naime Sultanın evliliği: yalı komşusu Hatice Sultan yüzünden bozulmuş ve yeniden evlendirilmiştir.

Sultan V. Murat’ın kızı Fehime Sultan yalısı daha ileridedir.

Hatice Sultan Yalısı: Hatice Sultan’a, amcası Sultan II. Abdülhamit tarafından düğün hediyesi olarak verilmiştir. Hatice Sultan, III. Mustafa’nın kızıdır ve bu yaptırdığı bölgenin ilk yalısı “Neşetabad Sahil Sarayı” olarak bilinir.

Her iki yalı, ilk bakışta ikiz olarak sanılsa da, Hatice Sultan yalısı 2 katlı ve Naime Sultan yalısı ise 3 katlıdır.

Hanedan yurt dışına sürgüne gönderildikten sonra:

Hatice Sultan yalısı: bir süre yetimhane ve ilkokul olarak kullanılmıştır. Mülkiyeti İstanbul İl Özel İdaresine devredilen yalı: 1972-2005 yılları arasında da “Yüzme İhtisas Kulübü” olarak hizmet vermiştir.

Naima Sultan yalısı da eğitim amaçlı kullanılmak üzere devlete bırakılmıştır. Yalı bir süre boş kalmış ve 1926-1933 yılları arasında Darül Eytam yani Yetim Yurdu ve Tütün Deposu olarak kullanılmış ve 1933 yılında ise Gazi Osman Paşa Ortaokulu olmuştur.

Ancak 70 yıllık bir hizmetin ardından, 2002 yılında çıkan bir yangın sonucu kullanılmaz hale gelmiştir. Bu yangın için yapılan araştırma sonucunda düzenlenen raporda: okulun benzinle tutuşturulduğu saptanmış olmasına rağmen, suçlular bulunamamıştır. Okul bahçesi bir süre otopark olarak kullanılmıştır.

Hatice Sultan: Osmanlı hanedanının yurt dışına sürgün edilmesinden sonra, 1938 yılında Beyrut şehrinde ölmüştür. Torunu Kanize Murat: annesi Selma Hanım Sultan ve Büyük Annesi Hatice Sultanın yaşamlarını “Saraydan Sürgüne” isimli kitapta anlatmıştır.

2006 yılında ise, Hatice Sultan ve Naime Sultan Yalıları: birlikte, aslına uygun olarak restore edilmek şartı ile turizm amaçlı kullanılmak üzere kiralanmıştır.

ESMA SULTAN YALISI-TIRNAKÇI YALISI

Bu bölgenin en tanınmış mimari eserlerinden biridir. Neo-klasik üsluptaki yalının mimarı Sarkis Balyan’dır.

Yalı: Sultan Abdülaziz’in kızı Esma Sultana düğün hediyesi olarak verilmiştir. Bölgenin en büyük ahşap yalısıdır. Esma Sultan ile evlenen Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa: bu yalıda oturmuştur.

1899 yılında Esma Sultan ölünce: Sultan II. Abdülhamit yalıyı, kız kardeşi Cemile Sultana verir. Onun ölümünden sonra ise, yalı V. Murat’ın kızı Fatma Sultana verilir.

Yalı: 1915 yılına kadar Osmanlı hanedanının mülkiyetinde kalır.

1918 yılında Rum okulu olur. 1920 yılında ise büyük bir yangın geçirir. 1922 yılından itibaren tütün deposu olarak kullanılır. 1952 yılında ise marangozhane, mobilya deposu ve kömür deposu olur. 1975 yılında sahipleri tarafından satışa çıkarılır. Ancak o sırada çıkan bir yangın sonucu yanar ve sadece dış duvarlardan oluşan bir harabe haline gelir.

Bahçesi konser ve davetler için kullanılan metruk bina: 1990’lı yıllarda bir özel şirket tarafından satın alınır, dış duvarları korunup içi mekana camdan duvarlar giydirilmiş, böylece kapalı mekan elde edilmiştir.

nazime-sultan-yalisi-1
İstanbul Kuruçeşme Nazime Sultan Yalısı

NAZİME SULTAN YALISI

Kıyıda bulunan ve bölgenin en güzel yapılarından olan yalı: Sultan Abdülaziz’in kızı Nazime Sultan adına yaptırılmıştır. Hemen yanında Naciye Sultan yalısı vardır.

Yapı: dönemin ünlü İtalyan sanatçısı Raimondo D’Aranco tarafından, 1903 yılında yapılmıştır. O zamanlar daha önce hiç görülmemiş art-nouvea mimari stil kullanılmıştır. Bu stil daha sonraları Bebek semtinde bulunan Mısır Konsolosluk binasında da kullanılmıştır. Yalı: denize paralel, uzun ve bol pencereli, önünde rıhtımı olan iki katlı bir yapıdır.

19 yüzyıl sonlarına doğru, Sultan sarayları için uygulanan planlar gereğince, birbirine eşit büyüklükte harem ve selamlıktan meydana gelmiştir. Yalının giriş bölümünün üst katı, at nalı kemerli bir cephe görünümüne sahiptir.

Bu görünümü ile, Boğaziçi’ndeki Sultan yalılarından ayrılmaktadır. Girişten sonra geniş merdivenlerle çıkılan salonlar; siyah ve beyaz salonlar olarak isimlendirilmiştir. Salonların çevresinde odalar sıralanmıştır.

Cephede çok sayıdaki pencereler özel konumdaki çerçeveler içerisine alınmış ve bunlar stilize bezemelerle süslenmiştir. Yalı: Çırağan Sarayı yanınca bir süre Meclis-i Mebusan olarak kullanılmıştır.

Hanedan yurt dışına sürgüne gönderildiğinde ise, tütün deposu olarak kullanılmış ve 1923 yılında yıktırılmıştır. Yalının arazisine, 1980 yılı öncesinde kömür deposu olarak kullanıldı.

Zonguldak’tan gelen kömür gemilerle rıhtıma yanaşır ve devasa kepçeli vinçler bu kömürleri Kuruçeşme kömür deposuna boşaltır, kömür karnesi olan İstanbullular, buradan kömürlerini alırlardı. Sonrasında bir dönem Kuruçeşme parkı ve arkasından günümüzde bir balık lokantasına ev sahipliği yapmaktadır.

ENVER PAŞA-NACİYE SULTAN YALISI

Yalı günümüze ulaşmamıştır. Yalı: Şah Sultana ait olup, daha sonra Enver Paşa’ya geçmiştir. Muhtemelen 18-19 yüzyıl arasında yapıldığı düşünülmektedir. Mülk sahiplerinden alınarak Osmanlı Sultanlarına verilen diğer yalılar gibi, bu yalı da Enver Paşa’dan alınmıştır. Yalıda, uzun zaman Hamdi Paşa oturmuştur.

Ölümünden sonra Sultan II. Abdülhamit tarafından yalı Sadrazam Ethem Paşa’ya verilmiştir. Ethem Paşa: Dahiliye Nazırı olduğu dönemde yabancı misafirlerini burada ağırlamıştır.

Günümüze ulaşmadığı için, fazla ayrıntıya girmeden konuyu burada kesiyorum. Çünkü Cumhuriyetin ilk yıllarında, Kuruçeşme’deki kömür depoları yıkılırken, bu yalı da yıktırılmıştır.

tezkireci-camisi-1
İstanbul Kuruçeşme Tezkireci Osman Efendi Camisi-Kuruçeşme Camisi

 

TEZKİRECİ OSMAN EFENDİ CAMİSİ-KURUÇEŞME CAMİSİ

Kuruçeşme-Arnavutköy yolu üstünde, cadde üzerindeki bu şirin yapı; Fatih Sultan Mehmet’in tezkirecibaşısı Osman Efendi tarafından yaptırılmış ve 17 yüzyılda yenilenmiştir.

Günümüzde ibadete açıktır. Mimarının kim olduğu bilinmemektedir.

Cami: Sultan I. Mahmut’un tezkirecisi Osman Efendi tarafından yaptırılmıştır. Osman Efendinin camiyi yaşatmak için oluşturduğu vakfa ait, caminin altındaki dükkanlar, zamanla Vakıflar Genel Müdürlüğüne geçmiştir.

Yapının içi: çift sıra halinde düzenlenen bol sayıda ve büyük boyutlardaki pencerelerden alınan ışıkla, oldukça ferah bir görünüm vermektedir. Kesme taştan yapılmış kürsü kısmı üzerinde yükselen, silindirik gövdeli minaresi, tek şerefelidir. Caminin arka kısmında kitabesiz bir çeşme vardır.

Eski İstanbul resimlerinde, bu cami ve çevresinin gayet güzel olduğu görülür. Caminin hemen sağındaki dar aralık sokak: İstanbul’un en dar sokağı olarak bilinir. Bu minik sokağın genişliği sadece 90 cm. dir.

koprulu-hemsiresi-1
İstanbul Kuruçeşme Köprülü Hemşiresi Çeşmesi

 

KÖPRÜLÜ HEMŞİRESİ ÇEŞMESİ

Kuruçeşme semtinin ismi, bu çeşmeden gelmektedir.

Osman Efendi Camisinin mihrap duvarının alt köşesinde zeminde ve caddeye bakan bölümde: yapıya bitişik ve sivri kemerli bir çeşme vardır. Yapılış tarihi olarak 1683 yılı belirlenmiştir.

Çeşme: küfeki taşı ile yapılmış, mermer ayna taşlıdır. Mermer yalağı ve Selçuk yıldızı ile servi motifleri işli mermer ayna taşı ilgi çeker. Çeşmenin yanında, harimin altına denk gelen bölümde dükkanlar bulunur.

Osman Efendi tarafından yapılan bu çeşmenin suyu kuruyunca: Sadrazam Köprülü Mehmet Paşanın kız kardeşi: 1683 yılında buraya yeniden su getirilmesini sağlamıştır. Bu yüzden çeşmeye “Köprülü Hemşiresi Çeşmesi” denir.

Ancak zamanla çeşme yine kurumuş ve halk tarafından “Kuru çeşme” olarak isimlendirilmiştir. Sonradan suyu akıtılmış olmasına rağmen, ismi değişmemiş ve “Kuru çeşme” olarak kalmıştır.

Çeşme 1983 yılında restore edilmiştir. Su deposuna çevre kanalizasyon suları karıştığı için, kaynak suyu ile ilişkisi kesilip şehir şebekesine bağlanmıştır.

KURUÇEŞME HAMAMI

Yakın zamana kadar orijinal haliyle kullanılan hamam: Bostancı Ocağının Hasdal Ağası Vakfından Bostancı Hamamıdır. Yol cephesinde, üç katlı ahşap soyunmalığı ile daha çok bir konutu andırır. Arka bahçesinde kubbeli yıkanma mahalleri, külhanı vardır. Bahçesi ağaçlıktır.

KASR-I SÜREYYA KÖŞKÜ

1726 yılında, Sultan III. Selim zamanında, Tırnakçı Yalısının arkasındaki yüksek bir tepe üstüne Kasr-ı Süreyya köşkü Damat İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yörenin yamaçlarında, Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın muhteşem konağı bulunmaktadır.

RUM ÜNİVERSİTESİ

19 yüzyıl başlarında, Kuru çeşmede bir Rum Üniversitesinin bulunduğu söylenmektedir. Rum Patrikhanesi bünyesindeki bu kuruluş: 1803-1820 yılları arasında, Fener semtindeki Rum öğrencilerin yaz aylarında eğitimlerini burada sürdürmeleri için yaptırılmıştır.

Üniversitenin kurucusu ise: Divan-ı Hümayun Dragomanı yani tercümanı Dimitrasko Morozbeyzade imiş. Sultan III. Selim’in fermanıyla “Millet-i Rum Talimgahı” adıyla açılmıştır.

Dil, Edebiyat, matematik ve tıp bölümleri vardı. Mora ayaklanması sırasında, 1820 yılında okul kapatılmıştır.

su-ada-0
İstanbul Kuruçeşme Su Ada-Galatasaray Adası
su-ada-1
İstanbul Kuruçeşme Su Ada-Galatasaray Adası

 

SU ADA-GALATASARAY ADASI

Kuruçeşme sahilinin tam karşısında, denizin ortasındadır. Tekneyle geçilen adanın sahile uzaklığı 165 metredir. Bu ada, Sultan II. Abdülhamit tarafından Baş mimar Sarkis Balyan’a hediye edilmiştir. Çünkü Sarkis Balyan: Esma Sultan Yalısı ve Çırağan Sarayında başarılı olmuştur.

Balyan’ın evi de bu adadaymış. Bu yüzden, bu adaya o zamanlar “Sarkis Bey Adası” deniyormuş. Sarkis Bey’in bahçe içindeki evini ve aynı zamanda adayı: kale benzeri duvarlar kuşatıyormuş.

Evi: iki katlıymış ve çalışmalarını burada yürütmüş. Sarkis Balyan, 1899 yılında ölene dek adada yaşamıştır. Ama bu yapı, ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır.

Varisleri I. Dünya Savaşından sonra Şirket-i Hayriye vapur işletmesine kiraya vermiştir. Uzun yıllar kömür deposu olarak kullanılmıştır. Ada 1957 yılında Galatasaray Spor Kulübü tarafından satın alınmıştır.  

Dünyaca ünlü ressam Ayvazovski: Dolmabahçe Sarayı için sipariş edilen resimleri burada çizmiştir. İstanbul’un en lezzetli istiridyeleri, bu adadaki kayalıklardan toplanmaktadır.

Ada, günümüzde Galatasaray Kulübü tarafından kullanılmaktadır. Gece kulübü ve restoran kompleksi vardır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.