Günümüzde Aksaray semtinin bulunduğu yerde, Bizans döneminde şehrin en önemli meydanlarından olan “Bovis Forum” meydanı bulunuyordu.
Günümüzdeki semt, Aksaray ismini: Fatih Sultan Mehmet’in Sadrazamı İshak Paşanın: 15’nci yüzyılda, İstanbul şehrinin nüfusunu arttırmak için, Anadolu’dan getirtip buraya yerleştirdiği Aksaraylılar’dan almıştır. Karamanoğlu Beyliği ortadan kaldırılınca, beylik halkının büyük bölümü, zorunlu göçe tabi tutularak buraya getirilmiştir.
İstanbul Aksaray
Günümüzde Aksaray
Aksaray Fatih ilçesine bağlıdır. Özellikle son dönemde bir İngiliz gazetesinin haberiyle gündeme gelen Aksaray: İstanbul’un tarihi yarımadasında tüm toplu taşıma araçlarının kesişim noktasında yer alır. Akşamları özellikle ara sokaklara girilmez. İSKİ binasından Yenikapı Marmaray istasyonuna kadar olan bölümde: genellikle Gürcüler, tinerciler, uyuşturucu bağımlıları ve fuhuş bulunur. Aksaray’ın Metro istasyonu bölgesinde ise Suriyeliler, artan hırsızlık ve Arapça tabelalar dikkati çeker.
İstanbul Aksaray Pertevniyal Lisesi
PERTEVNİYAL LİSESİ
Okul: Sultan II. Mahmut’un eşi ve Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Sultan tarafından, camiyle birlikte yaptırılmıştır. Valide Sultan: caminin yanına çeşme, kütüphane ve Sultan II. Mahmut adına bir okul yaptırır. Bu yüzden okulun ismi “Mahmudiye Mektebi” olarak anılır. 1883 yılında vefat eden Valide Sultan, okulun ihtiyaçlarının karşılanması için vakıf gelirleri bırakmıştır.
1872 yılında hizmete giren kagir okul binası: 2 katlı ve 8 odalıdır. Okul binasının alt katı sıbyan mektebi ve üst katı ise rüştiye olarak düzenlenmiştir.
1911 yılındaki yangında, okul binası tamamen yanar. 1930 yılında ise, mimar Sırrı Arif Bey tarafından, bugünkü binanın güney bölümündeki modern ve betonarme bina yapılır. Pertevniyal Lisesi adını alan bu okul, 1930 yılında eğitime başlar.
İstanbul Aksaray Pertevniyal Valide Sultan Camisi
PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN CAMİ
Aksaray meydanındadır. Günümüzde, cami trafik sorunlarından yoğun olarak etkilenmektedir.
Burası bir külliye olarak yaptırılmıştır. Külliyede: cami, çeşme, kütüphane ve Valide Sultan için yaptırılan türbe bulunur.
Cami: Sultan II. Mahmut’un eşi ve Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Sultan tarafından, 1871 yılında yaptırılmıştır. Caminin üzerine yapıldığı arsa: 19’ncu yüzyılın ikinci yarısında yanan Hacı Mustafa Ağa cami veya diğer adıyla Katip Caminin arsasıdır.
Caminin temel atma töreni zamanın devlet ileri gelenleri, din bilginleri ve hocalarının katıldığı büyük bir şölen gibi olmuş, Valide Sultan şöleni, meydanı görebilen bir evin penceresinden izlemiştir.
Caminin planları: Sarkis ve Agop Balyan kardeşlere aittir. Sarkis Balyan tasarımı ve çizimini Valide Sultan’ın “Ortaköy camii kadar olsun” şeklindeki emrine göre düzenlemiş, cami harimini Ortaköy camisinin harimi kadar yapmış, fakat avlusunu ondan daha geniş tutmuştur.
Caminin mimarı Sarkis Balyan olmakla birlikte, tasarıma Agop Balyan da katılmış, çizim işlerini Osep yapmıştır. Uygulama ve şantiye yönetimi için Bedros Kalfa ve duvarcı Ohannes ve dülger kolbaşısı Dimitri görevlendirilmiştir. Bazı kaynaklarda yapı mimarı olarak İtalyan Montani gösterilmişse de bu konuda herhangi bir delil sunulmamıştır.
Klasik cami üslubundan oldukça farklıdır. Ekliktik tarzdaki yapının, özellikle ön cephesindeki süslemeler dikkati çeker. Bunlar gotik motiflerdir. Avrupa’da ortaya çıkmış ve genelde Katedrallerde en belirgin özellikleri görülen gotik motiflerin bu camide görülmesi ilgi çekmektedir.
Yapı: küçük olmasına rağmen, yüksek kubbesi, tek şerefeli iki geniş minaresi, geniş iç mekanı ile dikkat çeker. Ana mekan: 10 x 10 metrelik, kare alt yapıya oturan, onaltıgen kasnaklı bir kubbeyle örtülüdür.
Caminin tek şerefeli iki minaresi, Dolmabahçe camisinin minarelerinden daha geniş tutulmuştur. İç mekan bakımından da Dolmabahçe camisinden daha geniştir. İç mekanda baştan sona kadar: altın yaldızla parlatılan, mavi rengin egemen olduğu kalem işi süslemeler bulunur.
Caminin 3 kapısı vardır. Kuzeydeki kapı oldukça sadedir. Doğudaki kapının iki yanı, oval biçimde düzenlenmiş olup nişlerle hareketlendirilmiştir. Basık kemerli kapı açıklığının üzerinde, 3 satır halinde 6 beyitlik bir kitabe ve üstünde tuğra bulunur. Batıdaki avlunun kapısı yani Aksaray tarafındaki kapı, abidevi olarak tasarlanmıştır. Mermer kabartmalı ve bitkisel süslemeli olarak tasarlanan alınlığın ortasında Sultan Abdülaziz’in tuğrası yerleştirilmiştir.
Bir kaide üzerine oturan, alttan 1 metre yüksekliğe kadar kabartma motiflerle işlenmiş, iyon tarzına benzer başlıklara sahip, ikiz sütunlarla taşınan, sivri kemerlerin konturları ince bir kuşakla çevrelenmiştir. Sonuç olarak: bu kapı, Osmanlı taş oymacılık sanatının nadir örneklerinden birisidir ve İstanbul’daki camilerde pek alışık olunmayan bir güzelliktedir. Arşiv belgelerinde yer almamasına rağmen, bazı araştırmacılar bu kapının mimar Giorgio Cociffi’ye ait olabileceğini ileri sürerler.
Caminin içi: gözü yoracak derecede yoğun kalem işleriyle süslenmiştir. Mavinin hakim olduğu mekanda, bitkisel süslemelerin yanı sıra yıldız düzenlemeleri de görülür. Pandiflerde büyük büyük yıldız, kubbe merkezlerinde ise çevresi grift süslemeli yazı madalyonları vardır. Bu ağır süslemelerin arasında, bütün duvarları boydan boya dolaşan çift sıra mukarnaslı mermer süsleme şeridinin üzerinde bir kitabe kuşağı mevcuttur.
İstanbul Aksaray Pertevniyal Valide Sultan Türbesi
Türbe
Aslında caminin kıble tarafında olması gereken, ancak avlunun kuzeybatı köşesinde bulunan Valide Sultanın türbesinde: kendisiyle birlikte torunu Yusuf İzzeddin Efendinin oğlu Mehmet Saadettin Efendi gömülüdür. İlk olarak 1926-1929 yılları arasında, tramvay yolunun genişletilmesi için sökülen türbe: Prost projesiyle daha da geri çekilmek üzere, 1958 yılında yıktırılmıştır. Vatan ve Millet caddelerinin açılmasından sonra Aksaray meydanının yeniden düzenlenmesi sırasında, 1968-1969 yılları arasında, türbe bugünkü yerine monte edilmiştir.
Mermer şövesi ve dört adet penceresiyle son derece sade bir giriş cephesi vardır. Kapısının üzerinde celi sülüsle ayet yazılıdır. Türbenin, yan sokağa bakan cephesi çok daha gösterişlidir ve tamamen mermer işçiliği görülür. 1958 yılında türbe yıktırıldığında Valide Sultanın naaşı: bir süre Topkapı Sarayında muhafaza edildikten sonra II. Mahmut türbesine padişahın sandukasının altına gömülmüş ve ardından tekrar burada yapılan türbesine nakledilmiştir.
İstanbul Aksaray Pertevniyal Valide Sultan Sebili
1956-1959 yılları arasında, Aksaray Meydanı düzenlemesinde: sebil ve camiye ait diğer bazı unsurlar kaldırılmış veya yerleri değiştirilmiştir. Yerleri değiştirilen eserler: türbe, muvakkithane ve sebildir. 1974 yılında üst geçit ve yer altı çarşısının yapılmasıyla, cami ve sebil yol kotunun altında kalmıştır.
Cami: 2010 yılında restore edilmiştir.
PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN KÜTÜPHANESİ
Caminin yanına, 1871 yılında bir kütüphane yaptırılmıştır. Cami girişinin sağ yanında bulunan kütüphane 1872 tarihli vakfiyesi ile 828 cilt kitap vakfetmiştir.
20’nci yüzyılın başlarında, birçok vakıf kütüphanesi, Yavuz Selim’deki kütüphaneye nakledilmiş, ancak Pertevniyal Valide Sultan Kütüphanesi yerinde bırakılmıştır. 1945 yılına kadar buradaki faaliyetini sürdüren kütüphane, bu tarihte Süleymaniye Kütüphanesine nakledilmiş, yeri de aradaki duvar kaldırılarak camiye katılmıştır. Halen Pertevniyal Valide Sultan Kütüphanesinin koleksiyonunda 329 yazma ve 557 basma kitap bulunmaktadır.
Belgrad Ormanı: Çatalca yarımadasının en doğu ucundadır. Doğusunda İstanbul Boğazı ve Kuzeyinde Karadeniz vardır. Şehir merkezine yakınlığı değerlendirildiğinde: Taksim merkeze 20 km, Büyükdere’ye 6 km ve Çayırbaşı’na 5 km uzaklıktadır. Buraya gitmek istediğinizde: Taksim-Sarıyer-Kilyos hattını takip etmelisiniz. Şehir merkezinden buraya en çabuk ulaşım: Çayırbaşı-Bahçeköy istikametinden sağlanır. Ayrıca, ikinci bir seçenek: Alibeyköy-Kemerburgaz-Terkos hattıdır.
İstanbul Belgrad Ormanı
İstanbul Belgrad Ormanı
İstanbul Belgrad Ormanı
GİRİŞ ÜCRETİ
Araç girişi: hafta sonu 11 TL, hafta içi 5 TL. dir. Yaya veya bisikletle gelindiğinde giriş ücreti alınmıyor. Evet Belgrad ormanlarına giriş ücretli, ancak burayı ziyaret ettiğinizde göreceğiniz gibi: bu alınan ücretin karşılığında hiçbir sosyal hizmet verilmiyor. Emniyet ve sağlık ekiplerinin bulunmaması ve özellikle otopark sorununa acil önlem alınması başlıca sıkıntılardandır. Oturacak masaların birçoğunun zamanla kırık olması, çöplerin çevreye atılması, çeşmelerin çevresinin çamur dolu olması ve en kötüsü bunları takip edecek bir görevli ekibinin bulunmaması, buraya akın akın gelen insanların birçok sıkıntı yaşamasına sebep olmaktadır. Bu yüzden: burayı mümkünse hafta içi ziyaret edin, yoksa hafta sonu büyük bir kalabalık ve aksaklıklarla yüz yüze gelmeyi kabul etmelisiniz.
ÖNEMİ VE TARİHİ GEÇMİŞİ
Trakya’da Istıranca dağlarından başlayıp Karadeniz’e kadar uzanan Belgrad Ormanları, geçtiğimiz yüzyılda bugünkünden çok daha büyüktür. Çünkü denizden çok yüksek olmamasına rağmen, yoğun yağış alan bir bölgedir. Orta Avrupa ve Akdeniz iklimleri arasında bir geçiş yeridir.
Ormanın içinde bulunan; geçmişi Romalılar dönemine kadar uzanan su kemerleri ve su bentleri ise o zamanki su dağıtım sistemini açıklamaktadır.
Orman ismini: bir zamanlar burada bulunan Belgrad köyünden almıştır.
Köyün ismi ise: Kanuni Sultan Süleyman’ın 1521 yılında Belgrad’ı (günümüzdeki Sırbistan’ın başkenti) aldıktan sonra buraya getirttiği ve şehrin su dağıtım sisteminin sorumluluğunu verdiği göçmenlerden gelmiştir.
18’nci yüzyılda bazı yabancı Büyükelçilikler, yazlıklarını bu köy civarında yaptırmışlardır.
Lady Mary Wortley Montagu, diplomat eşiyle birlikte 1717 yılında birkaç gününü burada geçirmiş ve bu ziyaret “Türk Sefareti Mektupları” isimli kitabında yazılmıştır.
19’ncu yüzyılda yazlıklar Tarabya ve Büyükdere kıyılarına taşınınca, Belgrad köyü, yavaş yavaş küçülmeye başlamıştır.
1826 yılında ormanda saklanan yeniçerilerden kurtulmak için yeni ve modern ordusuna, ormanı yakma emri veren Sultan II. Mahmut: köye son darbeyi böylelikle vurmuştur.
1898 yılında geriye kalan birkaç kişinin de başka yere taşınmasıyla, burada bir zamanlar bir köy olduğuna dair neredeyse bir emare kalmamıştır.
İstanbul’un akciğerleri bir zamanlar şehir dışındayken günümüzde neredeyse şehrin göbeğine gelmiştir.
Belgrad: tarih boyunca sadece mesire yeri olmakla kalmamış ve şehrin su ihtiyacını karşılamıştır.
Günümüzde: kayın, meşe, akkavak, çam, çınar ve kayın ağaçlarıyla dolu orman, piknik için gelinecek en popüler yerlerden birisidir. Burada göl manzaralı, 6.5 kilometre parkurda yürüyüş ve koşu yapmak mümkündür. Yol boyunca spor aletleri de bulunuyor.
KIRKÇEŞME SU DAĞITIM YERİ
Mimar Sinan genellikle camilerle tanınır. Ancak 1554-1563 yılları arasında Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle birçok su kemeri de yapmıştır. Zamanın bu büyük su tesisi ve Sinan’ın en muazzam eserlerinden olan bu kemerler, hassas eğimleriyle “Tarihi Yarımada” ya su taşımıştır. Sistem: 4 su bendi ve 33 su kemeri vasıtasıyla suyu kara surlarındaki Eğrikapı’nın hemen dışına kadar getirmiştir.
Kırkçeşme sistemi iki kola ayrılıyor, bir kol Ayvad Bendi’nden, diğeri ise Büyük Bend’den geliyor ve Galata Kulesi yüksekliğinden derinliği olduğu söylenen bir taş sarnıçta, Başhavuz’da birleşiyor. Aynı dönemde Süleymaniye ve Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan külliyeleri inşaatlarıyla da uğraştığı düşünülürse, mimarbaşının zekasının yanı sıra çalışkanlığı ve azmi de şaşırtıcıdır.
Kırkçeşme sisteminin günümüze ulaşan en muhteşem yapısı: iki katlı Mağlova Kemeri ya da diğer adıyla “Muallakemer”e ulaşmak ne yazık ki çok da kolay değildir.
Yolu olmayan, ormanın derinliklerindeki kemer Alibey Deresi’ni ikiye bölüyor.
Mağlova kemeri dünyada kendi türündeki eserler arasında bir başyapıttır. Sadece bu eseri bile Sinan’ın bir dahi olduğunu kanıtlamaya yetiyor. Mağlova’nın merkezdeki dört kemeri, dünyadaki en geniş kemerler olarak biliniyor. Kemer açıklıklarının farklı boyutlarda olmasının nedeni, yapının yüzyıllarca su baskınları ve depremlere dayanmasını sağlamak içindir.
Alibey Deresi üzerinde 165 metre uzunluğundaki iki katlı Güzelce Kemeri’ni de 1563-1564 yılları arasında Mimar Sinan yapmış, ancak burada tabandan yukarı çıktıkça daralan farklı bir t arz uygulamıştır.
Bahçeköy’den Kemerburgaz’a direkt olarak gelirseniz: 12’nci yüzyılda İmparator I. Andronicos Kommenos tarafından yaptırılan ve daha sonra Sinan tarafından onarılan 102 metre uzunluğundaki Paşa Kemer’den geçersiniz.
Yolun sonunda, sağa döndüğünüzde yol sizi 711 metre uzunluğunda iki katlı heybetli Uzunkemer’e götürür.
Kemer 2009 yılında restore edilmiştir.
Eğer sağ yerine sola, yani Kemerburgaz’a doğru dönerseniz, Romalılar döneminde yapılmış ama 1564 yılında Sinan tarafından yeniden inşa edilmiş 342 metre uzunluğundaki Eğrikemer’e varırsınız.
Kemer: biri üç katlı ve 216 metre uzunluğunda, diğeri ise sadece tek katlı ve 126 metre uzunluğundaki iki kolundan ötürü bu adı almıştır.
Kırkçeşme sisteminin dört büyük su bendi vardır. 1620 yılında Sultan II. Osman tarafından yaptırılan Karanlık Bent; Topuz Bendi veya Kömürcü Bendi olarak da bilinir.
Büyük Bent: 1724 yılında Sultan III. Ahmet, Ayvad Bendi 1765 yılında Sultan III. Mustafa ve Kirazlı Bent: 1818 yılında Sultan II. Mahmut tarafından yaptırılmıştır.
Tüm bu yapılar, bir mühendislik projesinin sanatsal yönü olabileceğini göstermesi bakımından da ayrı bir önem taşır.
Nitekim birçok 18’nci yüzyıl resmi, bentlerde doğanın keyfini süren, nargile içip müzik dinleyen insanları tasvir etmektedir.
TAKSİM SU DAĞITIM SİSTEMİ
Ormanın içindeki su sisteminin ikinci kolu, suyu şehrin bugünkü merkezine götürür ve Taksim Meydanın’da biter. Bu sistem: 1731 ve 1839 yılları arasında Pera’nın artan nüfusuna hizmet etmek için yapılmıştır. Sistemden günümüze ulaşmış en ünlü su kemeri Sultan I. Mahmut tarafından 1732 yılında yaptırılmış, 490 metre uzunluğundaki I. Mahmut Kemeri: günümüzde Bahçeköy girişinde durmaktadır. Üstüne çıkmanıza izin verilmiyor ama teorik olarak en tepesinden Boğaz’ın Karadeniz’e açılan yeri görülüyor. Geçmişte inşa edilen ve suyu tutmaya yarayan, üç bent 88 metre uzunluğundaki Topuzlu Bendi, Sultan III. Selim’in annesi Mihrişah Sultanın 1796 yılında yaptırdığı Valide Bendi ve 1839 yılında yaptırılan II. Mahmut Bendi (Yeni Bent olarak da tanınır) günümüzde ayaktadır.
ATATÜRK ARBORETUMU
Burası ile ilgili tanıtım yazısı, yine bu sitede, bu isim altında ayrı bir başlıkla açıklanmıştır.
İstanbul Belgrad Ormanı Mesire Yerleri
MESİRE YERLERİ
Ormanın geneline yayılmış 11 mesire yeri vardır. Ayrıca piknik alanlarına yakın yerlerde, sayısı az da olsa kır bahçesi ve lokantalar bulunuyor.
İstanbul Belgrad Ormanı Ayvat Bendi Mesire Yeri
İstanbul Belgrad Ormanı Ayvat Bendi Mesire Yeri
Ayvat Bendi Mesire Yeri
Alanı 50 hektardır. Kağıthane deresinin kollarından biri olan Ayvad Deresi üstünde kurulmuştur. Tarihi Bent: 1765 yılında Sultan III. Mustafa tarafından yaptırılmış olup, yerden yüksekliği 13.45 metredir. Uzunluğu ise, düz hat olarak 63 metredir. Burada: Belgrad Ormanlarındaki en güzel manzara izlenir. Giriş yerindeki düzlükler: piknik ve dinlenme için uygundur.
İstanbul Belgrad Ormanı Bentler Mesire Yeri
Bentler Mesire Yeri
Alanı 16.3 hektardır. Belgrad ormanlarındaki en güzel mesire yeridir. Burada Osmanlı döneminde inşa edilen 3 su bendi bulunur. Piknik alanında büfe bulunmaktadır. Yürüyüş parkuru ve bisiklet yolu, ormanın derinliklerine kadar uzanmaktadır. Bahar ayında yeşil örtü, yaz aylarında serinlik, sonbaharda ise sarıdan kırmızıya dönen renkler ve kışın bembeyaz bir ortam ziyaretçileri beklemektedir.
İstanbul Belgrad Ormanı Binbaşı Çeşmesi Mesire Yeri
Binbaşı Çeşmesi Mesire Yeri
Kemerburgaz ya da Belgrad Ormanları içinden rahatlıkla ulaşılır. Burası zengin bir ağaç ve bitki örtüsüne sahip piknik yeridir. Yürüyüş parkuru ve oturma yerleri vardır. Burası hakkında anlatılan bir efsaneden söz etmek istiyorum. Osmanlının son dönemlerinde, savaşlarda, bir bölük asker bölgeye yani buralara sığınmak zorunda kalırlar. Açlık ve susuzluk giderek artar. Asker huzursuzdur ancak kamp yerinden ayrılmak da mümkün olmaz. Bunun üzerine, günlerce çare arayan bölük komutanı binbaşı, geceden sabaha kadar açtığı kuyudan su çıkarmayı başarır ve bölgeye de adını verir. Mesire yerinin girişinde bir kafe bulunuyor.
Irmak Mesire Yeri
Alanı 10 hektardır. Burası küçük bir ırmak boyunca yükselen, anıt değerindeki ağaçların rengini ve havasını verdiği önemli bir dinlenme sahasıdır. Hemen girişteki düzlükte tahta masalar, piknikçiler için idealdir. Suyunun berraklığı ve çevresinin temizliği dikkat çeker. Neşet Suyundan başlayan koşu parkuru, bu mesire yerinden de geçer. Ayrıca patika yollarla ormanın derinliklerine ulaşmak mümkündür. Özellikle burası hafta sonlarında aşırı kalabalık olmaktadır.
İstanbul Belgrad Ormanı Kirazlıbent Mesire Yeri
Kirazlıbent Mesire Yeri
Alanı 19.14 hektardır. Yüksek ağaçları, ince patika yolları ve tarihi Kirazlıbent ile mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisidir. Piknik alanlarının üst kısmı benttir ve mimarisiyle büyüleyicidir. Sultan II. Mahmut’un 1818 yılında Kirazlı Deresi üzerine yaptırdığı bu güzel bendin yerden yüksekliği 11.25 metredir. Tepe uzunluğu ise 59 metredir. Ağaçlarla örtülü düz sahası piknik için uygundur.
Kömürcübent Mesire Yeri
Alanı 2.9 hektardır. Burada bulunan Karanlıkbent: Sultan II. Osman tarafından 1620 yılında Kağıthane deresiyle buluşan Topuz Deresi üzerine inşa edilmiştir. Küçük su havzası, aynı zamanda birçok canlıya ev sahipliği yapmaktadır. Hemen bitişiğinde bulunan geyik üretme sahasında, geyikleri izleyebilirsiniz. Burada 66 geyik bulunduğu söyleniyor. Arazi biraz engebeli olmakla birlikte, göğe uzanan ağaçlarıyla farklı bir güzelliği sahiptir. Piknik ve oturma sahaları oldukça bakımlıdır.
İstanbul Belgrad Ormanı Kurtkemeri Mesire Yeri
Kurtkemeri Mesire Yeri
Belgrad ormanlarının devamıdır. Suyunun bolluğu, ağaçlarla çevrili geniş alan ve çok sayıda piknik bölümüyle ilgi çekmektedir. Eyüp, Kağıthane, Kemerburgaz ve Göktürk sakinleri ve yöresel derneklerin etkinlik programları, burada düzenlenmektedir. Mesire alanının bütün bölümlerine ulaşan patika yol, koşu ve yürüyüş imkanı verir. Ortasından asfalt yol geçer.
Neşit suyu Mesire yeri
Alanı 67.3 hektardır. Neşet Suyu, ismini öğretmen Neşet Bey’den almıştır. Neşet Bey: 1881 tarihinde Resne’de doğmuş ve 1929 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. Orman Mektebi müdürlüğüne kadar yükselmiştir. Ağaca ve ormana emsalsiz bir aşkla bağlı, idealist biriydi ve bu mevzudaki üstün çabaları nedeniyle, arkadaşları ve öğrencilerinin sevgisini kazanmıştır. Orman Genel Müdürlüğü: 21.09.1953 tarihinde üzerinde bu yazıt bulunan bir çeşme yaptırmıştır.
Evet, bu mesire yeri, adını Neşet Bey’den almıştır. Serin suyun çevresinde kurulan önemli konumuyla, yılın dört mevsimi, haftanın 7 günü, tabiat severlerin akınına uğrar. Güzel suyunun yanı sıra, Büyükbent çevresinde ring yapan 8 kilometrelik koşu parkuru, uygun piknik alanları, kafeteryası ve otoparkı vardır. Spor kulüplerinin kros ve nefes açma çalışmaları için da tercih ettikleri yerdir. Buraya ulaşmak için: Levent-Maslak-Bahçeköy ya da Kemerburgaz istikametinden Belgrad ormanları tabelaları takip edilmelidir.
1980’li yıllarda su sıkıntısı olduğunda, İstanbullular bu çeşmenin önünde uzun su kuyrukları oluşturmuştur. Neşet Suyunun hemen girişinde, bir de köy pazarı kuruluyor. Burada Kilyos köylüleri ürünleri sebze ve meyveleri satıyorlar.
Ortaköy: Boğaziçi’nin Avrupa yakasında, Beşiktaş ilçesine bağlı bir semttir. Sahile açılan vadi boyunca, yamaçlara kurulmuştur. Ortaköy’ün antik çağlardaki adı “Arkheion” dur.
Bizans döneminde burada; Bizans imparatoru Basileios tarafından yaptırılmış; “Aya Fokas” denen bir kilise varmış ve yörenin ismi: 16 yüzyıla kadar bu azizin adıyla anılmıştır. Burada, günümüzdeki modern Rum kilisesi de aynı isimle anılmaktadır. Ancak Bizans döneminde yapıldığı belirtilen Aya Fokas manastırı bulunamamıştır. Zaten semtin büyük bölümünü de bu manastır kaplamaktadır.
Buradaki balıkçı köyü, bazı kaynaklarda “Klidon” ismiyle de geçmiştir. Bu köyde: birçok manastır bulunduğundan söz edilmektedir. Bunlardan en dikkat çekeni: Arsaberu Manastırıdır. 9 yüzyılda Ermeni asıllı Ortodoks Patriği İoannes Grammatikos’un muhteşem sarayı olarak kullanılan yapı: (bu saray nedeniyle semtin ismi bir süre “Arsebera” diye de anılmıştır) gizli ayinler ve ahlaka aykırı eğlenceler yapıldığının duyulması üzerine, Bizans imparatoru Basileios tarafından satın alınmış ve 150 rahiplik bir manastır haline getirilmiştir. Bu manastırın varlığı, Bizans’ın son yıllarına kadar devam etmiştir.
Türklerin Ortaköy’e yerleşmesi Kanuni Sultan Süleyman dönemindedir. Sultan III. Ahmet döneminde, Başdefterdar İbrahim Paşa: Klidyon burnuna bir yalı ve yanına da Kethüdası Mehmet Ağa bir cami yaptırır. Bundan sonra burnun adı “Defterdarburnu” olarak anılır ve uzun süre bu isimle anılır.
Evliya Çelebi anılarında 17’nci yüzyılda birlikte yaşayan Yahudi, Rum ve Müslüman topluluklardan söz etmektedir. Ünlü Seyyahın söylediğine göre: Ortaköy, meyhaneleriyle o dönemlerde eğlencenin merkeziymiş. Kıyıda yaptırılan yalılar: Sultan Abdülaziz döneminde, 1871 yılında Çırağan Sarayının yaptırılması sırasında yıktırılmıştır.
İstanbul Ortaköy
Günümüzde: Ortaköy, Boğaziçi köprüsünün Avrupa ayağındaki konumuyla ve gerek semtin sembolü olan camisi ve gerekse kilise ve sinagog yapılarıyla önem kazanmaktadır. Ayrıca: semtin güzel çarşısı ve canlı atmosferi ve eğlence mekanları: burayı İstanbul şehrinin gözde semtlerinden biri haline getirmiştir.
Burada: gözde gece mekanları, güzel kafe ve restoranlar ile barlar bulunur. İskele meydanı ve kumpir dükkanları, insanları buraya çeker. Ancak, gece hayatının ortasında olduğundan özellikle yaz akşamları ünlü gece kulüplerinin önündeki Boğaz yolunda dayanılmaz sıkışık trafiği ile dikkat çeker.
İstanbul Ortaköy
Ama Ortaköy yöresine giderseniz: özellikle Ortaköy Çarşısını gezmelisiniz. Burada: çeşitli objeler ve el sanatları, ikinci el eşyalar, takılar, şapkalar, posterler ve kitaplar gibi birçok şeyi bulup satın almak mümkündür. Ayrıca: elbette Ortaköy denildiğinde ilk akla gelen kumpirdir. Lezzetli kumpirlerden tatmayı unutmayınız.
İstanbul Ortaköy Damat İbrahim Paşa Çeşmesi
DAMAT İBRAHİM PAŞA ÇEŞMESİ
Meydanda, ahşap evlerle aynı kaderi paylaşıp kalabalığın arasında kaybolan bir de çeşme vardır. Çeşme Sultan III. Ahmet’in damadı ve sadrazam Damat İbrahim Paşa tarafından 1723 yılında yaptırılmıştır. Lale devrinin meşhur sadrazamı, Damat İbrahim Paşa 1730 yılında çıkan Patrona Halil isyanı sırasında öldürülmüştür.
Büyük bir haznenin önünde, denize bakan dar cephesinin tamamı mermer kaplı olan bu çeşmenin cephesi oldukça gösterişlidir. Dikey olarak dikdörtgen formundadır. Ortada kalan ana bölüm: lüle, ayna taşı, kitabe ve tekne ile testi koyma setlerinden meydana gelmiştir.
Bunun iki yanındaki dar bölümlerde ise, suluklar bulunur. İki servi ve bir rozetle bezenmiş olan ayna taşının içinde bulunduğu niş, istiridye kabuğu şeklinde taçlanmıştır. Bunun üzerinde kitabe panosu vardır. Sahilde, ahşap temeller üzerine oturtulan çeşme, zamanla dolgu ve zemin oturması nedeniyle çöker ve toprak seviyesinin altında kalır. Üzerindeki kitabe “Şakir Ahmet Paşa” ya ait, beş kıtalık bir manzumedir.
1990’lı yıllarda yapılan Ortaköy meydanı düzenlemesinde çeşme bulunduğu yerden kaldırılarak, caminin karşısına taşınmış, toprak altında kalan su teknesi ve musluk çevresindeki selvi motifli taşı da, çeşmeye yerleştirilmiştir.
İstanbul Ortaköy Büyük Mecidiye Camisi-Ortaköy Camisi
İstanbul Ortaköy Büyük Mecidiye Camisi-Ortaköy Camisi
BÜYÜK MECİDİYE CAMİSİ-ORTAKÖY CAMİSİ
Burada bu cami yapılmadan önce, Vezir İbrahim Paşanın damadı olan Mahmut Paşa tarafından kendi adına yaptırılmış bir mescit bulunuyormuş. Patrona Halil isyanında ölen Mahmut Paşanın damadı: Kethüda Mehmet Ağa: kayın pederine ait bu yıkılan camiyi 1740 yılında yeniletmiştir. Bu cami: 1810 yılındaki kayıtlarda “Mehmet Kethüda Camisi” olarak geçmektedir.
Günümüzde halk arasında “Ortaköy camisi” olarak tanınan yapı: Mehmet Kethüda Camisi yani Defterdar Camisi yıkılarak onun yerine Sultan Abdülmecit tarafından, 1854-1855 yılları arasında yaptırılmıştır. Caminin mimarı: Dolmabahçe sarayı ve camisini de yapan Nikogos Balyan’dır.
Zaten, Dolmabahçe camisiyle bu cami, dikkat çekici benzerlik gösterir. Burada bir husustan daha söz etmek gerekir: Şöyle ki 1858 yılı Osmanlı imparatorluğunun çöküş yıllarıdır ve bu cami, Osmanlının bir dünya imparatorluğunu ispat etmek için yaptırılmıştır. Caminin mimarı hakkında bir not: yapılan son arşiv araştırmalarında, mimarın Balyan olduğunu doğrulayacak hiçbir kayda rastlanmadığı, buna karşılık inşaat sürecinde önce Artin kalfa, ardından da Hacı Stefan kalfanın görev yaptığı tespit edilmiştir.
Denize doğru bir rıhtım üstünde bulunan cami: dünün ve günümüzün en gözde Osmanlı mirası olarak bir prenses kadar güzel bir yalı camisidir.
Boğaziçi manzarasına hakim bir konuma yerleştirilen cami: barok üslupla yapılmıştır.
Giriş kapısının üstünde “Abdülmecit” in tuğrası görülür.
Taş oymacılık sanatının inanılmaz incelikteki örneklerini taşır. Sütunların arasında görülen ve bulutların tasvir edildiği freskler: Boğazın görüntüsüyle uyum içindedir.
Padişahın kayığı ile yanaşıp, doğrudan içeriye girmesine imkan sağlamak için, binanın arkasına iki katlı hünkar kasrı denen özel bir bölüm yapılmıştır. Rıhtıma açılan düzenleme, sultanın deniz yolunu kullandığını göstermektedir.
Büyük kubbe kemerlerinin alınlık tabakalarının dalgalı duvarlarında: gerçekten barok bir enerji ve hareketlilik göze çarpar. Kubbenin duvarları pembe mozaikten yapılmıştır. Caminin içini süsleyen “çeharyarı güzin” levhaları ve minberin üstündeki “kelime-i tevhid” bizzat Sultan Abdülmecit tarafından yazılmış ve onun imzasını taşımaktadır. Mihrap mozaik ve mermerden, minber ise somaki kaplı mermerden yapılmıştır ve ince bir işçilik ürünüdür.
Bütün 19 yüzyıl selatin camilerinde görüldüğü gibi, bu camide de 2 iç mekan vardır. Bunlardan biri asıl ibadet yeri olan harim, diğeri ise girişteki kapalı bir mekan olan hünkar mahfilidir. Çünkü Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz, zaman zaman Cuma namazlarını bu camide kılarlarmış.
Dört yandaki kasnak kemerler üzerinde bulunan geniş ve yüksek taş pencerelerden: içeriye, Boğaziçi’nden gelen ve günün farklı saatlerine göre değişen ışıklar girerek haremde bir renk cümbüşü yaratılır.
Minareler: caminin tüm tasarım anlayışını destekler şekilde yapılmıştır. Hünkar kasrının içine yerleştirilmiş tek şerefeli minarelere, caminin ana girişinden ulaşılır. Günümüzde görülen minareler 1909 yılındaki onarım sırasında yapılmıştır.
Özgün halinde, yivli gövdeli olan minareler, 1894 yılındaki depremde yıkılmıştır. Yerlerine yivsiz olarak yeniden inşa edilmiştir. Şerefelerin başlıca motifleri konsollar, iyon yaprak dizili profiller ve akantus yapraklarıdır. Dalgalı bir tasarım, barok havayı yansıtmaktadır.
Minareler: caminin iki minaresi birer şerefelidir ve inceliği ve zarif oyma taş dokusundaki kıvrak desenleri göz kamaştırıcı güzelliktedir. Minareler kuzey cephesinde, hünkar dairesinden yükselir.
Eskiden burada Ortaköy deresinin yatağı bulunduğundan: caminin zemininde sürekli kaymalar olduğu tespit edilir. Bunun üstüne, cami 1960’lı yılların başında restorasyona tabi tutulmuştur. Bu restorasyonda: temelin 20 metre kadar altına inilmiş ve 60 kazık çakılmış, 80 ton beton enjekte edilerek zemin takviyesi yapılmıştır. Kubbesine de beton kabuk yapılmıştır.
Cami, bu kapsamlı restorasyonun ardından 1984 yılında yangın geçirmiş ve hasar görmüştür. Bunun üzerine, son olarak 2011-2014 yılları arasında süren restorasyona alınmıştır. Bu restorasyonda: çok yoğun olan neme karşı da özel önlem alındı. Daha önce yapılan içeriğinde çimento bulunan beton sıva gibi restorasyon hataları da ortadan kaldırıldı. Restorasyonda: eserin orijinaline uygun olarak Horasan tekniği kullanıldı.
Ortaköy camisi, İstanbul’un önemli ve değerli bir mimari eseri olarak, boğaz manzarasının ana ögelerinden birisi konumundadır. Batılı ressam ve fotoğrafçıların sevdikleri konulardan birisi olan yapı: padişahlık döneminde, Cuma selamlığında rıhtıma yanaşmış saltanat kayığı ve tören kıtaları ile resimleri çekilmiş, sonraları da yanına yanaşmış yelkenliler ve Karadeniz takaları ile görünen birçok resmi mevcuttur.
Bu camiyle ilgili son bir nottan söz etmek istiyorum: Klasik Osmanlı mimarisiyle birlikte barok tarzının ve bezeme sanatının özelliklerini taşıyan bu caminin bir benzerinin, Türkiye Diyanet Vakfı öncülüğünde Küba’nın başkenti Havana şehrinde yapılması için çalışmalar yapılmaktadır. Yaklaşık 3500 Müslümanın yaşadığı ülkede, barok mimari eserleri ağırlıktadır ve zaten bu yüzden, bu caminin benzerinin yapılması planlanmaktadır.
HACI MAHMUT CAMİSİ
Dereboyu caddesi üzerinde, mahallenin iç kesimlerindedir. Ortaköy yöresinde Müslüman nüfusun hızla artması nedeniyle, bölgede ikinci bir camiye ihtiyaç duyulmuş ve 1985 yılında Hacı Mahmut Camisi yapılmıştır.
İstanbul Ortaköy Türk Hamamı-Hüsrev Kethüda Hamamı
TÜRK HAMAMI-HÜSREV KETHÜDA HAMAMI
Ortaköy meydanının arkasında: Dereboyu caddesi ve Muallim Naci caddesinin kesiştiği yerdedir. 16 yüzyılın Kanuni Sultan Süleyman döneminin ünlü Sadrazamı Kara Ahmet Paşanın kahyası: Kethüda Hüsrev Paşa tarafından, 1570 yılında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Türklerin Ortaköy’e yerleşmesinden sonra inşa edilen ilk eser olarak önem kazanmaktadır. Öte yandan, hamam yapısının Ortaköy’deki en eski yapı olduğu iddia edilmektedir.
Orta ölçekli, iki kubbeli bir çifte hamamdır. Klasik hamam düzeninden farklı olarak: tek bir sıcaklık yerine, kubbeli dört oda kullanılmıştır. Alışık formdaki camekandan geçilerek soğukluğun merkezine ulaşılır. Burası: her biri beşik tonozlarla örtülmüş, farklı büyüklükteki iki bölümden oluşur.
Bir uçta lavabolar, diğerinde usturalıklar vardır. Hararet kısmı: alışıldık büyük kubbeli haç formu yerine: her biri aynı büyüklükte, kubbeli dört alandan oluşur. Bu alanların, ilk ikisi, geniş bir kemerle birbirine bağlıdır. Ortada: Bektaşi yerine duvar tarafında mermer basamak vardır. Burada kurnalar bulunur.
Bu tür düzenleme: daha eski ve daha küçük hamamlarda görülür. Ancak, buradaki alan, bu tür bir düzenlemeyi gerektirmeyecek kadar geniştir. Hamam: kadınlar ve erkekler kısmı birbirinin aynı olan çifte hamam tarzındadır.
Yapı 1990 yılına kadar hamam olarak kullanılmıştır. Sonra restorasyona alınmış ve 2001 yılında restorasyon bitirildikten sonra ise restoran ve gece kulübü olarak hizmet vermeye başlayan bina günümüzde kapalı durmaktadır.
İstanbul Ortaköy Aya Fokas Kilisesi-Hagios Phokas Kilisesi
AYA FOKAS KİLİSESİ- HAGİOS PHOKAS KİLİSESİ
Muallim Naci caddesi üzerinde, dükkanların arkasında bulunan bu kilisenin, tarihi, aslında Roma dönemine kadar uzanmaktadır.
Buradaki ilk kilise: Makedonyalı İmparator Basileus tarafından 7’nci yüzyılda yaptırılmıştır. Bu kiliseye zamanla bir manastır ve ek binalar eklenmiştir.
Bizans imparatoru Theophilos (832-842) un hocası ve aynı zamanda Piskopos olan İonnasis’in görkemli evinin hemen bu kilisenin yanında olduğu söylenmektedir. Hatta: 1997 yılında, Mecidiye Köprüsü sokağı başında kanalizasyon inşaatı yapılırken, Bizans eseri olduğu anlaşılan tonozlarla karşılaşılmış ve sonrasında ise üstü örtülmüştür. Bu kalıntıların, Patrik İonnasis’in evi olabileceği düşünülüyor. Kömürciyan: Fetihten sonra bu manastırın yerine küçük bir kilise yapıldığını yazmaktadır.
Sultan III. Ahmet döneminde, 1719 yılında yörede çıkan yangında bu kilise de etkilenir ve yanarak harap olur. Yanan kilisenin yerine, padişah fermanı ile aynı yere aynı ebatta yeni bir kilise yaptırılır. Ancak 1853 yılındaki yangında, bu kilise ve beraberinde semtin camisi ve bazı binalar da yanar. Bunun üzerine, Sultan Abdülmecit tarafından verilen fermanla, yine aynı yere bir kilise yaptırılır.
Günümüzde görülen kırma çatılı ve apsis çıkıntılı kilise, 1856 yılında Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılmıştır. Kilisede naosa girilen kapının üstünde bulunan kitabede, bu olay ve Abdülmecit’in ismi yazılıdır. Kilisenin mimarı Savvas Kalfas’dır. Kilisenin çan kulesi, metal olarak demir çubuklardan yapılmıştır ve yapının kuzeyindedir.
Kilise: büyük bir avlu içindedir. Bu avluya kuzeybatıdan girilir. Yapı malzemesi, yontu moloz taştır. Çatı olarak, meyilli kırma çatı yapılmıştır. Yan cepheleri son derece düz ve basittir. Kilise: Sinoplu Aziz Fokas adına adanmış tek yapıdır. Aziz Fokas: Sinop Episkoposu ve bir çilekeştir.
Zaten Bizans döneminde, yörenin ismi de “Aya Fokas” olarak anılıyormuş. Kendisi birçok kişinin: Hıristiyanlığa katılmasında etkili olmuştur. Buna karşı, Hıristiyanlık karşıtı olan İmparator Traianus tarafından kızgın suya atılarak öldürülmüştür.
Kilisenin yanındaki otopark: onun da devamında Avrupa Birliği Genel Sekreterliği olarak kullanılan bina görülür. Bu bina: eskiden Rum İlkokulu iken, öğrenci olmaması nedeniyle şehirdeki diğer Rum okulları gibi kapatılmıştır.
İstanbul Ortaköy Bulgurcu Sokak
BULGURCU SOKAK
Ortaköy bölgesine, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Müslümanlar da yerleşmeye başlamış ve böylece daha önce yerleşen Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerle birlikte bir yaşam tarzı kurulmuştur. Günümüzde, Bulgurcu sokakta: Yahudilerin yaşadıkları tarihi evlerden birkaç tanesini görebilirsiniz.
İstanbul Ortaköy Portakal Yokuşu
PORTAKAL YOKUŞU
Ortaköy Dere boyunu, Ulus ve Akmerkez e bağlayan oldukça dik bir yokuştur. Boğaz köprüsünün altından geçer. Manzarası çok güzeldir.
Sultan II. Abdülhamit döneminde yani Osmanlının son dönemlerinde Maliye Nazırı olarak görev yapan Mikail Portugal Paşa’nın burada bulunan konağından ismini almıştır. Halkın dili dönmediğinden, kendisine “Portakal Paşa” denmiştir. Kendisi sonraları Ziraat Bankası Genel Müdürü olmuştur.
Bir rivayete göre ise, en tepesine bırakılan portakal denize ulaştığı için bu isim verilmiştir.
İstanbul Ortaköy Etz Hayim Sinegogu
ETZ HAYİM SİNEGOGU
Muallim Naci Caddesi deniz tarafında, Boğaz köprünün sağ ayağı yakınlarında, kıyı şeridindedir.
Ortaköy Sinegog u olarak da bilinen bu mekanın isminin anlamı “Hayat Ağacı” demektir.
Özgün sinagog: Bizans dönemine tarihlenir. Yani, yapının tarihi 14 yüzyıla kadar gitmektedir. Çeşitli yangınlardan etkilenen yapı: 1831 yılında yenilenmiş ve mevcut bina, 1913 yılında yapılmıştır. 17 yüzyılın ilk yarısındaki Kapalıçarşı yangınının ardından, bu çevreye yerleşen cemaate hizmet vermeye devam etmiştir. Bu tür Musevi tapınaklarında sıkça görüldüğü gibi: kemerli, yalın bir giriş kapısı vardır.
18 yüzyıl başlarında ve daha sonraki dönemlerde: önemli yangınlar geçirmiştir. Buna rağmen, değişen yapısı ile günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. 1 Ekim 1914 tarihinde, Musevilerin büyük oruç gecesinde çıkan yangında: eski yapıdan yalnızca Ehal yani Tevratın parşömen rulolar üzerine yazılmış suretlerinin bulunduğu mermer ark yani dolap kurtulmuştur. Bu dolap, günümüzde tarihi bir anıt olarak bahçededir. Günümüzde sinagog olarak kullanılan yapı: eski Sinagog yapısının dini okul olan bölümüdür.
İnciciyan: burada yaşayan Musevilerin, uzak diyarlardan getirdikleri “Enginar” ı, ilk olarak Ortaköy’de yetiştirdiklerini yazar.
İstanbul Ortaköy Esma Sultan Yalısı
ESMA SULTAN YALISI
Ortaköy camisini geçtikten sonra, Kuruçeşme’ye uzanan sahil boyundaki ilk yalıdır.
Yalı: Sultan Abdülaziz’in kızı Esma Sultan için 1875 yılında Sarkis Balyan’a yaptırılmış ve Esma Sultana 10 yaş günü için hediye edilmiştir. 1873 yılında Dolmabahçe Sarayında doğan Esma Sultan, 3 yaşında iken babası tahttan indirilmiş ve yetiştirilmek üzere Abdülhamit’in Yıldız Sarayı haremine alınmıştır. Aynı zamanda, Sultan II. Mahmut’un kız kardeşi olan Esma Sultan: 16 yaşında Çerkez Mehmet Paşa ile evlenmiştir.
Yazılanlara göre: kendisinin ilginç bir yaşantısı vardır. Canlı ve renkli karakteri sayesinde seçkin ve beğenilen bir hanımefendi olmuştur. Çok renkli bir hayat yaşamış ve ardında gözü yaşlı çok erkek bırakmıştır.
Esma Sultan; bu yalıda 10 yaşadıktan sonra ölmüş ve öldükten sonra, yalı, Sultan II. Abdülhamit tarafından 1899 yılında kızı Cemile Sultana verilmiştir. Cemile Sultan öldükten sonra, kızı Fatma Sultana verilen yalı, 1915 yılında Osmanlı saray hanedanının mülkiyetinden çıkar. 1918 yılında Rum okulu, 1922 yılından sonra da tütün deposu olarak kullanılır. 1950’lerde ise, birkaç defa satılıp marangozhane ve tütün deposu olarak kullanılır. 1975 yılında ise büyük bir yangın yaşanır ve yalı harap olur. Bundan sonra ise harabe, kömür deposu olarak kullanılır.
1990’lı yıllarda: burada bulunan kalıntılar bir özel şirket tarafından satın alınmış ve yalıdan geriye kalan dört duvar: cam ve çelik konstrüksiyonla giydirilerek, burada sosyal toplantılar, konserler ve özellikle sosyete düğünlerinin yapıldığı bir mekan elde edilmiştir.
BALYAN AİLESİNİN YALISI
Hemen Esma Sultan yalısının yanındadır. Bu yalının bulunduğu arazi, aileye Sultan Abdülaziz tarafından bağışlanmıştır. Çünkü: Beylerbeyi Sarayındaki güzelliklere imza atan Sarkiz Balyana: yaptığı eserini Boğazın tam karşısından izleyebilme imkanı yaratmaktır.
İstanbul Ortaköy Taut Evi
TAUT EVİ
Alman asıllı bir Yahudi olan Taut: özellikle Berlin şehrinde yaptığı modern binalarla kendine haklı bir ün edinmiştir ve binaları UNESCO Dünya Kültürel Miras Listesine girmiştir.
Ancak 1932 yılında ülkesi Almanyayı terk etmeye zorlanmış, Sovyetler, İsviçre ve Japonya’da bir süre kaldıktan sonra İstanbul’a yerleşmiş, günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan okulda profesörlük yapmıştır.
Boğaz köprüsünden araba ile Avrupa yakasına geçildiğinde, Ortaköy’e doğru ilerlendiğinde sağ tarafta yer alan ve daha çok bir Budist tapınağına benzeyen bordo renkli bir ev görülmektedir.
Burası “Doğunun manevi değerlerinin insan üzerindeki etkisini modern bir ev ile açıkladığını” söyleyen Alman mimar Bruno Taut’un ölene kadar yaşadığı evdir. Ortaköy sırtlarında, Emin Vafi korusunda bulunan ve kendisinin tasarladığı ev 1938 yılında tamamlanmıştır.
Yapı: mimarın Japon mimarlığına olan ilgisini kanıtlamaktadır. Ev tamamlandıktan kısa süre sonra ölen mimar, Edirnekapı şehitliğine defnedilmiş, yaşadığı bu ev ise, son yapılar eklemelerle özgün kimliğini kaybetmiştir.
Öldüğü 1938 yılına kadar Türkiye’de yaşayan Taut: Ankara ve Trabzon şehrinde çeşitli eserler bırakmıştır. En son Atatürk’ün Ankara’daki katafalkını hazırlamıştır.
İstanbul Ortaköy Lido Yüzme Havuzu-Reyna
LİDO YÜZME HAVUZU-REYNA
Ortaköy ve Kuruçeşme arasındaki bu yüzme havuzu, Çifte sarayların bulunduğu yere 1942 yılında inşa edilmiştir ve Türkiye’nin ilk modern yüzme havuzudur. Havuzun açılması, ülkemizde yüzme sporunun gelişmesinde önemli katkı sağlamıştır.
Bu komplekste: havuz yanında bir restoren ve bir de otel bulunuyordu. Günümüzde havuzun bulunduğu yerde: eğlence mekanı “Reyna” bulunmaktadır. Havuzun içi doldurulmadan sadece üstü kapatılmış, soyunma kabinlerinin bulunduğu yere de restoranlar yapılmıştır.