İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa

Samatya.genel.0
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa

Kocamustafapaşa semti, ismini: 1489 yılında Bizans döneminden kalma Ayios Andreas Manastırını camiye çeviren ve 1512 yılında idam edilen Sadrazam Koca Mustafa Paşa’dan almıştır. Bizans döneminde önemli bir dini merkez olan semt: Osmanlı döneminde de Halvetiye şeyhi Sümbül Efendi tekkesinin burada olması nedeniyle önemini devam ettirmiştir.

samatya.genel.8
İstanbul Samatya

Samatya

Antik dönemde, Samatya, suçlular ve idam mahkumlarının gömüldüğü bir mezarlık bölgesi olarak biliniyor.

Bizans döneminde bu bölgenin ismi “Psamathion” yani “kumluk” olarak geçmektedir. Geçmişte semtte bol bulunan kumlu topraklar ve yine buradan kum çıkarılması nedeniyle bu ismin verildiği düşünülmektedir. Bu kelime, zaman içinde değişerek günümüze “Samatya” olarak gelmiştir. Yani, burası Bizans zamanından günümüze ulaşan ender semtlerden biridir.

Efsaneye göre: antik Bizantion şehrinin kurucusu Megaralı Byzas, körlerin şehri (Kadıköy) karşısına, kendi şehrini kurmak için buraya geldiğinde, Samatya’da bir köy vardır. Bizans döneminde, Konstantinopolis şehri batıya doğru büyürken, Psamatia, surların içinde kalmıştı ama yine nüfusu seyrek bir bölgeydi. Sadece bazı kiliseler ve manastırlar vardı. Bunlardan: Studios Manastırı, bölgenin en önemli dini merkeziydi.

5’nci yüzyılda

Samatya’da bir mezarlık olduğu biliniyor. Çeşitli kaynaklara göre: Bizans’ın ilk dönemlerinde, bölgede özellikle suçluların ve idam edilenlerin gömüldüğü bir mezarlık bulunmaktadır. Suçlular mezarlığı nedeniyle, bölgeye “yargılama, mahkeme” anlamına gelen “Krisis” adı verilmiştir.

Evet, burada Büyük Konstantin tarafından inşa edilmiş, Bizans’ın en büyük limanları olan Elefterios ve Teodosios bulunuyordu. Lykos (Bayram Paşa) deresinin getirdiği toprakla dolunca, Vlanga (Langa) adını alan bu bölgede: marul ve hıyar yetiştirilen bostanlar kuruldu. Bu bostanlar, 40-50 yıl öncesine kadar, İstanbul’un taze sebze ve salatalık ihtiyacını karşılıyordu. Yani, bölgenin liman özellikleri kaybolmuştu.

Gelelim Osmanlı dönemine

Fetihten sonra, Samatya uzun süre Hıristiyan kimliğini korumuştur. Ama: Studion Manastırından geriye kalan Ioannes Prodromos kilisesi, İmrahor İlyas Bey camisine çevrilmiştir. Bu cami, 1894 depreminde yıkıldıktan sonra bir daha onarılmadı. İstanbul’daki en eski kilise kalıntısı olarak ilgi çekmektedir.

Fetihten sonra, sur içindeki İstanbul iskan edilirken: bu bölgede de camiler, mescitler yapıldı ve çevresinde yeni mahalleler oluşmaya başladı. Böylece Hıristiyan ve Müslüman nüfus dengelendi.

Marmara denizine doğru inen eğimli tepelerin alt kısımlarında yani Samatya da daha çok Hıristiyanlar yaşarken, 17’nci yüzyıldan itibaren Kocamustafapaşa olarak anılan üst kısımlarda da çok sayıda Müslüman yaşıyordu.

Yine fetihten sonra: harap olan şehri onartmak için Fatih: Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Ermeni ustaları, sanatkar ve işçileri İstanbul’a getirtti. Bu Ermeniler, önce Samatya da Ghastria Manastırı önündeki ormanlık arazide, çadırlarda kalmışlar, ancak daha sonraları kilisenin çevresinde yapılan evlere geçmişlerdir.

1461 yılında Bursa Episkoposu Hovagim’i İstanbul’a çağırdı ve ona Patrik unvanını verdi. Samatya da, Rumlara ait olan ve Perivleptos adıyla anılan Teotokos (Panayia) kilisesini Ermenilerin kullanımına verdi. Burası, Ermenilerin şehirdeki ilk Patriklik makamı oldu.

Cumhuriyet döneminde bile, Yozgatlı ve Kayserili Ermeniler buraya gelip yerleştiler. Semt, Kapalıçarşı esnafının, kuyumcunun, terzinin, bakkalın, nalburun yuvası oldu. Böylece, Ermeni cemaatin de Samatya da yerleştiği biliniyor. Zaman içinde: Türkler de semtin bazı sokaklarına yerleşirler.

Ancak zamanla, denize ulaşan derenin çekilip kurumasıyla, bu bölge bataklık olmuş ve denizden uzaklaşmıştır. Yani bir zamanlar deniz kıyısında olan Samatya, günümüzde daha içeri çekilmiştir.

Sahile paralel uzanan cadde boyunca ve surlara yakın sokaklarda Rumlardan kalma: taverna benzeri yemekli ve içkili eğlence mekanları, zaman içinde burayı İstanbul’un en gözde eğlence mekanı olarak geliştirmiştir.

Ancak 1940’lı yılların başında, Rumların burayı terk etmeleriyle birlikte, bu gözde mekanlar popülerliğini kaybetmiştir.

Günümüzde

Bu bölgenin resmi ismi “Kocamustafapaşa” semtidir. Ama insanların çoğunluğu, buraya “Samatya” demektedirler. Çünkü Cumhuriyet sonrasında, Bizans kökenli semt isimleri değiştirilmiştir.

Kiliseler semti olarak tanınır. Çünkü: Samatya’nın merkezindeki meydanın hemen arkasındaki sokaklarda ise, kapalı bulundurulan Rum Ortodoks kiliseleri “Hristos Analipsis” ve “Ayios Mikolaos” bulunur. Gençosman İlköğretim okulu ilerisinde ise, İtalyan kilisesi görülür. Kilise, günümüzde Süryaniler tarafından kullanılmaktadır. Çan kulesi değişik tarzdadır.

Samatya denilince, burada yıllarca üretim yapmış köklü ailelerden olan Zildjian (Zilciyan) ailesinden de söz etmek gerekir. Ailenin kökleri, Osmanlı’ya kadar dayanmaktadır. 1681 yılında Sultan I. Mustafa, Saray bandosuna zil yapması için Avedis Bey’e görev verir.

Sultan I. Mustafa yapılan zillerin seslerine hayran kalır. Böylece Avedis Bey, Zilciyan soy adını alır. Yaptıkları zillerde kullanılan malzemenin miktarını, bir sır gibi aile içinde kuşaktan kuşağa aktarırlar ve saklarlar.

400 yıldır faaliyet gösteren Zilciyan zillerinin kullanıcıları arasında: The Beatles, Pink Floyd, Deep Purple, Rolling Stones gibi ünlü isimler vardır.

surup kevork kilisesi.0
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Surp Kevork Kilisesi-Sulu Manastır

SURP KEVORK KİLİSESİ-SULU MANASTIR

Abdi Çelebi camisinin karşı köşesinde, Marmara caddesi üstünde okulla bitişiktir. Kilisenin ismindeki “Kevork” ise bilinen “Yorgo” yani “Yorgi” isminin Ermenilerdeki adıdır.

Kilisenin geçmişi: İmparator Büyük Konstantin’in annesi Azize Helena’ya kadar gider. Azize Helena: oğlu üzerindeki nüfusu sayesinde, hem Konstantin’in Hıristiyanlar üstündeki baskısını kaldırmasını sağlamış ve hem de oğlunun Hıristiyanlığı kabul etmesinde rol oynamıştır. Azize Helena: Kudüs’e kadar gitmiş, aralarında Hz. İsa’nın gerildiği çarmıhın da bulunduğu bazı kutsal kalıntılara ulaşmış ve bunları İstanbul’a getirmiştir.

Azize Helena: Kudüs dönüşü, İstanbul’a Samatya kapısından girer. Kudüs’de kutsal haçın gömülü bulunduğu toprakta yetişmiş çiçekleri: kastria denilen saksılar içinde Peribleptos manastırının arazisine diker. Bu yüzden, buradaki manastır “Kastria” manastırı diye de bilinir.

Buradaki ilk kiliseyi yaptıran III. Romanos’un kısa ve ilginç hayat hikayesiyle başlamak istiyorum. Makedonya hanedanının son imparatoru olan VIII. Konstantin: geride bir erkek çocuk yani veliaht bırakmadan ölmeden kısa süre önce, güvendiği komutanlarından 50 yaşını geçmiş Romanos Argos: kendi kızı: gayet bakımlı ve güzel olan Zoe ile evlendirmiş ve böylece komutan Romanos’da İmparatorluğa kadar yükselmiştir.

Ancak: İmparator Romanos: tahta geçtikten kısa süre sonra, karısı Zoe’yi aldatmaya başlar. Zoe ise, Saray hareminde görevli olan Hadım İoannes’in kardeşi Mikail ile yakınlaşır ve sonuçta, bu üçlü, birlikte düzenledikleri bir komplo sonucunda İmparator III. Romanos’u öldürerek ortadan kaldırırlar. Romanos, Saray hamamındaki havuza girdiğinde, Zoe tarafından elde edilmiş olan hizmetkarları, kendisini suya batırarak boğarlar.

Ertesi günü, Zoe’nin aşığı IV. Mikail olarak tahta çıkarken, İmparatorun cenazesi de kendi inşa ettirdiği Peribleptos Manastırına gömülür. Yani sonuç olarak: İmparator III. Romanos, manastır için harcadığı bunca para ve emeğe karşılık, sadece defnedildiği küçük bir yeri kendisine yaratmıştır.

Evet: İmparator Romanos, burada ilk kiliseyi yaptıran kişi olduğu için, hayat hikayesinden kısaca söz etmekte yarar var.

Bu arazide, ilk kilise 1031 yılında İmparator III. Romanos tarafından “Thetokos Perivleptos” yani “Her şeyi gören Meryem” adına: burada daha önce de bulunan eski dini yapıların yanına bir manastır yaptırılır.

Bu yapının, Ayasofya’dan sonra en büyük ve en güzel mabet olduğu söylenir. Çünkü: İmparator III. Romanos: Hz İbrahim tarafından yapılan Kudüs şehrindeki büyük mabet ve Justinyanus’un yaptırdığı Ayasofya’yı geçmek istemiştir.

Hatta, söylenenlere göre, imparator, inşaat alanının önünde bir çadır kurdurmuş ve tahtını da buraya taşıtmıştır. Çünkü: özel yaşamında dindar olmasa da toplum önünde dindar bir idareci profili yaratmaya çalışmıştır.

Manastıra 1034 yılında yukarıda belirttiğim gibi İmparator III. Romanos ve 1081 yılında İmparator III. Nikephoros gömülür.

İmparator Nikephoros’un da ilginç bir geçmişi vardır. İmparator III. Nikephoros: Komnenos ailesine mensup I. Aleksios tarafından tahtı terk etmeye zorlanınca, kendini bu manastıra kapatır, keşiş elbisesi giyer ve ömrünün geri kalan kısmını bir keşiş olarak geçirdikten sonra, öldüğünde buraya gömülmüştür. Keşişlik günlerinde hatırını soran bir yakınına “Sadece etten yoksun kalmak canımı sıkıyor, ötesini pek umursamıyorum” şeklinde ilginç bir cevap vermiştir.

Bu kilise, Konstantinopolis şehrinin en önemli Ortodoks kiliselerinden birisidir. Ancak 1204 yılındaki Haçlı-Latin işgali sırasında bu manastır yağmalanır ve harabeye döner.

Ardından son İznik İmparatoru VIII. Michael Palaeologos tarafından onarılır ve yeniden ibadete açılır.

1402 yılında, yıldırım düşmesi sonucu manastır tahrip olur ve ardından onarılarak inziva yerine dönüştürülür. İmparator III. Manuel buraya sığınıp inzivaya çekilmiştir.

1458 yılında ise, yani fetihten sonra: Manastır bölgeye yerleşen Ermenilere verilir.

1660 yılındaki yangın, kilisenin yarısını harap eder. 1772 yılında, Kudus Ermeni Patriği Kirkor ve İstanbul Patriği Hovhannes Golod zamanında, hassa mimarı Melidon Kalfa Araboğlu tarafından, yeniden inşa edilir.

1782 yılında yine yangın ve kilise yine yanar. Bu yangının en büyük hasarı: Bizans İmparatoru Mihael Paleologos zamanından kalma mozaiklerin de yok olmasıdır. (Kanuni’nin bu mozaikleri çok beğendiğini daha önce anlatmıştım)

1804 yılında Baybartlu Patrik Hovhannes XI döneminde restore edilir. 1832 yılında mimar Hagop Amira Güllabyan ve mimar Minas Kalfa tarafından yine restorasyon yapılır. 1866 yılındaki yangında kilise ve bitişiğindeki Nunyan okulu tamamen yanarak kül olur.

1885 yılında Mikayel ve Hovhannes Hagopyan kardeşlerin maddi desteği ve Bedros Nemtze’in mimarlığı ile, kilise bu kez günümüzde görüldüğü şekilde kagir olarak yeniden yapılır.

Kilisenin Rumlardan alınıp Ermenilere verilmesiyle ilgili çeşitli söylentiler bulunmaktadır.

Birinci söylenti

Geçmişte bu kilise Ortodokslarda yani Rumlarda iken, İstanbul’un fethi sonrasında, Fatih Sultan Mehmet ve selefleri tarafından Karaman, Bursa ve Nahcivan’dan getirilen Ermeniler Samatya’ya yerleştikten sonra, burada bulunan Bizans kiliselerinden Meryem Ana’ya ithaf edilmiş “Panayia Perivleptos” kilisesi: Ortodokslardan alınıp Ermenilere verilmiştir.

Böylece: Galata’daki “Kirkor Lusaroviç” kilisesinden sonra, burası, Ermeni cemaatinin İstanbul’daki en eski ikinci kilisesi olarak tarihe geçmiştir. Bu kilise: aynı zamanda 1641 yılında Samatya’dan Kumkapı’ya taşınan Ermeni Patrikhanesinin de ilk kilisesidir.

İkinci söylenti

Sultan Deli İbrahim, bir zamanlar “çok şişman kadın isterim” diye tutturduğunda, götürülen kadınlar arasında en çok 130 kiloluk bir Ermeni cariyeye vurulur ve kadına “şekerpare” ismini verir. İşte bu kadının çabalarıyla, burada bulunan kilise, Rumlardan alınıp Ermenilere verilir. Çünkü: fetihten sonra Bursa ve çevresinden İstanbul’a gelen Ermenilerin çoğunluğu, Samatya bölgesine yerleşmiştir. Yani, sonuç olarak bu manastırın, 1643 yılı öncesinde Rumlara ait olduğu sanılıyor.

Üçüncü söylenti

Bir Ermeni seyyah olan Polonyalı Simeon: 1608 yılında İstanbul’u ziyaret ettiğinde: bu kilisenin Ermenilerde olduğunu ve Ermeni Patrikhanesinin katedral kilisesi olarak kullanıldığını yazar.

Dördüncü söylenti

1630 yılında İstanbul’a gelen seyyah Stockhove: seyahatnamesinde “Kanuni Sultan Süleyman’ın, Surp Kevork kilisesine duyduğu ilgi ve sevgiden söz eder. “Şehirde, Ermenilere ait duvarlarla çevrili büyük bir mahal mevcuttur ki, patrikhaneleri oradadır. Kiliseleri küçük ve aleladedir, fakat geniş bir holü vardır ki, burada Hıristiyan imparatorlar zamanında bir konsil toplanmıştır.

Holün duvarlarında bu konsile iştirak eden ruhani reislerin resimleri bulunmakta, içlerinde çok garip kıyafetlere girmiş olanlar görülmektedir. Kapının üst tarafında, bir imparator ile imparatoriçenin ve diğer iki kadının mozaik resimleri vardır. Bu resimler, sanki henüz yapılmış gibi hiç bozulmamış bir halde kalmıştır.

Ermenilerin söylediklerine göre, Sultan Süleyman, bu  resimlere çok ilgi gösterir, onları sık sık görmeye gelir ve o kadar beğenirmiş ki, sarayına naklettirip yerleştirmeyi arzu edermiş. Fakat canlı mahluk resmi yapmayı men eden dinlerinden dolayı, bu arzusunu yerine getirememiş”

İspanya’dan Orta Asya’ya Timur’a elçi olarak gönderilen Ruy Gonzales de Clavijo tarafından 1402 yılında verilen bilgiye göre: kilisenin dışı, çeşitli resim ve tasvirlerle bezenmişti. Kilisenin bir köşesinde ise yapının banisi olan İmparator III. Romanos’un mezarı görülüyordu. Rahiplerin Clavijo’ya verdikleri bilgilere göre, mezarın olduğu alan, eskiden altınlarla kaplı ve değerli taşlarla bezeliydi. Ancak 1204 yılında şehre saldıran haçlılar bunları yağmaladılar.

Clavijo, kilise içinde bir imparator mezarı daha gördüğünü söyler ki bu da muhtemelen ömrünü burada bir keşiş olarak tamamlayan III. Nikephoros’a ait olsa gerektir. Yine, Clavijo: kilisede çeşitli kutsal emanetlerin bulunduğu yazar. Bunlar: Hz Yahya’nın baş parmağı eksik olan ve altın çubuklar içinde muhafaza edilen bir kolu, Aziz Gregor’un çok iyi muhafaza edilen cesedi vardır.

Kilisenin en değerli emanetlerinden birisi ise Hz. İsa’nın gerildiği çarmıhın ağacından yapıldığına inanılan bir haç idi. Bu haçın üzerinde Hz. İsa’nın çarmıha gerilişi işlenmişti. İnanışa göre, söz konusu haç, Büyük Konstantin’in annesi Azize Helena tarafından Kudüs’ten getirilen kutsal haçın bir parçasıydı. Clavijo, manastırın sınırları içinde, rahiplere ayrılmış çok sayıda konuttan bahseder ve bu kompleksi, çevresindeki bahçe ve bağlarla bir şehre benzetir.

Sonuç olarak

Hangi söylenti gerçek olursa olsun, uzun yıllar boyunca, kilisenin mülkiyeti konusunda Rumlar ve Ermeniler arasında büyük anlaşmazlıklar çıkmıştır. Hatta: İstanbul tarihini yazan Gugas İnciciyan’a göre: Perivlephos kilisesinin Ermenilere verilmesini kabullenmeyen Rumlar ve Ermeniler arasında çekişmeler ve tartışmalar zaman zaman uç noktalara vararak, kanlı olaylar cereyan etmiş ve hatta Surp Kevork kilisesi, halk arasında uzun süre “Kanlı Kilise” olarak anılmıştır.

Kilisenin demir kapısı üstündeki kanatlarda: Adem ve Havva ile Surp Kevork’un ejderhayı öldürüş sahneleri bulunmaktadır.

1641 yılında Ermeni Patrikhanesi, buradan çıkıp Kumkapı’ya taşınmasına rağmen, kilise Ermenilerde kalmıştır. Günümüzde, yortu günlerinde, bizzat Patrik gelerek burada ayin yönetmektedir, yani oldukça önemli bir kilisedir.

Ancak: yangınlar ve restorasyon çalışmaları sonucu orijinalliğini önemli ölçüde yitirmiştir.

Gelelim günümüzdeki kilisenin mimari özelliklerine: muntazam düzgün kesme taşlardan yapılmıştır. Narteksli, doğu-batı ekseninde, 2 katlı bir yapıdır. Cephelerindeki tezyinat, yapıya hareketlilik kazandırmıştır. Plan şeması, ilk yapıldığında bazilika tipinde olmasına rağmen, sonradan yapılan ilavelerle, Yunan haçı şekline dönüşmüştür.

Kilisenin yüksek bir çan kulesi vardır. Ana giriş kapısı üzerindeki çan kulesi, altındaki katlar ile tam bir uyum sağlar. Aşağıda kare, en üst bölümde ise yarı yuvarlak açıklıkları olan kule, sivri bir örtüyle sonlanır.

Bu kulenin iki tarafındaki, simetrik çan kulesi şeklindeki kuleler, sadece dekoratif olarak yapılmıştır. Eski yapıdan kalan en değerli parçalardan biri: demirden yapılmış, her kanadına kiliseye adını veren Aziz Kevork’un hayatından kesitler işlenmiş olan giriş kapısıdır.

1993 yılında, buraya, eski Ermeni Patriklik kilisesi olmasının hatırasına bir patriklik tahtı yerleştirilmiştir.

Özellikle: I. Dünya savaşı sırasında buradaki kilise ve yanındaki okula askeri amaçla el konuldu. 1917 yılında Sırp esirler buraya yerleştirildi, mütarekenin ardından ise kilise tekrar ibadete açıldı.

1918 yılından sonra kiliseye, Anadolu’daki katliamdan sağ kurtulanlar yerleştirildi, Gayan (kamp, durak) adı verilen bu göçmen konaklama merkezinde, yüzlerce insan yıllarca kaldı. Samatya da ki kamp, şehrin diğer yerlerindeki benzerlerinden farklı olarak, yaklaşık 20 yıl faal kaldı ve Anadolu’dan hala gelmekte olan Ermeni göçmenlerin pek çoğunun ilk durağı oldu.

En son olarak 1993 yılında restore edilmiştir.

Halk bu kiliseye: bahçesindeki Bizans döneminden kalma ayazma nedeniyle “Sulu Manastır” demektedir.

Günümüzde kiliseyi gezmeyi düşünürseniz, Pazar ayinine katılmak mümkündür. Özel günlerde cemaat tarafından kilise tamamen dolduruluyor. Sağ tarafta genellikle erkekler, solda ise kadınlar bulunuyor. Cemaatin çoğunluğunu ise, yaşlılar oluşturuyor. Kilisede bulunan gençler, sadece koroda yer alanlardır.

surup kevork kilisesi.okul.1
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Sahakyan-Nunyan Ermeni Okulu

SAHAKYAN-NUNYAN ERMENİ OKULU

Kilisenin hemen bitişiğinde, halen faaliyetini sürdüren büyük bir “Ermeni okulu” vardır. Okul: 1831 yılında kurulmuştur.

Ancak 1866 yılında çıkan yangında yanarak yok olmuştur. Yerine: gümüşçülük yapan Kaspar Ağa adında bir zat, günümüzde görülen kagir binayı yaptırmıştır. Okulun ilk adı “Sahakyan” iken, sonradan yeniden yapılan okulun adı ise “Nunyan” dır ve günümüzde ikisi de kullanılmaktadır. Nunyan: ikinci okulu yaptıran Kaspar Ağanın eşinin ismidir.

1869 yılında kız öğrencilerin de eğitim görmesi için Akabyan Yatılı Kız Okulu açılmıştır. 1915 yılında hükumet tarafından alınan karar gereği okul ve kiliseler kapatılmış ve karargah olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1917 yılında okulda, Sırp esirler barındırılır. Savaştan sonra, Temmuz 1918 yılında okul ve kiliseler yeniden açılır. Anadolu’dan İstanbul’a gelen Ermeni göçmenleri de Nunyan ve Sahakyan okullarının binalarına yerleştirilir.

1966 yılında iki tarihi okul binası birleştirilir ve okul: Sahakyan Nunyan adını alır. Birinde: ana sınıfı ve ilkokul, diğerinde ise ortaokul ve lise derecesinde eğitim verilir. Akabyan yatılı kız okulu kapanmıştır. Okul: zengin bir kütüphaneye sahiptir ve Türkiye’deki Ermeni okulları arasında en iyi eğitim verendir.

balıklı ermeni kilisesi.1
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Balıklı Ermeni Mezarlığı ve Balıklı Surp Sarkis Ermeni Kilisesi

BALIKLI ERMENİ MEZARLIĞI VE BALIKLI SURP SARKİS ERMENİ KİLİSESİ

İstanbul’un en eski mezarlıklarından olan burası: 1554 yılında Ermeni toplumuna tahsis edilmiştir. 1903 yılında çevresi duvarlarla çevrilmiş, içinden yol geçirilmesiyle “Küçük Balıklı” ve “Büyük Balıklı” olarak ikiye ayrılmıştır. Mezarlığın içinde, Surp Sarkis Ermeni kilisesi bulunmaktadır.

Ayios Menas kilisesi.1
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Ayios Menas Kilisesi

AYİOS MENAS KİLİSESİ

Abdurrahman Nazif Gürkan caddesinde, yokuşun üstündedir. İstanbul’da Ayios Minas adına adanmış tek kilisedir. Burada daha önce Bizans döneminden kalma bir kilise olduğu biliniyor. 1200 yılında Rusya’dan gelen Novgoradlı Antoine: yazdığı notlarda burada bulunan bir kiliseden söz etmektedir. 1577 yılında Stefan Gerlach: İstanbul seyahatine ait bilgiler yayınladığında, buradaki kiliseyi ziyaret ettiğini ve kubbesinin 36 ayak olduğunu yazar.

Günümüzde görülen kilise: 1782 yılında yanan kilisenin yerine, 1833 yılında, mimar Konstantin Yolasigmasis tarafından bazilika olarak yapılmıştır. Binaya kuzey avludan girilir. Yapının narteksine de kuzeyden girilir. Yükseklik yaklaşık 8.7 metredir. İstimlaklar sırasında yapının apsisi yıkılmıştır. Yapı, köşelerde kesme taş ve yan duvarlarda ise moloz yontu taşla yapılmıştır.

Kilisenin altında, eski kilisenin temelleri bulunmaktadır. Çatı olarak, kuzey ve güney aksında kırma çatılıdır. Ama içeride, orta nef üstü tonozla geçilmiştir. Bu güzel kilise: 1955 yılında 6-7 Eylül olayları sırasında hasar görmüştür. Kilisenin altında: Anadolu’da Hıristiyanlara yapılan zulüm sırasında öldürülen İmparator Decian tarafından öldürülen Aziz Karpos ve Paylos’un mozoleleri vardır. Bu mozoleler, şehirdeki benzerleri arasında en eski olanlardır. Bu mozoleleri görmek için, kilisenin yanındaki kahvehanenin yanında, bir dehlize girmek gerekiyor.

analipsis kilisesi.1
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Hristos Analipsis Kilisesi

HRİSTOS ANALİPSİS KİLİSESİ

İstasyonun arkasında, Büyük kule Sokak ve Akıncı sokak arasındadır. İsa’ya adanmış kilisenin yapılış tarihi, 16’ncı yüzyıla kadar uzanır. Analipsis “İsa’nın göğe yükselişini” betimler. Kilise ile ilgili en eski kayıt, Gedeon’un tespitine göre 1566 yılına aittir. Kiliseyi 8 Mayıs 1578 tarihinde ziyaret eden ve buradaki dini törene katılan Gerlach: aldığı notlarda Analipsis adındaki ayazma ile şifalı suyundan söz eder.

Kilise: 1583 yılında İstanbul’a gelen Tryfon Karabeinikov’un çıkardığı listede 14 sıradadır. Günümüzde görülen kilise, son olarak 1782 yılındaki yangında yanarak yok olan kilisenin yerine 1832 yılı yapımıdır. Patrik I. Konstantinos döneminde yapılmıştır. Kilise, yüksek duvarlarla çevrili avlunun, güneybatısındadır. Bir de ayazma vardır. Çan kulesi, avlunun kuzeydoğusundaki zangoç evinin çatısındadır.

Yapı: doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Giriş mekanı, kiliseye sonradan eklenmiştir. Dıştan sıvalıdır ve kaba yontu taşla inşa edilmiştir. İkonostasiste bulunan tasvirlerden Analipsis İkonası: kabartma tekniğinde, gümüş kaplamadır. Galeri korkuluğunda, Tevrat konulu tasvirler dikkat çeker. Pencerelerde, renkli camlardan oluşturulmuş haç motifleri bulunur.

Ayrıca: ambon adıyla tanınan vaaz kürsüsü ve başpapaz koltuğu ilgi çekmektedir. Günümüzde kilise sadece yılda bir kere, Haziran ayında yapılan yortu gününde açılmaktadır.

Ayios nikolaos kilisesi.1
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Ayios Nikolaos Kilisesi

AYİOS NİKOLAOS KİLİSESİ

Analipsis kilisesinin az ilerisindedir. Tren istasyonunun arkasındaki Muallim Fevzi sokaktadır.

Ayios Nikolaos: denizciler, balıkçılar, fakirler ve yoksul çocukların koruyucusu olarak bilinir. Yani, tüm dünyanın bildiği ismiyle “Noel Baba” dır. Yıllar önce, Rum balıkçılar denize açılmadan önce, fırtınasız deniz ve bereketli balık avı için buraya gelir ve içeriye girip mum yakarlarmış.

Kilise: yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun içindedir. Bu kilisenin: 1583 tarihli Trypon ve 1604 tarihli Paterakis listelerinde ismi geçer. 1652 yılında buraya gelen Antakya Patriği katibi Paulus, yazdığı raporunda, kilisenin içinde çok güzel süslemeler olduğundan söz eder.

1782 yılındaki yangın sonucu yanan kilise, yeniden inşa edilir ve 1830 tarihinde Patrik Konstantinos zamanında ibadete açılır. Kilise: kaba taş ve tuğla karışımı malzeme kullanılarak inşa edilmiştir. Avludaki çan kulesi, demir iskeletten yapılmıştır.

ağa hamamı.0
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Kapıağası Yakup Ağa Hamamı

 

ağa hamamı.2
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Kapıağası Yakup Ağa Hamamı

KAPIAĞASI YAKUP AĞA HAMAMI

Samatya’nın tepelik mahallelerine çıkarken görülür. Samatya caddesi ile Cambaziye sokak köşesindedir.

Yapı: 1547 yılında Osmanlı döneminde bir bürokrat olan ve Enderun’da görev yapan Kapıağası Yakub Ağa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Yapılış amacı: Kadıköy’de bir deniz feneri ve Eyüp’te bir okul için gelir sağlamaktır. Özellikle: Thomas Allom’un ünlü gravürüne konu olmasıyla önem kazanmıştır.

1920 yıllarına kadar işlevini sürdürmüş, İstanbul’un en güzel hamamlarından biridir. Günümüzde; orijinal haline yakın şekilde yapılan restorasyonu ile yapının dışı mermerlerle kaplanmış ve yenilenmiştir. Lokanta, çarşı, Türk Hamamı, Sergi, Kültür ve Etkinlik Merkezi olarak kullanılacağı ve bunun için 1987 yılında burayı satın alan sahipleri tarafından satışa çıkarıldığı duyulmuştur.

9 tane dükkanı ve otoparkı bulunmaktadır. Tabii burada hemen akla gelen Mimar Sinan eserinin nasıl özel mülkiyet olabildiğidir. Bu mümkün olmakta, Mimar Sinan eserlerinden sadece hamamlar özel mülkiyet olabilmektedir.

ARPACI MEHMET EFENDİ ÇEŞMESİ

İstasyon çıkışında ve sırtını Bizans döneminden kalma surun dış yüzüne dayamış durumdadır. 1796 yılı yapımı bu taş çeşme, günümüzde kurudur ve hatta musluğu bile yoktur. Kitabesinden anlaşıldığına göre: Arpacı Mehmet Efendi isimli bir zat yaptırmıştır.

nazır halil efendi dergahı.0
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Nazır Mehmet Halil Efendi Dergahı

NAZIR MEHMET HALİL EFENDİ DERGAHI

Nafiz Gürman caddesi üstündedir. Yapı: Nazır Mehmet Halil Efendi tarafından, 1879 yılında Uşşaki Dergahı olarak yaptırılmıştır. Tekkelerin kapatılması ile başka amaçlarla kullanılan yapı: 1951-1952 yılları arasında, halkın yardımıyla tamir edilmiş ve ibadete açılmıştır.

Dikkat çeken bir mimari özelliği yoktur. Ama çevre duvarına gömülü ve kitabeli çeşme, tekkeden daha eskidir. 1562 yılında yaptırılmış olan bu çeşmenin kitabesi, 16’ncı yüzyılın en büyük hattatı ve Süleymaniye camisinin yazılarını da yazan, Ahmet Karahisari’dir. Mavi zemin üstüne, altın yaldızla yazılan kitabe: yapının yapım tarihi olarak 1562 yılını gösterir. Günümüzde üstü tel örgü ile kapatılmıştır.

ABDİ ÇELEBİ CAMİİ-SANKİ YEDİM CAMİİ

Marmara caddesi üstünde, Kırbacı sokakta, apartmanlar arasında kalmış, ilginç bir camidir. Çilingirler cami ve Sankiyedim cami olarak da bilinir.

Cami: Kanuni Sultan Süleyman döneminde; 1533 yılında Sarayın gelir ve giderlerini kaydeden (Ruznameci) Çelebi Abdullah Efendi tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Dolma bir suret üstüne, dört fil ayağı üzerine bir kubbe oturtularak yapılmıştır. Caminin minberi: 1756 yılında, Mahmut Efendi tarafından yenilenmiştir.

Sultan II. Abdülhamit döneminde, bu caminin yanına bir karakol inşa edilmiştir ve bu yapı günümüzde: Basılı kağıt ve Kıymetli Evrak Ambarı Şube Müdürlüğü tarafından kullanılmaktadır. Karakol inşaatı görmeye gelen Serasker Rıza Paşa: bakımsızlıktan harap durumda olan camiyi görünce, hazineden yardım alarak, camiyi Mimar Sinan’a yeniden inşa ettirmiştir. Yeni yapılan cami, orjinalinden farklı olarak: eklektik üslupla yapılmıştır.

Balkan ve I. Dünya savaşı sırasında caminin bakımı yapılamamış ve yine harap hale gelmiştir. 1933 yılında bir hayırsever öncülüğünde: camide geniş bir onarım ve ilaveten imam lojmanı yaptırılır. Ancak bu tamir sırasında, daha önce çökmüş olan kubbe yerine, ahşap tavan yapılır. 1991 yılında, halkın desteğiyle: avluya dernek binası, tuvalet ve abdest alma yeri yaptırılır. Gelelim caminin mimari özelliklerine: caminin ibadet alanına merdivenle çıkılır.

Kare planlı harim kısmına, son cemaat yerinden ahşap bir kapıyla girilir. Sağ tarafta: önü ahşap korkuluklu müezzin mahfili vardır. Mihrap çini, ahşaptan olan minber ve kürsü ise yağlı boya ile boyalıdır. İç mekandaki avizenin Naciye Sultan tarafından hediye edildiği söylenir. Şimdi de, caminin ismi yani “Sanki yedim-içtim” konusuna gelelim. Caminin ismi, sosyal bir mesaj vermektedir.

Fakir olan insanlar ya da birikmiş parası olmayanlar, cami yaptırmak istediklerinde, yemeden içmeden kısar “Sanki yedim içtim” der, parasını biriktirirlermiş. Örneğin: canı elma isteyen biri “Sanki yedim” deyip, elmanın parasını cami için ayırdığı paraya eklermiş, en sonunda caminin parası tamamlanır ve cami yaptırılırmış”

parmaksız camii.1
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Parmakkapı Camii-Kazasker Mehmet Efendi Camii

PARMAKKAPI CAMİİ-KAZASKER MEHMET EFENDİ CAMİİ

Kazasker Mehmet Efendi: buradaki Bizans dönemi kilisesinin yıkıntısı üstüne, kendi adına bir cami yaptırır. Caminin avlusundaki mermer plakada şunlar yazar “İstanbul fethine iştirak eden askerlerden Kadı Asker Ahmet Efendi, 1453 yılında bu semtte bir mahalle kurmuş ve bu yerde de mescit ve mektep yaptırmıştır.” Ancak bu mescit ve mektep: 1766 yılındaki depremde yıkılır.

Bunun üzerine Yeniçeri Ağası Mustafa Ağa: 1768 yılında bu camiyi yeniden inşa ettirir. 1917 yılında Cibali yangınında semt ile birlikte cami de yanar. Ardından burası yani caminin arsası gecekondular tarafından işgal edilir. Sonunda: 1960 yılında kurulan “Cami Yaptırma Derneği” Anıtlar Kurulunun da desteğiyle, 1980 yılında gecekondular yıktırılmış cami ve Kadı Asker Türbesini yeniden yaptırmıştır. Camiye girmek için, avludan mermer merdivenlerle son cemaat yerine varılır.

Burası: 3 metre genişliğinde, batı duvarı boyunca uzanmakta ve duvarları seramik kaplıdır. Kendi giriş kapısının hemen solunda bir kapı ile geçilen Kur’an kursu bölümü görülür. Mihrap çini, minber ve kürsü mermerden yapılmıştır. Duvarlar, yerden alt pencere hizasına kadar seramik kaplanmıştır. Tavanda büyük bir kubbe, çevresinde dört adet çeyrek kubbe bulunur. Ancak bu cami, 2012 yılında yapılan tespitlerde depreme dayanıklı olmadığının öğrenilmesi üzerine yıkıldı ve yeniden yapılmasına karar verildi.

ramazan efendi. 000
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Ramazan Efendi Camii-Hoca Hüsrev Camii

RAMAZAN EFENDİ CAMİİ-HOCA HÜSREV CAMİİ

Kocamustafapaşa caddesi kuzeyinde, Kocamustafapaşa meydanındadır.

Caminin resmi adı: Hoca Hüsrev Camidir. Çünkü cami: Hoca Hacı Hüsrev isimli bir zat tarafından, 1585 yılında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Bu yüzden: Mimar Sinan camisi olarak da bilinmektedir. Ancak: tüm bunlara rağmen, cami “Ramazan Efendi camisi” olarak bilinir.

Çünkü: burada baştan beri, kurumun bir parçası olan derviş tekkesi vardır ve bunun ilk şeyhinin ismi Ramazan Efendi’dir. Ramazan Efendi: (1542-1616) 3 sultan döneminde yaşamış bir tarikat şeyhidir ve Halvetiye tarikatının Ramazanniye kolunun kurucusudur. 1585 yılında İstanbul’a gelmiştir. Birçok öğrenci yetiştirmiş, kerametleriyle tanınmıştır.

Özellikle: rüya tabirleri konusunda bilgiliydi. Cami: geniş bir bahçe içindedir. İlk inşa edildiğinde: tevhidhane, çilehane, şadırvan ve derviş hücrelerinden oluşan bir tekke olarak inşa edilmiştir.

Caminin uzun kitabesi: şair Mustafa tarafından yazılmıştır. Kitabede, caminin yapılış tarihi olarak 1586 yazılıdır. Yani: buna göre, Mimar Sinan’ın son eseridir. Ünlü Mimar, burayı tamamladığında 97 yaşındadır. Evet: cami son derece basit bir yapıdır. Ancak, İznik çinileriyle süslenerek güzelleştirilmiştir. Çatısı ve son cemaat yeri ahşaptır. Özgün yapının ahşap bir kubbesi ve dört mermer sütunla desteklenen, üç kubbeli bir son cemaat yeri vardır.

Avludaki küçük şadırvanın harika oymaları dikkat çeker. Ama caminin esas ünü: fayans panolar sayesinde gelişir. İç mekanın duvarları: mihrap yüksekliğine kadar, 16’ncı yüzyılın muhteşem güzel çinileriyle bezenmiştir. Bunlar: İznik çiniciliğinin üretiminin zirvesinden günümüze kadar gelebilmiş en güzel çinilerdir. Özellikle, bu çinilerde kullanılan “domates kırmızısı” çok beğenilir. Kesme taş minarenin külahının alt kenarında, mavi renkli çini plakalar vardır.

Türbe

Caminin sol yanındaki türbe: Ramazan Efendi’ye aittir. Türbe: Bezirgan Hacı Hüsrev tarafından yaptırılmıştır. 9 x 8.5 metre ölçülerindedir. Moloz taş ve tuğla duvarlıdır, üstünü ahşap bir çatı örter. Ramazan Efendinin sandukasının bulunduğu bölüm, kubbe altına rastlar. Sandukanın çevresi, demir parmaklıkla çevrilmiştir. Türbe içinde herhangi bir bezeme yoktur.

Türbenin giriş kısmındaki panoda: 74 yaşında ölen Şeyh Ramazan Efendinin kimliği vurgulanmıştır. Türbenin kaligrafik panelleri dikkat çekicidir. Ramazan Efendi, türbesinde kim oldukları bilinmeyen 6 müridiyle birlikte yatmaktadır. Türbe: ilginç ve uygun adı nedeniyle, özellikle “Ramazan” aylarında sıkça ziyaret edilmektedir.

Cami: 1782 yılındaki yangında büyük hasar görmüştür. 19’ncu yüzyıl başlarında Bestekar İsmail Dede Efendi tarafından onartılmıştır. Tekkelerin kapatılmasından sonra, cami olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Son bir not: caminin en etkileyici özelliği, tüm içi mekanı kaplayan 16’ncı yüzyıl çinileridir. Bu özelliği nedeniyle, hırsızların da ilgisini çeken yapı, kamera sistemiyle korunmaktadır ve sadece vakit namazlarında ziyarete açıktır.

cambaziye camii.3
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Cambaziye Camii

CAMBAZİYE CAMİ

İlk mektep sokak ile Eski cami sokağın kavşağındadır.

Cami: Fatih Sultan Mehmet dönemi devlet adamlarından Cambaz Mustafa Ağa isimli birisi tarafından 1485 yılında yaptırılmıştır. Ancak yapılış tarihi net değildir. Mescit: İzmit gümrükçülerinden Kuru Ahmet Efendi tarafından minber koydurularak cami haline getirilmiştir. Minik ve hoş bir camidir.

Sokağa tek cepheli küçük bir avlusu vardır. Tuğla ile yapılmış avlu duvarının üstü, demir parmaklıklıdır. Ortada yine demir olan kapıdan avluya girilir. Solda abdest alma muslukları ve karşıda tuvaletler bulunur. Mihrap, minber ve kürsü mermerden, tavan düz betondur. Çatı kiremit örtülüdür. Arkada mihrap tarafında küçük bir bahçe vardır. Bu bahçede hazire bulunur.

Bahçenin sağında ise minare vardır. Tuğla minarenin, şerefelerinin altları kirpi saçak modelli mukarnaslarla süslüdür. Hazirenin sokağa bakan duvarına bitişik bir çeşme vardır. Çeşmenin mermer süsleme motifleri gayet güzeldir. Mermer yalağında geç devir özelliklerini yansıtan, silah kabartmaları, yan çerçevelerde ise bitki ve çiçek motifleri görülür.

Bu çeşmeyi: Keçecizade Kazım Bey yaptırmıştır. Kitabesi: hattat Vahdet tarafından yazılmıştır. 1940’larda kadro harici bırakılan cami, bakımsızlıktan harap olmuş, dört duvar halinde iken halkın yardımlarıyla yeniden inşa edilmiş ve 1977 yılında ibadete açılmıştır.

esekapı medresesi.1
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Esekapı İbrahim Paşa Medresesi-İsa Kapısı Mescidi

ESEKAPI İBRAHİM PAŞA MEDRESESİ-İSA KAPISI MESCİDİ

Davut Paşa Medresesinin güneyinde, Kocamustafa Paşa Caddesinin solundadır.

1924 yılında araştırmacı M.Alpatoff ve N.Brunof tarafından yapılan araştırmalara göre: burada, daha önce bir Bizans kilisesinin varlığı tespit edilmiştir. Tarihçi Paspatis tarafından, kilisenin 1159 yılında açık olan Lasites Manastırı olduğu belirtilmiştir. Hatta Hz İsa’nın göğe yükselirken üstüne bastığı taşın bu kilisede saklandığı iddia edilmiştir.

Kilisenin muhtemel uzunluğu 23 metre ve genişliği 9 metreydi. Ancak: muhtemelen 14’ncü yüzyıl başlarına tarihlenen kilisenin yapılış tarihi ve kime adandığı bilinmemektedir. Zaten, günümüze bu kiliseden sadece güney ve doğu duvarları kalmıştır. Güney taraftaki apsis bölümünde: son zamanlara kadar fresklerin izleri görülüyordu, ama günümüzde büyük çoğunluğu kaybolmuştur.

İbrahim Paşa: Kanuni Sultan Süleyman’ın kız kardeşi Fatma Sultan ile evlenerek Saraya damat olmuştur. 1563 yılında vefat etmiştir. Yapı 1560 yılında, dönemin Sadrazamı ve Tavaşi adıyla bilinen Hadım İbrahim Paşa tarafından mescide çevrilmiş ve ayrıca yine buraya Mimar Sinan tarafından tasarlanmış güzel bir medrese eklemiş ve küçük bir külliye meydana getirilmiştir.

Yani: Bizans ve Osmanlı mimarisinin kaynaştırılmasıdır. 1769 yılında Sabih Ali Efendi, minber koyarak mescidi cami haline getirmiştir. Yöre halkı tarafından: Bizans I. Konstantin surunun kapılarından biri olan İsa (Ese) kapı buraya yakındır ve bölgeye adını vermiştir. Ancak bu kapının ve kemerlerin 1509 yılındaki depremde yıkıldığı bilinmektedir.

Taş ve tuğladan inşa edilmiş medresenin kitabesi günümüze ulaşmamıştır. Kubbeli ve ocaklı, 11 oda ve mescidin karşısında: kare planlı, büyük ve kubbeli dershaneden oluşmaktadır. Avluda bir de su kuyusu bulunur. Ancak: 1894 yılındaki depremde, gerek mescide dönüştürülen kilise ve gerekse medrese yıkılmış ve ardından terk edilmiştir.

Uzun süre 1930-1960 yılları arasında evsizler tarafından kullanılan cami ve medrese yapıları tamamen harap olmuştur. Ancak son dönemde kötü bir restorasyon geçiren yapı: sadece Bizans döneminden kalma iki duvarı ve Mimar Sinan tarafından yapılan Medresenin iki duvarı ile ilgi çekmektedir. Son zamanlarda, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinin Adli Tıp Bölümü: bu tarihi eseri duvarları içine almıştır.

sümbül efendi türbesi.1
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Kocamustafapaşa Sümbül Efendi Külliyesi-Ayios Andreas En Te Kristei Manastırı

KOCAMUSTAFAPAŞA SÜMBÜL EFENDİ KÜLLİYESİ-AYİOS ANDREAS EN TE KRİSTEİ MANASTIRI

Kocamustafapaşa caddesi sonunda, Kocamustafapaşa İlköğretim Okuluna ev sahipliği yapan, 19’ncu yüzyıl yapımı konağın yanındadır.

Külliyenin bulunduğu geniş arazi, Bizans döneminde önemli bir dini merkezdir ve burada: geniş bir manastır kompleksi bulunur. Bu kompleks içindeki bu eski kilise: ilk olarak 6 veya 7’nci yüzyılda yapılmış ve 1264 yılında, muhtemelen Prenses Theodora Raulina tarafından, Bizans’a Hıristiyanlığı kabul ettirdiğine inanılan Giritli Aziz Andresa’a adanmıştır.

Yani: muhtemelen daha erken tarihli bir kilise temelleri üzerine kurulmuştur. Ancak bu ilk yapılan kilisenin tarihi son derece karanlık ve tartışmalıdır. Ancak, üzerine yapılan kilise yapısında: 6’ncı yüzyıla ait malzemeler ve özellikle devşirme sütun başlıklarının kullanıldığı görülmüştür.

13’ncü yüzyıla gelindiğinde, İmparator VIII. Mikael, bu kiliseyi, yeniletmiştir.

1486 yılına gelindiğinde ise, yani İstanbul’un fethinden 36 yıl sonra: Sultan II. Beyazıt’ın Sadrazamı Koca Mustafa Paşa: kilise camiye çevrilmiştir. Burada ilginç bir hikayeden söz edilmektedir. Yavuz Sultan Selim ile Sadrazam Koca Mustafa Paşanın arası açılınca: Padişah öfkesinden, Paşanın yaptırdığı bu camiyi bile yıkmak ister. Ancak, araya Halveti Tarikatı Şeyhi Sümbül Efendi girer ve cami kurtulur. Bu yüzden camiye “Sümbül Efendi” camisi de denir.

Sümbül Efendi Camisi

Evet: bu tarihsel ve dini mekan, oldukça mistik bir hava taşır. Her taraf: türbeler, yeşillikler arasındaki mezarlıklar, ahşap tekke binaları, yüzyıllık ağaçlar ve diğer yapılarla doludur. Bu yüzden, her gün kalabalık kitleler tarafından ziyaret edilir. Camiye girildiği anda, eski bir kiliseden çevrildiği hemen anlaşılır. Çünkü, girişteki farklılıklar çok belirgindir.

Kilisenin apsis boşluğunu oluşturan yarım kubbeli mekan, doğuya bakar. Mihrap ve minberin: güney duvarındaki yarım kubbenin altında olabilmesi yani “Kabe” ye bakabilmesi için: kilise camiye çevrilirken, içerisi doksan derece kaydırılarak, yeniden düzenlenmiştir. Girişin bulunduğu kuzey duvarı önüne: son cemaat yeri eklenmiştir. Kilise girişi aksine: cami girişi, kuzey yönüne, altı kubbeli son cemaat yerine alınmıştır.

Külliyenin diğer yapıları olan medrese, tekke, mektep ve türbeler: kilisenin camiye çevrilmesinden sonraki döneme aittir. Günümüzde külliyede bulunan kütüphane, çay evi, medrese gibi yerler: Kuran Kursu olarak kullanılmaktadır. Hamam ise, camiyi çevreleyen duvarların dışında kalmıştır.

sümbül efendi türbeler.1
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Sümbül Efendi Türbesi

Sümbül Efendi Türbesi

Sümbül Efendi: 16’ncı yüzyılda kurulan, derviş tekkesinin ilk şeyhidir.

Türbe: bugünkü şeklini 1834 yılında, Sultan II. Mahmut zamanında yapılan onarım sonucunda almıştır. Türbe binası yuvarlak planlı ve kubbeli bir yapıdır. Bunun güney yönünde, yamuk planlı bir giriş bölümü eklenmiş, gerek Sümbül Efendi ve gerekse bitişik olan Serasker Rıza Para türbelerinin kapıları giriş bölümüne açılmıştır.

Enlemesine yerleştirilen tepe pencereleri, alçıdan mamül sümbül demetleri ile çevrelenmiştir. Türbeyi örten ahşap kubbe, dışarıdan kurşun kaplıdır. Kubbe eğitinden hareket eden kurşun kaplı saçak, türbenin ve giriş bölümünün cephelerinde dalgalanarak uzanır, türbe içi ise süsleme bakımından sadedir. Türbede Sümbül Efendi tek başına yatmaktadır.

Türbe girişinde, Serasker Rıza Paşa türbesi vardır. Rıza Paşa türbesi, torunları tarafından yaptırılmıştır. Sümbül Efendinin vefatından bu yana: insanlar sorunlarının çözümü için, mezarını ziyaret edip, ona yalvarmışlardır. Zaten, bu mezar sebebiyle, cami, İstanbul’daki en popüler dini ziyaret yerlerinden birisi olmuştur.

Edep Kapısı

Sümbül Efendi Türbesi ile Çifte Sultanlar Türbesinin arasındaki kapıdır. Sultan II. Mahmut, Çifte Sultanların türbesini yaptırdıktan sonra, araya bu kapıyı yaptırmıştır. Ramazanın 15’nden sonra, bayrama kadar açık olan bu kapıdan, ziyaretçiler ziyaretlerini tamamlar ve arka arka yürüyerek, bu iki büyük türbeye karşı saygılarını gösterirler.

Rahime Hatun Türbesi-Safiye Sultan Türbesi

Sümbül Efendi türbesinin yanındaki türbede: kızı Rahime gömülüdür. Türbenin kitabesi olmadığından ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Türbe, bazılarına göre Koca Mustafa Paşanın kızı Safiye Sultana, bazılarına göre ise Sümbül Efendinin eşi Safiye Sultana aittir.

Ayvansarayi’nin yazılarında, türbenin Safiye Sultana ait olduğu yazar. Halk arasındaki söylentiye göre ise, bu türbede Rahime Hatun isimli bir kişi gömülüdür. Türbe son derece sade olup, herhangi bir bezemesi bulunmamaktadır. İyi bir koca arayan yani evlenmek isteyen genç kızlar: bu türbeye dua etmeye gelirler. Türbenin üstünde yükselen, antik dönemden kalma çınar ağacının mucizevi güçleri olduğuna inanılmaktadır.

Diğer Türbeler

Girişte, fes şeklindeki mezar taşı olan türbe: “Serasker Rıza Paşa” ya aittir. Bir diğer türbede ise: Safiye Sultanın gömülü olduğu düşünülüyor. Açık türbede ise: Hz Hüseyin’in kızları Fatma ve Sakine’nin yattığına inanılıyor.

sümbül.sarı sıdıka türbesi.1
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Katerina Mezarı

Katerina mezarı

Caminin önündeki mütevazi mezar ise, Sıdıka Hatun ismini alarak İslam’ı seçen Bizans Prensesi Katerina’ya aittir. Rivayete göre, çok dindar bir Hıristiyan olan İmparator Konstantin’in kızı Prenses Katerina, İstanbul’un fethinden sonra eski bir manastırdan camiye çevrilen Sümbül Efendi camisinin de yer aldığı Bizans’dan kalma Andreas Manastırına rahibe adayı olarak katılır.

İmparator babası, kızın bu isteğine onay verir. Ancak: Bizanslıların eline esir düşen, Hz Peygamberin torunu Hz Hüseyin’in kızları Hz Fatma ve Hz Sakine bu manastıra gönderilerek Hıristiyan olmaları için zorlanırlar. Hıristiyan olmaları için iki kız kardeşe, bir ay süre verilir. Ancak, manastırda bulunan kızı Katerina, iki kız kardeşten çok etkilenir ve kendisi Müslüman olmaya karar verir.

Artık adı “Sarı Sıdıka” dır. Prenses Katerina’nın Müslüman olmasına, Konstantin çok kızar, iki kız kardeşi mahzene kapattırır. Bir süre sonra, bir gece bulundukları mahzenden nurlu bir ışık yayılır. Mahzenin kapısı açıldığında görülür ki, çifte sultanlar ölmüştür. Prenses Katerina yani Sarı Sıdıka da bir süre sonra ölür. Ölüm şekliyle ilgili birçok rivayet vardır.

Ama sonuç olarak, bu tarihi kişiler, ölümlerinin ardından manastırın bahçesine gömülürler. Aradan yüzyıllar geçer ve İstanbul’un fethinden sonra 529 yılında manastır, camiye çevrilirken, burası, Halveti tarikatının Sümbüliye kolunun kurucusu olan Sümbül Efendinin dergahının bulunduğu yer olur.

Gün gelir, Sümbül Efendi, mezarların yerini bulur ve mezarlar kabir olarak hazırlanır. Yıllar sonra ise, Sultan II. Mahmut, gördüğü bir rüya üzerine Çifte Sultanların çevresini ve üstünü zarif bir parmaklıkla çevirttirir.

sümbül efendi.zincirli ağaç.1
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Zincirli Servi Ağacı

Zincirli Servi Ağacı

Kocamustafapaşa camisinde bulunan çifte sultanlar türbesinde, zincirli bir servi ağacı vardır.

Bizans döneminden kaldığına inanılan bu ağacın: İstanbul’un anıtsal ağaçlarından biri olarak kabul edilir. Söylentiye göre: Sultan II. Mahmut, Hz Hüseyin’in iki kızını, Bizanslıların bu servi ağacı dibinde öldürüp gömdüklerini öğrenir. Oraya: açık bir türbe yaptırır. Ağacın ise: Hz Cabir tarafından dikildiği söylenir. Evliya Çelebi tarafından aktarılan bir diğer söylentiye göre ise: borcu olup ta saklayanlar buraya gelirlerse: zincirin alçalıp onlara değdiğine inanılır.

Bu yüzden: alacaklı olanlar, borçlularını, kadıya götürmek yerine, buraya getirir ve zincirin kararını beklermiş. Bizans zamanında: böyle borçlu ve yalancı yakalayan heykeller olduğu bilinmektedir. Bir diğer söylenti: Cami avlusunda bulunan bu yaşlı ağacın gövdesi, zamanla yarılmaya, kabukları dökülmeye başlar. Sümbül Efendi, ağacı zincirlerle sararak korumaya alır.

Ancak, zincirin bir ucunu yere doğru sarkık tutar ve der ki “Bu ağacın altında kim durur ve yalan söylerse, bu zincir yere doğru uzayacaktır” Ağaçla ilgili bir söylenti daha: Bu zincir koptuğunda kıyamet kopacağına inanılır. Bir diğer söylenti ise: ağaç kuruduğu için zincirle bağlandığıdır. Günümüzde ise, ağaç, beton payandalar yardımı ile ayakta durmaya çalışmaktadır.

Zincir ise, günümüzde İstanbul Belediye Müzesinde muhafaza edilmektedir.

istanbul hastanesi.1
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi

İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ

Hastane, 1960 yılında 560 yatak kapasiteli olarak “İşçi Sigortaları Kurumu Hastanesi” olarak yapılmıştır. O dönem için Balkanların en modern hastanesidir.

balık müzesi.1
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Balık Müzesi
balık müzesi.5
İstanbul Samatya ve Kocamustafapaşa Balık Müzesi

BALIK MÜZESİ

Türkiye sahillerinde yakalanmış 350 balık türünün sergilendiği bu müze, Samatya sahil yolunda, Kocamustafapaşa Balıkçı barınağındadır.

1991 yılında Balıkçılar Derneği kurucusu Haydar Deniz tarafından kurulmuştur. Müzede: balıklar yanında deniz kestanesinden kabuklulara, Türkiye sahillerinde rastlanan mercanlardan kaplumbağalara ve deniz yıldızlarına kadar her çeşit deniz canlısının örneği bulunmaktadır.

Balıklar önce kurutularak saklanırken, adli tıpta kadavraları korumada kullanılan özel sıvı tespit edilince, balıklar kavanozlarda bu özel sıvının içinde saklanmaya başlamıştır. Bu özel sıvı içindeki balıkların 500 sene kadar saklanabileceği söyleniyor.

Bu müzede göreceğiniz balıklardan yüzde 80 kadarı, artık Türk denizlerini, sularını terk etmiş balıklardır. Müzede bulunan bazı balıklar hakkında kısa bilgi vermek istiyorum. Peri balığı: 19 Mayıs 1969 günü, Çandarlı körfezinde tutulmuştur. Benekli kırlangıç balığı 20 Şubat 1973 günü Kefken de tutulmuştur. Kurbağakayası balığı 29 Temmuz 1972 günü Karadeniz’de yakalanmıştır.

İstanbul Edirnekapı-Karagümrük

edirnekapı.genel.1
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük

 

 

İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; Burası şehrin 6’ncı tepesidir.

Edirnekapı’nın Bizans dönemindeki ismi “Harisius” tur. Ayrıca: Chariusius, Polyandri, Myriandri olarak da isimlendirildi. Bazı kaynaklara göre: Kodinos, Maviler ve Yeşiller gurubundan, sekizer bin kişi, sur inşaatında çalışmıştır. O dönemde, burası merasim kapısı olarak kullanılıyordu. İmparatorlar sefere çıkarken veya seferden dönerken bu kapıdan geçiyorlardı.

Osmanlı dönemi

İstanbul’un fethi sırasında ise, ilk gedik bu kapıdan açılmış ve Fatih Sultan Mehmet bu kapıdan şehre girmiştir. O yüzden, burası Osmanlı döneminde en çok önem verilen askeri kapı olmuştur. Edirne kapı bir zamanlar Eyüp Caminde kılıç kuşanan padişahların şehre girmek için kullandıkları kapıydı. Eski başkent Edirne’den gelenler de bu kapıdan geçerek şehre girerlerdi. Ayrıca yine Edirnekapı: tören yolu niteliğinde Divanyolu’nu Edirne’ye bağlamaktaydı. Yani payitahtın Edirne’ye açılan kapısıydı.

karagümrük.genel.1
İstanbul Karagümrük

Karagümrük

İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; Edirnekapı’nın hemen yanında Karagümrük semti vardır. Cerrahpaşa gibi İstanbul’un ilk semtlerinden birisidir.

İstanbul alındıktan sonra, Osmanlı imparatorluğunun ünlü külhanbeyi Kara Davut yönetiminde: bölgeye giriş ve çıkışlar ile gümrük işlemleri burada yapılmaya başlandı.

Karagümrük ismi: surların bir kısmında, bir çeşit ülke içi, şehir gümrüğü olmasındandır. Karadan gelen mallar, burada gümrükten geçerek İstanbul şehrine giriyordu.

Osmanlı dönemindeki en gözde semtlerden birisiydi. Burada anıtsal eserler yaptırıldı.

1950’lere kadar, semte renk katan Balkan göçmenleriyle, başarılı spor külupleriyle anılırdı.

Bir zamanlar İstanbul Türkçesinin en seçkin aksanı Karagümrük’te konuşulurdu.

İstanbul’u yakan kül eden yangınlar, semtin tarihinde derin izler bırakmıştır. 1639 yılında Balat kapısından başlayan alevler, Karagümrük’ü tamamen yok etmiştir. 1693 ve 1721 yıllarındaki yangınlar da tam bir felakettir. Ancak en büyük yangın, 1782 yılında 22 Ağustos günü başlamış,12 gün sürmüş ve tam 2100 ev yanmıştır.

Cumhuriyetten sonra, mübadeleyle gelen Selanik göçmenlerine, Balkan göçmenleri eklendi ve mahallenin kültürel dokusu zenginleşti. 1950’lerde Siirt ve Bitlis şehirlerinden gelenler, zamanla şehirde uyum sağlayıp Karagümrük’lü oldular. Vatan caddesi ve Fevzi Paşa bulvarlarının açılmasıyla, ahşap evler yerlerini apartmanlara ve bostanlar ise bloklara bıraktı. Kaçak yapılaşma: külliyelerin ve medreselerin arazilerini yağlamadı. Semtin köklü sakinleri, başka muhitlere taşındılar. Ama yine de büyük bölümü mahallelerini bırakmadılar.

SURLAR

İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; Fatih’in ordularının şehre girdiği sur kapılarının bulunduğu hat: Ayios Romanos Kapısı-Harisius kapısı arasıdır. Lykos Deresinin (günümüzdeki Bayrampaşa deresi) bir yarık meydana getirdiği, günümüzdeki Vatan caddesinin uzandığı hat: doğal bir sınırdı.

Burada: zemin zor olduğundan derin hendekler yapılmamıştı. Böylece kara surlarının en zayıf kısmı burasıydı. Lykos vadisi: bir imparatorluğun bayrağının inmesi ve yeni imparatorluğun bayrağının dikilmesine şahitlik etmiştir.

Konstantinopolis şehrinde: İmparator II. Theodosios döneminde, Praefectus yani vali olan Anthemios: 412 yılında mevcut surları genişletmiş ve daha batıya taşımıştır. Böylece Blakherna ve Exoshionion bölgeleri arasında kalan yerler de sur içine alınmıştır. Bu surların 10 tane ana kapısı ve birkaç tali kapısı vardı.

Son olarak: Edirnekapı-Eğrikapı-Ayvansaray arasında uzanan surlar: Belediye tarafından 1992 yılında onarılmıştır. 1999 Marmara depreminde ise, Edirnekapı’nın güneyindeki kule, büyük hasar görmüştür.

şehitlik.1
İstanbul Edirnekapı Şehitliği
şehitlik.mısır tarlası.1
İstanbul Edirnekapı Şehitliği
şehitlik.mısır tarlası.2
İstanbul Edirnekapı Şehitliği

 

EDİRNEKAPI ŞEHİTLİĞİ

İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; 1453 yılında İstanbul’un fetih edilmesi sırasında, surların önünde savaşırken ölüp şehit düşen Müslüman askerleri: Edirnekapı, Topkapı, Maltepe ve Topçular arasında kalan geniş araziye gömüldüler. Osmanlı döneminde “Sır Tekke” denen bu ilk şehitliğin yeri kesin olarak bilinmemektedir. Osmanlı döneminde, bayram sabahları camiden çıkan cemaat “Sır Tekke” de toplanır ve şehitlerin ruhlarına dua ederlerdi.

E-5 kara yolun, Haliç köprüsüne birleştiren tünelin yapımı sırasında, tünelin üstüne düşen kısımdaki bir kısım şehit kabirleri, buradan alınarak başka yerlere nakledildi. Sır Tekke denilen yer de buraya denk geldiğinden, buranın orijinal görünümü değişikliğe uğradı.

Mezarlıkta eski kabirlerden oluşan bölüm ise “Mısır Tarlası” olarak isimlendirilir. Zamanın tahribatına uğrayan bu bölüm, tamamen eski mezarlardan oluşmaktadır. Yani yeni mezar yoktur. Günümüzdeki Edirnekapı şehitliğinde ise: Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı ve özellikle Çanakkale savaşı sırasında yaralanarak İstanbul’a getirilen ve tedavi sırasında İstanbul hastanelerinde ölen ve şehit olan Müslüman askerler gömülmüştür. Bunların sayısının 13 bin olduğu tahmin edilmektedir. Ama mezarlığın eski kabirlerden oluşan bölümü, yukarıda söylediğim gibi “Mısır Tarlası” denen bölümdür.

mihrimah sultan camii.00
İstanbul Edirnekapı Mihrimah Sultan Külliyesi

MİHRİMAH SULTAN KÜLLİYESİ

Edirnekapı’da şehrin 6’ncı tepesi üstündedir.

Kale Boyu ile Fevzi Paşa caddelerinin kesiştiği noktadadır.  Külliye: cami, medrese, mektep, türbe ve hamamdan oluşmaktadır. Olağanüstü pandiflere sahip olmasıyla ün kazanmıştır. Medrese 17 hücrelidir, ancak günümüze ulaşmamıştır. Çünkü külliye, ikinci derece deprem kuşağında bulunmaktadır.

Eğimli arazi nedeniyle külliye, tonozlu altyapıların desteklediği bir teras üzerine inşa edilerek zemin seviyesinden yükseltilmiş, böylece çevresine hakim bir konuma çıkarılmıştır. Yapı yüksek bir tepeye inşa edildiğinden, zemini sağlamlaştırmak için Mimar Sinan, yüzlerce kuyu açtırmıştır. Cami ve kuzeydeki U planlı medrese, aynı avludadır.

mihrimah sultan camii.1a
İstanbul Edirnekapı Mihrimah Sultan Külliyesi Camisi

 

 

Cami

Diğer ismi “Edirnekapı cami” dir.

Cami, bir iddiaya göre: daha önce burada bulunan ve Aziz İoannes adına yaptırılmış “Aya Yorgi” manastırının üzerine inşa edilmiştir. Rivayete göre: bu yörede “Aya Georgios” a adanmış bir kilise vardır. Caminin buraya yaptırılmasına karar verilince, Sultan Süleyman’ın emriyle, yine aynı bölgede ahşap bir “Aya Georgios” kilisesi yaptırılacaktı. (Aşağıda bu konuda ayrıntılı bilgi verilecektir.)

Evet, burada görülen cami: Kanuni Sultan Süleyman’ın çok sevdiği kızı Mihrimah Sultan için 1562-1565 yılları arasında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Mihrimah Sultan: Sultan Süleyman’ın hayatta kalan tek kızıydı ve bu yüzden babası tarafından çok seviliyordu. Dönemin kaynaklarına göre oldukça büyük bir servete sahip olan Mihrimah Sultan, son derece dindar ve hayırseverdi.

Mihrimah Sultan 1558 yılında vefat etmiştir, yani bu cami onun vefatından sonra yapılmıştır. Zaten naaşı da buradaki türbede gömülü değildir. Kanuni Sultan Süleyman bu külliyeyi, hayırsever kızının ruhuna hediye ettiği içindir ki, onun ismiyle anılır olmuştur.

Camide: Mihrimah Sultana aşık Mimar Sinan tarafından: sarkıt ve minare işlemelerinde, saçları topuklarını döven bir kadın tasvir edildiği söylenmektedir.

Mihrimah Sultan: cami ve külliyelerin yapılacağı yerin seçimini Mimar Sinan’a bırakmıştır. Mimar Sinan’ın camiyi gözden uzakta, ilgiyi çekmeyecek bir yerde inşa ettirmesi, Mihrimah Sultana duyduğu gizli aşkın ifadesi, yansıması olarak yorumlanmıştır.

Mimar Sinan, Mihrimah Sultan için 2 tane cami yapmıştır. Bunlardan biri: Üsküdar sahilinde ve diğeri ise Edirnekapı’daki bu camidir. Ancak Edirnekapı’daki bu külliye ve caminin anıtsal yapısı ve estetik tasarımı, Üsküdar’daki külliyeyi gölgede bırakır.

Mimar Sinan: camileri yapmak için şehirde karşılıklı öyle iki nokta seçmiştir ki, 21 Mart tarihinde (bu tarihin Mihrimah Sultan’ın doğum günü olduğu söylenir) Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camisinden Üsküdar’daki Mihrimah Sultan camisine bakınca:  güneş yani “Mihr” Edirnekapı’daki caminin üzerinden batarken, ay yani “Mah” Üsküdar’daki caminin iki minaresinin arasından doğar.

Mimar Sinan: Mihrimah Sultanın ay ve güneş anlamına gelen ismine gönderme yapmak için bu durumu özellikle seçmiş ve yaratmıştır.

Mihrimah Sultan tarafından iki cami yaptırılmasının sebebi: Mihrimah Sultan Üsküdar’daki camide ilk sabah ezanı okunurken, son sabah ezanı da Edirnekapı camisinde okunacak olmasıdır. Böylelikle İstanbul semalarında ezan sesi daha uzun süre yankılanacaktı.

Sinan’ın eserlerinde: devletin hiyerarşik düzenini dikkate alan ve eserlerin görünümünde bunu yansıtan bir mimari üslup hakimdir. Bu tarz, uzun yıllar klasik Osmanlı mimarisi olarak kabul görmüştür. Bu yüzden şekil olarak Süleymaniye ve Selimiye külliyelerinin andırmasına rağmen, Sinan bu camiyi yaparken, buranın padişah değil de padişah ailesinden birine ait olduğunu, taşlarla anlatma becerisi göstermiştir.

Mimari yapı

Cami dikdörtgen planlı ve fevkanidir. Dış ölçüleri 39.50 x 28 metredir. Caminin kubbesi, dışarıdan bakıldığında tüm ihtişamı ile tek başına yükselmektedir. Ana kubbe 20.25 metre çapında ve 37 metre yüksekliktedir. Kubbe dört büyük payandaya basan pandiflere oturur. Bu payandalar, yapının dışında, kubbe kasnağına kadar yükseltilerek ağırlık kulelerine dönüşürler.

Kıble duvarının iki köşesindeki, ağırlık kulelerine yaslanan basamaklı payandalar, yapısal olmaktan ziyade estetiktir. 7 kubbeden oluşan son cemaat yeri revakları alçak tutulmuş ve böylece cami tepede bir anıt gibi her tarafa hakim yapılmıştır.

İlk defa Fatih Sultan Mehmet’in selatin camisinde kullanılan, dört adet devşirme somaki sütun ve kare baldaken uygulaması: Roma-Bizans mimarlık geleneğindeki imparatorluk statüsünü simgeleyen unsurlar olarak devam ettirilmiştir. Burada dört adet devşirme kırmızı granit sütun kullanılmıştır.

Bu durum, Mihrimah Sultanın statüsünün göstergesidir. İç mekanda kullanılan devasa kırmızı granit sütunların, bir zamanlar Bakırköy’de bulunan “Vaftizci Yahya Kilise” sinden alındığı tahmin edilmektedir.

Cami avlusunda: mermer bir şadırvan, 19 bölmeden ve 2 eyvandan oluşan iç mekan vardır. Şadırvan, Sinan camilerindeki en güzel şadırvanlardan biridir. Caminin güneyinde kalan avlu içinde, beş adet monolit Bizans sütunu vardır. Sütunların boylarının ve çaplarının birbirine yakın oluşu, bunların belirli bir noktada kullanılmak üzere ayrıldıklarını düşündürmektedir. Sütunların, Apsis duvarında kullanılan üçlü formdaki sütunları hatırlattıkları ileri sürülmektedir. Bu sütunlar, muhtemelen cami inşaatında kullanılmak üzere getirilmiş ve kullanılmamıştır.

Pencere dizileriyle şeffaflaşan beden duvarından giren ışık nedimeyle, iç mekan oldukça aydınlıktır. Özellikle aydınlık havada, renkli camlı pencerelerden süzülen ışık, renk cümbüşü yaratır. Caminin içinde toplamda 204 ve kubbede 161 pencere vardır. Sinan tarafından yapılan en aydınlık cami olduğu söylenir.

Mihrap beyaz mermerdir. Minber: mermerden yapılmıştır, geometrik süslemelerle korkuluklar şebekelidir. Kürsü ahşaptan yapılmıştır, geometrik şekillerle dekorlu ve sedef kakma süslüdür.

Minare

Minare: caminin tek şerefeli, kesme taştan yapılmış, kurşun külahlı minaresi, ilk yapıldığı orjinaline göre daha ince yapılmıştır. Yüksekliği 37 metredir. Bu yüzden, günümüzdeki minare, Sinan devri özelliklerine uymaz. Minarenin kürsü ve pabucu, yarıya kadar kalındır. Gelelim niye tek minare, aslında Mihrimah Sultanın statüsü iki minareli cami yaptırmaya uygundu. Ancak Mihrimah Sultan: yalnızlığını simgelemesi için camiyi tek minareli yaptırmıştır.

Ancak bazı kaynaklara göre: Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçen Sultan II. Selim’in, henüz tamamlanmayan cami inşaatında bazı konularda etkili olduğu yazılıdır. Sultan II. Selim’in, kıskandığı ablası Mihrimah Sultanı: statü simgesi sayılan birden fazla minare kullanma ayrıcalığından yoksun bıraktığı iddia edilmektedir. Ayrıca: yine bazı kaynaklara göre, bu uygulama, kişisel nefrete ilaveten, Mihrimah’ın gerileyen statüsünün de işaretidir.

Üsküdar’daki cami yapılırken, kendisini çok seven babası Kanuni ve eşi veziriazam Rüstem Paşa hayattaydı. Bu tercihin yani tek minareli tercihin bir başka sebebi de hanım sultanların sayısı arttıkça azalan iktidarlarının göstergesi olabilir. Çünkü: Üsküdar’daki camiden sonra, Sultan II. Selim’in kızları Şahsultan ve İsmihan Sultan için Sinan tarafından inşa edilen camiler de tek minarelidir.

Sinan, külliye için gereken su ihtiyacını karşılamak için, ayrıca Mihrimah Sultanın ismiyle anılan su yolları inşa etmiştir.

Sonraki dönemde hasarlar ve onarımlar

Cami: 1719 yılındaki depremde büyük hasar görmüş ve kubbeleri çökmüş ve onarıma tabi tutulmuştur. 1766 yılında yine depremden etkilenen cami, Sultan III. Mustafa tarafından tamir ettirilmiştir. Ancak 1894 yılındaki depremde minaresi devrilmiş ve son cemaat yerinin kubbeleri çökmüştür.

Ardından, 1907-1910 yılları arasında Evkaf Nezareti tarafından onarım ve restorasyon yaptırılmıştır. 1967-1969 yılları arasında bütün külliye yeniden elden geçirilmiştir. Son olarak: 1999 yılında Marmara depreminin ardından başlayan restorasyon, 2014 yılında bitirilmiş, minare yarısından itibaren tekrar inşa edilmiştir.

Cami hakkında Evliya Çelebinin yazıları

Evliya Çelebi, Mihrimah’ın camisi ve külliyesinden övgüyle söz ederek camiyi efsanelere, kutsal metinlerde konu olan İren Köşkü’ne benzetir. “Tanrı rahmetini ve merhametini esirgemesin, kızı Mihrimah Sultanın selatin cami: Edirnekapı’nın iç yüzünde bir yüksek zemin üzre yüce bir camidir. Diğer selatin camilerinin direkli İrem Köşküdür. Süleyman Han ……. Tarihinde temiz kızı adına yaptırıp bütün masrafı padişah hazinesinden harcamıştır.

Boyu ve eni … ayaktır. Nurlu mihrabı ve mahfili gayet sanatlıdır, ama hünkar mahfili yoktur. Dış avlusu baştan ayağa yüksek çınarlar ile gölgelenmiş bir avludur. Dört tarafı medrese odalarıdır. Bir cami ve çarşısı vardır, ama aşevi ve hastanesi yoktur. Minaresi bir şerefeli, on iki hane yüksek minaredir.”

Mihrimah Sultan Medresesi

1569 yılında yapılmıştır. Diğer vakıf mülkleri nedeniyle, dar bir sokak üzerinde konumlandırılmıştır. Simetrisi kısmen bozulmuş olsa da, yapı çevresindeki şehir dokusuyla organik olarak bütünleşir. Ama ilk yapıldığında, surlara çok yakın olması nedeniyle asimetrik bir plana sahiptir. Camiyle birlikte tasarlanmamış, sonradan külliyeye eklenmiştir. Ancak cami ve “U” planlı medrese, aynı avluyu paylaşmaktadır.

Medresede 17 oda vardır ama dershane yoktur. Derslerin camide verildiği düşünülmektedir. Odalar batı ve doğu yan kanatlardadır. Kuzeydeki cepheye sadece revaklar yerleştirilmiştir. Medresenin önündeki kubbeli revaklar, avluyu üç taraftan sarmaktadır. Doğu ve batı cephelerde birer, kuzey cephede ise iki kapı bulunmaktadır. Yapı bir dönem hastane olarak kullanılmış olup günümüzde ise, Fatih Müftülüğüne bağlı olarak eğitim amaçlı kullanılmaktadır.

mihrimah sultan hamamı.1
İstanbul Edirnekapı Mihrimah Sultan Hamamı

 

Mihrimah Sultan Hamamı

Muhtemelen 1570 yılı civarında yapılmıştır.

Hamam: külliyenin güneydoğusunda, Fevzi Paşa caddesindedir. Yani ana mekandan daha güneyde kalmaktadır ve muhtemelen 20’nci yüzyılda açılan sokak nedeniyle külliyeden ayrıymış gibi algılanır. Çifte hamam olarak inşa edilen hamamın: erkekler ve kadınlar kısmı, plan ve hacim bakımından birbirinin aynısıdır. Her iki bölüm de, kare planlıdır.

Arka tarafta, tuğladan yüksek bir külhan bacası görülür. Boyutları yaklaşık 30 x 45 metredir. Dikdörtgendir. Bu dikdörtgen uzunlamasına ikiye bölünerek kadınlar ve erkekler bölümü yan yana, simetrik olarak düzenlenmiştir. Erkekler bölümü, soyunmalığına caddeye bakan güney, kadınlar bölümü soyunmalığına ise yan sokaktaki batı cephesinden girilir. Ortasında fıskiyeli bir havuz bulunan soyunmalıkların ikisi de aynı birer topuz çatı ile örtülüdür.

Soyunmalıklardan birer kapıyla soğukluğa geçilir. Aynalı tonozla örtülü, enlemesine dikdörtgen planlı soğuklukların,  dış duvara gelen uçlarına üçer hücreli tuvalet hacimleri yerleştirilmiştir. Soğukluklardan sıcaklıklara doğrudan değil, köşedeki bir halvete girilerek geçilir. Her iki sıcaklık da haç planlıdır.

Haçın kolları arasına yerleştirilmiş, küçük birer kubbeyle örtülü dört halvet mekanı, sıcaklıkların planını kareye tamamlar. Ortada sekizgen biçimli bir göbek taşı vardır. Bu orta mekanın üzeri, daha büyük bir kubbeyle örtülüdür. Sıcaklıkların arkasındaki dar ama bütün yapının enince uzanan bölümün ortasında külhan, iki yanında su hazneleri vardır.

Geçirdiği bir takım doğal felaketler ve dönem müdahaleleri sonucu, yapının bir kısmı tahrip olmuştur. Ama özgünlüğünden çok şey yitirse de, Mimar Sinan hamamı olarak günümüze kadar ayakta kalabilmiş ender hamamlardan birisidir. Türk hamam kültürünün önemli bir eseridir.

Soyunmalık bölümündeki iki katlı ahşap soyunmalık, muhtemelen sonraki dönemlerde eklenmiştir. Ilıklık ve sıcaklık bölümleri, yaklaşık 1.5 metre yüksekliğe kadar beyaz mermerle kaplanmıştır. Halvet ve eyvanlarda: mermer kurnalar, mermer aynalıklı musluklar vardır. Sıcaklıktaki göbek taşı, sekizgen planlıdır. Kullanılan mermerler, Aydıncık ve Marmara adasından getirilmiştir.

Hamam: 1960’lı yıllarda, sahibi özel mülkiyet tarafından onarımdan geçirilerek yeniden işletmeye açılmış olup günümüzde faaldir.

Sıbyan Mektebi

Öncelikle şunu belirtmekte yarar var. Sinan eserlerinin listesini veren tezkirelerde Sıbyan mektebinin ismi yazılı değildir, bu yüzden mektep Sinan eseri sayılmaz. Caminin sağ tarafında: türbenin güney duvarına bitişik inşa edilen Sıbyan mektebi, biri kubbeli ve diğeri ise ayna tonozlu iki mekanlı olup, geometrik geçmeli, mermer söveli kapıdan birbirine geçilmektedir.

Dam örtüsünde üç kubbe vardır. Dershanesi üst kattadır. Dershaneyi aydınlatan büyük yuvarlak kemerli pencereler bulunmaktadır. Bu pencereler, cephede ikişer adettir. Kare formlu olan yapı, Osmanlı Sıbyan Mektebi türüne uyum gösterir. Burada son olarak 2000-2015 yılları arasında restorasyon yapılmıştır.

Çarşı

Külliyenin çarşısının büyük kısmı günümüze ulaşmamıştır. Sadece: 63 dükkandan bir bölümü, avlunun kuzey duvarına bitişiktir.

Güzel Ahmet Paşa Türbesi ve hazire

Türbenin muhtemel yapım tarihi: 1560-1580 yılları arasıdır. Mihrimah Sultanın kabri, külliyedeki türbede değil, çok sevdiği babasının türbesi içindedir. Külliyedeki türbe, Mihrimah’ın damadı kızı Ayşe Hanım’ın eşi Veziriazam Güzel Ahmet Paşa’ya aittir. Kendisi 1580 yılında vefat etmiştir. İçinde Paşa ve diğer aile üyelerine ait 16 adet mermer sanduka vardır.

15.80 x 7.90 metre boyutlarında, dikdörtgen planlı türbenin üstü: ortada bir kubbe ve iki yanında bulunan aydınlık tonozlarla örtülüdür. Türbe yapısı: üç sıra tuğla hatıllı kesme taş duvarlara sahiptir. Uzun cephelerde beşer, dar güney cephesinde üç, kuzeyde ise iki pencere bir kapı bulunur.

Mütevazi türbede, herhangi bir süsleme yoktur. Türbe haricinde bir de hazire yani açık mezar alanı vardır. Buranın en büyük misafiri ise; Hilye-i Şerifesiyle meşhur olan Hakani Mehmet Beydir. Hakani: Rüstem Paşanın kız kardeşinin oğludur ve 1606 yılında vefat etmiştir.

istipol sinegogu.1
İstanbul Edirnekapı İştipol Sinagogu

   

İŞTİPOL SİNAGOGU

Mihrimah Sultan camisinin ilerisinde, Sultan çeşme caddesinde, Salmatomruk denen yerdedir.

Sinagog: 1694 yılında bir fermanla İstanbul’a kabul edilen Makedonya İştip şehrinden göç etmiş Museviler tarafından yapılmıştır. Ancak, bir yangın sonucunda tamamen tahrip olmuş ve kullanılmaz duruma gelmiştir. 1899 yılında  ahşap olarak yeniden yapılmıştır. Yarı ahşap yapı: yüksek duvarların arkasına gizlenmiştir ve camlarına tahta çakılmıştır.

Koruma altına alınmış sinagog, günümüzde ibadete kapalıdır. Sinegogun hemen karşısındaki 3 ahşap binada: cumbaların altında “Davut Yıldızı” görülür ve buna dayanarak bunlarda bir zamanlar Yahudilerin oturduğu düşünülmektedir.

kariye camii.1
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Khora Manastırı Kilisesi-Kariye Camii

 

   

KHORA MANASTIRI KİLİSESİ-KARİYE CAMİİ

Burası: Harisius kapısı yakınında, Petrada ve Konstantinos surlarının dışında kaldığından: Hora (taşra) adını almıştır.

Yapı: Hz İsa’ya adanmıştır. Yapılış tarihi, muhtemelen 7’nci yüzyılın ilk yarısıdır. İmparator Phocas’ın oğlu Krispos tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir. Ancak: son yapılan restorasyonda, drenaj çalışmaları sırasında, doğu duvar dibinde, ilk yapım dönemine ait temel kalıntıları ortaya çıkmıştır. Bu kalıntılar, erken Bizans dönemine ve 6’ncı yüzyıla tarihlenmektedir. 

Yapının ilk yapım dönemine ait bilgiler yoktur. Ancak, yapı: İmparator Alexios I Komnenos döneminde, annesi Maria Ducaena (1077-1081) tarafından yenilenmiştir. Bu onarımda, kilisenin haç planlı olarak yenilendiği düşünülmektedir. Daha sonraki Bizans dönemlerinde, yapıya 6 kere müdahale yapılmış ve bunların izleri görülmektedir.

1204 yılındaki Latin istilasında tahrip edilen ve kubbesi çöken Hora kilisesi: dönemin deniz kuvvetleri komutanı Theodoros Metokhites tarafından, 1316-1321 yılları arasında onarılmıştır. Bu onarımda: dış narteks ve şapel eklenmiştir.

29 metre uzunluğundaki şapelin altı mezar iken, sonradan sarnıç olarak kullanılmıştır. Bu kısımlarda: mozaik ve fresklerle dekorasyon yapılmıştır. Özellikle narteks mozaikleri iyi korunmuştur. Şapel bölümündeki freskolar ise, dönemin en iyi abidevi örnekleridir. Dış narteksteki İsa mozaiği, Khora’ya özgüdür. İç nartekste Metokhites’in tasviri görülür. İsa ve Meryem’in yaşamından çeşitli sahneler tasvir edilmiştir. Yapının altında bir bodrum bulunmakta olup burası bir sarnıç olarak tasarlanmıştır.

Osmanlı dönemi ve camiye dönüşüm

Konstantinopolis şehrinin fetih edilmesi sırasında, manastır çok bakımlı değildir. Sultan II. Beyazıt zamanında camiye dönüştürülmüştür. Bu dönüşüm sırasında, camide bulunan mozaiklerin üstü kapatılmıştır. 1766 yılındaki depremde hasar gören yapı, ardından ciddi şekilde restore edilmiştir. Yapıdaki ahşap konstrüksiyonlu kubbe: bu dönemde eklenmiştir. 

1876 yılında yürütülen çalışmalarda: içeride bulunan mozaiklerin bir kısmı temizlenmiştir. 1929 yılında yapılan bir restorasyon çalışmasında, bir mozaik daha ortaya çıkarılmıştır. Bu çalışmalar, 1959 yılına kadar sürdürülmüş ve günümüzdeki mozaikler ortaya çıkarılmıştır.

aya dimitri kilisesi.1
İstanbul Edirnekapı Ayios Demetrios Kilisesi

AYİOS DEMETRİOS KİLİSESİ

Mihrimah Sultan camisinin yaklaşık 100 metre kadar güneydoğusunda, Muhtar Muhiddin sokağındadır. Kilise: 20.90 x 13.80 metre boyutlarında bir bazilikadır. 1730 yılındaki yangında tahrip olan kiliselerden biridir ve 1834 yılında yeniden yapılmıştır.

Kilisenin kuzey kısmında, kare planlı Ayios Sebastianos ayazması vardır. Avlunun güney duvarındaki üzerinde yazı bulunan stel, Roma dönemine aittir. Diğer bir kireç taşından stelde: sellada oturan annesi ve çocuğun kabartması görülür.

georges kilisesi.1
İstanbul Edirnekapı Ayios  Yeorgios Kilisesi

AYİOS YEORGİOS KİLİSESİ

Ayios Yeorgios: Kapadokyalı bir azizdir ve 5’nci yüzyılda İstanbul’da popüler olmuştur. Bazı kaynaklarda: bu kilisenin Lykos vadisine yakın, Harisius kapısı yakınında bulunduğu belirtilmiştir. Bahsedilen bu kilise: Edirnekapı Hoca Çakır caddesi üstünde ve Mihrimah Sultan camisinin yaklaşık 100 metre kadar kuzeydoğusundadır. 

Kilise: İmparator V. Konstantinos (741-775) tarafından yıktırılan Ayios Yerogios kilisesinin yerine yaptırılmıştır. Kilisenin varlığı, 9’ncu yüzyıldan itibaren bilinmektedir. Kilise, İstanbul şehrinin fethi sırasında sağlam durumdadır. Kilisenin güney duvarında bir Bizans yazıtı vardır. Schneider isimli tarihçi yazar: kilisenin Mihrimah Sultan camisinin yerinde olduğunu, cami yapılırken kilisenin de günümüzdeki yerinde inşa edildiğini yazar. 

Avlunun doğu kısmında okul binası, kuzeyinde yönetim binaları ve bitişik kare planlı bir sarnıç ve güneyinde Ayios Basileios Ayazması vardır. Kitabesinden anlaşıldığına göre, kilise 1726 yılında restore edilmiş ve 1836 yılında yeniden yaptırılmıştır.

aetios sarnıcı.1
İstanbul Edirnekapı Aetios Sarnıcı

AETİOS SARNICI

Tarihi yarım adayı boydan boya geçen Mese caddesinin ve günümüzdeki Fevzi Paşa caddesinin kuzeydoğu bitişiğindedir. Muhtemelen 421 yılında, İmparator Theodosius döneminde (403-450) şehir valisi Aetios tarafından İstanbul’un en yüksek yerinde yaptırılmıştır. Ancak uzun süre: Karagümrük’ün Çukurbostan’ı Aspar su havuzu olduğu sanılmış ve pek çok yayında öyle geçmiştir. Bazı kaynaklara göre burası bir sarnıç değil, Trakya’dan şehre gelen suların toplanarak dağıtıldığı bir merkez havuzuydu.

Kara tarafındaki surların önlerindeki hendeklerin suları, bu depodan karşılanıyordu. Bu merkez havuzun ölçüleri: 245 x 85 metre ölçülerindedir. Derinlik 10-15 metre kadardır. Taş ve tuğla hatıllı çevre duvarlarının kalınlığı ise, 5.20 metredir. Tuğlalar: 40 x 40 x 4 cm ebatlarındadır. Harç 4-6 cm kalınlığındadır. Şehre giren sular, ilk olarak bu sarnıçta dinlendirilirdi. Bu açık hava sarnıcı ile bağlantılı bir kapalı sarnıç ta, günümüzde spor kulüpleri binalarının altındadır. Gezgin Gylles: 1540 yılında buranın kurumuş olduğunu ve kullanılmadığını yazar.

Osmanlı döneminde pek rağbet görmeyen sarnıç günümüzde iyi durumdadır. Sadece güneydoğu cephesi bozulmuş ve buraya 1940 yılında Vefa kulübünün binası yapılmıştır. Osmanlı döneminde, uzun yıllar bölge halkı tarafından bostan olarak kullanılan sarnıç, 1962 yılından sonra Karagümrük Spor tarafından kullanılan Vefa Stadı yapılmıştır.

cedid ali paşa medresesi.0
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Cedid Ali Paşa Medresesi

         

CEDİD ALİ PAŞA MEDRESESİ

Medrese yapısı, Fevzipaşa caddesiyle Testereci sokak ve Hattat Rakım sokaklarının arasındaki alandadır.

Kanuni Sultan Süleyman döneminin Sadrazamlarından Semiz Ali Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Semiz Ali Paşa: şişmanlığı, nüktedanlığı ve hayattan zevk almasıyla tanınırdı. Çok iri ve şişman olduğu için, Osmanlı sınırları içinde kendisini taşıyacak ancak birkaç at bulunduğu söylenir. 1561-1565 yılları arasında sadrazamlık yapmıştır. Hayatındaki en büyük ilginçliklerden birisi de: Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı ve Sadrazam Rüstem Paşanın dul eşi olan Mihrimah Sultan ile evlenmeyi kabul etmemesidir.

Bir külliyeden bağımsız olarak yaptırdığı bu medresenin yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, muhtemelen 1564 yılı olabilir. Dikdörtgen planlı medresenin hücreleri toplamda 15 oda olarak avlunun çevresine yerleştirilmiştir. Çatı bölümü kurşun kaplıdır. Eski orijinal girişi değiştirilerek Fevzi Paşa caddesine bakan bir giriş kapısı açılmıştır. Bu yüzden medrese ve cadde arasında 1.5 metrelik bir kot farkı ortaya çıkmıştır. Cephesi mukarnaslı bir portal ve her iki yanındaki kemerli pencere nişleriyle zenginleştirilmiştir.

Medresede 1792 tarihinde toplam 14, 1869 yılında 37 ve 1914 yılında ise 20 öğrenci kayıtlıdır. Yangın ve depremlerden büyük hasar gören medrese, daha sonra birçok kez onarılmış, özgün planını kaybetmiştir. 1918 yılında burası bir dönem imarethane olarak kullanılmıştır. Günümüzde “İstanbul Verem Savaş Dispanseri” olarak kullanılmaktadır.

hadim mesih mehmet paşa camii.1
İstanbul Karagümrük Hadim Mesih Mehmet Paşa Camii

HADİM MESİH MEHMET PAŞA CAMİİ

Karagümrük çarşısındadır. Hırka-i Şerif camisinin solundadır.

Gürcü Hadim Mesih Mehmet Paşa: Sultan III. Murat döneminde 1585-1586 yılları arasında sadrazamlık yapmıştır. Bulgar asıllı bir devşirme olduğu söylenir. Sultan II. Selim döneminde, Sarayın kilercibaşısı olarak görev yaparken: Saray’da kilerde çıkan bir büyük yangın, tüm kilerde depolanan yiyecek ve malzemeleri yok eder. Saray kilerinin ihtiyacının Mısır’dan hemen karşılanması için, Akağalardan olan Mesih Mehmet Ağa: Paşa unvanı verilerek Mısır Beylerbeyi olarak tayin edilir. 1579 yılında ise, İstanbul’a çağırılır ve ikinci vezir yapılır.

1585 yılında ise, Sultan III. Murat tarafından sadrazam yapılır. Sadrazamlığı sırasında: Padişahın ve diğer saraylıların devamlı devlet işlerine karışmasından tedirgin olur. 1586 yılında: devlet işlerinde Sadrazam olan kendisinin isteklerini karşılamayan ve yolsuzluk yapan Reis-ül Küttap Hamza Efendinin padişah tarafından azlini ister. Fakat, Sultan III. Murat, bunu kabul etmez. Bunun üzerine: Mesih Mehmet Paşa “İstiklali olmayan vezir-i azam iş göremez” der ve 4 ay kaldığı sadrazamlıktan istifa eder.

Buna çok kızan Padişah: Mehmet Paşanın idamını ister. Ancak kendisini çok seven Karagümrüklülerin isyan edeceğini düşünerek bundan vazgeçer. Ardından emekliye ayrılır ve kendisine başkaca devlet işi verilmez. Çok sevdiği Karagümrük yöresinde yaşamını sürdürür ve 1592 yılında İstanbul’da ölür. Söylenenlere göre: günümüzde Karagümrüklülerin asi ve vakar ruhu: Hadim Mesih Mehmet Paşa’dan kalmadır.

Cami

Mesih Mehmet Paşa camisinin halk arasında “Mesih Ali Paşa camisi” olarak bilinmektedir. Çünkü: Hadim Ali Paşa: Karagümrük’te Zincirlikuyu mevkinde, kendi adına bir cami yaptırır. Camiye gelir getirmesi için de, Mesih Mehmet Paşa camisinin bulunduğu yerin yakınında bir çarşı ve hamam yaptırır. Hadim Ali Paşa camisi adı, bu hamam ve çarşıdan kaynaklanmaktadır.

Ayrıca, Mesih Mehmet Paşa camisi yapılmadan önce, tam caminin yerinde, Vezir Hasan Paşanın kendi adına yaptırdığı küçük bir medrese vardı. Hasan Paşanın rızası alındı, medrese Karagümrük’e nakledildi ve caminin inşaatına başlandı. Hasan Paşa, bu caminin haziresindeki kabrinde yatmaktadır.

Gelelim: Hadim Mesih Mehmet Paşa camisini anlatmaya: Cami: kodlu arazinin batı tarafına inşa edilmiş dükkanların üstünde yükselir. Mimar Sinan’ın eserlerinin listesinde, bu cami de bulunmaktadır. Ancak caminin inşasında, Sinan’ın öğrencisi Davut Ağanın büyük katkısı olmuştur. 1585 yılında yapılmıştır. Osmanlı mimarisinin klasik dönemine ait bir eserdir.

Enlemesine dikdörtgen plana sahiptir. İnşasında kesme taş kullanılmış, harim kısmı 12.80 metre çapındaki bir kubbeyle örtülmüştür. Kubbe basıncı, kemerlerle sekiz dayanağa yansıtılmıştır. Büyük ana kubbe, altı yarım kubbe ile desteklenmiştir. Dışarıdan görülmekte olan çokgen kesitli ağırlık kuleleri de taşıyıcı sistemin yükünü azaltmaktadır.

Son cemaat yeri: altı tane granit sütunla beş göze ayrılmıştır. Harim, 24 pencereden ışık almaktadır ve böylece aydınlık bir ortam yaratılmıştır. Üst pencere camları renklidir. Alttakiler demir parmaklıklıdır. Doğu ve batıda bulunan ikişer pencere alınlığı: lacivert zemin üzerine sülüs yazılı çinilerle kaplanmıştır.

Mihrap ve minber mermerdir. Mihrap: mukarnaslar, kum saati ve sütunlarla, minber ise ajur tekniğinde geometrik desenlerle işlenmiştir. Cami süslemelerinde İznik çinileri kullanılmıştır. Minaresin mukarnas şerefesi özgündür. Kurşun külahı daha sonra yenilenmiştir. Avlusunda medrese odaları, abdest muslukları ve türbe bulunmaktadır. Merdivenli avlu kapısından çıkıldığında: caminin altında bulunan dükkanlar ve iki yüzlü çeşme görülür.

Çeşme

Caminin güneybatı köşesindedir. Çeşmeler beyaz mermerden yapılmıştır.İkili çeşmelerin üstünde bulunan kitabelerden birinde: 1585 yılında Mesih Paşa tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Diğer kitabede ise: 1817 yılında onarım yapıldığı belirtilir. Onarım Sultan III. Mustafa’nın kızı ve Sultan III. Selim’in kız kardeşi Beyhan Sultan tarafından yaptırılmıştır. Kitabeler yeşil boyalı olup yazılar altın varaklıdır. Zaman içinde caddenin asfaltlanması sırasında, büyük oranda zemine gömülmüş durumdadır.

Türbe

Genelde camilerin avlu kısmında şadırvan olurken bu caminin avlusunda açık bir türbe vardır. Türbe: sekizgen planlıdır ve mermerden yapılmıştır. Sekiz penceresinde demir parmaklıklar bulunur. Davut Ağa tarafından paşanın ölüm tarihi olan 1592 yılında yapıldığı düşünülmektedir. Türbenin hemen yanında, birkaç basamakla inilen aşağı sette de abdest muslukları bulunuyor.

Türbe, alışılmışın aksine, sade görünümlü ve küçük ölçekte yapılmıştır. Üst kısmında bir palmet frizi türbeyi, fırdolayı sarmıştır. Hadim Mesih Mehmet Paşa: yağmuru çok sevdiği için “Rahmetler her daim üstüme yağsın” diye caminin haziresinde üstü açık bir türbe yaptırır ve ölümünden sonra buraya defnedilir.

HADIM ATİK ALİ PAŞA KÜLLİYESİ-ZİNCİRLİKUYU CAMİİ-SEDEFÇİLER CAMİİ

Çemberlitaş’da, Yeniçeriler caddesi üstündedir. Külliye: 1496 yılında Hadım Atik Ali Paşa tarafından Beylerbeyi iken yaptırılmıştır. Külliye: cami, imaret, medrese, tekke, kervansaray ve türbeden oluşmaktadır. Ancak bu yapılardan günümüze sadece: cami, türbe ve medrese kalmıştır.

Atik Ali Paşa

Bosnalı Sadrazam Atik Ali Paşa: Sultan II. Beyazıt’ın Sadrazamıdır. 1511 yılında Şah kulu ayaklanmasını bastırmak için Sivas-Kayseri arasındaki Gökçay’da giriştiği savaşta öldürülür. Böylece savaşta ölen ilk Sadrazam olarak tarihe geçer. Aynı zamanda, Osmanlı tarihinde hadım edilen ilk vezirdir.

Paşa: halkın güvenini kazanmış, cesur, bilgili bir devlet adamıydı. Askerlik alanında da isabetli görüşleri ve büyük tecrübesi vardı. İstanbul şehrinde: 1496 yılında Divanyolu’nda Atik Ali Paşa camii ve medresesini, 1496 yılında Zincirlikuyu camii ve hamamını yaptırmıştır. Ayrıca: Hora kilisesini, Kariye camisine dönüştürmüştür.

Cami

Halk arasında  “Sedefçiler”, “Çemberlitaş” ve “Sandıkçılar” camisi olarak da anılır. Cami: 1496 yılında Atik Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır. Ancak üzerinde yapılış tarihi ve yaptıranı belirten bir kitabe yoktur. Vakıf kayıtları, bu caminin Atik veya Hadım Ali Paşa hayratında olduğunu göstermektedir. Yine vakıf kaynakları: caminin yanında veya yakınında: medrese, kervansaray, imaret ve dükkanların bulunduğunu bildirmiştir. Ünlü tarih yazarı Ayvansarayi, caminin yapılış tarihini 1496-1497 olarak yazmıştır.

Günümüzde: caminin cümle kapısı üstünde bulunan ayet-i kerime yazısı köşesinde, her ne kadar 902 tarihi varsa da, bu levha üzerinde görülen 1314 (1896-97) tarihinden açıkça anlaşıldığı gibi, yazı 1894 depreminden sonra yapılan büyük tamirde yazılmış ve buraya konmuştur. Ali Paşanın böyle büyük bir eseri: ancak veziriazam olduktan sonra yaptırabileceği ve vakfiyenin de 1509-1510 tarihli olduğu göz önünde tutulursa, caminin ve manzumesinin her yerde tekrarladığı gibi 902’de (1496-97) değil en azından 915’e doğru yapılmış olması gerekir.

Aslında eskiden burada camiye bağlı tekke, imaret ve medrese varmış. Ama cadde genişletilirken, bunlar yıkılmış ve geriye sadece caddenin karşı tarafında, medresenin bir parçası kalmıştır. Bu yapı da zarar görmüş olmasına rağmen şehirdeki mevcut klasik dönem öncesi birkaç medreseden biri olduğu için ilgi çekicidir.

Cami: dikdörtgen planlı ve merkezi kubbelidir. Kesme taştan yapılmıştır. Revaklı, beş kubbeli bir son cemaat yerinden sonra girilen harim adlı kapalı mekan, enlemesine gelişen planlıdır. Ana kubbe yerden 24 metre yüksekliktedir. Çapı 13.30 metredir. Kubbe eteğinde, 16 pencere vardır. Diğer kubbelerdeki pencere açıklıkları da değerlendirildiğinde, caminin içi gayet aydınlıktır.

Her iyi yanında, ikişer küçük kubbe vardır ve bunlar ana kubbeyle birlikte, tüm mekanın üstünü örter. Mihrap duvarlarının üstünü de bir yarım kubbe örter. Tek şerefeli minare, caminin sağ kısmındadır. Minare külahının hemen altında, gövde üstünde mavi çiniler vardır ve bunların “nazarlık” olduğu söylenir. 1648 yılında yıkılmış ve yeniden yapılmış ancak orijinalliği kaybolmuştur. Çünkü inanışa göre mavi renk: kötülük getiren yıldızın doğal rengidir. Caminin küçük bir avlusu vardır. Haziresinde ise daha geç dönemden bazı Sadrazamların mezarları bulunur.

Türbe

Kime ait olduğu bilinmemektedir. Hazire cadde duvarının kenarındadır.

Medrese

1880’li yıllarda gerçekleşen yol genişletme çalışmalarında ön kısmı kesilmiş ve üstüne iki oda ilave edilmiştir.

Külliye: 1587 yılındaki yangında, 1648 yılındaki depremde, 1633 ve 1652 yıllarındaki yangında büyük ölçüde zarar görmüştür. 1648 yılındaki depremde: caminin orta kubbesi tamamen çökmüş, minarede şerefesine kadar yıkılmıştır. Bu tarihten sonra cami büyük bir onarım geçirmiştir.

Bu durum, üzerindeki barok izlerden anlaşılır. 1865 yılında yine yangın ve 1894 yılında deprem camiye hasar verir ve 1896 yılında tekrar tamir edilir. Son onarım: 1937 yılında yapılmıştır.

hattat rakım efendi türbesi.3
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Hattat Rakım Efendi Medresesi

 

HATTAT RAKIM EFENDİ MEDRESESİ

Atik Ali Paşa camisinin batısındadır.

Dönemin ünlü hat sanatçısı Hattat Rakım Efendi’ye aittir. Hattat: o güne kadar harflerde sağladığı uyumu, kendine özgü ölçüsüyle yakalamış ve yazılarında özellikle de padişah tuğralarında ideal kabul edilen bir güzellik ortaya çıkarmıştır. Fatih camindeki hatları ve Sultan I. Abdülhamit’in eşi Nakşidil Valide Sultanın türbesindeki süslemeleri de yaptığı bilinmektedir.

Sonuç olarak: Rakım Efendinin eserleri, hat sanatında ulaşılamayacak bir seviye olarak kabul edilmektedir. Hattat Rakım Efendi, 1826 yılında vefat etti; türbesinin bulunduğu yerdeki arsaya defnedildi. Ardından eşi Emine Hanım tarafından mezarının üstüne 19’ncu yüzyılın ilk yarısında türbesi yaptırıldı. Türbenin bulunduğu yere bir de medrese yaptırıldı.

Türbenin kitabesinin dikkat çeken yönü: kitabe sonunda yine Rakım imzasının ve H. 1241 tarihinin bulunmasıdır. Kitabenin Rakım’ın vefatından önce yazdığı, kitabesini dahi kendisinin koyduğu iddia edilmektedir. Ancak yazı ve kitabenin öğrencisi Haşim efendiye ait olması da yüksek olasılıktır. Türbe: kare planlıdır ve avlu cephesindeki duvarlar taş ve tuğla ile örülmüştür. Ölçüleri 4.57 x 4.77 metredir. İki yan duvarı penceresizdir. İçeride yuvarlak kemerli nişler bulunur.

Sokak cephesindeki duvarları ise, kesme taştan yapılmıştır. Kubbe, duvara oturur. Türbenin kuzeydoğu cephesinde celi-sülüs hat ile yazılmış bir mermer kitabe vardır. Türbede: Mustafa Rakım Efendi ve öğrencisi Mehmet Haşim Efendinin kabirleri bulunmaktadır. Rakım efendinin mezarı 1996 yılında yenilenen sanduka, Haşim efendinin mezarı ise, üstü açık barok süslemeli mermer lahit şeklindedir. Bu lahtin baş taşında, iki yönde de aynı metin yazılmıştır.

Mehmet Haşim: Rakım efendinin kölesi iken daha sonra azad edilmiş ve Rakım Efendinin manevi evladı ve en başarılı öğrencisi olmuştur. 1845 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Türbe: her Cuma günü, hemşerisi Ünyelilerin buluşma yeridir.

Gelelim medreseye: Medresenin dershaneleri ve hücreleri günümüzde yoktur. 1869 yılında yapılan bir tespitte medresede 20 öğrencinin ders gördüğü kaydedilmiştir. 1914 yılında yapılan tespitlere göre, medresenin 10 odası ve dar bir avlusu vardır. Yine aynı yıl, yapının çok harap durumda olduğu kayıtlıdır. Çevresini birçok evin sarmış olması nedeniyle tamiri yaptırılmamıştır. 1918 yılında, yangında evleri yananlar tarafından işgal edilen medrese yapısı: bakımsızlık sonucu tamamen harap olmuştur. 

Kuzeydoğu yönünde, köşeye yakın konumda yer alan yuvarlak kemerli açıklıklı bir kapı ile ulaşılan medresenin sadece dış duvarları ayakta kalarak günümüze ulaşmıştır. Medrese avlusunun güneyde, köşeye yakın yerinde mermer bilezikli bir kuyu vardır. Medrese, İstanbul’da geleneksel şemaların uygulandığı son yapılardan birisidir. Günümüzde: “Hattat Mustafa Rakım Efendi Kültür Merkezi” olarak kullanılmaktadır. Günümüzde türbesinin bulunduğu mahalleye yakın bir İlköğretim okuluna “Hattat Rakım İlköğretim Okulu” ve türbesinin bulunduğu sokağa “Hattat Rakım Sokağı” ismi verilmiştir.

canfeda hatun camisi.1
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Canfeda Hatun Camii

CANFEDA HATUN CAMİ

Canfeda cami sokağında, Nureddin Cerrahi tekkesinin hemen yanındadır.

Kahya Kadın veya Kethüda Kadın isimleriyle de tanınır. Caminin kurucusu Canfeda Salih Hatun’dur. Cami 1584 yılında yaptırılmıştır. Canfeda Saliha Hatun; Sultan I. Ahmet döneminde haremde Kethüdalığa (Kahyalığa) kadar yükselmiştir. Kendisi Sultan II. Selim’in hanımı Nur Banu Sultan ve III. Murat’ın hanımı Safiye Sultana hizmet etmiştir.

Nurbanu Sultan, ölümü sırasında oğlu III. Murat’a, kendisinden sonra her bakımdan Canfeda Hatun’a güvenmesini söylemiştir. 1593 yılında yeniçeriler ve sipahiler: ulüfe dağıtımı sırasında paranın yetmemesi üzerine isyan etmişler, Sadrazam Siyavuş Paşa, Başdefterdar Emir paşa ve harem kethüdası Canfeda Hatun’un kendilerine teslim edilmesini istemişler, ancak uzun mücadelelerden sonra, padişah ve saray halkının sert tutumu sonucu olay yatıştırılmıştır.

Canfeda Hatun: İstanbul ve çevresinde çeşitli hayır eserleri yaptırmıştır. Karagümrük semtinde, Çukurbostan yakınında harap durumdaki bir mescidi tamir ettirmiş ve camiye çevirttirmiştir. Saraçhane yakınlarında bir sebil yaptırmış, karşısındaki mescidi tamir ettirmiştir. Beykoz Akbaba’da ve bazı başka yerlerde de çeşitli hayratı vardır. Cami: 1982 ve 1985 yıllarında onarım görmüştür. Bu onarımlarda tavanı yükseltilmiş, büyütülerek yenilenmiştir. Duvarlar kesme taşla örülmüştür.

Sokaktan avluya birkaç basamak mermer merdivenle çıkılır. Küçük bir son cemaat yeri ve ardından ceviz kapı ile harime girilir. Mihrap: çini kaplıdır. Kürsü ve minber: torna işçiliğiyle ahşaptan yapılmıştır. Minare: yapıya sağ taraftan bitişiktir, tek şerefelidir. Son onarımlarda kesme taştan yeniden yapılmıştır.

NURETTİN CERRAHİ TEKKESİ

Derviş Ali Mahallesinde, Fevzipaşa caddesi boyunca yürüyüp Nurettin Cerrahi Tekkesi sokaktadır. Canfeda Hatun camisine bitişiktir.

Tekke: 1703 yılında, Sultan III. Ahmet tarafından, gördüğü bir rüya üzerine Cerrahiliğin Piri Şeyh Seyyid Muhammed Cerrahi adına 1703 yılında Sultan III. Ahmet tarafından yaptırılmıştır.

Kuruluşundan itibaren İstanbul’da büyük ilgi toplamıştır. Burası: Klasik Türk Musikisi ve tasavvuf müziğinin, yasaklandığı dönemlerden beri yaşatıldığı merkezlerden biridir. Saray hekimlerinden Nurettin Cerrahi: Türk mutasavvıfı, Cerrahilik Tarikatının kurucusudur. Nurettin Cerrahi’nin hem anne ve hem de baba tarafından Hz. Muhammed soyundan geldiği söylenmektedir.

Kendisi: Canfeda Hatun camisinde vaaz verdiği dönemde, tarikatını yaymaya başladı. Ardından bu tekkenin şeyhi oldu. 1720-1721 yılları arasında vefat ettikten sonra, bu tekkeye gömüldü. Ancak: “Cennet annelerin ayaklarının altındadır” Hadisi şerifinden kaynaklanan vasiyetine uygun olarak tekkesinde, annesinin ayakucuna gömülmüştür. 44 kişinin yattığı türbede, Şeyh Nurettin Cerrahi’nin sandukası, yüksek tutulmuştur. Sanduka: yaldızlı demir parmaklıklarla çevrilmiştir. 

Yapıldığı zamanki özelliklerini koruyarak günümüze ulaşabilen ender yapılardandır. Türbe ve tevhithane aynı çatı altındadır. Türbe batıda, tevhithane doğudadır. İkisi arasında, kare şeklinde altı dikme bulunur. Dikmelerin araları, demir parmaklıklarla kaplıdır. Türbenin çatısı ahşaptır. İç avluda bir kuyu bulunur. Türbenin içinde bulunduğu tekke, zaman içinde birçok kez yenilenmiştir.

Bu yenilemelerde, orijinal yapıya küçük türbe ve cennet oda denen kısımlar eklenmiştir. Son olarak 1921 yılında dergahın 18’nci postnişi olan Şeyh İbrahim Fehrettin Efendi restore ettirmiştir. Önceleri ahşap olan duvarlar, 1945 yılında betonarme yapılmıştır.

Bir dönemin efsanevi şeyhlerinden Muzaffer Ozak: tasavvufu buradan çıkararak Amerika, Kanada, Fransa, Arjantin ve Meksika’ya yaymıştır. 18’nci yüzyılda kurulan “Cerrahi” tarikatının müritleri arasında, muhtemelen Sultan III. Ahmet, Sultan II. Mustafa ve Sultan Abdülmecit vardır. Burası, günümüzde halen kullanılmaktadır. Buraya günümüzün bir kısım ünlü sanatçısının sık ziyarette bulunduğu söyleniyor ama ayrıntıya girmek istemiyorum.

piyer loti evi.2
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Piyer Loti’nin Evi

PİYER LOTİ’NİN EVİ

Çemberlitaş’dan Beyazıt meydanına doğru yürüdüğünüzde, sol yanda Fransız yazar Pierre Loti’nin 1910 yılında 9 ay kaldığı evi görülür. Burası Pierre Loti’nin İstanbul’da iken yaşadığı evler arasında günümüze ulaşabilen tek evdir. Giriş üstündeki tabelada, bu konuda bilgi yazılıdır. Bu yazı “Türklerin saadet ve felaket zamanlarında necib ve sadık dostu Fransa Encümen-i Danişi azasından Piyer Loti, 1328 tarihinde bu evde ikamet etmiştir, 1910”

nişancı mehmet paşa camisi.1
İstanbul  Karagümrük Nişancı Mehmet Paşa Camii

NİŞANCI MEHMET PAŞA CAMİİ

Karagümrük semtinde Nişancı caddesindedir.

Medrese Mimar Sinan tarafından, Kanuni Sultan Süleyman’ın nişancısı Karamani Mehmet Paşa için 1584 yılında yapılmıştır. Çok esmer olduğu için “Kara” ve “Boyalı” lakaplarıyla tanınan Nişancı Mehmet Paşa, Kanuni döneminin ünlü bilim adamlarından Halep Kadısı Tosyalı Ahmet Çelebi’nin oğludur. 1567 yılında Nişancı olmuştur. Kubbealtı vezirliğine kadar yükselmiştir.

Ama en önemli özelliği, 16’ncı yüzyılın geleneklerine aykırı olarak, vezirlik makamına atanan Türk kökenli ender siyaset adamıdır. Yapı, ünlü mimar Sinan’ın son eseridir. Yapıldığında bir külliye olarak tasarlanan yapıdan günümüze sadece cami ve türbe kalmıştır. Caminin içinde, bir de hazire vardır. Bu hazirede caminin banisinin oğlu Eyüp Kadısı Mehmet Nutki Efendinin mezarı vardır. Evliya Çelebi yazılarında: caminin salatin camileri kadar mükemmel olduğunu yazar. Zaten cami, klasik Osmanlı üslubunun en güzel örneklerinden biridir. Sekizgen şema, değişik bir şekilde uygulanmıştır. Mekan bütünlüğü sağlanmış ve yan odalar tekrar devreye girmiştir.

Nişancı Mehmet Paşa: 1566 yılında, Süleyman’ın ölüm haberini aldığında aldığından üzüntüden ölmüş ve bu medreseye gömülmüştür.

Caminin giriş kapısının üstündeki III. Murat tuğrası, Nişancı Mehmet Paşa tarafından tasarlanmıştır. Harim kubbesi, 14.20 metre çapındadır ve sekiz yarım kubbe ile desteklenmektedir. Mihrap ve iki yandaki çıkıntılar üzerinde, bir yarım kubbe vardır. Mermer mihrap ve geometrik şebekeli zarif minber, ilk inşa devrindendir. Cami içi: çeşitli nakış, hat ve revzenlerle süslenmiştir. İznik çiniciliğinin en parlak dönemlerinde yapılmasına ve aynı döneme ait başka yapılarda zengin çini süslemeler kullanılmasına rağmen, burada hiç çini kullanılmamıştır. 

İki yapının arasında kalan minare, tek şerefelidir ve kesme taştan yapılmıştır. Kaidesi kare, gövdesi silindir şeklindedir. Avluda bulunan şadırvan, onikigendir, çatısı kubbeli ve 8 sütunludur. Yangınlar ve depremlerden etkilenen cami: 1766, 1835 ve 1958 yıllarında onarım görmüştür. Sonraki yıllarda, caminin batı duvarına bitişik yapılan iki katlı, dikdörtgen pencereli ahşap bina: yapılış amacı imam ve müezzin lojmanı olmasına rağmen, zamanla cami yeterli gelmeyince, bu kısım da camiye ilave edilerek ibadete açılmıştır.

Caminin günümüze kadar ulaşabilen türbesi, 1595 yılı yapımıdır ve Mehmet Paşa tarafından sağlığında yaptırılmıştır. Caminin kuzeydoğusunda, iki avlu kapısı arasında bulunan türbe, tamamen kesme taştandır. Birçok kaynakta iki olarak belirtilmesine rağmen, günümüzde türbede sadece Paşaya ait ahşap sanduka vardır. Cami ile birlikte inşa edilen, üzeri açık yazlık sebil, türbenin önündeki avlu duvarındadır.

Dış cephesi mermerle kaplı sebilin pencereleri basit demir şebekelidir. Pencerelerin iç kısımlarındaki mermer kurnalar, günümüze ulaşmıştır. Türbenin güneyinde ve kuzeyinde, birer küçük hazire bulunur.

makios sarnıcı.1
İstanbul Karagümrük Mokios Sarnıcı-Altımermer

 

MOKİOS SARNICI-ALTIMERMER

Nişancı Mehmet Paşa medresesinin arkasında, tepenin üstünde büyük bir sarnıçtır.

Şehirdeki açık su depolarının üçüncüsü ve günümüze kadar sağlam ulaşabilen en büyüğüdür. Sarnıç ismini: yakınlarındaki “Daiocletianus” zamanında şehit düşmüş olan “Aziz Mokios” a adanmış kiliseden alır. İmparator Anastasios döneminde yapılmıştır. Bizans döneminde kullanılmaya başlamıştır.

Dikdörtgen sarnıcın boyutları 170 x 147 metredir. Gerçek derinliğinin, tabanı toprakla dolarak yükseldiğinden tam olarak bilinmemesine rağmen, tahminen 15 metre olduğu düşünülmektedir. Duvarlarının kalınlığı, en üstte 6 metredir. Kapsadığı alan 25 bin metre karedir. Bizans döneminin ardından Osmanlı döneminde sarnıcın içine birkaç ahşap ev yapılmış ve sebze-meyve bahçesine dönüştürülmüştür. Sarnıcın kenarında ise ahşap kahvehaneler yerleşmiştir. Çünkü bu bölgede, toprak altında çok sayıda çubuk lülesi bulunmuştur.

Son olarak ise, 1993 yılında “Fatih Eğitim Parkı” olmuştur. 2008 yılında ise “Sema-Aydın Doğan Eğitim Parkı” ismini almıştır. Bir kıyısına eğitim için atölyelerin bulunduğu 2-3 katlı binalar yerleştirilmiş, bir başka köşesi de spor sahalarına ayrılmıştır. Ayrıca, betondan çeşitli biçim ve büyüklükte havuzlar inşa edilmiştir. Sarnıcın 100 metre kadar batısında, 4’ncü yüzyıldan kalma, kare planlı, tonoz örtülü bir mezar bulunur. Zemin altında bulunan mezarın iç kısmı: dini ve bitkisel motiflerle süslüdür.

KUMRULU CAMİİ

Fatih, Kocadede mahallesinde, Yavuz Selim caddesi ve Nişancı caddelerinin kesiştiği noktadadır. Bu cami ismini, duvardaki Bizans döneminden kalma “kumru” dan alır. Mescidin köşesindeki çeşmenin ayna taşında, bir çift kumru kabartması bulunur. Yapı: Fatih camisinin mimarı olan Atik Sinan tarafından, 15’nci yüzyılda kendi adına yapılmıştır. Yapım tarihi net olarak bilinmemektedir.

Cami: 1963-1964 yılları arasındaki onarım sırasında tamamen farklı biçimde tekrar yapılmıştır. Buranın mezarlığında: Fatih camisinin mimarı ve Fatih Sultan Mehmet tarafından idam ettirilen ünlü mimar Atik Sinan’ın mezarı bulunur. Atik Sinan’ın öldürülmesi olayı, Fatih cami tanıtım yazısında ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Atik Sinan’ın türbesi caminin haziresindedir. Mezar taşından, kendisinin 1471 yılında idam edildiği yazılıdır.

üçbaş camisi.2
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Üçbaş Nureddin Hamza Camii
üçbaş camisi.1
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Üçbaş Nureddin Hamza Camii

 

ÜÇBAŞ NUREDDİN HAMZA CAMİ

Fatih, Beyceğiz Mahallesi, Sarayağa caddesindedir.

Cami: 16’ncı yüzyılda Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Ama: Sinan’ın ilk eseri olması nedeniyle önemlidir. Caminin banisi yani yaptıranı ise: 1532 yılında Amasya kadılığı yapmış olan Ataullah oğlu Nureddin Hamza’dır. İsminin “Üçbaş” olmasının sebebi, camiyi yaptıran kişinin, Adapazarı Karasu kasabası Üçbaş köyünde doğmuş olması ve doğum yerini anmasıdır.

Evliya Çelebi’ye göre: bu camiyi yaptıran Nurettin Hamza: Hz Muhammedi tıraş ettiği için berberlerin piri kabul edilen Selman-ı Pak’ın köçeklerindendir. Köçek: Şeyhlerin ve yaşlı kişilerin hizmetinde bulunan kişi demektir.

Nureddin Hamza efendi: Adapazarı Karasu Üçbaş (bugünkü ismi Üçoluk köyü) köyünden 1530 yılında çıkıp İstanbul’a gelmiş ve Fatih’te berber dükkanı açmıştır. Nureddin Hamza efendi: berber dükkanındaki işini o kadar iyi yapar ki “Sosyete berberi” olarak namı tüm İstanbul ve çevresine yayılır. İşini iyi yapar, ama çok para ister. Adından, çevrede “çok para isteyen berber” olarak söz edilir.

Öyle ki, cami yaptırdığında herkes çok şaşırır ve kimse bu duruma inanamaz “Sen parayı çok severdin, nasıl oldu da cami yaptırdın” diye sorarlar. Bu soruya karşılık kendisi “Parayı çok severim ama öldükten sonra kefenin cebi yok, parayı yanımda götürmek için cami yaptırdım” der. Bir başka söylentiye göre ise, Nurettin Hamza: üç adam başını, bir akçeye tıraş ederek helal mal biriktirmiştir.

Osmanlı döneminde berberler kahvehanelerde çalışırdı. Sultan IV. Murat, dedikoduların yapılması ve yangınların çıkmasında etkisi nedeniyle kahvehaneleri kapattırır. Bu yüzden, berberler seyyar olarak çalışmaya başlar. Sultan IV. Murat ölünce, kahvehaneler yeniden açılır ve berberler kahvehanelerde çalışmayı sürdürür. Ancak Yeniçerilerin kaldırılması sonunda, yeniçerilere ait olan kahvehaneler de kapatılınca berberler, yine yersiz ve işsiz kalırlar.

Gelelim caminin mimari özelliklerine: minare kaidesi ve kitabesi, yapıldığı dönemden kalmadır. Mihrabı mermer kaplı, kürsüsü ahşap, minberi mermerdir. Minaresi: avlu giriş kapısının solundadır. Kesme taştan yapılmıştır. Cami: 1729 yılındaki Balat yangınında yanarak hasar görmüştür. Çatı kısmı çökmeye yüz tutmuşken, 1989 yılında esaslı bir onarım geçirir.

Bu onarımda: eskiyen duvarları tuğla örülerek yenilenmiş, tavan kısmı biraz yükseltilerek betondan düz olarak yapılmıştır. Caminin tam karşısında 1575 yılında yapılan medrese: ilgisizlik nedeniyle yok olmuş, günümüze ulaşmamıştır.

Caminin hemen yakınında: 1682 yılında Edirne Saray Ağası tarafından yaptırılmış ve “Saray Ağası Çeşmesi” denen güzel bir çeşme görülür.

MUHTESİP İSKENDER CAMİ-KABAKULAK MESCİDİ

Edirnekapı Karagümrük Kabakulak sokağına cephelidir.

Fatih Sultan Mehmet döneminin ihtisap ağalarından İskender Ağa tarafından yaptırılmıştır. Camiye girişte akmayan “Kabakulak Ağa Çeşmesi” nedeniyle, Kabakulak Mescidi olarak da isimlendirilir. Bu çeşme yapıldığı dönemde, bütün mahalleye hizmet ediyormuş. Hemen yakınlarda: günümüze kalıntısı kalmayan ve sadece mezarlığı bulunan “Kabakulak Tekkesi” de bulunuyormuş. Bu mezarlıkta İskender Ağa ve Kabakulak Ağanın mezarları vardır.  

1730 yılında çıkan yangın sonucu yanmış, Sultan I. Mahmut tarafından görevlendirilen Kethüda katibi Halil ağa tarafından tamir ettirilmiş ve minber eklenmiştir. İkinci onarım ise, 1834 yılında yapılmış ve Murat Ağa tarafından yapı yeniden yaptırılmıştır. Yapılan boyama ve kapı girişindeki sundurma, caminin görünümünü değiştirmiştir. Rutubet izi, özellikle dış kısımlarda yoğun şekilde görülmektedir. Günümüzde cami: çevresi yüksek duvarlarla çevrili bir bahçe içindedir.

Avlu kapısından girildiğinde, solda tek katlı imam lojmanı görülür. Caminin giriş kapısı önünde: toz ve soğuktan korunmak için demir çerçeveli bir camlı bölüm bulunur. Giriş kapısının her iki yanında, üzerinde yarım yuvarlak iki pencere görülür. Tavanı düz ve ahşaptır. Mihrap, minber ve kürsüsü mermerden yapılmıştır. Duvarları çimento ile sıvanmış, çatısı kiremitle örtülmüştür. Minare, sağ taraftadır. Kaidesi kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Yuvarlak minare gövdesi, çimento sıvılı ve şerefe korkuluğu demirdendir. Minare girişi, cami giriş kapısının sağ yanındandır.

KASIMAĞA CAMİ

Derviş Ali Mahallesinde, Kasım Odaları sokağındadır. Geç Roma dönemine ait Aetios açık su haznesinin kuzeyindedir.

Buranın: öncesinde bir Bizans manastırına ait yapı olduğu düşünülmektedir. Hatta: kuzeyde kalan ve Odalar Cami olarak bilinen yapı ile aynı komplekse ait ve bunların da Petra Manastırına ait kalıntılar olabileceği ileri sürülmektedir. Ancak asıl işlevi ve yapım tarihi bilinmemektedir. 20 metre kadar kuzeydoğusunda, büyük bir kapalı sarnıç vardır. Sarnıcın, bir yapının alt yapısı olduğu düşünülmektedir. Sarnıç: zaman içinde İpek Bodrum ve Cin Ali Köşkü gibi isimlerle anılmıştır.

İpek Bodrum ismini: 1919 yılına kadar iplik atölyesi olarak kullanılması nedeniyle almıştır. 1919 yangınından sonra boşaltılmıştır. İçi sıvalı, köşeleri kavisli, kagirdir. Kasım Ağa vakfına ait sarnıç, zengin sütun başlıkları nedeniyle 1965 yılında Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından korumaya alınmıştır. Sarnıcın üstü, yaklaşık 1 metre kadar doldurularak, spor ve çocuk parkına çevrilmiştir.

Evet, mevcut bu yapının: 1204 yılındaki Latin işgali sırasında, Latinler tarafından kullanılan St Vierge du Rosaire adlı kiliseye ait bir ek olabileceği düşünülmektedir. Son bir iddia ise, bu yapının biraz sonra anlatacağım hemen yakınlardaki “Odalar Cami” sinin manastır olduğu dönemde, bir parçası olarak kullanıldığıdır.

Camiye çevrilme:

Yapı: 1460 yıllarında bölgedeki Hıristiyan nüfus fazla olmasına rağmen, Fatih Sultan Mehmet’in sekbanbaşı Kasım bin Abdullah tarafından camiye çevrilmiştir. Çünkü mahalledeki Müslüman sayısı artmıştır. Caminin avlusunda: güneydoğu yönünde, apsis olduğu iddia edilen ve yönü doğuya bakan bir kalıntı bulunmuştur. 1894 yılındaki depremde çatısı ve bazı duvarları çökmüş, minaresi de yıkılmıştır. 1919 yılındaki yangında ise yapının çevresindeki tüm yerleşim birimleri yanmış ve adeta boş bir arsa haline dönüşmüştür.

Bu yangından geriye sadece duvar kalıntıları ve minaresi kalmıştır. 1950’li yıllarda, yapılaşmaya paralel olarak, mescit arsasının üstünde gecekondular yapılmış, bu sırada da mescit harabe hale gelmiştir. Ardından çeşitli girişimler sonucu, mescit 1977 yılında onarılmıştır. Minaresi, 1989 yılında tek şerefeli olarak yeniden yapılmıştır. Çatı ve tavanı ahşap olup, üstü kiremitle örtülmüştür.

odalar camii.1
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Odalar Camii

 

ODALAR CAMİ

İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; Kemankeş Mustafa Paşa camisi olarak da bilinir.

Salmatomruk Kasımodaları sokağında, Kasımağa mescidinin hemen yanındadır. İpek sarnıcı olarak bilinen ve 28 tane destekle taşınan sarnıç, Kasımağa mescidi ve Odalar camii yani bu üçlü yapı gurubunun bir manastıra ait kompleksler olduğu düşünülmektedir. Ancak Bizans dönemindeki ismi bilinmemektedir. Yakınlarda bulunan bir sütun başlığının üstünde “Ceba” yazması nedeniyle Sergios-Bakkhos adı ile kilise arasında bir bağ kurulabileceği düşünülmektedir. 

Öte yandan: yapının İmparator Alexios Komnenos I (1081-1118) tarafından yaptırılan ve kendisinin de gömülü olduğu Philanthrophos kilisesi olarak da düşünülmekte ancak kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bu düşünce tamamen bir tahmindir. Binanın kalıntılarına bakıldığında, yüksek bir mahzen üzerinde, birbiriyle irtibatlı, 16 hücreden meydana gelen bir manastırdan söz edilir. Manastır: 1204 yılındaki Latin-Haçlı istilası sırasında yanmıştır. Ardından harabe haline gelen yapı: yeniden yapılmışsa da, 1622 yılında buraya gelen Kardinal Demarchis tarafından yazılan raporda, binanın harap durumda olduğu belirtilmiştir.

Yapının plansal ve yapısal özellikleri dikkate alındığında, ilk olarak 8’nci yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir.

1934-1935 yılları arasında, mahzende meleklerle çevrili tahtında oturan Meryem, alttaki kilisede Aziz Maurikios, çeşitli peygamberler, Deesis, üstte ise Meryem’in yaşamından sahneler içeren freskler görülmüştür. Bu kiliseye ait olan Meryem ikonası, Venedik balyosu tarafından satın alınmış ve Galata’daki Sen Pietro kilisesine verilmiştir. Yapı: 1475 yılında, Kırım’dan getirilen Katolik Ermeniler ve Cenevizliler tarafından, Santa Maria Di Constantinapoli adıyla kilise olarak kullanılmaya başlanmıştır.

O yıllarda bu kilise bir manastıra bağlıydı. Kilise: Sultan IV. Murat döneminde, çevredeki Müslüman nüfusun artması ve Hıristiyan nüfusun azalması nedeniyle, 1640 yılında Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa tarafından camiye çevrilmiştir. Kemankeşlik: Osmanlı imparatorluğu döneminde yapılan bir okçuluk sporudur. Yapı: bodrumundaki odalar nedeniyle “Odalar Mescidi” olarak isimlendirilmiştir.

1782 yılında, yeniçerilerin Şehzade camisi yakınlarında barındıkları odalar yani binalar, yangında kullanılmaz hale gelince, yeniçeriler buraya, Kemankeş camisi çevresine yerleştirildi. Bu yüzden, caminin adı “Odalar camisi” ne dönüşmüştür. Mescit 1890’lı yılların başlarında viraneye dönüşmüş ve 1919 yılındaki yangında tamamen yanarak yok olmuştur. Ardından 1950-1960 yılları arasında çevresine ve bizzat içine gecekondular yapılmış ve tamamen ortadan kalkmıştır.

nuri paşa şehitliği.0
İstanbul Edirnekapı-Karagümrük Nuri Paşa Şehitliği

 

NURİ PAŞA ŞEHİTLİĞİ

İstanbul Edirnekapı-Karagümrük; Nuri Paşa (Killigil) (1890-1949) : Enver Paşanın kardeşidir ve 15 Eylül 1918 günü, Azerbaycan Bakü şehrini Rus ve Ermenilerden kurtaran ordunun başındadır.

Kurtuluş Savaşında, Kazım Karabekir’le birlikte, Türk ordusunun Ermenilerle yaptığı savaşta birlikleriyle orduyu destekledi. Doğu cephesinde Ermenilere karşı kazanılan zaferde önemli payı olan Nuri Paşa, TBMM tarafından İstiklal Madalyası ile onurlandırıldı. Savaştan sonra, 1923 yılında kardeşiyle birlikte Almanya’da çinicilik eğitimi aldı. 1925 yılında Kütahya’da, Kütahya Çini İşleri Türk Anonim Şirketi ve Kütahya’da bir çini ve seramik fabrikası kurdu.

Zeytinburnu ve Sütlüce’de, silah ve cephane fabrikası kurdu. 1939-1949 yılları arasında İzmir Karaburun’da cıva madeni işletti. II. Dünya savaşında, Türk ordusu için silah ve cephane imal etti. Savaştan sonra ABD’nin Türkiye’ye yaptığı Amerikan Askeri Yardımları gereği “Türk Savunma Sanayinde Özel Sektör” kaderine terk edildi. Nuri Paşa: 1947-1949 yılları arasında Arap ordularından siparişler aldı. ABD’nin İsrail siyasetine karşı, Filistin halkını destekledi. İsrail ile savaşan Araplar için silah ve cephane üretti.

2 Mart 1949 günü, fabrikasında büyük bir patlama oldu. Nuri Killigil, mühendis ve işçileri ve 28 itfaiyeci ile birlikte, on binlerce top ve havan mermisiyle aynı anda ve hep birlikte yok oldu. Sabotaj ihtimalleri hiç araştırılmadı. Böylece çok önemli bir milli endüstri sektörü yok oldu. Nuri Paşa’nın gövdesinin bir parçası, 10 gün denizden çıkarılmış ve Edirnekapı şehitliğine gömülmüştür. Gömüldüğü yerde, 67 yıl aradan sonra “Şehitlik” yapılmıştır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

İstanbul Divanyolu

geziyorum-istanbul-divanyolu-resimleri-1
İstanbul Divanyolu

Divan Yolu, eski zamanlarda Augustation’dan (günümüzdeki Sultanahmet Meydanı) Dyrrachium Limanı’na (günümüzdeki Arnavutluk’taki Durres Limanına) uzanan 1000 kilometreden daha uzun olan Egnatia Yolu’nun (Via Egnatia) bir parçasıdır.

4’ncü yüzyıldaki şehir surlarının inşa edilmesiyle birlikte ismi resmi olarak Via Regia (Kral Yolu) olarak değiştirilmiştir. Ancak, halk arasında “Mese” (Anayol) olarak kullanılmaya devam edilmiştir. Bizans imparatorluğu döneminde yol önemini kaybetmiş, eski canlılığına yeniden kavuşması ise, Osmanlılar zamanında Topkapı Sarayındaki toplantılara gidip gelen vezirler ve sadrazamlar tarafından kullanılması sayesinde olmuştur. O günlerden sonra bu yol “Divan Yolu” olarak bilinmeye başlanmıştır.

geziyorum-istanbul-divanyolu-resimleri-3
İstanbul Divanyolu

FİRUZ AĞA CAMİ

Cami: 1491 yılında II. Beyazıt’ın Hazinebaşısı Firuz Ağa tarafından yaptırılmıştır. Yapı küçük ama mükemmel bir mimariye sahiptir. Sekiz köşeli kasnak üzerine oturtulmuş zarif kubbesi ve üç kemerli revakıyla Bursa usulünü yansıtan cami tek minarelidir.

Caminin bir başka özelliği ise imamının Sultan Ahmet Cami imamıyla ezanı düet şeklinde okumasıdır. Biri durduğunda diğeri başlıyor ve mükemmel bir uyum içinde ezan okuyorlar.

Camiyi biraz geçince yolun gerisindeki küçük bir parkta çevreye saçılmış tarihi kalıntılar görülüyor. Bunlar: Bizanslı iki soylunun, Antiochos ve Lausos’un saraylarının günümüze ulaşmış kalıntılarıdır. Burası daha sonra Hıristiyanlığa olan inancından ötürü MS. 300’lerde öldürülen Kalkedonlu (Kadıköylü) Ayia Efimia’nın gömüldüğü yer olmuştur. Bu parkta: İstiklal Marşının yazarı, şair Mehmet Akif Ersoy’un büstü de görülebilir.

geziyorum-istanbul-divanyolu-miliontasi-2
İstanbul Divanyolu

MİLİON TAŞI

Divan Yolu’ndaki en önemli ama en az dikkat çeken anıtlardan biri olan Milion Taşı (Miiarium Aureum) tam Yerebatan Sarnıcı’nın üzerindedir. Tüm antik roma yollarının başlangıç noktası sayılan bu mermer taşın işlevi, o dönemin şehirlerinin İstanbul’a olan uzaklığını ölçmek için sıfır noktasını göstermek imiş. Milion Taşının hemen sağında, Osmanlı Su Terazisinin kalıntılarını ve Topkapı Sarayı’nın Haremağası olan Hacı Beşir Ağa tarafından 1744 yılında yaptırılan Beşir Ağa Çeşmesi görülür.

THE PUDDİNG SHOP

Muhallebici olduğu günlerde “The Pudding Shop” diye bilinen “Lale Restoran”; 60 ve 70’li yıllarda, “Katmandu”ya giden Hippilerin buluşma yeri olarak tanınmıştır. Günümüzde ise açık büfe yemekleriyle turistlere hitap etmektedir.

Yine burası, Türkiye’nin yurt dışındaki imajını çok olumsuz etkileyen “Gece Yarısı Ekspresi” filminde, Billy Hayes’in polislerle konuştuğu ve uyuşturucuyu birinden satın aldığını söylediği yerdir.

CEVRİ KALFA İLKOKULU

1819 yılında Sultan II. Mahmut tarafından yaptırılan Cevri Kalfa İlkokulu, İstanbul’da dönemin en büyük ilkokulu olarak önem kazanmıştır. Harem’deki kızlardan biri olan Cevri Kalfa, Yeniçerilerin bir ayaklanması sırasında, II. Mahmut’un hayatını kurtarmıştır.

Sultan da, adını okula vererek şükran borcunu ödemiştir. 1858 yılında Kız Okulu, 1930 yılında Matbaa Okulu ve 1945 yılında tekrar İlkokul olan bina, 1985 yılında Türk Edebiyatı Vakfı’na verilmiştir. Özellikle binanın önündeki zarif çeşmeyi görün.

FUAD PAŞA CAMİ

Son dönem Osmanlı mimarisinin özelliklerini yansıtan mücevherlerden birisidir. Sadece taş işçiliği için bile görülmeye değerdir. Kubbesinin güzelliği ve duvarlarını kaplayan işlemeleri ile türünün en güzel örneklerinden biri olan sekiz köşeli cami, Islahatçı Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa tarafından 1816 yılında yaptırılmıştır. Fuad Paşanın türbesi de caminin avlusundadır.

SARNIÇLAR

Buradaki Binbirdirek Sarnıcı, Yerebatan sarnıcından sonra şehirdeki ikinci büyük sarnıçtır. Artık içinde su olmayan ve geçirdiği restorasyonlardan sonra 1500 kişi kapasiteli bir restoran olarak hizmet veren sarnıç, kayıtlara göre 4’ncü yüzyılda İmparator Büyük Konstantin’in hükümranlığı sırasında Senatör Philoxenos tarafından yaptırılmaya başlanmıştır.

Günümüze ulaşan kısımları ise 5 ve 6’ncı yüzyıldan kalmadır. İçinde sadece 225 sütun vardır. “Binbirdirek” adı ya sütunların birbiri üstüne bindirilerek yapılmasından dolayı ortaya çıkan “bin-dirme direk” sözünü günümüze değişerek gelmesi, ya da “binbir” kelimesinin Türkçede aynı zamanda “çokluk” anlatmak için kullanılmasından kaynaklanmaktadır.

Sarnıç hakkında anlatılan hikayelerden biri en korkunç olanı: 17’nci yüzyılda Tayyarzade’yi erkekler hanesinde tuzağa düşüren ve öldükten sonra sarnıca atan Cevahir Sultan hakkındadır. Daha sonra, burası kıymet bilmez kişiler tarafından daha kolay çöp atılabilmesi için kubbesi yıkılmış ve sarnıç mezbelelik halini almıştır. Öyle ki restorasyona başlayabilmek için sarnıçtan 7000 kamyon dolusu çöp çıkmıştır. Eskiden Eminönü Belediyesinin hemen altında 4’ncü yüzyılda inşa edilen Şerefiye (Theodosios) Sarnıcı vardır ve 2009 yılında restore edilmiştir.

geziyorum-istanbul-divanyolu-basin-muzesi-1
İstanbul Divanyolu

BASIN MÜZESİ

Sadrazam Saffet Paşa tarafından Fossati Kardeşlere yaptırılan bina, 1983 yılında müze olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1984-1988 yılları arasındaki restorasyondan sonra hizmete açılan Basın Müzesi, ülkemizdeki matbaa sanayinin kalbinin burada olduğunu hatırlatmaktadır.

Burada günümüzde 1870’lerden kalma devasa bir litografi (taş baskı) makinesi ve aynı dönemden kalma ofset baskı makinesini  görmek mümkündür. Ayrıca ünlü gazetecilerin kameraları da görülüyor. Zemin katta ise, dinlenilen bir kafe ve hediyelik eşya dükkanı bulunuyor.

PADİŞAH TÜRBELERİ

Divanyolu’ndan Kapalıçarşı’ya doğru yüründüğünde, Sultan II. Mahmut, Abdülaziz ve II. Abdülhamit’in türbeleri görülür. Türbelere ev sahipliği yapan bina, ünlü Ermeni mimar Garabet Amira Balyan tarafından 1840 yılında yapılmıştır. Ziya Gökalp’in ve 2009 yılında ölen son şehzade Osman Ertuğrul Efendinin mezarının bulunduğu bu türbenin mimarının önemli eserleri arasında Dolmabahçe Sarayı, Mimar Sinan Üniversitesi binası, İstanbul Teknik Üniversitesi binası gibi daha nice bina bulunmaktadır.

Yani bu türbenin güzelliğini anlamanın en güzel yanı, biraz önce sözünü ettiğim binalardır. Padişah ve yazarların yanı sıra türbede yatan kadınlar, ikballer ve şairlerin kalabalıklığı esprilere de konu olmuştur.

Söylenenlere göre: Ahmet Vefik Paşa “Beni Rumeli Hisarı’na gömün, bu türbeye gömülüp de hayatım boyunca uğraştığım adamlarla ahirette de tepişmek istemem” demiştir.

Yolun karşısında 1661 yılında inşa edilen Köprülü Kütüphanesi görülmektedir. Kütüphane, her ikisi de kendi dönemlerinin güçlü Sadrazamlarından olan Mehmet Paşa ve oğlu Fazıl Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.