İstanbul Ortaköy

ortakoy-genel-3
İstanbul Ortaköy

Ortaköy: Boğaziçi’nin Avrupa yakasında, Beşiktaş ilçesine bağlı bir semttir. Sahile açılan vadi boyunca, yamaçlara kurulmuştur. Ortaköy’ün antik çağlardaki adı “Arkheion” dur.

Bizans döneminde burada; Bizans imparatoru Basileios tarafından yaptırılmış; “Aya Fokas” denen bir kilise varmış ve yörenin ismi: 16 yüzyıla kadar bu azizin adıyla anılmıştır. Burada, günümüzdeki modern Rum kilisesi de aynı isimle anılmaktadır. Ancak Bizans döneminde yapıldığı belirtilen Aya Fokas manastırı bulunamamıştır. Zaten semtin büyük bölümünü de bu manastır kaplamaktadır.

Buradaki balıkçı köyü, bazı kaynaklarda “Klidon” ismiyle de geçmiştir. Bu köyde: birçok manastır bulunduğundan söz edilmektedir. Bunlardan en dikkat çekeni: Arsaberu Manastırıdır. 9 yüzyılda Ermeni asıllı Ortodoks Patriği İoannes Grammatikos’un muhteşem sarayı olarak kullanılan yapı: (bu saray nedeniyle semtin ismi bir süre “Arsebera” diye de anılmıştır) gizli ayinler ve ahlaka aykırı eğlenceler yapıldığının duyulması üzerine, Bizans imparatoru Basileios tarafından satın alınmış ve 150 rahiplik bir manastır haline getirilmiştir. Bu manastırın varlığı, Bizans’ın son yıllarına kadar devam etmiştir.

Türklerin Ortaköy’e yerleşmesi Kanuni Sultan Süleyman dönemindedir. Sultan III. Ahmet döneminde, Başdefterdar İbrahim Paşa: Klidyon burnuna bir yalı ve yanına da Kethüdası Mehmet Ağa bir cami yaptırır. Bundan sonra burnun adı “Defterdarburnu” olarak anılır ve uzun süre bu isimle anılır.

Evliya Çelebi anılarında 17’nci yüzyılda birlikte yaşayan Yahudi, Rum ve Müslüman topluluklardan söz etmektedir. Ünlü Seyyahın söylediğine göre: Ortaköy, meyhaneleriyle o dönemlerde eğlencenin merkeziymiş. Kıyıda yaptırılan yalılar: Sultan Abdülaziz döneminde, 1871 yılında Çırağan Sarayının yaptırılması sırasında yıktırılmıştır.

ortakoy-genel-1
İstanbul Ortaköy

Günümüzde: Ortaköy, Boğaziçi köprüsünün Avrupa ayağındaki konumuyla ve gerek semtin sembolü olan camisi ve gerekse kilise ve sinagog yapılarıyla önem kazanmaktadır. Ayrıca: semtin güzel çarşısı ve canlı atmosferi ve eğlence mekanları: burayı İstanbul şehrinin gözde semtlerinden biri haline getirmiştir.

Burada: gözde gece mekanları, güzel kafe ve restoranlar ile barlar bulunur. İskele meydanı ve kumpir dükkanları, insanları buraya çeker. Ancak, gece hayatının ortasında olduğundan özellikle yaz akşamları ünlü gece kulüplerinin önündeki Boğaz yolunda dayanılmaz sıkışık trafiği ile dikkat çeker.

İstanbul Ortaköy

Ama Ortaköy yöresine giderseniz: özellikle Ortaköy Çarşısını gezmelisiniz. Burada: çeşitli objeler ve el sanatları, ikinci el eşyalar, takılar, şapkalar, posterler ve kitaplar gibi birçok şeyi bulup satın almak mümkündür. Ayrıca: elbette Ortaköy denildiğinde ilk akla gelen kumpirdir. Lezzetli kumpirlerden tatmayı unutmayınız.

damat-ibrahim-pasa-cesmesi-1
İstanbul Ortaköy Damat İbrahim Paşa Çeşmesi

DAMAT İBRAHİM PAŞA ÇEŞMESİ

Meydanda, ahşap evlerle aynı kaderi paylaşıp kalabalığın arasında kaybolan bir de çeşme vardır. Çeşme Sultan III. Ahmet’in damadı ve sadrazam Damat İbrahim Paşa tarafından 1723 yılında yaptırılmıştır. Lale devrinin meşhur sadrazamı, Damat İbrahim Paşa 1730 yılında çıkan Patrona Halil isyanı sırasında öldürülmüştür.

Büyük bir haznenin önünde, denize bakan dar cephesinin tamamı mermer kaplı olan bu çeşmenin cephesi oldukça gösterişlidir. Dikey olarak dikdörtgen formundadır. Ortada kalan ana bölüm: lüle, ayna taşı, kitabe ve tekne ile testi koyma setlerinden meydana gelmiştir.

Bunun iki yanındaki dar bölümlerde ise, suluklar bulunur. İki servi ve bir rozetle bezenmiş olan ayna taşının içinde bulunduğu niş, istiridye kabuğu şeklinde taçlanmıştır. Bunun üzerinde kitabe panosu vardır. Sahilde, ahşap temeller üzerine oturtulan çeşme, zamanla dolgu ve zemin oturması nedeniyle çöker ve toprak seviyesinin altında kalır. Üzerindeki kitabe “Şakir Ahmet Paşa” ya ait, beş kıtalık bir manzumedir.

1990’lı yıllarda yapılan Ortaköy meydanı düzenlemesinde çeşme bulunduğu yerden kaldırılarak, caminin karşısına taşınmış, toprak altında kalan su teknesi ve musluk çevresindeki selvi motifli taşı da, çeşmeye yerleştirilmiştir.

ortakoy-camisi-00
İstanbul Ortaköy Büyük Mecidiye Camisi-Ortaköy Camisi
ortakoy-camisi-minare-1
İstanbul Ortaköy Büyük Mecidiye Camisi-Ortaköy Camisi

  

BÜYÜK MECİDİYE CAMİSİ-ORTAKÖY CAMİSİ

Burada bu cami yapılmadan önce, Vezir İbrahim Paşanın damadı olan Mahmut Paşa tarafından kendi adına yaptırılmış bir mescit bulunuyormuş. Patrona Halil isyanında ölen Mahmut Paşanın damadı: Kethüda Mehmet Ağa: kayın pederine ait bu yıkılan camiyi 1740 yılında yeniletmiştir. Bu cami: 1810 yılındaki kayıtlarda “Mehmet Kethüda Camisi” olarak geçmektedir.

Günümüzde halk arasında “Ortaköy camisi” olarak tanınan yapı: Mehmet Kethüda Camisi yani Defterdar Camisi yıkılarak onun yerine Sultan Abdülmecit tarafından, 1854-1855 yılları arasında yaptırılmıştır. Caminin mimarı: Dolmabahçe sarayı ve camisini de yapan Nikogos Balyan’dır.

Zaten, Dolmabahçe camisiyle bu cami, dikkat çekici benzerlik gösterir. Burada bir husustan daha söz etmek gerekir: Şöyle ki 1858 yılı Osmanlı imparatorluğunun çöküş yıllarıdır ve bu cami, Osmanlının bir dünya imparatorluğunu ispat etmek için yaptırılmıştır. Caminin mimarı hakkında bir not: yapılan son arşiv araştırmalarında, mimarın Balyan olduğunu doğrulayacak hiçbir kayda rastlanmadığı, buna karşılık inşaat sürecinde önce Artin kalfa, ardından da Hacı Stefan kalfanın görev yaptığı tespit edilmiştir.

Denize doğru bir rıhtım üstünde bulunan cami: dünün ve günümüzün en gözde Osmanlı mirası olarak bir prenses kadar güzel bir yalı camisidir.

Boğaziçi manzarasına hakim bir konuma yerleştirilen cami: barok üslupla yapılmıştır.

Giriş kapısının üstünde “Abdülmecit” in tuğrası görülür.

Taş oymacılık sanatının inanılmaz incelikteki örneklerini taşır. Sütunların arasında görülen ve bulutların tasvir edildiği freskler: Boğazın görüntüsüyle uyum içindedir.

Padişahın kayığı ile yanaşıp, doğrudan içeriye girmesine imkan sağlamak için, binanın arkasına iki katlı hünkar kasrı denen özel bir bölüm yapılmıştır. Rıhtıma açılan düzenleme, sultanın deniz yolunu kullandığını göstermektedir.

Büyük kubbe kemerlerinin alınlık tabakalarının dalgalı duvarlarında: gerçekten barok bir enerji ve hareketlilik göze çarpar. Kubbenin duvarları pembe mozaikten yapılmıştır. Caminin içini süsleyen “çeharyarı güzin” levhaları ve minberin üstündeki “kelime-i tevhid” bizzat Sultan Abdülmecit tarafından yazılmış ve onun imzasını taşımaktadır. Mihrap mozaik ve mermerden, minber ise somaki kaplı mermerden yapılmıştır ve ince bir işçilik ürünüdür.

Bütün 19 yüzyıl selatin camilerinde görüldüğü gibi, bu camide de 2 iç mekan vardır. Bunlardan biri asıl ibadet yeri olan harim, diğeri ise girişteki kapalı bir mekan olan hünkar mahfilidir. Çünkü Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz, zaman zaman Cuma namazlarını bu camide kılarlarmış.

Dört yandaki kasnak kemerler üzerinde bulunan geniş ve yüksek taş pencerelerden: içeriye, Boğaziçi’nden gelen ve günün farklı saatlerine göre değişen ışıklar girerek haremde bir renk cümbüşü yaratılır.

Minareler: caminin tüm tasarım anlayışını destekler şekilde yapılmıştır. Hünkar kasrının içine yerleştirilmiş tek şerefeli minarelere, caminin ana girişinden ulaşılır. Günümüzde görülen minareler 1909 yılındaki onarım sırasında yapılmıştır.

Özgün halinde, yivli gövdeli olan minareler, 1894 yılındaki depremde yıkılmıştır. Yerlerine yivsiz olarak yeniden inşa edilmiştir. Şerefelerin başlıca motifleri konsollar, iyon yaprak dizili profiller ve akantus yapraklarıdır. Dalgalı bir tasarım, barok havayı yansıtmaktadır.

Minareler: caminin iki minaresi birer şerefelidir ve inceliği ve zarif oyma taş dokusundaki kıvrak desenleri göz kamaştırıcı güzelliktedir. Minareler kuzey cephesinde, hünkar dairesinden yükselir.

Eskiden burada Ortaköy deresinin yatağı bulunduğundan: caminin zemininde sürekli kaymalar olduğu tespit edilir. Bunun üstüne, cami 1960’lı yılların başında restorasyona tabi tutulmuştur. Bu restorasyonda: temelin 20 metre kadar altına inilmiş ve 60 kazık çakılmış, 80 ton beton enjekte edilerek zemin takviyesi yapılmıştır. Kubbesine de beton kabuk yapılmıştır.

Cami, bu kapsamlı restorasyonun ardından 1984 yılında yangın geçirmiş ve hasar görmüştür. Bunun üzerine, son olarak 2011-2014 yılları arasında süren restorasyona alınmıştır. Bu restorasyonda: çok yoğun olan neme karşı da özel önlem alındı. Daha önce yapılan içeriğinde çimento bulunan beton sıva gibi restorasyon hataları da ortadan kaldırıldı. Restorasyonda: eserin orijinaline uygun olarak Horasan tekniği kullanıldı.

Ortaköy camisi, İstanbul’un önemli ve değerli bir mimari eseri olarak, boğaz manzarasının ana ögelerinden birisi konumundadır. Batılı ressam ve fotoğrafçıların sevdikleri konulardan birisi olan yapı: padişahlık döneminde, Cuma selamlığında rıhtıma yanaşmış saltanat kayığı ve tören kıtaları ile resimleri çekilmiş, sonraları da yanına yanaşmış yelkenliler ve Karadeniz takaları ile görünen birçok resmi mevcuttur.

Bu camiyle ilgili son bir nottan söz etmek istiyorum: Klasik Osmanlı mimarisiyle birlikte barok tarzının ve bezeme sanatının özelliklerini taşıyan bu caminin bir benzerinin, Türkiye Diyanet Vakfı öncülüğünde Küba’nın başkenti Havana şehrinde yapılması için çalışmalar yapılmaktadır. Yaklaşık 3500 Müslümanın yaşadığı ülkede, barok mimari eserleri ağırlıktadır ve zaten bu yüzden, bu caminin benzerinin yapılması planlanmaktadır.

HACI MAHMUT CAMİSİ

Dereboyu caddesi üzerinde, mahallenin iç kesimlerindedir. Ortaköy yöresinde Müslüman nüfusun hızla artması nedeniyle, bölgede ikinci bir camiye ihtiyaç duyulmuş ve 1985 yılında Hacı Mahmut Camisi yapılmıştır.

kethuda-hamami-2
İstanbul Ortaköy Türk Hamamı-Hüsrev Kethüda Hamamı

TÜRK HAMAMI-HÜSREV KETHÜDA HAMAMI

Ortaköy meydanının arkasında: Dereboyu caddesi ve Muallim Naci caddesinin kesiştiği yerdedir. 16 yüzyılın Kanuni Sultan Süleyman döneminin ünlü Sadrazamı Kara Ahmet Paşanın kahyası: Kethüda Hüsrev Paşa tarafından, 1570 yılında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Türklerin Ortaköy’e yerleşmesinden sonra inşa edilen ilk eser olarak önem kazanmaktadır. Öte yandan, hamam yapısının Ortaköy’deki en eski yapı olduğu iddia edilmektedir.

Orta ölçekli, iki kubbeli bir çifte hamamdır. Klasik hamam düzeninden farklı olarak: tek bir sıcaklık yerine, kubbeli dört oda kullanılmıştır. Alışık formdaki camekandan geçilerek soğukluğun merkezine ulaşılır. Burası: her biri beşik tonozlarla örtülmüş, farklı büyüklükteki iki bölümden oluşur.

Bir uçta lavabolar, diğerinde usturalıklar vardır. Hararet kısmı: alışıldık büyük kubbeli haç formu yerine: her biri aynı büyüklükte, kubbeli dört alandan oluşur. Bu alanların, ilk ikisi, geniş bir kemerle birbirine bağlıdır. Ortada: Bektaşi yerine duvar tarafında mermer basamak vardır. Burada kurnalar bulunur.

Bu tür düzenleme: daha eski ve daha küçük hamamlarda görülür. Ancak, buradaki alan, bu tür bir düzenlemeyi gerektirmeyecek kadar geniştir. Hamam: kadınlar ve erkekler kısmı birbirinin aynı olan çifte hamam tarzındadır.

Yapı 1990 yılına kadar hamam olarak kullanılmıştır. Sonra restorasyona alınmış ve 2001 yılında restorasyon bitirildikten sonra ise restoran ve gece kulübü olarak hizmet vermeye başlayan bina günümüzde kapalı durmaktadır.

ayas-fokas-kilisesi-1
İstanbul Ortaköy Aya Fokas Kilisesi-Hagios Phokas Kilisesi

AYA FOKAS KİLİSESİ- HAGİOS PHOKAS KİLİSESİ

Muallim Naci caddesi üzerinde, dükkanların arkasında bulunan bu kilisenin, tarihi, aslında Roma dönemine kadar uzanmaktadır.

Buradaki ilk kilise: Makedonyalı İmparator Basileus tarafından 7’nci yüzyılda yaptırılmıştır. Bu kiliseye zamanla bir manastır ve ek binalar eklenmiştir.

Bizans imparatoru Theophilos (832-842) un hocası ve aynı zamanda Piskopos olan İonnasis’in görkemli evinin hemen bu kilisenin yanında olduğu söylenmektedir. Hatta: 1997 yılında, Mecidiye Köprüsü sokağı başında kanalizasyon inşaatı yapılırken, Bizans eseri olduğu anlaşılan tonozlarla karşılaşılmış ve sonrasında ise üstü örtülmüştür. Bu kalıntıların, Patrik İonnasis’in evi olabileceği düşünülüyor. Kömürciyan: Fetihten sonra bu manastırın yerine küçük bir kilise yapıldığını yazmaktadır.

Sultan III. Ahmet döneminde, 1719 yılında yörede çıkan yangında bu kilise de etkilenir ve yanarak harap olur. Yanan kilisenin yerine, padişah fermanı ile aynı yere aynı ebatta yeni bir kilise yaptırılır. Ancak 1853 yılındaki yangında, bu kilise ve beraberinde semtin camisi ve bazı binalar da yanar. Bunun üzerine, Sultan Abdülmecit tarafından verilen fermanla, yine aynı yere bir kilise yaptırılır.

Günümüzde görülen kırma çatılı ve apsis çıkıntılı kilise, 1856 yılında Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılmıştır. Kilisede naosa girilen kapının üstünde bulunan kitabede, bu olay ve Abdülmecit’in ismi yazılıdır. Kilisenin mimarı Savvas Kalfas’dır. Kilisenin çan kulesi, metal olarak demir çubuklardan yapılmıştır ve yapının kuzeyindedir.

Kilise: büyük bir avlu içindedir. Bu avluya kuzeybatıdan girilir. Yapı malzemesi, yontu moloz taştır. Çatı olarak, meyilli kırma çatı yapılmıştır. Yan cepheleri son derece düz ve basittir. Kilise: Sinoplu Aziz Fokas adına adanmış tek yapıdır. Aziz Fokas: Sinop Episkoposu ve bir çilekeştir.

Zaten Bizans döneminde, yörenin ismi de “Aya Fokas” olarak anılıyormuş. Kendisi birçok kişinin: Hıristiyanlığa katılmasında etkili olmuştur. Buna karşı, Hıristiyanlık karşıtı olan İmparator Traianus tarafından kızgın suya atılarak öldürülmüştür.

Kilisenin yanındaki otopark: onun da devamında Avrupa Birliği Genel Sekreterliği olarak kullanılan bina görülür. Bu bina: eskiden Rum İlkokulu iken, öğrenci olmaması nedeniyle şehirdeki diğer Rum okulları gibi kapatılmıştır.

bulgurcu-sokak-1
İstanbul Ortaköy Bulgurcu Sokak

BULGURCU SOKAK

Ortaköy bölgesine, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Müslümanlar da yerleşmeye başlamış ve böylece daha önce yerleşen Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerle birlikte bir yaşam tarzı kurulmuştur. Günümüzde, Bulgurcu sokakta: Yahudilerin yaşadıkları tarihi evlerden birkaç tanesini görebilirsiniz.

portakal-yokusu-1
İstanbul Ortaköy Portakal Yokuşu

PORTAKAL YOKUŞU

Ortaköy Dere boyunu, Ulus ve Akmerkez e bağlayan oldukça dik bir yokuştur. Boğaz köprüsünün altından geçer. Manzarası çok güzeldir.

Sultan II. Abdülhamit döneminde yani Osmanlının son dönemlerinde Maliye Nazırı olarak görev yapan Mikail Portugal Paşa’nın burada bulunan konağından ismini almıştır. Halkın dili dönmediğinden, kendisine “Portakal Paşa” denmiştir. Kendisi sonraları Ziraat Bankası Genel Müdürü olmuştur.

Bir rivayete göre ise, en tepesine bırakılan portakal denize ulaştığı için bu isim verilmiştir.

etz-ahayim-sinegogu-2
İstanbul Ortaköy Etz Hayim Sinegogu

ETZ HAYİM SİNEGOGU

Muallim Naci Caddesi deniz tarafında, Boğaz köprünün sağ ayağı yakınlarında, kıyı şeridindedir.

Ortaköy Sinegog u olarak da bilinen bu mekanın isminin anlamı “Hayat Ağacı”  demektir.

Özgün sinagog: Bizans dönemine tarihlenir. Yani, yapının tarihi 14 yüzyıla kadar gitmektedir. Çeşitli yangınlardan etkilenen yapı: 1831 yılında yenilenmiş ve mevcut bina, 1913 yılında yapılmıştır. 17 yüzyılın ilk yarısındaki Kapalıçarşı yangınının ardından, bu çevreye yerleşen cemaate hizmet vermeye devam etmiştir. Bu tür Musevi tapınaklarında sıkça görüldüğü gibi: kemerli, yalın bir giriş kapısı vardır.

18 yüzyıl başlarında ve daha sonraki dönemlerde: önemli yangınlar geçirmiştir. Buna rağmen, değişen yapısı ile günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır. 1 Ekim 1914 tarihinde, Musevilerin büyük oruç gecesinde çıkan yangında: eski yapıdan yalnızca Ehal yani Tevratın parşömen rulolar üzerine yazılmış suretlerinin bulunduğu mermer ark yani dolap kurtulmuştur. Bu dolap, günümüzde tarihi bir anıt olarak bahçededir. Günümüzde sinagog olarak kullanılan yapı: eski Sinagog yapısının dini okul olan bölümüdür.

İnciciyan: burada yaşayan Musevilerin, uzak diyarlardan getirdikleri “Enginar” ı, ilk olarak Ortaköy’de yetiştirdiklerini yazar.

esma-sultan-1
İstanbul Ortaköy Esma Sultan Yalısı

ESMA SULTAN YALISI

Ortaköy camisini geçtikten sonra, Kuruçeşme’ye uzanan sahil boyundaki ilk yalıdır.

Yalı: Sultan Abdülaziz’in kızı Esma Sultan için 1875 yılında Sarkis Balyan’a yaptırılmış ve Esma Sultana 10 yaş günü için hediye edilmiştir. 1873 yılında Dolmabahçe Sarayında doğan Esma Sultan, 3 yaşında iken babası tahttan indirilmiş ve yetiştirilmek üzere Abdülhamit’in Yıldız Sarayı haremine alınmıştır. Aynı zamanda, Sultan II. Mahmut’un kız kardeşi olan Esma Sultan: 16 yaşında Çerkez Mehmet Paşa ile evlenmiştir.

Yazılanlara göre: kendisinin ilginç bir yaşantısı vardır. Canlı ve renkli karakteri sayesinde seçkin ve beğenilen bir hanımefendi olmuştur. Çok renkli bir hayat yaşamış ve ardında gözü yaşlı çok erkek bırakmıştır.

Esma Sultan; bu yalıda 10 yaşadıktan sonra ölmüş ve öldükten sonra, yalı, Sultan II. Abdülhamit tarafından 1899 yılında kızı Cemile Sultana verilmiştir. Cemile Sultan öldükten sonra, kızı Fatma Sultana verilen yalı, 1915 yılında Osmanlı saray hanedanının mülkiyetinden çıkar. 1918 yılında Rum okulu, 1922 yılından sonra da tütün deposu olarak kullanılır. 1950’lerde ise, birkaç defa satılıp marangozhane ve tütün deposu olarak kullanılır. 1975 yılında ise büyük bir yangın yaşanır ve yalı harap olur. Bundan sonra ise harabe, kömür deposu olarak kullanılır.

1990’lı yıllarda: burada bulunan kalıntılar bir özel şirket tarafından satın alınmış ve yalıdan geriye kalan dört duvar: cam ve çelik konstrüksiyonla giydirilerek, burada sosyal toplantılar, konserler ve özellikle sosyete düğünlerinin yapıldığı bir mekan elde edilmiştir.

BALYAN AİLESİNİN YALISI

Hemen Esma Sultan yalısının yanındadır. Bu yalının bulunduğu arazi, aileye Sultan Abdülaziz tarafından bağışlanmıştır. Çünkü: Beylerbeyi Sarayındaki güzelliklere imza atan Sarkiz Balyana: yaptığı eserini Boğazın tam karşısından izleyebilme imkanı yaratmaktır.

taut-evi-1
İstanbul Ortaköy Taut Evi

TAUT EVİ

Alman asıllı bir Yahudi olan Taut: özellikle Berlin şehrinde yaptığı modern binalarla kendine haklı bir ün edinmiştir ve binaları UNESCO Dünya Kültürel Miras Listesine girmiştir.

Ancak 1932 yılında ülkesi Almanyayı terk etmeye zorlanmış, Sovyetler, İsviçre ve Japonya’da bir süre kaldıktan sonra İstanbul’a yerleşmiş, günümüzde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan okulda profesörlük yapmıştır.

Boğaz köprüsünden araba ile Avrupa yakasına geçildiğinde, Ortaköy’e doğru ilerlendiğinde sağ tarafta yer alan ve daha çok bir Budist tapınağına benzeyen bordo renkli bir ev görülmektedir.

Burası “Doğunun manevi değerlerinin insan üzerindeki etkisini modern bir ev ile açıkladığını” söyleyen Alman mimar Bruno Taut’un ölene kadar yaşadığı evdir. Ortaköy sırtlarında, Emin Vafi korusunda bulunan ve kendisinin tasarladığı ev 1938 yılında tamamlanmıştır.

Yapı: mimarın Japon mimarlığına olan ilgisini kanıtlamaktadır. Ev tamamlandıktan kısa süre sonra ölen mimar, Edirnekapı şehitliğine defnedilmiş, yaşadığı bu ev ise, son yapılar eklemelerle özgün kimliğini kaybetmiştir.

Öldüğü 1938 yılına kadar Türkiye’de yaşayan Taut: Ankara ve Trabzon şehrinde çeşitli eserler bırakmıştır. En son Atatürk’ün Ankara’daki katafalkını hazırlamıştır.

reina-1
İstanbul Ortaköy Lido Yüzme Havuzu-Reyna

LİDO YÜZME HAVUZU-REYNA

Ortaköy ve Kuruçeşme arasındaki bu yüzme havuzu, Çifte sarayların bulunduğu yere 1942 yılında inşa edilmiştir ve Türkiye’nin ilk modern yüzme havuzudur. Havuzun açılması, ülkemizde yüzme sporunun gelişmesinde önemli katkı sağlamıştır.

Bu komplekste: havuz yanında bir restoren ve bir de otel bulunuyordu. Günümüzde havuzun bulunduğu yerde: eğlence mekanı “Reyna” bulunmaktadır. Havuzun içi doldurulmadan sadece üstü kapatılmış, soyunma kabinlerinin bulunduğu yere de restoranlar yapılmıştır.

İstanbul Akaretler

akaretler-1
İstanbul Akaretler

Beşiktaş’tan Maçka’ya giderken Akaretlerden geçilir. Daha doğrusu: Akaretler: İstanbul şehrinde modanın kalbinin attığı Nişantaşı’ndan cazibeli Beşiktaş merkezine doğru inen yokuşta konumlanmıştır. Parke taşlı yokuş aslında çok dik değildir.

Ama yine de İstanbullu sürücüler, 1955-1965 yılları arasında Akaretler yokuşunu: “Kargadan başka kuş, Akaretlerden başka yokuş” tanımam şeklinde tanımlamışlardır. Çünkü gerek trafiğin yoğun olması ve gerekse yolun kayması, böyle bir yorumu gündeme getirmiştir.

Akaretler: bir diğer deyişle “Sıra evler”: 1870’lerde Dolmabahçe Sarayını da inşa eden ünlü mimar Sarkis Balyan tarafından, Dolmabahçe Sarayının yapımında çalışan işçiler için yapılmış evlerden oluşmaktadır. Evler daha sonra: Sarayın muhafızları ve ağaları tarafından ikamet edilen yerler olmuştur.

Türkiye’nin ilk toplu konut projesidir. Ancak bu konutların asıl yapılma amacı şudur: Sultan Abdülaziz: yörede 10-15 yılda bir çıkan yangınlardan korunmak için, Dolmabahçe sarayının çevresini yüksek duvarlarla çevirttirir.

Hatta: Sarı evlerin de, yine yangınlara set çekmek için yaptırıldığı söylenir. Sultan: Aziziye caminin yapımına katkıda bulunması için, lojmanlardan arta kalan kısmı da kiraya verdirir. Zaten yörenin ismi yani “Akaretler”: kira getiren anlamında kullanılmaktadır.

Sarayla aynı dönemde inşa edilmesine karşın, burası, daha sade bir üslup taşır. Dolmabahçe Sarayının aksine, cephelerinde Barok tarzı yerine, ampir çizgiler tercih edilmiştir.

Burada, her biri 450 metre kare olan 138 konut vardır.

Müstakil olarak kiralanan binaların kiracıları, genellikle, İstanbul’da yaşayan yabancılar olmuştur.

Kompleksin mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne aittir. Buralar: bir dönem, semt postanesi, polis karakolu, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü, İsmet İnönü İlkokulu, burada hizmet vermiştir.

akaretler-0
İstanbul Akaretler

Türkiye’nin ilk akıl ve ruh hastanesi de, Gündüz Hastanesi adı ile burada açılmıştır. 1995 yılında yap-işlet-devret modeliyle, özel bir firmaya kiralanmıştır.

Proje kapsamında: ofis, apart daire, otel, mağazalar ve otopark kompleksi yapılması planlanmıştır.

Otel olarak düzenlenen bölümde (otelin kral dairesinde) bir zamanlar Osmanlı saray ressamı İtalyan sanatçı Fausto Zonarro da kalmıştır. Sanatçı resimlerini Sıra evlerde bulunan atölyesinde yapmış olup, eserleri günümüzde Pera Müzesi ve Dolmabahçe Sarayında görülmektedir.

ataturk-muzesi-1
İstanbul Akaretler

Yine otel olarak düzenlenen bölümde: 1914-1918 yılları arasında, Atatürk, annesi ve kız kardeşi Makbule hanım yaşamışlardır. Çünkü Balkan Savaşında, Selanik şehri Bulgarlar tarafından işgal edilince, Mustafa Kemal ve ailesi, İstanbul’a göç ederler.

Beşiktaş, Vişnezade mahallesi, Spor caddesi üzerindeki 76 numaralı ev, Atatürk’ün İstanbul’da kiraladığı ilk evdir. Atatürk, Balkan ve I. Dünya savaşı sırasında cephededir ve cephelerden ayrılıp İstanbul’a geldiğinde, ailesiyle birlikte bu evde kalır.

Hatta: Mustafa Kemal, dil bilimci Ferdinand Saussure ile burada tanışır ve ileride hayata geçireceği Dil Tarih Kurumu fikirlerini burada oluşturur.

Evet gelelim günümüze: bir zamanlar Atatürk ve ailesinin ve Atatürk’ün manevi oğlu olan Abdürrahim Tuncak’ın yaşadığı bu ev, müze olarak kullanılmaktadır. Ancak; 36.Nolu, üç katlı ve  yüksek tavanlı müzede, eşya bulunmuyor, sadece belgelerle ve büyük boy fotoğraflarla dönem anlatılıyor.

2011 yılından bu yana, müze olarak hizmet veren burayı ziyaret edebilirsiniz.

Projenin ilk etabı, 1998 yılında bitirilmiş olup dış cepheler, orijinallerine sadık kalınarak sağlamlaştırıldı. İç mekanlar ise, taşıyıcı sistem bozulmaksızın, fonksiyonuna uygun olarak yeniden düzenlenmiştir. 2008 yılına gelindiğinde ise, evlerin onarımları bitmiş ve Akaretler Sıra evlerin açılışı yapılmıştır.

Burada, günümüzde farklı büyüklükte 56 rezidans, toplam 11 bin metre kare 34 mağaza, 6 kafeterya-restoran ve ünlü otel zincirlerinden biri bulunmaktadır. Burayı ziyaret ederseniz, özellikle mimari ve akşam ışıklandırmasının güzelliği mutlaka ilginizi çekecektir.

sairler-parki-1
İstanbul Akaretler Şairler Parkı
sairler-parki-2
İstanbul Akaretler Şairler Parkı

 

Şairler Parkı

Akaretler yokuşundan çıkarken hemen sağ kanatta bulunan bu park alanında: birçok edebiyatçının heykeli bulunuyor. Vişnezade Parkının bir bölümü “Şairler Sofası” olarak düzenlenmiştir.

Mimari tasarımı Erhan İşözen tarafından yapılan bu çalışmada 19 ve 20 yüzyıllarda Beşiktaş ve çevresinde yaşayan şairlerin heykelleri bulunmaktadır.

Ancak, parkın hemen girişinde, Beşiktaş Futbol Takımının efsanevi Başkanı Süleyman Seba’nın heykeli bulunuyor. Yani, burası heykel bakımından İstanbul’un en zengin parkıdır.

Maç günleri dışında oldukça sakin bir parktır. Özellikle bankta oturan Neyzen Tevfik heykeli ilgi çeker.

Valideçeşme

Yokuşun üzerindeki bu çeşme: ilk olarak Osmanlı döneminde yapılmış olmakla birlikte günümüzde görülen çeşme özellikle bembeyaz mermerleriyle göze çarpmaktadır. Bulunduğu semte de adını veren çeşme, 1980’li yıllarda bir bombalı saldırıda harap olmuş ve sonradan yeniden yapılmıştır.

1980’lerin ortalarında: biraz ileride Irak konsolosluğu varmış (günümüzde yok) ve bomba buraya konmak üzere hazırlanmış, ancak bombayı atacak olanlar konsolosluk yerine, kaçarken bombayı çeşmenin yalağına atmışlar ve bomba burada patlamıştır.

antik-palas-0
İstanbul Akaretler Antik Palas

 

Antik Palas

Yokuşun bitiş yerinde, Süleyman Seba Caddesi başında, Valide Çeşme’den sonraki sokakta Antik Palas bulunuyor. Heybetli konak: beyaz pervazları ve sarı rengiyle dikkat çekiyor. Eşref Paşa Konağı olarak da bilinen yapı: II. Derece tarihi eser olarak koruma altındadır.

Ancak bu tarihi konak: yanarak yok olmuş ve 1994 yılında yeniden restore edilmiştir. 3000 metre karelik alanı kapsayan yapı: beş katlıdır ve her kata ayrı isim verilmiştir.

Giriş katı “Sultan Salonu” ve onun altı “Sarı Salon” dur. Girişin simetrisinde bir kafe bulunuyor. Sarı Salonda: sergilenen mobilyalarla İngiliz yaşam tarzı canlandırılıyor. Üst kat Hünkar Salonunda: 300 kişilik müzayede bölümü vardır.

Burası: müzayedeler yanında seminerler, antika eşyaların teşhiri ve özel davetlere ev sahipliği yapmaktadır. Antik A.Ş. tarafından düzenlenen müzayedeler ise, çok ilgi görüyor. Yani, burası antika tutkunları için vazgeçilmez bir yerdir.

ihlamur-kasri-1
İstanbul Akaretler Ihlamur Kasrı

IHLAMUR KASRI

1703-1730 yılları arasında, Sultan II. Ahmet döneminde burası: içinde havuzlu ıhlamur yeri, muhabbet bahçeleri ve Hacı Hüseyin bağı bölümlerinden oluşan bir has bahçeye dönüştürülmüştür.

Buraya “Hacı Hüseyin” isminin verilmesini sebebi: Ihlamur vadisinin, 18 yüzyılda, Tersane Eminlerinden Hacı Hüseyin Ağa denen bir kişiye ait olmasından kaynaklanmaktadır.

Daha sonra ise, Sultan I. Abdülhamit ve Sultan III. Selim dönemlerinde çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. 1856 yılına gelindiğinde ise, Sultan Abdülmecit tarafından, mimar Nigogos Balyan’a burada bir bağ evi yaptırılmıştır.

Sultan Abdülmecit, bu bağ evini sık sık ziyaret eder ve burada dinlenirmiş. Ayrıca, yine bir söylentiye göre, Sultan Abdülmecit, ünlü Fransız şairi Lamantin ile burada görüşürmüş.

Bu sade ve küçük kasrın yerine, 1849-1855 yıllara arasında günümüzde görülen iki yapı yapılmıştır. Her iki yapıya da “Ihlamur Kasrı” ve bazen “Nüzhetiye” olarak isimlendirilmiştir.

ihlamur-kasri-2
İstanbul Akaretler Ihlamur Kasrı Merasim Köşkü
ihlamur-kasri-3
İstanbul Akaretler Ihlamur Kasrı Merasim Köşkü
ihlamur-kasri-4
İstanbul Akaretler Ihlamur Kasrı Merasim Köşkü
ihlamur-kasri-5
İstanbul Akaretler Ihlamur Kasrı Merasim Köşkü

 

Merasim köşkü-Ihlamur kasrı

Burası: törenler için düşünülmüş ve kullanılmıştır. Köşkün ön cephesindeki merdiveninde, barok çizgiler kullanılmıştır. Merdivendeki: kabartmalar, motifler, kalem işi bezemelerle yapılmış süslemeler büyük beğeni kazanmaktadır.

Yapı: tek katlıdır, dikdörtgen planlıdır ve kesme taştan yapılmıştır. Yapının içinde: giriş salonu ve her iyi yanında bulunan birer oda vardır.

Yapının iç süslemelerinde, Osmanlı sanatının 19 yüzyılda tercih edilen Batılı dekorasyon anlayışına uygun süslemeler yapılmıştır. Ayrıca Avrupa’nın çeşitli üsluplardaki mobilyaları ve döşeme ögeleriyle, belirli bir bütünlük sağlanmıştır.

Ihlamur kasrı: tarihi süreçte, bir kısım horoz ve koç dövüşleri ve güreş müsabakalarına ev sahipliği yapmış ve özellikle Sultan V Mehmet Reşat döneminde, 1910 yılında İstanbul’u ziyaret eden Bulgar ve Sırp kralları burada ağırlanmıştır.

Maiyet kasrı

Merasim köşkünün biraz ilerisinde ve Merasim köşküne nazaran daha küçük bir yapıdır. Burası Sultanın maiyeti ve haremi için kullanılmıştır. Buranın iç ve dış süslemeleri, daha yalındır yani sadedir. İki katlı olan yapıda: giriş bölümünde, iki kollu bir merdiven vardır.

Girişten sonra hol ve köşelerde dört oda bulunur. Odalarda duvarlar farklı renklerde ve mermer görünümü veren şutuk işçiliğiyle kaplanmıştır.

ihlamur-kasri-bahce-1
İstanbul Akaretler Ihlamur Kasrı Bahçe

Bahçe

Kasır içinde çok güzel bir bahçe bulunuyor. Bahçenin içinde, Maiyet köşkünün hemen arkasında, havuz kıyısında bir yazlık kafeterya vardır. Merasim köşkünün önünde ise bir süs havuzu bulunuyor.

Bahçede, çok miktarda çeşme bulunmasına rağmen, bunların birçoğunun suyu akmıyor ve tahrip olmuştur. Sağlam olan bir iki tanesinin ise suyu içiliyor.

Kasır günümüzde TBMM bağlanarak müze saray olarak kullanılmakta ve gezilebilmektedir. Merasim köşkü: müze saray olarak ziyarete açıktır. Maiyet köşkü ise, kışlık kafeterya olarak düzenlenmiştir.

milli-emlak-dukkanlari-1
İstanbul Akaretler Milli Emlak Dükkanları

Milli Emlak Dükkanları

Şair Nedim Caddesindedir. Mimar Vedat Tek tarafından 1914-1916 yılları arasında tasarlanmış bu yapılar ilgi çekmektedir. Küçük bir arsayı değerlendirmek için yapılmıştır. Alt katta üç dükkan ve üst katta tek bir mekan vardır. 1990’larda yapılan restorasyon sonucunda, alt ve üst katlar, birlikte kullanılır hale getirilmiştir.

ertugrul-tekke-camisi-1
İstanbul Akaretler Şeyh Zafir Külliyesi-Ertuğrul Tekkesi

Şeyh Zafir Külliyesi-Ertuğrul Tekkesi

Barbaros Bulvarından yukarı doğru çıkarken, bir otelin önünde bir külliyeye rastlanıyor.

Külliye, ilk olarak (mimarı belli değildir) bir derviş gurubunun lideri ve Sultan II. Abdülhamit’in ruhani danışmanı Şeyh Muhammed Zafir Efendi için 1887 yılında yaptırılmıştır. Libyalı Şeyh Zafir: 1870’lerde İstanbul’a gelmiş, Sultan Abdülhamit’in hürmet ve muhabbetini kazanmış ve 1902 yılında yine İstanbul’da vefat etmiştir.

Tekke: Sultan II. Abdülhamit’in Domaniç yöresi Türkmenlerinden oluşturduğu Ertuğrul Alayının ibadetine tahsis edilmiştir. Cami, harem ve misafirhane binaları, 1886 yılında tamamlanmıştır. Şeyh Muhammed Zafir Efendi, vefatından (1903) sonra buradaki türbe içine defnedilmiş, yine aynı tarihte külliyeye kitaplık ve çeşme eklenmiştir.

1904 yılında eklenen türbe, çeşme ve külliyenin mimarı Osmanlı devletinin baş mimarı Raimondo d’Aronco’dur. Udine Müzesi arşivindeki taslak ve çizimler, ünlü mimarın bu konu üzerinde yoğun çalışma ve denemeler yaptığını belgelemektedir.

Sonuçta: mimarlık tarihi literatüründe, tarihi ortamın değerlerini de içeren “art nouveau/secession” mimarlığının yetkin bir örneği ortaya çıkmıştır.

Caminin taştan minaresi: 1905 yılından önce eklenmiştir. Binanın mimari türünde Batı üslubu egemendir. Sultan II. Abdülhamit, o dönemde binanın inşaatına nezaret etmesi için Gazi Osman Paşayı görevlendirmiştir.

Kadınlar mahfilinin kafesleri, bizzat Sultan II. Abdülhamit tarafından hazırlanmıştır. Türbenin kulelerinin tepesinde, bir gül figürü bulunmaktadır, buna dikkat ediniz. Bu gül figürü, klasik Osmanlı mimarisinde görülmez.

Cami: iki katlı ve dikdörtgen planlıdır. Kare kesitli ahşap sütunlar, üst kat mahfilini taşır.

Tekke: daha çok eğitim amaçlı kullanılmıştır. Her yıl buraya gelen dervişler, bir yıl boyunca eğitim alırlarmış. Yani: İslam aleminin çeşitli yörelerinden, Osmanlı başkentine gelen tarikat şeyhleri, ulema ve resmi işler için payitahtta kalan Arap kabile reisleri burada ağırlanırdı.

Hatta: Sultan Abdülhamit’in asıl amacının: Panislamizm politikası ve Şeyh Zafir Efendinin, Kuzey Afrika’daki yaygın nüfusunun kullanılmasıdır.

Buna benzer olarak: Sultan II. Mahmut, Orta Asya’dan hac amacıyla payitahta gelen yolcular için Üsküdar Özbekler Tekkesini yaptırmıştır. Böylece, çadırlarda geçici olarak kalan ziyaretçilere, sürekli bir ikametgah sağlanmış, hem de devlet bu işten diplomatik yararlar temin etmiştir. Misafirler ve tekkede kalan dervişlerin yiyecek ve içecekleri, saraydan gelirdi.

İçinde birçok ağaç ve çeşitli meyveler bulunan geniş bir arazi (günümüzde burada Conrad otel vardır), Akaretler caddesindeki bütün binalar ve bazı dükkanlar bu tekkeye vakfedilmiştir.

Cumhuriyet döneminde, tekkelerin kapatılmasıyla burada cami ve tevhidhane dışında kalan bölümler 1957 yılına kadar Şair Nedim İlkokulu olarak kullanılmıştır. Bu sırada, tekkenin bazı binalarının orijinalliği bozulmuştur.

Zaten gerekli bakım ve onarımlar yapılmadığı için, bir süre sonra da ilkokul başka bir yere taşınmıştır. 1960 yılında çökme tehlikeli olan bina, 1969-1973 yılları arasında onarıma tabi tutulmuştur. Onarım kapsamına alınmayan harem ve misafirhane binaları ise harap olmuştur. Ertuğrul Tekke Camisi ise, halen ibadete açıktır.

ABBAS AĞA

Siyahi harem ağası olan Abbas Ağa: Sultan IV Mehmet döneminde, 1668 yılında Darüssade yani Kızlar Ağası olur. Abbas Bin Abdürrezzak adı ile tanınır.

Hamisi ise, Valide Hatice Turhan Sultandır. Kazandığı servetle birçok hayır işi yapar. Bunlardan birisi de, Abbas Ağa camisidir. Abbas Ağa: dört yıl “Kızlar Ağası” olarak görev yaptıktan sonra, azledildi ve ömür boyu maaş bağlanarak 1672 yılında Mısır’a gönderilir ve orada ölür. Kahire’de İmam-ı Şafi Türbesi haziresine gömüldü.

abbas-aga-camisi-2
İstanbul Akaretler Abbas Ağa Camisi

 

Abbas Ağa Camisi

Cami: 1665 yılında Abbas Ağa tarafından yaptırılmıştır. Bu cami yaptırıldıktan sonra semt “Abbasağa semti” olarak anılmaya başlanmıştır.

Duvarları kagir ve çatışı ahşap olan camide, Hünkar Mahfili vardır ve Sultan II. Mahmut döneminde, 1834 yılında restorasyon geçirmiştir. (Bir kısım tarihçiye göre yeniden yaptırılmıştır)

Ahşap tavan ve galerileri ilgi çeker. Tavandaki tahta oymalardaki ince işçilik ve buradan sarkıtılmış zarif kristal avizeler değişik bir hava yaratıyor. Avize, altın yaldızlı beyzi bir göbeğe asılmıştır.

Tavan yüzeyi: kalın çıtalarla oluşturulmuş sekiz köşeli yıldızlar, kenarları yumuşatılmış dikdörtgenler ve çeşitli geometrik desenlerle süslenmiştir. Tavan kornişlerinde, yelpaze şeklinde ajurlu konsollar, mukarnası andıran sarkıtlı süslemeler ve perde motifleri görülmektedir.

Ahşap Hünkar mahfili, günümüzde imam odası olarak kullanılıyor. Mahfilin kuzey ve doğu kanatları, çatıdan mamul kerestelerle, insan boyunu aşacak yükseklikte kapatılmıştır.

Caminin dört bir tarafı yüksek duvarlarla çevrilmiştir. Bir köşesinde, taş duvarın içine gömülmüş kör bir çeşme görülür. Bu çeşmenin 1682 yılı yapımı olduğu söyleniyor. Ama kitabesi bir hayli aşınmış, zor okunuyor ve musluğu yok, suyu akmıyor.

Burada küçük bir ayrıntıdan söz etmek istiyorum. Caminin kuzeyindeki yamaçlarda bir zamanlar “Abbasağa Mezarlığı” varmış ve kurulduğu 17 yüzyıldan itibaren yörenin sakinleri ve büyük zatları bu mezarlığa gömülmüştür. Ancak 1939-1940 yılları arasındaki şehir planlamalarında, bu mezarlığın bütün mezar taşları sökülmüş ve selvi ağaçları kesilmiştir.

Sahibi bulunan iki yüz kadar mezar, sahipleri tarafından başka yerlere taşınmıştır. Sahibi bulunmayan mezarlardan çıkarılan kemikler ise, mezarlığın aşağı köşesinde kazılan iki kuyuya doldurulmuş, mezar taşları ise kireçhaneye gönderilmiştir. Ortaya çıkan araziye ise, 1941-1942 yılları arasında “Abbasağa Parkı” yapılmıştır.

abbasaga-parki-2
İstanbul Akaretler Abbas Ağa Parkı

 

Abbas Ağa Parkı

Barbaros Bulvarından yukarı doğru çıkarken, sol kolda ve yamaçta kalmaktadır.

Park dik bir yokuş üzerinde, eni dar, boyu uzun bir parktır. Parkın üst bölgesinde, küçük bir amfitiyatro bulunuyor. Altı sıra taştan oturma yeri ve düzlükte daire şeklinde bir sahne bulunuyor. Yaz aylarında burada konserler düzenleniyormuş. Hatta, Beşiktaş’ın “Çarşı gurubu” söylenenlere göre, maçlardan önce burada toplanarak yeni tezahüratları ve marşları deniyorlarmış.

Parkın üst kısmında: yan yana dizilmiş, on iki tunç heykel görülüyor. Merdivenlere çıkarak bu heykellere ulaşılıyor. Heykellerin altında: heykelin kime ait olduğu, doğum ve ölüm tarihleri ve ölüm şekilleri yazılmıştır.

Yani: Türkiye’nin uzun demokrasi mücadelesinde şehit edilen aydınların heykelleri burada bulunmaktadır. (Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Doğan Öz, Muammer Aksoy, Onat Kutlar) Yani bir anlamda: Şair sofasındaki şairlerin heykelleri gibi.

Birazda parkın geçmişinden söz etmek istiyorum:

Osmanlı döneminde, günümüzde parkın bulunduğu yerde, bir bölümü Ermenilere ve diğer bölümü Müslümanlara ayrılmış bir mezarlık vardı.

1940’lı yılların başlarında, İstanbul Valiliği buraya park yaptırmaya karar verir ve mezarlık istimlak edilir. Ancak, mezarlıktaki mezarlardan sadece 200 tanesinin sahibi çıkar ve bu mezarlar, sahipleri tarafından başka mezarlıklara nakledilir.

Geriye kalan sahipsiz mezarlıklardaki kemikler ise toplanarak, parkın en aşağı kısmına açılan üç büyük kuyuya topluca gömülür. Mezar taşları ise, eritilerek kireç yapılması için kireçhaneye gönderilir.

Park yapıldığında, ortamın mezarlık havasından kurtulması için servi ağaçları kesilir, yerine fıstık çamları, at kestanesi, mazı ve palmiyeler dikilir. Yollar yapılır, çiçek tarhları ve çim bahçeleri düzenlenir. Banklar ve kanepeler konur. Parkın en alt bölümüne de tuvalet yapılır. Yani, kemiklerin gömüldükleri kuyuların yakınına, yorumu size bırakıyorum.

resim-heykel-muzesi-1
İstanbul Akaretler İstanbul Resim ve Heykel Müzesi-Milli Saraylar Müzesi

 

İSTANBUL RESİM VE HEYKEL MÜZESİ-MİLLİ SARAYLAR MÜZESİ

Dolmabahçe Sarayının hemen bitişiğindedir.

Müze: 1937 yılında Atatürk’ün emriyle kurulmuştur. Türkiye’nin ilk Güzel Sanatlar Müzesi olarak önem kazanmaktadır.

Müzenin bulunduğu bina: 1856 yılında Dolmabahçe Sarayı yapılırken, Karabet ve Nikolgos Balyan kardeşler tarafından Veliaht Dairesi olarak tasarlanmış ve yapılmıştır. Bahçesinde özel sergilerin düzenlendiği küçük hareketli pavyonların bulunduğu müze binası, üç katlıdır. Birçok oda ve salon vardır.

Müzede bulunan ve Mimar Sinan Üniversitesi koleksiyonu olarak isimlendirilen koleksiyon, Türkiye’nin en önemli modern Türk resim koleksiyonudur. Bu koleksiyonda: Türk ve Dünya sanatçılarına ait resim, heykel, özgün baskı yapıtları, Antik ve Rönesans dönemlerine ait heykel mulajlarının yanı sıra müzeye bağış yolu ile gelmiş özel koleksiyon yapıtları bulunmaktadır.

Koleksiyonun resim bölümünde: çoğunlukla yağlı boya yapıtlar vardır. Bu yapıtlar, 3977 adettir. Bu koleksiyonda: 18 ve 19 yüzyıl Batılı sanatçıların bazılarının da (Bonnard, Deraini, Levy, Matisse, Picasso, Utrillo gibi) yapıtları bulunmaktadır.

Güncel

1937 yılında müze olan Veliaht Dairesi: uzun yıllar Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Resim Heykel Müzesi olarak kullanıldı. Ancak binanın yenilenmesi için kaynak bulmakta güçlük çeken Üniversite, 2007 yılında müzeyi kapattı.

Daha sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından üniversiteye yeni bir bina tahsis edildi ve müzenin bulunduğu Veliaht Dairesi, Milli Saraylara geçti. Mimar Sinan  Resim Heykel Müzesi koleksiyonu: çağdaş bir müze olarak yenileme çalışmaları süren Karaköy Fındıklı’daki Antrepo No. 5’e taşındı.

Milli Saraylar ise, Veliaht Dairesini yeniler ve binayı bir müze olarak düzenlemiştir. Milli Saraylara bağlı pek çok müzede sergilenen çok sayıdaki değerli tablo burada toplanmıştır. Ayrıca Milli Saraylara bağlı olmayan Topkapı Sarayının depolarındaki bazı resimler de ödünç alınıp restore edilerek sergiye dahil edilmiştir.

Günümüzde, Milli Saraylar koleksiyonunda 600 civarında resim bulunduğu söyleniyor. Bunların 202 tanesi müzede sergileniyor. Sergilenen eserler arasında dikkat çekenler: Şeker Ahmet Paşa, Ayvazovski, Zonaro, Osman Hamdi Bey gibi ünlü ressamlardır.

Koleksiyon: 19 yüzyıl Osmanlı padişahlarının yaptırdığı, satın aldığı, beğendiği ve saraylarda kendine yer bulabilen resimlerden oluşmaktadır. Saraylar, Resim Heykel Müzesi koleksiyonunda bulunan 200 kadar eserini geri alarak burada sergilemek istemiştir.

Ancak, Mimar Sinan Üniversitesi, Mimar Sinan koleksiyonundaki eserleri bozmak istememekte, bir süre sonra kendi açacakları müzede, kendi koleksiyonlarını sergilemek istemektedirler.

Ama, yine de, bu müze, klasik Türk resminin oluştuğu dönem hakkında iyi bir fikir vermektedir.  Müzede: 19 yüzyıl Türk sanatçılarının tablolarından oluşan, önemli bir koleksiyon bulunmaktadır.

Özellikle Osman Hamdi Bey’in üç eseri ilgi çekmektedir. Müzede: Şadi Çalık’ın “Vietnam” isimli eseri de bulunuyor.

Gelelim müze gezisine:

Müzenin hemen girişinde, Topkapı Sarayından getirilen iki büyük ve ünlü resim bulunmaktadır. Bunlar: Veliaht Dairesini yaptıran Sultan Abdülmecit ve onun ardından tahta geçen o  dönemin Veliahtı Sultan Abdülaziz resimleridir.

İlk Salonda: Askeri konulu resimler, son halife Abdülmecid efendinin kütüphanesi olarak bilinen salonda ise İstanbul manzaraları görülmektedir.

Bir salonda: Abdülaziz döneminde Paris Goupil galerisinden satın alınan resimler, bir başkasında Zonaro ve Chlebowski gibi saray ressamları, bir diğerinde de Oryantalist resimler, bir başkasında Şeker Ahmet Paşa gibi yaver ressamların resimleri bulunuyor. Sarayın büyük salonunda: Deniz resimleriyle, Osmanlıda çok sevilen ünlü Rus ressam Ayvazovski eserleri görülüyor. Küçük bir salonda ise: Cumhuriyet dönemi sanatçılarının eserleri bulunuyor.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için. 

 

 

İstanbul Kuruçeşme

kurucesme-genel-0
İstanbul Kuruçeşme

Bu yörenin Bizans dönemindeki ismi “Hestiae” dir. Bizans döneminde burada, “Başmelek Mikael” adına yaptırılmış “Anapulus Kilisesi” bulunuyormuş. Yine, yörede 5 yüzyıldan kalma Bizans mezar taşları bulunmuştur. Kuruçeşme adını: Tezkireci Osman Efendi Camisinin yanında, 17 yüzyılda yapılan Köprülü Hemşire Çeşmesinden almaktadır.

İlk zamanlar, çeşmesinden bol su akan ve yemyeşil olan bölge, Koru çeşme olarak isimlendirilmiştir. Çünkü: civardaki koruluktaki çeşmeden dolayı bu isim verilmiştir.

19 yüzyıl başında, burası İstanbul şehrinin önde gelen semtlerinden biriydi. Bu semtte padişahın özel izniyle oturulurdu. Müslüman yapıları aşı boyası, yeşil beyaz: azınlık yapıları kurşuni, sarı renklere boyanırdı.

Yükseklikleri farklı olurdu. Ulaşım ve alışveriş kayıklarla yapılır, kayıklar kişilerin sosyal durumlarına göre saptanırdı. Ulaşım kayıklarla olduğu için önceleri tepelere değil kıyılara yerleşilmiştir.

Daha sonraları 19 yüzyılın ikinci yarısında buharlı gemiler, kara yolu ve tramvay ulaşımı kolaylaştırmış, çevreyi devamlı oturulan, kalabalık bir semt haline getirmiştir.

Sık iskeleler arasındaki rıhtımda hizmetkarlar dolaşır, balıkçılar ağlarını yayar, kayıkçılar mallarını satarlardı. Sultanlara ve zamanın yüksek rütbeli kişilerine ait olan sahilhane ve köşk bahçelerine çok önem verilmiş, hatta zaman zaman Avrupa’dan bahçıvanlar getirilerek bahçeler düzenletilmiştir.

kurucesme-genel-1
İstanbul Kuruçeşme

 

Daha sonraları, çeşme kuruyup yeşillik azalınca adı da değişmiştir.

Kum ve kömür depolamak için kullanılan semtin bu kadar popüler hale gelmesi, oldukça ilginçtir. O günlerden geriye sadece bir otobüs durağı kalmıştır. O da “Kömür Tevzii” yani Dağıtım Durağıdır.

Günümüzde, Beşiktaş ilçesine bağlı bu semt, İstanbul şehrinin en pahalı ve popüler eğlence yerlerinin bulunduğu bölgede “Defterdar Burnu” denilen bir çıkıntı vardır.

Buraya “Defterdar” denilmesinin sebebi: zamanında burada 17 yüzyıl başlarında, Sultan Genç Osman döneminde Defterdar Ekmekçizade Paşanın yaptırdığı bir konak varmış. Buradan denize dökülen dereye de bu paşanın ismi anısına “Ekmekçioğlu Deresi” denilmiştir.

19 yüzyılda: iki ünlü ressam olan Osman Hamdi Bey ve Saray baş ressamı İtalyan Fausto Zonaro: bu bölgede otururlar ve sık sık birlikte kıyıda balığa çıkarlarmış.

Kuruçeşmenin diğer bir ünlü konuğu: burada bir süre oturan Yasef Nasidir.

Kendisi Sultan II. Selim döneminde, 1560 yılında İstanbul’da bulunmuş ve bir süre Sarayın ileri gelen danışmanlarından birisi olmuştur. Kuruçeşmede bulunan konakta oturan Yasef Nasi: 1583 yılında ölmüştür.

Kuruçeşme sahilinde yürüyüş yapabilirsiniz. Düzenlenmiş kaldırımlarda yürürken, sahilde demirlemiş pahalı yatların önünden geçerken, karşı yakada “Kuleli Askeri Lisesi” ni görebilirsiniz.

Kuruçeşme semtinde, günümüzde birçok kilise vardır. Yalıların çoğu ise, 13 Haziran 1919 tarihinde Fransızların Todori Paşa Yalısında çıkardıkları yangının büyümesiyle yok olmuş, ayakta kalanlar da imar hareketlerinin kurbanı olmuştur.

İstiklal Savaşı sonrasında hanedan ve azınlıkların sahipsiz bıraktıkları, arsa haline gelen bu yerler kömür deposu haline getirilmiş, ayakta durabilenler tütün deposuna dönüştürülmüş veya yıkıntı haline gelmiştir. Kuruçeşme sahilleri uzun süre kömür deposu olarak kullanılmış ve çirkin bir görünüm sergilemiştir.

1986 yılından sonra sahil, kömür depolarından temizlenerek yeşillendirilmiş, kısmen park olarak düzenlenmiş, kısmen de Naile Sultan Yalısında olduğu gibi, güzel restitüsyonlar yapılmıştır. Son imar hareketleri sırasında: Sarrafburnu yalıları önünden kazıklı yollar geçirilmiş ve kıyı kısmen doldurularak kıyı hattı ve kodu değiştirilmiştir.

AYİOS TARSİAS MANASTIRI

9 yüzyılda Patrik Tarsias (784-806) bu manastırı yaptırmıştır. Bizans hizmetindeki Peçenekler, 1048 yılında atlar üzerinde Boğazı yüzerek geçip manastır yanından karaya çıkmışlardır. 15 yüzyıla kadar durduğu bilinen manastırın Defterdarburnu ile Kuruçeşme koyu arasında olduğu tahmin edilmektedir.

surp-kilisesi-1
İstanbul Kuruçeşme Surp Haç Ermeni Kilisesi

 

SURP HAÇ ERMENİ KİLİSESİ

Yokuş üzerindeki bu kilise, daha önce yapılmış bir başka kilisenin yerine inşa edilmiştir. Eski kilise “Surp Nişan” adını taşıyordu. Patrik Kağızmanlı Zakarya döneminde, Çoban Amira tarafından yapılmıştır. 1798 yılında ise Episkopos İstanbullu Hovhannes tarafından kutsanarak ibadete açılmıştır. İnşaat giderleri, Patrik Zakarya tarafından karşılanmıştır. 1780 yılında Bedros Amira’nın eşi tarafından ana giriş kapısına yakın bir çeşme yaptırılır.

Kilise, 1834 yılında köklü bir onarıma tabi tutulur. Mimar Garabed Amira Balyan, restorasyon çalışmalarının idaresini üstlenir. Kilisenin yapımı ise Harutyun Amira Yerganyan tarafından üstlenilir.

Dikdörtgen planlı kilisede, taş ve tuğla kullanılmıştır. Ermeni kiliselerinde sıkça uygulanan, yarım silindirik tonoz tavan formuyla örülmüş kilisenin iç mekanı oldukça sadedir. Üç kısmına doğru yan çıkıntılar vardır ve plan, esas olarak bir haçı vurgulamaktadır.

Dış cephe duvarları sapsarı boyalıdır. Ermeni kiliselerinde az rastlanan bir simetri örneği bazilika planı bu kilisede kullanılmıştır. Ana apsisin iki yanında, küçük birer şapel şeklindeki hücrelerden, kuzeydeki vaftizhane, güneydeki ise kutsal eşyaların konulduğu hazine odasıdır.

Apsis önündeki sunak: ahşap işçiliği ve altın kaplama varaklarıyla oldukça dikkat çeker. Üzerine yapılmış olan aziz resimleri son  döneme aittir. Narteksten yukarıya çıkan bir merdivenle, koroya ayrılan galeriye çıkılır.

Kilisenin doğusuna 1858 yılında bir çan kulesi yapılır. 1835 yılında ise, kilisenin bitişiğine üç katlı ahşap “Tarkmançats Ermeni İlkokulu” inşa edilir. (Günümüzde kapalıdır) Bu okul kapandıktan sonra İstanbul’daki önemli korolardan birbi olan Gomidas korosuna tahsis edilmiştir. Komidas korosu: 1918 yılında Rahip Gomidas tarafından kurulmuştur.

1919 yılındaki Kuruçeşme yangınında çatı, çan kulesi ve kapıları yanan kilise yeniden onarılmıştır. Bu kez, çan kulesi, Garabed Halacyan tarafından, demirden inşa edilmiştir.

Kilise: 1975 ve 1988 yıllarında onarım görerek Patrik Şinorhk tarafından kutsanarak ibadete açılır. Kilisenin son onarımı 2007 yılında gerçekleşir ve ibadete açılır.

Kilisenin güney duvarının yanına: 1799 yılında Patrik Zakarya ve 1874 yılında Patriklik Kaymakamı Episkopos Nigogayos Agasyan defnedilmiştir.

Kilise tarihindeki önemli olaylar: Ermeni ve Gregoryan cemaatlerinin Patrik I. Bogos (1815-1823) döneminde toplanmalarıdır. Diğer önemli olay ise, 12 Ekim 1913 tarihinde, Ermeni harflerinin bulunuşunun 1500 yıl dönümünün burada kutlanmış olmasıdır.

ayios-kilisesi-3
İstanbul Kuruçeşme Ayios Dimitrios Kilisesi

 

AYİOS DİMİTRİOS KİLİSESİ

Kırbaç sokak ve Alayemini sokak arasında, eğimli bir arazi kuruludur. Burada bir kilisenin varlığı, 16 yüzyıldan beri, bazı kaynaklarda anılmaktadır.

Günümüzdeki yapı ise kitabesine göre 1789 yılında yapılmıştır. Üç yol ağzında bulunan yapı: kagir duvarlarıyla oldukça iri görünümlüdür. 1789 yılındaki yapım çalışmalarında, ustaların kalıpları erken çıkarmaları sonucu kubbe çökmüş ve altında kalan birçok işçi ölmüştür.

Bu olaydan sonra, Sadrazam Mehmet Paşanın emriyle, yakındaki Ermeni kilisesi örnek alınarak, çatı ahşaptan yapılmıştır. Dıştan 24 x 15 metre ölçülerindeki yapı, yaklaşık 11 metre yüksekliktedir.

Bu kilisenin yerinde, 1849 yılında Heybeliada’ya taşınan “Ruhban Okulu” varmış. Ruhban okulu: 1804-1849 yılları arasında burada faaliyet göstermiştir.

Rahiplik eğitimi görenler, girişte Bizans’ın sembolü olan “Çift Başlı Kartal” önünde, kilisenin öğretilerine uymaya yemin ederlermiş.

Burası Evliya Çelebinin Kuruçeşmeyi anlatırken andığı kilisedir. Kilise güzel ama burada asıl paha biçilmez olan bir ayazma vardır. Çan kulesi kuzeydoğuda, ayazma ise kuzeydedir. Batı cephesinde narteks vardır ve nartekste, cemaatin önemli kişilerinin mezarları bulunur.

ayios-kilisesi-ayazma-1
İstanbul Kuruçeşme Ayios Sotiras Ayazması

Ayios Sotiras Ayazması

Eremya Kömürciyan da 17 yüzyılda bu kiliseden söz etmiştir. Ona göre “Ayazmanın mucizeler husule getirdiği aşikar bir şeydir ve kimse onun suyuna doymamıştır”

Kilisenin içindeki ışıklandırılmış dar bir mağaradan geçilerek ulaşılan: Ayios Sotiras Ayazması vardır. Ayazmayı 1540 yılında ziyaret eden Gyllius, oldukça geniş bilgi vermiştir.

Tarihi 16 yüzyıla uzanıyor. Kaynağı 40 metre uzaklıktadır. Ayazmanın çeşmesi 1820 yılında yapılıp havuzu 1870 yılında genişletilmiştir. 17 yüzyılda Kömürciyan’ın “İmparator yapısı” olarak kaydettiği ayazmanın bugünkü kitabesinin İoanna Kuçuradi’nin çevirisine göre “Çeşmeyi ilk kez yaptıran” olarak anılan “Rahmetli hükümdar Skarlatos Kalimakhos” ifadesi vardır.

Bunun hemen yanında ise 1820 tarihi yazılıdır. Buna göre, bir dinsel otorite sahibi anlatılıyor olmalıdır. Kitabede, havuzun genişletilmesine katkı sunanlar da “zevk sahibi insanlar” olarak anılmaktadır.

Ayazmaya: yüzyıllardır damlayan su: duvarlarda kireçlenmeye yol açmış ve bu yüzden ilk görüldüğünde, kişiler, kendilerini bir mağarada imiş gibi hissederler. Hatta Pamukkale’ye benziyor. Burası: şehirde görülen en sıra dışı ayazma olarak bilinir. İstanbul’daki ayazma sayısı 100 üzerindedir. Arnavutköy civarında ise 10 ayazma var. Her Cumartesi kilisenin ayin günü ve dilekte bulunanlar, 3 Cumartesi üst üste buraya geliyorlar.

Her ayazmanın şifasının farklı olduğuna inanılıyor. Bu ayazmaya da daha çok “konuşamayan çocuklar” getiriliyor. Ayazma suyunda yıkanıp duvarda asılı olan halkalar ısırtılıyor ve bu sayede dillerinin çözüleceğine inanılıyor.

Ayazma mağarasının duvarlarındaki meme şeklindeki kabartmaların kadınlardaki meme hastalıklarına iyi geldiği ve sütü gelmeyen annelere şifa olduğu düşünülüyor. Sütü gelmeyen ve memelerinde sorun olan kadınlar, önce papaz tarafından kutsanıp, sonra meme şeklindeki mermerleri üç kez öpüyorlar.

ioannes-1
İstanbul Kuruçeşme İoannes Prodromos Kilisesi

İOANNES PRODROMOS KİLİSESİ

Kuruçeşme ve Arnavutköy’ün birleştiği yerde, yüksek duvarların arkasında, yuvarlak ahşap kubbesi olan bir kilisedir. Kuru çeşme caddesi üzerindedir. Tarihçi Hovanesyan’ın kayıtlarında “18 yüzyılda Sarrafburnu’nda “Ay Yani” adlı eski bir kilise olarak anılmaktadır. Kitabesine göre, 1835 yılında yapılmıştır.

Doğu ve batı duvarları köşelerine bitişen bir avlu içindedir. Bina “T” şeklinde planlanmıştır. Kuzey ve güney cephelerinin batısında çıkıntılıdır. Kaba yontma taştan inşa edilmiştir. Duvarlar sıvalıdır. Kilisenin ayazması: naosun kuzeybatı köşesindedir.

Naosun tavan örtüsünde, bitkisel motiflerle bezeli silmeler, kubbede ise Pantokrator İsa tasviri görülür. Ahşap ikona bölümü: orta nefin doğusundadır. Oyma ve yapıştırma geometrik ve bitkisel motiflerle bezelidir. Büyük çerçevelerde: Hz Meryem ve Çocuk İsa, Hz İsa, ikonaları yanında kiliseye adını veren İoannes Prodromos (Vaftizci Yahya) ikonası bulunur.

makbule-atadan-yalisi-1
İstanbul Kuruçeşme Makbule Atadan Yalısı

MAKBULE ATADAN YALISI

Arnavutköy tarafında, bahçe olan yere 1912 yılında Saraya yakın olan bir sarraf tarafından bir yalı yaptırılmıştır. Mahallenin adı “Sarrafburnu” buradan gelir.

Bina bir süre Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan Hanım (1885-1956) tarafından kullanılmıştır. Makbule hanım, Balkan Savaşlarından sonra annesi Zübeyde Hanım ile birlikte İstanbul’a yerleşmiştir.

Cumhuriyetin ilanından hemen sonra Ankara’ya gider. Bir süre ağabeyi Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte kaldıktan sonra Çankaya köşkü arazisi içinde kendisi için inşa edilen Camlı Köşke yerleşir ve 71 yaşında vefat eder. Atatürk, bir dönem kız kardeşi Makbule’nin yalısında kalmıştır.

fehime-hatice-sultan-yalilari-1
İstanbul Kuruçeşme Fehime ve Hatice Sultan Yalıları
hatice-sultan-yalisi-2
İstanbul Kuruçeşme Fehime ve Hatice Sultan Yalıları

 

FEHİME VE HATİCE SULTAN YALILARI

Bu yan yana bulunan iki yalı: 19 yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiştir.

Fehime Sultan Yalısı olarak bilinen, ancak asıl adı Naime Sultan Yalısı olan yapı: Sultan II. Abdülhamit tarafından, Gazi Osman Paşanın oğlu Kemalettin Bey ile evlenen üçüncü kızı Naime Sultana, düğün hediyesi olarak verilmiştir. Naime Sultanın evliliği: yalı komşusu Hatice Sultan yüzünden bozulmuş ve yeniden evlendirilmiştir.

Sultan V. Murat’ın kızı Fehime Sultan yalısı daha ileridedir.

Hatice Sultan Yalısı: Hatice Sultan’a, amcası Sultan II. Abdülhamit tarafından düğün hediyesi olarak verilmiştir. Hatice Sultan, III. Mustafa’nın kızıdır ve bu yaptırdığı bölgenin ilk yalısı “Neşetabad Sahil Sarayı” olarak bilinir.

Her iki yalı, ilk bakışta ikiz olarak sanılsa da, Hatice Sultan yalısı 2 katlı ve Naime Sultan yalısı ise 3 katlıdır.

Hanedan yurt dışına sürgüne gönderildikten sonra:

Hatice Sultan yalısı: bir süre yetimhane ve ilkokul olarak kullanılmıştır. Mülkiyeti İstanbul İl Özel İdaresine devredilen yalı: 1972-2005 yılları arasında da “Yüzme İhtisas Kulübü” olarak hizmet vermiştir.

Naima Sultan yalısı da eğitim amaçlı kullanılmak üzere devlete bırakılmıştır. Yalı bir süre boş kalmış ve 1926-1933 yılları arasında Darül Eytam yani Yetim Yurdu ve Tütün Deposu olarak kullanılmış ve 1933 yılında ise Gazi Osman Paşa Ortaokulu olmuştur.

Ancak 70 yıllık bir hizmetin ardından, 2002 yılında çıkan bir yangın sonucu kullanılmaz hale gelmiştir. Bu yangın için yapılan araştırma sonucunda düzenlenen raporda: okulun benzinle tutuşturulduğu saptanmış olmasına rağmen, suçlular bulunamamıştır. Okul bahçesi bir süre otopark olarak kullanılmıştır.

Hatice Sultan: Osmanlı hanedanının yurt dışına sürgün edilmesinden sonra, 1938 yılında Beyrut şehrinde ölmüştür. Torunu Kanize Murat: annesi Selma Hanım Sultan ve Büyük Annesi Hatice Sultanın yaşamlarını “Saraydan Sürgüne” isimli kitapta anlatmıştır.

2006 yılında ise, Hatice Sultan ve Naime Sultan Yalıları: birlikte, aslına uygun olarak restore edilmek şartı ile turizm amaçlı kullanılmak üzere kiralanmıştır.

ESMA SULTAN YALISI-TIRNAKÇI YALISI

Bu bölgenin en tanınmış mimari eserlerinden biridir. Neo-klasik üsluptaki yalının mimarı Sarkis Balyan’dır.

Yalı: Sultan Abdülaziz’in kızı Esma Sultana düğün hediyesi olarak verilmiştir. Bölgenin en büyük ahşap yalısıdır. Esma Sultan ile evlenen Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa: bu yalıda oturmuştur.

1899 yılında Esma Sultan ölünce: Sultan II. Abdülhamit yalıyı, kız kardeşi Cemile Sultana verir. Onun ölümünden sonra ise, yalı V. Murat’ın kızı Fatma Sultana verilir.

Yalı: 1915 yılına kadar Osmanlı hanedanının mülkiyetinde kalır.

1918 yılında Rum okulu olur. 1920 yılında ise büyük bir yangın geçirir. 1922 yılından itibaren tütün deposu olarak kullanılır. 1952 yılında ise marangozhane, mobilya deposu ve kömür deposu olur. 1975 yılında sahipleri tarafından satışa çıkarılır. Ancak o sırada çıkan bir yangın sonucu yanar ve sadece dış duvarlardan oluşan bir harabe haline gelir.

Bahçesi konser ve davetler için kullanılan metruk bina: 1990’lı yıllarda bir özel şirket tarafından satın alınır, dış duvarları korunup içi mekana camdan duvarlar giydirilmiş, böylece kapalı mekan elde edilmiştir.

nazime-sultan-yalisi-1
İstanbul Kuruçeşme Nazime Sultan Yalısı

NAZİME SULTAN YALISI

Kıyıda bulunan ve bölgenin en güzel yapılarından olan yalı: Sultan Abdülaziz’in kızı Nazime Sultan adına yaptırılmıştır. Hemen yanında Naciye Sultan yalısı vardır.

Yapı: dönemin ünlü İtalyan sanatçısı Raimondo D’Aranco tarafından, 1903 yılında yapılmıştır. O zamanlar daha önce hiç görülmemiş art-nouvea mimari stil kullanılmıştır. Bu stil daha sonraları Bebek semtinde bulunan Mısır Konsolosluk binasında da kullanılmıştır. Yalı: denize paralel, uzun ve bol pencereli, önünde rıhtımı olan iki katlı bir yapıdır.

19 yüzyıl sonlarına doğru, Sultan sarayları için uygulanan planlar gereğince, birbirine eşit büyüklükte harem ve selamlıktan meydana gelmiştir. Yalının giriş bölümünün üst katı, at nalı kemerli bir cephe görünümüne sahiptir.

Bu görünümü ile, Boğaziçi’ndeki Sultan yalılarından ayrılmaktadır. Girişten sonra geniş merdivenlerle çıkılan salonlar; siyah ve beyaz salonlar olarak isimlendirilmiştir. Salonların çevresinde odalar sıralanmıştır.

Cephede çok sayıdaki pencereler özel konumdaki çerçeveler içerisine alınmış ve bunlar stilize bezemelerle süslenmiştir. Yalı: Çırağan Sarayı yanınca bir süre Meclis-i Mebusan olarak kullanılmıştır.

Hanedan yurt dışına sürgüne gönderildiğinde ise, tütün deposu olarak kullanılmış ve 1923 yılında yıktırılmıştır. Yalının arazisine, 1980 yılı öncesinde kömür deposu olarak kullanıldı.

Zonguldak’tan gelen kömür gemilerle rıhtıma yanaşır ve devasa kepçeli vinçler bu kömürleri Kuruçeşme kömür deposuna boşaltır, kömür karnesi olan İstanbullular, buradan kömürlerini alırlardı. Sonrasında bir dönem Kuruçeşme parkı ve arkasından günümüzde bir balık lokantasına ev sahipliği yapmaktadır.

ENVER PAŞA-NACİYE SULTAN YALISI

Yalı günümüze ulaşmamıştır. Yalı: Şah Sultana ait olup, daha sonra Enver Paşa’ya geçmiştir. Muhtemelen 18-19 yüzyıl arasında yapıldığı düşünülmektedir. Mülk sahiplerinden alınarak Osmanlı Sultanlarına verilen diğer yalılar gibi, bu yalı da Enver Paşa’dan alınmıştır. Yalıda, uzun zaman Hamdi Paşa oturmuştur.

Ölümünden sonra Sultan II. Abdülhamit tarafından yalı Sadrazam Ethem Paşa’ya verilmiştir. Ethem Paşa: Dahiliye Nazırı olduğu dönemde yabancı misafirlerini burada ağırlamıştır.

Günümüze ulaşmadığı için, fazla ayrıntıya girmeden konuyu burada kesiyorum. Çünkü Cumhuriyetin ilk yıllarında, Kuruçeşme’deki kömür depoları yıkılırken, bu yalı da yıktırılmıştır.

tezkireci-camisi-1
İstanbul Kuruçeşme Tezkireci Osman Efendi Camisi-Kuruçeşme Camisi

 

TEZKİRECİ OSMAN EFENDİ CAMİSİ-KURUÇEŞME CAMİSİ

Kuruçeşme-Arnavutköy yolu üstünde, cadde üzerindeki bu şirin yapı; Fatih Sultan Mehmet’in tezkirecibaşısı Osman Efendi tarafından yaptırılmış ve 17 yüzyılda yenilenmiştir.

Günümüzde ibadete açıktır. Mimarının kim olduğu bilinmemektedir.

Cami: Sultan I. Mahmut’un tezkirecisi Osman Efendi tarafından yaptırılmıştır. Osman Efendinin camiyi yaşatmak için oluşturduğu vakfa ait, caminin altındaki dükkanlar, zamanla Vakıflar Genel Müdürlüğüne geçmiştir.

Yapının içi: çift sıra halinde düzenlenen bol sayıda ve büyük boyutlardaki pencerelerden alınan ışıkla, oldukça ferah bir görünüm vermektedir. Kesme taştan yapılmış kürsü kısmı üzerinde yükselen, silindirik gövdeli minaresi, tek şerefelidir. Caminin arka kısmında kitabesiz bir çeşme vardır.

Eski İstanbul resimlerinde, bu cami ve çevresinin gayet güzel olduğu görülür. Caminin hemen sağındaki dar aralık sokak: İstanbul’un en dar sokağı olarak bilinir. Bu minik sokağın genişliği sadece 90 cm. dir.

koprulu-hemsiresi-1
İstanbul Kuruçeşme Köprülü Hemşiresi Çeşmesi

 

KÖPRÜLÜ HEMŞİRESİ ÇEŞMESİ

Kuruçeşme semtinin ismi, bu çeşmeden gelmektedir.

Osman Efendi Camisinin mihrap duvarının alt köşesinde zeminde ve caddeye bakan bölümde: yapıya bitişik ve sivri kemerli bir çeşme vardır. Yapılış tarihi olarak 1683 yılı belirlenmiştir.

Çeşme: küfeki taşı ile yapılmış, mermer ayna taşlıdır. Mermer yalağı ve Selçuk yıldızı ile servi motifleri işli mermer ayna taşı ilgi çeker. Çeşmenin yanında, harimin altına denk gelen bölümde dükkanlar bulunur.

Osman Efendi tarafından yapılan bu çeşmenin suyu kuruyunca: Sadrazam Köprülü Mehmet Paşanın kız kardeşi: 1683 yılında buraya yeniden su getirilmesini sağlamıştır. Bu yüzden çeşmeye “Köprülü Hemşiresi Çeşmesi” denir.

Ancak zamanla çeşme yine kurumuş ve halk tarafından “Kuru çeşme” olarak isimlendirilmiştir. Sonradan suyu akıtılmış olmasına rağmen, ismi değişmemiş ve “Kuru çeşme” olarak kalmıştır.

Çeşme 1983 yılında restore edilmiştir. Su deposuna çevre kanalizasyon suları karıştığı için, kaynak suyu ile ilişkisi kesilip şehir şebekesine bağlanmıştır.

KURUÇEŞME HAMAMI

Yakın zamana kadar orijinal haliyle kullanılan hamam: Bostancı Ocağının Hasdal Ağası Vakfından Bostancı Hamamıdır. Yol cephesinde, üç katlı ahşap soyunmalığı ile daha çok bir konutu andırır. Arka bahçesinde kubbeli yıkanma mahalleri, külhanı vardır. Bahçesi ağaçlıktır.

KASR-I SÜREYYA KÖŞKÜ

1726 yılında, Sultan III. Selim zamanında, Tırnakçı Yalısının arkasındaki yüksek bir tepe üstüne Kasr-ı Süreyya köşkü Damat İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yörenin yamaçlarında, Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın muhteşem konağı bulunmaktadır.

RUM ÜNİVERSİTESİ

19 yüzyıl başlarında, Kuru çeşmede bir Rum Üniversitesinin bulunduğu söylenmektedir. Rum Patrikhanesi bünyesindeki bu kuruluş: 1803-1820 yılları arasında, Fener semtindeki Rum öğrencilerin yaz aylarında eğitimlerini burada sürdürmeleri için yaptırılmıştır.

Üniversitenin kurucusu ise: Divan-ı Hümayun Dragomanı yani tercümanı Dimitrasko Morozbeyzade imiş. Sultan III. Selim’in fermanıyla “Millet-i Rum Talimgahı” adıyla açılmıştır.

Dil, Edebiyat, matematik ve tıp bölümleri vardı. Mora ayaklanması sırasında, 1820 yılında okul kapatılmıştır.

su-ada-0
İstanbul Kuruçeşme Su Ada-Galatasaray Adası
su-ada-1
İstanbul Kuruçeşme Su Ada-Galatasaray Adası

 

SU ADA-GALATASARAY ADASI

Kuruçeşme sahilinin tam karşısında, denizin ortasındadır. Tekneyle geçilen adanın sahile uzaklığı 165 metredir. Bu ada, Sultan II. Abdülhamit tarafından Baş mimar Sarkis Balyan’a hediye edilmiştir. Çünkü Sarkis Balyan: Esma Sultan Yalısı ve Çırağan Sarayında başarılı olmuştur.

Balyan’ın evi de bu adadaymış. Bu yüzden, bu adaya o zamanlar “Sarkis Bey Adası” deniyormuş. Sarkis Bey’in bahçe içindeki evini ve aynı zamanda adayı: kale benzeri duvarlar kuşatıyormuş.

Evi: iki katlıymış ve çalışmalarını burada yürütmüş. Sarkis Balyan, 1899 yılında ölene dek adada yaşamıştır. Ama bu yapı, ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır.

Varisleri I. Dünya Savaşından sonra Şirket-i Hayriye vapur işletmesine kiraya vermiştir. Uzun yıllar kömür deposu olarak kullanılmıştır. Ada 1957 yılında Galatasaray Spor Kulübü tarafından satın alınmıştır.  

Dünyaca ünlü ressam Ayvazovski: Dolmabahçe Sarayı için sipariş edilen resimleri burada çizmiştir. İstanbul’un en lezzetli istiridyeleri, bu adadaki kayalıklardan toplanmaktadır.

Ada, günümüzde Galatasaray Kulübü tarafından kullanılmaktadır. Gece kulübü ve restoran kompleksi vardır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.