İstanbul Sultanbeyli

İstanbul Sultanbeyli

Günümüzde yörede bulunan tarihi Aydos kenti ve kalesi, Sultanbeyli çevresinde tarihi süreç boyunca yerleşim bulunduğunu kanıtlamaktadır.

İstanbul-Avrupa arasındaki ana ulaşım yolunun bu bölgeden geçtiği ve bütün askeri ve sivil ulaşımın bu bölgeden yapıldığı bilinmektedir.

Anadolu yönünde savaşa giden Bizans ordusu, bu bölgede toplanıp konaklıyordu. Osmanlı döneminde de bu özellik sürdürüldü.

Bölge, 1328 yılında Orhan Gazi komutanlarından Akça Koca, Konuralp ve Abdurrahman Gazi tarafından fetih edildi.

Aydos kalesi, İzmit (Nikomedia) şehrinden batıya doğru gidildiğinde, aradaki bölge içinde en önemli kaleydi. Kervanların yol güvenliği buradan sağlanıyordu.

Sultanbeyli arazilerinin büyük kısmı Padişah kız kardeşi Cemile Sultan’a aitti, ancak 1893 yılında bu araziler Osmanlı Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa’ya satılmıştır. Hasan Hüsnü Paşa vefat edince, oğlu Hilmi Bey tarafından araziler, 1911 yılında Belçika uyruklu Frans Flipson’a satılır. Kurtuluş savaşından sonra ise, kendisi ülkemizden ayrılmak için araziyi satışa çıkarır. Ancak arazilerin satış işlemi gerçekleşmez. Ölümünün ardından, varisleri tarafından araziler bugünkü hissedarlarına satılmıştır. 1945 yılında Bulgaristan’dan gelen göçmenler de buradaki arazinin bir kısmı istimlak edilerek yerleştirilmişlerdir.

1957 yılında burada Sultanbeyli köyü kurulur.

Eski İstanbul-Ankara karayolu köyün içinden geçmektedir.

Köyün kurulmasından sonra kalan hissedarlardan bazıları hisselerini satmaya başlarlar. Ancak Orman idaresinin tahdit koyması nedeniyle, bu satışların tapu devri yapılamamıştır. 1985-1987 yılları arasında yapılaşma faaliyetleri hız kazanır, 1987 yılında Belediye teşkilatı kurulur ve 1992 yılında ise ilçe olur.

İstanbul Sultanbeyli

GENEL

Yerleşim, İstanbul’un en yüksek dağı olan Aydos Dağı (rakımı 537 metre) ile Teferrüç Dağı arasındaki alanda kuruludur. TEM Otoyolu, ilçenin tam ortasından geçer. Denizden yükseklik 130 metredir. İlçenin üç tarafı ormanlarla çevrilidir ve bu yüzden havası oldukça temizdir. Anadolu’nun çeşitli köşelerinden gelmiş insanların barındığı bir yerdir.

İstanbulEnsis Çiçeği

İSTANBULENSİS ÇİÇEĞİ

Aydos ormanlarında görülür. 1982 yılında İngiliz Brian Mathew tarafından, dünyaya tanıtılmıştır. İsmini İstanbul şehrinden almıştır. Her yıl Şubat ayı ortalarında çiçek açarak baharı müjdeler. Toprak altında yumrusu bulunur. Bu çiğdem çiçeği, 2009 yılından bu yana “Sultanbeyli Belediyesi” tarafından amblem olarak kullanılmaktadır.

İstanbul Sultanbeyli

GEZİLECEK YERLER

 

ABDURRAHMAN GAZİ

İstanbul Sultanbeyli Belediyesi

SULTANBEYLİ BELEDİYESİ

Belediye Caddesindedir.

 

FATİH

İstanbul Sultanbeyli Gölet Parkı

GÖLET PARKI

Ramazanoğlu Sokaktadır.

Gölet parkı yaklaşık 200 dönümlük bir alana kurulmuştur. Anadolu yakasının en büyük rekreasyon alanıdır.

İstanbul Sultanbeyli Gölet Parkı

Park içinde: spor alanları, tenis kortları, yürüyüş alanları ve seyir terasları, çay bahçesi, restoranlar, süs havuzu ve su oyun alanları ile sosyal tesis, tiyatro ve piknik alanları bulunmaktadır. Parkta bulunan gösteri havuzunda lazerli muhteşem görsel gösteriler sunulmaktadır.

 

MEHMET AKİF

İstanbul Sultanbeyli Aydos Kalesi

AYDOS KALESİ

Kale Bizans döneminde inşa edilmiştir. O dönemdeki ismi “Aetos” yani “Kartal” demektir.

Orhan Gazi, kalenin fetih edilmesi için Abdurrahman Gazi, Akça Koca ve Konur Alp’i görevlendirir.

Semendra (günümüzdeki Samandıra) kalesinin ardından burayı kuşatılır ve ele geçirilir.

Kale ismini üzerinde bulunduğu “Aydos” dağından almıştır. Aydos dağının ismi Yunanca “Aetos” yani “Kartal” demektir.

Kale günümüzde 325 metre yükseklikteki bir tepe üzerinde kuruludur. Bölgeye hakim konumdadır.

İstanbul Sultanbeyli Aydos Kalesi

Kale alanında, resmi arkeolojik kazı çalışmaları tamamlanmıştır.

Kazılar sonucu ortaya çıkan mimari kalıntıların restorasyonu da yapılmıştır. Özellikle bulunan kilise kalıntısı ilgi çekmektedir.

Sur duvarlarının restorasyonu 2010-2014 yılları arasında tamamlanmıştır.

Sur içindeki mimari unsurların restorasyonu ise, 2015-2018 yılları arasında tamamlanmıştır.

İstanbul Sultanbeyli Aydos Kalesi

Kale alanı: arkeopark alanı olarak düzenlendikten sonra, kale ve çevresinde sergi salonu, restoran, seyir terasları, açık hava müzesi gibi etkinlik alanları oluşturulacak ve ziyarete açılacaktır.

 

NECİP FAZIL

İstanbul Sultanbeyli Aydos Sosyal Tesisleri

AYDOS SOSYAL TESİSLERİ

Necip Fazıl Mahallesindedir. Pazartesi günü hariç, haftanın diğer günlerinde saat 08.30 ile 23.30 arasında hizmete açıktır. Aydos ormanı eteğinde bulunan sosyal tesisler, Sultanbeyli Belediyesi tarafından yapılmıştır. Burada: açık ve kapalı oturma yerleri, mesire alanı, restoran bulunmaktadır. Günlük hizmet kapasitesi 2 bin kişidir.

 

BATTALGAZİ

İstanbul Sultanbeyli Muhsin Yazıcıoğlu Kültür Merkezi

MUHSİN YAZICIOĞLU KÜLTÜR MERKEZİ

Kubbe caddesindedir. Burada her ay çeşitli kültür etkinlikleri düzenlenmektedir.

BİLİM VE TEKNOLOJİ MERKEZİ (SUBİTEM)

Kubbe caddesindedir. Burada uygulamalı bilim üniteleri bulunmaktadır. Ücretsiz çeşitli etkinlikler düzenlenmekte ve eğitimler verilmektedir. Hafta sonları vatandaşların ziyaretine açık merkez, hafta arasında ise randevu ile okullara hizmet vermektedir.

 İstanbul Büyükçekmece hakkındaki gezi yazım için  Büyükçekmece

İstanbul Çubuklu

geziyorum-cubuklu-1
İstanbul Çubuklu

Çubuklu: İstanbul Boğazının ortalarında, yeşillikler arasında bir semt olarak dikkat çekmektedir.

Bizanslılar, buraya sakin bir yer anlamında “Eiranaion” demişlerdir. Burası önemini, burada kurulan bir manastırdan almıştır. Bu manastırda: çok az uykuyla yetinen, gece-gündüz İncil okuyan ve kendilerine “Akemetoi” denen bir takım keşişler bulunuyormuş. 4’ncü yüzyılda: Bizans da, Hıristiyanlığın kabul edilmesinin ardından: Ortodokslar ile çok tanrılı dine tapınmaya direnenler arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Bu çatışmalar sırasında: büyük olasılıkla din mücadelesi uğruna şehit olan Aziz Aleksandros’un kutsal kabul edilen kalıntıları, 450 yılına kadar burada korunmuştur.

Çubuklu isminin kaynağına gelince: buna ait Osmanlı döneminden günümüze kadar gelen iki söylenti vardır.

Birinci söylenti: buradaki çubuk (eski dönemlerin piposu) lüleleri imaline dayandırılmaktadır.

Diğer söylenti: Sultan II. Beyazıt, oğlu Yavuz Sultan Selim’i (bir sonraki padişah olan I. Selim) şehzadeliğinde, aksi davranışlarından ötürü sekiz kızılcık sopası ile dövmüş ve sonra da o haylazlıklarını hatırlasın, bundan bir ders alsın diye, o çubukları buraya diktirmiştir. Bu durum, bir kısım tarihçi tarafından şu şekilde anlatılır: Sultan II. Beyazıt, oğlu Selim’e sekiz adet kızılcık çubuğu verir ve “bunları toprağa dik, bekle sekiz yıl sonra bunların meyvesini yiyeceksin” der.

Selim’de çubukları alıp Boğaz’ın bu en güzel yeşil köşesindeki uygun bir yere diker ve “Yarabbim inşallah bu çubuklar ağaç olur ve meyvelerini verir” diye dua eder. Aradan geçen süre içinde, çubuklar yeşerir ve sekiz yıl sonra meyve verirler. Sonrasında da, burası “Çubuklu” olarak anılır ve “Kızılcık” çubuklarıyla ünlenir.

Daha sonra: Yavuz’un sekiz yıl süren sultanlığı da yediği bu sekiz kızılcık sopasına bağlanmıştır. Çubuklu ve tepesinin sık ağaçlarla kaplı koruluğu, yüzyıllar öncesinden yakın geçmişe kadar, İstanbul şehrinin önemli avlak alanlarından birisi olmuştur.

Gerek Bizans imparatorları ve gerekse Osmanlı padişahları burada sık sık avlanmaya çıkmışlardır. Hatta: buradaki büyük bir alan “Padişah Bahçesi” ne dönüştürülmüştür. Ancak Çubuklu, en güzel dönemini, suyu ve yeşili seven padişahlardan Sultan III. Ahmet döneminde yaşamıştır.

Burada, Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından, büyük bir havuz ve bir çeşme yaptırılmış, dere boyunca çınar ağaçları dikilmiştir. Ardından, Çubuklu “Feyzabad” ismiyle Anadolu yakasının en gözde mesire alanlarından biri haline gelmiştir.

1700’lü yılların sonlarına doğru, saraydan gelen emirler doğrultusunda Çubuklu’da “Hasbahçe” kaldırılmış, burası eski dönemlerde olduğu gibi, kıyı kısmında balıkçı ve kayıkçıların oturduğu, iç kesimlerde ise tarımla uğraşan insanların yerleştiği sakin bir köy olarak varlığını sürdürmüştür.

Çubuklu ilçesinde en önemli eser “Çubuklu/Hidiv Kasrı” dır. Ayrıca: Üsküdar yakasında geniş toprakları bulunan ve birçok çeşme yaptırmış olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa: 16 yüzyılda burada barok stilde bir çeşme yaptırmıştır.

geziyorum-cubuklu-hidiv-kasri-1
İstanbul Çubuklu

geziyorum-cubuklu-hidiv-kasri-2
İstanbul Çubuklu

geziyorum-cubuklu-hidiv-kasri-3
İstanbul Çubuklu

Çubuklu/Hidiv Kasrı

Çubuklu ilçesinin günümüzdeki en güzel eseri: tepelerde küçük bir orman arazisi içinde bulunan “Hidiv Kasrı” dır.

Yapı: 1907 yılında Mısır’ın son hıdivi (Osmanlı döneminde Mısır Valisine Hidiv deniliyordu) Abbas Hilmi Paşa tarafından, İtalyan mimar Delfo Seminati’ye yaptırılmıştır. Bunu yaptırma sebebi: Aslında Abbas Hilmi Paşa, annesiyle birlikte Bebek Sahilindeki yalıda yaşamaktadır. Ancak, Avustralyalı bir kadınla evlenir ve annesi, bu evliliği ve gelini kabul etmez ve bunun üzerine Hilmi Paşa, Anadolu yakasına geçer ve Çubuklu’da bu yalıyı yaptırır, yeni hanımı ile birlikte bu kasra yerleşirler. Hilmi Paşa, Boğazı ve mehtabı seyrederken kahve içmek için yapılmış olan rasat kulesi ise, aslında daha yüksek olacakmış. Ancak Sultan II. Abdülmecit izin vermez ve sebep olarak şöyle der “İstanbul semalarında, minareden daha yüksek bir yapı görmek istemiyorum”

Hidiv Abbas Hilmi Paşa: henüz yirmili yaşlarının başında Mısır’a vali tayin edilmiştir. Ancak daha sonraki yıllarda makamını kaybetmiştir. 1940’lı yıllara gelindiğinde ise: gayri Müslimlere uygulanan “Varlık Vergisi” kapsamında, borçlarına karşılık, bu saray yavrusu yapıyı satmak zorunda kalmıştır. Kasır: Vali Muhittin Üstündağ tarafından, çok küçük bir bedelle alınmıştır. Böylece: 175 dönümlük koca orman, kıyıdaki eski yalı binaları, güney taraftaki büyük ahır binası, kuzey girişteki şato benzeri kapı ve sarayın kendisi: İstanbul şehrinin malı olur. Hidiv ise, Türkiye’yi terk eder, İsviçre’ye yerleşir ve orada ölür.

Sultan Abdülaziz: sık sık, sadece kuş sesi dinlemek ve huzur bulmak için Hidiv Abbas Hilmi Paşanın bu korusuna gelirmiş.

Yapı: dönemin mimari modasına uygun olarak art nouveau tarzında inşa edilmiştir. Yani: neo-klasik, neo-İslam ve neo-Osmanlı tarzlarının ögeleri bir arada kullanılmıştır. Şato biçimindeki bina “D” şeklinde dizayn edilmiştir.

Yuvarlak mermer sütunlar, teraslar, Hidiv’in yatak odası, kule, mermer, ahşap ve kristal salonların hepsi, ayrı bir güzellik taşımaktadır.

Bakımlı ve temiz bahçeden içeriye girildiğinde, adeta bir saray yavrusu ile karşılaşılır.

Dış kapı girişi: tamamen altın yaldızlı çiçek figürleriyle süslenmiştir. Ayrıca kapısının üstünde; arma haline getirilerek yerleştirilen ay-yıldızlı “Hidiv Tacı” bulunmaktadır.

Kasrın ana girişinin ortasında: mermerden yapılmış ihtişamlı anıtsal bir çeşme vardır. Çeşmenin vitrayla kaplı dış cephesi çatıya kadar yükselir. İçeride de çeşitli yerlerde zarif çeşme ve havuzlar bulunmaktadır. Zaten, bina: plan olarak havuzun çevresinde bir daire çizmekte, salonlar arasında bağlantılar bulunmaktadır. Bu daire, sadece giriş holünün bulunduğu yerde kesilmektedir.

Bu holdeki tarihi asansör önemlidir. Çünkü: elektrikle kullanılan bu asansör, İstanbul şehrinde kullanılmaya başlayan ilk asansördür ve günümüzde de kullanılmaya devam etmektedir. Osmanlı topraklarında, elektriğin henüz kullanılmadığı dönemlerde, Abbas Hilmi Paşa, Sultan Abdülhamid’den aldığı izinle: itfaiyenin bulunduğu yerde bir jeneratör tesisatı kurdurmuş ve buradan sağladığı elektrikle, hem yapının hem de Çubuklu camisinin aydınlatılmasını sağlamıştır. Asansörün elektriği de bu şekilde sağlanmıştır.

Üst katta: özel odalar vardır.

Yapının içinde kullanılan mermer ve ahşap işçiliği, muhteşem bir zenginliği göstermektedir. Çiçek, meyve ve av hayvanlarının resimleri: duvarlara, sütun başlıklarına ve tavanlara işlenerek Avrupa mimarisi özellikleri kullanılmıştır.

Yapıda, dillere destan ve 152 basamaklı bir merdivenle çıkılan kule vardır. Bu kuleden, özellikle gün batımı muhteşem izlenir.

Bu önemli kasır: 1930-1970 yılları arasında kapalı kalır ve uzun süreli bakımsızlık nedeniyle izbelik bir yer haline dönüşür. Ancak 1980’lerde özel bir firma tarafından restore edilerek otel olarak kullanılmaya başlanır. Bir süre sonra Belediye tarafından geri alınan yapı: günümüzde ise, burası lokanta ve sosyal tesis olarak kullanılıyor.

Kasrın büyük gül bahçeleri, İstanbul şehrinin en güzel bahçelerinden birisidir. Tarihi iç mekanda ise düğün gibi organizasyonlar düzenleniyor. Arka bölümdeki korulukta bulunan yürüyüş yolu ise: spor ve yürüyüş yapanlar tarafından tercih ediliyor.

İstanbul Vaniköy

vanikoy-genel-1
İstanbul Vaniköy

Boğaziçi’nin Anadolu yakasında, Çengelköy semtindeki Kuleli Askeri Lisesinden biraz ileridedir.

Bizans döneminde burası “Napzimakion” olarak bilinirdi. 6 yüzyılda: Bizans döneminin en büyük imparatorlarından olan İustinianus’un karısı imparatoriçe Teodora: bu bölgede İstanbul şehrinin fahişelerini yola getirmek için “Matonoia” isimli bu kadınlar manastırı yaptırmıştır. Çünkü öncesinde bir fahişedir ve fahişelerin sorunlarını iyi bilmektedir. Bu kadınların daha temiz bir yaşama davet edildikleri bu manastır hakkında sadece anlatılanlara dayanan çeşitli öyküler günümüze ulaşmıştır. Zaten: Boğaziçi’nin bu kıyılarında ve köylerinde, Bizans dönemine ait aslında hiçbir şey kalarak günümüze ulaşmamıştır.

Osmanlı döneminde; 17 yüzyılda burada: Sultan IV. Mehmet’in Şeyhülislamı ve çocuklarına hocalık yapmış olan Vani Efendi’nin geniş bahçeleri ve köşkünün bulunduğu bir köy vardır. Hatta: Vani Mehmet Efendinin kıyı boyunca 17 yalı yaptırdığı söylenir.

Çünkü burada bulunan Papaz Bahçesi, Sultan IV Mehmet tarafından, hünkar şeyhi Vani Efendiye verilir. Vani Efendinin ismi nedeniyle de yöreye “Vaniköy” ismi verilmiştir. Bu kişi, yani Vani Efendi: tasavvufçular tarafından pek sevilmez. Yobaz ve cani olarak nitelendirilir ve büyük bir kızgınlık duyulur, hatta kendilerine göre Vaniköy’ü lanetli olarak nitelendirirler.

Çünkü döneminde; devlet adamları ile sıkı ilişkilerine dayanarak, özellikle Mevlevi ve Bektaşi tarikatlarını yok etmeye çalışmış, Mevlevi ayinlerini yasaklatmış, Kadızadeli tarikatını tek güç haline getirmiştir. Çünkü adamlarını ve halkı galeyana getirip: Melami, halveti ve Mevlevi tekkelerine saldırtmış, geleneksel toplumun mülk sahiplerine hücum ettirmiştir.

vanikoy-genel-2
İstanbul Vaniköy

 

Bir zamanların önce Hıristiyan sahte peygamberi ve sonrasında Müslüman olan ve Mehmet Aziz ismini alan ve “dönme” olarak nitelendirilen kişiyi, söylenenlere göre Vani Efendi Müslüman yapmıştır. Gelelim sonuna: Vani Mehmet Efendi: Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ile birlikte “Ordu Şeyhi” olarak Viyana seferine katıldı. Kuşatma başarısız olunca, Merzifonlu idam edildi ve Vani Mehmet Efendi ise, Bursa’ya sürgüne gönderildi ve orada öldü.

Kanuni: Sultan olmadan önce, şehzade iken, taht entrikaları yüzünden, babası Yavuz Sultan Selim’in adamlarından kaçarak: bu köşke saklanmış ve burada 3 yıl yaşamıştır.

Vaniköy’ün Osmanlı dönemine ait bir özelliği de: buranın yeniçerilerin Sakson adı verilen av köpeklerini yetiştirdikleri bir bölge olmasıdır.

vanikoy-camii-1
İstanbul Vaniköy Mescidi-Camii

Vaniköy Mescidi-Camii

Vaniköy’deki ilk iskan faaliyetleri 1665-1666 yılları arasında, burada Vaniköy Mescidi yapılmasıyla başlar. Yapı: Sultan IV Mehmet’in hünkar şeyhi olan Vani Mehmet Efendi tarafından yaptırılmıştır. Yapılışından 180 yıl sonra, Sultan I. Mahmut, buraya bir hünkar mahfili ekletir ve av sonrasında burada dinlenir ve Cuma namazını kılarmış.

Farklı bir mimarisi olan bu ahşap mescit: çeşitli onarımlarla varlığını günümüze kadar sürdürmeyi başarmıştır. Kırmızı, tek şerefeli minaresi, kagir zemine oturtulmuş ve betonarmedir, kırmızı renk nedeniyle çok uzaklardan seçilir. Deniz tarafında bir duvar çeşmesi vardır. Koru tarafı ise yüksek sütunlarla sundurma şeklinde yapılmıştır.

Caminin bir yanı boğaz ve diğer yanı yemyeşil bir tepeye bakmaktadır ve iki yanı, yalılarla çevrilidir. Caminin boğaza bakan tarafındaki çınar ağacına dikkat edin, bu ağaç cami yapılırken buraya dikilmiş, yani yaklaşık 350 yıllıktır.

mahmut-nedim-pasa-yalisi-1
İstanbul Vaniköy Mahmut Nedim Paşa Yalısı

Mahmut Nedim Paşa Yalısı

Yalı: 1850 yılı yapımıdır. Osmanlının Viyana Büyükelçisi Mahmut Nedim Paşa, Viyana ve Prag şehirlerindeki yapılardan etkilenerek, bu yalıyı yaptırırken bir de kule ekletmiştir. Paşa: Rus yanlısı politikaları ile bilinir ve “Nedimof” olarak da adlandırılırdı. Sadrazam olduğu dönemde, Rus Elçisi İgnatiyev ile yakın ilişki kurdu. En büyük özelliği ise, padişahın yetkilerini arttırması ve basına sansür koymasıyla ortaya çıktı ve halk tarafından büyük nefret duyulan bir kişi olarak bilindi.

Bu piramidal külahlı kulenin her katında bir oda vardır ve bu garip külahlı kule ile esas yalı, mimari olarak aslında birbirine yabancı kalmaktadır.

12 odalı yalı, tarihi geçmişinde bir dönem hemşire okulu olarak kullanılmıştır. Çünkü Paşanın çocukları tarafından Kızılay’a bağışlanmış ve II. Dünya Savaşı sırasında hemşirelik okulu olarak kullanılmıştır. Buradan yetişen hemşireler: ülkenin birçok yerine gönderilmiştir. Uzun yıllar hemşire okulu olarak kullanılan yalı, zamanla Kızılay’ın ilgisizliği nedeniyle harap oldu ve bağışlayanların istekleri unutularak ilk olarak 1996 yılında satışa çıkarıldı. Ama yalının geçmişindeki en büyük olaylar: 3 kez yanarak kül olmasıyla yaşanmıştır. Bu yüzden, özgünlüğünü yitirmiştir.

İstanbul Çengelköy tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

Boğaziçi Anadolu yakası gezi planı hakkındaki yazım için.