Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi

Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi

 

 Müzeyi ve müzede sergilenen eserleri anlayabilmek için: mutlaka gerek Zeugma şehrinin yeri ve önemi, gerekse şehirdeki yapılaşma, mozaik sanatı, sanatın önemi hakkında mutlaka öncelikli bilgi sahibi olmanızda yarar var, bu durumda müzede gördüğünüz eserleri daha bilinçli ve anlamlı izleyebileceksiniz ki, bu aşağıda sizlere anlatacaklarımın guruplarda, sizlere anlatıldığını veya anlatılacağını düşünmüyorum.

ZEUGMA ŞEHRİ-KISA KRONOLOJİK TARİHİ

Evet; müzedeki eserlere geçmeden önce, bu bölümde, kısaca Zeugma şehrinin öneminin anlaşılması açısından: kronolojik tarihi bilgiler vermek istiyorum.

Çünkü: mozaiklerin anlaşılabilmesi için, bunların yaratıldığı Zeugma şehrini tanımak gerekir. Şehri tanırken, özellikle şehrin bulunduğu mevkii iyi bellemek gerekir.

Zeugma: Fırat nehri üzerinde, nehrin iki yakası arasındaki bağlantıyı yani geçişi sağlayan bir konumdadır ve bu yüzden, her iki yaka arasında yapılacak ulaşımda: bu durum çok önemlidir, çünkü Fırat nehri 1-2 yerden karşıdan karşıya geçiş imkanı sağlamaktadır.

Zeugma, bunların başındadır ve Zeugma şehri karşısında nehrin ortasında adacıklar bulunur ve bunlar arasına büyük olasılıkla ahşap tekneler yerleştirilerek gerek tüccarların ve gerekse orduların karşıdan karşıya geçiş sağlanmaktadır ki, bu Zeugma’nın öneminin artmasının başlıca sebebidir.

Şehir tarihinde en büyük etkiler: Roma, İran, Bizans ve İslam dönemlerinde ve özellikle Roma döneminde IV. Lejyonun yani paralı askeri birliklerin buraya ve civara yerleşmesiyle yaratılmıştır.

Edinilen bilgiler ve değerlendirmeler: buluntular ve kilise kayıtlarından derlenmiştir. Roma döneminden önce ise: buralarda yani Fırat vadisinde, buzul çağından itibaren insan yaşamı tahmin edilmektedir.

İki kıyıda oturan insanlar, yüzyıllar boyunca: birbirleriyle avlanma ve ticaret alanında ilişkide bulunmuşlardır.

Yine de, yazılı kayıtlarda burada ilk yerleşim olarak: MÖ.229 yılında: Büyük İskender’in ölümünün ardından, generallerinden Suriye’de hüküm süren ve Seleukoslar Devletinin kurucusu I. Seleukos Nikator’un: Fırat nehri üzerinde buradaki geçidi korumak amacıyla, burada bir şehir imar ettirdiğidir.

Bu şehre “Seleukeia ad Euphretes” ismi verilmiştir. Bunun kelime anlamı Fırat Seleukeiasıdır ve sonradan Zeugma olarak değiştirilmiştir.

Zeugma, eski Yunanca bir isimdir ve “geçit yeri-köprü geçidi-kavşak yeri” gibi anlamlar taşımaktadır. (Zeugma ismi MÖ.31 yılından sonra görülmeye başlanmıştır)

Aynı general: yeni şehrin hemen karşısına, nehrin karşı kıyısına, Pers asıllı karısı Apama’nın adını verdiği ayrıca bir şehir daha kurdurmuştur. Bu şehrin adı da “Apemeia” dır.

Helenistik dönemde önem kazanmaya başlayan Zeugma şehri: devletin düzenlediği yol güzergahları, resmi, ticari ve idari tercihler nedeniyle özellikle ticaret alanında hızla gelişmeye başlamıştır.

Helenistik kader tanrıçası Tykhe’nin tapınağı: özellikle tüccarların uzaktan da olsa görebileceği ve dua edebileceği kadar yükseğe, yani Akropol tepe noktasına yapılarak bir cazibe yaratılmıştır.

Akropol tepesi ve Kader tanrıçasının tapınağının oluşturduğu silüet: o kadar etkiliydi ki, Zeugma şehrini ziyaret edenlerin hafızasında, bu görüntü kalıyor ve şehir bununla hatırlanıyordu.

Hatta: Roma dönemi sikkelerinde de bu görüntü kullanılmıştır.

MÖ.61 yılında; Amisos (Samsun) şehrinde yapılan hükümdarlar toplantısında: Doğudan sorumlu Roma konsülü Pompeius tarafından: Kommagene kralı I. Antiochos’a aynı zamanda Zeugma şehri de verildi.

Bunun üzerine: Kral I. Antiochos: Zeugma şehri akropolüne, propaganda amacıyla, kendisini kuvvet tanrısı Herakles (Herkül) ile tokalaşırken gösteren bir kabartma taş diktirdi. (Bu kabartma taşı, hemen müzenin girişinde göreceksiniz)

Bu taşı diktirmenin amacı: halkına, Herakles ile aynı güçte ve mevkide olduğu mesajını vermekti. Zaten, bu kral ülkesinin birçok yerine, kendisini diğer tanrılarla tokalaşırken gösteren bu tür kabartmalı taşlar diktirmiştir.

MÖ.54 yılında: Roma konsülü Crassus: imparatorluğun doğusunda İran’daki Park krallığına sefer açtı ve büyük bir ordu ile gelerek, Zeugma’da Fırat geçidinden geçerek, İran seferine çıktı.

MÖ.51 yılında Part kralı Pakoros ve Osakes emrindeki İran ordusu: Zeugma geçitlerini aşarak, Fırat nehrini geçtiler ve batıya doğru istilaya başladılar, Suriye ve Kilikya (Çukurova) bölgelerini ele geçirdiler.

MÖ.38 yılında: Kommagene Kralı I. Antiochos; Gindaros’da yapılan savaşta ölen Park Kralı Pakoros’un geriye çekilen askerlerini Zeugma şehrine kabul etti.

Bunun üzerine, Roma imparatorluğunun doğusundan sorumlu olan Marcus Antonius; Kommagene krallığına savaş açtılar.

Roma ordusu Kommagene krallığının başkenti olan Samosata (Samsat) şehrini kuşattı, ancak başarılı bir şekilde savunma yapan kral I. Antiochos: uygun barış koşulları kabul ederek kuşatmanın kaldırılmasını sağladı.

MÖ.31 yılında: Zeugma, MÖ.65-64 yıllarında hakimiyetine girdiği Kommagene krallığından 33 yıl sonra kesin olarak ayrıldı ve Roma imparatorluğunun Suriye Eyaletine dahil edildi.

MS.18 yılında: Roma imparatorluğunun X. Lejyonunun ordugahı: Kilis yakınlarındaki Kyrrhos bölgesinden kaldırılıp, Part krallığına doğrudan sınır olan Fırat nehri kıyısındaki Zeugma yakınlarına yerleştirildi.

MS.64: Bu tarihin özel bir önemi vardır. Çünkü: Zeugma’da bulunmuş birçok mezar taşında tarih yazılı olmamasına karşın, bu mezar taşları içinde belirlenen en erken tarih: MS.64 yılıdır.

MS.69: Zeugma’da bulunan X. Lejyon karargahı ile IV. Scythica (İskit) Lejyonu yer değiştirdi. Bölgeye yeni gelen IV. Scythica Lejyonu: Zeugma şehrinin 15 km kuzeyindeki Arulis’te bulunan taş ocağını işletmeye başladı ki, Zeugma şehrinde bulunan: askeri, resmi ve bazı sivil yapıların bütün malzemeleri buradan elde edilmiştir.

Sonraları Roma ordu düzenine göre, bu lejyon: IV. Lejyon (Legion III) adıyla yeniden düzenlenmiştir.

Askerlerin şehre getirdikleri canlılık inkar edilemez boyutlardaydı. Bunların hepsi paralı askerdi ve maaşları önemli bir yekun teşkil ediyordu.

Şehirdeki zenginlik açısından şöyle bir örnek verilebilir. Lejyona aylık ortalama 100 bin denarius dağıtıldığı varsayılırsa: bunu günümüzdeki satın alım gücü ile orantılayabiliriz. 

MS.1.yüzyıl ortalarında 16 litre şarap: 1 denaruis idi. Günümüzde 1 litre en ucuz şarap 10-20 TL. diye düşünülürse: 16 litre en ucuz şarabın 160-320 TL. olduğu varsayılır.

Yani: 1 denarius’un satın alma gücü günümüz değerleriyle 70 TL. dir. Yani: buna göre, Zeugma şehrine, ayda ortalama yanlıca asker maaşı olarak 6-7 milyon TL. gibi bir sıcak para meblağı giriyordu.

MS.98-211 yılları arasında: İmparator Traianus ve Septimus arasındaki zamanda, parlak bir dönem geçirmiştir. Şehir, bu dönemde, eski Helenistik döneme göre bir hayli büyümüştür.

Yine aynı dönemde: Roma imparatorluğu tarafından doğuya gerek Parklara ve gerekse Ermenistan üzerine yapılan seferler, hep Zeugma’dan başlamıştır.

Yine bu dönemde önemli bir gelişme; Zeugma’da, IV. Scythica Lejyonunda bir subay olarak görevli Septimus Severus’un sonradan Roma İmparatoru olmasıdır.

MS.197-199 yılları arasında ise: İranlılar, kendi ülkelerine yapılan tüm seferlerin Zeugma üzerinden başladığını düşünerek, batıya yaptıkları ilk büyük sefere, Zeugma üzerinden başlamışlar, şehri yakıp yıkarak adeta intikam almışlardır.

Sonraki dönemde şehir yeniden imar edilmiş ve MS.216-218 yılları arasında Roma imparatoru yardımcısı Marcrinus: emrindeki ordu ile çıkacağı Part seferi öncesi yine Zeugma başlangıç noktası olarak kullanılmıştır.

Bu dönemde: şehirde: İmparator Caracalla portresi ve unvanları bulunan gümüş sikkelerden bolca bulunmuştur. Çünkü: doğu seferinde askerlerin maaşları bu sikkelerle karşılanıyordu.

MS.256 yılı: İran’da yeni bir hanedan başlamadan “Sasaniler”: kral I. Şapor emrindeki orduları ile Suriye ve Kilikya seferi öncesinde, Fırat nehrini Zeugma geçitlerinden geçerler ve bu sırada Zeugma şehrini yakıp yıkarak İran seferlerinin intikamını alırlar.

Bu saldırıda çok büyük yıkıma uğrayan Zeugma şehri: bir daha eski zenginlik ve ihtişamına kavuşamayacak şekilde tahrip edilmiştir.

1048 yılında, Zeugma şehri hakkındaki tarihi bilgiler sona ermektedir. 11. yüzyılda şehrin sahip olduğu Fırat geçitleri ve ticaret merkezi olma gibi önemli özellikleri: doğusundaki Birecik’e taşınmıştır.

Haçlı seferleri sırasında önemli rol oynayan Birecik kalesi: 1098 yılında haçlıların eline geçmiş ve 50 yıl süreyle, Urfa Haçlı Kontluğu hakimiyetine girmiştir.

Takip eden dönemlerde: Zeugma şehrinin sahip olduğu Fırat nehri üzerindeki geçitlerin tamamen unutulmadığı, acil durumlarda tali güzergah olarak ara sıra kullanıldığı görülmüştür.

Tarihi süreçle ilgili son bir not: 16-17. yüzyıllarda bu bölgeye yerleştirilen Türk boyları: ilk kez karşılaştıkları antik mimari eserleri gördüklerinde, burayı: dini hikayelerde anlatılan “Saba Melike”si Belkıs’ın ülkesine benzettikleri için, buraya “Belkıs Harabeleri” ismini vermişlerdir.

Daha sonra buranın yakınına kurulan köye de, Belkıs köyü ismi verilmiştir. Ancak, daha önce söz ettiğim gibi, 2000 yılında Birecik barajında su tutulmaya başlanınca, bu Belkıs Köyü de 300 yıllık geçmişiyle birlikte suların altında kalmıştır.

 

 

ZEUGMA MOZAİKLERİ

Evet, tarihi süreç incelendiğinde, MÖ.300 yıllarında Seleukeia ad Euphrates adıyla yeniden kurulmuş olan şehir, Roma imparatorluğu döneminde Zeugma adıyla anılırken, stratejik konumu dolayısıyla özel bir önem verilmiş, bundan dolayı da giderek Romalı karakter kazanmıştır.

Roma kültüründe: zenginlik ve önemli kişilerin şehrin yükseklerinde, gösterişli villalarda oturmaları bir gelenekti. Zeugma’da: Akropolü oluşturan Belkıs Tepesinin Fırat nehrine bakan yamaçları da bu iş için adeta biçilmiş kaftandı.

Geç Helenistik dönemden beri, biraz da topoğrafyanın mecbur etmesiyle başlayan, rüzgara açık yamaç yerleşmeleri, zenginliğin bir hayli arttığı MS.1-3.yüzyıllarda, kendini göstermek isteyen hemen her Zeugmalı zenginin sahip olmak için çırpındığı villa yaptırma yarışına sahne olmuştur.

Bu villalar hakkında özellikle Posseidon evinin yemek odasında bulunan “Pisaphae-Daidalos” mozaiğinde görsel bilgiler verilmektedir.

Bu mozaikte, 3 katlı bir evin kapı ve pencereleri, dış duvarları, yatay ahşap hatıllar ve kırmızı kiremit kaplı üst örtü açık-seçik görülmektedir.

Peristilli evler (peristil sütunlu ev demektir): tüccar, doktor veya komutanlardan oluşan Zeugmalı zenginlere aitti.

Bunun yanında: Zeugma’da birkaç odadan oluşan fakir evleri veya orta sınıf kişilerin yaptırdığı, avlulu ve aşırı süslü olmayan evler de vardı.

Evin gösterişi ve sütü: evin sahibinin zenginliğini vurguluyordu. Özellikle: zenginliğin göstergesi olarak tabanların mozaiklerle döşeli olması, şehirdeki en büyük statü göstergesiydi.

Antakya ve Efes bölgesindeki yamaç evleriyle benzerlik gösteren bu peristilli evler: yamaçlarda yapılan teraslara inşa edilmiş ve Fırat Nehri manzaralılardı. Tepelerin eteğine inşa edilmeleri nedeniyle, önce düzgün yapılaşma için, bu alanlara birbirlerini kesen, kalın istinat duvarları olan teraslar inşa edilmiştir.

Daha sonra ise, alt yapı sistemi ve teraslar arasında geliş-gidişi sağlayan taş basamaklı merdivenler yapılmıştır.

Her terasta: terasın büyüklüğüyle orantılı olarak, bitişik nizamda çok sayıda ev inşa edilmiştir. Bazen: buralara yapılan iki evi, dar bir sokak ayırıyordu.

Prestilli Zeugma evleri: 15-25 odalı olup, yaklaşık 700 metre karelik bir alanı kaplıyordu. Evlerde inşaat malzemesi olarak: taş temel üzerine kerpiç ve çamur harcı, tonozlarda ise kireç harcı ve kırma taş kullanılıyordu.

Peristilin çevresindeki odaların duvar örgülerinde ise, yaklaşık 2 metre yüksekliğe kadar kesme blok taş, daha sonra ise kerpiç kullanılıyordu.

Evlerin zemin katında: sütunlu avlu çevresinde: yemek, dinlenme, oturma gibi odalar bulunuyordu. Odalar: yumuşak kalker kayanın düzleştirilmesi veya oyulmasıyla yapılmıştır.

Odalarda: kline (yastıklı divan) ve çeşitli mobilyalar (tabure, sehpa gibi) kullanılıyordu. Oda içlerini: tanrı Hermes, Serapis, Apollon, Eros, Herakles ve tanrıçalar Athena, Artemis ve Aphroride heykelcikleri süslüyordu.

Yapılar iki katlı olarak hazırlanıyor ve genellikle üst katta: yatak odaları bulunuyordu. Bu durum: zemindeki odalar üzerine düşen, üst katların taban mozaiklerinden ve merdiven podyumlarından anlaşılmaktadır. Yine üst katta: köle ve hizmetçilerin odaları bulunuyordu.

Peristilin köşesinde ise: sarnıç, mutfak ve tuvaletler vardı. Avlu çevresinde dizilen odaların: ışık ve temiz hava alması için tek veya çift kanatlı kapılar ve geniş pencereler ile peristilli bölüme bağlanıyordu.

Demir korkuluklu pencereler, düz camla kaplanmıştı. Eve gelen konuk: koridora açılan küçük bir ön mekanda bekletiliyordu ve daha sonra doğrudan yemek odasına veya koridordan evin merkezi avlusuna alınıyordu.

Ev içinde: odaların, sığ havuzların ve çeşme teknelerinin tabanlarına mozaik döşeniyordu. Bu mozaikler: gerçek anlamda bir ustalık eseri ve ev sahibinin ince zevkini yansıtıyordu.

Zeugma evlerinin su ihtiyacı ise: Fırat Nehrinin yanı başında olmasına rağmen, tepelerin yamacında kurulduğundan, Fırat Nehrinden sağlanamıyor ve ancak 5-7 km kuzey batı bölgesindeki dağlardaki pınarlardan toplanan sulardan şehre getiriliyor ve ana kayaya oyulan kanallardan yapılan su şebekesiyle evlere dağıtılıyordu.

Künk borular ve kalker ana kayaya oyulan kanallarla evlerde sürekli akar su sağlanıyor ve bunun için avlu ve iç avlulara, sığ havuzlar ve çeşmeler yaptırılıyordu.

Bu sığ havuzlara ayrıca fıskiyeler yapılıyor, gerek çeşmelerden akan ve gerekse fıskiyelerden fışkıran su: yemek odası, dinlenme odası veya balkonda oturan zengin Zeugmalılar için büyük keyf kaynağı oluyordu.

Akşamları, odaları aydınlatmak için pişmiş topraktan ve bronzdan yapılan kandiller kullanılıyordu. Bu kandillerin “zeytin yağı” konulur ve fitili tutuşturularak karanlık aydınlatılırdı.

Odaların duvarları ise: freskler ve stucco kaplanmıştı. Bu duvar resimleri: aynı zamanda Fırat vadisinin hava ile temasında çatlayıp parçalanan kalker yapı taşlarını da korumaktaydı. Zamanla: çizilme ve kirlenme nedeniyle eskiyen duvar resimleri yenileniyordu.

Yenilenen duvar resimleri: harcının duvara yapışması için eski duvar resimlerinin üstü çentikleniyordu. Zeugma evlerinde: 2-4 kat arasında duvar resimlerine rastlanmıştır.

MS. 2’nci yüzyılda: duvar resimlerinde kalitenin sürekli olarak düşmeye başladığı ve yine aynı dönemde taban mozaiklerine ilginin arttığı görülür.

İşte, bu yüzden, villalar çağı olarak da değerlendirilen bu dönem: mozaik sanatına olan rağbetin had safhaya çıktığı dönemdir. Çünkü: mozaiksiz bir villa düşünmek mümkün değildir. Bunda: iklimin de payı vardır.

Çünkü: Fırat vadisinin sıcak yazlarında, villalarda oda tabanlarını ıslatarak serinletmek en geçerli yoldu.

Fakat: bölgede, döşeme için kullanacakları ne sert kalker, ne de mermer gibi döşeme taşları bulunmuyordu. Tek çare olarak: çakıl taşlarını zemine döşeyip sert ve çamurlaşmayacak bir yüzey elde etmekti. Bunun sistematiği ise, mozaik yapımından geçiyordu.

Önceleri: çay-derelerde; en çok bulunan beyaz ve gri renkteki taşlar: düz veya rastgele desenli tabanlar olarak döşendi. Fakat: MS.1.yüzyılda ve ardından: Romalı düşünce tarzını yansıtan modalar nedeniyle, antik teknoloji ürünü mozaikler döşenmeye başladı.

Şehre akın etmeye başlayan mozaik sanatçılarıyla birlikte: daha karmaşık geometrik düzenlemeler ve nihayet figürlü sahneler ortaya çıkmaya başladı.

Mozaiklere olan bu rağbetin bir sebebi de: heykel, resim, halı, kilim, keramik, madeni eserler gibi sanatsal ifade araçlarının ayrı ayrı yansıtıldığı estetik ve dini duyguların hepsini birden kapsayabilmesiydi.

Buna: imal edildiği ana madde olan taşın: çok ucuz ve bolca bulunabilmesi, kullanımındaki kolaylık ve onarabilme pratikliği de eklemek gerekir.

Sipariş veren ev sahibi tarafından tercih edilen mitolojik sahnelerdeki: tanrı, tanrıça veya kahraman figürleri içinde, yaptıran ve ailesiyle de özdeşleştirme düşüncesinin belirdiği görülmektedir.

Kim bilir kaç villa sahibi: belki de evinin kaç odasının mozaikli süslü olduğunu, hangi mitolojik sahneleri resmettirdiğini, hatta hangi ustaya yaptırdığını söyleyerek övünüyordu.

Sınır ve ülkeler ötesi ticaretiyle zenginleşen Zeugma şehrindeki bu villa ve mozaik furyası: yukarıda da söz ettiğim gibi MS.256 yılında, Sasani saldırısıyla son bulmuş, zenginliğine set vurulmuş Zeugma’da bu tarihten sonra villa yaptırılmadığı gibi sanatı da gerileyerek bir süre sonra ortadan kalkmış, mozaik sanatçıları başka şehirlere göç etmişlerdir.

 

GAZİANTEP MÜZE MÜDÜRLÜĞÜ

Gaziantep Müze Müdürlüğü, 1944 yılında kurulduğundan itibaren, Belkıs Harabeleri yani Zeugma ören yeri ile ilgilenmiştir. Başlangıç döneminde tesadüfen görülen kaçak kazı çukurları, daha sonra bulduklarını bölüşemeyen kaçakçıların birbirlerini ihbar etmeleriyle ortaya çıkan buluntular ile artmıştır.

Fakat, yine de uzun süre: Belkıs Harabelerinde bulunan buluntuların nitelik ve nicelikleri hakkında ayrıntılı bilgiler edinilememiştir. Çünkü: Kaçakçılar, Belkıs’tan çıkardıkları eserlerin nasıl eserler olduğunun bilinmesini istemiyorlardı. Hatta: Belkıs Harabelerinin kökeninin nereye dayandığı bile bilinmiyordu.

Sonuçta, 1976 yılında tamamlanan bir doktora tezinin ardından, Belkıs Harabelerinin, ünlü “Zeugma” antik şehri olduğu kesinleştir. Ardından: taşlar yerine oturmaya başladı ve yurt dışında çeşitli müzelerde bulunan “Zeugma” kökenli eserlerin, Belkıs ören yerinden çıkarılarak kaçırıldığı anlaşıldı.

Bunun üzerine, Gaziantep Müze Müdürlüğü tarafından “Zeugma” yani Belkıs Harabelerinde ayrıntılı kazı çalışmaları başladı, 1987 yılında mezar odaları, 1992 yılında Roma villaları ve mozaikleri bulundu.

Bu tarihten başlayarak yürütülen çalışmalarda 13 villa bulundu. Bunların bir kısmı tamamen kazılarak planları elde edildi, bir kısmı kaçak kazı yapanların başlattığı yerlerde kurtarma kazısı şeklinde yürütüldü.

Buluntuların yerinde ziyarete açılması düşünülürken, birden ören yerinin üzerine kara bulut gibi çöken “Birecik Barajı” projesi gündeme geldi. Çünkü: Birecik Barajında su tutulmaya başlaması ile, Zeugma antik şehri, baraj gölünün sularının altında kalacaktı.

Bunun üzerine: yapılan uluslar arası çağrılar sonucu gelen ekiplerle birlikte, hızla, Zeugma antik kentinde kurtarma kazısı çalışmalarına başlandı. 1996-2000 yılları arasındaki bu çalışmalardaki buluntuların büyük bölümü, villalar içindeki mozaik döşemelerdi.

Ancak: villaların hepsi; yamaçlara yapıldığı için eğimden dolayı bazen zemin kayasının oyulmasıyla elde edilmiş oda ve mahzenlere, hatta ara katlara sahiptiler.

Zeugma’nın yakın çevresinde: sert taşlar olmadığı için, uzaktan getirilenler ancak sütunlarda ve binaların köşelerinde kullanılmış, duvarlar kerpiçten yapılmıştı. Sıcak iklim için, kerpiç iyi bir yalıtım malzemesiydi ve bölgede bin yıldır kullanılıyordu.

Her kerpiçin üzerini örtmek hem de killi-kireçtaşı yapıdaki ana kaya yüzeylerini çatlamadan korumak için kalın sıvaların yapıldığı görülmektedir.

Öyle ki, bunların birkaç kat yapılmaları halinde 6-8 cm kalınlığa ulaştıkları görülmüştür. Tabii ki, sıvalı duvarların da malum Roma gelenekleri gereğince boyanmaları ve resimlendirilmeleri gerekiyordu.

Zeugma villalarında böylece fresko tekniğinde yapılmış zenginlik alameti, birçoğu figürlü duvar resimleri de mozaikler ile birlikte yerini almış oldu.

Önceleri: bulunan villalar, burayı kazan arkeologların isimleriyle anıldı. 1992 yılında bulunan villaya “Ergeç villası” ismi verildi. 1993 yılında bulunan villa da, kazı ortağı Avustralyalı arkeoloji ekibi başkanının adıyla yani “Kennedy villası” olarak anıldı.

Fakat giderek artan villa sayısı nedeniyle, isim bulmaya dahi zaman kalmadığı için, villalar artık, daha pratik bir uygulama ile, en gösterişli mozaik panodaki mitolojik kişinin adı ile anılmaya başlandı.

Müzeye taşınan mozaikler: günümüzden 1800 yıl önce: Zeugma’da mozaik sanatı, şehir halkının buna verdiği önem ve büyük olasılıkla burada bir mozaik okulu ve birden çok mozaik atölyesi olabileceğini gündeme getirdi.

EVLERDE MOZAİK KULLANILAN BÖLÜMLER

Sığ Havuz-Impluvium

Sığ havuzlar genellikle: 20-30 santim derinliktedir ve tabanı mozaik döşelidir. Çünkü: bu sığ havuzlardan: hem görsel, hem de serinleme, dinlenme ve yağmur sularının toplanmasında yararlanılırdı.

Bu havuzların taban mozaik süslemelerinde ise: genellikle: balık, ahtapot ve benzeri gibi su canlıları ile birlikte Denizler Tanrısı Poseidon, Okyanusa adını veren tanrı Okeanos ve eşit Tethis, Eros, Nereid vb. gibi mitolojik figürler resmedilmişti.

Mozaik döşeli havuzun merkezinde bazen fıskiye bulunurdu.

Çeşme

Sığ havuzun kenarında, tekneli çeşmeler bulunuyordu. Çeşmenin teknesi: mermer veya mermer görünümlü duvar resimleriyle süslenirdi. Eve getirilen su: çeşmelerde bronz aslan başı lülelerden akarak, tekneyi doldururdu. Bu çeşmelerden en iyi örnek: Poseidon evinde bulunmuştur.

Triclinium-Yemek Odası

Evlerde avludan sonra en büyük alan, yemek odasıdır. Oda: geniş kapıları ve pencereleri açılınca, sütunlu avludan ışık ve temiz hava alırdı. Yemek odalarının tabanında bulunan mozaik panolar ise “T+U” şeklinde düzenlenmiştir.

Odaların: konuk üzerinde etki bırakması için: tabana yapılan dikdörtgen biçimdeki pano: odaya giren kişiye dönük olarak yapılmıştır.

Zeugma şehrinde, bu tür örnekler: Euphrates ve Poseidon evlerinin yemek odalarındaki mozaiklerde görülmektedir.


Zeugma mozaiklerinde: kişilerin yemek odalarındaki oturma düzenleri de görülmektedir. Çingene kızı (Mainad) evindeki Akratos-Ephrosyne mozaiğinde: figürler, yataklı divana yan uzanarak şaraplarını içerken, Dionysos villasındaki “Dionysos ve Ariadne’nin düğünü” mozaiğinde: figürler divana oturur ve şarap içerken betimlenmişlerdir.

Bunlar düşünülerek, Zeugma evlerinin yemek odalarında: hem yan yatılan yataklı divan ve hem de oturulan divanlar kullanıldığı öğrenilmiştir.

Dinlenme Odası-Cubiculum Diurnum

Burası: ev sahibinin dinlendiği ve günün yorgunluğunu attığı yerdir ve Zeugma evlerinin en gözde yeridir. Ancak, yemek odası kadar büyük değildir.

Bu odaların tabanlarına: Dionysos, Eros ,Aphrodite gibi daha çok aşk, sevgi ve eğlence ile ilgili mozaikler yapılmıştır. Bu odaların duvarları da resimlerle süslenmiştir.

Odanın camlı ve demir parmaklıklı geniş pencereleri ise: impluvium ve peristil bölümlerine açılır ve buradan yansıyan su sesi ve temiz hava, odayı doldurur.

 

MÜZE GEZİSİ

Evet, Zeugma şehri, Zeugma şehri tarihsel süreci, Zeugma mozaikleri, Gaziantep Müzesi hakkında açıklayıcı bilgiler verdikten sonra, Gaziantep Mozaik Müzesi ve müzede bulunan eserlerle ilgili bilgiler vermeye sıra geldi.

Genel bilgiler

Müze gerçekten Türkiye’de gördüğüm en güzel müzelerden birisidir. Müze: 9 Eylül 2011 tarihinde açılmış, toplam kapalı alanı 32.764 metre kare ile, dünyanın en büyük mozaik müzesidir. Bunun ardından Tunus-Bardo müzesi ve daha sonra ise Hatay Müzesi gelmektedir. Müzede aynı anda 800 ziyaretçi bulunabiliyor.

Müzede: 1450 metre kare mozaik, 140 metre kare duvar resmi, 4 Roma dönemi çeşmesi, 20 sütun, 4 kireç taşı heykel, bronz Mars heykeli, mezar stelleri ve lahitler sergilenmektedir.

Müze: şehir merkezinde, Şehitkamil ilçesinde, Sani Konukoğlu bulvarında, Gaziantep Üniversitesi yolu üzerindedir. Yolun hemen ortasındaki refüjde: deve heykelleriyle bir ticaret kervanı görüntüsü, yaratılması gerçekten ilginçtir.

Müzeye giriş ücreti: …..   dir, ayrıca müze kartı geçerlidir. Müzeye girişte: bir broşür istedim, ancak görevliler olmadığını söylediler, bunu kabullenmek mümkün değildir. Lütfen müze ve mozaikler ile ilgili her ne kadar kulaklıklı olarak bilgi veren sistem kurulu ise de, yazılı bilgiler sunan broşürler bulundurun.

Hemen girişte, bence yazılı ve görsel uyarı bulundurulması gereken bir olay daha var. İçeride lütfen her kim olursa olsun flaşlı resim çekilmemeli, çünkü bu panoların üzerindeki boyaların flash ışığına karşı hassas olduğu kesin. Bu konuda gerekli uyarılar güvenlik görevlilerince yapılıyor ama bence müze girişinde, bu konu yazılı ve görsel olarak panolar ile yapılmalıdır.

Müzenin içinde gezi güzergahı: oklarla belirlenmiş ki, bu gayet olumlu, çünkü ziyaretçi tüm eserleri bir sıra dahilinde görebiliyor.

Güvenlik: içeriye girişte, kapıda: metal dedektör kapısından giriliyor ki, bu gayet olumlu bir durum. Bütün yurt dışı önemli müzelerinde, bu tür güvenlik önlemleri, üst düzeyde alınıyor.

Ayrıca: içeride güvenlik personeli sayısı bayağı çoktu ve bunu da olumlu karşılıyorum, çünkü: bu eserlere insanların ulaşımı herhangi bir şekilde kısıtlanmamış yani üstlerine cam bir pano konulmamış. Bu nedenle: çok sayıda güvenlik elemanının bulunmasını olumlu karşıladım.

Özellikle: Çingene kızı sergilenen yerde: sırf bu eser için sürekli bir güvenlik elemanı bulunması, eserin hemen önünde, esere uzanmayı, dokunmayı engelleyici alarm sisteminin de bulunması olumlu ancak: bence buraya Avrupa’daki benzerler gibi ön bölüme bir cam pano ilavesi gerekir.

Çünkü: esere yapılabilecek boyalı bir saldırıyı engellemek mümkün değil, saldırı olduktan sonra da saldıranı en ağır şekilde cezalandırsanız ne çare, lütfen bunun önüne bir cam pano yerleştirerek eseri tam koruma altına alalım.

Hemen girişte: sol bölümde: bir sinevizyon bölümü var, burada Zeugma hakkında 15 dakikalık bir film gösterisi düzenleniyor. Gösteride 3 boyutlu film gösteriliyor ve gözlük almanız (5 TL karşılığında) gerekiyor. Bence, bu gösteriyi mutlaka izleyin.

Müzede: tuvaletler, her katta bulunuyor ve gayet temiz.

Müze: 2 katlıdır ama bir de bodrum katı var. (ben ziyaret ettiğimde bodrum katı kapalı idi, yine de yukarıdan bodrum kattaki eserler görülebiliyor, ama yine de neden kapalı olduğunu anlamak mümkün değil) Katlar arasında bir asansör düzeni de yapılmış, engelli ziyaretçiler için muhteşem bir incelik.

Müzenin çıkışında: iki adet hediyelik eşya satış yeri var ve buralarda içecek servisi de yapılıyor. Servis ötesinde, buralarda oturacak masa ve sandalyelerin bulunması da yorulan ziyaretçilerin biraz nefeslenmesi, dinlenmesi için çok iyi düşünülmüş uygulama.

Ama: bu satış yerlerinde, Zeugma veya Müze ile ilgili buzdolabı yapışkanı yani stikır bulamadım, tek bir çeşit vardı kapak açacağı olarak da kullanılabilir bu çeşit ise 12 TL. yani bayağı pahalı idi, ilgililere duyurulur, bu satış mağazalarına çeşitli stikırlar getirilmelidir.

Öte yandan: müzede, hemen girişte bir memnuniyet veya anket defteri bulundurulması rica olunur. İnanın, ziyaretçilerin en az yüzde 90’lık bölümü bu deftere memnuniyetlerini yazacaklardır, diğer tenkit yazanlar ise, sizin gözünüzden kaçan hususları değerlendirmeniz için nazik uyarılar şeklinde olacaktır.

Müzeye girişte, hemen karşımıza bu anıt çıkıyor

 

Kral I. Antiokhos yazıtı

Zeugma antik şehrinde: Helenistik Agora’nın kuzeyinde 2000 yılında yapılan kurtarma kazılarında: ön yüzünde ” Kral I. Antiokhos Theos ile tanrı Apollon-Mithras-Hellos” el sıkışır sahnesinin görüldüğü, bazalttan bir stel ortaya çıkarılmıştır.

2002 yılında, baraj gölünün sularının çekilmesiyle, aynı kutsal alana ait bir diğer stel bulunmuştur. Bu stel üzerinde ise: Kommagene Kralı I. Antiokhos; Herakles ile el sıkışır pozisyonda gösterilmiştir.

Her iki stelin arkasında bulunan nomos (kanun) yazıtları: Antiokhos’un yönettiği topraklar üzerindeki Yunanlı ve Persli tanrıları birleştirme politikaları için yazılmıştır. Yazıtlar: kutsal alanlarda uyulması gereken kuralları antalatn bir kanun metni niteliği taşımaktadır.

Kral I. Antiokhos ile tanrı Herakles’in tokalaşmasının betimlendiği stelin arkasında kazınan yazıtta: Antiokhos şöyle söylemektedir; “ …. Ve inanıyorum ki, onlar tanrılara ait olduğu onuru bahşederek güzeli örnek alacaklar ve aynı şekilde, benim için olması gerektiği gibi tanımlamalar ve süslü sözcükleri onların çiçekler açan yıllarının bilgeliğinde dile getireceklerdir.

Böyle davrananlar için: hem Pers ve Makedonya ülkelerinin tanrılarına hem de anavatan Kommagene’nin tanrılarına, onlara saygılı davranışlarından ötürü bağışlayıcı olmaları için dua ediyorum.

Ve her kim ki: bu egemenliği gelecekte uzun zamanlar için elinde bulunduracaksa, o bu yasayı ve bizim saygılı davranışımızı sürdürerek, tüm tanrı ve tanrıçaların bağışlayıcılığına, benim yakarışlarım sayesinde mazhar olacaktır.

Tanrısal buyruklarla, bu yazıtı benim dindarlığımın bir dışa vurumu olarak kutsal harflerle, kısık sesle tanrıların yüce anlam taşıyan buyruklarını vatandaşlarıma ve bu yazıtı okuyan yabancılara ilan ediyorum”

 

Dionysos Mozaiği

MS.2-3.yüzyıl.
Bu eser: Okeanos villasına ait bir odanın taban mozaiğidir. Dionysos büstü ve “Dionysos’un Ariadne ile buluşması” olarak adlandırılan mozaik, kazılar sırasında Zeugma antik şehrinden çıkarılan ilk eserlerden birisidir.

Mozaik 3 ayrı panodan oluşmaktadır. Kısmen tahrip olmasına rağmen, bu eserin sol tarafında: Tanrı Dionysos’un büstü görülür. Dionysos’un çevresinde bulunan siyah ve beyaz üçgenler ile sanal bir perspektif yaratılarak bakışlar figüre odaklanmıştır.

Mozaik panonun ortasında bulunan ve “Dionysos’un Ariadne ile buluşması” olarak adlandırılan sahnede: kahraman Teseus tarafından Raksos adasında terk edilen Minos kralının kızı Ariadne’nin Dionysos tarafından bulunarak onunla evlenmesi tasvir edilmiştir.

Panoda bir ağaç altında Dionysos, Ariadne, Dionysos öğretisinde yer alan Silen ve Çoban Tanrısı Pan görülür.

En sağda bulunan panoda ise: çeşitli hayvan ve bitkilerden oluşan betimlemeler görülür. Bu 3 farklı konuyu: dalga ve örgü motifleriyle yer aldığı bir bordür birleştirir.
Panoların büyük kısmı tahrip olmuştur.

 

 

Okeanos ve Tthys Mozaiği

MS.2-3 yüzyıl.
Bu mozaik: Okeanos villasının sığ havuzunun taban mozaiğidir.
Erken Roma imparatorluk dönemine ait olan bu mozaikte: hayatın kaynağı olan ırmak tanrısı Okeanos ve eşi Tethys konu edilir.

Geometrik üçlü örgü bordür ile çerçevelenmiş mozaikte ortada Okeanos ve eşi Tethys görülür. Çevrelerinde ise denizin verimliliğine işaret eden, çeşitli balık türleri ve yunuslara binmiş Eroslar görülür. Okeanos’un en sık tasvir ed ilen atribüleri, yani simgeleri yılan ve balıklardır.

Mozaikte: Okeanos, başında yengeç kıskaçlarıyla görülür. Bu kıskaçlar: onun en belirgin özelliğidir. Karısı Tethys: Okeanos’un hemen yanında ve alnında kanatlarla tasvir edilmiştir.

Ortalarında: mitolojik bir deniz yaratığı olan yılan gövdeli, Ketos adı verilen ejder görülür. Bu iki ana figür dışında, mozaiğin sağ üst kısmında, bir kayanın üzerine oturmuş balık avlayan ve çobanların koruyucu tanrısı Pan olabileceği düşünülen, genç bir erkek figürü görülür.

Kenar figürleri olan Eroslar ve Pan’ın dışa dönük olarak resmedilmesi, havuzun çevresinde dolaşılacak şekilde olduğunu gösterir.

Mitolojide: Okeanos’un okyanus olmayıp dünyayı saran ırmak olarak ifade edilmesi, güneşin sıcaklığıyla buharlaşarak yağmur olup doğaya hayat veren suyun doğa tarafından kullanıldıktan sonra ırmaklar kanalı ile tekrar denize kavuşturulması anlatılmaktadır.

Bu döngü ile su, ne olduğunun ve ne işe yaradığının farkına varmaktadır. Bu olay mozaik panoda Okeonos’un Tethys ile birleşerek çeşitlenmesi ve doğurgunlaşması olarak gösterilmiştir.

 

Akratos ve Euprosyne Mozaiği

MS.2-3 yüzyıl.
Akratos ve Euprosyne Mozaiği: “Menad” Villasının bir odasına ait taban mozaiğidir. Gaziantep Müzesinin 1998 yılında yaptığı kurtarma kazısında Çingene Kızı olarak tanımlanan mozaiğin yan odasından çıkarılmıştır.

Mozaikte: adı “yönetici-aktarıcı” anlamına gelen Akratos ile “neşe ve sevinç veren” anlamına gelen su perisi Euprosyne görülmektedir.

Kompozisyonda: Akratos’un ilahi kaynaktan alınan altın krater içindeki kutsal şarabı, bereket boynuzu ile Euprosyne’ye sunması tasvir edilmektedir.

Sağ tarafta Euprosyne, bir ağacın altında uzanır vaziyette resmedilmiştir.

İçkinin verdiği rahatlık, her iki figürün duruşunda ve yüz ifadelerinde sezilir.

Kompozisyonun sol tarafında yer alan çan karakterinin, figürlere oranla büyük ve onların üzerine resmedilmesi, önem noktasını bu kutlamaya ve şaraba çekmekle birlikte kutsallığına da çağrışım yapmaktadır.

Gezimize devam ettiğimizde

 

Euphrates villasında bulunan duvar resimli oda görülür. Burası: MS.2-3 yüzyıla tarihlenir.

 

Ardından: Oturan kadın heykeli ve oyun taşı bulunuyor. Bunlarda, Zeugma antik kentinde bulunmuş, Roma dönemine ait, kalker yontulardır.

 

Yine, Zeugma antik kentinde bulunan MS.2-3 yüzyıla tarihlenen duvar resimli bir oda ve daha sonra Poseidon ve Euphrates villasında bulunan, MS.2-3 yüzyıla tarihlenen “Geometrik Oda” görülür.

Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi çocuklu kadın heykeli

Daha sonra: Euphrates villasında bulunan, MS.2-3 yüzyıla tarihlenen “Dionysos ve Ariadne Mozaiği” ve daha sonra şehirde bulunan, Roma dönemine ait, kalker, “Çocuklu kadın heykeli” görülür.

 

Euphrates villasında bulunan, MS.2-3 yüzyıla tarihlenen “Geometrik Havuz Mozaiği” ve ardından yine aynı villada bulunan “Euphrates (nehir tanrıları) mozaiği görülür.

 

Poseidon villasında bulunan “Akhilleus mozaiği”;
Bu mozaik: Poseidon villasında, kare planlı 10-15 cm derinliğinde, fıskiyeli sığ havuz (impluvium) taban mozaiğidir.

Havuzun tabanı figürlü ve geometrik desenli mozaikle süslüdür. Siyah çizgilerle çevrili ve 1.70 x 1.70 metre ebatlarındaki panoda: Roma dönenimde mozaiklerde yaygın olarak kullanılan Akhilleus’un Skyros Adasının kralı Lykomedes’in sarayında Odyseus tarafından bulunması konutu betimlenmiştir.

Panoda 9 figür bulunur. Merkezdeki Akhilleus bulunur ve sağ elinde mızrak, sol elinde kalkan görülür. Kendisinin sağında: sevgilisi kralın kızı Deadameia ve kral Lykomedes, solunda ise Odyseus ve borazan çalan miğferli, ayakta bir asker görülmektedir.

Arka planda ise, Lykomedes’in ayrıntılı olarak betimlenmiş sarayı bulunur. Mozaikte: dışa doğru düz ve ters bitiştirilmiş çanlarla: dalgalı hat oluşturan kuşak deseni görülür.

Mozaik sanatçısı: Akhilleus’un sağ ayağından; ayakkabısı çıkmış olarak tasvir etmiştir. Çünkü: ölümlü yanının sadece topuğu olduğunu belirtmek istemiştir.

Çünkü: mitolojiye göre: annesi Thetis: ölümsüz yapmak için bebek Akhilleus’u topuğundan tutarak Styks ırmağına: tan yeri ağarırken daldırmıştır. Bu yüzden: Akhilleus’un suya dalan gövdesi: ölümsüz olurken, annesinin tuttuğu topuğu ise ölümlü kalmıştır.

 

Posseidon villasında bulunan “Poseidon mozaiği”;
Dikdörtgen planlı ve 10-20 cm derinliğindeki sığ havuz (impluvium) çevresinde, yüksekliği 4.37 metreye kadar uzanan sütunlar bulunmaktadır.

Havuzun tabanı mozaik döşelidir. Bu mozaikte: dikdörtgen panoda: gövdesinin üstü at, arkası balık olan Hippokampos’un çektiği altın renkli arabada, denizler tanrısı Posseidon görülmektedir.

Gövdesi sağa, başı sola dönük tanrının sağ elinde üç dişli zıpkın bulunur. Araba ile aynı hizada: yüzleri birbirine zıt yönde betimlenmiş, ön planda ırmaklar tanrısı Okeanos ve eşi Tethis büstü görülür. Omuzlarında ise, yılan biçimli iki ırmak canavarı tasvir edilmiştir.

Tanrı ve tanrıçaların tasvirlerinin çevresinde deniz canlıları görülür. Panonun köşelerinde: dört yunus balığı ile birlikte, karides, ıstakoz, ahtapot, deniz minaresi, deniz yılanı ve çeşitli balıklardan oluşan 29 deniz canlısı tasvir edilmiştir.

Poseidon tasviri, yaygın olarak diğer birçok antik şehirde de kullanılmıştır. Bu da, Zeugma’daki mozaik atölyelerinde, benzer figürlerin şablon halinde çeşitli yerlerde kullanıldıklarını kanıtlamaktadır.

Posseidon villasında bulunan “Pasiphae ve Daidalos mozaiği”;
Daidalos’un yaptığı işlerin betimlendiği bu mozaik: Posseidon villasının yemek odasının taban mozaiğidir. Mozaikte altı figür görülür.

Soldan sağa: oturan Pasiphane, ayakta duran kızı Ariadne, Daidalos’la sohbet eden Tropos, ahşap yontan İkaros görülür. Sağ alt köşede ise, Minos boğasının kesik başına ok tutan Eros, sağ üst köşede ise Labyrinthos sarayı görülür ki, 3 katlı yapının kapı ve pencereleri, dış duvarları, yatay ahşap hatıllar ve kırmızı kiremit kaplı üst örtü açık-seçik görülmektedir. Bu görüntü dönemin evleri-konutları hakkında bilgi vermesi açısından önemlidir.

 

Poseidon villasında bulunan “Perseus ve Andromeda mozaiği”;
Dedesi Akrisios’un zulmünden kaçan Perseus ve annesi Danae: Seriphos kralı Polydektes’in yanına sığınırlar. Perseus: genç ve kudretlidir ve kısa zamanda kralın öz oğlu gibi olurken, annesi Danae de kralın aklını başından almıştır ve kral, onunla evlenmek istemektedir.

Ancak, bu evlenme durumunda, kral Perseus’un gençliğinin verdiği heyecanla bir aksilik yapacağını düşünür ve onun ortadan kaldırılmasına karar verir.
Bu arada: kral ülkenin en güzel kızlarından Hippodameia ile evleneceği haberini yayar. Ve şenlikler sırasında herkes krala hediye vermek için sıra beklerken, Perseus: krala hediye olarak ne istediğini sorar. Kral: atlardan hoşlandığını söyler ve Perseus: krala şerefli bir hediye sunmak istediğini ve Medusa’nın başına getirebileceğini söyler.

Kral buna bir yanıt vermez, bunun üzerine Perseus, krala bir at hediye eder, ancak kral bu hediyeyi kabul etmez ve söz verdiği üzere Medusa’nın başını getirmesini ister.

Kralın amacı: Perseus’u bu imkansız göreve göndererek, annesini metresi yapmak isteğidir. Çünkü: Medusa yenilmez ve korkunç bir yaratıktır.
Perseus: Hermes ve zeka tanrıçası Athenanın yardımlarıyla Medusa’yı yener ve kapasını koparır ve heybesine koyar. Perseus: memleketine dönerken: uğradığı ülkede Kephesus adlı bir kral hüküm sürmektedir. Kephesus: karısı Kassieperia’nın gurura kapılarak kendisinin Nereidlerden daha güzel olduğunu söylemesi üzerine, kızlarının küçüksenmesine kızan Tanrı Posseidon tarafından ülkeye musallat edilen deniz canavarı ile uğraşmaktadır.

Tanrılara danışan kral Kephesus: bu canavardan kurtulmak için güzel kızı Andromede’yi kurban etmesi gerektiğini öğrenir.
Perseus: ülkeye geldiği zaman, güzel Andromedei’yı koca bir kayaya bağlı olarak bulur ve kıza aşık olur. Tam o sırada korkunç deniz canavarı ortaya çıkar ve uzun uğraşlardan sonra Andromede’yi kurtarır ve kral baba Kephesus’un onayı ile evlenirler.

Daha sonra her ikisi de ülkelerine doğru yola çıkarlar. Annesi, Seriphos kralı Polydektes’in sahip olmak istemesi üzerine mabede sığınmıştır. Kralın huzuruna çıkan Perseus: Mesuda başı heykelini heybesinden çıkararak krala uzatır ve kral Medusa’nın kesik başını görünce, tahtında taş kesilir.
Medusa başı: mitolojide sık olarak kullanılan ve görenin taş kesileceği belirtilen bir simgedir. Hatta: Roma kılıçlarının kabzalarında Medusa başı kullanılırmış. Mitolojide, Medusa göründüğünde, çıplak gözle ona bakmamak gerektiği belirtilir.

 

Posseidon villasında bulunan “Satyros ve Antiope mozaiği”;
Antıope: ırmak tanrısı Asopos’un kızlarından biridir. Zeus: olağanüstü güzellikteki bu kıza aşık olur ve Satyros kılığına girerek onunla birleşir. Bunun sonucunda: Antiope: Zeus’tan Zethos ve Amphion isimli ikizleri doğurur. Ancak, çocukların doğumundan öcne, Antiope, babasının öfkesinden korkarak evden kaçar ve Siklon kralı Epopeus’un yanına sığınır.

 

Posseidon villasında bulunan “Venüs’un doğuşu mozaiği”: görülür.
Poseidon villasında: 5.50×4.50 metre boyutlarındaki dinlenme odasına koridordan girilir. Kuzeydoğu köşesinde: koridora açılan büyük bir giriş kapısı vardır. Duvar resimleriyle kaplı diğer odaların aksine, bu odanın duvarları stucco ile kaplanmıştır. Güney duvarında, yerden 2.20 metre yükseklikte Ion kymation kuşağı görülür. Bunun altında 55 cm. lik panoda:

kıvrık dallı bitkisel görüntü hakimdir. Bunun altında ise, yatay, üç silmeli kuşak vardır. Doğu duvarında 4 pano mevcuttur. Panoların merkezinde, ip şeklinde kabartmalar görülür.
Odanın tabanı mozaik döşelidir. 1.75 x 1.30 metre ebatlarındaki merkez panoda: Aphrodite’in taçlandırılması betimlenmiştir. Bu mozaik MS.3.yüzyıla tarihlenmektedir.

Aphrodite: doğadaki coşkunun sevgi yönünü temsil etmektedir. Bu sevgi: soyut varlıklar (arzu, göze hoş gelen şeyler, doğadaki tanrısal uyum vs. gibi) ve kuşlardan: kuğu, güvercin ve serçe, çiçeklerden ise gül ve mersin; tanrıçaya adanmıştır.

Bu mozaikte: çıplak Aphrodite: doğal yaşamı simgeleye çerçeve içinde, sola dönük olarak istiridye üzerinde oturmaktadır. Yanlarında iki eğitici usta görülmektedir. Başı: yangında tahrip olmuştur. Üstte: sırt üstü uçan iki Eros, çelenkle Aphrotide’i taçlandırmaktadırlar. Ancak çelenkler tahrip olmuştur. Bu konu da, antik dönem mozaiklerinde sıkça görülmektedir.

Betimlenmek istenen konu: “bu yaşam şartları içinde ömrünüzü boşa geçirmeyin, sevgiyi yakalayın”
Aphrodite’nin yüzü: 256 yılındaki savaş sırasında ait olduğu mimarinin yıkılması ile tahrip olmuştur. Mozaik Samsatlı ünlü sanatçı Zosimos tarafından yapılmıştır. Çünkü: panonun en büyük özelliği: panonun üzerinde bulunan Yunanca harfler kullanılmış yazıttır. Bu yazıtta: mozaiğin Samosata (yani Samsat) lı usta Zosimos tarafından yapıldığı belirtilmektedir. Zosimos evinde, yine bu ustanın “Kahvaltıdaki Kadınlar” mozaiği bulunmuş ve müzeye getirilmiştir.

 

Metiokhos ve Parthenope mozaiği”:
Metiokhos: aslan Phrygia’lıdır ve kendisi gibi Phrygia’lı olan Parthenope ile olan ölümsüz aşkları mitoloji de çok ünlüdür. Parthenope: bakire kalmaya yemin etmiş ancak kendisine aşık olan Metiokhos gibi, o da ona aşıktır. Ancak: yeminini bozmak istemiyordu. Saçlarını kestirdi ve kendisini tapınaktan sürgün ettirdi.

Campania (günümüzdeki İtalya-Napoli şehridir) denilen yere gitti ve orada şarap tanrısı Dionysos için kendini adadı. Ancak: Aphrodite kendisini affetmedi ve onu: kuş vücutlu kadın başlı deniz canlısı olan Siren’e çevirdi.
Mezarının Napoli şehrinde olduğu söyleniyor. Çünkü: kendisini denize attığında dalgaların cesedini Napoli sahillerine sürüklediği söylenir. Günümüzde Napoli sahillerinde onun için bir anıt dikilmiştir.

 

Kointos villasında bulunan, MS.2-3 yüzyıla tarihlenen “Theonoe mozaiği”;
Bu mozaik: Zeugma antik şehrindeki “Kointos Villası” olarak adlandırılan yapının taban mozaiklerindendir.
71.57 m kare boyutu ile Zeugma koleksiyonunun en büyük mozaiğidir.
Mozaiğin ana panosunda: Theonoe ve rahip kılığındaki kız kardeşi olan Theonoe, bir gün kumsalda oynarken görülür.
Hikayeye göre: kahin Kalkhas’ın kız kardeşi olan Theonoe: bir gün kumsalda oynarken korsanlar tarafından kaçırılır ve Karia kralına satılır. Babası Thestor: onu aramaya çıkar ama gemisi batar ve Karia kıyılarına çıkar ve kralın sarayına köle olur.
Ne kız kardeşinden ne de babasından haber alamayan Leukippe: onları aramak için saçlarını kesip genç bir rahip kılığına girer ve yola çıkar. Karia’ya geldiğinde, onu tanımayan Theonoe: rahip kılığındaki kız kardeşine aşık olur ve ona teklifte bulunur.
Leukippe: bu teklife yanaşmayınca Thestor’U onu öldürmekle görevlendirir.
Hikayenin sonunda, iki kız kardeş ve baba: birbirlerini tanırlar. Karia kralı da onlara armağanlar sunarak yurtlarına geri gönderir.

Kompozisyonda yer alan sunağın üzerine mozaik sanatçısının “Kointos Kalpurnios, bunu en iyi şekilde yaptı” yazısı dikkati çekmektedir. Diğer sahnede: Akhilleus’un Troya Savaşına götürülmesi tasvir edilmiştir.

Mozaik, Zeugma’da kazısı yapılmamış bir alanda, dalgaların yüzeydeki toprağı eritmesi sonucunda, suların altında ortaya çıkmıştır. Mozaiğin bir bölümü: uzun süre yaklaşık 2 metre derinlikteki suyun altında görülebilmiştir. 2002 yılında barajda meydana gelen teknik bir sorun nedeniyle su seviyesinin zorunlu olarak düşürülmesi sonucu kurtarılmıştır.

 

Okeanos villasında bulunan ve MS.3.yüzyıla tarihlenen “Hamam mozaiği
MS.3.yüzyıla ait olan bu mozaik 1996 yılında bölgeye yapılan Birecik Barajının su havzasındaki tarım toprağının kaldırılması çalışmalarında mimariye rastlanması üzerine, Gaziantep Müzesi tarafından yapılan kurtarma çalışmalarıyla müzeye kazandırılmıştır.

Mozaik, baraj altında kalacak alandan ilk kurtarılan eserlerden biridir.
Okeanos Villasının hamam ve spor kompleksinde yer alan bir odanın tabanına ait olduğundan “Hamam Mozaiği” olarak adlandırılmıştır.

Mozaiğin ortasındaki kare pano, üç ayrı tonda simetrik olarak yerleştirilmiş dikdörtgen prizmalarla bezelidir. Farklı renklerdeki bu formlar, sanal bir perspektif algısı yaratmakta, bakış yönüne göre bir illüzyonla izleyeni takip ediyor hisse vermektedir.

 

Dionysos villasında bulunan ve MS.2-3 yüzyıla tarihlenen “Geometrik mozaik”;

 

Okeanos villasında bulunan ve MS.2-3 yüzyıla tarihlenen “Geometrik mozaik”;
Zeugma antik şehrinde “Okeanos Villası” olarak adlandırılan yapının taban mozaiğidir.

MS.2-3. yüzyıllara tarihlenen kırmızı ve siyah renkteki kareler ile sarı ve beyaz renkli eşkenar dörtgenlerin sanal perspektif yöntemine göre dizilmesiyle oluşturulan pano, ilüzyon etkisi yaratmaktadır.

 

Dionsyos villasında bulunan ve MS.2.yüzyıla tarihlenen “Dionysos ve Ariadne’nün düğünü mozaiği”;
Bu dünyanın en özel mozaiklerinden birisidir. Ancak, müzenin değerli eserlerinden biri olan bu mozaik te hırsızlığa maruz kalmıştır. Mozaiğin bir bölümü 1997 yılında çalınmıştır. Çalınan bölümlerin yeri bilinmemektedir. Bu yüzden, mozaiğin eksik bölümünün fotoğrafı, eserin üzerine yansıtılmaktadır. Böylece, belki biri tanır ve ihbar eder diye düşünülüyor. Evet, dediğim gibi mozaiğin çalınan bölümlerinin fotoğrafı, lazer sistemiyle mozaik üzerine yansıtalarak bütünlük sağlanıyor.

Sahnede: Dionysos ve Ariadne: divanda oturmaktadırlar. Çevrelerinde: 3 adet Menad, müzisyen, düğün tanrısı ve iki siren vardır.
Mozaik: kullanılan renk zenginliği, ışık-gölge oyunları ile bir tablo etkisi vermektedir.
Kompozisyonda çok fazla figür bulunması, figürlerin resim kalitesinin çok yüksek olması mozaiğe ayrı bir özellik katmaktadır.
Dionysos Villası: 1992 yılında kaçakçıların kazı çalışmaları yaptıkları ihbarı üzerine Müze Müdürlüğü tarafından koruma altına alınarak kurtarma kazıları yapılan villadır.

Kazılar sonrasında: villanın içerisinde birkaç geometrik mozaik ile birlikte bu görülen mozaik ortaya çıkarılmıştır.
Figürlerin anatomilerindeki doğruluk, kullanılan perspektif ve renk zenginliği açısından dünyadaki önemli ve değerli mozaiklerden biridir.

Müze Müdürlüğü: eseri olduğu yerde, doğal bir biçimde tespit etmek için çalışmalar yapmıştır. Ancak 1998 yılında, eski eser kaçakçıları tarafından mozaiğin 3/2’lik gibi büyük bir kısmı tespit edildiği yerden çalınmıştır ve bu parçalar günümüze kadar bulunamamıştır. Eserin çalınmasından sonra kalan bölümleri yerinden kaldırılarak Gaziantep Müzesine taşınmış ve restore edilerek teşhire konulmuştur.
Mozaiğin çalınan bölümlerine ait yer ise boş bırakılmıştır. Parçaların bulunabilmesi için Interpol aracılığı ile araştırmalar sürdürülmektedir.

Dionysos villasında bulunan ve MS.2-3 yüzyıla tarihlenen “Mask mozaiği”;
Geometrik motiflerle süslenmiş bu mozaiğin merkezini: küçük panolar halinde masklar çevrelediği için “Mask Mozaiği” olarak adlandırılmıştır.
Mask: tiyatro sanatında yüze takılarak verilmek istenen kimliği güçlendirici bir araçtır.
Mozaiğin bir kısmı düzleştirilmiş ana kaya üzerine, bir kısmı ise dolgu zemin üzerine döşenen mozaik zaman içinde oluşan doğal tahribata bağlı olarak dolgu zeminle birlikte eğimi yönünde akmış ve orijinal konumunda akış yönüne doğru serpilerek dağılmıştır.
Mozaik, araziden kaldırılıp müzeye getirilmiş ve dağılan parçaları, Gaziantep Müzesi mozaik laboratuvarında çok uzun uğraşlar sonucu bütünleştirilmiş ve restorasyon yapılarak teşhire sunulmuştur.
Mozaiğe yapılan uygulama restorasyonu, bu hususun ulaştığı seviyeyi göstermesi açısından önemlidir.

 

MS.3.yüzyıla tarihlenen, Gymnasion kompleksi, “Roma hamamı” tasviri:
Birecik Barajının gövde duvarının temel kazısı sırasında mozaik parçalarına rastlanması üzerine: Gaziantep Müzesi tarafından 1996 yılında kurtarma kazısı başlatılmıştır.

Yapılan kazıda: Hipokaust sistemle yapılmış hamam yapısı ortaya çıkarılmıştır.
Yapıda: 3 adet calidarium (sıcaklık odası), 3 adet tepidarium, 3 adet havuz, 2 adet apoditerium (soyunma odası), 2 adet frigidaium ile latrina (tuvalet) ve külhan açığa çıkarılmıştır.
Hamamın odaları geometrik motifli mozaiklerle süslenmiştir. Bu mozaikler ve hamama ait taşınabilir yapılar kaldırılarak Gaziantep Müzesi’ne getirilmiş ve restorasyonu yapılarak teşhire sunulmuştur.

Yapı M.3 yüzyıla aittir.

HAMAM-A: Roma hamamının sıcaklık odasının taban mozaiğidir.
HAMAM-B : Roma hamamının ılıklık bölümünün taban mozaiğidir.
HAMAM-C : Roma hamamında apsisli odanın taban mozaiğidir.

 

MS.3.yüzyıla tarihlenen “Telete” yani “Mevsimler mozaiği”;
Mozaik, 1994 yılında tarihi eser tacirleri kaçırmak üzereyken Gaziantep Müzesinin yaptığı kurtarma kazıları sonucu çıkarılmıştır.
Zeupma tepelerinin batıya bakan yamacındaki bir villa terasında taban mozaiği olarak bulunmuştur.

Pano: 9 bölüme ayrılmıştır.

Orta panoda: mitolojik betimlerden oluşan başı çelenkli Eros ve Dionysos’un kızı Tebete, yan yana bir divanda oturmaktadır. Bu tasvir: aşkı henüz tatmaya, olgunlaşmaya aday olan genç bir kızın buna hazırlanmasını konu edinmektedir.
Köşelerdeki kare bölümlerde, mevsim tanrılarının büstleri görülür.
Sol alt köşedeki Bahar Tanrıçası Earl’ın çelenkli başı, hafifçe sağa dönüktür. Boynuna çiçekli bir gerdanlık takılmıştır. Sağ omuzu çıplak olup, sol omzunda pelerinin kıvrımları görülmektedir.
Panonun sağ üst köşesinde ise: nehir tanrısının büstü bulunmaktadır.
Alt kısımdaki dikdörtgen panoda, çimenlerin üzerine yatmış bir oğlak ve kova resmedilmiştir.
Bunun kenarındaki dikdörtgen panoda ise, bir av sepetine girip çıkan 4 adet balık figürü işlenmiştir.
Sağ dikdörtgen panoda: bir tavşan figürü görülür.
Bu mozaikte: mitolojik yaşam ile doğa iç içe işlenmiştir.

 

MS.2-3 yüzyıla tarihlenen “Europe’nin kaçırılışı mozaiği”:
Günümüzdeki Avrupa kıtasının isminin temelinde bu öykü yatmaktadır ve bu öyküyü betimleyen :”bir boğa üstünde dünya küresi bulunan heykel” günümüzde, Belçika-Brüksel şehrinde Avrupa Birliği Merkezinde bulunmaktadır.
Gelelim: bu mozaiğin öyküsüne:

Bu mozaik: Zeugma antik şehrinde, “B Bölgesi” olarak adlandırılan alanda yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır.
Kompozisyonda: Tanrı Zeus’un boğa kılığına girerek Suriyeli kız Europe’yi kaçırışı tasvir edilmiştir.
Mitolojide: Olympos’un hakimi, tanrıların tanrısı Zeus: aşklarıyla ünlüdür.
Mitolojiye göre: Fenike kralı’nın kızı Europhe’nin güzelliğine aşık olan Zeus, bir boğa kılığına girerek deniz kenarında eğlenen kızın yanına gelir. Europe: bu uysal görünümlü hayvanı okşar ve üzerine binerek boynuzlarını çiçeklerle süsler. O sırada boğa, büyük bir hızla koşmaya başlar.

Europe ise düşmemek için bir eliyle boğanın boynuna sarılır, bir eliyle de elbisesinin eteğini, ıslanmaması için tutar.
Mozaik, B Bölgesinde yapılan kazılar sırasında, Birecik Barajı Gölü sularının mozaiği yutmasından bir gün önce kaldırılarak Gaziantep Müzesi’ne getirilmiştir. Mozaiğin kaldırılması sırasında suların zeminden yükselmesi nedeniyle Europe figürünün yüzü sulardan zarar görerek tahribata uğramıştır. Restorasyon sırasında eldeki verilere dayanılarak orjinale uygun yeniden dizilmiştir.

Üst kata çıkmadan önce: bodrum katta bulunan bir sütun üzerine yerleştirilmiş “Mars heykeli” ni mutlaka inceleyin. Bu heykel ilk anda dikkati çekmiyor, ama gerçekten muhteşem bir heykel olarak önem arz ediyor.

 

Mars heykeli

Müzenin kıymetlilerinden biri olan bu heykel: 2000 yılı kazılarında Posseidon villasının kalıntılarında bulunmuştur. MS.256 yılında Sasani saldırısı sırasında villanın içine gizlendiği tahmin ediliyor. Çünkü: normalde bir meydan heykeli olduğu hemen göze çarpıyor.

Çarpma ve yoğun yangın nedeniyle: hasar görmüş olarak toprak altında bulunmuştur. Heykelin gövdesinde, sağ göğsünde ve kasığında hafif çökükler ve ezikler görülmüştür. Sol ayağı ise, diz altından kırılarak yamulmuştur. Bunun üzerine, heykel: Gaziantep Müze Müdürlüğü tarafından, İtalyan CCA denilen bir restorasyon ekibine verilmiş ve heykel yine bu ekip tarafından restore edilerek müzede sergilenmeye başlamıştır.
Heykel miğferlidir, yukarı kalkık sağ elinde büyük olasılıkla bir mızrak veya kama tuttuğu varsayılıyor ve çatık kaşları da değerlendirilince, heykelin: savaş tanrısı Mark (yani Ares) e ait olduğuna karar verilmiştir.

Çıplak Mark heykeli: 1.50 metre yüksekliğinde, bronzdan yapılmış ve ayakta durmaktadır. Cidarı 2.4 mm kalınlıktadır. Sağ ayağı, vicut ağırlığını taşır. Dizden bükük ve hafif geri çekilen sol ayağı ise, ayak parmakları ile yere basmaktadır. Sağ eli yukarı kalkıktır. Sol elinde kıvrık dal tutar. Sol kolu: omuzdan kırık olup restorasyon sırasında omuza monte edilmiştir. Yüzünde öfke ve kızgınlık ifadesi vardır. Baş: sert şekilde hafifçe sağa dönüktür.

Titizlikle yapılan temizleme çalışmaları sonunda, göz akının gümüş olduğu ve göz bebeğinin üstünde, daire şeklinde altın bir kakma yapıldığı görülmüştür. Gözleri iri badem şeklindedir ve sabit bir noktaya bakmaktadır. İnce ve uzun burunludur.
Heykelin ayak ucunda: 30 cm yükseklikte, bronz ve dikdörtgen heykel kaidesi kırılmış ve yamulmuş olarak bulunmuştur.

Heykelin 6.60 metrelik bir sütun üzerinde ve 30 cm. lik bazalt bir kaide üzerine yerleştirildiği düşünülüyor.
Evet, bu heykelde: doğanın yeniden doğuşu ve insandaki karşı koyma güçleri birlikte simgelenmiştir.

Daha sonra 1.kata çıkıyoruz
Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi Çingene Kızı Mozaiği

 

Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi Çingene Kızı Mozaiği
Çingene kızı

Evet bu bölümde: yani: 1.katta: müzenin ve hatta dünyanın en ünlü mozaik panosu ile karşılaşacaksınız. Bu ünlü eserin ihtişamına örnek olarak: karanlık bir koridora giriyorsunuz ve 4-5 metre sonra sola döndüğünüzde, yine karanlık bir odaya ulaşıyorsunuz ki, hemen karşınızda, üzerine yansıtılmış bir ışık ile muhteşem bir pano, mozaik eser karşınızda duruyor. Fonda ise, mistik bir müzik çalıyor ve ortam gerçekten mükemmel yaratılmış.

Oda yeteri kadar büyük, çünkü insanlar burada fazla kalmıyorlar, ama ben şahsen bu odayı müzede kaldığım süre içinde 2 kez gezdim, bu muhteşem eseri hani derler ya doya-doya seyrettim. Eserin hemen önünde: esere ellenmesini engellemek için bir alarm sistemi bulunuyor ve aynı zamanda bir güvenlik görevlisi müze açık bulunduğunda sürekli olarak burada bulunuyor.

Ama: bence Avrupa’daki benzerleri gibi, bu eserin önüne de bir cam pano yapılmalı, çünkü delinin biri, bu eserin üzerine boya atmaya kalkarsa, eser zarar görür ve boya atanı 40 yıl hapse tıksanız ne çare, eser zarar gördükten sonra. Lütfen bu eserin önüne bir cam pano koyulsun.

Evet, şimdi gelelim: eserle ilgili bilgiler vermeye. MS.2-3 yüzyıla tarihlenen bu eser: Zeugma antik şehrinde, Gaziantep Müzesi Müdürlüğünce yapılan kazılarda “Menad Evi” olarak adlandırılan mekanda: 300 m.karelik yemek odasının taban kısmında ortala çıkarılmıştır. Yapılan kazılarda mekanda bulunan mozaiklerin hemen hemen tamamının eski eser kaçakçıları tarafından kaçırıldığı anlaşılmıştır.

“Çingene Kızı” olarak adlandırılan figür yapılan kaçak kazı yapanların, kaçak kazı sırasında attıkları toprağın altında kaldığından, şans eseri kaçakçıların gözünden kaçmış ve müzeye kazandırılmıştır. İlk bulunduğunda: deprem nedeniyle üstüne düşmüş sütunlar olduğu görülmüş ve bu sütunlar temizlendiğinde eser ortaya çıkarılmıştır. Eser: halen Gaziantep Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı tarafından bulunmuştur.

Ancak: bunu, Hatay yöresinde bulunan ve Hatay Mozaik Müzesinde sergilenen ve hatta: Hatay yöresindeki bir kısım objede simge olarak kullanılan benzer portre mozaik ile karıştırmamak gerekir. Hatay yöresine gidenler bilirler, orada da buna benzer bir kadın başı portresi, birçok yerde simge olarak kullanılmaktadır.

Evet: biz yine Çingene kızına gelelim. Çene kısmı ve aşağısı tahrip olmuş, kaybolmuştur.
Şeffaf başlığı altındaki dağınık saçları, çıkık elmacık kemiği ve dolgun yüzü, kulağındaki küpeleriyle ortaya çıkarıldığında kazı ortamı şakası olarak; bir arkeolog tarafından, ilk anda; Çingene Kızına benzetilmiş olup, sonraki süreçte bu isim ile anılagelmiştir. Öte yandan: burun yapısından dolayı ilk anda erkek olduğu ve hatta saçlarının ortadan ikiye ayrılması nedeniyle Büyük İskender olduğu da düşünülmüştür. Öte yandan: bunun yer tanrısı ve tanrıların anası “Gaia” olduğu da düşünülmektedir.

Ancak, takip eden dönemde yapılan araştırmalar sonucunda, kesin olmamakla birlikte, başının yanındaki asma filizlerinden dolayı: Şarap tanrısı Dionysos’un: şenliklerinde yer alan, tanrının kadın müritlerinden biri yani Menadlardan biri olduğuna karar verilmiştir.

Menadlar: içtiği şarabın verdiği tatlı sarhoşlukla, Dionyzos şenliklerine neşe katan, çılgınca dans eden, şarabın-müziğin ve dansın etkisiyle kendinden geçen, kontrolden çıkan birileridir.

Mozaiği bu kadar gizemli kılan özelliği gözleridir. Mozaikte Çingene Kızının bakışlarını etkin kılmak için özel bir teknik kullanılmıştır. Gözleri: kendisine bakanı her yönden takip etmektedir. Çünkü: gözler 180 derece dönmektedir. Hatta: tabanda olmuş olsaydı 360 derece döneceği biliniyor.


Dikkatle bakarsanız, gözlerde, göz bebeğinde siyah nokta yanında beyaz bir nokta görülmektedir. O beyaz nokta: kurşun kalemle siyaha boyanınca, bütün büyü bozuluyor, üç boyutluluk bozuluyor. Yani, o beyaz küçücük taş, oraya milimetrik hesaplarla koyulmuştur. Bu özellik: Helenistik dönemde resim sanatında kullanılan “üç-çeyrek bakış” olarak ifade edilen teknikle yapılmıştır.

Bu teknik: daha sonraki yüzlerce yıl süresince de resim sanatının büyük ustaları tarafından kullanılmıştır. Bunların başında ise, Leonardo da Vinci gelmektedir ki, dünyaca ünlü eseri “Mona Lisa” bu teknikle yapılmıştır ve her gün Paris-Louvre müzesinde binlerce kişi tarafından: her yönden kendilerini izleyen bu tablo ziyaret edilmektedir.

Ancak, arada küçük bir fark var, Leonardo o tabloyu, Çingene kızından yüzlerce yıl sonra yapmıştır. (arada 1300 yıl vardır ve biri boyalarla, diğeri ise minik taş parçaları ile aynı havayı yaratmayı başarmıştır)

Yüzündeki sevinç ve hüznü aynı anda yansıtması da portre sanatında ulaşılan noktayı göstermektedir. Özellikle: portrede hüzün hakimdir ve bunun nedeninin: ya mozaiği yapan sanatçının o anda hüzünlü olduğu ya da mozaiği yaptıran şahsın o anda hüzünlü olduğu düşüncesidir.
Evet, Çingene kızı: gözlerindeki bu özellik ve hüzünlü bakış ifadesiyle, Zeugma ve Gaziantep ilinin simgesi haline gelmiştir.

Zosimos villasında bulunan ve MS.2-3 yüzyıla tarihlenen “Kahvaltıdaki kadınlar mozaiği”;

Kahvaltıdaki Kadınlar Mozaiği: Zeugma antik kentinin teras villarından Zosimos villası’nın bir odasının taban mozaiğidir. Zosimos villası olarak adlandırılan alanda yapılan kazıda ortaya çıkan mozaiklerden en zengin içerikli olan “Kahvaltıdaki Kadınlar” konulu mozaik, kazı ekiplerinde yerinden kaldırılarak müzeye nakledilmiştir.
Alanda bulunmuş olan diğer mozaikler o dönemde koruma çalışmaları yapan ekibin koruma anlayışı doğrultusunda üzerleri kapatılarak sular altında bırakılmıştır. Ancak dalgaların sahildeki etkileri ile ilgili gözlemler sonucunda bu mozaiklerin dalgalar nedeniyle yok olduğu gözlemlenmiştir. Mozaiğin bulunduğu villanın mimari kalıntıları, günümüzde baraj gölü kıyısında suyun altında rahatlıkla görülebilmektedir.
Antik dünyanın inanç sisteminin bir kısmını tiyatro oyunları oluşturmaktaydı. Her antik şehrin en az 2000 kişilik olmak üzere tiyatrosu bulunmakta ve bu tiyatrolarda mitolojik konular, tanrıların davranışları, siyasi olaylar ve halk inanışları vb konular sahnelenmekteydi. Bu panoda: Antik dönemin (MÖ.4 yüzyıl) ünlü yazarlarından Menandros’un kahvaltı sofrası adlı komedi oyunundan bir sahne resmedilmiştir. Pano, bizlere o günün yaşam tarzını anlatmaktadır.
Bu yapıt, müzede Samsatlı Zosimos’un imzasını taşıyan ikinci mozaiktir. Usta sanatçı Zosimos’un şehri olan Samsat, Zeugma’ya bir günlük mesafede olan Kommagene Krallığının merkezi olan bir şehirdir. Günümüzde bu antik şehir, Atatürk Baraj Gölünün suları altında kalmıştır.

Daha önce söylediğim gibi, müzede bulunan tüm mozaikler, yalnızca Zeugma ören yerinden değil, bölgenin farklı yerlerinden bulunup buraya getirilmiş ve daha yeni dönemlere aittir. Bunlar: 1.katta: yan binada bulunuyorlar ve ziyaretçilerin bir kısmı burayı unutup geçebiliyorlar, gezinizde, burayı da mutlak görmenizi öneririm. Hıristiyanlığın kabulü ile , mozaiklerde mitolojik tanrılar, tanrıçalar ve figürler terk edilmiş: özellikle kilise ve dini yapıların tabanlarında kullanılan mozaiklerde geometrik desenler, hayvan figürleri kullanılmaya başlanmıştır.

Çörten mozaiği”

MS.3-4 yüzyıla tarihlenmektedir.
Bölgede bulunan ve MS.4.yüzyıla tarihlenen mozaikte: inanç değişikliğinin bir sonucu olarak resimli tasvirin yerini geometrik figürler alıyor. Roma Döneminde sivil mimaride kullanılan mozaik sanatı, bu dönemle birlikte dini yapılarda da kullanılmaya başlanır. 6’ncı yüzyıl ile birlikte geometrik simgeler anlatım anlayışına tekrar dönülür.

Çörten mozaiği: Kilis ilinin Çörten köyü sınırları içinde yer alan Sinnep Höyüğünün batısına konumlandırılmış üç nefli bir kilisenin taban mozaiğidir. Alanda gözlemlenen illegal faaliyetler nedeniyle 2010 yılında Gaziantep Müze Müdürlüğünce yapılan kazı sonrasında eser müzeye getirilmiş: restorasyonu yapılarak teşhire sunulmuştur.

Mozaiklere kaçakçılar tarafından iki farklı yolla tahribat yapılmaktadır. Birincisi eski eser kaçakçılarının mozaikleri çalması, ikincisi ise define avcılarının eserleri tahrip etmesidir. Define avcıları: özellikle kuş ve bazı hayvan motiflerinin altında define olduğu inancıyla mozaikleri parçalamaktadırlar. Bu mozaikteki bazı bölümlerde define avcılarının acımasız tahribatı görülmektedir.

 

Salkım mozaiği

MS.5.yüzyıla tarihlenmektedir.
Gaziantep ili Nizip ilçesi, Salkım köyünde Gaziantep Müzesi Müdürlüğünce 1986 yılında yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Mozaiğin çıktığı mimari üç nefli, yüksek apsisli bir kilise kalıntısı olduğu anlaşılmıştır. Mozaikler MS.5.yüzyıl sonuna tarihlenmektedir.
Mozaiği: dışta iki silmeli basit bir kenar bordürü sınırlamaktadır. Figürler krem renk zemin üzerine tüm alanı kapsayan çiçek motifleri arasına beyaz, sarı, krem, bej, gri, kahve, kırmızı ve siyah renk doğal taşlardan oluşturulan tesseralar şekillendirilmiştir.

Figürler doğal ölçüleriyle değil alandaki boşlukları dolduracak büyüklükte figürler oluşturulmuştur.
Figürler, hareket halinde olup aslan, geyik, turna kuşu gibi dinsel literatürde anılan semboller yanında sırtlan, köpek, tavşan, leylek gibi hayvanlar da yer almaktadır. Mozaikteki tahribat ağaç dikimi, sürüme dayalı tarım faaliyetleri yanında alanın yakın çağda mezarlık olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır.

Sulu mağara mozaiği”

MS.5.yüzyıla tarihlenmektedir.
Gaziantep ili İslahiye ilçesi, Altınüzüm Beldesinde yer alan Sulumağara Mozaiği, üç nefli, yüksek apsisli ve orta nefte ilahi korosunun yer aldığı antik dönem kilisesinin sol hücresinin taban mozaiğidir. 5.01 x 5.63 metre ebatlarındadır. Eser MS.5.yüzyılın 2 yarısına tarihlenir.

Mozaikte: kahverengi dalga kuşağının çevrelediği kare panoda 32 hayvan tasviri bulunur. Panoda: önde ve ortada kutsal emanetlerin konulduğu sandık, bu sandığın iki yanında devasa boyutlu aslan ve boğa figürleri yer almaktadır. Bu figürler: apotropeik (koruyucu) amaçlı kullanılmıştır. Bu hayvanlar aynı zamanda eski dini inancın sembollerindendir. Boğa ve aslanın üstündeki ikinci kademede, iki dağ keçisi kovalayan bir leopar tasvir edilmiştir. Üçüncü kademede; solda dağ keçisi, sağda ayı figürü karşı karşıya tasvir edilmiştir. Panonun tepe noktasında, dördüncü kademede ise baklava dilimi biçiminde eşkenar dörtgen deseninin her iki yanında bakışımlı tavus kuşları betimlenmiştir.

Panoda, iri ebatlı hayvanların arasında, küçük hayvanlar da tasvir edilmiştir. Bunlar: ördek, karga, leylek, keklik kovalayan av köpeği, tilki, kuş, kaplumbağa, horoz ve kertenkeledir.
Panonun kuzey bitişiğindeki küçük ebatlı dikdörtgen panoda, boynunda tasma olan bir av köpeğinin ceylanı kovalama sahnesi tasvir edilmiştir.

Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi Çanakçı Mozaiği
Çanakçı mozaiği”

MS.4.yüzyıla tarihlenmektedir.
Gaziantep ili Nizip ilçesi Çanakçı köyü sınırları içinde yer alan, doğu batı akslı tek mekanlı bir dağ kilisesine aittir. MS.4.yüzyıl sonlarına tarihlenir.
Mozaik 2002 yılında tespit edildiğinde üzerinde yer alan kuş figürü ve bazı geometrik figürler, takip eden süreçte eski eser kaçakçıları ve define avcıları tarafından tahrip edilmiştir. Yerinde korumanın mümkün olmadığının görülmesi üzerine Gaziantep Müze Müdürlüğünün girişimi ile kazısı yapılarak müzeye getirilmiş, 2010 yılında yapılan restorasyon çalışması sonrasında teşhire sunulmuştur.

Mozaik ortada ana pano ve ana panoyu çevreleyen kalın geometrik bordürden oluşmaktadır.
Ana panoda: içinde dönem kültüründe sevilerek kullanılan kalın örgü kuşağı ile çevrili farklı tipte geometrik şekiller ile bu şekiller içinde rozetler, güneş sembolü ve yonca yaprağı figürleri yer alır.
Mozaiğin kuzey doğu köşesinde giriş kapısı önünde, sekiz satırlık Grekçe yazıt bulunmaktadır. Yazıtta: kilisenin yapımına katkıda bulunan kişi anılmaktadır.

Nizip tanıtımı.

Gaziantep tanıtımı.

Zeugma antik şehri tanıtımı.

Gaziantep Bey Mahallesi

IMG_9683
Gaziantep Bey Mahallesi

Gaziantep Bey Mahallesi: Gaziantep’teki mahalleler adını çoğunlukla burada bulunan camilerden alır. Bey mahallesi de adını 1587 yılında yapılmış olan Bey Camisinden almıştır. Fransız işgalinde büyük hasar gören bu cami, günümüze ulaşmamıştır.

Gaziantep geleneksel mimarisinin kısmen de olsa korunduğu Bey Mahallesi, 1536 yılındaki tahrir defteri kayıtlarına göre 50 haneden oluşmaktadır. Ancak yüklü bir devenin geçeceği genişlikteki sokakları, taş döşemeleriyle gelişmiş bir mahalleymiş. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde “Şehrin her sokak başında kale gibi kapılar vardır. Her gece sokaklarında kandiller yanar” diye söz ettiği mahalle burasıdır. Bu kapılar her gece kilitlenirmiş. Temizliği, düzgünlüğü, büyük konakları, burasının bugünkü deyimle lüks bir semt olduğunu gösteriyor.

Bey mahallesinin diğer bir özelliği Müslümanlarla, azınlık Ermenilerin kapı komşusu olarak 20. Yüzyılın başına kadar burada huzur içinde yaşamış olmalarıdır. Mahalleye çok yakın olan St Mary Kilisesi (günümüzdeki Kurtuluş Camii), Eski kilise, Kendirli kilisesi ile Çınarlı Camii, Bey Camii ve Eyüpoğlu Camii bunu kanıtlayan yapılardır. Ancak 1800’lerin ikinci yarısından itibaren şehrin eğitim ve ekonomisinde etkin olan Ermeniler, Bey mahallesinde çok güzel konaklar yaptırmışlar ve mahallede çoğunluğu sağlamışlardır.

Bey Mahallesi, Gaziantep’te ki taş işçiliğinin mükemmel örneklerinin sergilendiği bir yerdir. 1764 tarihli bir belge, Gaziantep’te taş ustalığının ne düzeyde olduğunu gösterdiği gibi, Türk mimarlık tarihi açısından da önemli bir kaynaktır. Hassa mimar vekili Yusuf Usta önderliğinde bir gurup taşçı esnafı, mahkemeye başvurarak taş ölçülerinin ve fiyatlarının standartlaştırılmasını istemişler ve bu istekleri olumlu karşılanarak kabul edilmiştir.

1950’li yıllarda başlayan dönüşümle bu mahallede oturanlar modern apartmanlara taşınarak buraları kendi kaderine terk etmişlerdir. Şimdi yeniden kazanılan binalar, değişik amaçlar için kullanılarak yaşam bulmaktadır. Çoğunluğu kafeteryalar oluşturuyor. Yüksek sesli çalınan türküler bir dönemin ince zevklerine ihanet eder nitelikte olsa da, bu güzel binalarda gençleri bir arada toplamak mümkün olmaktadır.

Siz de sokak aralarında gezerken, binaların güzelliklerini görebilirsiniz.

Öte yandan, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, Gaziantep Bey Mahallesi nüfusuna kayıtlıdır. Antepliler bu durumu onarla yaşamaktadırlar.

KİMYA EVİ

1856 yılında Ermeni sarraf Karanazar Nazeryan tarafından yaptırılan bu ev bir dönem İran Ticari Konsolosluğu olarak kullanılmıştır. Kurtuluş savaşından sonra yeni bir serüvene başlamıştır. Bir dönem Jandarma Karakolu olmuş. Son sahibi Abdullah Kimya’dır. Günümüzde ise o da bir kafeterya olmuştur.

Evin içi görülmeye değerdir. Yaşadığı her evreyi anlatan izler var. Nazeretyan’ın yaptırdığı pentürler, küçük melek heykelcikleri, her kapının, her kanadında ayrı bir öykünün anlatımı, ardından ikinci sahibinin duvarlara yerleştirdiği ünlü Osmanlı ve Türk büyüklerinin fotoğrafları.

BAĞDAT KAFE

Bu evin de benzer bir öyküsü vardır. Naikman Nazaraoğlu 1 Mayıs 1882 tarihinde evi bitirmiştir. Günümüzde Nigar Doğan’a aittir ve kafeterya olarak işletilmektedir.

CENANİ KONAĞI

Cenani ailesi tarafından Gaziantep Üniversitesine bağışlanan ev, Üniversite tarafından restore edilmiş ve kültür merkezi olarak hizmet vermeye başlamıştır.

A BUTİK OTEL

1886 tarihli bir yapıdır. Ermenilerin Gaziantep’te ekonomik açıdan etkili oldukları dönemde yapılmış konaklardan biridir. Bugün aslına uygun restore edilerek, butik otel olarak konuklarına hizmet vermektedir.

ERMENİ KIZ KOLEJİ

19’ncu yüzyıl sonlarında Ermeni Kız Koleji olarak yapılan, daha sonra Fatih Sultan Mehmet İlköğretim Okulu olarak kullanılan bina, daha sonra onarılarak Belediye’ye ait Koruma Uygulama Denetim Bürosu Daire Başkanlığı olmuştur.

HASAN SÜZER ETNOĞRAFYA MÜZESİ

İl içinde, Bey Mahallesinde bulunuyor. 1985 yılında, çok harap bir durumda iken, iş adamı Hasan Süzer tarafından satın alınmış, yakın zaman önce restorasyonu tamamlandıktan sonra, “Hasan Süzer Etnografya Müzesi” olarak kullanılmak şartıyla, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağışlanmış ve Gaziantep Müzesinde bulunan Etnografya bölümü, bu binaya taşınarak sergilenmeye başlanmıştır. Bulunduğu mahalle: yüksek  duvarlar,  taş evler ve Arnavut kaldırımları ile dikkat çekiyor. Hatta: şehrin bu kısmında, tabelalar, bir karar alınarak tarihi duvarlara çakılmamış ve özel bir şekilde işlenmiş görülüyor. Müze, zaten bu bölgede kafe ve konak-otellerin arasındadır.
Bina: 3 kattan oluşmaktadır. Üç girişi vardır. Müzede: Antep şehrinin ev hayatını anlatan modeller, nispeten amatör görünseler de; yine de hoş. Özellikle, görmenizi önereceğim: yer altında su küplerinin ve kuyunun bulunduğu mahzen ve geniş avlu. Bu bölümler, gerçekten muhteşem, güzel.

Evet müze gezimize devam ediyoruz. Ön cephesindeki işlemeli büyük kapıdan “hayat” denilen orta bahçeye, küçük kapıdan ise “selamlık” denilen bölüme geçilir. Hayatın güneybatı köşesinde: üst katında oturma odası, alt katında ocaklık ve tuvaletin bulunduğu, iki katlı müstakil bir bina daha yer almaktadır. Bu bölüm: evin hizmetkarları tarafından kullanılmıştır. Hayat: ince bir taş işçiliğinin eseri olan, renkli taşlarla kaplanmıştır.

Bodrum katları; birbiri içine geçme, iki ayrı mekandan ibarettir. İkisi arasında, yaklaşık 2 metre kot farkı vardır. Tamamen yerli kayaya oyulmuş mağara görünümündeki bodrum katta; pekmez ve zeytinyağı depolamaya yarayan küpler, erzak depolamaya yarayan bölümler ve su kuyusu var. Bu bölümde, ayrıca büyük bir dokuma tezgahı da bulunuyor.

Zemin katta: iki oda, ocaklık denilen mutfak, evin hamamı ve bu mekanın ısınmasını sağlayan ocaklar ve iki farklı taraftan birinci kata çıkan merdivenler var. Hamam: Türk hamamı özelliklerini taşımakta, külhandan gelen ve alttan geçen duman vasıtasıyla ısınmaktadır. Girişin sağında bulunan oda; tandır odası. Adını, tandır denilen gömme bir taş ocak üzerine konan bir kürsü ve onun üzerine örtülen geniş bir yorgandan oluşan, mahalli bir ısınma sisteminin, burada bulunmasından alır.

Birinci katta: sofada, taş işçiliği ve boyalı tezyinatı ile dikkati çeken bir çeşme ve Hayata bakan üç ayrı oda var. Odalardan birisi: gelin görme odası, diğeri günlük yaşamın sürdürüldüğü iş odası, üçüncü oda ise erkek misafirlerin ağırlandığı selamlık bölümü olarak tanzim edilmiştir.

İkinci katta yer alan odalardan ikisi: ev sahibine ait harem bölümü olarak düzenlenmiştir.

Üçüncü katta; terasa geçişi sağlayan camekanlı bir oda ve güvercinlik bulunur. Bu bölüm, günün yorgunluğunun giderildiği sakin bir köşe olarak canlandırılmıştır.
Bina içinde bulunan bölümler: günlük yaşamdaki fonksiyonlarına göre, yörenin eşyası ile donatılmış, mankenlerle teşhire canlılık ve gerçekçilik verilerek hizmete sunulmuştur.

Geleneksel Gaziantep ev yaşamını sergileyen müze uzun zamandır ilgi odağıdır. 19. Yüzyılda yapılmış bu ev, mahallenin karakteristik evlerinden biridir. Üstü kiremit kırma çatılı üç katlı bina kayalara oyulmuş bir mağara üzerine inşa edilmiştir. Mağara bir zamanlar ev sahibinin develerini barındırmıştır. Yine mağarada pekmez ve zeytinyağı küplerinin olduğu bir bölüm bulunuyor.

Üç kapısı bulunan evin, ortadaki işlemeli kapısından hayata, küçük kapıdan haremlik bölümüne giriliyor. Birinci katta işlik vardır. Yine bu katta Türk hamamının tüm özelliklerini taşıyan banyo odası vardır. Hamamın ısıtılması döşemenin altından yapılıyor.

Müzede Gaziantep giysileri, sofraları, gelin odaları, tandır odaları ile tüm gelenekleri sergileniyor. Kurtuluş savaşında kahramanlık göstermiş insanların resimleri, belgeler, yazışmalar da müzeyi zenginleştiriyor.

Ünlü ajan Arabistanlı Lawrance’a ait motosiklet de sergilenenler arasındadır.

IMG_9720
Gaziantep Bey Mahallesi
IMG_9731
Gaziantep Bey Mahallesi
IMG_9730
Gaziantep Bey Mahallesi
IMG_9729
Gaziantep Bey Mahallesi

 

IMG_9724
Gaziantep Bey Mahallesi

OYUN VE OYUNCAK MÜZESİ

Gaziantep oyuncak müzesi, iki katlı ve bir zemin kat altı bölümden oluşuyor. Bu katlarda, çeşitli yıllara ve çeşitli ülkelere ait oyuncaklar sergileniyor. Zemin altındaki bölüm ise, Gaziantep şehrinde bolca bulunan mağaralardan birinin restore edilmesiyle oluşturulmuş. Bu egzotik ortamda çeşitli ülkelere ait oyuncak kuklalar ve o ülkelerin simgesel yapılarından örnekler sergileniyor.

Gaziantep Oyuncak Müzesinde sergilenen ve geçmiş yıllarda ülkemizdeki çocukların düşlerini süsleyen en seçkin yerli oyuncak markaları arasında Dündar İnşaat Oyunları, Alasya, Bilge, Nekur, Gürel ve Fatoş Oyuncakları sayılabilir.

Ayrıca, bu müze, bir oyuncak müzesinin kalitesini simgeleyen Lehmann oyuncaklarının en seçkin örneklerine ev sahipliği yapmaktadır.

IMG_9788
Gaziantep Bey Mahallesi
IMG_9783
Gaziantep Bey Mahallesi
IMG_9810
Gaziantep Bey Mahallesi
IMG_9807
Gaziantep Bey Mahallesi

 

IMG_9808
Gaziantep Bey Mahallesi
IMG_9814
Gaziantep Bey Mahallesi

 

ATATÜRK ANI MÜZESİ

Atatürk’ün 26 Ocak 1933 tarihinde, Gaziantep’i ziyaretinde kullandığı bir karyola, Osman Barlas’ın eşi Neyir Barlas tarafından Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’ne Atatürk Anı Müzesinde sergilenmek üzere hibe edilmiştir.

Müzede, 1927 yılında Osmanlıca harflerle basılmış ilk 50 binlik baskıdan biri olma özelliğini taşıyan Nutuk kitabı, Atatürk tarafından, CHP’nin 1927 yılında Ankara’da toplanan ikinci kurultayında, 36.5 saat süren ve altı günde okunan tarihi bir hitabeye dayanır. Yerli ve yabancı basın mensuplarının da katıldığı kurultayda Mustafa Kemal’in 19 Mayıs’ta Samsuna çıkışından başlayarak, 1928 yılına kadar silah arkadaşlarıyla beraber faaliyetlerini özetleyen bu tarihi konuşma “Kültür Bakanlığı” tarafından yayınlanmıştır.

Yine müzede çok ilgi çeken bir obje var. Antep savunmasında halk, düşman kadar yokluklarla da mücadele etmiştir. Fransızlar, Antebe yardım gelmesini engellemek için şehrin dört bir yanını kuşatmıştır. Çaresiz kalan halk, cephanesiz de kalınca çareler üretmeye başlamıştır. Tüfekçi Yusuf tarafından tahta ve ateşsiz olarak icat edilen bu alet, şehrin dört tarafına dağıtılmıştır.

Kaynaklara bakıldığında Fransız baskınlarının gece yapıldığı anlaşılmaktadır. Antepliler dar sokaklı evlerinde gece tak takı çevirince ses yankılanıp, büyüyor, makineli tüfek izlenimi veriyordu.

Fransız karargahı da Anteplilerin elinde çok sayıda mermi var zannedip, gece baskını yapmıyordu. Bir başka deyişle Fransız Ordusunun 20 bin askerine, 6 tankına, 3 uçağına ve 300 makineli tüfeğine karşılık, elinde mermisi azalan ve bunu düşmana hissettirmeyen Kahraman Anteplilerin icadıdır.

Yine bir fotoğrafta: Antep harbinde, Fransızlar tarafından esir alınan Antepli gençler görülmektedir. Elleri bağlı, omuzlarında tüfeklerle poz verdirilen gençler ile, Fransız askerleri olumlu bir görüntü vermek istemişlerdir. Fotoğraftan sonra gençlerin akıbeti bilinmemektedir.

PARA MÜZESİ

Giriş ücreti, 1 TL alınmakta ve bu ücretler kültür ve eğitime katkı olarak kullanılmaktadır. Açılış saatleri: 08-22 arasındadır. Müze, 1948 yılı yapımı, bir Yahudi evinde bulunmaktadır. Evin giriş kapısının hemen ardında bir avlu vardır. Avlunun sağ bölümünde ise, müzenin değerli eserleri sergilenmektedir.

Müzenin sahibi Esat bey, para tarihi konusunda tam bir uzman, yüzlerce, belki de binlerce paranın bir araya geldiği müzede, en önemli konu, müzenin sahibi olan Esat beyin, her para ile ilgili anlatacakları, gerçekten muhteşem bilgiler veriyor, mutlaka gezmenizi ve görmenizi öneririm.

 

Gaziantep Dini ve ticari yapılar

IMG_9622
Gaziantep Dini ve ticari yapılar

Osmanlı döneminde Gaziantep giderek önemli bir ticaret merkezi olma yolunda ilerlemiş, Osmanlının yükseliş döneminde, Halepli tüccarların yabancılara hatta Avrupa’ya sattığı dokumaların üretim merkezi haline gelmiş, halkın ticari zekası ve çalışkanlığı Gaziantep’i bir ticaret merkezi haline dönüştürmüştür.

Binlerce dokuma tezgahı, hanlar, kervansaraylarla yüksek bir refah düzeyine ulaşılmıştır. 19 yüzyılın başlarından itibaren Ermeni nüfusun artması, şehrin fiziki oluşumunu belirlediği gibi ticari yaşamı da etkilemiştir. Şehirdeki yaşama giderek hakim olan Ermeniler, 1847 yılında misyonerlerin desteğiyle eğitim, ticaret ve zanaat alanlarında da belirleyici rol oynamaya başlamışlardır.

Gaziantep Dini ve ticari yapılar: Osmanlı’nın idari ve ekonomik açıdan zayıf düştüğü bu dönem Ermenilerin ekonomiye hakim oldukları dönemdir.

Cumhuriyet’e kadar devam eden bu durum, Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan yeni dengelerle değişmiş, ticaret ve ekonomi tekrar Müslümanların eline geçmiştir. Savaşta büyük hasar gören Müslüman yerleşimlerinde yaşayanlar hasar görmeyen ermeni yerleşimlerine taşınmış, harabeye dönen çarşı hızla onarılmıştır.

Gaziantep Dini ve ticari yapılar: İpek Yolu üzerinde olması, Halep’e bağlı bir sancak olması Gaziantep’te ticareti hep geliştirmiştir. 1902 tarihli Halep Vilayeti Salnamesine göre Antep’te 2320 dükkan, 4 bedesten, 15 han, 30 fırın, 6 tabakhane, 45 boyahane, 11 değirmen, 8 içki fabrikası, 5 sabunhane, 2210 dokuma tezgahı bulunmaktaymış.

Gaziantep Dini ve ticari yapılar; Dokuma, buğday, fıstık, kahve, nişadır, kalay, boya gibi çok çeşitli ürünlerle, el sanatı ürünleri, bu ticarette önemli yer tutmuştur. Dokumacılık, nacarlık, kakmacılık, Keçecilik, nakkaşlık, taş ustalığı, bakırcılık, sobacılık, yemenicilik, dericilik, sabunculuk, kutnuculuk, kilimcilik, kuyumculuk, çömlekçilik, semercilik, zurnacılık gibi zanaatsal işlerinde Antep tercih edilen bir yer olmuştur.

Gaziantep Dini ve ticari yapılar; Tüm bu işlerde çalışanlar, kalenin çevresinde Türktepe’den başlayan, Şire Han’da sona eren çarşılarda yer tutmuşlardır. Günümüzde, hala aynı olmasa da, benzer bir lonca sistemi devam etmektedir. İş kolları bir arada bulunmaktadır.

IMG_9618
Gaziantep Dini ve ticari yapılar

BAKIRCILAR ÇARŞISI

Tek katlı dükkanlardan oluşan çarşı, hanlar bölgesindedir. Kemerli girişlerle sokağa açılan dükkanlar, düzgün kesilmiş ve sert kalker taşlardan yapılmıştır. Ancak, buradaki dükkanların yapım tarihi tam olarak bilinmemektedir. Muhtemelen 19. Yüzyılda yapıldıkları düşünülmektedir.

KÜÇÜK BUĞDAY PAZARI

19 yüzyılda yapıldığı tahmin edilen han, Osmanlı Han Mimarisinde tek katlı, tek avlulu hanlar gurubuna girer. Düzgün olmayan, dikdörtgen şeklinde bir plana sahiptir. Kuzey cephesinde yola açılan hacimler dükkan olarak planlanmıştır.

İç avlu çevresinde 11 adet oda vardır ve ayrıca eyvanla geçilen bir ahır bölümü bulunur. Hanın örtü sistemi, tas konstrüksiyonlu sivri beşik tonoz ve yarım beşik tonoz şeklindedir. Kemer olarak sivri ve basık kemer kullanılmıştır. Oldukça sade inşa edilmiş olan yapının inşasında havara taşı (beyaz kesme taş) kullanılmıştır.

IMG_9624
Gaziantep Dini ve ticari yapılar

ZİNCİRLİ BEDESTEN

Halk arasında kara basamak bedesteni olarak da bilinir ve günümüzde et hali olarak kullanılmaktadır.

Asıl adı Hüseyin Paşa Bedestenidir. 1718 yılında Darendeli Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Güney kapısındaki 4 mısralık kitabenin yazarı “Kusuri” dir.

Bedesten, doğu-batı yönünde uzanan, üstü çapraz tonozlarlarla kapatılmış, bir sokağın iki yanına sıralanan, beşik tonozlu dükkanlarla, bu sokağı doğu yönünde kesen ve kuzey-güney istikametinde yerleştirilen başka bir sokağın yine iki tarafına sıralanmış benzer dükkanlar gurubundan oluşmaktadır. Böylece, bedesten “L” şeklinde bir plan şeması ortaya koyar.

1719 tarihli vakfiyesinde eserde 80 tane dükkanın varlığından söz edilmektedir. Yakın geçmişte, bir süre üstüne bir kat daha yapılarak adliye olarak kullanılmışsa da 1957 yılındaki yangında bu kısmı tamamen yok olmuştur. Tamir sırasında yolu genişletmek için güney ve batı kapılarının biraz içeriye alınmasıyla 14 dükkan günümüze ulaşmamıştır. Herhangi bir tezyinat unsuru bulunmayan eser, 2008 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir.

KEMİKLİ BEDESTEN

Temel kazısı sırasında kemik bulunduğu için, adına halk tarafından kemikli bedesten denilmiştir. Ama asıl adı Mecidiye Bedestenidir.

Kitabesi bulunmayan bedestenin Hacı Müftü Osman Efendi tarafından, 1860-1862 yıllarında yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Bedestenin bir kısmının Mecidiye, diğer kısmının ise Aziziye olarak adlandırılması, esere Abdülmecid zamanında başlandığı ve Abdülaziz zamanında bitirildiğini akla getirmektedir. Kapalı çarşı, plan tipinde düzenlenen her bedestende iki taraflı 40 dükkan vardır.

Dükkanlar arasındaki geçiş bölümü beşik tonoz örtülmüş ve tonoz üzerinde belli aralıklarla aydınlatma pencereleri bulunmaktadır. Girişi kara taş ve keymıh taşı kullanılarak, iki renkli olarak yapılmıştır. Tek katlı olarak, yöresel keymıh taşıyla (sert kalker) inşa edilmiş olup günümüzde de bedesten olarak işlevini sürdürmektedir.

IMG_9685
Gaziantep Dini ve ticari yapılar

HİŞHA HAN

Hışha (Pamuk kozası) Han olarak bilinen Lala Mustafa Paşa Hanının ne zaman yapıldığını gösteren bir kitabe yoktur. Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırıldığını gösteren Vakfiyeler ve Şeri Mahkeme sicilleri vardır. Vakfiyesinin tarihi 1577 yılı olup, 1563-1577 yılları arasında Lala Mustafa Paşanın Halep ve Şam Beylerbeyliği döneminde bulunduğu yıllarda yaptırılmış olmalıdır. Tek katlı hanlar gurubuna giren yapı Gaziantep’in en eski hanıdır.

Han, batısındaki hamam, susamhane, doğusundaki şimdi mevcut olmayan Bedesten ve Mir-i Miran Mescidi ile birlikte bir külliye (Lala Mustafa Paşa Külliyesi) durumundaydı. Hanın kuzey cephesinde yola açılan hacimlerin dükkan olarak, iç bölümlerde ise avluya açılan odaların yolcuların konaklaması amacıyla, revaka açılan mekanların ise depo ve ahır olarak kullanıldığı düşünülmektedir.

Yapının inşasında siyah ve beyaz kesme taşlar kullanılmıştır. Örtü sistemi, taş konstürkiyonlu tonozlar biçimindedir. Oldukça sade inşa edilen handa tek süsleme cümle kapısındadır. Kapı, zeminden itibaren siyah ve beyaz taşlarla inşa edilmiştir.

İNCEOĞLU (BÜDEYRİ-ELBEYLİ)HANI

Han, plan ve süsleme benzerliği nedeniyle 1890 tarihli Kürkçü Hanı ile aynı yıllarda inşa edilmiştir. Bu nedenle Büdeyri Hanın 19. Yüzyıl sonlarında yapıldığı düşünülmektedir. Osmanlı han mimarisi içinde, tek avlulu, iki katlı hanlar gurubuna girmektedir. Klasik Osmanlı han mimarisinin birçok özelliklerini üzerinde toplayan eser, sabunhane ve han olmak üzere iki bölüm halinde inşa edilmiştir.

Her iki bölümün üst katındaki mekanlar, yolcuların ikamet etmeleri amacıyla yapılmıştır. Sabunhane ile hanın birer müstakil cümle kapısı mevcut ise de ikinci katta ara bir geçitle birbirine bağlanmıştır. Bu plan özelliğiyle, Gaziantep’teki hanlar içinde tek örnektir. Hanın zemin katında, içte kareye yakın üstü açık bir avlunun etrafında, sıralanan muhtelif hacimler, ön cephede ise dışa açılan tek katlı dükkanlar vardır. Doğudaki mekanların arkasında iki bölümlü ahır yer alır.

Sabunhane kısmı, biraz çarpık dikdörtgen plana sahip olan iç avluyu kuzey ve doğu taraflardan revakla kuşatmakta olup, diğer mekanlarda bu hacme açılır. Avlunun üzeri, üstten kiremit ile kapatılarak sabunhanenin daha temiz olması sağlanmıştır. Çeşitli müdahaleler gören yapı günümüze kadar ayakta kalabilen sayılı hanlardan biridir.

MİLLET HANI

Gaziantep’teki diğer hanlarla karşılaştırılması sonucunda hanın 1868-1869 yıllarında yapıldığı düşünülmektedir. İlk sahibi Aşçıoğlu Kesbar Kevork olarak kaynaklarda yer almaktadır.

Yapı Osmanlı han mimarisi içindeki iki katlı, tek avlulu hanlar gurubuna girer. Hanın planı arsaya göre şekillenmiştir. Avlu alt katta mekanlarla çevrelenmiş, üst katta dört taraftan revakla kuşatılmıştır. Avlunun güney tarafındaki hacimlerin arkasında bulunan ahırın avlu ile ilişkisi olmayıp, kapısı hanın batı cephesinden açılır.

Buna benzer durum, diğer hanlarda görülmemektedir. Ayrıca kuzey cephesinde de sokağa açılan tek katlı dükkanlar yer almaktadır. Han oldukça sade yapılmış olmakla birlikte iki renkli taş işçiliği hareketlilik sağlamıştır.

Han, sonradan yapılan tamiratlar ve eklenen dükkanlarla orijinal özelliklerini kaybetmiş ve bazı kısımları tamamen yıkılmış durumda olup, 2001-2003 yıllarında restore edilmiştir.

YENİ HAN

Kitabesi bulunmayan Yeni Hanın yapılış tarihi hakkında kesin bilgiler yoktur. Ancak 1557 tarihli Ayıntap Vakfı Defterinde eserin adının Han-ı Cedid (Yeni Han) olarak geçmesi nedeniyle, han bu tarihten önce yapılmış olmalıdır. Hanın bilinen ilk sahiplerinin Battal Bey’in kızı Asiye ve Hacı Osman Bey’in kızı Emine Hatun olduğu kayıtlarda yer almaktadır.

Yapı, Osmanlı han mimarisi içinde tek avlulu, iki katlı hanlar gurubuna girmektedir. Avlu, zemin katta üç taraftan eyvan ve odalarla, bir taraftan revakla, üst katta ise bir taraftan odalarla, üç taraftan da revakla kuşatılmıştır. Zemin kattaki mekanlar depo ve ahır, üst katta bulunan odalar ise yolcuların konaklaması amacıyla yapılmıştır.

Yapıda dikkati çeken tek süsleme, batı cephesindeki cümle kapısı üzerindeki siyah ve beyaz kesme taşlarla oluşturulmuş olan süslemedir. Ayrıca giriş açıklığının iki tarafında iki taş seki vardır. Hanın diğer kısımları ise oldukça sade bir şekilde inşa edilmiştir. Hanın inşasında siyah ve sarımtırak renkte küfeki kesme taş kullanılmıştır. Örtü sistemi, taş konstrüksiyonlu sivri beşik tonoz, çapraz tonoz ve aynalı tonoz ile düz örtüdür.

YÜZÜKÇÜ HAN

Yüzükçü Hanı, Kitabesi olan ender hanlardan biridir. Fakat taç kapısı üzerinde yer alan 1897 tarihli yazıdan ibaret olan bu kitabe eserin inşa değil yenilenme kitabesidir. Çünkü 1735 tarihli Şer-i Mahkeme Sicilinde “İki Kapılı Han yakınında bir kişinin öldürülmesiyle açılan dava neticesinde tahakkuk eden diyetin Uzun Çarşı, İki Kapılı Han ve Yüzükçü Han esnafından toplanması” şeklinde bir vesika vardır.

Buna göre eser, 1735 tarihinden önce mevcut olup, inşa tekniği ve malzeme durumuna göre Yüzükçü Han, 1897 yılında büyük ölçüde yenilenmiştir. Hanın bilinen ilk sahibi Battal Bey’in kızı Asiye ve Hacı Osman Bey’in kızı Emine Hatundur.

Yapı, Osmanlı han mimarisi içinde tek avlulu, iki katlı hanlar gurubuna girer. Yol ve arsa durumuna göre inşa edilmiş olan hanın zemin ve üst katları birbirinden farklı plan şekline sahiptir. Zemin kattaki mekanlar avluyu dört taraftan çevrelediği halde, üst kattaki odalar, kuzey cephesinin tamamı ve batı cephesinin bir bölümüne kadar kuşatmaktadır.

İkinci katta bulunan gezinti yeri, ahşap kemerli revaklardan oluşmakta olup, bu özelliğiyle diğer hanlardan ayrılmaktadır. Doğu kanadında, Antep hanlarının pek çoğunda görülen mağara şeklinde bir ahır vardır. Yapıda sarımtırak renkteki küfeki kesme taş kullanılmış olup, taç kapısında ise küfeki taş ile siyah taş birlikte kullanılmıştır.

ANADOLU HANI

Hanın ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Ancak 19. Yüzyıl başlarında yapıldığı tahmin edilmektedir. Osmanlı han mimarisi içinde iki avlulu, iki katlı hanlar gurubuna girer. Yapı yolcu hanı olarak inşa edilmiş olup, zemin katındaki mekanlar depo ve ahır olarak, üst katlarla yer alan odalar ise yolcuların konaklaması amacıyla yapılmıştır.

Doğu-batı istikametinde uzanan yapıda görülen plan tipi, diğer hanlarda yoktur. Hanın, çarpık planındaki birinci avlusu iki yönden, yine çarpık şekildeki ikinci avlusu da üç yönden çeşitli ebat ve şekillerdeki mekanlarla çevrelenmiştir. Oldukça sade inşa edilen han, 1985 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir.

ÇEKİRDEKÇİ (EMİR ALİ) HANI

1719 yılında inşa edilmiş olan han, Sekkakoğlu, Esseyit Ali Bey tarafından yaptırılmış olup, mimari bilinmemektedir. Osmanlı han mimarisine göre tek avlulu, iki katlı hanlar gurubuna giren yapı, düzgün olmayan, dikdörtgen şeklinde bir plana sahiptir. Avlu, zemin katta dört taraftan, üst katta ise iki taraftan revakla çevrelenmiştir.

Günümüze orijinal olarak gelen tek revak güney revaktır. Han oldukça sade olup, yalnızca avlunun doğu kısmında avluya açılan hacimlerin ön duvarları, kapı ve pencere kemerleri hizasına kadar siyah ve beyaz kesme taşla örülerek iç kısımda bir hareketlilik sağlanmıştır.

Eserin orijinal kısımlarında sarımtırak renkte küfeki kesme taş, sonradan yapıldığı tahmin edilen kısımda ise siyah ve beyaz kesme taş kullanılmıştır. Üst kattaki mekanlar yolcuların konaklaması için, alt kattaki mekanlar ise depo ve ahır olarak kullanılmak üzere yapılmıştır.

Ayrıca hanın kuzey cephesinde mağara şeklinde bir hacim de ahır vazifesi görmektedir ki bu Gaziantep’te meyilli arazi üzerine kurulan birçok handa görülmektedir.

TÜTÜN HANI

Herhangi bir inşa veya onarım kitabesi bulunmayan Tütün Hanına ait en eski bilgi, Şer-i Mahkeme Sicillerinde geçmektedir. 1754 tarihli vesikada “Taşradan Antepe gelen ve mukataası (götürü ve iş verme yetkisi) Hacı Mehmet’in uhdesinde bulunan tütünler eskiden beri Tütün Hanında satılır, gümrüğü de burada alınırdı” denilmektedir.

Eskiden beri tütünlerin burada alınıp satılması, eserin 1754 yılından daha önceki bir tarihte yapıldığını ortaya koymaktadır. Osmanlı topraklarında tütünün, 17’nci yüzyılda yaygınlık kazanmaya başladığı bilinmektedir. Ayrıca 1735 yılında Antep’te tütüncü esnafının bulunduğunun bilinmesi, bu hanın tarihinin 1754 yılından daha öncesine gittiğini kesin olarak göstermektedir.

19’ncu yüzyılda hanın bilinen ilk sahibi Nur Ali Ağa Oğlu Hüseyin Ağa’dır. 2007 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir.

Yapı, Osmanlı han mimarisi içinde tek katlı, tek avlulu hanlar gurubuna girer. Gaziantep’teki mevcut olan en küçük hanlardan biri olan bu yapı, eskiden şehrin en işlek iş ve alışveriş merkezinde bulunmaktaydı. Eser, dikdörtgen bir avlunun dört kenarına yerleştirilen odalar ve hana bitişik olarak inşa edilen dükkanlardan oluşmaktadır.

Kuzey cephesinde kayaya oyulan bir bodrum bölümü vardır ki, bu han için önemli bir özelliktir. Yapının sadece kuzey cephede süsleme sadece portalde görülür. Kapı, zeminden itibaren siyah ve beyaz taştan yapılmıştır.

KÜRKÇÜ HAN

Han, mevcut kitabesine göre 1890 yılında yapılmıştır. Osmanlı han mimarisi içinde tek avlulu, iki katlı hanlar gurubuna girer. Osmanlı han mimarisinin birçok özelliklerini üzerinde taşıyan yapı, Han ve Sabunhane olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır.

Han yolcu hanı olarak inşa edilmiş olup, zemin kattaki hacimler dükkan, depo ve ahır maksadıyla, üst katta yer alan odalar ise yolcuların konaklaması için yapılmıştır. Sabunhane ve hanın ayrı girişleri bulunmasına rağmen ayrıca iç kısımlarda ara geçişlerde mevcuttur.

Han, diğer hanlarda olduğu gibi araziye göre şekillenmiştir. Yapıdaki en önemli süsleme portalde görülen süsleme olup, devrinin eklektik özelliklerini yansıtmaktadır. İç kısımda zengin bir süsleme görülmez. Burada dikkat çeken tek tezyinat, avlu geçidinin doğu-batı yönünde uzanan sivri beşik tonozun orta kısmında hafif kabartma olarak yapılmış altı kollu yıldız motifidir.

Ayrıca avlu geçidinin avluya bakan tarafında iki renkli taş kullanılarak iç mekana hareketlilik kazandırılmıştır.

TUZ HANI

Herhangi bir inşa kitabesi veya vakfiyesi yoktur. Ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Fakat eserin adı, Hicri 11’nci yüzyıla ait Antep Şer-i Mahkeme Sicillerinde ve Evliya Çelebi Seyahatnamesinde geçmektedir. Bu nedenle, Tuz Hanının 16. Yüzyılın sonlarında inşa edildiği düşünülmektedir.

Yapı, Osmanlı han mimarisine uygun tek avlulu, iki katlı hanlar gurubuna girer. Hanın işlevine uygun olarak, zemin kattaki mekanlar depo, ahır ve dükkan olarak, üst katta yer alan odalar ise yolcuların konaklaması için yapılmıştır. Hanın caddeye bakan cephesinde, doğrudan caddeye açılan dükkanlar bulunmaktadır.

Hanın ikinci katı, avluyu dört taraftan kuşatan revaklardan ve bunların arasına yerleştirilmiş odalardan meydana gelir. Hanın kuzeybatı köşesinde geniş bir alanı kaplayan ve yüksek kahve adıyla meşhur kahvehane bulunmaktadır. Han oldukça sade olup yalnızca kuzey cümle kapısı siyah ve beyaz taşlardan oluşturulmuştur. Hanın giriş kapısı dışındaki kısımlarda sarımtırak renkte küfeki  kesme taşı görülmektedir.

ŞİRE (BELEDİYE) HANI

Han, 1885-1886 yıllarında Halep Valisi Cemil Bey’in emriyle Kaymakam Rüstem Bey ve Belediye Reisi Mustafa Ağa tarafından Belediyenin imkanlarıyla yapılmıştır. Hanın mimarı Kirkor, nakkaşı ise Ali Efendi’nin oğlu Abbas’tır.

Yapı tek avlulu, iki katlı Osmanlı hanları gurubuna girer. Klasik Osmanlı han mimarisinin birçok özelliklerini üzerinde taşıyan eser, dikdörtgen planlıdır. Yapı, yolcu ve iş hanı olarak inşa edilmiştir. Zemin kattaki mekanlar dükkan, depo ve ahır olarak, üst katta bulunan odalar ise yolcuların ikamet etmesi için yapılmıştır.

Avlu, dört taraftan mekanlarla çevrelenmiş olup, güney kısmındaki hacimlerin arkasında doğu-batı yönünde iki sahın halinde uzanan ahır bölümü vardır. Avlunun ortasında ilk yapıldığı dönemlerde hanın su ihtiyacını karşılamak amacıyla bir kuyu varken, daha sonra bu kuyu kapatılarak avlu zeminden, iki basamak aşağıya inilerek ulaşılan şadırvan yapılmıştır.

Hanın üst katı doğu, batı ve kuzey taraftan kuşatılan revaklarla çevrelenmiştir. Gaziantep’te bulunan hanlar içinde tezyinat bakımından en çok dikkati çeken eser durumunda olup, bütün süslemeler üç adet anıtsal taç kapısı üzerinde toplanmıştır.

Büyük ölçüde korunmuş olan hanın, 2004 yılı restorasyon çalışmasından sonra özgün şekliyle korunması ve yaşatılması sağlanmıştır.

GÜMRÜK HANI

Han, 1873-1878 yılları arasında, Abdülhalik oğlu Hacı Ömer Efendi tarafından yaptırılmıştır. Hanın bugünkü sahibi Abdülhalik oğlu Hacı Ömer Ağa Vakfıdır.

Osmanlı han mimarisi içinde tek avlulu, iki katlı hanlar gurubuna giren yapı, düzgün olmayan dikdörtgen şeklinde bir plana sahiptir. Yolcu hanı olarak inşa edilen hanın, zemin katındaki mekanlar depo ve ahır, üst katta yer alan odalar ise yolcuların konaklaması için yapılmıştır.

Han arazi ölçülerine ve arazi yapısına göre şekillendirilmiştir. Zemin katta, sadece giriş cephesinde sokak ile bağlantılı dükkanlar bulunmaktadır. Avlu, zemin katta kuzey, güney ve batı taraflarda çeşitli mekanlarla, üst katta ise kuzey ve batıdan revaklarla, güney kısmından iki gözlü revak ve bir oda ile kuşatılmıştır.

Yapının orijinal kısımlarında sarımtırak renkte küfeki kesme taş kullanılmıştır.

IMG_9711
Gaziantep Dini ve ticari yapılar

DİNİ YAPILAR

Gaziantep dini mimari açısından zengindir. Toplam 178 dini yapıdan 144’ü yok olmuş ve günümüze sadece 34 tanesi ulaşmıştır. Bu yapılar mimari açıdan gösterişli olmamalarına karşın, sadece Gaziantep camilerinde görülen özellikler taşırlar.

ŞİRVANİ CAMİİ

İlk yapımının 14-15. Yüzyıllarda Dulkadiroğulları ve Memlüklüler dönemi olduğu düşünülmektedir. İki şerefeli minareyi sadece Osmanlı hanedanına bağlı kimselerin yaptırdığını söylenmekte, Osmanlılardan önce yapılmış olacağı düşünülmektedir. 1681 yılında, Şirvani Mehmet Efendi tarafından kapısının onarıldığı bilinmektedir.

1890 yılına ait fotoğraflarda, çokgen gövdesi üzerinde şerefelerini bir şemsiye şeklinde örten külahlarıyla Tekke Camine benzemekteyken, günümüzde sivri külahlı bir minaresi vardır. Bu minare, 1947 yılında yeniden yapılmış ve cami 1960 yılında tekrar onarım görmüştür. Kapısındaki dilimli ikiz kemer Gaziantep’teki tek örnektir. Raylar üzerinde hareket eden ve Gaziantep’e özgü hareketli mimber de Türk mimarisinde özel bir yer tutar.

HANDANİYE CAMİİ

Kitabesinden de anlaşılacağı üzere Handaniye Camii savaşta hasar görmüştür. Kıble tarafından giren top içeride patlamış ve caminin içini viraneye dönüştürmüştür. Bu sırada oradan geçmekte olan bir kadının ölmesi nedeniyle sokağa kadının adı verilerek “İlk Top Şehidi Habba” denilmiştir.

Zülkariye Beylerbeyi Mehmet Paşa’nın Kethüdası Abdullah oğlu Handan Ağa tarafından yaptırılmıştır. 1575, 1596 tarihleri arasında Hacı Abdullah tarafından yenilenmiş, minaresi ise oğlu Mustafa tarafından eklenmiştir. Taş işçiliğinin güzelliğiyle dikkati çeken caminin taç kapısı tamamen kündekaridir. Taç kapının hemen üzerinde yer alan ahşap müezzin mahfelinin altı son derece güzel bir ahşap işçiliği sergiler.

Ortasında yer alan mukarnaslı sarkıt, tek parça ahşaptan yapılmıştır. Siyah-beyaz taşlarla örülmüş mihrabın iki tarafında köşk denilen, duvar içinden çıkılan iki mimber vardır. Minarenin taş işçiliği özeldir. Şerefenin oturduğu kısmı oluşturan mukarnaslar yukarı doğru açılarak üçgen şeklini alır. Altından çini tabaklar sıralanır.

TAHTANİ CAMİİ

Yaptıranın kim olduğu bilinmeyen caminin yapım tarihiyle ilgili çelişkili bilgiler vardır. Evliya Çelebiye göre 1578 olan tarih, daha önceki şer-i sicil kayıtlarındaki bilgiler nedeniyle yanlıştır. 1558 yılındaki bir şer-i sicilinde camiden söz edilmektedir.

Ayrıca başka bir şer-i sicilinin tarihi 1580 yılıdır ve bu tarihte onarım görmüştür. Kitabelerden anlaşıldığı kadarıyla birkaç tamir daha görmüştür. 1790 yılında, 1805 yılında, 1958 yılında ve 1983 yılında. Eskiden düz damlı olan caminin üzeri sonradan kiremit kaplı kırma çatı olarak değiştirilmiştir.

Günümüzde yağlıboyayla iyice bozulan mihrabın nişinin çevresinde dikdörtgen bir çerçeve yer almıştır. Arada kalan köşe boşlukları Rumilerle süslenmiştir. Minberin göbeğinde sekizgen, gemici çarkına benzeyen, kafes tekniğiyle yapılmış, tahdın altındaki pano kelebek benzeri motiflerle doldurulmuştur.

Minarede yine özenli bir taş işçiliği görülür. Şemsiye külahlı şerefenin altı ince mukarnaslarla örülmüştür. Belli aralıklarla sarkıtlar yapılmış, bunların arasına on iki tane çini tabak yerleştirilmiştir. Şerefe korkulukları, on iki ayrı geometrik desenle yapılmıştır. Tüm bu özellikleriyle bölgenin karakteristik özelliklerini taşır durumdadır.

KARAGÖZ CAMİİ

1756 yılında meşhur Nuri Mehmet Paşa’nın dedesi ve Antep’in yerlisi olan Battal Ağa tarafından yapımına başlanan cami, 1758 yılında tamamlanır. Karagöz Cami, adını Halep ve Antep arasında yaşayan Beydili ve Eymürlü boyuna mensup “Karagözlü” adında bir Türkmen oymağından almıştır.

1137 tarihli şer-i mahkeme sicili kayıtlarında bu caminin yerinde, yine “Karagöz” adında bir mabet varmış. Eski mescit, Battal Ağa tarafından cami haline getirilmiş ve eski adıyla anılmaya devam etmiştir.

Kıbleye paralel, tek sahınlı, süslemesi az, küçük bir camidir. Batıdaki bir kapıdan alçak bir duvarla ikiye bölünmüş olan avluya geçilir. Avlunun camiye bakan cephesinde diğer Antep camilerinde de görülen renkli taş süslemeler vardır.

Mihrabında da süslemeye rastlanmaz. Sade, yuvarlak bir nişden oluşur. Ahşaptan yapılmış mimberi de sadece ve süslemesizdir.

Yakın zamanda 3 kez tamir edilen camide, 1967 yılında dış kaplamalar, 1973 yılında avlunun batı kapısı yenilenmiş, 1985 yılında iç duvarlar elden geçirilmiş ve mimberi şimdiki yerine yerleştirilerek ahşap rengini almıştır. Günümüzde düz beton tavanla örtülü olan son cemaat yerinin eskiden ahşap kirişler üzerine düz toprak damla örtülü olduğu düşünülmektedir.

Son cemaat yerinin batısında minare vardır. Dam seviyesine kadar kare, sonra çokgen gövdeli olarak devam eder. Minare korkuluğu değişik geometrik desenlerle kafes tekniğinde işlenmiştir ve panolardan oluşur. Abdülhamit resimlerinde görünmeyen minare, üzerindeki kurşun izlerine bakılarak 1900 ile 1920 yılları arasında yapılmış olabilir.

ALAÜDDEVLE CAMİİ

1480-1515 yılları arasında hüküm süren Dulkadirli Bey’i Alaüddevle Bozkurt Bey’in yaptırdığı cami adını yine Alaüddevle Bozkurt Bey’den alır. Halk arasında “Alidola” olarak da bilinir. Bu caminin mimarı bilinmiyor. Yeniden yaptırılan caminin mimarı ise Armenak, ustabaşısı Kirkor’dur. Alaüddevle Camii 1898 yılını takip eden yıllarda yıkılmış, daha sonra Antep’in ileri gelenleri yenisini yaptırmıştır.

HACI NASIR CAMİİ

1570 yılında mescit olarak yapılmış bina 1680 yılında bir minber konularak camiye dönüştürülmüştür. 1812 yılında da bugünkü haline getirilmiştir. Kurtuluş savaşı sırasında ciddi hasar görmüş olan cami 1923 yılında onarılmıştır. Külah kısmı yıkılan minare halkın kendi imkanlarıyla yeniden yapılmıştır.

Burmalı gövdesiyle bu minare Gaziantep’teki özel minarelerden birisidir. Siyah ve pembe kaplamalarla süslenmiş mihrabın iki yanında balkon şeklinde çıkıntılar vardır. Bu çıkıntılara duvar içinden birer merdivenle çıkılır.

Minber olanı kırmızı mermerden diğeri ahşaptan yapılmıştır. Gaziantep’teki en zengin kalem işlemelerine sahip mahfil günümüze kadar ulaşmıştır.

TEKKE CAMİİ VE KÜLLİYESİ VE MEVLEVİHANE

Aslen Türkmen Bey’i olan Sancak Bey’i Mustafa Ağa tarafından 1638 yılında yaptırılmıştır. Mevlevihane’nin semahanesi ve vakit namazlarının kılındığı cami bölümü, derviş odaları, şeyh evi ve bir çeşmeden oluşan külliyenin vakfiyesinde meyve bahçesi, boyahane, yirmi dükkan ve bir ahırdan söz edilir.

Tekke cami mimarisiyle tipik bir semahane özelliği taşımasına karşın, mutrip mahfili ve çile hücresi yoktur. Çok sade bir yapıdır. Giriş kapısında üç kenarda beşparmak desenlerinden oluşmuş bir silme vardır.

Bu desenler Gaziantep’teki tek örnektir. Kilit taşının üzerinde bir damla taşı, onun iki yanında etrafı ince siyah taşlarla sıralanmış kırmızı mermer pano vardır.

KURTULUŞ CAMİİ

1892 yılında kilise olarak inşa edilen ve daha sonra camiye dönüştürülen yapı, Tepebaşı mahallesindedir. Özgün mimari özelliklerini koruyan yapı, Gaziantep şehrinin en büyük camilerinden birisidir. Camide, köşeler ve pencere silmeleri, yöresel siyah ve beyaz taştan yapılmıştır.

Dikdörtgen planlı, haç biçimindeki caminin içi, mihraba dik sütunlarla üç sahaya ayrılmıştır. Haçın kolları dıştan alınlık şeklinde, içten de çapraz tonozlarla örülmüştür. Ana mekanın ortası yuvarlak, kasnaklı, oldukça yüksek kubbelidir.

Kesme taştan yapılan duvarlar üzerinde ilk iki sırada sivri kemerli, üst sırada da yuvarlak pencereler vardır. Yapının üzeri kırma bir çatı ile örtülmüştür. Sonradan eklenen minare, kare biçiminde kaide üzerinde yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir.

ÖMERİYE CAMİİ

Düğmeci mahallesindedir. Antep şehrinin en eski camisidir. 1210 yılında tamir geçirdiği, kayıtlarda yazılıdır. Caminin kimin tarafından yapıldığı tam olarak bilinmemekle birlikte Halife Hz Ömer zamanında yapıldığı ya da Hz Ömer’in kızından olma torunu Emevi Halifesi Ömer Bin Abdülaziz tarafından yaptırıldığı söylenmektedir.

Caminin taç kapısı ve mihrabı ak-kara taşla örülmüştür. Minare şerefesinin korkuluklarında, oyma taş işçiliğinin en güzel örnekleri görülür. Hatta minarenin bedeninde Antep savunmasının dehşetli günlerinden kalma, mermi ve şarapnel parçalarının izlerini görmek mümkündür.

Halk arasında anlatılan bir rivayete göre, bu cami, her yıl tabana doğru çökmekte ve toprağa gömülmektedir. Tamamen battığı zaman, kıyametin kopacağı söylentileri vardır.