Eskişehir Sivrihisar Pessinus: 17 Mayıs 2019 tarihinde, Pessius denilen ve bir zamanların ihtişamlı şehrinin kalıntılarını görmeye gittim.
Yorumlarımı ve buranın son durumunu, yazının sonunda yazdım. Lütfen yazıyı baştan sona okuyun ve en son bölümdeki en yeni eklentilerimi görün.
ULAŞIM
Sivrihisar; Ankara’ya 153 km. ve Eskişehir’e ise 97 km. uzaklıktadır. Ankara-Eskişehir-Afyonkarahisar kara yolunun tam kesişim noktasında, 16 km. içeride. Buraya yaklaştığınızda; çok uzaklardan, ufuktaki güneş dağının silüetini görmeniz mümkün.
GENEL
Eskişehir Sivrihisar Pessinus; İlçe; Güneş dağına ait bir tepenin eteklerinde kurulmuş. Ünlü kral yolunun üzerinde bulunması nedeniyle, antik dönemde, önemli bir ticaret merkezi olmuş. Ama; o zamanlar yerleşim yeri, burada değil, daha güneyde, şehrinde imiş.
PESSİNUS ŞEHRİ
Eskişehir Sivrihisar Pessinus: Bu antik kent kalıntıları; halen yerleşim yeri olan İlçenin 16 km. güneyinde. Ankara-Eskişehir kara yolundan ayrıldıktan sonra, tabelalar yardımı ile buraya ulaşmak mümkün. Yani: tanıtıcı tabelalar yeterli sayıda. Yani, ulaşımda sorun yok, zaten yol da kötü değil. Ana yoldan saptıktan sonra, yaklaşık 13 km. gittikten sonra ki, yol pek kötü değil, en azından asfalt, Pessinus şehrinin bulunduğu yere ulaşıyorsunuz.
Bir vadi üzerinde. Bugün, bu antik kalıntıların hemen yanında ve hatta büyük bölümünün üstünde, bir köy görülüyor. Ballıhisar köyü. Ama, en ilginç olanı: ben buraya gittiğimde, saat 12 idi ve tamamen ıssız bir köy ile karşılaştım. Saatlerce, köy sokaklarında hiçbir canlı varlık göremedim. İnanın, köy yerinde genellikle bulunan köpekler bile yoktu. Niye bunları yazıyorum, çünkü, herhangi bir şey soracak, bir bardak su isteyecek bir canlı görememek garip. Yani, bir anlamda, köy terkedilmiş gibi.
Öte yandan, neden buranın Sit alanı ilan edilmediğini anlamak mümkün değil. Veya Sit alanı ilan edildi ise, bu köyün burana ne işi var. Köyün birçok evinin yapı veya bahçe duvarlarında, antik döneme ait taşlar kullanılmış. Bunları rahatlıkla görebiliyor ve turizm adına üzülüyorsunuz.
Neden bu bir zamanların muhteşem şehrinin kalıntıları üzerine, böyle bir köy yerleşimine izin verilir. Veya bırakın izin vermeyi, niye sonradan buranın kamulaştırması yapılmaz, kamulaştırın, köyü taşıyın birkaç kilometre uzağa ne fark edecek, inanın hiç bir şey fark etmez. Çünkü, bu köyün burada olmasının hiçbir anlamı yok, çevrede birçok köy var, hepsi bir antik şehir üzerine kurulmamış ki, burası niye.
Köyün içinde gezerken, orta bölümde bir küçük bölüm var. Burada: antik döneme ait taşları rahatlıkla görebiliyorsunuz, çok az kısmı toprağın üstünde ve büyük kısmı ve hatta belirsiz kısmı toprağın hemen altında. Bu tür büyük taş blokları birçok yerde görülüyor. Ama en ilgimi çeken ne oldu biliyor musunuz?
Eskişehir Sivrihisar Pessinus: Köyün hemen ortasında, birkaç tabela var. Bu tabelalarda: Kazı evi olarak belirtilen bölüm. Kazı evine doğru gidiyorum. Kapısında kötü bir tabela ve “Melbourne Üniversitesi Kazı Ekibi” yazısı görülüyor. İnanılır gibi değil, taaaa Avustralya denilen ülkeden gelip, Pessinus antik kentimizi kazıyorlar, yok mu ülkemde arkeolog desem, kesin denilecek ki, bu tür sponsorlu kazılar her yerde var.
Evet, bu kazı evini görünce bir şeyler, bir bilgi alabileceğim kişiler bulurum ümidi ile yaklaşıyorum, ama ne mümkün. Bahçesinde birçok tarihi kalıntı bulunan bu kazı evinde, hiç kimsecikler yok, yalnızca bir levha, bahçeye girmek yasaktır. Çünkü, bahçede birçok kalıntı bulunuyor.
Ama insan yok, bilgi alabilecek ne bir kazı ekibinden insan ne de köyden bir insan yok. Çok ilginç. İnsan olmadığı gibi, bölgeyi tanıtıcı, ziyaretçinin gezmesini sağlayabilecek bir tabela, yol gösterici veya tanıtıcı bir tabela da yok. Sanki: buraya kimsenin gelmesi istenmiyor.
Çünkü giderseniz, inanın gezebilmeniz, ortaya çıkarılmış kalıntıları görebilmeniz mümkün değil. Kazı alanı diye bir kötü tabelayı rastlantı sonucu görüyorum ve oraya yöneliyorum ve biraz sonra, özel aracım ile giremeyeceğim darlıkta bir yerle karşılaşıyor ve geri dönmek zorunda kalıyorum.
Neyse; sonuç olarak, ben size, buranın tarihi süreçteki öneminden söz etmek istiyorum ki, gerçekten bir zamanlar, burada muhteşem ihtişamlı bir şehir bulunuyormuş.
Antik kentin kuruluşu, Frig kralı Midas zamanına kadar gidiyor. Ancak; burada görülen ana tanrıça Kybele kültürünün, Anadolu’da çok daha eskilere gittiği, yani Hititlilere kadar gittiği bilinen bir gerçek. Bu nedenle; Frigyalılardan önceki dönemlerde, Hititliler döneminde de, burada bir yerleşim olduğu tahmin ediliyor. Evet, kent uzun süre, Bergama krallarının egemenliği altında kalır. MÖ.25 yılında ise, kentte Roma egemenliği görülür.
Eskişehir Sivrihisar Pessinus: Antik kral yolu burada geçer. Bunun sonucu olarak, özellikle ticarette büyük gelişmeler yaşanır. Özellikle, son dönemde, yani Romalılar döneminde, kentte çok büyük gelişmeler yaşanır. Bunun sonucu olarak, kent, kendi adına para bile bastırır. Birçok mimari yapı yapılır.
Şehrin içinden geçen su kanalı mermerler ile onartılır. İki yanı heykellerle süslenir. Hatta; şehrin iç kısmındaki kanal, tamamen mermer döşenerek, içine, merdivenle inilen bir havuz havasına bürünür. Günümüzde bu kanalın izlerini görebiliyorsunuz. Kanalı oluşturan kenar bölümlerdeki taşların veya mermerlerin küçük kısmı toprak üstünde görülebiliyor, kim bilir toprak altında neler var.
Takip eden, Bizans döneminde ise; eski yapılar sökülür, basit iskan malzemesi olarak kullanılır. Muhteşem sanat eserleri kırılarak, temellere, yapı malzemesi sağlanır.
Evet, tarihi süreç içinde; bu yaşananlar, elbette her antik kentte yaşanabilecek ve olabilecek hususlar. Ama; antik dönemlerde, buraya has bir özellik çok daha ön plana çıkıyor. Burada; Kybele ve Attis adına dini ayinler düzenleniyor ve bu özellik ön plana çıkarak, buraya birçok insan akıyor. İsterseniz, Kybele ve Attis hakkında, bunların ortaya çıkışı ve özellikleri hakkında, biraz bilgi vereyim.
Kybele; ana tanrıçadır. Anadolu’da yaşamış birçok toplum, onu değişik isimler altında, ana tanrıça olarak kabul etmişler ve tapınmışlar. Kybele ismi, Fransızcadan gelmekte olup, Türkçe ismi; Sibel olarak geçer. Anadolu’da ele geçen heykellerinin bir kısmının başında; kuleye benzer, yüksek bir taç vardır.
Bu taç; onun, kentlerin ve tarımsal ürünlerin tek egemeni olduğunu gösterir. Aynı zamanda, genç kızların da koruyucusudur. Yontularında hep, dolgun bir kadın gibi yapılır, çünkü her an doğurmaya hazır olarak düşünülmektedir.
Eskişehir Sivrihisar Pessinus; onun adına tapınaklar yaparlar ve törenler, ayinler düzenlerler.
Evet; kentin, antik dönemdeki yaşamı ile ilgili bilgileri aktarmaya devam ediyorum. Kent; Bergama krallığı döneminde, rahipler tarafından yönetilir. Gerek Frigler ve gerekse onlardan sonra gelen Galatların bölgeye egemen oldukları dönemlerde bile, burası yine rahipler tarafından yönetilen, sanki bugünün Vatikan’ı gibi, dinsel bir devlet statüsündedir. Yani, yönetim olarak bağımsız bir kent, rahipler devleti. Daha doğrusu, rahip kenti.
Burada, önemli bir geliri bulunan ve ana tanrıça Kybele adına yapılmış büyük bir tapınak bulunmaktadır. Mimari stil olarak, MS.1 nci yüzyıla tarihleniyor. Bu tapınağın: dar kenarında 6 ve uzun kenarında 11 sütun bulunur. Yani: tapınağın çevresi, sütunlarla çevrilidir.
Tapınağın hemen yanında ise, antik yunan tiyatrosunda seyircilerin oturdukları kısım gibi bir yapı, burada da var. Bu nedenle, buranın tapınak-tiyatro olduğu varsayılmış. Tiyatrodan günümüze hiçbir şey kalmamış olması da yorumları etkiliyor. Yalnızca, yaslandığı yamaç üzerinde bir kısım kalıntı kalmış. Bütün parçaları sökülerek, yeni yapılan inşaatlar için, malzeme olarak kullanılmış.
Amasyalı coğrafyacı Strabon, burası hakkında şunları söyler: ” kent, dünyanın o kısmındaki en büyük ticaret merkezi. Büyük saygı gören tanrılar anasına dikilmiş tapınak burada. Ona; “Agdistis” diyorlar. Eski devirde, rahipler aynı zamanda hükümdardı ve rahiplerin sağladığı nimetleri, onlar biçiyorlardı.
Eskişehir Sivrihisar Pessinus: Fakat, şimdi, ticaret merkezi hala ayakta olduğu halde, rahiplerin yetkileri çok azalmış. Kutsal bölge, kutsal yere yakışacak şekilde; bir tapınak ve beyaz mermerlerden yapılmış çatısı sütunlarla taşınan, önü açık sundurma eklenmiş. Romalılar, Kybele’nin kehaneti doğrultusunda, oradaki tanrıçanın yontusunu almak üzere girişimde bulunarak, tapınağı ünlü kılmışlar.”
Bu tapınakta, birçok rahip yanında, iki rahip yönetici olarak ön plana çıkıyor. Biri; tanrıçanın sevgilisi Attis adını taşıyor. Diğeri ise, yabancı olması gerekiyor. (yani Galatlı) Her iki rahibin ortak noktası ise, Attis anısına, hadım olmaları.
Her yıl; 22 Mart tarihinde, bu rahiplerin önderliğinde, antik kentte 3 gün 3 gece süren ayin ve şenlikler düzenleniyor. Bu ayinin temel felsefesi ise şöyle:
Ana tanrıça, kent yakınlarında koyunlarını otlatmakta olan, Attis adında, çok güzel bir delikanlıya aşık olur. Kybele; kendi tapınağının bakımını, bu Frig’yalı gence emanet eder.
Ama, bir koşulu vardır. Attis, tanrıçaya, bakir kalma sözü verir ve bu sözünden asla dönmeyecektir. Derken, zamanla, Attis, tanrıçaya verdiği sözü unutur ve bir ölümlüye aşık olur. Düğün zamanı gelir, tören sırasında, konuklar arasına tanrıça Kybele de katılır.
Ama, Attis tanrıçayı görür ve verdiği sözü hatırlar, derin bir vicdan azabı duyar ve bu bunalım sonucu erkeklik organını keser ve ölür. Ama; tanrıça, Attis’in sevgilisine acır ve onu bir çam ağacına dönüştürür. Bu arada; ana tanrıça Kybele, Attis’i hep yaşatmak adına, çam ağacını hep canlı tutmaktadır.
Yani; biliyorsunuz ki, çam ağacı, hiçbir mevsimde yapraklarını dökmez, hep yeşil kalır. Evet; antik dönemde, her yıl, 22 Mart tarihinde, Attis’in dirilişi, yaşatılması şenlikleri düzenlenir.
Bu ayinde; tanrıça, gökten düştüğüne inanılan, şekilsiz, kaya bir taşla temsil edilir. Ortada bir çam ağacı, çevresinde rahip adayları toplanır. Töreni yöneten rahip ve tapınağın diğer rahipleri; Frigyalı çalgıcılar tarafından çalınan coşturucu müzikle dans etmeye başlar.
Bunlar; saçları dağınık, kadın gibi giyinmiş ve kadın davranışları içinde, yas işareti olarak göğüslerine vuran, çam kozalaklarıyla ( çam kozalakları Attis’i simgelemektedir) kan çıkıncaya kadar vücutlarını yaralarlar.
Baş rahip ise; kolunu ve omuzunu bıçakla keser, süslü kırbacı ile vücudunu yırtar, kan damlalarını çam ağacının üzerine serper.
Gerek bu müzik ve gerekse kontsantrasyon ile kendinden geçen rahipler, izleyici rahip adayları üzerinde, büyük etki kurarlar. Dans ederken, toprak anadan güç almak adına, ara sıra da elleriyle yere dokunurlar. Çalgıcılar iyice coşar, rahipler ile halk iyice kendini yaralar, hırpalar.
Derken, kendilerinden geçen izleyicilerden bir kısmı; bazen ortaya çıkar ve daha önce hazırlanarak yerlere bırakılmış taş bıçakları kaparlar ve kendilerini hadım ederler. Böylece: ana tanrıça ile birleştiklerini değerlendirler.
Daha sonra ise, özgürlüğün simgesi olan, Frigya başlığı giymeye hak kazanırlar. Bunlara; “gall” ismi verilir.
Efsanenin bu bölümü elbette hoş değil. Ama, ismi üstünde efsane. Evet, devam ediyoruz. Kesilen parçalar, bezlere sarılıp, büyük bir saygıyla, tanrıçaya ayrılan yer altı hücresine, toprak tabana gömülür. Bunun, toprağın verimini arttıracağına inanılır.
Cinsel organları kesilen kişiler ise, rahip olurlar. Evet: insanların kendilerine veya çevrelerine zarar vermeleri asla hoş ve onaylanacak bir davranış değil. Ama; ben burada ayrıntılı ve kişisel yoruma girmek istemiyorum. Bu anlatılanlar; ne kadar saçma gelse de, bir zamanlar yaşanmış olaylar.
Evet: 25 Mart tarihinde, Attis, mezarda geçirdiği son geceden sonra, birdenbire, büyük rahibin ışıkları yaktırmasıyla dirilir. Bu sırada; çocuklar ve beyaz giysi giymiş genç kızlar, dans ederler, sevinç son haddine varır.
Artık, yas giysileri giyilmez. Herkes, kendine, aklına estiği gibi bir kişilik yaratır. Hatta, kendisine, hayvan maskesi takanlar ve buna göre davrananlar olur ve bunlar, kalabalık içinde kaynaşırlar. Yılda bir kez de olsa, insanlar tarafından, en kötü kompleksleri ortaya dökülür.
Evet; ana tanrıça Kybele’nin manevi gücü, zamanla Romalıların dikkatini çeker. Hatta, ona sahiplenmek isterler. Gerçekten, tapınaktaki tanrıçayı simgeleyen taş; Romalıların Kartacalılar karşısında yenilgiye uğraması sonucu; Sibil Kehanet Kitabında yazılı olduğu üzere” İtalya, bir istilaya uğradığında, düşmanı yenmek için İda anasını, Pessinos’tan Roma’ya getirmek gerekir ” şeklindeki bir kehanet nedeniyle; MÖ.205 yılında; Roma Senatosunun devreye girmesiyle, Bergama kralı I. Attolos’un yardımıyla, yerinden alınarak, Roma’ya taşınmıştır.
Ama nasıl taşınma? Gemi Roma’ya varırken, Tiber nehri üzerinde, karaya oturur. Bütün uğraşlara rağmen kurtarılamaz. O sırada, tanrıçadan bir ses yükselir. Ancak, ” kirletilmemiş eller sokabilecektir kendisini kente ”
Bunu duyan; Cladia Quinto adındaki bir genç kız, belindeki kemeri çözer ve gemiye bağlar, çeke çeke gemiyi Roma’ya getirir. Bu kız, iftiraya uğramış bir vesta rahibesidir. Koca gemiyi tek başına çekerek de suçsuzluğunu kanıtlamış olur. Evet: ana tanrıça, sonunda Roma’ya ulaşır.
Palatinus tepesine yerleştirilir. 12 yıl sonra ise, burada, kendisi için bir tapınak yaptırılır. Ayrıca; Roma’da her yıl bir Frigyalı kadın ve erkek rahip, tanrıçayı kentte gezdirerek, bağış toplarlar. Sonraki fasıla bilinmiyor. Ama, bilinen şu ki, Romalılar Kartacalıları yenerler ve tarih sahnesinden silerler.
Artık, bu sonuçta tanrıçanın etkisi varmı yokmu bilinmez? Bu arada; ana tanrıça kültü Roma’ya taşınınca, Pessios kutsal alanına yapılan ziyaretler bir süre devam eder. Ancak; zamanla kentin önemi yok olmaya başlar. MS.800 yıllarına rastlayan bu devirden sonra, bölgede, Justiniapolis (Sivrihisar) öne çıkar ve bölgede üstünlüğü ele geçirir.
Evet, buranın değişik bir hikayesi var. Antik dönemde, çok önemli bir dini merkezmiş. Günümüzde ise, Ballıhisar köyünün hayvanlarının otladığı ve gezindiği bir mesire yeri. Tezek kokusu yoğun. Yazının başında belirttiğim gibi: tek bir canlı göremiyorsunuz. Ballıhisar köylüleri neden burada otururlar, ikamet ederler pek anlamlı değil, yani, buranın kamulaştırılıp, köyün birkaç kilometre öteye taşınması çok zor olmasa gerek.
Ama ülkemde tarihi yerlere taş gözüyle bakıldıkça, sanırım bura ne kadar önemli olursa olsun, önemi anlaşılamaz. Hani bir zamanlar, tarihi kalıntıları Avrupa aristokratlarına hediye eden Padişahlar olması gayet normaldi, günümüzde ise, bu durum “ilgisizlik” ile kendisini gösteriyor.
Sonuç olarak: size anlatmak istediğim hikayeleri okuduğunuzda, inanıyorum ki, bir zamanların uzun süre yerleşim görmüş bu muhteşem şehrinin kalıntılarını görmek isteyeceksiniz. Özellikle, Ankara’nın hemen yakınında bulunması ve ulaşım sorunu bulunmaması büyük kolaylık.
Ancak: buraya giderseniz, yukarıda sözünü ettiğim eserlerin, kalıntıların hiçbirini göremeden geri döneceksiniz. Çünkü: ne bir bilen, ne bir tabela, ne bir açıklayıcı düzen kurulmamış. Özellikle: Frigler döneminde, büyük bir dini merkez olarak kabul edilip, insanlar tarafından ziyaret edilen bu şehir kalıntıları: maalesef hakkettiği önemi ve değeri bulamamış.
Bence: şu an için buraya gitmeyin, görebileceğiniz hiçbir şey yok. Sadece sinir bozukluğu ile geri dönersiniz. Aynen benim yaşadığım gibi.