Öncelikle: Çanakkale deniz zaferlerinin, büyük direnişin ve zaferin: 100. yılını kutlarken, bu uğurda canını düşünmeden ortaya koyan başta ulu önder Mustafa Kemal Atatürk ve diğer tüm şehitlerimizi saygı ve rahmetle anıyorum.
Unutmayın ki; Gelibolu yarımadasında, çatışmaların yaşandığı yerleri gezerken bastığınız yere dikkat etmelisiniz, çünkü: o toprakları biraz eşelediğinizde büyük olasılıkla insan kemiklerine rastlayabilmek mümkündür. Yani, bölgede görülen mezarların çoğu semboliktir, insanlar şehit olduklarında çoğu kez bulundukları yere defnedilmişlerdir.
Evet: şimdi gelelim gezimize
Gelibolu yöresine birçok kez gittim. Hatta, bir seferinde, gittiğimde, eğitim-staj amaçlı olarak, yaklaşık 40 gün kaldım. Elbette, bu sürede, burada birçok anılarım oldu. Özellikle: kıyıda balık tutarken, deniz üzerinde uçarak yüzen kanatlı balıkları unutamam.
Yine; denizde yüzerken, akıntıya kapılıp kıyıdan hızla uzaklaştığımı hissetmem ve büyük bir güçle kıyıya doğru yüzmem, yine kötü bir anı olarak hafızama işlenmiş. Tüm bunların yanında: merkezdeki kafeterya ve çay bahçelerindeki güzel anılar, ilçenin birçok yerinde bulunan türbeler ve özellikle bayraklı baba türbesindeki bayraklar unutulamaz.
Sonuçta: güzel ve modern bir yer. Burada: gayet güzel zaman geçirebilirsiniz. Zaten, tarihi Milli Park, başlı başına bir hazine.
ULAŞIM
Gelibolu, Çanakkale arası uzaklık: 50 km. Gelibolu-İstanbul arası uzaklık: 290 km. Gelibolu-İzmir arası uzaklık: 355 km. Gelibolu-Truva arası uzaklık: 70 km. Gelibolu-Gelibolu yarımadası Tarihi Milli Park arası uzaklık: 30 km. Gelibolu-Abide arası uzaklık: 45 km. Gelibolu-Keşan arası uzaklık; 70 km. Gelibolu-Bursa arası uzaklık: 231 km. Gelibolu-Edirne arası uzaklık: 178 km.
TARİH
Gelibolu’nun kelime anlamı: iyi ve güzel şehir. Eski ismi ise: Galli Polis.
Yörenin tarihi hakkındaki yazılı kaynaklardan elde edilen ilk bilgiler: MÖ.1200 yıllarında, Hititler parçalanınca, Frigler ve onları izleyen Lidyalılar: Avrupa’dan Anadolu’ya geçerken, burayı kullanmışlardır. Takip eden tarihi süreçte ise, burada birçok uygarlık, hakimiyet kurmuştur.
Roma döneminde ise, burada bir kale kurulmuştur. Bizans döneminde: Gotlar ve Hunların saldırıları görülür. Bu dönemlerde: Gelibolu kalesi: önemli bir liman ve ticaret merkezi haline gelir. Haçlılar; buradan geçerek Anadolu’ya ulaşırlar. 1204 yılında bölgede Latin istilası görülür.
Bizans’ın son dönemlerinde ise: Orhan Bey oğlu Süleyman Bey komutasındaki Osmanlı güçleri: yöreye gelirler.
Çimbihisar: Süleyman Paşa’ya, üs olarak verilir. Burası: Osmanlılar için, uzun yıllar bir dayanak noktası olarak kullanılır. 1354 yılında ise, Gelibolu, tamamen Osmanlıların hakimiyetine girer ve İstanbul’un fethine kadar da, bir askeri deniz üssü olarak kullanılır.
İstanbul’un fethinden sonra ise, Gelibolu: bir sancak ve sancak merkezi olur. Osmanlı ordusunun başındaki Kaptan-ı Derya: burayı merkez edinir.
1915 yılında ise, Çanakkale muharebelerinde, yöre bombalanır ve büyük tahribatlar oluşur. 1920 tarihinde, Yunanlılar tarafından işgal edilen ilçe, 1922 yılında, işgalden kurtarılır. Cumhuriyet dönemi başında vilayet merkezi olmasına rağmen, 1926 yılında, ilçe merkezine dönüştürülmüştür.
GENEL
Gelibolu yarımadası: Çanakkale boğazı ve Saroz körfezi arasında, güneye doğru genişleyerek uzanır. Avrupa kıtasının, güneydoğusundaki son kara parçasıdır. Kuzeyde, 5 km. lik Bolayır kıstağı ile, Trakya’ya bağlanır.
Gelibolu, özellikle 2008 yılında büyük orman yangınlarıyla ülkemizin gündemine oturmuş bir yer.
Gelibolu isminin nereden geldiği hakkında, yukarıda tarihi kayıtları inceledik. Ancak, buranın isminin esas temelinin “Yelibol” olmasından kaynaklandığı söylenir. Çünkü: burada, sürekli rüzgar eser ve hiç bitmez. İnanın, burada bulunduğunuzda şaşıracaksınız belki ama, buranın rüzgarı yani yeli hiç bitmez ve belki de sırf bu yüzden, buraya “Yelibol” yani “Gelibolu” denilmiştir. Bu rüzgarlı hava, dikkat etmeseniz, beş dakikada sizi, nezle yapabilir.
Turizm denilince, yörede en etkili yabancı turizm: Çanakkale savaşları nedeniyle, her yıl yöreye gelen Avustralyalı ve Yeni Zelanda’lı turistlerden oluşuyor. Bunun dışında, yöreye gelen yabancı turist yok. İç turizm hareketli ve özellikle Çanakkale savaşlarının yapıldığı tarihlerde, iç turizm hareketleniyor.
Ünlü Osmanlı denizcisi Piri Reis: Geliboluludur ve bu nedenle: Liman meydanında ve sahil bandında, iki tane heykeli bulunmaktadır. Hani bu heykelleri gördüğünüzde, Piri Reis’in Gelibolulu olduğunu hatırlamalısınız. Ayrıca: Gelibolu kalesinin içinde, Piri Reis adına bir müze oluşturulmuştur.
Gelibolu denilince, burada bulunan askeri tesislerin ve askerlerin yoğunluğu da öne çıkıyor. Burada: büyük bir askeri birlik ve buna bağlı olarak: Orduevi, kamp, lojmanlar ve bunun gibi birçok askeri tesis var. Yani: Gelibolu’da bulunduğunuz sürede, mutlaka askeri tesisler ve askeri şahıslar görebilirsiniz.
NE YENİR
Gelibolu yöresinde, yöresel bir lezzet olarak tek önerim: Sardalya kebabı, yani “bokluca kebap”. Sardalya balığı: hiç temizlenmeden, denizden çıktığı gibi, kömür üzerinde pişirilir ve yenir. Balığın içi, yenirken temizlenir. Bu güzel lezzetin yanında: Peynir helvası deneyebilirsiniz. Ama, öğrendiğime göre, son yıllarda sardalya balığı gittikçe azalmakta imiş. Balık bulamasanız, mutlaka ve mutlaka peynir helvasından tadın.
GEZİLECEK YERLER
BÜYÜK CAMİ
İlçe merkezindedir.
1358 yılında, Rumeli Fatihi Gazi Süleyman Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bu yüzden: Süleyman Paşa Camisi olarak da bilinir. Gelibolu yöresinde: Osmanlılardan günümüze kalan nadir eserlerden biridir. Ayrıca: Avrupa topraklarında inşa edilen ilk cami ve türünün tek örneğidir.
Yapı: dikdörtgen planlı olup, dış duvarları taştır. 3 girişi bulunmaktadır. Mermer mihrabın altında; altın yaldızla yazılmış bir yazıt var. Minaresi: tek şerefelidir ve motiflerle süslenmiştir. Ancak; 1975 yılındaki depremde hasar görmüştür. Şerefesinden yukarı bölümü, yeniden yapılmıştır. Ancak, takip eden dönemlerde, minare de, 25 derecelik bir eğim tespit edilmiş ve bunun üzerine, 2006 yılında, kaide kısmına kadar sökülerek, yeniden inşa edilmiş, ancak orijinalliği bozulmuştur.
110 cm. kalınlığındaki duvarlar, caminin kışın ılık ve yazın serin olmasını sağlamıştır. Caminin tavanında bulunan ahşap işlemeler: altın varakla işlenmiş olup, orijinalliğini muhafaza etmektedir.
Yapı: 1676 ve 1889 ve son olarak 2006 yıllarında onarım görmüştür.
YAZICIZADE MEHMET EFENDİ TÜRBESİ
Bunlar: 2 kardeştir ve Gelibolu’da yaşamışlar ve birçok eser yazmışlardır. Yazıcızade Mehmet Efendi’nin mezarı: Hamzakoy yöresinde, Keşan caddesi üzerindedir. Bu mescit: üstü açık tek sandukalı bir yapıdır.
Yazıcızade Mehmet Efendi: 1449 yılında, Gelibolu’da yazdığı “Muhammediye” isimli kitabı ile tanınır. Kitap: Feneraltı mevkiinde bulunan Çilehanede, 7 yılda yazılmıştır. Ayrıca, o dönemde, el yazısı ile en çok çoğaltılan eser unvanı kazanmıştır.
Bu nedenle: Evliya Çelebiye göre: Muhammediye, binlerce kişi tarafından ezbere bilinir ve okunurmuş. II. Dünya Savaşında: Gelibolu’nun stratejik konumu dikkate alınarak, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, abanoz bir kutu içinde saklanan bu kitap; yerinden yani türbeden alınarak, Ankara’ya götürülür.
Ancak: bu güzel kitabın yazarı, kitabın baş sayfasında “bu kitap, Gelibolu’dan dışarıya çıkarılmasın” diye yazmıştır. Yani: Yazıcızade Mehmet Efendi, türbesini ziyarete gelenlerin, yanı başındaki bu kitabı da görmelerini vasiyet etmiştir. Evet: 1449 yılında yazılan, 330 sahife ve 25.4×16.1 cm. boyutlarındaki, kahverengi meşin ciltli bu kitap, halen Ankara’da imiş.
Kardeşi: Ahmedi Sincan’ın mezarı ise: buna 50 metre uzaklıkta, caddenin karşısındadır. Burası: Sultan II. Murat döneminden kalma, tek kubbeli ve revaklı bir yapıdır.
GAZİ SÜLEYMAN PAŞA TÜRBESİ
Bolayır bölgesinde, Saroz körfezinde, denize bakan bir tepe üzerindedir. Süleyman Gazi: bildiğiniz gibi, 1356 yılında, Rumeli’ye ilk geçen Osmanlı komutanı olarak biliniyor. Ancak, genç yaşta, 43 yaşında, bir av sırasında, atından düşerek hayatını kaybetmiştir. Vasiyeti üzerine buraya gömülmüştür.
Türbede: 1549 tarihli bir onarım yazıtı var. Duvarlar: kalın kesme taş ve tuğla sıralıdır. Kubbenin kasnağında: 4 pencere görülmektedir. Kabir: 30 cm. lik bir seki üzerindedir ve ince levha mermerle kaplanmıştır. Burada ilginç ve doğruluğu teyit edilemeyen bir durum var.
Süleyman Paşa’nın ayak ucunda: kendisiyle birlikte ölen atı da gömülüdür. Kabirlerin çevresinde: pirinç parmaklıklar var. Süleyman Paşa’nın uzun süre bu türbede muhafaza edilen sırmalı kavuğu: İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesine ve oradan da, Topkapı Müzesine nakledilmiştir.
Evet, bu yapı, Avrupa kıtasındaki en eski Osmanlı eseri olarak öne çıkıyor.
NAMIK KEMAL MEZARI
Namık Kemal: 9 Temmuz 1872 tarihinde, Gelibolu’ya, mutasarrıf olarak atanmış ve 5.5 ay bu görevde kalmıştır.
Bolayır bölgesinde, Süleyman Paşa türbesinin bahçesindedir. Beyaz mermerden, sade bir mezar. Namık Kemal, vasiyeti üzerine, buraya gömülmüştür. Mezarın projesini: Tevfik Fikret çizmiş ve mezarı Sultan II. Abdülhamit yaptırmıştır.
SİNAN PAŞA TÜRBESİ
Hamzakoy mevkiinde: askeri plaj ve gazino tesislerinin arkasındadır.
II. Beyazıt’ın damadı olan Kaptan-ı Derya Damat Sinan Paşa ve eşi Ayşe Sultan; buraya gömülmüştür. Türbenin yüksekliği: 10 metredir. Sekiz köşelidir. Türbe yapısının: 1211 yılında, III. Selim ve 1247 yılında, II. Mehmet tarafından onarımı yaptırılmıştır.
SARUCA PAŞA TÜRBESİ
Saruca Paşa: Yıldırım Beyazıt zamanında, Gelibolu’da, Kaptan-ı Deryalık yapmıştır. 1391 yılında ise, Gelibolu Tersanesini yaptırmış, Gelibolu kalesini onarttırmış ve limanı temizletmiştir. Dış limanın girişine ise, 2 katlı kuleler yaptırmıştır. 3 katlı zincir ile, limanın ağzını kapattırmıştır.
Ayrıca: kendi adına, Gelibolu’nun en büyük hamamı olan “Saruca Paşa Hamamını” yaptırmıştır. Osmanlıda pek çok savaşa katılan, bir süre gözden düşmesini takiben, II. Murat döneminde, tekrar Gelibolu kalesi komutanlığına yükselen, bu zatın türbesi: İlçe merkezinde, Fransız mezarlığının hemen altında, Hamzakoy bölgesine bakan yamaçtadır. 1456 yılında vefat etmiştir.
Türbe: altı köşeli ve bakımlıdır. Eğimli bir alana kurulmuştur. Türbenin kubbesi yıkılınca, üzeri çatı ile örtülmüştür. Günümüzdeki görünümü: özgün hali değildir.
AZAPLAR NAMAZGAHI
İlçe merkezinde, Fener Meydanında, Boğaza ve Marmara’ya karşı bulunmaktadır. 1407 yılında yaptırılmıştır. Yapılış amacı: sefere çıkan, deniz tüfekçi erleri içindir. Bunlar yani Azaplar: sefere çıkacakları zaman, topluca, burada namaz kılarlarmış.
12,5X10 metre ölçülerindedir. Yani, bu tür yapıların en büyüğü olarak biliniyor.
Üstü açık, iki minberi, mermerden mihrabı bulunmaktadır. Mihrabın yanlarında: süslü pencereler, dilimli ve rumi süslemeli kapısı var. Özellikle: kapı ilginç. Kapının: Ladikli Süleyman oğlu Aşık tarafından yaptırıldığı biliniyor.
GELİBOLU MEVLEVİHANESİ
Askeri hastanenin bulunduğu alandadır. Dünyanın en büyük mevlevihanesidir.
Mevlevi tekkesi: plan bakımından, Galata Mevlevihanesine benzemektedir. 1656 yılında, Ağazade Mehmet Dede adına yaptırılmıştır. Mimarı: saray mimarlığı da yapan, Mustafa Ağa’dır. Tesis: 1906 yılında onarım görmüştür. Mevlevihane’nin bulunduğu alanda: ana binaya ek olarak, aşevi, bir han ve yoksullar için yatakhane ve dervişlerin çocukları için bir okul var.
BAYRAKLI BABA
İlçe merkezinde, Fener Meydanının girişinde, Hamza koyuna bakan yamaç üzerindedir. Türbe: üzerinde bulunan Türk bayraklarıyla, hemen fark edilir. Çünkü: üzeri ve çevresinde, irili-ufaklı bir yığın bayrak asılıdır.
Burası: bir adak yeri olarak biliniyor. Her türlü dileği olanlar, buraya gelirler ve adak adarlar. Ama: adak adamadan önce, türbeye bayrak asarlar.
Gelelim, Bayraklı babanın kim olduğuna: Asıl adı: Karaca Bey. Osmanlı donanmasında bayraktarlık yapmıştır. Marmara denizi Yassıada açıklarında, Bizans donanması ile yapılan bir savaşta: Karaca Bey, elinde sancağı ile beraber, 1410 yılında şehit düşer. Daha sonra, Donanmanın merkezi olan Gelibolu’da, sahile yakın bir yere gömülür ve vasiyeti üzerine, mezarı bayraklarla donatılır.
Son olarak, burası ile ilgili bir söylentiyi sizlere aktarmak istiyorum: “ Karaca Bey, arkadaşları ile birlikte, düşman tarafından sarılır. Askerlerin kimi şehit, kimi tutsak olur. Karaca bey ise, elinde bayrağı ile düşmana direnir. Şehit ve tutsak olması durumunda, bayrağın düşman eline geçmesini önlemek için: bayrağı küçük parçalara böler ve yutar. Sonra ise, düşmana saldırır, ancak yaralanır.
Daha sonra, Osmanlı kuvvetleri tarafından, yaralı olarak bulunduğunda, arkadaşları tarafından kendisine verilen bayrağın nerede olduğu sorulur. Karaca bey: bayrağı düşmana teslim etmemek için, yuttuğunu söyler. Osmanlı komutanı, buna inanmaz ve bunun üzerine, Karaca bey, karnını keser ve midesindeki bayrak parçaları ortaya çıkar. Son sözü ise: “benim mezarımdan, hiçbir zaman bayrak eksik etmeyin” olur.
Sözlerimi, güzel bir dilek ile bitirmek istiyorum: “Ülkemin, hiçbir yerinden bayrağımız eksik olmasın.”
GELİBOLU KALESİ
Hükümet konağının çevresindedir.
Kale yapısı: antik dönemde kurulmuştur. Takip eden süreçte ise, Bizans döneminde, Bizans imparatoru I. Justinianus zamanında onarılmıştır. Günümüzde, kaleden geriye, sadece kıyıda görülen tek burcu sağlam kalmıştır. Hemen önündeki liman ise: yine tarihi özellikler taşımakta olup, 2 bölümden oluşmaktadır.
Denizle olan bağlantısını: dar bir geçiş ayırıyor. Yol olarak kullanılan köprü: limanı ikiye ayırıyor. Köprünün altından geçebilen küçük tekneler, genellikle, iç taraftaki havuzda bağlanıyorlar. Biraz önce sözünü ettiğim kalenin kulesi ise: havuzun hemen yanında yükseliyor.
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde belirttiğine göre: kale 70 kuleli ve altıgen planlıydı. İçinde 300 dolayında ev ve konak ile su sarnıçları ve cami bulunuyordu.
GELİBOLU’DA DENİZ-KUMSALLAR
İlçe şehir merkezinde: Hamzakoy, Fener altı, Eğritaş mevkilerinden denize girmek mümkün.
HAMZAKOY
Burasının ismi geçince, ben şahsen: 12 Eylül 1980 askeri harekatının ardından, burada kısa süreli ikamete zorunlu tutulan siyasi liderleri hatırlıyorum. Yanılmıyorsam, siyasi hayatında asla bir araya gelmeyen Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel ve eşleri, Gelibolu Hamzakoy’da bulunan askeri kamp tesislerinde, bir süre bir arada tutulmuşlardı.
O yıllarda, bir gazetede, bunların Hamzakoy’da çekilmiş resimleri basılınca, resmin nasıl ve nereden ve kim tarafından çekildiği uzun süre tartışma konusu olmuştu.
Neyse: Hamzakoy: altın sarısı kumlarıyla, 3 km. lik bir sahil bandını kaplamış. Buranın büyük bölümünde kurulu bir askeri kamp var ve sadece askeri personel yararlanabiliyor. Kampın hemen yanında, küçük bir özel plaj var. Burayı tercih edebilirsiniz.
FENERALTI MEVKİİ
Burası: Gelibolu Tersanesinden başlayarak, Hamzakoy’a doğru uzanıyor. Burada: kayalıklar ve falezler var. Bunlar: burayı görsel açıdan öne çıkarıyor. Ayrıca: deniz meraklıları da, burayı tercih ediyorlar. Çünkü: Hamzakoy yöresinde askeri kamp var ve sadece askeri personel yararlanabiliyor.
PİRİ REİS KORDONU
Burası: denize girmekten öte, bir yürüyüş bandı. İskeleden başlıyor ve üç köprüleri takip eden, Askeri Fabrikaya kadar uzanıyor. Bölgenin en uzun sahil şeridi.
FRANSIZ MEZARLIĞI
Hamzakoy’un karşısında, Morto koyunun kuzeyindeki yamaçta, Keşan caddesi üzerindedir. Mezarlıkta: geniş bir avlu, avlu bitiminde çan kulesi şeklinde bir anıt ve Fransız askerlerinin mezarları bulunuyor.
Bunlar: Çanakkale savaşında ölenler değil. 1854 yılında yapılan Kırım Savaşı sırasında ölen Fransız askerleri için yapılmıştır. Toplam: 3236 mezar var. Mezarlığın alt bölümündeki küçük bir binada ise: Kırım savaşında ölmüş Fransız askerlerinin kemikleri var. Mezarlık: İstanbul Fransız Başkonsolosluğunun kontrolü altında bulunmaktadır.
ULU CAMİ
Hüdavendigar camisi olarak da bilinen yapı, Sultan Murad döneminde yapılmıştır. 1676 ve 1889 yıllarında da onarılmıştır. Ulu camiler düzeyindeki dikdörtgen planlı yapının geçmişte kare planlı olduğu tahmin edilmektedir. Kesme taştan minaresi, yapının kuzeybatısındadır.
KASAPOĞLU ALİ BEY HAMAMI
Sultan II. Murat döneminde yaptırılmıştır. Tek mekanlı hamamın bir göbek taşı ve iki halveti vardır. Kubbeler baklavalı kuşaklara oturmaktadır.
GALLİPOLİS
Gelibolu’nun 17 km doğusunda bulunan antik bir şehirdir. Gellipolis “güzel şehir” anlamına gelir. Bu güzel şehirden günümüze hiçbir kalıntı ulaşmamıştır. Ancak Gelibolu’nun 17 km doğusunda bulunan Duran Çiftlik’teki kalıntılar, antik Gallipolis şehrinin burada kurulmuş olduğuna ilişkin düşünceleri güçlendirmektedir. Duran Çiftlik yakınındaki tepede kale temelleri, duvar kalıntıları ve birkaç mezar görülmektedir.
Çanakkale Lapseki: Deniz kıyısında, şirin ve muhteşem güzel bir yer. Ben burada bulunduğum; bir gece, iki gün boyunca, güzel zaman geçirdim. Özellikle ilçe merkezindeki öğretmen evi, konumu ve yemekleriyle çok güzeldi.
Ayrıca: boğazın karşı kıyısına servis yapan araba vapurlarının yanaştığı iskele. İskele’de bir akşam balık tutmayı bile deneme şansım oldu. Özellikle: arabalı vapurlar iskeleden ayrılırken, denizde oluşan muhteşem karışıklık, köpük ve kum karışımı içinde, gayet büyük boy balık tutmak mümkündü.
ULAŞIM
İlçe merkezinin, il merkezi olan Çanakkale’ye uzaklığı: 35 km. dir. Lapseki-Biga arasındaki uzaklık: 59 km. Lapseki-Bandırma arası uzaklık: 131 km.
Lapseki ile, Gelibolu arasındaki feribot:24 saat süreyle çalışıyor.
TARİH
Bölgenin eski adı: “Lampsakos” dur.
Efsaneye göre: şehrin adı Bebrik Kralı Mandron’un kızı Lapseke’den gelmektedir.
Lampsakos şehri: MÖ 670 yıllarında, Foçalıların yani Kolophonluların kurduğu sanılmaktadır. Daha sonra ise, yörede Miletoslular egemen olurlar. Çünkü: Miletoslular, Ege kıyılarında kendilerine uygun bir yer bulamazlar ve daha kuzeye, yani bu bölgeye gelirler.
Bölgedeki birçok şehri koloni haline getirdikleri gibi, Lampsakos (Lapseki) şehrini de, kolonileştirirler. Bu dönemde: yörenin şarabının ünü, çok uzak yerlere kadar yayılır. Hatta: İran hükümdarları Darius ve Kserkes; buradan şarap getirtirler. MÖ 471 yılında şehir Perslerin yönetimine girmiştir.
Pers savaşlarındaki yenilgilerden sonra ise, Persler, şehri Yunan Komutan Themistokles’e ganimet olarak vermişlerdir. Daha sonra Atina önderliğindeki Attika-Delos Deniz birliğine katılan şehir, MÖ. 412 yılında birlikten çıkmak istemiş, ancak tamamıyla Atina’nın kontrolüne geçen birlikten ayrılmasına izin verilmemiştir.
Peloponnesos savaşının sonlarına doğru MÖ 405 yılında Spartalıların eline geçen şehir, daha sonra Persler tarafından işgal edilmiştir. MÖ 362 yılında özgürlüğünü kazanan şehir, MÖ 335 yılında Atinalı komutan Khares tarafından işgal edilmiştir.
Ardından Romalılar bölgede hakimiyet kurmuştur. Lampsakos, Ortaçağ’da önemli bir liman olmuştur.
1356 yılında ise: Gazi Süleyman Paşa tarafından fethedilerek, Osmanlı yönetimine alınmıştır. Türklerin, Avrupa yakasında, ilk çıkış yerleri olan “Çardak Beldesi” Lapseki ilçesi sınırları içinde bulunmaktadır.
Burası, Türklerin Rumeli’ye geçiş noktası olduğundan, Osmanlılara karşı düzenlenen ilk haçlı seferlerinin hedefidir. 1359 yılında, Pierre Thomas komutasındaki 20 kadırgalık bir Haçlı Donanması: Lapseki’ye çıkarma yapmış, ancak pusuya yata Osmanlı kuvvetleri tarafından geri püskürtülmüştür.
Lapseki isminin kaynağı: Lapseki yöresinin: Anadolu’ya yapılan, Helen göçlerinden önce de: Pityausa ismi ile burada bulunduğu biliniyor. Pityausa şehrinde: Foça doğumlu Fobus ve Blebüsus isimli iki kardeş, kral Mandrom’a hizmet etmektedirler.
Kral: bu iki kardeşi, Foçalı göçmen kafilesini göndermek üzere görevlendirir. Kafile: kardeşlerden Fobus’un nezareti altına girer.Ancak: bunlar ilerlerken, yörede yaşayan ve Berbrykoslar denen bölge yerlilerinin saldırısına uğrarlar.
Göçmenler, yerliler tarafından öldürülecekleri sırada: kral Mandrom’un kızı Lampseke: araya girer ve göçmenleri, ölümden kurtarır. Bu nedenle: Helen göçmenleri: kendilerini ölümden kurtaran, kralın kızı Lampseke’ye bir tanrıça gibi bağlanırlar ve sonradan ele geçirdikleri Pityausa şehrine, onun ismini verirler.
GENEL
Çanakkale boğazındaki, 4 önemli yerleşim merkezinden biridir. Marmara Denizinin Çanakkale boğazı ile birleştiği yerde, Anadolu yakasında kurulmuştur.
İlçe insanları: geçimlerini meyvecilikle sağlamaktadırlar. Özellikle: kiraz, şeftali ve elma bol ve ucuzdur.
Bunun dışında: ilçe halkının yoğunluğu yurt dışında işçi olarak çalışmaktadır. Özellikle yaz aylarında, karşı kıyıya sefer yapan araba vapuruna bindiğinizde, buradaki araçların çoğunun yabancı plakalı olması, bunun en büyük göstergesidir.
NE YENİR
Lapseki yöresinde, yemenizi önereceğim tek yerel lezzet: Sardalya balığı.
GEZİLECEK YERLER
SÜLEYMAN PAŞA CAMİSİ
Buranın: daha önce bir kilise iken, 1345-1357 yılları arasında, Anadolu’dan Rumeli’ye geçen, Gazi Süleyman Paşa tarafından yapıldığı biliniyor. Minaresi: özgün biçimini korumaktadır. Yapı ise, birçok kez onarım görmüş ve bunun sonucunda, özgünlüğü pek kalmamış. Halen ibadete açıktır.
LAPSEKİ DALYAN MAHALLESİ
Burası: ilçe merkezine 1 km. uzaklıkta, Lapseki-Çardak arasındaki bir yerdir. 1983-1984 yılları arasında yerleşime açılmıştır. Halk plajı, kafeler, restoranlar ve pansiyonlar var. Sessiz ve sakin bir tatil düşünenler için çok uygun. Zaten: Marmara denizinde, denize girilebilecek en temiz yer.
İKİ ATLI TÜRBESİ
Buranın ilginç bir hikayesi var. Buna göre: Osmanlı Padişahı Orhan Gazi zamanında: Gazi Süleyman Paşa komutasındaki kuvvetler, Lapseki yakınlarına gelirler. O dönemde, Lapseki Bizanslıların elindedir. Orhan Gazi’nin fermanını, Lapseki’ye götürmek üzere, üç süvari askeri görevlendirilir. Bu süvarilerin atları: al yani kırmızı renktedir.
Süvariler: 1356 yılında, Lapseki’ye girerken: şu anda kabirlerinin bulunduğu yerde, Bizans askerleri tarafından şehit edilirler. Bu şehitlerden iki tanesinin cesedi, hemen oraya gömülür, fakat diğer üçüncü şehidin cesedi bulunamaz.
Bu olay nedeniyle: buraya, “İki Atlı Türbesi” ismi verilmiştir. Lapseki ilçe merkezinin güneydoğusunda, Çanakkale boğazına hakim bir noktada, küçük bir tepe üzerinde bulunmaktadır. İlçe merkezine uzaklık, toplam 1 km. dir. Yolu bozuk olan türbe bölümünde; üzeri açık iki kabir bulunmaktadır.
BOSTANCI ORMAN İÇİ DİNLENME VE PİKNİK ALANI
İlçe merkezine, 25 km. uzaklıktadır. Burası: kayın, gürgen ve meşe gibi orman ağaçlarıyla kaplıdır. Yolu asfalttır. İki kaynak suyu bulunmaktadır. Ayrıca: piknik masaları ve ocaklar var. Lapseki halkı, özellikle sıcak yaz günlerinde, bu piknik alanına yoğun olarak gitmektedirler.
ÇARDAK
Burada: bir kervansaray yapısı var. Bu yapı: 1463-1464 yılları arasında yapılmış ve günümüzde kullanılıyor. Ayrıca: burada, bir anıt ağaç var. İsmi: Salbaş Ağacı ve yaklaşık 600 yaşında olduğu biliniyor. Günümüzde, koruma altına alınmış. Beldede: 7 km. uzunluğunda, kumsallar var. Buralarda: çadır kampı yapmak mümkün.
ÇARDAK YAKUP BEY KÜLLİYESİ-CAMİSİ
Abdullah Bin Yakup Bey tarafından, 15.yüzyılda yaptırılan külliye: cami, medrese, mektep ve han yapılarından oluşur. Kubbe sağır ve yüksek, 8 köşeli bir kasnağa oturur. Caminin duvarları: iki sıra tuğla ve moloz taştır. Minare kapısı: revağın içindedir. İç süslemeler ise, son dönemdendir.
Günümüzde ibadete açıktır. Medrese caminin kuzeyindedir. 9 odadan oluştuğu bilinen yapı, tümüyle yıkılmış durumdadır. Külliyeyi oluşturan yapılardan olan han; 62 x 19 metre boyutlarındadır. Duvarları düzgün moloz taştandır.
ÇARDAK ÇAMLIK
Lapseki-Çardak beldesi merkezindedir. Sahil ile bütünleşmiş bir konumdadır. Çardak çamlığında: yeşilin tüm tonlarını bulmak mümkün. Çamlığın bir bölümünde ise: çay bahçeleri ve piknik alanları bulunuyor.
Çanakkale Bozcaada; Dünyanın önde gelen gezi dergilerinden “Conde Nast Traveller”; dünyanın en güzel 22 adasını seçti. Okuyucular tarafından yapılan listede: 4’ncü sırada “Bozcaada” bulunuyor. Listenin ilk sırasında: Yunanistan’dan Mykonos adası, ikinci sırada: Endonezya’dan Bali adası, üçüncü sırada: Karayip Adalarından: Bermuda adası. Evet; Bozcaada için muhteşem bir onur, bu insanların seçimi, Bozcaada’nın turizm geleceği açısından çok önemli. Çünkü: ülkemizde, özellikle yabancı turistler; kuzey ege bölgesi kıyılarını pek tercih etmiyorlardı.
ULAŞIM
Çanakkale’den sonra: Geyikli-Bozcaada tabelaları takip edilerek, yaklaşık 50 dakika sonra, Geyikli Yükyeri Feribot İskelesine ulaşılıyor. Bandırma üzerinden buraya gelmek isteyenler için ise: Bandırma’dan sonra, Lapseki-Çanakkale üzerinden Geyikli’de ki iskeleye ulaşmak mümkün. Bu yol, muhtemelen 3 saat sürüyor. Alternatif olarak: Bandırma’dan sonra, Biga-Çan-Bayramiç güzergahı da takip edilebilir. Ancak, bu yol, diğeri kadar bakımlı değil.
Geyikli İskelesinden adaya geçiş: Türkiye Denizcilik İşletmelerine ait büyük bir arabalı vapur ile sağlanıyor. Yolculuk: ortalama yarım saat. Mesafe ise: 6 km. Yaz sezonunda; karşılıklı altı sefer yapılırken, kış sezonunda sefer sayısı yarıya indiriliyor.
Karadan uzaklıklar şöyle: Bozcaada-İstanbul arası uzaklık:400 km. Bozcaada-Ankara arasındaki uzaklık: 710 km., Bozcaada-Bursa arasındaki uzaklık: 320 km., Bozcaada-İzmir arasındaki uzaklık: 280 km. Bozcaada-Çanakkale arasındaki uzaklık; 60 km.
Ulaşımın diğer bir alternatifi: Çanakkale-Bozcaada arasındaki deniz otobüsü seferleridir. Özel bir firma tarafından, Haziran 2009 tarihinde, Çanakkale-Bozcaada deniz otobüs seferleri, haftanın üç günü yapılmaya başlanmış.
TARİHİ
Antik çağda: Leukophrys, Yunan Mitolojisinde: “Tenedos” adıyla anılan Bozcaada; stratejik konumundan dolayı, çağlar boyunca birçok kez, istilalara uğrar ve el değiştirir.
Adadaki Nekropol alanında yapılan kazılarda: adanın tarihinin MÖ.3000 yıllarına dayandığı tespit edilmiş. Adanın bilinen ilk sakinleri; Pelasg’lar. Daha sonra ise: Fenikeliler, Atinalılar, Yunanlılar, Persler, Büyük İskender, Bizanslılar, Cenevizliler, Venedikliler ve Osmanlılar. Ada: 1455 yılında Osmanlı topraklarına katılmış. Ancak; 1912 yılında, Yunanistan tarafından işgal edilmiş. 1923 Lozan Antlaşmasıyla, Türkiye Cumhuriyetine bağlanmış.
Tenedos parası
Bozcaada’da; çok eski zamanlarda, önemli bir darphane bulunduğu tahmin ediliyor. Bunun sebebi: Bozcaada’ya ait özel paraların bulunması. Gümüş olan bu paraların; Perslerden daha önce basılmaya başlandığı tahmin ediliyor. Paranın bir yüzünde: Zeus ve Hera’nın yarım yüzleri, diğer yüzünde ise çift balta, şarap kadehi ve üzüm salkımı bulunuyor.
Arkeolojik araştırmalar
Tenedos antik kentinin, bugünkü yerleşim alanının hemen altında kaldığı düşünülüyor. Yerleşim alanının dışında ise, adanın güney kesiminde, Nekropol-Mezarlık alanlarının bulunduğu sanılıyor. Ancak; adanın hemen her bölümünde yerleşim alanları dışında, tek tek, az sayıda mezarlara rastlanıyor.
Çanakkale Arkeoloji müzesi tarafından yapılan kazılarda: nekropol’de, en eski MÖ.3000’lere ait mezarlar bulunmuş. Daha sonra, Rumlar ve Osmanlılar tarafından da mezarlık olarak kullanılan nekropol, son yıllara kadar çok fazla tahrip edilmeden gelebilmiş.
Mitolojik efsane
Denizlerin efendisi Poseidon’un çocuklarından biri olan: Kyknos adında bir kralmış. Bu kral; Lapseki bölgesindeki Miletos Kolonisinde bulunan; Kolonai kentine hükmedermiş. Kralın: Tenes adında bir oğlu varmış. Tenes’in annesi ölünce; kral baba yeniden evlenmiş. Fakat; üvey anne Philomene; bir gün, Tenes’e bir iftira atmış. Üstelik kendine yalancı tanık olarak da, bir kavalcı bulmuş.
Kral baba; bu iftiraya inanmış ve oğlunu bir sandığa koyarak denize attırmış. Sandık; Tenes’in büyükbabası Poseidon’un yardımı ile boğazdan geçerek, Leukophrys kıyılarına ulaşmış. Ada halkı: Tenes’i alıp kral yapmışlar ve adanın ismi Tenes’in adası anlamına gelen “Tenedos” olmuş.
Kyknos,kısa süre sonra, oğluna atılan iftirayı anlamış ve oğlundan özür dilemek için Leukophrys’e hareket etmiş. Tenes; babasının gemilerinin limana yaklaştığını görünce, elindeki balta ile gemilerin halatlarını kesmiş. Yunanistan’da kullanılan “Tenes’in baltası ile kesmek ” deyimi, buradan gelmektedir. Bir kişi, biriyle görüşmek istemediği zaman, Tenes’in baltasıyla kesti denilmektedir.
Homeros’un Truva savaşlarını anlatan ünlü destanı İlyada’da, Tenedos’un adı geçer. Antik kent, Truva’nın karşısında yer alan Bozcada, savaş boyunca Akhalar tarafından üs olarak kullanılır. Hatta, ünlü Truva atı hilesi gerçekleştirilirken, Akha donanması, adanın arka tarafından bir limanda (Ayazma tarafı) saklanarak, anakaradan gelecek işareti bekler.
GENEL
Bozcaada; boz görüntüsünün arkasında: uçsuz bucaksız bağları, onları bekleyen güzel bağ evleri, rüya gibi kumsalları ve pırıl pırıl denizi var. Küçük koyları, kekik kokulu tepeleri, lezzetli şarapları ve yemekleri; ziyaretçiler tarafından keşfedilmeyi bekliyor. Bu arada: adanın boz görünmesinin sebebi; rüzgara açık kısımlarda ağaç yetişmemesi. Ama iç kesimlerde, bölge bölge çamlıklara rastlamak mümkün.
Adada: 12 koy ve burun bulunuyor. Ayrıca, çevrede irili-ufaklı 10 adacık daha var. Burası: Türkiye’nin, üçüncü büyük adasıdır. Adanın yüzölçümü: 40 km. karedir.
Çevresi: 38 km. 500 yıldır, Adada; Türkler ve Rumlar, bir arada yaşıyorlar. Toplam nüfus: 2500 civarında. Rum nüfus, günümüzde, yalnızca 25-30 kişi civarında kalmış. Rumların adadan ayrılmaları hakkında çeşitli söylentiler olsa da, en büyük gerçeğin ekonomik nedenler olduğu söyleniyor. Son yıllarda, büyük kentlerden gelip yerleşenlerin sayısı ise, her geçen gün artıyor. Yazın gelen turistlerle birlikte, ada nüfusu: 10 bine kadar çıkıyor. Kışın ise; 1000 civarında.
Adanın geçim kaynakları
Bağcılık, şarapçılık, balıkçılık ve turizm. Bağcılık ve şarapçılık; yüzyıllar öncesinden gelen ada gelenekleri. Adada yaşayıp ta, bağı olmayan, şarap yapmayı bilmeyen yok. Az miktarda: tahıl, baklagil ve meyve yetiştiriliyor.
Ada; balık göç yolları üzerinde bulunduğundan, balıkçılık da uzun geçmişi olan bir meslek. Ada çevresinde, çeşitli türlerde birçok balık yakalamak mümkün. Özellikle: temiz denizlerin göstergesi olan kalamar ve ahtapot, bolluğu ile adanın sembolleri haline gelmiş. Ada çevresinde trolle avlanma yapılmıyor. Amatör balıkçılar için, çok müsait yerler var. Yani; balık tutma merakınız varsa, buraya giderken, yanınızda mutlaka balık olta takımlarınızı almayı sakın unutmayın.
Bunun dışında: Adada, liman başkanlığına kayıtlı 48 balıkçı teknesi ile, 120 kişi profesyonel olarak balıkçılık yapmaktadır. 2004 yılında kurulan Bozcaada Su Ürünleri Kooperatifinin, 29 üyesi bulunmaktadır. Ada dışından gelen balıkçılar, büyük teknelerle avlanmakta ve yüksek miktarda deniz ürünü elde etmektedirler. Ada balıkçıları tarafından avlanan balıklar, Bozcaada Balık Halinde satılmaktadır.
Son yıllarda yükselişe geçen turizm ise, kontrollü olarak ilerliyor. Adada imar izinleri kısıtlı ve doğanın hakimiyeti, hep ön sırada tutulmaya çalışılmış.
1999 yılında Zeki Alaysa ve Metin Akpınar’ın başrolünü oynadıkları “Güle Güle” filmi, Bozcaada’da çekilmiş. İzleyenleriniz hatırlayabilirler.
Bozcaada’nın tamamı; doğal ve tarihi sit alanı. Mitolojik dönemlere kadar uzanan zengin geçmişi; henüz ciddi bir arkeolojik kazı ile ortaya çıkarılmamış olmasına rağmen, bu topraklar yüzyıllardır, üzerinden geçen çeşitli kültürlerin izlerini saklamaya devam ediyor. Mitolojide, adından sık bahsedilen Bozcaada, eski ismiyle “Tenedos” yalnızca doğasıyla değil, zengin geçmişiyle de dikkat çekiyor.
İklim denilince: kışları ılık ve yağışlı, yazları sıcak ve kurak. Nem oranı yüksek olduğu için, günlük sıcaklık değerlerinde önemli düşüşler yaşanmıyor. Bu durum bağların yetişmesi için oldukça uygun bir ortam oluşturuyor. Ancak; yazın kavurucu sıcağında, sürekli esen rüzgar, serinletici etki yaratıyor. Kışın ise, bazen anakara ile irtibatı kesebilecek ölçüde sert esebiliyor. Lodoslu havalar, poyraza oranla, feribot ulaşımını daha çok aksatıyor. Temmuz ayında bile, akşamların serin olduğunu sakın unutmayın ve yanınızda; hırka, ceket gibi kalın giysiler bulundurun.
Haziran 2000 yılında: Batı burnu civarında, 17 türbinden oluşan bir rüzgar enerjisi santralı kurulmuş. Kurulduğu tarihte adanın enerji ihtiyacının yaklaşık 30 kat fazlasını karşıladığından, anakaraya da enerji gönderiliyormuş. Turizme zarar vermemek için, santralin ürettiği elektrik, deniz altından, kablolarla anakaraya aktarılıyormuş.
Adada: 3 cami ve 1 kilise var.
Evet: Bozcaada’da dikkat etmeniz gereken bazı hususlar var. Şöyle ki: adada asla aracınızın kornasına basmayın. Hiç hoş karşılanmıyor. Adaya günübirlik gitmeye kalkmayın, güzellikleri görünce bir günün yeterli gelmediğini görüyor ve hayıflanıyorsunuz. Adada iken, mutlaka, feribot saatlerini öğrenin, dönüşte problem yaşayabilirsiniz. Özellikle: pazar akşamları, özel aracınızı dönüş öncesinde, feribot sırasına sokmayı unutmayın.
Adada; yalnızca ziraat bankası bulunuyor. Ayrıca iki bankaya ait ATM makinesi var. Kredi kartı; her yerde geçmiyor, bazı işletmeler özellikle küçük işletmeler kredi kartı kabul etmiyorlar, yanınızda bir miktar nakit para bulundurmanız şart.
Adada, yalnızca bir eczane bulunmaktadır. Bunun dışında: 24 saat esasına göre çalışan bir sağlık ocağı bulunmaktadır. Sağlık ocağında: diş ünitesi, röntgen cihazı ve laboratuvar bulunmaktadır.
Adada, 45 yat kapasiteli ve Belediye tarafından işletilen bir yat limanı var. Burada: gelen yatlara: yakıt ikmali, elektrik ve su hizmeti veriliyor.
Ada denilince, ada çayı olmadan olmaz.
Ada çayı hakkında biraz aydınlatıcı bilgi vermek istiyorum. Ballıbabagillerden olan adaçayı: bir kır bitkisidir. Hafif kireçli, kolay su geçiren, kuru toprakları sever. Şifası: kenarları tırtıllı, buruşuk görülen, açık yeşil yapraklarındadır. Taen, uçucu yağ, acı madde ve B vitamini içerir. Tüm bedeni güçlendirir. Kalp krizi tehlikesini azaltır. Mikroplu hastalıkların neden olduğu, gece terlemelerini keser. Kramp, omurilik rahatsızlıkları, beze hastalıkları ve organ titremelerinde başarı ile kullanılır. (günde yalnızca iki fincan)
Kan temizleyici etkisi vardır. Karaciğer hastalıklarında yararlıdır. Vücuttaki toksinleri atar, safrayı söker. Mide ve bağırsak gazlarını, bulantıyı giderir. Mide sularının düzenli çalışmasını sağlar. Hazmı kolaylaştırır. İştah açıcıdır. Ülsere ve ishale iyi gelir. İdrarı arttırır. Böbrek ve mesane taşlarının atılmasını sağlar. Grip ve soğuk algınlığı ve bunlardan ileri gelen adale ağrılarında kullanılır. Ateşi düşürür ve vücudu dinlendirir. Bademcik iltihabı, boğaz hastalıklarında, adaçayı özellikle önerilir.
Böcek sokmalarında: sokulan yere, ufalanmış adaçayı yaprağı uygulanır. Yaprakları ezilip merhem haline getirilerek: sivrisinek, arı vs. sokmalarında sürülürse, acıyı dindirir, kaşıntıyı önler.
Evet, bu muhteşem şifalı bitkinin bir sorunu var. Lüzumundan fazla içilirse (günde 3 kahve fincanından fazla) vücuda zarar verir, zehirlenmelere sebep olur. Damakta şişmeler meydana gelir. Doktora başvurmak gerekir. Çocuklara az miktarda verilmelidir.
ADA İÇİNDE ULAŞIM
Evet, sonuçta bir adadasınız. Kaybolmaktan korkmayın. Adada en çok kullanılan ulaşım araçları: motosiklet ve bisiklettir. Ancak: ada merkezi küçük ve sokaklar dar olduğundan, arabanızı merkezde belirtilen park yerlerine koyup, yürümenizde fayda var. Hani yürümek dedim de, adanın sokakları hep Arnavut kaldırımı. Topuklu ayakkabılar sizi mutlaka rahatsız edecektir, yanınızda mutlaka rahat ayakkabılar olması gerek. Ama merkez dışında mesafeler uzun olduğundan, bir yere varmak için yürümek çok pratik değil. Ada turu yapmanın en keyifli yolu: kendinize ait bir taşıt kullanmak. Adanın ana yolları düzgün ve asfalt kaplı. Toprak yolların çoğu da zaten araç girmesine uygun. Bu arada: adada; araç ve bisiklet kiralama şansınız var.
KONAKLAMA
Bozcaada; doğal ve tarihi SİT alanı olması nedeniyle, büyük oteller ve tatil köyleri göremezsiniz. Konaklamanız için, sizi daha samimi ve doğal mekanlar bekliyor. Genellikle: ada halkının işlettiği bu yerlere, son yıllarda büyük kentlerden gelip yerleşenlerin açtığı mekanların da eklenmesiyle, her zevke ve bütçeye uygun seçenekler bulmak mümkün.
Yine de, konaklamak için yer seçerken; karar sizin, ya merkeze yakın ya da merkez dışında kalabilirsiniz. Ada merkezi: feribotun yanaştığı küçük bir kasaba. Tüm mekanlar, yürüme mesafesinde. Merkez dışında konaklamak isterseniz, ada, toplu taşıma uygun olmadığı için, özel aracınız ile gelmek, size kolaylık sağlayacaktır.
Evet, Bozcaada’da, toplam yatak kapasitesi: 2500. Özellikle çok yoğun sezon olan Temmuz ve Ağustos aylarında, önceden rezervasyon yaptırmanız şart. Ancak: Ada, yaz sezonu dışında da keyifle kalınabilecek bir yer. Kışın merkezde kaloriferli oteller var. Klimalı otel ve pansiyonlardan bazıları kışın da açık.
Sezon 2-3 ay gibi kısa olmasına rağmen, halkın en önemli gelir kaynağı turizmdir. Adada: 22 otel ve 44 pansiyon bulunmaktadır. Bunların toplam yatak kapasitesi: 1602’dir. Ev pansiyonları ile birlikte, toplam yatak kapasitesi, yaklaşık olarak 2500 civarındadır.
Konaklama: genellikle oda-kahvaltı şeklindedir. Ev yapımı yöresel zeytin ve peynirler, doğal reçel çeşitleri, bahçeden toplanan taze sebzelerden oluşan kahvaltılar, oldukça lezzetlidir. Adanın samimi ve misafirperver halkı, nerede kalırsanız kalın, sizin keyifli bir tatil geçirmeniz için ellerinden geleni yaparlar.
MİMARİ
Genel olarak, Bozcaada mimarisine baktığımızda, Türk ve Rum kültürlerinin izlerine rastlanır. Önceleri: kasaba merkezini Rum ve Türk Mahallesi olarak ikiye ayıran derenin yerine, günümüzde, bir cadde bulunuyor. Ada merkezi; şu anda: Cumhuriyet (Rum) ve Alaybey (Türk) Mahallesi olarak iki mahalleden oluşuyor. Cumhuriyet mahallesinde Rum, Alaybey mahallesinde ise Türk mimarisine ait izler taşıyan yapılar var.
Rum ve Türk mimarisinde, genel olarak yapı özellikleri birbirine benzese de, işlev olarak farklar vardır. Yapı cinsi: kagir ve ahşap karkas yapılardan oluşmaktadır. Genelde: alt kat kagir, üst kat ahşap ya da tamamı kagir yapılardır.
Rum mahallesinde: evlerin bodrumları vardır. Mutfak, banyo, çamaşırlık burada bulunur. Pencereler, yüksek ve geniş, genelde kepenklidir. Üst katlar, ahşap, yüksek pencereli, kepenklidir. Kapılar; yine yüksek, çift kanat ve pencerelidir. Türk evlerinden farklı olarak; bazı evler balkonludur. Birçok evin binaya bitişik, yüksek duvarlı yapıları bulunmaktadır. Bunlar: şarap imalatı ve muhafazası yanı sıra, kışlık erzakların depolandığı yerlerdir.
Türk mahallesinde: alt katlar, biraz daha yüksek ve dar pencerelidir. Bunun sebebi, alt katın erzak deposu olarak kullanılmasındandır. Evlerin avlularında: genelde üstü toprak damla örtülü mutfak ve çamaşırlık vardır. Evin içinde; yerli dolaplar, gusulhaneler, ahşap tavanlar bulunur. Tuvalet avludadır. Çatılar: alaturka kiremitli ve kirpi saçaklıdır. Zaman içerisinde de, ihtiyaçlar sonucunda, günümüzde, bu sayılan özellikleri bir arada koruyabilmiş çok az örnek ev kalmıştır.
Rum mahallesinde, sokaklar genelde birbirini dik kesen yapıdayken, Türk mahallesinde sokaklar dar ve girifttir.
Sosyal ve dini yapılarda; kilise ve küçük şapel gibi yapılar: Cumhuriyet mahallesinde, cami, hamam ve namazgah gibi Türk kültürüne uygun yapılar Alaybey mahallesindedir.
Merkez dışında konumlanan bağ evleri: eskiden yaz süresince bağlarda kalan insanların ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yapılmıştır. Odalar, mutfak ve ahırdan oluşmaktadır. Bugün, artık bağ evleri de, günümüzde her türlü konfora sahip yapılar olabilmektedir. Eski işlevini sürdüren, yenilenmiş yapılar dışında, bir kısmı da yazlık ev olarak kullanılmaktadır.
NE YENİR
Ada mutfağında: deniz ürünleri, kırmızı et, yabani otlar ve zeytinyağı; kullanılan başlıca malzemeler. Baharın gelmesiyle; yabani ot mevsimi başlar. Isırgan, cibes, radika, turp otu, kazayağı, şevketi bostan. Evet, bunlar adadan toplanan otlardan bazıları. Bunlar: ya zeytinyağlı yemek ya da salata ya da börek içi olarak kullanılıyor ve size sunuluyor. Yine, baharla birlikte: kuzu ve oğlak eti bulunan yemekler hazırlanıyor. Ada tavşanı; adaya özgü yabani bir hayvan. Rumlara özgü yemeklerde, tavşan yahnisi varmış, ama günümüzde yapılmıyor.
Denizkestanesine: adada “kirpi” deniliyor. Kıyıdan ve taşlık alanlardan, dalarak çıkarılan kirpiler, şarabın yanında meze olarak sunuluyor. Ortadan ikiye ayrılan kirpiler; temizlendikten sonra, içinde turuncu renkli havyarı kalıyor. Üzerine limon ve sirke konulduktan sonra, ekmekle sıyrılarak yeniliyor, yanında genellikle beyaz şarap tavsiye ediliyor.
DENİZKESTANESİ
Damar ve sinir sistemi bulunan, küre şeklinde omurgasızdır. Kabuğuna gelebilecek herhangi bir zararı iyileştirmek, hatta eksik bir uzvunu tamamlamak için, yeterli enerjiye ve organik zenginliğe sahiptir. Yani: kendini yenileme gücü bulunmaktadır. Günümüzde: denizkestanesinin içindeki turuncu kısmın, iyi edici özellikleri olduğu söylenir. Örneğin: Çin’de, denizkestanelerinin bu turuncu kısımları: pirinç unu ve sandal ağacı unu ile karıştırılarak: kaşıntılar, yaralar, kabuklar gibi bazı deri hastalıklarının iyi edilmesinde kullanılırlar. Sicilyalı denizciler: denizkestanesinin turuncu kısımlarını; zeytinyağı ile karıştırarak, deriyi yumuşatan ve kırışıklıkları önlemekte kullanılan bir krem elde etmişlerdir.
Denizkestanesinde, sürekli yenilenme hali, turuncu kısım tarafından yapılır. Evet: denizkestanesine, biraz önce söylediğim gibi, Bozcaada’da kirpi deniliyor. Son olarak: denizkestanesinin içindeki bu turuncu kısmın tüketimi, afrodizyak etkiler yapıyormuş, yani cinsel istek uyandırıcı etkisi varmış. Ama unutmayın, denizde denizkestanesi görünce uzaklaşın, ayağınıza battığında, muhteşem bir acı verdiği gerçeğini unutmamak gerek.
Kalamar ve ahtapot: ada mutfağında bolca kullanılan deniz ürünleri. Adadaki deniz ürünleri; mevcut restoranların hepsinde, değişik pişirme yöntemleriyle hazırlanarak servis ediliyor. Sıcak havalarda ve yağmurdan sonra; üzüm bağları, salyangozlar ile doluyor. Domates, soğan ile pişirilen salyangoz yahnisi: Rum mutfağının leziz yemeklerinden, ama günümüzde artık pek yapan kalmamış.
Bağlar: ilk yeşermeye başladığında toplanan körpe asma yaprakları: salamura yapılarak, bütün yıl kullanılıyor. Çiğ dolma, taze yaprağın içine malzemeler çiğden konularak hazırlanan ve adaya özgü bir yemek. Sardalya balığı bile, asma yapraklarına sarılarak ızgarada pişiriliyor. Domates ve üzüm reçeli; ada mutfağına özgü tatlılardan.
Çınaraltı kafede: likör, çikolata ve sigara ile birlikte ikram edilen damla sakızlı kahve ve ev yapımı limonata için. Bir de; Çanlı İbo’nun kahvesinde, ada halkıyla birlikte, sabah çay içerek sohbet edin. Muhteşem keyif alacaksınız.
NE SATIN ALINIR
ŞARAP
Adada, 4 tane marka, şarap üretiyor. Bunların tadım tesislerinde, çeşitli tür ve çeşit şarapların tadına bakarak, arzu ettiklerinizi satın alabilirsiniz. Evet: Bozcaada’da gerçekten uzun bir geçmişi olan şarap yapımı var. Gerek fabrikalarda ve gerekse evlerdeki atölyelerde, buranın muhteşem üzümleri ile şarap yapılıyor. Yalnız: şarap üretimi konusunda birkaç sayısal bilgi vermek istiyorum. Ülkemizde üretilen üzümlerin yalnızca % 5’lik bölümü şarap üretimine ayrılmış. Bu rakam; Fransa’da % 85 ve dünya ortalaması olarak ise % 50. Ülkemizin dini ve sosyal durumu nedeniyle, bu rakamın düşük olduğunu düşünüyorum. Neyse; şarap gerçekten antik çağlardan günümüze gelen bir içki kültürü. Bunun hakkında; tarih sahnesinde biraz gerilere gitmek ve geçmişi öğrenmek, belki ilginizi çekebilir.
Şarabın Yunanistan’a geçişi, burada bağcılık ve şarapçılığın başlaması, gelişmesi: MÖ.1500’lü yıllara dayanmaktadır. MÖ.900 civarında: Homeros, Akdeniz için “şarap renkli” deniz demiştir. Şair ve oyun yazarı Euripides: “şarap olmasaydı, insanoğlu aşkın farkına varamaz, mutluluğun keyfine varamazdı” der.
Evet: Yunanlıların şaraba katkıları; şaraba bir tanrı atamakla olmuştur. Olimpos’un büyük tanrısı Zeus ve Thebai şehrinin kralı Kadmos’un kızı Semele’den olma Dionysos. Zeus; bir ölümlü kılığına bürünür ve her gece Olimpos’tan ayrılıp Thebai şehrinde, kralın şatosuna gelir. Ancak: Zeus; karısı Hera’nın bu durumu öğrenmesinden çok korkmaktadır.
Hera, bir gün Zeus’tan şüphelenir ve onu takip eder. Olup biteni kendi gözleriyle görür. Dahası, Semela’nın hamile olduğunu Zeus’a söylediğini duyar. Zeus; Semela’ya: bu durumdan kimseye bahsetmemesini, buna bir çözüm bulacağını söyler. Çünkü: Hera’nın bunu öğrenmesi durumunda yapacağı kötülüklerden çekinir.
Hera;
Başka bir kılığa girer ve Semele ile ilişki kurar, onu kandırarak “madem ki tanrılar tanrısı Zeus’un sevgilisisin, sana da tüm ihtişamı ile kendi karısına göründüğü gibi görünmesini istemelisin “ diye ikna eder.
Zeus, her geldiğinde, kendisini tanrı suretinde göstermesini isteyen Semele’yi “hiçbir ölümlünün buna dayanamayacağını, yanıp kavrulacağını ve öleceğini söyleyerek vazgeçirmeye çalışır. Her seferinde, bu isteğini yineleyen ve daha fazla ısrarcı olan Semele’yi kıramayan Zeus, bir gün kendini o yüzüyle göstermeye istemeden de olsa razı olur. Ve birden odanın içinde şimşekler, yıldırımlar oluşmaya başlar ve buna dayanamayan Semele, yanar ve kavrulur.
Zeus, yedi aylık hamile olan Semele’nin bebeğini kurtarmayı son anda başarır. Sonra, onu saklamak için baldırına yerleştirir. İki ay daha geçip, bebeğin doğum zamanı geldiğinde, onu oradan çıkarır. Böylece: iki kez doğmuş olduğu için “iki kez doğan” anlamına gelen “Dionysos” adını koyar.
Karısı Hera’dan saklamak ve bakıp büyütmeleri için Nysa dağındaki orman perilerine gönderir. Nysa dağındaki orman perilerine gelen bu bebek büyür ve çevresine mutluluk saçan, çok neşeli bir çocuk olur. Biraz daha büyüyen Dionysos: ormanda gezmeyi ve avlanmayı çok sever. Çok sevdiği şeylerden birisi de üzümdür. Sabah uyandığında bile, yediği üzümün suyunu çıkarıp içmeyi de çok sever. Yine, bir gün üzüm suyu çıkarıp içen ve bir miktarını da daha sonra içmek üzere bir kenara koyduktan sonra gezmeye giden Dionysos, gittiği yerde, daha uzun kalması için kendisine yapılan ricaları kıramayınca, ancak günler sonra geriye dönebilir. Bir köşede duran, unuttuğu üzüm suyunu görünce alır ve içmek için kafasına diker. O da ne?
Bu bildiği üzüm suyundan çok farklıdır.
Şaşkınlıkla, kupanın içindeki sıvıyı inceleyen Dionysos; Arguvan renginde, kıvamlı, buruk ama lezzetli bu içkiden büyük bir yudum daha alınca yorgunluğunun yavaş yavaş yok olduğunu fark eder. Hiç sebep yokken neşelenen Dionysos; gülerek, kendisini büyüten peri kızlarını ve diğer orman perilerini çağırıp, üzüm suyunun verdiği neşeyi onlarla paylaşır. Onlar da içmiş, yeni ve bilinmedik bir içkiye dönüşen bu üzüm suyundan hoşlanmışlardır.
O günden sonra, genç tanrının gösterdiği şekilde, üzümlerin tanelerini ezdiler, suyunu sıktılar ve bir süre bekleterek Arguvan renkli yeni içkiden elde ettiler. İşte böylece dertlilere dertlerini unutturan, üzülenleri neşelendiren, ağlayanları güldüren, özellikle antik dönemde ticareti en fazla yapılan ürünlerden birisi olan, Hayyam’ın üzerine dörtlükler yazdığı, şarap doğmuş olur.
KEKİK BALI
Bozcaada’da; ada florasının en önemli bir parçası olan kekik tarlalarının kattığı aroma sayesinde; çok lezzetli kekik balları üretilmektedir. Nadir bulunan bu ada balından bulursanız, o gün şanslı gününüzdesiniz demektir, mutlaka satın alın.
DOMATES REÇELİ
Adanın en ünlü reçeli, Rum mutfağına özgü, içine badem konan küçük domateslerden yapılır.
Adada özellikle buraya has yapılan domates reçelini mutlaka tadın, beğenirseniz, kendinize veya dostlarınıza hediyelik olarak satın alabilirsiniz.
Bunların dışında: adadan: çavuş üzümü ve adaya özgü sembolik hediyelikler alabilirsiniz. Bu arada: adanın Çarşamba pazarından, nohut ekmeği almayı unutmayın. Adada, her Çarşamba günü, ada merkezinde meyve-sebze satılan bir pazar kuruluyor.
DALIŞ
Ege denizinin en önemli dalış noktalarından biri olan Bozcaada, sualtı güzellikleri bakımından oldukça zengin flora ve faunaya sahiptir. Ada çevresinde, dalış yapılabilecek bir çok alternatif vardır. Deniz suyunun temizliğinden dolayı görüş mesafesi, planktonların olmadığı dönemlerde, 20-40 metreye kadar ulaşmaktadır. Scuba dalışlar ve yapılan tüm gece dalışlarından önce, izin alınması gerekmektedir. Skin dalışlar için gelenlerin, herhangi bir izin alması gerekmiyor. Adaya gelen balıkadamların en büyük avantajı, değişik yönlerden esen rüzgarlarda, daima dalınabilecek, rüzgar almayan, kuytu bölgeler bulabilmeleridir.
Bozcaada, doğal güzelliklerinin dışında, fazla derin olmayan dalma noktalarıyla, bilhassa yeni eğitim alanlar için oldukça güvenilir bir dalma bölgesidir.
Adanın tek dalış okulu
Aganta. Hem ilk defa dalış yapacaklar ve hem de amatör dalgıçlar için iyi bir fırsat. Ada suları, görüş mesafesinin fazla olması nedeniyle, özellikle daha önce dalış tecrübesi olmayanların, keşif dalışı yapmaları için ideal bir yer. Dalış eğitimleri: Türkiye Sualtı Federasyonu belgeli eğitmenler tarafından birebir veriliyor. Dalgıçlar için, dalış malzemesi de temin etmek mümkün.
Aganta teknesi: hava durumu müsait olduğunda, adanın karadan ulaşımı olmayan koylarına turlar düzenliyor. 15 kişilik guruplar için hazırlanan bu turlarda; önceden rezervasyon yaptırmak şart. Adada başka tekne turu düzenleyen yok. Aganta teknesi: feribotu kaçıranlar için; Bozcaada iskelesiyle, Anakara Geyikli iskelesi arasında taksi boz olarak ulaşım hizmeti de veriyor.
GÖRÜLECEK YERLER
BOZCAADA KALESİ
Feribotla adaya yaklaşırken dikkatinizi çekecek büyüklükte bir kale. Ama: bu kale aslında adanın zengin geçmişini yansıtıyor. Ada: boğazın hemen çıkışında ve anakaraya yakın olması nedeniyle, tarihi süreç boyunca, istilaya açık bir yer olmuş. Üzerinde yaşayanlar, ancak bu denli büyük bir kalede, kendilerini güvende hissetmişler. Evet: günümüzde, kale meraklı ziyaretçilerini yani sizleri bekliyor.
Kalenin Tarihçesi:
Truva Kralı Priamos, kente saldırabilecek gemilere karşı sağlam bir kale yaptırmış, adını da Tenedos koymuştur. Bizanslılar tarafından da kullanılan kalenin yerine Venedikliler sağlam bir kale inşa ettirdiler. Kale, Venedikliler ile Cenevizliler arasında sürekli anlaşmazlık konusu oldu. 8 Ağustos 1381 tarihinde yapılan anlaşma ile savaş sona erdi. Anlaşmaya göre tarafsız bölge haline getirilen şimdiki kalenin surları yıkılarak kullanılmaz hale getirildi. Ada, tamamen tahliye edilerek halkı Girit’e gönderildi. Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı hakimiyetine geçen kalenin yıkık surları üzerine 1478-1479 yılları arasında yeniden bir kale yaptırıldı. 1807 yılında Bozcaada’yı ele geçiren Ruslar ve İngilizler kaleyi tahrip ederek kullanılmaz hale getirdiler.
Kısa bir süre sonra tekrar Osmanlı hakimiyetine geçen kale, 1816 yılında II Mahmut döneminde kapsamlı bir onarım görmüştür. Bozcaada kalesi son olarak 1965-1970 yılları arasında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yeniden onarılmıştır. Kaleye karadan ve şehirden; yaklaşık 10 metre genişliğinde ve 250 metre uzunluğunda bir hendekle ayrılmıştır. Günümüzde tabanı yükseltilmiş olan hendek içi, önceden su ile dolu olup saldırılara karşı kaleye koruma sağlamaktaydı. Önceleri, hendek üzerine yapılan, yukarıdan açılır-kapanır zincirli, makaralı asma bir köprü kullanılmaktayken, daha sonra kemerli sabit bir köprü yapılmıştır.
Evet, Türkiye’nin en iyi korunmuş kalelerinden biri. İlk ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmiyor. Fenikeliler, Cenevizliler ve Venedikliler tarafından kullanılan kale, bugünkü görünümüne Fatih Sultan Mehmet zamanında gelmiş. Yani, muhtemelen 1455 yılında. 1815 yılında ise: Sultan 2.Mahmut zamanında onarım görmüş.
Kale
Adanın kuzeydoğu ucundaki kayalıklar üzerine yapılmış. Üç tarafı denizle çevrili kalenin güney cephesinde: zamanında suyla dolu olan ve 10 metre genişliğinde bir hendek varmış. Bir zamanlar, bu hendek üzerinde bulunan asmalı bir kapı ile girilirken, günümüzde sabit bir köprü üzerinden geçilerek giriliyor.
Kalenin içi boş, sadece festival döneminde burada konserler veriliyor.
Gazi Hüdavendigar (Kale) Camii
Fatih Sultan Mehmet tarafından kale ile birlikte inşa ettirilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman devrinde yeniden yapılmıştır. Bozcaada Venedikliler’in elinden alındıktan sonra, tahrip edilen cami 1660 yılında IV Mehmet zamanında yeniden yapılmıştır. Evliya Çelebi, kalede bir hünkar camii ile birlikte imam ve müezzin evlerinin olduğundan bahsetmektedir. Başbakanlık Arşivinde bulunan bir belgeye göre: Bozcaada Kadısı Abdullah Efendi, 4 Ekim 1915 tarihinde yayınladığı bir yazıda “Gazi Hüdavendigar Camiine 10 akça yevmiye ile müezzin-i sani ve 5 akça ile kayyum olan Mustafa’nın vefatı üzerine yerine başka birinin tayin edilmesini” istemiştir. 1915 yılına kadar sağlam ve kullanılabilir durumda olan bina sonraki dönemde yıkılmıştır.
Kalebendlik
İç kalenin birinci bölümü olan bu bölgede suç işleyen mahkumların yattığı zindanlar vardı. Aynı zamanda, Bozcaada Osmanlı Devleti tarafından bir kalebendlik ve sürgün yeri olarak kullanılmıştır. Kalebend, işlediği suçtan dolayı bir kimsenin kale surları içinde mahkum edilme durumudur. Devlet ricalinde görev yapan birçok kişi buraya sürgüne gönderilmiştir. Bunlardan en önemlisi Sadrazam Hamit Halil Paşa’dır. Paşa, Bozcaada’ya sürgüne gönderilmiş ve 27 Nisan 1785 tarihinde başı kesilerek idam edilmiştir. Vücudu Alaybey Camii bahçesine defnedilmiştir. Kesik başı ise 2 Mayıs’ta İstanbul’a gönderilerek Ortakapıda teşhir edildikten sonra Karacaahmet Mezarlığındaki aile kabristanına gömülmüştür. Ispartalı olan Halil Hamit Paşa, eski Devlet Bakanı Kemal Derviş’in büyük dedesidir.
Kışla Binası
Burası kalede görevli askerlerin kaldığı yerleşim birimidir. 1915 yılına kadar sağlam ve kullanılabilir durumda olan bina sonraki dönemde yıkılmıştır. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde kaleyi, Bursa ve Biga Sancaklarından her sene iki bin askerin muhafaza ettiğini, her yıl değiştirildiklerini ifade etmiştir. Ayrıca İstanbul’dan bir oda (bölük) Yeniçeri, bir oda Cebeci ve bir oda Topçu birliğinin her zaman kalede hazır bulundurulduğundan bahseder. Başka bir kaynakta; 1646 yılında adadaki muhafızların 73 neferden ibaret olduğu, 1676 yılında ise 40 topçu ve 20 cebeci olduğu ifade edilmiştir.
Cephanelik (Arsenal)
Kaleyi silah ve cephane gönderilmesi, kaledeki cephanenin muhafazası, ocaktan gönderilen cebecilerin göreviydi. Kaledeki savaş malzemesinin kontrolü de Cebecibaşı tarafından yapılıyordu. Cebecilerin kale görevleri üç yıl süreyle olurdu. Bu süreyi bitiren cebeci merkeze alınır yerine başkası görevlendirilirdi. 1676 yılında kalede görevli 20 cebeci vardı.
Tabya Kitabesi
1827-1828 yıllarına ait Tabya Kitabesi oldukça ilginçtir. Bu kitabe, kaleye hakim olan tepede bulunan ve gözetleme amaçlı olarak yapılan tabyaya aittir. Burası halk arasında “Yeni Kale” olarak bilinmektedir. Tabya, II Mahmut döneminde Hafız Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır. Önemli bir bölümü yıkılmış olan tabyadan getirilen kitabe koruma amaçlı kalede sergilenmektedir.
İç kale bölümünde: ada çevresinden çıkarılan amforaların sergilendiği bir oda var. Ayrıca: bahçede, adada çıkarılan çok sayıda, eski mezar taşı ve tarihi eser sergileniyor. Yani bir açık hava müzesi gibi oluşturulmuş. Ziyaret edebilirsiniz, giriş ücretli.
BOZCAADA MÜZESİ
Dünyada, yalnızca Bozcaada’da çıkan bir deniz kabuğu var. Bunun yanında; ada ve çevresinde toplanan 720 çeşit deniz kabuğu: bu müzede sergileniyor. Yani: Müzede; yalnızca adaya özgü: fosil, arkeolojik eser, sikke, harita ve gravür ve 1915 Çanakkale Savaşında adayı askeri üs olarak kullanan Fransızlara ait malzemeler, o dönemden kalan kartpostallar, posta tarihine yönelik evraklar ve eski görüntülere ait resimler var. Değişik bir müze. Ada merkezinde.
Kaymakamlık tarafından tahsis edilen 130 yıllık tarihi bir binada; 2006 yılından bu yana ziyarete açık. Giriş ücretli. Belki ilginizi çekebilir.
ŞARAP FABRİKALARI
Ada’da, şarapçılık geleneği çok eski yıllara dayanıyor. Fabrikalar ise, bu geleneğin vazgeçilmez yapıları. Adada: 4 büyük şarap fabrikası var. Bunların en eski üç tanesi merkezde, yeni olanı ise Tuz Burnu mevkiinde. İlgi ve merakı olanlar fabrikaları gezebiliyorlar. Bu gezi sırasında: üzümün şarap olana kadar hangi aşamalardan geçtiğini öğrenebilir ve damak tadınıza uygun şarabın hangisi olabileceği konusunda fikir edinebilirsiniz. Ayrıca: fabrikaların yanında keyifle alışveriş yapabileceğiniz, şarap tadım ve satış mağazaları bulunuyor. Bu tadım ve satış mağazaları: merkezde de var. Ayrıca: bağ evlerinde üretim yapan, küçük imalathaneler de bulunuyor.
AYAZMA MANASTIRI
Ayazma kelimesi; “kutsal su” anlamına geliyor. Adanın ayazması, adanın güzey kısmında. Burası: çift oluklu bir çeşme. 8 tane dev çınar ağacı var. Küçük bir şapel ve 2 tane, tek katlı yapı bulunuyor.
Dev ağaçların gölgesinde ve sürekli akan çeşmesi sayesinde: piknik yapanların başlıca tercih yeridir. Özellikle, gün batımında; Ayazma plajına bakan manzarası muhteşemdir. Bir ağaca yaslanın ve bu manzaranın keyfini çıkarın. Ayrıca: buradaki çeşmeden bir kez su içenin, artık adalı olacağına inanılıyormuş. Adanın büyüsüne kapılıp, mutlaka bu suyu tadacağınıza eminim. Burada: bir de restoran var. Özel günlerde (örneğin: düğün) , burada masalar kurulup yemek servisi de yapılıyormuş.
Evet, burada bir de şapel var.
Rum Ortodoks cemaatine ait şapel: Rum Azize Aya Paraskivi adına yapılmış ve onun adını taşıyor. Yalnızca özel günlerde, ibadete açılıyormuş. 26 Temmuz’da kutlanan, Rumların Aya Paraskivi günü; şapelin ibadete açıldığı günlerden biri. Bu günde: kalabalık bir cemaat gurubu; Ayazma’da yiyip-içip eğleniyormuş. Halk arasında; buna “Ayazma Panayırı” deniliyor.
Şapelin alt kısmında: bir mağara var. Ada halkı, burada mum yakıp adak adıyor, dileklerini sembolize edecek taştan ve çalı çırpıdan şekiller yapıyorlar. Mağara; üst üste dizilmiş taşlarla anlatılmaya çalışılan, küçük evlerle dolu. Umarım sizde şansınızı denemek istersiniz.
GÖZTEPE
Adanın en yüksek noktası. 192 metre yükseklikte. Buraya çıkın, burada kendinizi: denizin ortasında büyük bir geminin kaptan köşkünde gibi hissedeceksiniz. Adanın bütün yükseltileri, düzlükleri, çevresindeki küçük adacıklar, bağlar, çamlıklar, evler ve hatta adanın diğer ucundaki rüzgar gülleri bile rahatlıkla seçiliyor.
Nasıl çıkacaksınız? Asfalt bir yol var. Döne döne ilerliyorsunuz. Yürüyüş yapmayı tercih ederseniz: 45 dakika sürüyor. Puslu olmayan bir havada çıkmalısınız. Tepede bulunan bina: bir radyolink istasyonudur. Dolunay zamanı: bir taraftan güneşin batışını izlerken, arkanıza döndüğünüzde, tüm ihtişamı ile koskocaman bir dolunay göreceksiniz.
RÜZGAR GÜLLERİ
Burada: rüzgar gülleri ve terkedilmiş bir deniz feneri var. Tüm gün tek başlarına döner rüzgar güllerini izleyebilirsiniz. Güneşin batmasıyla, ayrı bir güzellik oluşuyor. Çevrede; herhangi bir yerleşim yok ve yalnızca gökyüzündeki yıldızların ışıkları altındasınız. Bu rüzgar gülleri: 2000 yılında yapılmış ve Türkiye’nin üçüncü rüzgar enerji santralını oluşturuyorlar. Ada tüketiminden 30 kat fazla enerji üretiliyormuş. 30.000 kişiye yetecek ölçüdeki elektrik enerjisi; deniz altından döşenen kablolarla anakaraya gönderiliyormuş.
Evet, bu muhteşem türbinlerin, yalnızca bir tanesi, adanın enerji gereksinimine yeterli geliyormuş. Bu rüzgar gülleri, ilk yapıldığında adaya gelenlerin ziyaretine açıkmış. Ama, 2007 yılında rüzgar gülleri ziyarete kapatılmış. Sebebi, çok basit ve maalesef içler acısı bir durum. Ziyarete gelenler, rüzgar güllerine sprey boya ile, yazı yazıyorlarmış, doğal olarak ortaya kötü ve çirkin görüntüler çıkıyormuş. Bu yüzden, işletici firma tarafından, rüzgar gülleri ziyarete kapatılmış. Ziyaretçiler: yalnızca, Polente Fenerine giderek, buradan gün batımını seyredebiliyorlar.
TENEDOS
Çanakkale boğazının girişinde bulunan ve stratejik konumundan dolayı tarihte önemli bir yere sahip olan Bozcaada’nın antik çağdaki adı Tenedos’dur. MÖ 6 yüzyıldan Roma dönemine kadar yerleşme olduğu anlaşılan kentte, pişmiş toprak heykelcikler ve çanak çömlek parçaları bulunmuştur.
ADADA NERELERDEN DENİZE GİREBİLİRSİNİZ?
Adanın denizi tertemiz ve bakir koyları var. İlk kez gelenleri, oldukça şaşırtacak güzellikteki, irili-ufaklı koylar karşılıyor ve bu koylar, denize girmek için uygun.
Adanın denizi: genel olarak soğuk. En rüzgarlı havada bile, adada denize girebileceğiniz bir koy bulmak mümkün. Denize gitmeden önce yapmanız gereken; o gün esen rüzgarın yönünü tayin etmek. Eğer rüzgar: güneyden esiyorsa adanın doğu ve kuzeyindeki koylara gidin. Eğer rüzgar ; kuzeyden esiyorsa; (genellikle öyle eser) güneydeki koylara gitmelisiniz. Güneyde: Ayazma ve Habbele koyları var. Buralarda: günübirlik tesisler var. Adadaki minibüsler, yalnızca bu iki koya sefer yapıyorlar. Ayrıca: bu iki koyda, gün boyunca yemek yiyebileceğiniz restoranlar da bulmanız mümkün.
Diğer koylar ise; tüm doğallığıyla sizi bekliyor. Merkeze yakın olanlara yürüyerek veya bisikletle gidebilirsiniz. Ama güney kıyılarındaki uzak koylara, taşıt ile gitmeniz şart. Bu bakir koylara giderken: yanınıza şemsiye ve içecek su ve yiyecek maddeleri de almanız şart.
AYAZMA PLAJI
Adanın en popüler ve kalabalık koyu. Ulaşım kolaydır. Turkuaz rengi denizi ve incecik kumu var. Denizi genel olarak soğuk. Plaj boyunca: 6 tane restoran var. Gün boyunca, buralarda oturup yemek yiyebilirsiniz. Buraya: ada merkezinden, düzenli minibüs seferleri var. Plajda; profesyonel bir şirket tarafından: jet ski, su kayağı, sürat teknesi ile çekilen banana, ringo hamburger ile tek ve çift kişilik kanolar, deniz bisikleti ve sörf bisikleti ekipmanları ile, su sporları aktiviteleri yapılabilmektedir.
HABBELE PLAJI
Ayazmadan sonraki ikinci koy. Şezlong ve şemsiye kiralamak mümkündür. Gün batımına kadar yemek servisi yapan bir restoran var. Denizi hem kumluk ve hem de yer yer taşlık. Ayazmaya göre daha sakin bir yer. Adaya uzun yıllardır gelenler, burayı tercih ediyorlar. Ada merkezinden, buraya da düzenli minibüs seferleri bulunuyor.
SULUBAHÇE KOYU
Ayazma plajının hemen yanında. Ada merkezinden kalkan minibüsler, bu koyun önünden geçiyorlar. Bu yüzden, yaz döneminde günübirlikçiler tarafından tercih edilen bir yer. Herhangi bir tesis yok. Gerekli malzemeleri (şemsiye, su gibi) yanınıza almanız şart.
AKVARYUM KOYU
Ufak bir koy. Mermer burnu olarak da biliniyor. Deniz altındaki inanılmaz çeşitliliği ve amfora kalıntılarını görebilirsiniz. Bir şinolker ve gözlük almanız yeterli. Ancak: bu koya, yalnızca kendinize ait taşıtla gidebilirsiniz. Yürüyüş mesafesi: merkezden yaklaşık 2 saat sürüyor. Yine gerekli malzemeleri yanınıza almanız şart.
BEYLİK KOYU
Çok fazla bilinmeyen bir yer. Ama adanın en güzel koyu. Ayazmanın hemen solunda bulunuyor. Ana yoldan, koya kadar uzanan 200 metrelik bir toprak yoldan gidiliyor. Herhangi bir tesis yok, gerekli malzemeleri yanınızda bulundurun.
POYRAZ LİMANI
Ada merkezine en yakın koylardan biri. Fazla rüzgar almaması avantaj. 15 dakikalık bir yürüyüşle gitmeniz mümkün. Bağlarla kumsal iç içe. Denizi sığ ve sıcak, ama bol miktarda denizkestanesi bulunması keyif kaçırıyor. Sakinliği açısından tercih edilen bir yer.
Evet, sonuç olarak: özellikle: Temmuz ve Ağustos aylarında, adaya sakın rezervasyon yaptırmadan gitmeyin. Bozcaada da, kendinizi mutlu hissedeceksiniz.