Çanakkale Ezine

Çanakkale Ezine

Her yönünden, mitolojik ve antik kalıntılarla çevrili, yemyeşil bir ilçemiz. Tabii bu mitolojik yönü yanında, buranın tüm ülkemiz tarafından bilinmesinin en büyük bir nedeni daha var, evet, belki tahmin ettiniz: Ezine peynirleri.

Muhteşem bir lezzet. Burayı ziyaret ettiğimde, bende kalan anılar: yemyeşil bir ortam, tam ilçenin merkezinden geçen büyükçe bir dere ve Ezine peyniri.

ULAŞIM

Ezine ilçesi, Çanakkale-İzmir karayolu üzerindedir. İl merkezine uzaklık: 45 km. Ayvacık ilçesine uzaklık: 21 km. ve Bayramiç ilçesine uzaklık ise: 25 km. dir.

Buranın en büyük özelliği: İstanbul veya Trakya yönünden gelip: güneye ve özellikle Edremit körfezine, Asos yöresine inen ziyaretçiler tarafından, yoğun olarak kullanılmasıdır.

TARİH

Günümüzdeki Ezine ilçesinin ilk kurucularının: Danişment Oğulları oldukları biliniyor. Türk beyleri, yöreye geldiklerinde Ulu Camiyi yaptırırlar.

Buraya, Farsça, “Cuma” anlamına gelen “Azine” ismini verirler. Çünkü: Cuma namazlarını, topluca bu camide kılmaya başlarlar.

Bu isim, daha sonra zamanla değişerek, günümüze “Ezine” olarak ulaşmıştır.

İlçe merkezi böyle, ancak yörede, antik çağlarda birçok şehir medeniyeti kurulmuştur. Özellikle: Çanakkale boğazının doğu yakasında bulunan “Dardanel” ve “Alexandıa Troas” öne çıkmaktadır.

Osmanlılar döneminde, Ezine ve çevresine, göçler sonucu gelen Türk boyları yerleşirler. Takip eden dönemde, 1920 tarihinde, Ezine Yunanlılar tarafından işgal edilir. Ancak, 1922 tarihinde, işgal sona erer.

GENEL

İlçe düzlük bir alanda kuruludur. İlçe merkezi, deniz seviyesinden 50 metre yüksekliktedir. Kazdağları’ndan doğan ve ilçenin ovasından geçerek, Çanakkale boğazına dökülen “Menderes Çayı” ve ilçeyi ikiye ayıran “Akçin çayı”, bölgenin coğrafi özelliklerinin başında gelir.

İklim düşünüldüğünde, bölgede ılıman bir iklimin hakim olduğu görülür. Bu nedenle, özellikle yaz aylarında, deniz turizmine yönelik hareketlenme olmaktadır. Yerleşim yerinin çevresi, tepelerle çevrili olduğundan, nem ortalaması oldukça yüksektir.

İlçenin batısında bulunan “Bozcaada” ya: Geyikli beldesindeki iskeleden, feribot seferleriyle ulaşım sağlanıyor.

İlçe ekonomisi:  tarıma dayanır.

EZİNE PEYNİRİ

Yenilebilecek en iyi ve en kaliteli peynirlerden biridir. Ancak, yörede satılan peynirlerin hepsi, Ezine peyniri markasıyla satılıyor ve bunların büyük çoğunluğu dikkat edin, sahtedir. Orijinal Ezine peynirinin makbulü: tenekede, bir yıl dinlendirilmiş olanıdır.

Peynir: imal edilirken, içindeki süt oranları şöyledir: keçi sütü: % 40, inek sütü: % 15 ve koyun sütü: % 45-55 arasındadır.

Ancak, her ne kadar koyun sütü ağırlıklı olsa da, peynir: koyun peynirinin lezzetini barındırır, kokusu ve ağırlığını asla hissetmesiniz. Koyun sütü: ortalama yüzde 18-20 arasında kuru madde içerir. Bunun en az; yüzde 6’lık bölümü: süt yağıdır.

İnek sütü ise, zayıf bir süttür. İçerdiği kuru madde oranı, koyun sütüne göre: yüzde 50 azdır. Maksimum yağ oranı ise, yüzde 4 olup genelde yüzde 3 yağlıdır. Diğer bölgelerin(özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu) koyun sütlerinde: tortu bulunur. Bu tortuda mevcut; çamur ve pislik gibi maddeler, süt mandıraya ulaştırılıncaya kadar çok uzun süre sütün içinde kaldığından; aromaları, sütün yağına siner.

Halbuki, Trakya’da, üretici, sütünü sağdıktan sonra, süzer. Yaygın karayolu ve düz coğrafi koşullar nedeniyle, sütü, mandıraya daha çabuk teslim eder. Mandırada, süt seperatör makinalarından geçer ve kirliliğinden arınır. Koku derdi ortadan kalkar.

Teneke içinde satılır. Her ne kadar, tenekesini açmak biraz zahmetli olsa da, bu zahmete kesinlikle değer.

Ama, yine de, bir yıllık bekletilen peyniri yalnızca tanıdıklar aracılığıyla bulabilirsiniz. Çünkü, marketlerde, yalnızca 3-4 aylık imalat, yani beklemiş peynir bulmak mümkün.

Evet, orijinal peynirin rengi iyice sarıdır. Süt beyazı olanları tercih etmeyin. Peyniri aldıktan sonra:  daha uzun süre saklamak için: peyniri hafif sudan geçirin ve bir kağıt havlu ile kuruttuktan sonra saklayın. Asla su içinde bekletmeyin.

NE YENİR, NE İÇİLİR

Ezine denildiğinde, akla gelen ilk şey, Ezine peyniri.

NE SATIN ALINIR

Evet, yine burada da, klasik bir öneri: orijinal Ezine peyniri bulun ve satın alın diyorum.

GEZİLECEK YERLER

ABDURRAHMAN CAMİİ

Sultan Orhan Gazi döneminde 1310 yılında yapılan: yalın, alçak ve kalın duvarlı yapı, Osmanlı camilerinin ilk örneklerinden olması nedeniyle oldukça önemlidir. Son cemaat yeri, mermer sütunlu ve ahşap kemerlidir. Tavanı, Sultan II. Mahmut döneminde yenilenmiştir. Cami halk arasında, Ulucami olarak bilinir.

SEFER ŞAH CAMİİ

Sultan Yıldırım Beyazıt döneminde yapılan caminin inşasında çevredeki antik yapı kalıntıları kullanılmıştır. Son cemaat yeri olarak sonradan eklenen, yapının yanında, Sefer Şah’ın mezarı bulunmaktadır.

ASLIHAN BEY KÜLLİYESİ

Cami, türbe ve hamamdan oluşan külliye: Ezine’nin 12 km batısındaki Kemalli köyündedir. 14 yüzyılda Sultan Murad döneminde yapılan cami, tek kubbeli, ana mekan ve çapraz tonozlu revaktan oluşur.

Son cemaat yerinin yanları kapalıdır. Caminin kuzeyinde, büyük blok taşlardan yapılmış türbe vardır. İçindeki Selçuklu üslubu taş sanduka, 1383 yılı yapımıdır. Caminin batısındaki dört kubbeli hamam, en eski Osmanlı yapılarındandır.

Çanakkale Ezine

KESTANBOL TERMAL TURİZM MERKEZİ

İlçe merkezine 15 km ve Marmara denizine 2 km. uzaklıktadır.

Kaplıcaların: antik dönemden beri kullanıldığı düşünülmektedir. Söylenenlere göre: Hz. İsa’nın havarilerinden Saint Paul: buraya gelip, bir ölüyü, kaplıca sularına sokmak suretiyle diriltmiştir.

Evet: tarihi hikayesi bu. Kaplıcanın diğer rakamsal özelliklerine bakacak olursak: suyun ısısı: 67 derece olup, PH derecesiyse, 6 civarındadır.

Banyo ve çamur banyosunda tedavi edilen hastalıklar şunlardır: kadın hastalıkları, romatizma, siyatik, kireçlenme, bazı kemik hastalıkları, üst yolunum yolu hastalıkları, akciğer hastalıklarıdır.

NEANDRİA

Troas bölgesinde, Ezine ilçesinin güneybatısında, Aleksandreia Troas’dan yaklaşık 13 km daha içeride, Çağrı dağının üzerindedir. 

Bir Aiolia kenti olan Neandria, 1400 boyunda, 450 metre genişliğinde bir alana yapılmıştır. Şehir MÖ 5 yüzyılın ortalarında Atina’nın önderliğinde yapılan Attika-Delos Deniz birliğinin üyesi olmuştur. MÖ 310 yılında şehir boşaltılmış ve halkı Antigonos tarafından Antigoneia’ya (sonraki ismi Aleksandreia Troas) yerleştirilmiştir.

Bu antik şehir, 1899 yılında Alman arkeolog Robert Koldewey tarafından kazılmıştır.

Kentin 3200 metre uzunluğundaki ve 3 metre kalınlığındaki surlarının, MÖ 5 yüzyılda inşa edildiği sanılmaktadır. Günümüze az hasarlı olarak ulaşan bu surların 11 kulesi ve çok sayıda girişi bulunmaktadır. Evet, yapıldığı dönemlerde kalenin önemli bir konumu olduğu düşünülmektedir.

Kalenin içinde bulunan: MÖ 7 yüzyılın sonuna ya da MÖ 6 yüzyılın başına tarihlenen Aiolia düzenindeki tapınak, şehrin en önemli yapısıdır.

Apollon’a adanan tapınak, bir podyum üzerindeki bir celladan (tapınağın adandığı tanrının heykelinin bulunduğu, tapınağın iç kısmındaki oda) oluşmaktadır. Yazılı kaynaklardan edinilen bilgilere göre, tapınakta Apollon’un büyük bir heykeli bulunuyordu. Apollon heykeli, tapınağın cellası’nın güneydoğusunda yer almaktaydı.

Tapınağı uzunlamasına, ortadan ikiye bölen taş kaideler üzerine yerleştirilmiş 7 ahşap sütunun, Aiolia sütun başlıkları, İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

Şehirde Apollon Tapınağının dışında, Zeus kutsal alanı, arkaik ve klasik  dönemlerden kalmış evler bulunmuştur. Ayrıca, şehir duvarları dışındaki nekropolde bulunan çeşitli lahitler, pithoslar ve antik mezarlara da ulaşılmıştır. Evler Neandria’yı kuzeyden güneye kesen caddenin çevresinde sıralanmıştır.

SANKREA

Zambak tepesindedir. Buraya, Çığrı da denilir. Burada, büyük bir şato kalıntısı var. Bizans imparatorluğu zamanında, burada, siyasi mahkumların hapsedildiği tahmin ediliyor. Burası, aynı zamanda: Homeros’un, Truva coğrafyasını incelemek için oturduğu sanılan, Sankrea şehrinin yerindedir. Burası: takip eden tarihi süreçte, Emir Dursun tarafından alınarak, Orhan Gazi zamanında, Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Çanakkale Ezine

ALEXANDREİA TROAS

Ezine’nin 15 km batısında, Geyikli’ye bağlı Dalyan köyünde Eski İstanbul ya da Odunluk iskelesindedir.

Kentin ilk kurucusunun, MÖ.400 yıllarında, Sgia adı ile, tek gözlü Antigonos Monofialmos olduğu biliniyor. Daha sonra, Büyük İskender zamanında, generallerinden “Antigonas” tarafından, bu küçük şehir geliştirilir ve “Antigonas”ın anısına, şehre “Antigonia” ismi verilir.

Büyük İskender’in ölümünden sonra: Trakya kralı Lysimachos; MÖ.310 yıllarında, bu yeni kurulan şehri daha genişletir ve bölgede bulunan diğer şehirlerin halkını buraya getirip, yerleştirir. Şehrin adını da, İskender’in asıl adı olan “Alexsandra” olarak değiştirir.

Şehri, burada kurulan diğer şehirlerden ayırmak için de, isminin sonuna “Troas” kelimesi eklenir. Çevredeki halkın buraya yerleşmesi sonucu, şehir, o dönemde, Anadolu’nun en büyük şehirlerinden biri haline gelir.

Çanakkale Ezine

Tarihi süreç içinde: Romalılar, Suriye kralı Antiokhos ile yaptıkları savaş sırasında: şehir halkının kendilerine sadık kalmalarından etkilenirler ve şehir, Romalıların gözdesi haline gelir. Özellikle, Roma imparatoru Sezar zamanında, şehir başkent olma konumuna gelir. İmparator Konstantin: başlangıçta başkenti “Konstantinapolis” şehrini, burada kurmayı düşünür.

Çünkü: şehrin limanından kaynaklanan muhteşem bir zenginlik söz konusudur. Ancak, daha sonra, başkent olarak, İstanbul seçilir.

Çanakkale Ezine

Roma imparatoru Hadrianus zamanında, şehre su yolu ve hamam yaptırılır. Özellikle: Atinalı zengin bir bilgin olan Herodes Atticus tarafından yaptırılan imar faaliyetleri şehrin ününü ve önemini arttırır. Bu yapılardan, hamam, günümüze kadar gelebilmiştir.

Şehrin en önemli yeri olan limanı ise, günümüzde, Dalyan köyünün altında kalmıştır. Günümüze kadar ulaşan kalıntılara bakıldığında; şehrin, kurulduğu dönemdeki muhteşemliğini hayal edebilirsiniz. Hamamın bulunduğu yerde, kaplıca suyu çıkmaktadır. Dolayısı ile, bölgedeki şifalı suların, antik çağdan bu yana varlığının en büyük kanıtıdır.

Evet, tarihi süreçte, gerçekten büyük ün kazanan bu kentin, ne zaman ve neden terk edildiği bilinmiyor. Ancak, ortaçağlardan kalan bu kent, günümüzde hala denizden görülebilmektedir. Dolayısıyla, bazı gezginler, bu kenti gördüklerinde, Truva kalıntıları olarak değerlendirmektedirler.

Sonuçta, bu da, bir zamanlar, bu kentin birçok kişi tarafından ziyaret edilmesinde, önemli rol oynamıştır. Kent, erken Hıristiyanlık döneminde, önemli rol oynamıştır. Havari Poulus, kenti birkaç kez ziyaret etmiş ve Avrupa’ya, Hıristiyanlık dinini yaymaya burada karar vermiştir.

Bugün kentteki kalıntılar arasında görülebilecek olanlar şunlardır: hamam, saray, liman, çarşı kalıntıları. Kent, bugünkü haliyle, Hıristiyanlığın başlangıç noktası olması açısından, büyük turistik önem taşımaktadır.

YEDİ TAŞLAR

Koçali köyü yakınlarında: granit kayalar tarafından gizlenen bir taş ocağı var. Bu taş ocağından alınan taş sütunlar: Dalyan iskelesinden, Roma imparatorluğunun çeşitli yerlerine sevk ediliyormuş. Günümüzde, burada imal edilmiş ve sevk edilmemiş halde kalan, 7 tane taş bulunuyor.

Bunların genişlikleri: 160 cm ve uzunlukları ise 12 metre. Her sütun yaklaşık 60 ton ağırlığında. Bu taşları görürseniz, bunların buradan Dalyan iskelesine kadar nasıl nakledildiğini, o günün teknolojik şartlarında nasıl taşındığını, hayretler içinde düşüneceksiniz.

Çanakkale Ezine

EZİNE PLAJLARI

Ezine ilçesi deniz kıyısında olmaması nedeniyle, denize girmek için çeşitli alternatifler var. Bunların başında: Ezine plajı geliyor.

Çanakkale Ezine

EZİNE PLAJI

İlçe merkezine 20 km. uzaklıktaki bu plaj, Odunluk iskelesinin yanında bulunuyor. Sakin ve huzurlu bir mahal. Dalyan köyü sınırları içinde kalıyor. Bu yörede, yazlık evler yoğunlaşmış. Plaj çevresinde, gençlere yönelik eğlence mekanları bulunuyor.

AKTAŞ PLAJI

İlçe merkezine 22 km. uzaklıktadır. Kestenbol kaplıcalarına yakındır. Buraya, ulaşım yok, yalnızca kendi özel aracınız ile ulaşmak mümkün. Burada: zengin ve büyük meşe ağaçlarının gölgesinde, Bozcaada manzarasını izleyerek denize girmek ve piknik yapmak mümkün.

TAVALI PLAJI

İlçe merkezine 30 km. uzaklıktadır. Burada da yazlık konutlar yaygın olarak bulunuyor. Bir şerit gibi, Ayvacık ilçesine kadar sahil boyunca uzanıyor. Burada: sakin bir ortam bulmanız mümkün. Halk, plaj çevresinde çadır kurarak, kamp yapıyor. Bu plaj: denizin temizliği ve dibinin kum olmasıyla, çevrede yaşayanlar tarafından yoğun olarak tercih ediliyor.

Çanakkale Ezine

GEYİKLİ BELDESİ

Ezine ilçe merkezine, 17 km. uzaklıkta, Çanakkale il merkezine ise 54 km. uzaklıktadır. Doğusunda çalılık ve ormanlıklar, batısında Ege denizi ve 6 mil açığında Bozcaada bulunmaktadır.

Burası bir belde olarak öne çıkmakta ve 3600 kişi yaşamaktadır. Yaz aylarında ise, nüfus 10 000 üstüne çıkmaktadır. Sahil kesiminde: 2000 civarında konut bulunmaktadır. Bunlar, daha çok, çevre illerde yaşayanların yazlık konutları olarak kullanılmaktadır. Bunun dışında, yörede yaşayan insanların başlıca geçim kaynağı ise, zeytinciliktir. Balıkçılık ta önemlidir.

Buradaki plajlardan, denize girmek mümkün. Ayrıca: iskeleden, Bozcaada’ya ulaşım sağlanıyor. Kıyı kesiminde, Bozcaada manzarasını izleyerek, bir şeyler içebileceğiniz yerler var. Tüm bunların dışında: Geyikli sahillerinde, belki  duyanlarınız olabilir, bir dönem “radyasyon” bulunduğu yönünde bir kısım söylentiler çıktı.

Ancak, yapılan araştırmalarda, bu radyasyonun “tıpta: Talaso Terapi” olarak kullanılan ve tedavi özelliği taşıyan bir nitelikte bulunduğu tespit edildi. Bu konuda ayrıntıya girmek istemiyorum. Çünkü: net bilgilere sahip değilim.

Yani: bu sahillerde, radyasyon bulunduğuna dair teknik veriler elde ediliyor, ama bulunan bu radyasyonun, terapi yani tedavi edici özelliği olduğu söyleniyor. Umarım, bu konuda ilgililer gerekli çalışmaları yaparlar ve gerekli resmi açıklamalar yapılır. Yoksa, gerek burada yaşayanlar ve gerekse burayı ziyaret edecekler için, bu konu, olumsuz bir tepki yaratır.

Ayvacık tanıtımı.

Bayramiç tanıtımı.

Çanakkale tanıtımı.

Gelibolu tanıtımı.

Truva tanıtımı.

Çanakkale Ayvacık

Çanakkale Ayvacık

Ayvacık denilince akla hemen, başkaca birçok özellik söz konusu olmasına rağmen: Asos ve Behramkale gelmektedir. Buraya birkaç kez gittim. Özellikle: Asos, sahil kıyısındaki yapısı ile, gerçekten muhteşem. Hemen kıyıda bulunan restoranlardan, güneşin batışını mutlaka izleyin.

Behramkale de bulunan Athena Tapınağına çıkın ve çevreye yayılan muhteşem deniz manzarasını izleyin. Behramkale de, taş duvarlar ve antik mimari kalıntılar üzerinde dolaşın, dönemin büyüsünü hissedin. Tüm bunların yanında: tarihi gezi merakınız yanında, Asos’ta bulunan taş yapı otellerde, güzel bir tatil geçirmek te mümkün.

Tek sıkıntı: Behramkale ile Asos arasındaki yolun, nispeten dar, virajlı ve eğimli olması, sanırım bu yolda ilerlerken, mümkün olduğu kadar dikkatli araç kullanmak şart.

ULAŞIM

Ayvacık-Çanakkale arasındaki uzaklık: 72 km. Ayvacık-Ezine arasındaki uzaklık: 25 km. Ayvacık-Edremit arasındaki uzaklık ise: 70 km. dir. Özellikle: İstanbul ve Trakya bölgesinden gelerek, güneye, Ege bölgesine yolculuk yapanlar, bu bölgeden geçerler.

TARİH

Ayvacık ilçesinin hangi tarihte kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, ilk çağlardan bu yana, çeşitli kavimler tarafından, bölgenin yerleşim yeri olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir.

Bölgede ilk yaşayan topluluğun: Mysyalılar ve Luviler olduğu, ardından ise Hititler, Lidyalı’lar ve Perslerin bölgede egemen oldukları öğrenilmiştir. MÖ.334 yılında, Büyük İskender bölgede egemen olur. Onun ölümü üzerine, Bergama krallığı,  daha sonra Roma ve Bizans idaresi görülür.

Selçuklu Beylerinden Emir Caka Bey, Oğuz boylarını buraya yerleştirir. Karesi Beyin ölümünden sonra ise, taht kavgalarından yararlanan Osmanlılar, Sultan I. Murat zamanında, Ayvacık bölgesini ele geçirirler. 1876 yılında, ulaşım güçlüğü nedeniyle, Ayvalıoba, bugünkü Ayvacık ilçesinin bulunduğu yere taşınmıştır.

Tarihi süreç içinde, yazılı kaynaklara göre, Ayvacık ile ilgili 1335 yılındaki bilgilere göre: burada Kızılca Tuzla adıyla anılan 15-20 evlik bir yerleşim bulunduğu bilinmektedir. Sonraları, Ayvalı oba adını alan yerleşim, Osmanlı kayıtlarında Biga sancağına bağlı bir kaza merkezi olarak geçer.

1920 yılında yaşanan Yunan işgali, 1922 yılında sona erdirilir. 1926 yılında Ezine ilçesine bağlanan Ayvacık, 1928 yılında ilçe haline getirilir.

İlçe adının temelinde şöyle bir söylenti var. Evet, söylentiye göre: 1514 yılında, bu bölgede yaşayan bir delikanlı, Çaldıran Savaşına katılır. Zaferden sonra, Osmanlı Ordusuyla Azerbaycan’ın başkenti Tebriz’e gider. Tebriz şehrinde, bir han avlusunda dinlenirken, hanın sahibesi olan Tiflisli Ümmühan Hatun ile tanışır.

Ümmühan Hatun, aşırı zengindir ve kocası, askerde iken ölmüştür. Bu genç delikanlıyı, kocasına benzetir ve bu isimsiz delikanlı ile evlenerek oradaki bütün mal varlığını satar ve bu bölgeye, delikanlının memleketine gelir.

Ümmühan Hatun: ilk olarak, çevredeki obaları dolaşır ve burada yaşayanları, Ayvalıoba’da yaşamak üzere davet eder. Böylece: Ayvalıoba köyü, kasaba haline gelir. Ayrıca yanında getirdiği para ile, kendi adını verdiği ve günümüzde de görülmekte olan “Ümmühan Hatun” camisini yaptırır.

Kasabaya su getirtir, hamam yaptırır. Böylece, kasabada rahat bir ortam sağlanır. Bu sırada, Ümmühan hatun, evinin bahçesine diktiği “ayva” ağacının cılız ve cansız kalması üzerine, kasabaya, küçük ayva anlamına gelen “Ayvacık” adını verir.

GENEL

Ayvacık: sırtını antik dönemlerin ünlü dağı İda dağına dayar, yüzünü ise, birçok efsanenin doğuşuna kaynaklık eden Ege denizine dönmüştür. Yeşilin ve mavinin her türlü tonu, bölgede görülebilir. Önemli bir kavşak noktasındadır.

İlçe, coğrafi açıdan nispeten dalgalı olup, dağlar ve tepeler, genellikle büyük çoğunluğu oluşturmaktadır. Yani, düzlükler yalnızca: yüzde 18. İlçe merkezinin denizden yüksekliği: 273 metredir. İlçenin deniz kıyısında, 88 km. lik sahil şeridi bulunmaktadır.

İklim olarak: yörede, Akdeniz ve Karadeniz ikliminin etkileri görülmektedir. İlçe merkezi ve çevresinde, yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise don yapmayacak kadar soğuk ve yağışlıdır.

Yöre halkı, oldukça zengin bir kültür yapısına sahiptir. Yörük ve Türkmen köylerinde, kendilerine özgü kültürel farklılıklar yaşanmaya devam etmektedir.

Bölgenin ekonomik etkinlikleri düşünüldüğünde: turizmin yanı sıra, zeytincilik ve zeytinyağı üretimi, halı dokumacılığı, odun kömürü, peynir ve hayvancılık önemli gelir kaynakları arasındadır.

NE YENİR,. NE İÇİLİR

Ayvacık bölgesinde, özellikle Asos yöresinde: hemen deniz kıyısında bulunan restoranlarda, mutlaka deniz ürünleri ve özellikle balık yemelisiniz.

NE SATIN ALINIR

Ayvacık ilçesinde, kök boyama iplerle el dokuma halılar üretilmektedir. İlginizi çekerse, bunlardan satın alabilirsiniz.

Bunun dışında, bölgenin turistik özellikleri nedeniyle, Behramkale bölgesinde, yöresel el sanatları ve yöresel doğal ürünlerin (özellikle: kekik öneriyorum) satıldığını göreceksiniz. Asos’ta ise, el dokuma küçük çantalar-heybeler, bayanlar için ilginç oluyor, hediyelik olarak da düşünülebilir.

GEZİLECEK YERLER

Çanakkale Ayvacık

HÜDAVENDİGAR CAMİSİ

14.yüzyıl sonunda Sultan Murat Hüdavendigar döneminde yapılmıştır. 238 metre yükseklikteki bir tepe üzerinde, muhteşem bir görüntü sergilemektedir. Cami: bir kubbe ve sütunlu bir giriş kapısını da içine alan, dörtgen bir alan üzerine inşa edilmiştir. Osmanlı mimarisinin tipik bir örneğidir. Caminin yapımında: Roma ve Bizans dönemi kalıntıları kullanılmıştır.

Caminin mermer giriş kapısı: Carnelius kilisesinin kapısıdır. Kiliseyi tamir ettiren Skamandros kralının, kapıya yazdırdığı duaya dokunulmamış, ancak haç işaretinin iki kanadı kırılmış ve cami kapısı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Üzerinde haç işareti olan bir kapının, cami kapısı olarak kullanılmış olması ilginç ve etkileyicidir.

Caminin iç dekorasyon resimlerinde de, kadırga resimlerinin kullanılmış olması, daha önce bu tür bir süsleme görülmemesi nedeniyle ilgi çekmektedir. Caminin minaresi yoktur. Tonoz örtülü son cemaat yeri, yanlarda basık kemerlidir.

Çanakkale Ayvacık

ASSOS

Ayvacık ilçesinin en şöhretli yeri, Behram köyünde bulunan “Assos” tur. Büyük Filozof Aristo, yaşamının bir bölümünü burada geçirmiştir. MÖ.347-344 yılları arasında, burada “Felsefe Okulu” kurmuş ve işletmiştir. Amacı: Eflatun’un ünlü eseri Republic (Devlet) de sözünü ettiği, ideal devlet şeklini hayata geçirmekti. Bu amaçla, Atina’dan kalkıp, buraya gelmiştir. Evet, Asos ile ilgili, yine bu sitede ayrıntılı bir yazı örneği var. Oradan, Asos hakkında ayrıntılı bilgi alabilirsiniz.

Asos-Behramkale tanıtımı hakkındaki yazıma ulaşmak için. 

Çanakkale Ayvacık

BEHRAMKALE

Behramkale antik yerleşim yeri hakkında, yine bu sitede ayrıntılı bir yazı örneği var. Behramkale bölgesindeki gezinizden önce, siteden Behramkale arattırıp, ayrıntılı tanıtım yazısı örneğini alabilirsiniz.

BEHRAMKALE KÖPRÜSÜ

Yapılış tarihi net olarak bilinmeyen köprü, 14 yüzyıla tarihlenir. Tuzla çayı üzerindedir. Sivri kemerli olan ve yörenin taşlarıyla inşa edilen köprü, günümüzde kullanılmamaktadır.

Çanakkale Ayvacık

GÜLPINAR-CHRYSE-APOLLO SMİNTHEUS TAPINAĞI 

Bu kalıntılar, İlyada Destanında adı geçen “Apollon Smintheus Tapınağı”, burada yani Gülpınar da bulunmaktadır. Gülpınar, Ayvacık’ın güneybatısında, Bahçeleriçi kesimindedir.

Antik Troas bölgesi sınırları içindeki Chryse antik şehri, bir Aiolia şehridir. Ancak, Apollon Smintheus Tapınağı ile önem kazanmıştır. Bölgede, tapınak dışında, ayrıca Roma ve Bizans yapıları da bulunmaktadır.

Apollon Smintheus kültü, Anadolu kökenli ve Troas bölgesine özgü bir tapınma biçimidir.

Tapınağın yapıldığı Helenistik çağda, yörede suyun bol olması, Apollon kültürünün bir simgesidir. Çünkü: tanrı Apollon, kehanette bulunmak için, her zaman suya ihtiyaç duyar. Tapınağın bu nedenle, bu alanda kurulmuştur.

Tapınak: MÖ.330-30 yılları arasındaki 300 yıllık sürede, İon stilinde yapılmıştır. Troas bölgesinde, tek örnek olarak öne çıkmaktadır. Tapınağın ölçüleri: dar yüzeyler 23 metre, uzun kenarlar ise, 42 metredir. Alt yapısında, üç farklı taş kullanılmıştır. Temel ise, yöreye özgü, tüf  taşından yapılmıştır.

Üzeri ise, çevrede çok görülen, andezit-bazalt taşından yapılmıştır. Temel ve 11 basamağın son kaplaması, mermerdir. Mermer bloklarla döşenen kutsal alan ise, 3 odadan oluşur. Bunlar: kutsal ön oda, kutsal oda ve arka odadır. Kutsal oda da, Paroslu heykeltıraş Skopas’ın yaptığı düşünülen ve 110 cm. lik bacak parçası ele geçen, tanrı Apollon’un heykelinin bulunduğu biliniyor.

Tapınak hakkında antik kaynaklarda bahsedilmektedir. Ayrıca, Helenistik çağ sikkelerinde, tapınak cephesinde duran bir kutsal heykelin, 5 metre uzunluğunda bulunduğu sanılmaktadır. Ünlü Roma İmparatoru Julius Ceaser’ın burayı ziyaret ettiği biliniyor.

Tapınak kalıntıları ve tapınaktan çıkan eserler, burada bulunan müzede sergilenmektedir.

Çanakkale Ayvacık

KÜÇÜKKUYU-ZEUS ALTARI

Beldeye bağlı, Adatepe köyünün üst tarafında, Gargaran tepesinde bir mağara bulunuyor. Gargaran Tepesi; eski Yunan kültürüne göre, tanrılarına kurbanlar sunmak üzere yapılmış bulunan Zeus Altarı’na ev sahipliği yapmaktadır. Eski Yunanlılar; savaşta galip gelmek, kuraklıktan, hastalıktan kurtulmak, bereketli ürün alabilmek, felaketlerden korunmak için tanrılara kurban vermeyi adet haline getirmişlerdi.

İşte, bu alışkanlığın uygulandığı bir yer. Mağaranın ön tarafı, diklemesine uçurum. Taş duvarlarla örülen küçük odaya kadar olan bölümde bir su sarnıcı var. Sarnıca inen taş merdiven, günümüzde yıkılmıştır. Homeros, İlyada destanında, Zeus Atlarından söz etmektedir. “Hera, dosdoğru yürüdü Gargaran doruğuna. İda’nın en yüksek tepesiydi bu. Bulutları devşiren Zeus, onu gördü. Görür görmez aşk sardı düşünceli kafasını ve Hera, Zeus’un dokuz eşinin birincisi oldu”.

Çanakkale Ayvacık

ADATEPE KÖYÜ

Bu köy: Türk ve Rum kültürünün bir arada uzun yıllar yaşadığı bir yer olarak öne çıkıyor. Deniz kenarında değil de, dağlara, daha güvenli yerlere yerleşmek düşüncesindeki insanlar tarafından kurulmuştur. Köydeki Rum ve Türk yerleşim yerleri, Kültür Bakanlığı tarafından koruma altına alınmıştır.

Bu konutlar, orijinal taş yapılarıyla, yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir. Köyün yerli halkı, büyük yerleşim yerlerine göç ederken, büyük yerleşim yerlerinden gelen bir kısım insanlar, Adatepe köyünde yaşamaya başlamışlardır.

Çanakkale Ayvacık

KÜÇÜK ÇETMİ KÖYÜ-AFRODİT KAPLICASI

Küçük Çetmi köyünde bulunmaktadır. Adını, mitolojideki güzellik tanrıçası Afroditten almaktadır. Kaplıcanın tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmez, ancak Cenevizliler zamanında onarıldığı bilinmektedir. İlyada Destanına göre: Zeus, hastalanan güzellik tanrıçası Afrodit’i yanından uzaklaştırır.

Afrodit: İda dağında, bir mağaraya konur. Bu mağarada: 42 derece sıcaklıkta çıkan suda yıkanan Afrodit, eski güzelliğine ve sağlığına kavuşur. Ancak, Zeus’un yanına bir daha dönemez.

O zamandan, günümüze kadar, bu söylenti sonucu, güzelleşmek ve iyileşmek isteyenler, bu kaplıcanın sularına girerler. Zamanınız varsa, sizde değerlendirebilirsiniz.

Çanakkale Ayvacık

SİVRİCE-SOKAK AĞZI

Ayvacık ilçesinde, deniz kıyısındaki bir bölgedir. Burada bulunan dalgıç kulüpleri: kursiyerlerini eğitmektedirler. Ülkemizin gizli cennetlerinden biridir. Son yıllarda özellikle soft turizm konusunda, öne çıkmaktadır.

Çanakkale Ayvacık

BABAKALE

Asya kıtasının en uç noktasıdır. Assos bölgesine, 17 km. ve Küçükkuyu bölgesine ise, 25 km. uzaklıktadır.

Gözden uzak, muhteşem sakin ve dinlendirici, tertemiz havasıyla öne çıkan minik bir yerleşim yeri. Evet, Babakale bir balıkçı köyüdür.

Geçmişi ise, 1723 yılına kadar gidiyor. Bu tarihte kurulan Babakale, görkemli kalesi, antik su yolları, camisi, hamamı, çeşme ve ulu çınar ağacı ile, ziyaretçilerinin, tarih içinde, zamanda yolculuk yapmasını sağlıyor.

Çanakkale Ayvacık

Babakale’nin yine geçmişini izlemek, belki ilginizi çekebilir. Şöyle ki: bir gün, Osmanlı sultanı III. Ahmet, deniz seferinden dönerken, kötü hava nedeniyle, buradaki köye sığınır. Halk: Padişahın çevresini sarar ve korsan saldırılarından bıkıp-usandıklarını söylerler. Padişah, veziri İbrahim Paşa’ya talimat vererek, bir ferman çıkarılır.

Bu fermana göre: ülkenin bütünündeki mahkumların, Babakale’de çalışmalarından sonra, serbest bırakılacakları vaat edilir. Daha sonra, mahkumlar bölgeye gelirler. Bölgede: kaleyi yaparlar, çeşmeye su getirmek için, 5 km. künk döşerler ve liman inşaatına başlarlar.

Günümüzde, bu kale, maalesef restorasyon beklemektedir. Hemen karşı kıyıda bulunan Midilli Adasındaki kale ışıklandırılmış görüntüsüyle, muhteşem ilgi çekerken, Babakale’de bulunan kale, maalesef kaderine terk edilmiş görüntüsüyle, görenleri üzüyor.

Kalede, 2000’li yıllarda restorasyon çalışmaları başlamış olmasına rağmen, belli bir onarım yapılamamış. Çeşmeye su getirmişler dedim ya, Osmanlı Donanması, deniz seferlerine çıkarken, bu çeşmeden su alırmış. Alınan bu su, 3 ay gibi uzun sürede, asla bozulmaz ve tazeliğini muhafaza edermiş. Ama, günümüzde bu çeşmenin suyu akmıyor.

Evet, bu arada liman yapılmış dedim ya, bu yapılan liman, elbette arzu edilen gibi olmaz. Özellikle: günümüzdeki gemilerin yükleme yapabilecekleri, balıkçı teknelerinin sığınabilecekleri, turistik yatların barınabilecekleri bir liman olma özelliğini taşımaz.

Yani: uzun yıllara dayalı bir ihmal, günümüzde hala devam etmektedir. O yıllarda liman için atılan taşlar, hala eskisi gibi duruyor. Liman yapılması için çalışmaların yürümediğini öğrendim.

Evet, Babakale ve çevresinin, diğer bir ismi de: akvaryum. Balıkların yumurta bırakmak için, Akdeniz’den Karadeniz’e geçtikleri, geçiş yolu üzerinde bulunması nedeniyle, burada, her türlü balık bulunabiliyor. Özellikle, denizin temiz olması nedeniyle, dalış yaparak balık avlamak ta mümkün.

Ama avlamaktan değil de, yemekten hoşlanıyorsanız, Babakale, tam size göre bir yer. Çünkü, özellikle balık fiyatlarının düşük olması en büyük özellik. Bunun yanında, deniz ürünleri muhteşem şekilde servis ediliyor. Hatta, kırlangıç balığı çorbasını mutlaka tatmanızı öneriyorum.

Burada, günümüze kadar uzanan bir efsane var. Osmanlı donanmasında, adı “peksimet yemez Latif Baba” olarak bilinen denizci ölünce, Babaada Burnuna gömülür. Donanma, ne zaman buradan geçse, uğur getirsin diye, türbenin bulunduğu tarafa, denizciler tarafından peksimet atılırmış.

Evliya Çelebi, ünlü Seyahatnamesinde, bundan söz eder. Günümüzde, mavi yolculuğa çıkanlar da, bu yöreden geçerken, mavi sulara, peksimet atıyorlarmış.

Babakale yöresine gelirseniz, elbette balık ve deniz ürünleri yemelisiniz. Ama, satın alabileceğiniz ilginç bir şeyden söz edeceğim. Bıçak. 1723 yılında kurulan köyde, uzun yıllardır bıçakcılık yapılıyor.

El yapımı bıçakların en büyük özelliği: keskinliği ve balık ayıklamada kullanışlı olması. Tercih ederseniz, satın alabilirsiniz.

Ezine tanıtımı.

Edremit tanıtımı.

Çanakkale tanıtımı.

Gelibolu tanıtımı.

Truva tanıtımı.

 

Çanakkale Troya

Çanakkale Troya;

Çanakkale Troya: Çanakkale’ye uzaklık: Ankara’dan 653 km., İstanbul’dan 320 km. ve İzmir’den ise 325 km. dir.

Yalnız: Troya şehri, Çanakkale’den 20 km. uzaklıkta. Tevfikiye ve Çıplak Köyleri arasındaki Hisarlık Tepesi mevkiinde.

İzmir’den gelirken, bu bir avantaj, daha yakın ama diğer şehirlerden gelirken, bu mesafeyi, Çanakkale’ye olan uzaklığa eklemek gerekiyor. Çanakkale-Ezine-Ayvacık istikametinde. Bu yol üzerinde, belki ilginizi çeker, aynı zamanda: Asos ve Behramkale antik yerleşim yerleri de bulunmakta. Yani; bu bölgeye gelmişken, Troya antik kenti yanında, Asos ve Behramkale’yi görmeyi de sakın ihmal etmeyin. Evet: buyurun Truva, Turoy, Troia antik kentini birlikte gezelim, görelim.

Çanakkale Troya

ŞEHRİN İSMİ

Çanakkale Troya;

Çanakkale Truva:  kelimesi; Hititçe: Vilusa, Truvisa, Yunancada: Tpoia, Troia, İlion, Latincede: Troia, İlium olarak kullanılmıştır. Günümüzde ise, Fransızcanın etkisiyle, bu dildeki, Troie kelimesinin okunuşundan etkilenerek, Türkçeye Truva olarak geçmiştir.
Ancak; Anadolu’daki bir kentin adının, Fransızca ile ne ilgisi var? Lütfen, kendimizi alıştıralım ve bu şehir, bu bölge, burası için: Troya adını kullanalım.

Evet: Turuva, Truva, Troia, İlion değil; Troya.

Çanakkale Troya

GENEL

Çanakkale Troya: Gezimize başlamadan önce; buranın önemi, tarihsel süreç, bu süreç içinde burası hakkında kulaktan kulağa günümüze gelen efsaneler, kazılar ve hazinelerden bahsetmek istiyorum. Bunları bilirseniz, inanıyorum ki, burada yapacağınız gezi, daha anlamlı olacaktır.

Ayrıca: Troya’yı bilmemizin başka bir önemi daha var. Batılılar, yüzlerce yıldır, Troya ve Akhalıların mücadelelerini; Doğu-Batı mücadelesi olarak değerlendirmişlerdir. Savaşın sonunda ise, Akhalıların hile ile kazandıkları başarı, onlara saçma sapan bir gurur yaşatmıştır. Bugün, günümüzde bile sürdürülen bu doğu-batı mücadelesinin temeline yatırdıkları olayın, gerçek yüzünü öğrenmeli ve Troya kültürümüze sahip çıkmalıyız.

Evet: Troya kenti; coğrafi açıdan, oldukça stratejik bir noktada. Çünkü: Çanakkale boğazından geçen gemileri kontrol edebilecek bir konumda ve ayrıca; Anadolu’dan Avrupa’ya açılan tüm ticaret yollarının, kıtalar arası geçişinin sağlandığı, İstanbul’dan sonraki tek nokta. Çanakkale boğazından geçme durumunda olan gemiler, yeterli rüzgar bulunmadığında veya ters rüzgar olduğunda, Troya’nın liman ve kıyılarında günlerce beklemek ve vergi vermek zorunda kalıyorlardı.

Bunun dışında; Çin’den gelen ticaret yolları; buradan, karşıya yani Trakya’ya ve sonrada Avrupa’ya ulaşıyordu. Bu konumu ile: Troya güçlü bir ticaret ağıda yarattı. Şöyle ki: Karadeniz’den: atlar, kılıçlar, sofra takımları, Ege’den: zeytinyağı, şarap ve karayolundan ise, Çin’e kadar uzanan bölgelerden gelen yeşim taşı alım ticareti yapılıyordu. Troya ise; dışarıya, altın, gümüş ve kereste satıyordu. Öyle ki; İstanbul’u kuran Konstantin’in; kurmadan önce, şehri, burada yani Troya’da kurmayı bile düşündüğü rivayet edilmekte. Yani; o ölçüde, stratejik ve kritik bir noktada.

Evet; Troya, çok zengin bir şehirdi. Değerli madenleri bol bir bölgenin eteğinde, verimli topraklar üzerinde kurulmuştu. Ama; Troya kenti yani Hisarlık Tepesi, bir zamanlar, deniz kıyısına daha hakim bir noktada iken, zamanla Karamenderes (Skamendros) ırmağı sürüklediği alüvyonlarla limanı ve deniz kıyısını doldurur.

Günümüzdeki Troya şehri; daha içerilerde yani kıyıdan 5-6 km. içeride kalır. Troya şehrinin, arkeologlar tarafından uzun yıllar bulunamamasının en büyük nedeni de budur. Çünkü: arkeologlar, Troya şehrini hep deniz kıyısında ararlar.

Şehir; tarihi süreçte, birçok kez: özellikle deprem olmak üzere doğal afetler, yangınlar ve savaşlar geçirir. Batı Anadolu’da halen egemen olan kuzey-güney yönlü yerkabuğu hareketlerinden etkilenerek, yüzyıllar boyunca, aralıklarla depremler görür. Bunun sonucunda şehir; gerek depremlerde, gerek yangınlarda ve gerekse savaşlarda çok çabuk yıkılır.

Çünkü: halkın oturduğu ve şehrin genelini oluşturan evler; kerpiçten yapılır. Yazın güneşte kavrulan ve çatlayan, kışın yağışta ise eriyen kerpiç: en fazla 15-20 yıl dayanmaktadır. En basit sarsıntıda yıkılmakta, en basit yangında tüm şehir yanmakta ve tabanda yalnızca bir çamur tabakası kalmaktadır.

Bunun sonucunda ise: şehir, her yerle bir olduğunda; kısa sürede, aynı yere, yeniden kurulmuştur. Öyle ki; aynı tepe üzerinde, birbiri üzerine kurulmuş 9 yerleşim evresi tespit edilir.

Çanakkale Troya: Troya denince, bir yandan, akla hemen efsaneler geliyor. Özellikle: Homeros ve İlyada. Aslında kör olduğu rivayet edilen ve de var olduğunu yazdığı Troya savaşını, yaklaşık 500 yıl sonra, İlyada destanında hikayeleştiren bu yazar; aslında yazdıkları ile gerçeğe çok yakın betimlemeler yapmıştır.

Ama; bu betimlemelere yıllarca inanılmamış ve özellikle Avrupalı bilim adamları tarafından, bunların hayal ürünü olduğu öne sürülmüştür. Ki, bir Alman, Heınrıch Schlieman ortaya çıkana kadar.

Aslında, bu adamın hikayesini burada anlatmaya kalksam, sanırım sayfalar doldurulması gerekecek kadar çok renkli bir hayatı var. Ama; amaç bölgeye gezmeye gelen sizlere kısacık bilgi vermek. O yüzden; Schlieman hakkında ve bulduğu hazine hakkında, kısada olsa bilgi vermek istiyorum. Çünkü: Troya denince Schlieman, Schlieman denince arkeolojide Troya akla geliyor. Bunların doğal sonucu olarak da, elbette bir hazine olayı var.

Çanakkale Troya

TROYA KENTİNİN BULUNMASI

Çanakkale Troya:  Schlieman, 1824 tarihinde, Almanya’da doğar. Küçük yaşta, babası tarafından kendisine hediye edilen, Troya mücadelelerine ait kitabı, adeta ezberler ve daha o yaşlarda, Troya kentini bulacağını söyler. Aradan yıllar geçer, çok zengin olur, bütün dünyayı gezer, okur, öğrenir, ama bu zenginlikler onu ideallerinden uzaklaştırmaz. Tek ideali olan, Troya kentini bulmak, aslında kenti değil, onun derdi hazine imiş, hazineyi bulmaktır.

Homeros’un İlyada destanını elinden düşürmez, adeta ezberler. Destanın gerçekliğine sonsuz inanır. 46 yaşında iken, 1870 yılında, bölgeye gelir. Düz bir arazide gezerken, 30 metre yüksekliğindeki bir tepe ilgisini çeker. Tepe; dümdüz bir ovanın üzerinde yükselir ve insan eliyle yapılmış gibi görünmektedir. Destanda sözü geçen, sıcak ve soğuk su pınarlarını bulur.

Öyle ki; destanda sözü geçen ve şehrin batı kapısındaki meşe ağacının izini sürer ve Homeros’un Troya’sını eliyle koymuş gibi bulur. Hemen kazılara başlar. Ama; arkeoloji bilgisi olmadığından veya belki de kasıtlı olarak, bu yapılanlar normal kazı boyutlarında olmayıp, doğrudan antik alana girmek, yarmak şeklinde yapılan kazılardır.

Osmanlı devletinden izin almadan yürüttüğü bu kazılarda; tepenin kuzeye bakan sırtlarında, 11 metre derinliğinde, büyük bir çukur açtırır. Ama açtırdığı bu çukur öyle kötü açılır ki, arkeolojiyle ilgisi olmayan bir kazma yöntemi.
Doğal olarak; antik kalıntıların büyük bölümü tahrip veya yok olur. O anda anlaşılamayan bu tutumu, şu anda değerlendirmek daha kolay belki de.

Bu adamın yaptığı, kazı değil, antik eserleri, buluntuları çıkarmak değil, alenen define, hazine avcılığı. Evet: bu kazılar sonunda, Troya antik kentini bulur ve yer yerinden oynar. Çünkü: yüzyıllardır Homeros’un destanlarını ciddiye almayan Batılı aydınlar ve arkeologlar şok olur. Schlieman Troya antik kentini bularak, arkeoloji tarihine adını yazdırsa da, burada çıkan hazineyi çalarak yaptığı hırsızlık ile, bu tarihin yine çok özel bir sayfasında yerini bulmuştur.

Çanakkale Troya

Çanakkale Troya

Çanakkale Troya

 

TROYA HAZİNESİ

Çanakkale Troya: Alman Schlieman; Troya’da yapılan kazılar sırasında, ikinci şehrin duvarlarının dibindeki bir kovukta, günün birinde, paha biçilemez bir hazine bulur. Bu hazinenin; Troya savaşlarına da katılmış olan kral Priamos’un hazinesi olduğunu sanır. 8700 parçalık bu hazine, altından yapılmış, kolye, küpe ve duvaklardan meydana gelen değerli süs eşyalarıdır.

Hazineyi; karısı Sofya’nın yardımı ile, zamanın Osmanlı idaresinin büyük ihmalkarlıklarını da değerlendirerek, Yunanistan’a kaçırır.

Halbuki; bu hazine, kral Priamos’dan 1000 yıl önce aynı yerde yaşamış başka birine aittir. Sonuçta; paha biçilmez bu hazine, bir şekilde, Atina’ya ulaşır. Osmanlı idaresi bu adamı mahkemeye verir. Mahkeme, Osmanlı idaresini haklı bulur ve Schliemanın 10 bin frank ceza ödeyerek, hazineye sahip olabileceğine hükmeder.

Schlieman, elbette, güle oynaya, Osmanlı idaresine 50 bin frank öder. Çünkü: hazinenin gerçek değerinin 1 milyon frank olduğunu bilmektedir. Ama; malum Osmanlılar asla bu tür şeylere önem vermediklerinden, 50 bin frank alınır ve konu kapanır. Bunu niye anlatıyorum? Çünkü; günümüzde, hazineyi elinde bulunduranlar, Osmanlı idaresinin aldığı bu para ile, hazine üzerinde söz hakkının bulunmadığını söylemektedirler. Takdiri size kalmış, 10 bin frank. Ama; sonuçta, kabullenilmiş bir para, ne söyleyeceğimi bilmiyorum.

Evet; devam edelim. Schlieman; hazineyi Yunanlılara teklif eder, kabul görmez. Sonra Almanlar. Evet; Almanlar kabul eder ve hazine Berlin Müzesine yerleştirilir.

2’nci Dünya Savaşında, hazine Müze yanındaki hayvanat bahçesinde saklanır ve savaş bitiminde, hazineden bir daha haber alınamaz. Derken; 1991 yılında, binlerce parçadan oluşan hazinenin en değerli parçalarının, Rusya-Moskova’da Puşkin Müzesinde bulunduğu açıklanır.16 Nisan 1996 tarihinde ise; hazine, Ruslar tarafından, Almanya’dan alınan kurşun geçirmez vitrinlerde sergilenmeye başlanır.

Olağanüstü güvenlik önlemleri alınır. Hırsızlıkla elde ettikleri hazinenin, ellerinden çalınmasından korkmaktadırlar. Sonuçta: Ruslar ve Almanlar arasındaki hazine pazarlığı, Rusların şu sözleri üzerine biter: Şöyle ki, Ruslar ” Hitler’in 2’nci Dünya savaşında, Ruslara verdiği zararların tazminatı olarak hazineyi aldıklarını ” söylerler. Bakın, görüyor musunuz, Ruslar ve Almanlar arasında, hazinenin sahipliği için kıyasıya rekabet olurken, hazinenin anavatanı Anadolu’yu düşünen, Türkiye’nin fikrini soran yok. Düşünebiliyor musunuz ki, bu hazine bir Rus veya Alman topraklarından çıkarılmış ve bir Türk tarafından çalınmış olsun, nasıl gürültü koparacaklarını bir düşünün lütfen.

Evet: amacı yalnızca hazine bulmak olan bir Alman, Heınrich Schlieman tarafından bulunan Troya kenti. Savaş biter, normal şartlarda, savaş meydanında kazanılamayan mücadele, büyük bir hile ile, Akhalılar tarafından kazanılır.

Hemen akla şu geliyor. Bizler; tarihi süreç içinde savaş meydanlarında yenilmediğimiz çoğu zamanlarda, masa başında veya başka türlü hileler ile yenilmişiz. Troya’da aynen böyle. 10 yıllık kuşatmaya dayanıyor, ama saçma sapan bir hileyle yeniliyorlar. Neyse; devam edelim. En başta söylediğim gibi, Batılılar ve özellikle Avrupalılar; Helen uygarlığını ve geçmişini, kendileri de sahiplenmektedirler.

Çünkü; kendilerine ait bir geçmiş uygarlık söz konusu değildir. İngiltere’ye giderseniz, oradaki müzelerinde, 100 bilemediniz 200 yıl önce kullandıkları ütüleri koymuş olduklarını görürsünüz. Bunun dışında, müzelerindeki objelerin çoğu: Mısır, Anadolu vb. yerlerden çalınma eserlerdir. Yani; asla, 200-300 yıldan daha geriye gidebilen bir kültürleri söz konusu değildir.

Bu nedenle; Helen kültürüne sahip çıkarlar. Bu kültürün yazarların yazdıklarına sahip çıkarlar. Homeros’un İlyada destanında yazdığı gibi; Troya savaşını bir Doğu-Batı mücadelesi şekline sokarlar ve Batının Doğuya karşı zafer kazandığını iddia ederler. Özellikle: Akhalı Arşil ile Troyalı Hektor mücadelesini, bu iddianın temeline oturturlar.

Arşilin Hektoru öldürmesini, gururlanarak Batının Doğuya karşı kazandığı bir zafer gibi düşünürler. Ve, bu iddialarını, yüzlerce yıl sürdürmekten de hiç çekinmezler. Tarihte, bu iddialarını zaman zaman karşımıza da çıkarırlar. Şöyle ki: I. Dünya Savaşı sonunda yenildiğimizde, imzaladığımız Mondros Antlaşması bile, İngilizlerin Agamemnon zırhlısında imzalanır.

Yani: bizim utanç belgemiz, onların tarihi süreçte sahiplendikleri Akha kralı, Troya’da hile ile kazanan, kral Agamemnon’nun ismini taşıyan bir zırhlıda. Evet, tarihte tesadüf yoktur, tarih tekerrürden ibarettir.

Bu arada, tarihsel süreçte, bizim atalarımız tarafından da; Homeros’un İlyada sı ve Troya savaşlarının unutulmadığını hissettirecek gelişmeler yaşanır. Fatih Sultan Mehmet; 1462 yılında, Troya kenti harabelerine gelir. Anıları ve kahramanlıkları saygı ile anar ve şöyle der: ” Tanrı, bunca yıl sonra da olsa, bu şehrin ve sakinlerinin öcünü almayı bana bahşetti. O zaman ve daha sonraki yıllarda, biz Asyalılara yapılan haksızlık, benim gayretlerimle telafi oldu.”

Troya antik kenti: 1998 yılında, UNESCO tarafından, Dünya Kültür Mirası listesine alınır. Bugün, Troya antik kentindeki kazılar, Kültür Bakanlığı denetiminde yürütülmektedir.

Bu arada; sanırım herkesin büyük olasılıkla seyrettiği Troya filminin niçin burada çekilmediğini merak ediyorsunuz veya çekilmediği için filmi çeken şirkete kızıyorsunuzdur. Troya filmi niye burada, yani Troya kentinin bulunduğu yerde çekilmedi? Evet, Troya filminin plato yani açık alan çekimlerinin çoğu, Fas’ta çekildi. Bunun başlıca sebebi ise; Fas’ın, güneş ışınlarının dik olarak geldiği, dünyadaki başlıca ülkelerden biri olması, yani objeler üzerinde gölge olmuyor ve dolayısı ile gerek fotoğraf ve gerekse film çekimlerinde, ilave bir ışık kaynağı gerekmiyor.

Büyük bir imkan. Sonuç olarak, Troya filminin, açık alanda çekilen çekimlerinin çoğunluğu ( bir kısmı Malta) Fas’ta çekilmiş. Yani: Troya kenti bölgesinde çekilmemesinin en büyük sebebi bu.

Çanakkale Troya

TARİHİ SÜREÇ

Evet, Troya şehrinde, daha önce, 9 yerleşim olduğunu söylemiştik. Şehirde: ilk yerleşimin; MÖ.3000 yıllarına değin ulaştığını ve birbirini izleyen uygarlıkların, Roma dönemine kadar devam ettiği sanılıyor. Günümüzden 5000 yıl önce kurulduğu sanılan şehirde, 3500 yıl boyunca yerleşim sürmüş.

Şehrin, ilk kez, boğazlar yolu ile Anadolu’ya geçen Traklar tarafından kurulduğu sanılıyor. Bir başka söylentiye göre ise, kim oldukları tam olarak belli olmayan, Tros yada Dardanos adındaki bir kral tarafından, şehrin kurulduğu rivayet ediliyor.

Bu bölgede; Troyalılar, 505 yıl boyunca egemenlik sürdürmüşler. Daha sonra ise; Lidya Krallığı, Kimmerler, Frigyalılar, Miletliler ve onlardan sonra da, MÖ.546 yıllarında Persler, bölgede egemenlik kurmuşlar.

Evet, şehirde, 9 yerlerim evresinin üst üste kurulduğunu söylemiştim. Kısaca bu evrelerden söz etmek gerekirse:

1.DÖNEM: MÖ.3000-2500 yılları arasını kapsar. Erken, Orta, Genç Troya 1 olarak biliniyor. 16 metre yüksekliğinde, ana kaya üzerine kurulmuş. Çevresinde 90 metre çapında surlarla çevrili. Ancak, halk yalnızca savaş zamanında surun içine sığınmış. Surun çeşitli yerlerinde, kuleleri ve giriş kapıları var. Döneme özgü: balıksırtı şeklinde örülmüş duvarlar var. Bakır ve bronz ağırlıklı aletlerin kullanıldığı görülüyor. Taş temeller üzerinde, kerpiçten yapılmış evler bulunmuş.

2.DÖNEM: Çapı 110 metreyi bulan ve daha geliştirilmiş surlarla çevrili. Duvarlar: iki yüzü yontulmuş taşlardan, bindirme tekniğiyle yapılmış. Alt kısımlarında, taş üzerine kerpiç kullanılmış. Bu dönemin en büyük özelliği: çark kullanılmaya başlanması. Altın, gümüş ve elektrondan yapılmış takılar, süs eşyaları, kap formları bulunmuş. Schliemanın bulduğu hazine, bu döneme ait, buradaki sur dibinde bulunmuş.

3.DÖNEM: Diğer dönemler kadar gelişme görülmüyor. Bilgi ve belge az.

4-5 DÖNEM: MÖ.2200-1800 yılları arasını kapsıyor. Herhangi bir bilgi ve belge yok. Yalnızca, ev ve duvar kalıntıları görülüyor.

6.DÖNEM: Bu döneme ait bölümde; çevre ile ticaretin belirtilmesi açısından, ithal Miken ve Kıbrıs kapları bulunmuş. Özellikle: erken Hellas seramiği buluntuları, bu dönemde, Troya’nın, Yunanistan ile ilişkisi olduğunu kesinleştiriyor. Bu tabaka; 1893 tarihinde yapılan kazılarda, gün yüzüne çıkarılmış. Şehir surları iyi korunmuş.

7.DÖNEM: Bu döneme ait, ilk kurulan tabakada: büyük bir yangının izleri görülüyor. Ayrıca: bu dönem, Troya savaşlarının yapıldığı dönem olarak özel. Büyük olasılıkla, izleri görülen yangında, Akhalıların yarattıkları vahşetin izi olsa gerek. Bu dönemin ikinci evresinde, kent terkedilir.

8.DÖNEM: Şehrin kuzeydoğusunda, muhteşem Athena Tapınağının ve iki altarın kalıntıları bulunmuş. Bu tapınak; Bergama’daki Athena Tapınağına benzeşiyor. Ancak; defineci Schlieman tarafından, bu tapınak yok edilmiş. Evet, bu dönemin, MÖ.7’nci yüzyıldan daha eskiye gitmediği tahmin ediliyor. Kazılarda, buranın çok küçük bir bölümü ortaya çıkarılmış. Bu tabakaya ait, görülebilecek en güzel yer: harabenin batısındaki ibadethane. Burası dini anlamda, kurban kesme yeri olarak kullanılmış.

9.DÖNEM: Roma döneminde iskan edilen bir yer. Bu döneme ait, önünde mozaik parçası bulunan roma hamamı kalıntısı, meclis binası ve tiyatro bulunmuş. Oldukça etkileyici yapılar. En geniş alanı kapsayan tabaka.

Kral Priamos devrinde (7.Dönem); Midilli adasından Frigya’ya kadar olan bölge, Troyalıların egemenliği altına alınmış. Ancak; Homeros’un destanlarında dile getirilen ve MÖ.1194-1184 yılları arasında yapıldığı sanılan Troya savaşları, bu parlak dönemi sona erdirmiş.

TROYA İLE İLGİLİ ÖYKÜLER-EFSANELER

ŞEHİR İLE İLGİLİ ÖYKÜ

Bir gün, Troya kralı Priamos’un karısı Hekabe; çok kötü bir rüya görür. Rüyasında; karnından ateşler çıkmakta ve ateşin dumanı, bütün Troya surlarını sarmaktadır. Hakabe, bu rüyasını önce kocasına ve daha sonra bir kahine anlatır. Kahin; hamile olan Hakabe’nin doğuracağı çocuğun, ilerde Troya’nın başına büyük dertler açacağını söyler. Bu nedenle; bu çocuk doğar doğmaz öldürülmelidir. Bu kehanete inanan kral Priamos, doğduktan sonra bebeği, öldürülmek üzere, bir adamına teslim eder ve İda dağına ormana gönderir.

Adam, bebeği öldürmez, vahşi hayvanların öldüreceğini düşünerek, İda dağına bırakır ve geri döner. Bir çoban; bebeği dağda görür, alır, sahiplenir ve büyütür. Aradan yıllar geçer, Paris bir çoban olarak yaşamını sürdürmektedir.

TROYA SAVAŞININ ÇIKMASI İLE İLGİLİ ÖYKÜ

Deniz tanrıçası Thetis, çok güzel ve alımlıdır. Kahinler; Thetis’in doğuracağı erkek çocuğun; babasından daha güçlü ve akıllı olacağını söylerler. Bu yüzden, tanrıların kralı Zeus ve denizler tanrısı Poseidon; Thetis’i, Teselya kralı Peleus ile evlendirmeye karar verirler.
Teselya dağında, bütün tanrılar ve tanrıçaların katılımı ile bir düğün şöleni yapılır. Ancak; nifak tanrıçası Erins, bu şölene çağrılmaz, unutulur. Bunun üzerine, şölen yerine gizlice gelen Erins; üzerinde:” Tanrıçaların en güzeline ” yazan, altın bir elmayı, şölen masasının üzerine gizlice bırakır. Bir anda, şölene katılanlar arasında bir huzursuzluk başlar. Erins, adıyla uygun olarak nifak tohumlarını saçmıştır. İşte; bu nifak tohumları, yıllarca sürecek Troya savaşlarının başlamasına neden olacaktır.

Şölendeki huzursuzluk had safhaya ulaşır. Gök tanrıçası Hera, zeka tanrıçası Athena ve aşk tanrıçası Afrodit arasında, bir seçim yapılmasının zorunlu olduğunu gören, tanrılar kralı Zeus, olaya müdahale eder. Bu üç tanrıça arasındaki seçimin bir ölümlü tarafından yapılmasını düşünür.

Seçimin: Olmpos dağının en uzak bölümünde oturan ve her şeyden habersiz sürülerini otlatan bir çoban, Paris tarafından yapılmasına karar verir. Paris için gerçekten çok zor bir seçimdir. Çünkü. üç tanrıçada çok güzeldir. Paris kararsızlık içinde iken, üç tanrıça, onu etkilemek için, belki de tarihin ilk rüşvetini teklif ederler.

Gök tanrıçası Hera: Asya’nın en güçlü krallığını teklif eder. Zeka tanrıçası Athena: onu, dünyanın en bilge kişisi yapacağını söyler. Aşk tanrıçası Afrodit ise: ona, dünyanın en güzel kadınını vaat eder.

Paris: dünyanın en güzel kadınına sahip olabilmek uğruna, tercihini aşk tanrıçası Afrodit’ten yana kullanır ve altın elmayı ona verir. Hera ve Athena ise, kendilerini seçmediği için, Paris’e çok kızarlar ve intikam alma yemini ederler.

Aradan günler geçer. Paris, ailesinin yanına döner. Bir gün; elçi olarak gönderildiği Sparta kralı Meneleos’un ülkesinde, genç ve güzel karısı Helen’i görür ve aşık olur. Aşk tanrıçası Afrodit’in yardımı ile, Helen’i ülkesi Troya’ya kaçırır.

Tabii arkasından; Meneleos ve kardeşi Agamemnon ve tüm yunan krallıklarının orduları, Troya’ya saldırır ve 10 yıl süren savaş başlar. Tanrılar ve tanrıçalar da, bu savaşa katılırlar.

Elbette; Hera ve Athena, Akhalı’ların tarafını tutar. Afrodit ise Troyalılara yandaş olur. Bir Troyalılar, bir Akhalı’lar üstünlük sağlar ama 10 yıl boyunca Troya kenti düşmez. Sonuçta ise; Akhalı’lar büyük bir hile ile, kenti ele geçirirler, yakıp yıkarak, tarih sürecindeki vahşi kimliklerini alırlar.

TAHTA AT İLE İLGİLİ ÖYKÜ

Troyalılar ve Akhalılar, yıllar süren mücadelelerle savaşa devam etmektedirler. Akhalılar için, umutsuz geçen günlerin ardından, tanrıça Athena, Akhalılara bir fikir verir. Bu fikre göre Akhalılar hemen harekete geçerler. Kocaman tahta bir at yaparlar, bu atın içine askerlerini sokarlar ve sonrada savaşı bırakıyormuş gibi, bulundukları yerden çekilip giderler. Aslında; çekildikleri yer, yalnızca Bozcaada’nın arkasıdır. Yani; geri gelmek üzere çekilirler. Ayrılmadan önce, tahta atın yanına, Sinon isimli bir askeri bağlarlar.
Troyalılar ertesi gün, Akhalıların çekildiklerini gördüklerinde, onların terk ettikleri kıyıya inerler. Kıyıda; tahta atı ve Sinon’u görürler.

Sinon; daha önce kendisine öğretildiği üzere, şöyle ağlar, sızlar ve konuşur: ” Yunanlılardan nefret ediyorum, geri dönüşleri için gerekli rüzgarın çıkması adına, beni kurban seçerek, burada bıraktılar. Tahta at, tanrıça Athena adına, kutsal sunak olarak yapıldı, büyük olmasının sebebi, Troyalıların onu şehirlerine sokamamasını ve tahta atı yakıp yıkmalarını sağlamak, böylece tanrıça Athena’nın öfkesi Troyalıların üstüne gelecek ” der. Barış özlemiyle yanıp tutuşan Troyalılar, bunun üzerine, tanrıça Athena’nın lütfunun kendi üstlerine gelmesini sağlamak için, tahta atı, şehre sokarlar. Aynı gün ve gecesi, tüm şehir, biten savaşı kutlamaktadır. Ancak; gece yarısı, tüm şehir halkı sızdığında, tahta atın içindeki Akhalı askerler çıkar ve şehrin kapılarını açarak, dışarıdaki Akha ordusunun şehre girmesini sağlarlar. Sonrası malum, tam bir vahşet, binlerce ölü insan ve yanıp, yıkılmış ve talan edilmiş bir şehir.

TROYA ANTİK ŞEHRİ GEZİ PLANI

Evet, Hisarlık Tepesine çıktığınızda, önce sizi tahta at karşılayacak. Troya atı hakkında, günümüze ulaşmış herhangi bir bilgi, belge veya resim yok. Bu yüzden, burada göreceğiniz tahta at; hayal gücü ile yapılmış. Yüksekliği için; 12.5 metre olan Troya surlarından esinlenilmiş. İda, günümüz adıyla Kaz dağından elde edilen çam kerestelerinden yapılmış. 1975 yılından beri burada duruyor.

Troya savaşının kazanılmasında büyük rol oynayan bu tahta atın, simgesel yapılmış dev bir maketi, ören yerinin girişinde karşınıza çıkıyor. Basamaklarından çıkarak, tahta atın, karın boşluğuna yani içine girmeniz mümkün. Atın karın boşluğunda, oturma yerleri var. Pencerelerden dışarıya bakabilirsiniz. Evet; burada, tahta atın önünde, yukarısında fotoğraf çektirin. Ama, lütfen tahta atın içinde sakın sigara içmeyin ve herhangi bir yazı yazma, şekil çizme, kazınma olmasın. Çünkü: her tarafı karalandıkça, turistik özellikleri kayboluyor.

Tahta atın yanında, Troya Müzesi var. Küçük bir müze. 1955 yılında hizmete açılmış. Troya’yı gösteren bir maket ve panoda fotoğraflar var. Alman Schlieman tarafından çalınan hazine, umalım da, bir gün ülkemize iade edilsin ve burada, kocaman bir müze yapılarak, gelenlere gösterilsin.

Evet; bu güzel hayalden sonra, gezimize devam ediyoruz. Hemen karşınızda, 4’ncü Dönem Troya kentinin surları var. 90 metre uzunluğunda, 8 metre yüksekliğinde ve 5 metre enindeki bu surların önünden geçiyorsunuz ve ören yerine giriyorsunuz.

Troya I. surları, büyük ölçüde restore edilmiş. Surların önünde, dört köşe planlı, bir kule kalıntısı var. Sur duvarlarının arasında kalan kapıdan geçip, merdivenlerden çıkarak, sola dönünde, 7’nci döneme ait Troya evlerinin temellerini görebilirsiniz. Troya evleri denince: tarihte bilinen en eski megaron ( bir çeşit ev tipi) burada görülüyor. Ön tarafından bir oda, arkada ortada ocak bulunan bir salon, dar ve uzun bir ev tipi. Burada, bunun temellerini görebileceksiniz.

At nalı biçiminde tiyatro var. Burası, 9’ncu dönem, yani Romalılardan kalma. İlyum kale duvarının tam önünde. Surlar ve ovaya doğru uzanan burun üzerindeki, kuzeydoğu terasında. Kuzeydoğudaki tepenin yamacına yaslanmış. Ovaya ve denize hakim konumdaki bu tiyatro, 10 bin seyirci kapasiteli imiş. Yapıdan geriye çok az kalıntı kalmış. Sahne binasının ve orkestranın bir kısmı açığa çıkarılmış. Oturma sıralarının bulunduğu yamaç, henüz kazılmamış.

Güneye doğru inildiğinde, tarlaların içinde kalmış, anıtsal çeşme (nimfeum) yapısı var. Burada, insan ve hayvan figürleriyle süslü, döşeme mozaiklerine rastlanmış. Aynı yönde,500 metre ileride ise, 6’ncı Döneme ait mezarlık var.

Evet, sonra Meclis Binası (Buluteryon) görülebilir. Önde, dörtgen planlı bir girişi var. Arkasında, yarım daire şeklinde, bir orkestrası ve bunun gerisinde oturma sıralarının bulunduğu bölüm var. Giriş holünün, 6’ncı dönem duvarı üstünde, oturtulmuş tek parçalı mermer eşiktaşı, halen görülebilmekte.

Roma hamamının önündeki, mozaik döşemeli yer kalıntısını mutlaka görün, dikkat çekici.

Basamakla inilen kuyu, Athena Tapınağı yeri. 2’nci dönem Troya’sının meşhur rampalı kapısı, dini alan, kurban kesme yeri, Helenistik devirden kalan sunak yeri, taş köprü, mermer kitabeler, sütunlar, mimari parçalar gibi birçok kalıntı gezildikten sonra, başlangıç yerine, yani tahta atın bulunduğu yere dönüyoruz.

Evet: burada göreceğiniz kalıntılar belki size çok anlamlı gelmeyecek. Ama, şunu unutmayın ki, insanlar burada 3500 yıl yaşamışlar. Bir zamanlar, burada çok büyük ve güçlü medeniyetler kurulmuş. O kahraman insanların, o yüksek medeniyet kurabilmiş insanların yaşadıkları bu yerlerde gezerken, bunu hissedin, onların bu topraklar üzerinde yaşarken yaşadıklarını elbette hissedemeyeceksiniz.

Ama, onların yaşadıkları bu topraklar üzerinde bulunmanın heyecanını hissedin, çevrenize bakın, uçsuz bucaksız ovalarda, hisarlık tepesini düşünün. Buradan çıkarken; geriye dönüp bir an bakın. Akhalılar, buradan çıkıp giderken, geride yanmış, yıkılmış bir şehir ve binlerce ölü insan bıraktılar, tam bir vahşet. Siz, geriye dönüp bakın, gerçekten bu küçücük tepe üzerinde, tarihte çok büyük uygarlıklar kurulmuş.

Ve, bu uygarlıkları kuran insanlar; Anadolu’nun bağrında binlerce yıl yaşamış insanlar, bunlar bizim ortak kültürümüzün bir parçası, bununla, kurulan medeniyetlerin büyüklüğü ile, yalnızca gurur duymamız gerek.
İşte, çıkıp giderken, geriye dönüp bakın ve bu gururu yaşayın.

İyi yolculuklar.

Çanakkale şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

Gelibolu tanıtımı. 

Asos-Behramkale tanıtımı.

Altınoluk tanıtımı.

Edremit tanıtımı.