Antalya tatil beldemizin, diğer büyük metropollere bağlantı noktası üzerinde bulunması nedeniyle, insanların sıkça geçtikleri bir yer. Özellikle: tarih meraklıları için burada bulunan “Cremna” antik kenti, mutlaka görülmesi gereken bir yer.
ULAŞIM
İlçe merkezi: Burdur-Antalya kara yolu üzerinde bulunmakta olup, İl merkezine uzaklığı: 44 km. dir. Antalya şehrine olan uzaklığı ise: 80 km. dir. Bucak ilçesinin Isparta il merkezine uzaklığı ise: 70 km. dir.
Bucak-Ağlasun arası uzaklık: 10 km. Bucak-Korkuteli arası uzaklık: 57 km.
TARİH
Bucak ismi, yani ilçenin ismi: Türkçe bir addır. Sözlük anlamı: köşe, uç olarak açıklanabilir. İlçenin önceki adı ise: Oğuzhan. İlçeye ilk yerleşimcilerin, Oğuz Türkleri boyundan geldiği ve bu yüzden, ilçenin isminin “Oğuzhan” olduğu düşünülüyor.
Tarihin her döneminde, Bucak çevresinde, birçok devletin egemenliği görülmektedir. Bunlar: Pisityalılar, Persler, Makedonyalılar, Selefkoslar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Beylikler dönemi, Osmanlılar. Türklerin bu topraklara gelmelerinden önce: burada egemenlik kuran devletlerden kalma, pek çok tarihi kalıntı var.
Bunlar şöyle sıralanabilir: Çamlık köyünde: Kremna, Kestel köyünde: Kodrula, Kızıkkaya: Kretapolis, Karaot köyünde: Sia, Ürkütlü: Komama, Kocaaliler: Milyas, Taşyayla köyünde: Sur kalıntısı, Kuşbaba köyünde: Yunan kaya mezarları, Kızıllı köyünde: Bizans kalıntısı, Kızılseki köyünde: Bizans kalıntısı.
Türkler: 1204 yılında, III. Kılıç Aslan zamanında, bölgeye yerleşirler. Özellikle: Kayılar olmak üzere, Afşar, Çavdar, Bayındır, Bayat, Kınık, Salur, Eğmür boyları. Moğolların, doğudan sıkıştırmasıyla, buraya, sahipsiz topraklara yerleşirler. Çünkü: burada yaşayan halk, Türklerin gelmesinden çekinerek, İzmit bölgesine çekilirler.
Evet: Bucak ve yöresinde, Selçuklular döneminde yoğun yerleşimler olmuş. Bu yerleşimlerin sonucunda: tarihi Kremna yakınlarındaki Girmiye şehri kurulmuş, daha sonra büyümüş ve kaza merkezi olmuştur. Bugünkü: Melli çevresindeki yerleşimlerin ilk temeli de, bu dönemde atılmıştır. Kalıntılar ve tarihi kayıtlardan anlaşıldığına göre: ilçe merkezi çevresinde de yerleşimler oluşmuştur.
Bucak, ilçe olarak 1926 yılında kurulmuştur.
GENEL
İlçe, bu bölgedeki en gelişmiş yerlerden biridir.
Ovaya doğru uzanan bir vadinin taban ve iki yakasında kurulmuştur. Burdur-Antalya kara yolunun batısındaki bölüm: ovalık, doğusundaki bölüm ise: dağlık ve ormanlıktır. İlçenin denizden yüksekliği: 850 metredir.
İlçe sınırları içinde bulunan akarsular: Onaç çayı, Aksu, Kestel çayı ve Kızılsu’dur. İlçe sınırları içinde: sürekli suyu bulunan, doğal göl yoktur. Yağışların bol olduğu zamanlarda: Kestel, Heybeli, Yüreğil köylerine ait arazilerde, göller oluşmaktadır. Yaz aylarına doğru, buralar bataklık halini alırlar.
İlçenin: doğu ve kuzey bölümleri: dağlarla kaplıdır. Doğudaki dağlar: Beydağlarının devamıdır.
İlçede hüküm süren iklim: tam bir geçiş iklimidir. Akdeniz iklimi ile, İç Anadolu’nun kara iklimi arasında, bir iklim görülmektedir. Yağış bakımından Akdeniz iklimi, sıcaklık koşulları bakımından İç Anadolu iklimi özellikleri yaşanmaktadır. Karasal iklimin görüldüğü yerlerde: kış mevsiminde, soğuklarla birlikte, kar yağışı görülmektedir.
Yağışlar genellikle: kış ayları ve bahar girişlerinde görülür. Yaz aylarında ise, kurak ve sıcak bir iklim görülür. Genellikle, ısı 40 dereceye kadar yükselir.
Kara yolu üzerinde bulunması nedeniyle: ilçede, nakliyecilik ve buna bağlı olarak oto tamirciliği gelişmiştir. Küçük sanayinin, özellikle oto sanayinin, ileri düzeyde oluşu, oto parçası ticaretinin doğmasına da neden olmuştur. Yerli ve yabancı her türlü aracın yedek parçasını, İlçede bulmak mümkündür.
NE YENİR
Bucak yöresinde: Karacaören I ve II barajlarında: tatlı su balıkçılığı yapılıyor. Buraya özgü bir şeyler tatmak isterseniz: bu balıkların sunulduğu restoranları deneyebilirsiniz. Örneğin: Balıkçı Amca.
NE SATIN ALINIR
İlçe merkezi ve köylerde: halkın kök boyası denilen yöntemle boyadıkları iplerle dokunan Döşemealtı ve Milas tipi halılar: özellikle, yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Sizin de, bu tür ilginiz varsa, Bucak yöresinde, el dokuması halı veya kilim bulup satın alabilirsiniz. Bunun dışında: buraya has, satın alabileceğiniz özelliği olan bir obje yok.
GEZİLECEK YERLER
İNCİRHAN KERVANSARAYI
İlçenin 7 km. batısında, İncirdere köyündedir. Anadolu Selçuklu Sultanlarından Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından, 13.yüzyılda yaptırılmıştır. Yapının en çok dikkat çeken tarafı: oldukça büyük ve sade olan, kitabeli giriş kapısıdır.
Dikdörtgen şeklindeki taç kapının ortasında, istiridye kabuğu şeklinde, kemerli esas giriş nişi, dış cepheden iki yalancı sütunla desteklenmiştir. Sütunların üzerinde; geometrik desenlerle bezeli, iki rozet motifi ile, karşılıklı iki aslan tasviri var.
Kervansaray: avlulu ve kapalı mekan olarak, iki kısımdan oluşturulmuştur. Ancak, avlusu yok olmuştur. Basık kemerli kapının üzerinde, dört satırlık kitabede yazılar bulunmaktadır.
Büyük kısmı tahrip olmasına rağmen; hala ayaktadır.
SUSUZ KERVANSARAY
İlçenin Susuz köyündedir. Anadolu Selçuklu devrine ait ve 13.yüzyılda yapılmıştır. İpek yolu üzerinde bulunması, önemini ortaya koyuyor. En göze batan yeri: batı cephesindeki giriş kapısıdır.
Yapı: kareye yakın, dikdörtgen bir plana sahiptir. Beş neflidir. Orta nef: yüksektir. Ortasında: bir kubbe var. Hanın ilginizi çekebilecek en önemli yeri: tak şeklindeki giriş kapısıdır. Kapı katının yan söve kanatları, çeşitli geometrik desenlerle boş yer bırakılmadan süslenmiştir.
Mukarnas giriş nişinin üzerinde, geometrik oyma süslü, iki kabartma rozet motifi var. Bu nişin iki yanında, yalancı sütunlar üzerinde yükselen ve kemer şeklinde yılan tasvirleri bulunan, iki küçük niş daha var. Bunların alınlığında ise, iki ejder başı görülüyor.
İlçe merkezinin 25 km. doğusunda, Çamlık köyündedir. Aksu vadisine hakim, çevresi uçurumla çevrili bir dil biçiminde tepe üzerinde kurulmuştur. Bu ilginç konumu nedeniyle, kente “Uçurum” anlamına gelen, Kremna ismi verilmiştir.
Antik Pisidia bölgesinin önemli kentlerinden biridir.
En parlak dönemini: MS.2.yüzyılda yaşamıştır. Roma dönemine ait antik kalıntılar halen ayaktadır.
Akropol (yukarı şehir) kısmında; forum (meydan), bazilika (mahkeme salonu), kilise ve kütüphane yapıları günümüze kadar ayakta kalmıştır. Şehrin çevresi: 2 metre genişliğinde, 7-8 metre yüksekliğinde surla çevrilidir. Kentin girişi: batıdandır. Izgara planlı olarak kurulmuş, örnek kentlerden biridir.
Kilise yapısının içinde yapılan kazılarda:; 9 adet, mermer tanrı heykeli bulunmuştur. Olağanüstü güzellikteki: Athena, Leto, Nemesis, Asklepios, Hygeia, Herakles ve Apollon heykelleri, günümüzde Burdur Müzesinde sergileniyor.
KODRULA
Kestel köyü yakınlarındadır. Zaten, bugünkü Kestel köyünün ismi, antik “Kodrula” dan gelmektedir. Burası: Helenistik dönemden Bizans dönemine kadar, kesintisiz yerleşim yeri olmuştur. Antik kentin yapıları; zirveden, yamaçlara kadar inmektedir.
Etekte: işlevi anlaşılamayan, büyük bir yapı var. Bunun doğusunda, Dor düzeninde yapılmış, bir tapınak bulunuyor.
SİA (TAŞTANDAM)
Burdur il merkezine 100 km. uzaklıktadır. Burdur-Antalya karayolu üzerinde bulunan, Antalya-Bademağacı nahiyesine, 19 km. uzaklıktadır. Arkeolojik açıdan: Pisidia’nın en iyi korunmuş şehirlerinin başındadır. Koruma duvarları, kamu yapılarının mimarisi, özel evler ve mezarlıklar, burada tarımla uğraşan, orta büyüklükte, başarılı bir yerleşim tablosu ortaya koyuyor.
Kızılkaya bucağına bağlı, Karaot köyündedir. Kalıntılar bulunması nedeniyle, köyün adı: “Taştandam”. Antik dönemde, burası: bir Pamfilya kenti. Antik kent: çam ve karaçam ormanları içinde, saklı durumdadır.
Kent: Taştandam tepesi ile güney ve batı etekleri üzerinde kurulmuş. Kuzey, doğu ve güney kayalıkları: 2-3 katlı ve güçlendirilmiş surlarla çevrili. Tepenin eteklerinde: kısmen düz ve çamlık yerler, şehrin kutsal ve Nekropol alanı olarak yerleştirilmiş. Mezar anıtları da, burada bulunuyor.
Günümüzde burada: sur duvarları, 2 katlı kule ve giriş kapısı görülebilir. Surlar: tüm şehri, çepeçevre sarmaktadır. Helenistik döneme ait 2 kule kalıntısı da batı kapısının her iki tarafında bulunmaktadır.
Aşağı şehir sur duvarı: şehrin kurulduğu tarihte inşa edilmiştir. 3.yüzyıla veya erken 2.yüzyıla aittir. Sur duvarlarının hem içinde, hem de dışında ev kalıntıları görülebiliyor. En erken döneme ait evler, Helenistik döneme aittir.
Evlerin ortak özellikleri: çatılarında biriken yağmur suları ile beslenen, şişe biçimli sarnıçlara ve yapıların zemin katlarında bulunan, 3 veya 5 odaya girişi sağlayan, açık avlulara sahip olmalarıdır.
Evler; birbirlerinden, dar sokaklar ve merdivenlerle ayrılır.
Roma dönemi öncesine ait tek yapı: Bouleuterion, yani Meclis Binasıdır. Dorik stoa kalıntıları, Roma dönemi, Aşağı Agoranın arkasında, bir palaestra yapısına uzanan anıtsal bir merdivenin 18 geniş basamağı ve bir hamam yapısı bulunuyor.
Bu hamam yapısının, 3.yüzyıla ait olan bir sarnıçla beslendiği düşünülüyor. Biri Bouleuterion’un üstünde olmak üzere; 3 adet Roma dönemi tapınak görülüyor.
Sia’da en çarpıcı mezar yapıları: Heoa olarak bilinen anıtsal mezarlardır. Küçük bir anıt mezar, dikdörtgen planlı olup, en iyi korunmuş olanıdır. Üç çevresi, lahitlerle çevrilidir ve arkasında, yarım daire şeklinde: exedrası vardır. Aile mezarı tipindeki mezar yapıları da bulunuyor.
Kaba taşlarla, daire biçiminde yapılmış Tümülüsler içine gömülmüş, dikdörtgen mezar odaları var. Tümülüs içine gömü geleneğinin, MS.2.yüzyıldan sonra olduğu düşünülüyor.
Sia şehrinde: çok iyi durumda korunmuş, 2 kilise var. Bunun dışında: geç Antik veya Bizans dönemlerine tarihlenebilen, çok az kanıt var. 2 kilise, büyük olasılıkla: 4 veya 5.yüzyıllara aittir.
Helenistik ve Roma dönemine ait kalıntılar bulunan şehir: yerleşim yerinden uzaklığı ve yolunun olmayışı nedeniyle, çok iyi korunarak, günümüze kadar gelmiş.
Burdur ile Denizli arasında ulaşım düşünürseniz, Yeşilova yöresinden geçmeniz gerekiyor ve bu yöreden geçerseniz, mutlaka “Salda gölünü” ve üzeri pembe flamingolar ile kaplı “Yarışlı gölünü” görmenizi öneririm.
ULAŞIM
Yeşilova, bağlı bulunduğu Burdur il merkezine, 60 km. uzaklıktadır. Yeşilova-Denizli arasındaki uzaklık: 93 km. Yeşilova-Antalya arasındaki uzaklık: 160 km. dir. Yeşilova-Karamanlı arasındaki uzaklık: 20 km. Yeşilova-Tefenni arasındaki uzaklık: 28 km.
TARİH
Yöredeki bazı antik alanlarda yapılan yüzey araştırmalarında, MÖ.5000 yıllarına ait olduğu düşünülen çanak-çömlek parçaları bulunmuştur.
15’nci yüzyıla gelindiğinde ise, Osmanlıların bölgede egemenlik kurdukları ve bölgenin “Eski Erle” adıyla anıldığı bilinir.
Cumhuriyetin ilanının ardından ise, bu isim değiştirilerek, Yeşilova olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yöre, 1936 yılında ilçe olmuştur.
GENEL
Yöre: Burdur şehir merkezinin batısında, göller bölgesindedir. Bu yüzden, göller bölgesinin karakteristik özelliklerini taşımaktadır.
Yörenin coğrafi etkinliklerinin başında, 2 ova bulunmaktadır ki bunlar Erle ovası ve Çaltepe ovasıdır. Denizden yükseklik, 1200 metredir.
Akarsulara gelince, burada, iki önemli akarsu bulunmaktadır. Salda çayı: 5 km. lik bir yol geçer ve Salda gölüne dökülür. Armut çay ise, 10 km. lik bir yol geçer ve Bayındır gölüne dökülür.
İklime gelince: yöre, Akdeniz bölgesinde olmasına rağmen, Akdeniz ikliminin etkileri yoğun olarak görülmemektedir. Çünkü: kışlar uzun ve soğuk, yazlar ise kısa ve sıcak geçmektedir. Yağışlar genellikle kış döneminde görülür.
Son bir not: özellikle yurt dışında çalışan Yeşilovalıların gelmesi nedeniyle, yöre, yaz aylarında hareketlenmektedir.
KONAKLAMA
Yeşilova Öğretmenevi Emek Mahallesi. Hükümet Cad. No.44 248-6180421
NE SATIN ALINIR
Burada, bir battaniye fabrikası var, arzu ederseniz, bu fabrikanın satış mağazasını gezebilir ve hoşunuza gidecek ürünleri satın alabilirsiniz.
Bunun dışında, bir zamanlar, burada çok sayıda halı ve kilim üretimi yapılırmış, ama günümüzde, bu el sanatı tamamen olmasa da, gündemden çıkmış, yani artık yapılmıyor.
GEZİLECEK YERLER
Yeşilova ilçesi yöresinde, tarihi her hangi bir kalıntı bulmak mümkün değil. Doğal olarak da yoğun zenginlik beklememeniz gerekiyor.
Ama, bence, mutlaka ve mutlaka, Salda gölünü görmelisiniz.
Göl kıyısında, birkaç dinlenme tesisi var. Bu tesislerde özellikle gölden tutulan sazan balığı yemelisiniz.
SALDA GÖLÜ
İlçe merkezine 4 km. uzaklıktadır. Burdur il merkezine olan uzaklık ise, 60 km.dir.
Gölün büyüklüğü, 44 km. karedir.
Denizden yüksekliği ise, 1190 metredir. Jeolojik bir çökme sonucu oluştuğu bilinmektedir.
Çevresi: ormanlarla kaplı tepeler, kayalık araziler ve küçük alüvyon ovaları ile çevrilidir.
Gölün suyu tatlıdır. Bu nedenle, gölde, muhteşem büyük sazan balıkları yetişmektedir. Ancak tüm bu özellikleri yanında, göl 180 metrelik derinlik ile, ülkemizin en derin gölleri arasında bulunmaktadır.
Bu ölçüde derin olduğu için, fırtınalı havalarda bile, gölün berraklığı bozulmuyor.
Özellikle, kış aylarında: burada, çok sayıda kuş türü görülmektedir ve bu nedenle, bölge, uluslar arası öneme sahiptir.
İngiliz Prof. Mike Russel tarafından yapılan bir araştırmada
Dünya üzerinde: Mars gezegeninin yüzey özelliklerine benzer coğrafi özelliklerin görülebildiği, 2 yer olduğu bilinmektedir.
Bunlardan biri: Kanada ülkesinin kuzey bölgelerinde ve diğeri ise, Salda gölündedir. Gölde bulunan “Magnezyum” yüklü beyaz kaya parçaları, Mars yüzeyinde de görülmektedir.
Bunun nedeni ise, Mars gezegeninde bu görüntünün bulunduğu yerde, eskiden “deniz” yada “göl” olabileceği varsayımına dayanmaktadır.
Göl kıyısında görülen beyaz kumların, aynı zamanda “Lületaşı” olarak bilinen magnezyum slikat olduğu da söylenir.
Evet: göl, masmavi görüntüsüyle ilgi çekiyor ve bu yüzden, çevresinde, çeşitli kampingler bulunmaktadır. Gölde, ayrıca plajlar bulunmaktadır.
Göl suyunda, magnezyum, soda ve kil bulunması nedeniyle, bazı cilt hastalıklarına iyi geldiği söylenmektedir. Hatta, özellikle “sivilcelere” iyi geldiği söylenir.
Göl: korunması adına, 1989 yılında doğal Sit alanı ilan edildiğinde, çevresinde yapılaşma bulunmamaktadır.
Ancak, bu masmavi daha doğrusu turkuaz rengin hakim olduğu gölü, mutlaka görmelisiniz, çevresinde çeşitli kampingler var.
Gölün suları çekildiğinde, 7 tane beyaz ada ortaya çıkmaktadır.
Bunlar da, gölün güzelliğini etkilemektedirler. Ancak, kışın yükselen sular, bu adacıkları yutuyor.
Ayrıntı gerekirse: Sultanpınarı Dinlenme Tesisleri, Akçeşme Dinlenme Tesisleri, Gürel Tur Dinlenme Tesisleri, Şahman Otel, Mutlu Restoran ve bunun yanında, göle girilmesini sağlayan plajlar (Orman plajı ve Yeşilova Belediyesi Halk plajı) bulunuyor.
Antalya şehrinden hareket eden turist kafileleri, Pamukkale gezisi sırasında, göl kıyısından geçmektedirler.
Çadırınız varsa, burayı ziyaret etmeniz önerilir.
Göl kıyısında, yöre insanı tarafından bakılan “develerle” bir gezinti de yapabilirsiniz.
Son bir not: bu göl çevresindeki köylüler: yaz aylarında; Eşeler yaylasında, Tınaz tepesine çıkıyorlar ve buradan elde edilen karlar, pekmezle karıştırılarak, Perşembe günleri Yeşilova merkezinde kurulan Pazar yerinde, ziyaretçilere satılıyor.
YARIŞLI GÖLÜ
Bölgenin, yazın kurumayan ikinci büyük gölüdür.
Göl: çevreden inen sular ve yağmur sularıyla beslenmektedir.
Ancak: 1990’lı yılların başından bu yana, gölün tuzlu olan su seviyesi, gitgide düşmektedir.
Gölün en büyük özelliği: göçmen kuşlar için bir durak olmasıdır.
Özellikle: flamingolar, gölün görüntüsüne bir başka güzellik katmaktadırlar. Yani, buraya bir anlamda “Flamingo cenneti” de denilebilir.
Ancak, biraz önce de söylediğim gibi, göl sürekli su kaybetmektedir ki, yakın gelecekte, kuruduğunda, flamingoların bulunması imkansız hale gelecektir.
Burada, gölün, hemen doğu kıyısındaki yarımada üzerinde bir höyük var.
Bu höyük: yapılan araştırmalara göre, MÖ.6’ncı yüzyıldan kalma, Tymbrianassus isimli bir yerleşim yerine aittir.
Burdur Sagalassos antik şehrine ulaşmak için, Ağlasun ilçesinden geçiliyor. Ağlasun merkezi ile Sagalassos ören yeri arasındaki uzaklık 7 km. dir.
İlçenin içinden geçen yol, uzunca bir süre virajlar ve çıkışlar ile devam ederek, muhteşem bir yüksekliğe çıkılarak sonlanıyor. Yani, özellikle Ağlasun ilçesiyle Sagalassos arasındaki yol temiz ve düzgün olmasına rağmen, dar, virajlı ve yer yer tehlikeli olabilecek boyutta, yani, buraya kendi aracı ile gidecek olanların oldukça dikkatli araç kullanmalarını öneririm.
Giriş
Ören yeri giriş ücretleri: 14 TL. dir. Öğretmenler ücretsiz girebilir. Ziyaret saatleri: yaz dönemi: 08.30-19.30 ve kış dönemi: 09.00-17.30 dur. Müze kartı geçerlidir.
Otobüs ve araçlar, ören yerinin hemen girişindeki otoparkta duruyor ve ziyaretçiler bilet gişesinden geçerek ören yerine geçiyorlar. Hemen başta belirtmek isterim ki, eğer ören yerini gezmek istemezseniz, tarihe ilginiz yoksa, araç park edilen yerin hemen solunda, gayet güzel bir kafe bulunuyor, merdivenlerden indiğinizde, tuvaletlerin bulunduğu yerde, muhteşem güzel manzaralı pırıl pırıl bir kafe var, burada istirahat edebilirsiniz, tuvaletleri kullanabilirsiniz.
Evet, biletimizi aldık ve ören yerine girdik. Hemen karşınıza bir gezi güzergahı tabelası çıkıyor, bence çok güzel bir uygulama, bu tabelada içerideki zamanınıza göre gezi güzergahı belirlenmiş. Sarı renkli güzergah, yaklaşık 1.5 km dir ve yaklaşık 1 saat sürer.
Kırmızı renkli güzergah, yaklaşık 2.5 km dir ve yaklaşık 2 saat sürer. Sarı-kırmızı-mavi renkli güzergah, yaklaşık 4 km dir ve 4 saat sürer. Siz, tur ile gitti iseniz, size verilen serbest zamana göre güzergah belirleyip ören yerini gezebilirsiniz.
Tabii önce, ören yerini gezmeden önce, kafanızda beliren bazı soruların yanıtlarını vermek istiyorum. Çünkü: buraya çıkmak için oldukça zahmetli bir yolculuk yaptınız, dar ve virajlı yollardan çıkarak buraya ulaştınız.
Evet: ören yerini gezmeden önce, sizlere bazı konularda bilgi vermek istiyorum, bu bilgiler sizin ören yerini daha bilinçli gezmenizi sağlayacaktır.
1-Peki, insanlar, bu sarp yamaçlara neden yerleşmişler?
Bunun en önemli sebeplerinden birisi, güvenlik kaygısı ve burada suyun bol olmasıdır. Antik çağlarda, civardaki vadiler bugün olduğundan daha da verimlidir.
Bu bölge, insanlara yüksek kaliteli seramik kap kacak ve tuğla yapmaya uygun kil, kaliteli yapı taşı ve metal eşya üretmek için maden cevheri sunmuştur.
Kent, izole bir dağ yerleşimi değildir. Roma imparatorluk döneminde, Sagalassos, Anadolu’nun yol ağına ve Ege ve Akdeniz limanlarına bağlanmıştır.
2-Burada kimler, ne zaman yaşamıştır?
MÖ 3000-2000 döneminde, daha sonra Pisidia adını alacak bu bölgeye, Hititlerin bir kolu olan Luwiler yerleşir. Sagalassoslular, tarih boyunca değişik kültürlerin etkisi altında kalır.
Büyük İskender’den sonra, tüm yakın Doğu’da olduğu gibi bu bölgede de Helen kültürü hakim olur. Roma imparatorluğu döneminde, antik Grek ve Roma etkisi altında, kendi yerel kültürleri gelişir.
MS 4’ncü yüzyıldan itibaren Hıristiyanlaşan ve Doğu Roma İmparatorluğunun parçası olan bölge, MS 13’ncü yüzyılda Selçuklu Türkmenlerinin hakimiyetine girer.
3-Sagalassos adı nereden gelir, Ağlasun adı Sagalassos’tan mı gelir?
Sagalassos, tipik bir Luwice isimdir ama özgün anlamı bilinmez. MS 11’nci yüzyılda, buranın piskoposu kayıtlara “Agalassu Piskoposu” olarak geçer.
Selçuklu Türkleri, bölgeye gelip, hemen aşağıdaki yerleşimi kurduklarında bu ismi benimsemiş ve uyarlamış olmalıdır. Ağlasun ile Sagalassos adları arasında böyle bir bağ vardır.
4-İnsanlar geçimlerini nasıl sağlamıştır?
Sagalassos’un ekonomisi, tarıma dayalıdır. Özellikle Roma askeri birliklerine verilen tahıl önemliydi. Roma imparatorluk döneminde zeytin ve zeytinyağı, diğer önemli ürünlerdi.
Mısır’a bina ve gemi yapılında kullanılmak üzere göknar ağacı ihraç ettikleri düşünülmektedir. İmparator Augustus döneminden başlayarak (MÖ 25-MS 14) şehirde endüstriyel ölçekte kırmızı astarlı seramik kap kacak üretilmiştir.
Bunlar, Batı Anadolu ve Doğu Akdeniz’in başka kentlerine ihraç edilmiş ve Sagalassos’un geçim kaynaklarından birisi haline gelmiştir.
5-Ticaret ve Alışveriş nasıldır?
Antik çağlarda ticaret, çoğunlukla yerel nitelikliydi. Ancak Sagalassos gibi bazı kentler, Roma hakimiyetinin sağladığı uzun barış döneminden yararlanarak ürünlerini uzak yörelere pazarlamıştır.
Bu bağlamda: uzak mesafe ticaretinin boyutunu anlamak için çanak çömlek önemli bir role sahiptir.
Esasen çanak çömlek hiçbir zaman ticaretin temel sebebi olmamış, şarap, tahıl, yağ, kereste gibi daha kıymetli ve büyük hacimlerde pazarlanan ürünlerin yanında, kendisine yer bulmuştur.
Ancak bu ürünlerin çoğundan, geriye arkeolojik veriler kalmazken, keramik ürünleri yani çanak çömlek günümüze kadar korunmuştur.
Dolayısıyla çanak çömlek buluntuları, antik dönem ticaret ve alışverişi hakkında önemli kanıtlar sunar. Sagalassos’ta üretilmiş olduğu bilinen bazı çanak çömleklere, diğer antik kentlerde yapılan arkeolojik kazılarda da rastlanır.
Bu sayede, antik ticaret ve alışverişin boyutları anlaşılır. Yani, Sagalassos bölgesi ile antik Mısır arasında, politik, askeri, sosyal, ekonomik ve dinsel ilişkileri de içeren yoğun bağlantılar kanıtlanmıştır.
6-Şehre su temini nasıl yapılmıştır?
Sagalassos surları içinde ve şehrin biraz dışında, çeşitli aktif su kaynakları vardır. Ancak yerleşim alanı, MÖ 1’nci yüzyılda büyüyüp iki katına çıktığında, artan nüfusun su ihtiyacını karşılamak için, dışarıdan su temini kaçınılmaz hale gelmiştir.
Bu amaçla, kayalara oyularak bir su kanalı yapılmış ve şehir merkezine, doğudan su getirilmiştir. Heyelan yüzünden zarar gören bu su kanalının bir kısmı, zaman içinde tamir görmüştür.
Bu kanal, sadece şehre içme suyu temin etmekle kalmıyor, aynı zamanda yerel keramik üretimi için gerekli olan suyu da sağlıyordu.
Zaman içinde, özellikle Romalıların hamam kültürünün halk tarafından benimsenmesiyle artan su talebini karşılamak için, şehrin batısında ve doğusunda yeni su kemerleri yapılmıştır. Su teminindeki bu artış, MS 2’nci yüzyılda hem çok büyük bir hamam kompleksinin, hem de beş yeni çeşmenin inşa edilmesine olanak sağlamıştır.
Kentin büyük meydanlarına kurulan çeşmeler, zengin mimarileriyle ve heykelleriyle, kentin refahının sembolü haline gelmiştir.
Sagalassos antik dönemin su kaynakları en zengin kentlerinden biridir. MS 6’ncı yüzyılın başlarındaki deprem sonucu tüm su kemerleri tahrip olmuş ve kentteki su azalmıştır. MS 7’nci yüzyıldaki deprem sonucu ise, su kaynakları tamamen tükenmiş ve muhtemelen bu yüzden şehir terk edilmiştir.
7-Neden ve ne zaman kenti terk etmişlerdir?
MS 541-542 yıllarından başlayarak, birçok defa vuran salgınlarla, kent nüfusunun büyük bölümü vebadan ölmüştür. MS 610 civarında çok güçlü bir deprem, kenti yerle bir etmiştir.
Bu büyük afetten kurtulanlar, çevresi duvarlarla çevrili küçük ve dağınık yerleşimler halinde, kent civarında yaşamayı sürdürmüşlerdir.
İskender Tepesinde yer alan son yerleşim, 13’ncü yüzyılda Selçuklular tarafından ele geçirilmiştir.
8-Sagalassos kentinin diğer genel özellikleri nelerdir?
Sagalassos antik kentinin kalıntıları: doğu batı yönünde 2.5 km ve kuzey güney yönünde ise 1.5 km lik bir alana yayılmıştır. Yani, muhteşem büyüklükteki bir antik kalıntı cenneti, kendinizi bir açık hava müzesinde hissedeceksiniz.
Pisidia bölgesinin en büyük ve önemli merkezlerinden birisidir. Akdağ’ın 1700 metre yükseklikteki bölümüne “teraslama” yöntemi yapılarak kurulmuştur.
Aynı: Bergama Krallığının kurulduğu başkent Bergama şehrinde olduğu gibi, teraslama yöntemi burada da kullanılmıştır. Yani, şehrin çekirdeğini kuzey terastaki yapılar oluşturur.
Sagalassos ismine, tarihi süreçte ilk olarak Büyük İskender’in MÖ 334 yılında, burayı işgal ettiğinde rastlanır.
9-Kentin tarihi gelişimi nedir?
Bölgedeki yerleşim izlerine bakıldığında, Sagalassos’da yaşam izlerinin çok eskilere gittiği düşünülür. MÖ 4200 yıllarında çiftçi topluluklarının yaşadığı bölgede, Erken Tunç Çağı’na (MÖ 3000-2500) ait küçük bir yerleşimin varlığı tespit edilmiştir.
Bu yerleşimin: İlk Demir Çağında yani MÖ 1200-750 yıllarında yerleşim haline geldiği tahmin ediliyor.
MÖ 333 yılında: Büyük İskender, kanlı bir savaş sonucu şehri ele geçirir. Büyük İskender: şehri almak için üç-dört kez saldırır. Ancak bir türlü şehri ele geçiremez.
Sonunda, bugün yıkıntıları bulunan Roma Hamamının bulunduğu yan taraftaki tepeden yaptığı son saldırı sırasında, kanlı çatışmalar sonucu şehri ele geçirir.
Bu tepenin adı: daha sonra, İskender Tepesi olarak isimlendirilir. Büyük İskender’in: bu bölgedeki seferini, annesi, sürekli olarak izlemektedir.
Bölgeden gelen habercilere: “İskender, Sagalassos’u aldı mı diye” sürekli sormaktadır. Haberciler ise “Büyük İskender, Sagalassos’u aldı.
Fakat, savaş sırasında, en sevdiği cesur komutanlarını kaybetti ve bu yüzden ağlamaktadır” derler. Bunun üzerine, annesi: “Oğlum, Sagalassos şehrini aldı ise, bırakın ağlarsa ağlasın” der.
Bunun üzerine, ilçenin ismi “Ağlarsın-Ağlasın-Ağlasun” şeklinde, kalır.
Büyük İskender: bu dağ kentini, ordusunu, hemen yakınlarındaki tepeye gizlice çıkararak ele geçirmiş. 50.000 askeri, gizlice buradan geçirmek gerçekten zor iş. Ama, belki de, bu yüzden, İskender’e “Büyük” deniliyor.
İskender’in şehri ele geçirmesiyle, Sagalassos’un Helenleşme süreci başlar.
Bu süreçte: MÖ 333-25 yılları arasında, şehir, Antik Pisidia bölgesinde önem kazanır ve Selge şehrinden sonra, bölgenin ikinci büyük şehri haline gelir.
İskender’in ardından, şehir birkaç kez el değiştirir. MÖ 25 yılında, İmparator Augustus tarafından Roma imparatorluğu topraklarına katılır. Zamanla, imparatorluk içinde gittikçe önem kazanan şehrin sınırları genişler ve kentin yazıtında “Pisidia’nın en önemli kenti, Romalıların dostu ve müttefiki” cümlesi yazılır.
Yeni anıtlar inşa edilir, çevresi büyük yapılarla süslenir. Şehrin ihtişamını sergilemek için, aristokratların, yöneticilerin ve imparatorların heykellerin, şehrin önemli yerlerine konur.
MS 1’nci yüzyılın ikinci yarısında: muhtemelen deprem ve kıtlık gibi felaketler nedeniyle, şehirde bir duraklama ve gerileme dönemi yaşanır. MS 1’nci yüzyıldan 2’nci yüzyıla geçilirken, şehrin mimari gelişimi yeniden hızlanır.
Bu dönemde: Aşağı Agora’ya bir portiko, Agora’nın kuzeyine bir Odeon yapılır. Ayrıca: Apollon Klarios Tapınağı onarılır ve imparator ailesine ithaf edilir. Bu dönemde yapılan binalar: süslemeden uzak, basit ve yalın bir mimari uslüp yansıtır.
İmparator Hadrian dönemi başlamasıyla (MS 117-137) mimari yönden şehir en parlak dönemini yaşar. Aşağı Agora’nın kuzeyinde iki katlı çeşme binası ve Dionysos tapınakları tamamlanır.
Kentin önde gelen soylularından biri tarafından kütüphane yaptırılır.
MS 3’ncü yüzyıla gelindiğinde ise, bu yükseliş durur. MS 400 civarında, şehir merkezinde, bazı düzenlemeler yapılır.
Yukarı Agora, zemin taşlarının değiştirilmesi ve yeni portikoların yapılmasıyla yenilenir. Ayrıca kutsal sayılan bazı yerler, kiliseye dönüştürülür.
MS 518 yılında, şehrin hazin sonu oluşur. Önce ağır bir deprem yaşanır. Yıkılan anıtsal yapılar, özellikleri korunarak yeniden inşa edilir. Ancak merkezi otoritenin etkinliği gittikçe azalır ve kentte düzensizlik başlar, kamu binaları ve alanları, istilaya uğrar.
MS 542 yılında, bu kez veba salgını çıkar. Yaşanan bu felaketler, Sagalassos’un zenginliğini yok eder, alt yapı çöker, üretim ve ekonomi zayıflar. MS 7’nci yüzyılın ortalarında ise, yeni bir deprem, Sagalassos’un sonunu hızlandırır.
Bu kez, su kaynakları kapanır, ormanlar tükenir, ısınma sorunu ortaya çıkar. Salgın hastalıklar, susuzluk, Arap akınları ve savaşlar sonucunda, şehir terk edilir.
Sonunda: Akdağ’dan erozyon sonucu gelen topraklarla, şehrin üstü örtülür ve şehir kayıplara karışır. Böylece şehir, antik dönemin en iyi korunmuş kentlerinden birisi olarak günümüze ulaşır.
Sagalassos şehrini terk eden yerleşimciler ise, günümüzde Ağlasun ilçesinin bulunduğu yere yerleşir. Bu durum, buradaki Bizans kalıntılarından anlaşılır.
10-Kentin kalıntılarının bulunuşu ve arkeolojik çalışmalar?
Toprak altında kalan şehir, uzun süre bulunamaz. İlk kez 1706 yılında, Fransız gezgin Paul Lucas tarafından bulunur. Kalıntılar, Lucas’ı o kadar çok etkiler ki, bulduklarını: gerçekte var olmuş şehirler değil “Perilerin oturduğu mekanlar” olarak yorumlar.
Ancak, 1824 yılında, buranın kayıp Sagalassos şehri olduğu anlaşılır. 1971-1973 yılları arasındaki bilimsel kazılar, İstanbul Üniversitesinden Prof Dr Jale İnan tarafından yürütülür. Bu kazılarda: kütüphane binasının tabanındaki mozaik döşeme ortaya çıkarılır.
Yine, kütüphane binası içinde, yazıtlı kaideler üzerinde bulunan dokuz mermer tanrı ve tanrıça heykelleri bulunur ve Burdur Müzesine teslim edilir.
Günümüzde, buradaki kazı çalışmaları Belçika Leuven Üniversitesi görevlileri tarafından yürütülüyor.
Ama ekibin büyük bölümü Türk uzmanlardan oluşuyor. Son yıllarda, Türkiye’nin en büyük kazılarından birinde ondan fazla değişik meslekten ve ülkeden gelen yaklaşık 130 kişilik bilim ekibi, Ağlasunlu 100 kişilik işçi ekibiyle birlikte çalışıyormuş.
11-Antik kentin harabeleri ne zaman keşfedildi?
Kentin kalıntıları, 1706 yılında, Fransa Kralı XIV Louis’in isteği üzerine Osmanlı İmparatorluğunu dolaşan Paul Lucas tarafından keşfedilmiştir. Kentin adının Sagalassos olduğunu, İngiliz rahip F.V.J. Arundell, 1824 yılında bir yazıtın çevrisini yaparak belirlemiştir.
12-Kazıları kimler yapıyor, bütçesini kim karşılıyor?
Sagalassos’da kazılar, yörede “Mark Bey” olarak tanınan Prof. Marc Waelkens’in başkanlığında çok uluslu ve çoğunluğu Türk vatandaşlarından oluşan bir ekiple, Belçika Leveren Üniversitesi tarafından, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı izinleri ve denetimlerinde sürdürülmektedir.
Antik kentin 1200 km karelik geniş arazisine yayılan kazı ve araştırma çalışmaları, Belçika bilimsel fonlarından ve bazı özel Belçikalı yardımseverlerin desteğiyle sürdürülmektedir.
Koruma ve restorasyon projeleri, Belçika sponsor aileler, firmalar, bankalar ve 2006’dan itibaren Aygaz (Koç Holding) ve bazı yerel Türk firmaları tarafından desteklenmektedir.
13-Kazılarda ele geçen buluntular nereye gidiyor?
Arkeolojik buluntular, temizlik ve onarım sonrasında Burdur Müzesine teslim edilir. Bunlardan bir kısım seçilen eser müzede sergilenir, diğerleri ise müze deposunda muhafaza edilir.
ÖREN YERİ GEZİ PLANI
AŞAĞI AGORA/ŞEHİR
Bu bilgilerden sonra ören yerini gezmeye başlıyoruz.
İlk gezilecek yer, hemen sağ yanda bulunan Aşağı Agoradır.
AŞAĞI AGORA/HALK MEYDANI
Aşağı Agora, kentin iki ana aksının kesişme noktasındadır. En geç MÖ 1 nci yüzyıla tarihlenen bu halk meydanı, iki tepe arasındaki alçak düzlüğe kurulmuştur. Augustus döneminde (MÖ 25-MS 14) meydan: batıdaki tepe üzerindeki Apollon Klarios Tapınağı için, bir ön avlu olarak da işlev görmüştür.
Meydandaki onursal kaidelerin bazıları Augustus dönemine ait olsalar da, Agoranın mevcut düzeni, büyük olasılıkla MS 100 dolaylarında yapılan bir düzenlemeye dayanır. Bu düzenleme sırasında: Agoranın kuzey kenarı boyunca, bir anıtsal çeşme yapılır.
Apollon kutsal alanı onarılır ve Agoranın batı kenarı boyunca, 50 metre uzunluğunda bir portiko yapılır. Meydanın güneybatı köşesine, Agoraya güneyden gelen esas girişe, anıtsal bir kapı yapılır.
Meydanın doğu kenarı boyunca dükkanların önüne de bir portiko eklenir. Hemen arkalarındaki dar bir sokak, doğu tepesine Severuslar döneminde MS 120-165 yılları arasında inşa edilen hamamdan, bu dükkanları ayırır.
Severuslar döneminde, MS 2’nci yüzyıldan MS 3’ncü yüzyıla geçiş yıllarında: kuzeydeki çeşmenin önüne ikinci bir anıtsal çeşme yapılır. MS 6’ncı yüzyılın başlarındaki bir deprem, Agoradaki anıtların birçoğunu tahrip eder ancak depremin hemen ardından bu yapılar özgün mimarilerine uygun olarak yeniden inşa edilir.
Ancak MS 7’nci yüzyılda ikinci bir deprem olur ve Agora enkazla dolar, yıkıntılar üzerine batı tarafı boyunca bir Hıristiyan mezarlığı kurulur.
Aşağı Agora’da ilk karşımıza çıkan yapı kalıntıları, Roma Hamamıdır.
ROMA HAMAMI
Önce antik dönemdeki hamamlarla ilgili kısa bilgi vermekte yarar var. Antik dönemde hamamlar, önemli kamusal yapılardır. Kent halkı, hamamların lüks salonlarında bir araya gelerek yıkanırlardı.
Hamamlar, aynı zamanda kent hayatının ve imparatorluğun zenginliğini ve yüksek kültürünü yansıtan, politik anlamlar yüklü anıtlardı.
Hamamlarda çok sayıda büyük salon vardı. Bunlar pahalı ve çok renkli mermer kaplamalar, heykeller ve mozaiklerle dekore edilmişti.
Yükseltilmiş döşemelerin altından ve duvarlara saklanmış bacalar içinden, sıcak hava geçirilerek bu mekanlar sıcak tutulurdu.
Hamamın ziyaretçileri, soğuktan sıcağa doğru bir seri salondan geçerlerdi. Bu yıkanma mekanları soğukluk, ılıklık ve sıcaklık olarak adlandırılırdı.
Farklı ısılardaki salonlar ve banyolar düzeni, Roma zamanından günümüze dek yüzyıllar boyunca hamam planlarında kullanılmıştır. Bugün halen Türkiye’nin kültüründe yerini korumaktadır.
Şimdi Sagalassos kentindeki bu hamam yapısından söz etmek istiyorum. Sagalassos kentindeki kazılarda ortaya çıkarılan büyük hamam: kent merkezinin güneydoğusunda bir tepede yer alır. Aşağı Agora’ya hakimdir.
Daha önce, bu tepe üzerinde, küçük bir hamam yapısı vardır. Bu ilk hamamın, güney duvarı ve birbirine paralel üç dikdörtgen mekanın kalıntıları bulunmuştur.
Arkeolojik malzemeye dayanarak, bu küçük hamam MS 1’nci yüzyılın ilk yarısına tarihlenir.
Evet, daha sonra yapılan Sagalassos kentinin büyük hamamı ise: İmparator Hadrian döneminde, MS 120’den itibaren, aynı yerde yani küçük hamamın yerinde çok daha büyük bir hamam yapılmaya başlanır.
Eski hamamın bazı duvarları ve malzemeleri, yeni hamamın yapımında kullanılır. Bu muazzam binanın tamamlanması onlarca yıl sürer.
Kazılarda, bu büyük hamam kompleksinin pek çok mekanı ortaya çıkarılmıştır. Hamamın orta kısmında bulunan salonda, anıtın yazıtına ait parçalar ele geçer.
Buna göre hamam: MS 165 yılında açılmış ve zamanın iki eş imparatoru Marcus Aurelius (MS 161-180) ve Lucius Verus’a (MS 161-169) ithaf edilmiştir.
Yapı: üç katlıdır. Alttaki iki katı, neredeyse tamamen korunarak günümüze kadar gelmiştir. Yani, Doğu Roma İmparatorluğunun en iyi korunmuş hamam yapısı olarak önem kazanır.
Hamamın merkezinde bulunan mekan, bir imparatorluk salonu veya mermer salon olarak tasarlanmıştır.
Bu zengin dekorlu salona, Hadrian’dan başlayıp Marcus Aureius’a kadar süren Antoninler hanedanlığı imparatorlarının ve bunların eşlerinin heykelleri yerleştirilmiştir. Ayrıca, yine bu mekanda, Sagalassos kentinin ileri gelenleri ve tanrıların heykelleri de yer almış olabilir.
MS 3’ncü yüzyıl çeyreğinde, hamam binasının yanına, görkemli bir giriş kapısı yapılır.
MS 4-5 yüzyıllarda geniş çaplı bir yenileme geçirir. Yenileme sırasında, imparator ve imparatoriçe heykellerinin yerleri değiştirilir.
Daha önce hamamın ortasındaki imparatorluk salonunda sergilenen devasa heykeller, hamamın doğusundaki büyük salona alınır. Salona yeni bir mozaik taban döşenir ve bunun merkezinde bulunan yazıta göre, mekan bir ziyafet salonu olarak kullanılmaya başlanır.
Eskiden soğukluk olarak kullanılmış olan bu salon, kuzey güney doğrultusunda, uzun bir dikdörtgen şeklindedir. Merkezinde bulunan holün dört köşesinde, 11 metrelik büyük payeler vardır.
Bu merkez holün kuzeyinde ve güneyinde uzanan salonlar, soyunmalık olarak kullanılmıştır. Soyunmalıklarda altışar taşıyıcı paye yani ayak vardır ve payeler arasında, doğu ve batı kenarlar boyunca, karşılıklı derin girintiler bulunur.
MS 500 yılında ise büyük bir deprem olur. Bu depremde yıkılan hamam yapısı, daha sonra onarılır. Ancak: MS 590 civarında, tekrar deprem olur ve şehirdeki diğer birçok bina gibi hamam kompleksi de ağır hasar görür ve daha sonra onarılmaz, terk edilir.
Zaman içinde kısmen yıkılmış duvarları ve çökmüş tonoz parçaları düzenlenerek, günümüzdeki görüntü ortaya çıkmıştır.
Evet, Prof Marc Waelkens başkanlığında yürütülen kazılarda, 2007-2008 yılları arasında, güney soyunmalık salonunda birçok heykel parçası bulunur. Bu hanedanlık heykellerinin, hamamın yenilenmesi sırasında, payeler arasındaki nişlere, karşılıklı olarak yerleştirildiği anlaşılmıştır.
Böylece, eski güney soyunmalık bölümü: Antoninler hanedanlığının mensuplarının sergilendiği bir heykel galerisine dönüşmüştür. Hadrian’dan başlayarak, imparatorlar Antonius Pius ve Marcus Aurelius’un devasa heykelleri, batı nişler içinde, eşleri imparatoriçeler Sabina, Büyük Faustina ve Genç Faustina (bu heykel henüz bulunamadı), karşılarındaki nişler içine yerleştirilmişti.
Burada: gerek bu kişiler ve gerekse heykelleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler vereceğim, burada bulunan heykeller: günümüzde Burdur Müzesinde sergileniyor.
İmparator Hadrian ve İmparatoriçe Sabina Heykeli
İmparator Hadrian MS 117-138 yılları arasında, dünya tarihinin üç kıtaya yayılmış en büyük imparatorluklarından birinin hükümdarı olmuştur. Hadrian hakimiyetindeki yıllarda, Sagalassos kenti gelişmiş ve resmi olarak Psidiam Eyaletinin baş şehri olmuş, böylece şehrin ekonomik kalkınması önemli ölçüde hızlanmıştır.
Bu sayede: güney limanları (Attaleia, Perge, Side ve Aspendos) adeta, Sagalassos şehrinin kendi limanları haline gelmiş, bu durum da imparatorluğun her yeriyle ticaret için önemli imkanlar sağlamıştır.
Ayrıca: Hadrian, şehri Pisidia Eyaletinin “Neokoros”u ilan eder. Yani, şehir İmparatorluk kültünün resmi merkezi olur. Bu yüzden, düzenli olarak organize edilen ve binlerce ziyaretçiyi şehre çeken atletizm oyunları festivaline, Sagalassos ev sahipliği yapar.
Buna bağlı olarak, kenttin nüfusu 5000 kişiyi geçmemesine rağmen, ihtiyaç duyduğundan çok daha büyük kamusal yapılar inşa edilir.
2007 yılında yapılan kazılar sırasında: altı payeli güney salonun, güneybatı köşesindeki niş içinde, İmparator Hadrian’a (MS 117-138) ait heykelin parçaları bulunmuştur. Heykelin: sol bacağı, kırılmış olan ayağı ve başı birlikte bulunmuştur.
Hadrian’ın başı: imparatorun gençlik yıllarını gösterir. Hadrian, kendisinden önceki Roma hükümdarlarının tıraşlı ve kısa saçlı betimlerinden farklı olarak, imparator heykellerine antik Yunan tipi kıvırcık saç ve sakalı getirmiştir.
Gözlerde irisin ve gözbebeğinin işlenmemiş olması, heykelin Hadrian’ın hükümdarlığının ilk yıllarında yapılmış olduğunu gösterir. Saç kıvrımlarının yontusunda matkaptan yararlanılmıştır.
Kullanılan beyaz mermer, büyük olasılıkla 350 km uzaklıkta bulunan Dokimeion (bugünkü Afyon İscehisar) mermeridir.
Büyük incelikle yontulmuş sandaletler, bu heykelde imparatorun zırhlı askeri kıyafet içinde olduğunu gösterir. Sandalette ve saçların kıvrımlarında, kırmızı boya kalıntıları vardır. Kazılarda ele geçen parçalar göz önüne alındığında (heykel başı: 0.70 cm, ayak: 0.80 cm ve bacak: 0.70 cm), heykelin tamamının 5 metre boyunda olduğu tahmin edilir.
Gövdeden geriye hiç parça kalmamış olması, heykelin bir akrolit olduğu yani gövdesinin taştan değil daha hafif bir malzemeden yapıldığını gösterir.
Baş, kollar ve bacaklar, altın varak kaplı zırh ile süslenmiş, ahşap bir gövdeye ve imparatoru betimleyen diğer metal eşyalara (örnek silah) bağlanmış olmalıdır.
Evet, MS 2 yüzyılda, özellikle Antoninus Pius’tan itibaren, imparatorların ve eşlerinin devasa heykellerinin yapıldığına sıkça rastlanır. Sagalassos’ta bu gelenek, bir kuşak önce, Hadrian döneminde, İmparator ve İmparatoriçe Sabina’nın heykelleri yapılarak başlar.
Bunun sebebinin, muhtemelen Roma Hamam kompleksinin yapımına İmparator Hadrian döneminde başlanmış olmasıdır.
İmparator Hadrian heykelinin hemen karşısındaki payeler arasında ise: Hadrian’ın eşi İmparatoriçe Vibia Sabina heykelinin: ayakları bulunur.
Ayaklar: heykel yerleştirildikten sonra döşenmiş olan mozaik taban içinde kalmış olarak bulunmuştur.
İmparator Antonius Pius ve İmparatoriçe Faustina Maior Heykeli
2008 yılında yapılan kazılarda, Hadrian heykeline komşu niş içinde, kendisinden sonra gelen İmparator Antoninus Pius’a (MS 138-161) ait heykelin ayakları bulunur. Karşısındaki girintinin hemen önünde ise, eşi İmparatoriçe Büyük Faustina heykelinin: sol kolu ve başı, yüzüstü düşmüş biçimde bulunur.
İmparatoriçe Faustina: çocukları çok severmiş ve Sagalassos’ta başka kızlar olmak üzere fakir ve kimsesiz çocuklara sahip çıkıyormuş.
Heykel: 76 cm uzunluğunda ve 300 kg ağırlığındadır.
İmparator Marcus Aurelius Heykeli
Antonius Pius’tan sonra imparatorluğun idaresini devralmış ve “Beş iyi imparator” olarak bilinen Roma imparatorlarının sonuncusu olan Marcus Aurelius’a ait heykelin kalıntıları: hemen yakındaki niş içinde ve çok etkileyici biçimde bulunmuştur.
Aurelius, Sagalassos halkı tarafından övgü ve saygı görmüştür. Kendisini abideleştirmek ve gönüllerde yaşatmak için heykeli yaptırılmıştır.
Aurelius’un heykeli, Hadrian’ın ki kadar devasa ölçüdedir. Yüksekliği: 0.70 metreyi bulan baş göz önüne alındığında, tüm heykelin boyunun 5 metreyi geçtiği tahmin edilmektedir.
Baş ağırlığı: 350 kg kadardır. Zarar görmeden saklı kalarak günümüze ulaşmıştır.
Evet: heykelin sadece baş, kollar ve bacakları bulunmuştur. Bu durum: heykelin, bir akrolit olduğunu gösterir, yani heykelin gövdesi daha hafif, ayrı bir malzemeden yapılmıştır.
Bu gövdeye tutturulan başın boyun kısmı kabaca yontulmuş ve demir kenetle vücuda bağlanmıştır.
Bu durum, Hadrian heykelinin başında da gözlenir. Heykelin: diz üstüne kadar, 1.6 metreden uzun olan bacakları, ayakta ve yerinde bulunur.
Niş içine birikmiş olan yıkıntı tabakaları arasında, heykelin arkaya düşmüş başı ve sağ kolu bulunur.
Günümüzde Roma Hamamı
Roma Hamamı: içinde birçok havuzu ile, günümüze kadar iki katı korunarak gelmiştir.
AŞAĞI AGORA KAPISI-TİBERİUS DÖNEMİ KAPISI
İmparator Tiberius döneminde (MS 14-37) Sagalassos’ta, orijinal konumu henüz belirlenememiş zarif bir giriş kapısı yapılır. Sonradan yeri değiştirilen, “U” biçimli anıtsal kapı, başlangıçta, aralarında 9.70 metre boşluk bulunan üçer metrelik iki kanattan oluşuyordu.
Kanatlarda en az iki ve orta kısımda ise dört korint sütun kullanılmıştır. Bunlardaki süslemeler, büyük olasılıkla Augustus döneminde başlayan “Altın Çağ” ın barış ruhunu simgeliyordu.
Bu mükemmel mimari süslemeleri olan kapı, muhtemelen MS 100 dolaylarında orijinal yerinden sökülüp, şu an ki yerine yani Aşağı Agora’nın güneybatı köşesine konur.
İki yan kanat kısaltılır. Yanlarda yüksek podyumlar üstüne ve oradan da podyumlarla aynı seviyede kaidelere oturtulmuştur. MS 6’ncı yüzyılda meydana gelen depremde, anıt kapı yıkılır.
Fakat, batı kanadı ve orta kısma dönen köşe, yeniden inşa edilerek, üç sütunlu bir anıt oluşturulur.
Orta kısma ait sütunun Korint başlığı, bu sırada aslan figürlü bir başlıkla değiştirilir. 1994-1996 yılı kazılarında, merdiven ve kapının kalıntıları ortaya çıkarılmıştır.
APOLLON KLARİOS MABEDİ
Aşağı Agora’nın batısındadır. Apollon Klarios’a ithaf edilmiş, iyonik bir tapınaktır. Daha öncekilerden farklı olarak son derece sade olan mimari parçalar, oldukça iyi korunarak günümüze ulaşmıştır. Kente zarar veren depremlerden ötürü, depremlerin ardından yapılan yapılarda sade mimari tarz benimsenmiştir.
Mabet: MS 1’nci yüzyılın sonu ile 2’nci yüzyılın başlarına tarihlenir. Mabedin, bezeme yönünden dikkat çeken elemanları, daha çok İyon sütun başlıklarıdır.
Bununla birlikte, kazı çalışmalarını yürüten araştırmacılar, mabedin kalıntıları arasında, birbirinden farklı, dört ayrı üslupta yapılmış sütun başlıklarına rastlamışlardır.
Bezeme yönünden süslü olan sütun başlıkları, dönem dönem daha da sadeye dönüşür. Günümüzde, ortaya çıkarılan sütunlar ve başlıkları, MÖ 2’nci yüzyıl ile 1’nci yüzyıl sonlarına, İmparator Augustus dönemine aittir.
Bunlar dikkate alındığında: mabedin erken imparatorluk döneminde yıkıldığı ve sonra da Augustus döneminde yenilendiği anlaşılır. Mabet, MS 5’nci yüzyılda kiliseye dönüştürülmüştür.
Roma hamamından sonra yukarı doğru yürümeye devam ediyoruz. Hemen sol yanda bir çeşme görülüyor.
GEÇ HELENİSTİK ÇEŞME
Bu küçük çeşme, İmparator Augustus döneminden önce, MÖ 50-25 yıllarında yapılır. Bu dönemde, şehir sur duvarlarının dışına taşarak gelişmiştir. Nüfus artar ve Helenistik kent merkezi, şehir insanlarına yetmez olur.
Çeşme, kentin doğuya doğru genişleyen yeni mahallesi için yapılır. İmparatorluk döneminde bu çeşmenin olduğu Doğu Mahallesi, Sagalassoslu varlıklı kesimin yerleştiği bölgedir.
Mahalle suyunu bu çeşmeden alırken, pek çok evin de doğrudan su bağlantısı vardı.
Bir ufak avlu etrafında düzenlenmiştir. Su haznesinin ön duvarı ve bunun üzerinde yükselen Dor düzenindeki sütunlar, avlunun üç kenarını çevreler.
Üstü örtülü su haznesi, güneşten ve kirden korunur. Su, havuza kuzey duvardaki küçük bir açıklıktan dökülür.
Bu küçük pencere açıklığından, arkadaki servis mekanına ulaşılır. Su, buraya henüz yeri bilinmeyen bir kaynaktan, bugün hala çalışmakta olan bir pişmiş toprak boru sistemi vasıtasıyla ulaşmaktadır.
Suyun bir havuz içinde ve bir portiko altında toplanması, antik Yunan mimarisinin bir özelliğidir. Yunan anlayışına göre: suyun bu şekilde kirlilikten ve güneşten korunması sağlanıyordu.
MS 1’nci yüzyılın ikinci yarısında, çeşme, bir depremle tahrip olur. MS 2’nci yüzyılın başlarında, batı portiko yeniden kurulur ve avlunun güneyi boyunca yeni bir duvar eklenir.
Bir yüzyıl sonra, Neon kütüphanesinin önüne, çeşmeyi çevreleyen bir gezinti yeri yapılır. MS 6’ncı yüzyılda meydana gelen deprem sonucu çeşme kullanılmaz hale gelir, kısmen doldurulur, kentin çeşitli yerlerine borularla dağıtım yapılan bir su deposuna dönüştürülür.
Kazılar esnasında kısmen yıkılmış durumda ortaya çıkarılan çeşme yapısı, daha sonra yeniden ayağa kaldırılmış, 1997 yılında restorasyonu tamamlanmıştır. Ayrıca yine kazılar sırasında kendi su kaynağı bulununca, çeşmeye yeniden su bağlanmıştır.
Sagalassos antik ören yeri gezisinin en ilginç olayı, aradan yüzyıllar geçmesine rağmen bu çeşmeden hala su akmasıdır.
Siz de mutlaka çeşmenin suyunu için, su değişik bir lezzete sahip, ancak uzanmak, avucunuzla su alıp içmek oldukça zor, yani yanınızda bardak veya su şişesi olmasında yarar var.
Çeşmenin hemen sağ yukarısında, üstü sonradan kapatılmış bir yapı göreceksiniz. Burası: şehrin Kütüphanesidir.
NEON KÜTÜPHANESİ
Sagalassos’da şehrin ileri gelenlerinin yaptırdığı pek çok anıt vardır. MS 120 civarında yapılmış kütüphane de bunlardan biridir.
Şehrin seçkinleri, bu tür anıtlarla hem kendi zenginliklerini göstermek hem de geriye eserler bırakmak istemişlerdir.
Kütüphaneyi: Titus Flavius Severianus Neon denen kişi, ölen babası için yaptırır. Neon: babaannesi tarafından, aralarında Sagalassos şehrinin ilk Roma vatandaşları ve soyluları bulunan bir aileden gelir. Sadece Sagalassos şehrinde değil Roma ordusu ve Mısır yönetiminde de söz sahibidir.
Aynı zamanda bir hayırseverdir, şehrin oyunlarının (spor ve eğlence) de hamisi ve sponsorudur.
Kütüphane, pek çok bakımdan Efes şehrinde bulunan Celsus kütüphanesine benzerdir. MS 114-117 yıllarında yapılmış olan Efes şehrindeki kütüphane de, bir oğul tarafından ölen babası için inşa edilmiştir. Her iki kütüphanenin mimarileri de benzerlik gösterir.
Anıt: kareye yakın, tek bir mekandan oluşur. Bu mekanın üç kenarı boyunca bir podyum bulunur. Podyumun yan duvarlarında, iki sıra üst üste, sırasıyla bir dikdörtgen ve bir kavisli, dörder heykel nişi bulunur.
Arka duvarlarda ise: iki sıra nişin ortasında, büyük kemerli bir heykel nişi vardır.
Neon kütüphanesinin bugünkü durumunda: sadece arka duvarın alt kısmı, yani taş kaidesi özgün yapım evresine aittir. Bu taş podyumda: heykeller için küçük nişler ve bunların üzerinde bir sıra yazıt bulunur.
Podyumun üzerindeki silmede, Neon’u ve ailesini onurlandıran yedi yazıt bulunur. Yani: sekiz kuşaklık bir aile albümü gibidir. Sagalassos’un üst sınıfının sosyal profilini verir. Aile üyelerinde yüksek rahiplerde vardır.
Arka duvarda bulunan bu yazıtta, Neon ve babasının yanı sıra, babaanne ve büyükbabası, amca ve halası ile halasının kayınpederi de onurlandırır. Bir diğer yazıtta: yazıtın sahibi Akgaliyanus, 500 kişilik bir birliğin komutanıdır.
Yine bir diğer yazıtın sahibi: Mısır’ın ikinci yöneticisidir. Ailenin etkin kadınları: Cladra ve Flabna da seçkinler katında yerlerini almışlardır.
Ancak, yazıtlar ile duvar nişleri arasında belirgin bir ilişki yoktur. Bu yüzden, nişlerin esasen kitaplar için yapılmış olduğu ve anıtın bir kütüphane olarak işlev gördüğü düşünülür.
Anıt: yüzyıllar içinde çeşitli değişiklikler geçirir. Arka duvarda, taş podyum üzerinde bulunan tuğladan yapılmış, büyük nişli duvar, ikinci yapım evresine yani MS 200 civarına aittir.
Bina: 11.80 x 9.90 metre ölçülerinde, iyi korunmuş bir odadan ibarettir. Antik dönemde hasar görmüş olan yapının arka duvarları, 3-6 metre yüksekliklerini koruyarak günümüze ulaşmıştır.
Binanın çatısı: geniş açıklık nedeniyle yapısal sorunlar gösterdiği için, MS 200 yılında salon küçültülür. Bugün görülen yan duvarlar, bu onarıma aittir.
Mozaikler
Yapının içinde: yerde görülen siyah-beyaz mozaik döşeme ise, ikinci bir onarım evresine aittir. 60 metre kare boyutundadır. Yapının önündeki mozaikten daha kalitelidir, geometrik desenlerden oluşur.
Yapımı: İmparator Jullanus dönemine tarihlenir. (MS 361-363) Mozaik tabanın ortasında bulunan, bugün bozulmuş durumdaki panelde: Truva savaşı destanından bir sahne vardır.
Theis, Archilies ve Phoenix’in görüldüğü bu panelde: destanın kahramanı Archilles, Truva savaşına gitmek için Yunanistan’dan ayrılırken annesi Thetis’e veda eder.
Bu panelin sanatçısı Dioskoros’un imzası, panelde halen okunmaktadır. MS 4’ncü yüzyılın sonuna doğru, Hıristiyanlar, bu çok tanrılı kültürün sembolü olan panelin ortasındaki sahneyi tahrip ederler.
Bir diğer mozaik yapının önündedir. Bu mozaik: 40 metre kare boyutunda ve üzerinde büyük yıldızların tasvir edildiği, siyah-beyaz bir mozaik de bulunuyor.
Arkeolojik kazı çalışmalarında: MS 4’ncü yüzyılın sonuna doğru binanın yağmalanıp yakıldığı ve bunu takiben atıklarla doldurulduğu anlaşılmıştır.
1997 yılında, kütüphane binasının üstü, sonradan arkeolojik çalışmalar sırasında kapatılarak koruma altına alınmış, mozaikler onarılmıştır.
Kütüphaneyi geçerek yukarı doğru tırmanmaya devam ederseniz, büyük kaya bloklarının arasından geçtiğinizde muhteşem bir Tiyatro yapısı göreceksiniz. Bu kayaları gördüğünüzde, orda bir şey yoktur diye düşünmeyin, mutlaka kaya bloklarının arasından geçin ve tiyatroyu görün.
TİYATRO
Bugün, Sagalassos tiyatrosu, Anadolu’nun en etkileyici antik harabelerinden birisidir. Roma hamamından sonra, Sagalassos ören yerinin en iyi korunarak günümüze gelmiş yapısıdır.
İskender Tepesi, sahne binasının tam arkasında kalır. Yakın zamana kadar oldukça sağlam iken, son Burdur depreminde çok zarar gördüğü söyleniyor.
“Yükselen tepenin yamacında, bugüne dek gördüğüm veya duyduğum tiyatroların en zarifi ve güzeli yer alır” Bu sözler, Sagalassos şehrinin erken ziyaretçilerinden Charles Fellow tarafından yazılan “1839 Küçük Asya’da bir Seyahatin Güncesi” adlı eserinde yazılıdır.
Tiyatronun iyi korunmuş durumu, konumu ve İskender Tepesine doğru sunduğu manzara etkileyicidir.
Burdur Sagalassos Tiyatro
Tiyatronun yapımına büyük olasılıkla MS 120 civarında başlanır. Bu dönemde, İmparator Hadrian, Sagalassos şehrini Pisidya bölgesinin imparatorluk kült merkezi ilan eder. Böylece şehirde, her sene tüm Pisidya halkının katılımıyla kutlamalar yapılır.
Hemen ardından, şehre buna uygun yapılar inşa edilmeye başlanır. Bölgenin kült kutlamalarına ev sahipliği yapabilmesi için, kendi nüfusu 5000 kişi iken, 9000 seyirci kapasiteli tiyatro yapılır.
Ancak Tiyatronun yapımı, muhtemelen para sıkıntısı nedeniyle MS 180-190 yılları arasında durur. Çünkü: Sagalassos kenti, o yıllarda bu tür anıtlara fazlasıyla para harcamıştır. Bu yüzden, sahne binası iki değil, tek katlı yapılır.
Oturma sıraları, sırtını yasladığı tepeye yerleştirilmiştir. Bu oturma sıraları: tiyatronun arkasına yaslandığı tepenin granit taşlarından yararlanılarak yapılmıştır. Güneybatı girişi üstüne doğru devam etmesi gereken oturma sıraları ise hiç yapılmaz.
2011 yılında yapılan kazılarda, burada daha eski bir tiyatronun oturma sıraları bulunur.
Tiyatroda, izleyicilerin kolay giriş çıkışını sağlayan, üzeri tonozlu koridor ve çıkışlar korunarak günümüze ulaşmıştır. Arkeologlar: tiyatroda gladyatör ve hayvan avları kabartmaları bulurlar.
Yani, burada gösterilerin yanı sıra gladyatör dövüşleri de yapılmış olmalıdır. Şehrin yöneticileri, bu gösteriler ile halkın sempatisini kazanmayı hedeflemişlerdir.
Evet, bu tiyatronun bulunduğu yerde, herhangi bir kurtarma kazısı yapılmamıştır.
YUKARI AGORA/ŞEHİR
Şehrin en büyük halk meydanı olan Yukarı Agora: MÖ 3’ncü yüzyılın başlarında mevcut olmalıydı. O dönemde, Yukarı Agora’nın kuzeydoğu köşesinde yiyecek malzemelerinin depolandığı bir Pazar yeri yapısı vardı. Agora’nın bugünkü düzeni, İmparator Augustus döneminde (MÖ 25- MS 14) yapılan bir düzenlemeye dayanır.
Bu düzenleme esnasında: meydan genişletilip yönü değiştirilmiş ve taş döşenmiştir. Onursal yapıtlarla bezenmiş olan meydanın dört köşesine, 19 metreden uzun, dört anıtsal sütun yerleştirilmiştir.
Sütunların üstünde yer alan heykellerin, meydandaki döşenenin masrafını karşılayan kentin ileri gelenlerine ait olduğu sanılıyor.
Bu dönüşümün bir parçası olarak, meydanın güney kısmına, İmparator Augustus’a ithaf edildiği sanılan taştan yapılmış, saçak çatılı onursal bir anıt inşa edilir. Mevcut Pazar yeri yapısının cephesi kısmen yıkılarak, meydanın kuzeyi boyunca uzanan bir teras duvar inşa edilir, duvarın üst kısmına yerel aristokrasinin üyelerine ithaf edilmiş anıtlar yerleştirilir.
Daha sonra, halk meydanı yavaş yavaş yerli seçkin kişileri ve imparator ailesini yücelten anıtların hakim olduğu kapalı bir alana dönüşür. Agora’nın sırasıyla güneybatı ve güneydoğu köşelerinde İmparator Celigula ve Cladius’a adanmış birer onur takı yer almaktaydı.
Diğer imparatorların ve yerel aristokratların heykelleri MS 4’ncü yüzyılın ilk yarısına kadar meydanı doldurmuştur. Marcus Aurelius’un hakimiyetinde (MS 161-180) meydanın kuzey kısmı boyunca uzanan görkemli bin anıtsal çeşme inşa edilmiştir.
Meydan: batı ve doğu kısmında portikolarla çevrilmiştir. Batı portiko MS 5’nci yüzyılda ve 6’ncı yüzyılın başlarında, yeniden inşa edilmiş olan dükkanların önüne kurulmuştur.
Yukarı şehirde; MÖ 100’lü yıllarda inşa edilen en önemli yapılar şunlardır:
1-Kent Meclisi (Bouleuterion)
2-Kahramanlar Anıtı (Heroon)
3-Antoninler çeşmesi.
KENT MECLİSİ-BOULEUTERİON
MÖ 100 dolaylarında, Yukarı Agora’nın batı kısmının yukarısındaki düzlüğe: 21 x 22 metre boyutlarında bir bouleuterion inşa edilir. Yapının kuzeyinde: 16 x 22 metre boyutunda bir avlu bulunur. Avlu: meclis binasına beş ayrı kapıyla bağlanır.
Eskiden üstü kapalı olan binanın içindeki oturma sıraları, yapının batı, güney ve doğu duvarlarına paralel olarak düzenlenmiştir.
Batı duvarı boyunca: sekiz, güney duvarı boyunca beş ve doğu duvarı boyunca iki sıralı oturma yerleri olan meclis binası: yaklaşık olarak 220 kişiye oturma imkanı sağlıyordu.
Oturma sıralarının en az olduğu doğu bölümünde, içinde dört yarım sütunlu bir loca vardı. Bu yarım sütunlar dışarıda Dorik, içeride ise Korint düzenindedir.
Yapının ışığı batı, güney ve doğu duvarlarının üst kısımlarında bulunan bir dizi pencere tarafından sağlanıyordu.
Duvarların üst kısımlarında ince işlenmiş silah kabartmalı bir friz yer almaktaydı. Doğu cephesindeki kabartmalarda yer alan savaş tanrısı Ares ve Athena’nın büstleri, doğu locasındaki iki plasterin iç kısmını da süslemekteydi.
MS 400 dolaylarında yapı işlevini yitirmişti. Yapının çatısı ise artık yıkılmıştı. İşlemeli friz de sökülerek kentin geç dönem sur duvarlarında kullanılmıştır.
MS 5’nci yüzyılda, meclis binası, üstü açık bir avluya dönüştürülmüştür.
Binanın özgün avlusunun kuzeybatı köşesine bir vaftiz yeri yapılmış ve avluya üç nefli ve mozaik tabanlı bir bazilika inşa edilmiştir.
BAŞMELEK MİKAİL BAZİLİKASI-KISA ÖMÜRLÜ BİR KİLİSE
Kent Meclisi binası, MS 400 civarında kullanımdan çıkar ve terk edilir. Yapının taşları sökülüp kent çevresine, o yıllarda yeni inşa edilen sur duvarlarında kullanılır.
Eski meclisin bulunduğu yer, bir açık alana, bir kilise avlusuna dönüşür. Eskiden meclis binasının avlusunun olduğu yere ise yeni bir kilise yapılır.
Bu bazilika planlı kilise “Başmelek Mikail” e adanır. O dönemde, Pisidia’da Başmelek Mikail’e adanan pek çok anıt yaptırılır. Bazilikaya giriş, ilk baştan güneyden verilir.
Daha sonra, MS 6’ncı yüzyıl başlarında ise Yukarı Agora’dan, eski meclisin içine çıkan anıtsal bir merdiven yapılır. Bugün Yukarı Agora’nın batı kenarındaki basamaklar, törenlerde kullanılmış bu merdivene aittir.
Başmelek Mikail Bazilikası: uzun ömürlü olmaz. MS 500’den kısa bir süre sonra, bir depremde hasar görür. Bunun ardından restore edilmeye başlanır ama bu onarım muhtemelen MS 541-542 yıllarındaki veba salgını sırasında durur.
MS 600 civarındaki büyük depremde bu sefer onarılmamak üzere yıkılır. O döneme gelindiğinde artık Hıristiyanlığı benimsemiş Sagalassos’ta başka kiliseler de vardır.
ANTONİNLER ÇEŞMESİ-ŞELALELİ ÇEŞME
Antik kentin, en görkemli yapılarından biridir. Yukarı Agora’nın kuzeyi boyunca uzanan teras duvarı önündeki basit bir çeşmenin yerindedir.
MS 161-180 yılları arasında, Roma İmparatoru Marcus Aurelius zamanında, Yukarı Agora’ya sosyal ve estetik bir bütünlük kazandırmak için yapılmıştır.
Büyük olasılıkla, anıtsal çeşme: Sagalassos şehrinin en önemli hayırseveri Titus Flavius Severianus Neon ve eşi tarafından yaptırılmıştır.
Neon: Sagalassos’un en önemli sülalesine mensuptur. Bu aile, kentteki nüfus ve önemini yüzyıllar boyunca korur. Sagalassos şehrinde Neon tarafından yaptırılmış çok sayıda onursal anıt vardır.
Arkeologlar, bugüne kadar kendisinin heykelini taşımış bir düzineden fazla kaide bulmuşlardır. Bunlardan bazıları, ölümünden çok sonra yaptırılmıştır.
Evet anıt çeşmenin yapımında: birbirinden farklı renklerde altı tür taş, belirli bir renk düzenine göre kullanılmış, böylelikle daha çarpıcı görsel bir etki yaratılması amaçlanmıştır.
Dört farklı renkteki sütunların ve üç farklı renkteki arka duvar bloklarının yüzeyleri parlatılarak, beyaz kireçtaşından yontulmuş, diğer elemanlarla hoş bir tezat yaratılması hedeflenmiştir.
Anıtta “su” mimari bezemenin bir parçası olarak kullanılmıştır. Haznede toplanan su, çeşmenin görkemli cephesini ve heykellerini yansıtır.
Yapının uzunluğu 30 metre, yüksekliği 9 metredir. Tek katlıdır. Her iki ucunda: dışarıya doğru çıkıntı yapan, sütunlu birer podyum vardır.
Su: merkez nişte bulunan 4.5 metre yükseklikteki şelaleden akar ve önündeki 61 metre küp kapasiteye sahip havuzu doldurur.
Çeşmenin iki ucundaki “edukaların” alınlıklarında: sarmal süsler kullanılmıştır. Diğer alınlıklar, yarım daire veya üçgen biçimlidir ve ortalarında “Medusa” başı kabartmaları bulunur.
Anıt çeşme: önceleri sadece, Tanrı Dionysos’a ithaf edilmiş sembollerle bezenmiştir. Yapının her iki köşesindeki edukalarda, Aphrodisias şehrinde yapılmış, insan boyutunda, büyük iki mermer Dionysos heykeli vardı.
MS 500 yılında çeşme onarılır ve bu sırada Neon’un ailesine ait şehirde, başka yerlerden getirilen heykeller, çeşmenin içine ve üstüne yerleştirilir.
Günümüzde, heykel kaidelerindeki yazılar hala okunmaktadır. Böylece, son kullanım evresinde, çeşme bir aile anıtına dönüştürülür.
Yapının diğer edukalarına ve nişlerine yerleştirilmiş olan heykeller arasında ise: Neon kütüphane binasını yaptıran Flavius Sevirianus Neon’un çeşmenin masraflarını üstlendiği sanılan eşi Gulplana Neon ve kızının heykeli yer almaktaydı.
MS 4’ncü yüzyıldan önce, bu heykellerin çoğu yerlerinden kaldırılmıştır. Bu yüzyılda yapılan onarım sırasında: boş nişlere şehrin başka yerlerinden alınmış Doktmelon mermerinden yapılmış heykeller yerleştirilir.
Bunlar arasında: Apollon, Nemesis, Asklepios ve annesi Koronis heykelleri vardır.
Ancak: MS 610 civarındaki depremde anıt çeşme yıkılır ve üstü, kısa sürede erezyonla kapanır.
Nişlerde bulunan heykellerden sadece Dionysos heykelleri bütün yani sağlam olarak günümüze kadar ulaşır.
Kazılar sırasında, çeşmenin haznesi içinde bulunmuş heykellerin döküm kopyaları restore edilerek 2011 yılında anıta konulmuştur. Heykellerin asılları, Burdur Müzesinde sergileniyor.
Antoninler çeşmesi kazısı: 1994-1995 yılları arasında yapılır. Bu kazılar sırasında: yapının podyumunun halen ayakta olması ve yapı taşlarının kırılıp parçalanmasına rağmen, büyük çoğunluğunun mevcut ve çok iyi korunmuş olması nedeniyle; anastilosis tekniği kullanılarak, anıt çeşmenin yeniden ayağa kaldırılması sağlanmıştır.
2010 yılının Ağustos ayının sonlarında: anıt çeşmenin ortaya çıkarılması için 25 yıl çalışan Belçikalı Prof Marc Wealkans tarafından, çeşmenin özgün su sistemi restore edilmiş ve 230 metre ilerideki Geç Helenistik çeşmeye ait aktif kaynak suyu buraya taşınarak, şelaleden su akması sağlanmış, çeşme su ile buluşturulmuş ve açılışı yapılmıştır.
1998 yılında başlayan restorasyon projesi, mimari restorasyon uzmanı Semih Ercan yönetiminde, her yaz yaklaşık 3 ay olmak üzere, 13 yıl sürer.
Yapıya ait yaklaşık 3500 adet kırık parça, cam elyafı-epoksi sistemiyle birleştirilerek yaklaşık 400 adet bloğa dönüştürülür ve sonunda blokların yapıdaki yerleri anlaşılır.
Evet: aradan geçen yüzyıllara rağmen, anıt çeşmede halen sular akıyor. Siz de, ziyaretiniz sırasında bu suyu mutlaka tadın.
Anıt çeşmede süslemeler ve heykeller
Sagalassos şehrinde, pek çok anıt gibi, çeşme de zengin şekilde süslenmiştir. Anıtlarda süsleme kullanımı, İmparator Augustus döneminde başlar.
Onun döneminde başlayan barış ve refah yıllarını “Altın çağı” simgelemek için süsleme sanatı kullanılmıştır.
Bu çeşmede süslemede: hem su teması işlenir hem de şarap ve keyif tanrısı Dionysos kültürünün simgelerini kullanır. Dionysos kültü ile ilgili olarak, tiyatro maskeleri, üzümler ve sarhoş edici bitki kabartmaları bulunur.
Çeşmenin iki başında bulunan devasa heykeller “Sarhoş Dionysos ve ona destek olan Satry” gurubudur.
Bunlar: Afrodisias şehrinde yapılmış çok pahalı eserlerdir ve en başından beri çeşmede yer almış heykellerdir.
Anıtta, en son uçta bulunan bu heykel gurubu: Sagalassos kenti sikkelerinde, yerel üretim seramik kaplarda ve pişmiş toprak heykelciklerde de kullanılmıştır.
Arkeologlar tarafından, yapılan kazılar sonucu çeşmenin haznesi içinde bulunan diğer heykeller: anıt çeşmeye MS 4 ve 5’nci yüzyıllarda, şehrin başka alanlarından getirilerek buraya yerleştirilmiştir.
Bunlar: soldan başlayarak: Nemesis, Apollo, Asklepios ve Koronis heykelleridir. Hıristiyanlık döneminde, çok tanrılı dinin simgesi oldukları için, bu heykeller Hıristiyanlar tarafından kırılıp çeşmenin haznesine atılır.
Sadece: adalet ve intikam tanrıçası Nemesis heykeline ellenmez. Bu heykel: MS 600-620 yılları arasında gerçekleşen ağır depremde kendiliğinden yıkılır.
Çeşmede kopyaları bulunan heykellerin asılları, Burdur Müzesinde sergilenmektedir.
Çeşmeye MS 4-5’nci yüzyıllarda getirilmiş Nemesis heykeli, aslında büyük olasılıkla tiyatronun sahne cephesine aittir. MS 180 civarında Afrodisyas mermerlerinden oyulmuştur.
ANTONİNUS PİUS MABEDİ
Şehrin aşağı teraslarında, şehre hakim bir yerde kurulmuştur. Güneydoğuda’ki teras duvarlarıyla daha da güçlendirilmiştir.
Mabedin yapımı oldukça uzun sürmüştür. İmparator Hadrian döneminde yapımına başlanır, İmparator Antoninus döneminde biter.
Mabet: 68.80 x 40 metrelik bir alan üzerinde kuruludur. Dört tarafı: 7.20 metre genişlikteki porticolarla çevrilmiştir. Kısa kenarda 6 ve uzun kenarda ise 11 sütun bulunur.
Batı temenos duvarı caddeye bakar.
Şehirdeki diğer yapılarla karşılaştırıldığında, bu mabedin işçilik ve mimari elemanlar yönünden oldukça ileri bir düzeyde olduğu görülür.
Ancak: bir deprem sonucu burasının da üst kısmı yıkılır, çıkan taşlar, daha sonra diğer yapılarda kullanılır. Burayı gördüğünüzde: özellikle üst kısımdaki frizleri görün.
HEROON-KAHRAMANLAR ANITI
Hereon ismi verilen yapılar, küçük bir tapınak gibidir. Kent halkından, hayırsever bir kişiyi onurlandırmak için yapılır. Bazen bu kişinin mezarı da anıtın içinde olur.
Erken imparatorluk dönemine kadar, şehirde buna benzer pek çok anıt inşa edilmiştir.
Kuzeybatı’da bulunan Heroon: MS 1’nci yüzyıldan biraz önce veya sonra, İmparator Augustus döneminde yapılmıştır. Büyük olasılıkla: Sagalassos’lu seçkin bir aileden, genç bir kimse için yaptırılmıştır.
Arkeologlar, anıtta bir yazıt bulamadıkları için, kim için yaptırıldığı bilinmiyor. Hatta: kentin tarihinde önemli bir yeri olan ve tanrısallaştırılan bir insana, muhtemelen de Büyük İskender’e ithaf edilmiş olabileceği de ileri sürülüyor.
Kazılarda, Heroon’un ithaf edildiği kişiye ait devasa mermer heykelin parçaları ele geçirilmiştir. Bu heykel: 2.5 metre yükseklikte olup, üstün işçiliğe sahiptir, heykelin başı bulunmuştur.
Dokimeion (Afyon) mermerinden yapılmış bu heykel, anıtın kapısının önünde yer almış olmalıdır. MS 400 civarında Heroon, o sırada yeni inşa edilen su duvarlarıyla birleştirilir ve bir kule gibi kullanılır.
Xanthos şehrindeki “Nereidler” anıtı gibi: tabanı toprak olan küçük bir tapınak şeklindedir. Boyutları: 6.07 x 5.20 metredir. Çevresini 3 basamaklı bir platform destekler.
Yapı: bir kule gibi uzaklardan görünmesi için 15 metre yükseklikte yapılmıştır. Üzerinde bulunduğu podyum ölçüleri: 7.80 x 8.50 metredir.
2000-2010 yılları arasında, özgün taşları kullanılarak yeniden ayağa kaldırılmıştır. Mimarlar: bağlantı deliklerinden ve yapıdaki izlerden, özgün taşların tam yerlerini belirlemişlerdir.
Süslemeler
Hereon’un podyumu üzerinde, anıtı üç cepheden çevreleyen yaklaşık 1.20 metre yüksekliğe sahip, muhteşem bir friz yer alır. Özgün taşları bugün Burdur Müzesinde sergilenen kabartma serisinde, neredeyse gerçek boyutlarda 14 kız gösterilmiştir.
Bunlardan en baştaki “tar” çalar, diğerleri birbirlerinin şallarının ucuna tutunarak dans ederler.
Bu dans eden kızlar, süslemesi tanrı Dionysos kültü ile ilgili bir temadır.
Belki de Kuzeybatı Heroon, Sagalassos’a Dionysos kültünü tanıtan bir kişi için yaptırılmıştır.
Küçük tapınakvari yapının daha yukarılarında, yapının duvarları üstünde bir başka süsleme bulunur. Bu zengin sarmal süsleme, İtalya’dan gelen bir bezeme türüdür. İmparator Augustus’un mimarları, bu süslemeyi kendisinin hakimiyetinde başlayan refah döneminin “Altın Çağ”ın sembolü olarak kullanmışlardır.
Sagalassos kenti, imparatorluğun merkezinden gelen propaganda nitelikli bu süslemeyi alıp kullanmakta gecikmemiştir.
Heroon’u inşa edenler, üstün yetenekli ustalardır. Bu ustaların ve onlardan sonra gelen kuşakların taş işçiliklerini yaklaşık 400 yıl boyunca kentte yaptıkları yüksek kaliteli süslemeli mezar ve kamusal yapılardan takip edebiliyoruz.
MAKELLON-KAMU YÖNETİMİ BİNASI
Yukarı Agora’nın güneybatısındadır. Yapının arka duvarları, şehrin kuzey güney doğrultulu ana caddesine bakar. Bina: karedir ve ölçüleri 21 x 21 metredir.
5.5 metre genişliğindeki bir cadde: burayı, Yukarı Agora’ya bağlar.
Makellon’un mimari kalıntıları, oldukça düzensiz bir işçilik gösterir. Blokların yüzeyleri pürüzlü olup, sadece görülebilen kısımlarının yüzeyleri düzeltilmiştir. Bu yüzden, boyutlarda önemli değişiklikler gözlemlenir.
Yapı, antik dönemde hasar görür. Bu da bazı blokların tamir edilmiş ve ön taraftaki kenar bloklar arasında eklemeler yapılmış olmasından anlaşılır.
Yapı, şehir merkezindeki diğer yapılarla karşılaştırıldığında, daha alt düzeyde mimari bir üslup ve işçilik gösterir.
ODEON
Romalılar tarafından kapalı konser salonu olarak inşa edilmiştir. Boyutları 24 x 24 metredir. Arka duvarı oldukça iyi korunmuştur. MS 1’nci yüzyıla tarihlenir. Biri batıda, diğer ikisi değişik seviyelerde ve doğu yönünde, üç adet tonozlu giriş kapısı vardır.
Yapının: Roma döneminde, zenginlerin konser ve müzik salonu olarak kullanıldığı sanılıyor. Sahne olarak kullanıldığı tahmin edilen kuzeybatı bölümündeki arkeolojik kazılar sırasında, Roma dönemine ait sikkeler bulunmuş, aynı zamanda 7 metre boyunda, süslü kemerlerin orijinal hali ortaya çıkarılmıştır.
Roma döneminde, zenginlerin uğrak yeri olan Odeon: MS 6’ncı yüzyıldan sonra Roma imparatorluğunun izlerini silmek isteyen Bizanslılar tarafından hayvan mezarlığı ve daha sonra ise çöplüğe dönüştürülerek kullanıldığı öğreniliyor.
DOMESTİC AREA/YAMAÇ EVLER/SARAY
Saray yapısı: dört katlıdır ve muhtemelen yapılan kazılar sonrasında, 10-15 yıl içinde tamamen ortaya çıkarılacağı tahmin ediliyor.
Sagalassos kentinde, bu tür yapı bir tanedir ve yamaçta kurulmuş olması nedeniyle, “Yamaç Evler” olarak isimlendirilir.
Saray: MS 4 ile 5’nci yüzyıl arasından kalmadır. Normal saraylardan daha büyük olan bu yapıda: 62 oda, 7 teras, misafirlerin kabul edildiği 6 salon, sıcaklık-ılıklık-soğukluk bölümleri bulunan 4 küçük banyo odası, 2 büyük yemekhane, 2 özel avlusu bulunmaktadır.
Yani, bu ölçüler dikkate alındığında, Sagalassos şehrinin en muhteşem binalarından birisi olduğu kesindir.
Ancak: zaman içinde Sagalassos şehrinin en zenginlerini ağırlayan saray binası, daha sonra halkın fakirleşmesiyle birlikte: farklı amaçlar için kullanılmaya başlanır. Sarayın ortasına kireç fırını yapılır.
Sarayın çevresinde hayvancılık ve tarım yapılır.
Yapılan arkeolojik araştırmalarda: günümüze kadar, saray yapısında çeşitli renkli mozaikler, küçük bir çeşme, kireç fırını ve heykel parçaları bulunmuştur.
NEKROPOLİS
Sagalassos şehrinde ölü gömme ile ilgili adetler, tarih boyunca farklılık gösterir. Helenistik dönemde (MÖ 3-1 yüzyıllar), İskender Tepesi ile güney sur duvarları arasında kalan kısım: şehrin esas mezarlığı olarak kullanılmıştır.
O dönemde, ölüler yakılmakta ve külleri dikdörtgen ev biçimli urnaların içine konularak gömülmekteydi.
Bu urnaların dar yüzlerinden birinde bir kapı, diğer yüzünde de rozet ve ölenin iyi bir savaşçı olduğunu göstermek için silah kabartmaları bulunuyordu. Bazılarının çatı biçimli kapaklarının üstüne, mezarı koruyan çömelmiş bir aslan figürü de yontulmuştu.
Erken imparatorluk döneminde bu urnaların bazılarına girlandlar işlenmeye başlandı. Bu dönemden itibaren ve MS 1’nci yüzyılın ilk yarısı boyunca, Roma adetlerinin doğrudan etkilediği yeni bir urna biçimi kullanılmaya başlandı.
Büyük bir vazo biçimindeki bu yeni urnalar, tiyatro maskelerinden sarkan girlandlarla süslendi ve koni biçimli kapaklarla tamamlandı. MÖ 2 ve 3’ncü yüzyıllarda, ölülerin yakılarak gömülmesine devam edildi.
Kentin kuzeyinde ve doğusunda yeni mezarlıklar kuruldu. Kuzey Nekrolopis’te daha çok kaya mezarlar bulunmaktadır. Kemerli bir girinti şeklindeki bu mezarlarda, bazen kayaya yontulmuş bazen de kayadan bağımsız bir urna yer almaktadır.
Bu mezarlarda henüz hiç Roma ismine rastlanılmamış olması, bu mezarlığın halkın tutucu kesimi tarafından kullanılmış olduğunu düşündürür.
Güney ve doğu Nekropollerinde ise ölüler çoğunlukla, lahitler içine gömülmüştür. Kimisi ithal edilmiş kimisi de o yörede üretilmiş bu lahitlerin tipleri Roma etkilerini gösterir.
Her üç mezarlıkta da, buralardan geçen yollara hakim konumlara kurulmuş anıtsal mezarlar bulunmaktadır.
Bunların bazıları lahitleri koruyan üst örtüleri, bazıları da küçük bir tapınak formunda anıtlardır. Geç Antik dönemde daha çok kemerli aile mezarları kullanılmıştır.
MS 7’nci yüzyıldaki veba felaketin ardından, kentte ölüler taş dizileriyle çevrili son derece basit çukurlara gömülmüşlerdir.
ÇÖMLEKÇİLER MAHALLESİ
Sagalassos’un imalathaneleri kent merkezinin dışına, tiyatronun doğusuna kurulmuştur. Kirlilik yaratabilecek birçok farklı üretim faaliyetinin bir araya toplandığı bu bölgede, halen yüzeyde yoğun biçimde çanak-çömlek parçaları bulunmaktadır.
Kentin merkezden uzak bu kısmı, aynı dönemde nekropolis (mezarlık alanı) olarak da kullanılmıştır. Değişik tipte birçok çanak çömleğin yanı sıra Sagalassos’ta bir seri “doğu sigillata” tipi keramik üretimi yapılmıştır.
Doğu Akdeniz’de, Sagalassos’takiyle kıyaslanabilecek antik üretim merkezlerinin sayısı çok azdır ve Sagalassos’ta üretim diğer merkezlere göre çok daha uzun bir zaman diliminde devam etmiştir. Kentte üretim,
Geç Helenistik Dönemden Erken Bizans Dönemine kadar sürmüştür. Bu özellikleri sebebiyle Sagalassos’un çömlekçiler mahallesi araştırmaları, büyük önem taşımaktadır.
Yerel çanak çömlek imalatı organizasyonunu mümkün olduğunca detaylı olarak tanıyabilmek amacıyla, kazılar farklı bilim dallarının işbirliğiyle sürdürülmektedir.
Bu araştırmalarla şimdiden, antik çağlarda kil çıkarma işlemi, ham kilin işlenme süreci, çanak çömlek yapımı ve fırınlamasının nasıl olduğu tespit edilebilmiştir.