Kekova, Demre yakınlarındadır. Kaş merkeze 33 km ve Demre’ye ise 20 km uzaklıktadır.
Buraya ulaşmak için Kaş’tan kalkan tekneler kullanılır. Üçağız köyünden tekne ile 10 dakika uzaklıktadır. Bugün Tersane koyu hariç adanın diğer yerlerinde yüzmek yasaktır.
Kekova adasına yolunuz düşerse, mutlaka keçi sütlü sade dondurma yemelisiniz. Çünkü tadı muhteşem güzeldir.
Adanın ismi
Adaların ve koyların hepsi, bizim tarafımızdan Kekova diye Yunanca da ise Kakava olarak bilinir.
Yunanlı coğrafyacı Meletios: Myra’dan göç eden bir koloninin buraya yerleştiğini ve kekliklerin bolluğundan ötürü buraya Kakava adını taktıklarını anlatır.
Keklikler hala çok sayıda bulunur.
Güneş batmadan az önce doğu koylarından birinde karaya çıkmak üzereyken kıyıya atlayan sandalcıdan ürken iki ya da üç yüz keklik, çalıların arasından hep birlikte havalandığında, kanatlarının çıkardığı patırtı hayret vericidir. Bu keklikler kızıl bacaklı türden ve iri kuşlardır. Çok hızlı koşarlar, pek üstlerine gelen olmadığı halde alışılmışın dışında tedbirlidirler.
Evet, günümüzde buranın resmi adı “Geyikova” dır.
Bir kanal, körfezin Üçağız’daki iç kısmından daha geniş olan Ölüdeniz diye bilinen dış kısmına doğru uzanıyor. Neredeyse bütün körfez dar ve uzun “Kekova Adası” ile kapanıyor. Bu kanal ile adanın doğu ve batısındaki iki geçit, Üçağız oluşturuyor.
Kekova
Adanın Özellikleri
Kekova, tüm adanın ve çevresindeki yerleşimlerin genel ismine dönüşmüştür.
Toplam 7 km uzunluğundaki adanın, karşısındaki anakara ile arasındaki kanal görünümlü denizin uzaklığı 500 metredir.
Yüzölçümü 4.5 km karedir. En yüksek tepesi 188 metredir.
Önemi:
Araştırmalara göre, burası MS 4 ile 7’nci yüzyıllar arasında kutsal topraklara yani Kudüs’e giden ve oradan gelen Hıristiyan hacılar için de bir cazibe ve konaklama merkeziydi.
Fırtınalarda kıyıya vuran gemilerin kazazedelerini koruyan, aç denizcileri doyuran, çocuklara ağaç dallarından yaptığı oyuncaklar sunan Noel Baba (Piskopos Aziz Nikolaos) nın 4’ncü yüzyıl başlarında yaşadığı yer olan Demre yani Myra buraya oldukça yakındır.
Araştırmalara göre, burası MS 4 ile 7’nci yüzyıllar arasında, kutsal topraklara yani Kudüs’e giden ve oradan gelen Hıristiyan hacılar için de bir cazibe ve konaklama merkeziymiş.
Fırtınalarda, kıyıya vuran gemilerin kazazedelerini koruyan, aç denizcileri doyuran, çocuklara ağaç dallarından yaptığı oyuncaklar sunan Noel Baba (Piskopos Aziz Nikolaos)’nın 4’ncü yüzyıl başlarında yaşadığı yer olan Demre yani Myra buraya oldukça yakındır.
Adada bulunan kalıntılar
Kekova adasının karaya bakan kuzey sahilindeki kıyı boyunca kalıntılar görülür.
Ev guruplarının önünde rıhtımlar vardır.
Ana kayaya oyulan alt yapıları, burada zamanında bulunan hibrit yapıları ve yerleşimleri anlatır.
Bir kısım duvarlarıyla ayakta korunmuştur.
Kıyı yapılaşmasında dikkati çeken olgu, karadan denize doğru ulaşım aksının bulunmasıdır.
Çoğunlukla yamaca yatay ilerlemek mümkün değildir.
Anlaşılan antik çağ da her yapı gurubu, ulaşım sorununu sadece denizden çözmekteydi.
Kanallar ve koruma alanları da yamaçtan denize doğrudur.
Bu kesimdeki yapıların alt kesimlerindeki kısımları, tamamen sular altında kalmıştır.
Sakız deresi önünde 3 metre derinlikte küçük bir liman bulunmaktadır.
Limanın dalgakıranı, doğu ve batı dalgalarını karşılamak üzere “L” biçiminde yapılmıştır.
Deniz tavanı ile dalgakıranın oturduğu kaya tabanı arasındaki yükseklik 12 metredir.
Bu kesimde sular altında, çoğunlukla Bizans döneminden olan pek çok amphora bulunur.
Liman çevresindeki en erken bulgu MS 4’ncü yüzyıla aittir.
Aziz Stephanos Kilisesi:
Adanın güneybatı ucundaki güvenli tekne sığınağının kıyısında, sadece çatısı yıkılmış, sağlam bir kilise ve yanında da mezar şapeli vardır.
Kaynaklarda Aziz Stephanos Kilisesi olarak anılan bu yapı, adanın en iyi korunmuş yapısıdır.
Çünkü insanların gitmediği bir yerdedir.
Çevresinde konut ve işlik kalıntılarına rastlanır.
Helenistik Dönem Kulesi
Kilisenin doğusundaki yamaçta ise, Helenistik dönem kulesi bulunur.
Açıkça belli ki, bu kule limanı kollamaktaydı.
Adadaki en erken kalıntı da budur.
Tersane Koyu
Tersane koyundan adaya çıkıldığında, ilk karşılaşılan kilisenin batısında ve güneyinde yerleşim kalıntıları başlar.
Kalıntılar batıya doğru yükselen tepede yoğunlaşır.
Aşırlı Adası:
Kuzeydoğu başında Aşırlı Adası ve Aşırlı mağarası bulunmaktadır. 1989 yılında 1’nci derece sit alanı ilan edilen 145 dekarlık adada 100’e yakın geyik, karaca ve dağ keçisi yetişmesine olanak sağlanmıştır. Bu hayvanlar adadaki 7’nci yüzyıl sarnıcından sularını içmeye ve adada yaşamaya devam etmektedirler.
Akvaryum Adası:
Kekova adasının kuzeybatısındaki Akvaryum adası, tepedeki geç dönem gözetleme kulesi ve tekneyle yanaşırken görülmeye başlanan kalıntılarıyla dikkat çeker. Bu küçük adanın deniz kotuna yakın ilk düzlüğündeki şaşırtıcı niteliği ve korunmuşluğu ile bir kilise bulunur. Kesme taştan örülmüş 3 nefli kilisenin yanında kilise görevlilerine ait olması gereken konut kalıntıları bulunur. Nartheks içindeki sarnıç uygulaması oldukça ilginçtir.
Kekova Batık Şehir
BATIK ŞEHİR-DOLİKİSTHE
MS 141 ve 250 yıllarında şehir sulara gömülmüş, Kekova adası ise ana karadan ayrılmıştır.
Yerleşimin sahil bandı, denize kaymıştır. Hem su ona gelmiş, hem de o suya gitmiştir. Yapılar, depremlerle beslenen yer kaymalarıyla her gün biraz daha sulara gömülmüştür. Artık merdivenler sularda başlıyor, sokaklar sularda bitiyor. Evlerin de mezarların da etekleri sulardaydı. Dalgakıran ise suların 3 metre altında dalgalara kırılmıştır.
Evet: bugün buraya “Batık şehir” (orijinal ismi: Dolikisthe) ismi verilmiştir.
Batıklar zaman içinde talan edildiği için burası günümüzde doğal koruma alanıdır, yüzmek ve dalmak yasaktır.
Kekova Batık Şehir
Çünkü: denizin altındaki Batık Şehirde resmi arkeolojik araştırmalar yapılmamıştır ve bölgede yüzyıllardır sürdürülen hırsızlıkların önlenmesi için böyle bir tedbir alınmıştır.
Eğer deniz dalgasız yani sütliman ise, antik şehrin su altındaki izlerini görebilirsiniz. Muhteşem bir manzara, belki de aklınıza kayıt kıta “Atlantis” gelecektir. Bir anda, bir deprem ve yükselen deniz, tamamen sular altında kalmış bir kent.
Kekova Batık Şehir
Denizin içinde, kıyılarda evler, merdivenler ve duvarlar görülüyor.
2000 yıl önce olduğu iddia edilen ani bir deprem sonucu veya denizin zamanla yükselmesiyle sular altında kalıp kalmadığı hala tartışmalı ve belirsiz olan bir durum.
Çünkü küresel ısınma sonucu denizlerin yükseleceği söyleniyor. “Tarih tekerrürden ibarettir” denir ya, umarım böyle bir felaket günün birinde tekrar olmaz.
Evet: antik şehir kalıntıları Kaş merkezden 20 deniz mili uzaklıktadır.
Buraya sadece tekne veya kanolarla ulaşılmaktadır. Ancak teknelerin burada duraklaması da yasaktır. Sadece gelip geçiyorlar. Zaten buraya tur düzenleyen teknelerin altında deniz altını görmek için cam bölümler bulunmaktadır.
Harabeleri gezerken, Roma Eflatunu hammaddesi (purpura) olan deniz kabuklarının kaynatılmış, boyası alınmış öbeklerini görebilirsiniz ve o mistik kokuyu alabilirsiniz.
Yazılanlara göre, o devirlerde “eflatun” renkli bu özüt, Bursa ve İstanbul’a gönderilerek zamanın İmparatorluk simgesi olan ipek dokumaların boyanmasında kullanılıyormuş.
Kekova Batık Şehir
Evet: adanın sağ tarafında gezerken, suyun altında: denize batmış dükkanlar, liman harabeleri, mermer sütunları ve düzgün zeminiyle bir kilise kalıntısı görebilirsiniz.
Bu kalıntılar arasında bulunan kilise: Türkiye’de su altındaki bilinen 2’nci kilisedir.
Kıyıyı takip ettiğinizde ise, evlerin yarısının sulara gömüldüğü ve merdivenlerinin denize indiği görülür.
Şapel:
Adadaki doğal liman girintisindeki düzlükte, 1.5 metre su altında kalmış, 3 nefli bir şapel vardır.
MS 5’nci yüzyıla tarihlenen, tabanı mermer kaplı kilise sayesinde limanı koruyacaklarını düşünmüşlerdir.
Oysa son kalan apsis de zamana yenik düşmüştür. Dolichisteliler’in limanlarını korusun diye 5’nci yüzyılda inşa ettikleri kilise görevini yapamamış, limana batmıştır. Artık sadece dalgıçlara haktı kentin alt yapısını görmek.
Sonuç olarak, bu kilise, Türkiye’de su altında kalmış bilinen 2’nci kilisedir.
Türk Bayrağı:
Bu arada kıyıdaki taşlarla bir “Türk Bayrağı” resmedilen yer göreceksiniz. Burası: 1’nci Dünya Savaşı sırasında Osmanlının destanlaşan gemilerinden Rauf Orbay komutasındaki Hamidiye Zırhlısının bir süre gizlendiği ve ikmal yaptığı yer ve bugün burası Hamidiye Koyu olarak da biliniyor.
Türkiye’nin en güzel köylerinden birisidir. Sakin bir yer. Burası bir yarımada yani kara bağlantısı var ama karadan bağlantı yolu yok. Yol yapılmamış, sadece keçi yolları yani zorlu patikalar bulunuyor. Bu yüzden sadece tekne ile ulaşım sağlanıyor.
Köy: Simena Nekropol alanı üzerine kurulmuştur. Köyde: Likya ve Bizans tarihi kalıntıları var. Köye ismini veren kale: harika bir manzaraya sahiptir.
Buraya yolunuz düşerse, mutlaka ev yapımı dondurma yemelisiniz. Özellikle: kavunlu, çiçek, şeftali ve limonlu önerilir.
Yöreye ait birçok resim, kartpostal ve posterde görülen “Deniz içindeki lahit” Kaleköy’dedir. Bu lahit muhtemelen bir çocuğa aittir.
Kekova Simena
SİMENA
Günümüzde buraya Üçağız’dan tekneyle gidilir.
SİMENA LİMANI:
Antik dönemlerde sadece denizden ulaşılan Simena, doğal topoğrafik özellikleriyle ve Akdeniz’deki seferlere uygun, Kekova denizine hakim konumuyla önemli bir ayrıcalığa sahiptir.
Karşılıklı düzenlenmiş yay şeklindeki mendirekleri ve çok yakında bulunan Papaz Adasıyla dalgalara karşı korunaklı küçük bir liman yaratılmıştır.
3.40 m yükseklikteki mendirek göz önüne alındığında, liman günlerinde su derinliğinin en az 2 m olduğu ve bu derinliğin de gemilerin rahatça yanaşabilmelerine imkan sunduğu anlaşılır. Limanın doğusundaki 5 tane palamar bağlama babası ve önlerinde paralel uzayan duvarlar bir gemi barınağından izler verir.
Barınak genişlikleri geniş karınlı ticaret gemileri için dardır.
Bu durumda bu barınakların askeri gemiler için inşa edildiği düşünülür.
Ancak limanın ticari amaçla da kullanılmış olması mümkündür.
Tepedeki yerleşim Klasik Dönemden beri güvenli bir yerleşim olduğunu gösterir.
Liman da aynı dönemde kullanılmaya başlanmış olmalıdır.
Şehrin önemine ait bir diğer göstergede: Aperlai Birliğinin 4’ncü üyesidir.
ADI:
Adının geçtiği ilk kaynak “Plinius” tur.
Stadiamsus Patarensis’te Somena olarak geçer.
Kentin adı burada bulunan yazıtlar yardımıyla öğrenilmiştir.
Simena kelimesi Luwi dilinde “Kutsal Ana Ülkesi” anlamına gelir.
Yeni adı “Kale” dir. Antik kent, 1’nci derece arkeolojik Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır.
ADACIKLAR:
Bugün kale köyü önünde, 3 küçük ada vardır.
Kıyıdan itibaren: Saçma Ada, Kurşun Adası ve Papaz Adası dizilidir.
Papaz adasının kıyısındaki kayalıklarda yarısı su içinde kalmış hibrit yapı kalıntıları görülür.
Her evin bir iskelesi olması dikkat çekicidir.
Bu kesimde deniz içinde çok sayıda çanak-çömlek parçası vardır.
Kaptan burnu denen yerde, Simena’nın dalgakıranı bulunur.
KALINTILAR:
Büyük bir deprem sonucu, Simena antik kenti sulara gömülmüştür. Batık kent üzerinde kano ile gezi muhteşem bir güzelliktir.
Ancak tarihi eserler günümüze kadar bolca yağmalandığından, bölgede yüzmek yasak, teknelerin durması yasaktır. Teknelerin sadece geçmelerine izin veriliyor.
Suların içinden lahitler çıkar. Özellikle deniz içinde bulunan bir lahit, Simena kentinin simgesi olmuştur.
Suyun 1.40 m içinde duran semerdamlı lahdin ünü niteliğinden değil, sular içinde kalmışlığından kaynaklanır.
KALE:
Evet günümüzde kaleye giriş ücretlidir. Kaleden hemen karşıda bulunan Kekova adasını, diğer adaları ve irili ufaklı koyların muhteşem manzarasını görebilirsiniz.
Kalede: Likya, Roma ve Selçuklu zamanından kalma sur duvarları ve mazgallar, üç uygarlığın izleri görülür. Patika ve merdivenlerle çıkılan kale, Ortaçağ döneminde kullanılmıştır. (Muhtemelen MS 1500’lerde)
HAMAM VE ŞEHİRLEŞME;
Akropol eteğindeki yapılardan biri: yazıtına göre: “Konsül ve Aperlai vatandaşları ile birliğin diğer üyeleri tarafından İmparator Titus’a adanmış” küçük bir hamam olduğu anlaşılmıştır.
Hamamın varlığı MS 1’nci yüzyılın 2’nci yarısında yerleşimin ilk kez şehirleşmeye başladığını gösterir.
Klasik dönemden gelen yerleşim, Helenistik Dönemin sonuyla birlikte tiyatrosu ve hamamı olan bir şehre dönüşmeye başlamıştır.
Deniz kıyısından akropole doğru yükselen yamaç, erken dönemden beri halkın yaşadığı ve kamu yapılarının hizmet ettiği bir alan özelliği gösterir.
Bugünkü evlerin arasında ve içlerinde pek çok yapı kalıntısı görülür.
Aralarında da çıkış yolu boyunca lahitlere rastlanır.
Lahitlerden birinin İdagros oğlu Mentor’a olduğu, tabula ansatasından okunur.
Başka bir lahit en yakın örneklerini Teimiusa’dan bilinen eksedrali tiptedir.
Çok az kalıntısı izlenen tapınak ve içinde Kallipus adının okunduğu bir yazıt bulanmaktadır.
KİLİSE:
Surlara ulaşmadan önce, yamaçta bulunan en büyük yapılardan biri apsisi sağlam kalmış ve nef duvarları rahatlıkla izlenebilen bir kilisedir.
Kilisenin erken dönem hibrit yapısının üzerine oturtulduğu açıkça görülmektedir.
Bu yapı Simena’nın erken tapınağı olmalıdır.
Kilise dönemi duvarlarında, içeriğinin ne olduğu anlaşılmayan fresko kalıntıları bulunur.
İzler zeminin mozaik olduğunu gösterir.
Yapının en son evresi bir Osmanlı camiidir.
Güney duvarındaki mihrap ve yine sonradan eklenmiş basamaklı bir ezanlık yükseltisi de bu cami döneminden kalmıştır.
TİYATRO:
Kilisenin bir kot yukarısında akropolün kayalık eteklerindeki son yapı, muhteşem deniz manzarasına ve Kekova’ya yönelik duran tiyatrodur.
7 basamaklı minik tiyatro, şehrin büyüklüğüyle boyutta örtüşür.
Yaklaşık 200 kişi kapasiteli tiyatro, Helenistik Dönemde tamamen kayalara oyulmuştur.
Başka bir toplanma yapısı olmayan kentin tüm toplantılarının burada yapıldığı anlaşılmaktadır.
Lykia’nın en erken tiyatrolarından biridir.
Kaynaklar: tiyatro ile akropol arasında bir “stoa” nın varlığından bahsetse de böyle bir yapının izine rastlanmamıştır.
AKROPOL-MEZARLIKLAR:
Şehirdeki en yoğun kalıntı gurubu mezarlıklardır.
Likya mezarlarının en belirgin özelliği, üst kısmının ters çevrilmiş bir tekneye benzemesidir.
Öte yandan, Likyalılar mezarlarında ölülerin dişleri arasına “sikke” koyarlardı. Çünkü ölülerin cennete gitmek için bir nehre ulaşacakları ve nehri geçmek için tekneyi kullanana bir bozuk para vermeleri gerektiğine inanırlardı. Bazı kaynaklarda ise, tekneyi kullanana para vermemek için, kendilerine ters gemi şeklinde mezarlar inşa ederek, bu gemi ile öteki dünyaya gideceklerine inanırlardı.
Akropol kayalıklarına açılan kaya mezarlarından başka, çok sayıda lahit yerleşimin çevresine yayılmıştır.
Ev tipindeki Lykia kaya mezarlarında Likçe yazıt bulunmaz.
Diğer kaya mezarı semerdamlı lahit biçiminde, akropol kayalığına oyulmuştur.
Bugün evlerin arasında zorlukla görülebilmektedir.
Akropol’ün doğusunda yerleşim dışında çok sayıda lahit bulunmaktadır.
Bu alan tamamen mezarlık olarak kullanılmıştır.
Akropolün mezarlık tarafındaki düzlüğünde, ölüler için yapılan törenler yaşanmaktaydı.
İnsanlar: yeraltı tanrılarının adak levhalarının yerleştirildiği enine nişlere doğru durup, ölüleri için karanlık dünyasında saadet dilemekteydiler.
Bu beklentilerin karşılığı olan armağan da olasılıkla nişli alanın ortasındaki sunu çukuruna konulmaktaydı.
Kekova Tersane Koyu
TERSANE KOYU
Adanın batı ucunda bulunan Tersane koyu ilgi çekicidir. Adanın iç yakasındaki Tersane denilen yer, çok eski bir tekne yapım yeridir.
Günümüzde: Kaş, Demre ve Üçağız’dan gelen teknelerin demirleme yeridir.
Kıyada ve deniz içinde, tarihi eserler bulunmaktadır.
Elmalı denilince, benim aklıma ilk gelen: ilçe merkezinde, Ömer Paşa camisinin hemen yanındaki “Elma anıtı” ve yörenin yaz aylarında aşırı sıcaklarından kaçıp buraya sığınan ve yerleşim yerinin mevcut nüfusunu, üç-dört katına çıkaran nüfus yoğunluğudur.
Evet, burası, rakımın yüksek olması nedeniyle, özellikle yaz aylarında, nispeten serin havası ile ziyaretçi çekiyor. Bunun dışında, bölgenin genelindeki turistik çekicilik, maalesef burada etkin değil. Çünkü: herhangi bir turizm aktivitesi yok.
Sadece, bir kısım turist, bir yerden bir yere giderken, buradan geçiyor. Ama, unutmamak gerekir ki, Elmalı gerçekten, tarihi geçmişi renkli olan bir yer ve özellikle, Elmalı Definesi, bütün dünya tarafından bilinen bir gerçektir.
Antalya Elmalı
ULAŞIM
Elmalı, bağlı bulunduğu il olan Antalya’nın 111 km. batısındadır. Elmalı-Korkuteli arasındaki uzaklık: 50 km. Elmalı-Finike arasındaki uzaklık: 60 km.
Antalya Elmalı Tarih
TARİH
Yörenin tarihi geçmişi incelendiğinde, özellikle, antik dönemde Likya uygarlığının kuzeyinde önemli bir yerleşim yeri olduğu kabul edilmektedir. Bunun dışında: Semahöyük köyü ve Hacımusalar köyü yakınlarındaki höyüklerde yapılan araştırmalarda, Bronz çağında, buralarda yerleşim izleri görülmüştür.
Ancak, tüm bunlara rağmen, yine de, Elmalı yerleşim yerinin, ilk olarak, MS.8’nci yüzyılda gerçekleştiği resmen anlaşılmaktadır. Yıldırım Beyazıt döneminde, yöre, Osmanlı egemenliğine girer. Osmanlı döneminin ilk yıllarında, Teke livasının merkezi ve Teke paşalarının ikametgahı olarak bilinir. Çünkü: Anadolu Selçukluları, burayı ele geçirince, Tekeli Türk boylarını, buraya yerleştirirler.
Ancak, idare merkezi Antalya’ya taşınınca, burası kaza haline gelir. Bu süreçte, yörenin kullanılan isimleri: Kabalı, Amelas, Elmalı.
Evet: Elmalı, antik dönemde, askeri ulaşım yolları dışında kalması nedeniyle fazla gelişmemiş olsa da, yine de kendisine has ekonomik bir etkinlik oluşturmuştur. Özellikle: hayvancılık ürünlerinin satıldığı Pazar, pamuklu bez dokuması ve dericilik, buranın ekonomik gelişimini sağlamıştır.
Tarihi süreç ile ilgili son bir not: 1940 yılında, Elmalı yöresinde büyük bir yangın çıkar ve yerleşim yeri, tamamen yanarak yok olur ve daha sonra yeniden imar edilir.
Antalya Elmalı
GENEL
Elmalı, bağlı bulunduğu Antalya ilinin batısında ve iç kesiminde, dağlık bir alanda bulunmaktadır. Yöre: Batı Torosların kolları ile engebelenmiştir. Yörenin başlıca yükseltileri, 2000 metrenin üzerindeki Susuz ve Kohu dağlarıdır. İlçe merkezinin bulunduğu mahal: adeta bir çanağı andırır, yani çevre tamamen yükseltilerle çevrilidir. Bu yükseltiler yani dağlar, ormanlar ile kaplanmıştır.
Bu ormanlık alanlarda, özellikle: antik dönemde, gemi yapımında kullanılan “Lübnan sediri” yani “Katran ağacı” bulunmaktadır. Bu ağaç aynı zamanda: saray ve mabetlerin yapımında, firavun ve yüksek yöneticilerin tabutlarının yapımında da kullanılmıştır. Reçinelerinden ise, mumyalama işleminde yararlanılmıştır.
Ayrıca, çeşitli yerlerdeki demiryolu yapımında, yine bu ağaç, travers olarak kullanılmıştır.
Bu çanak bölüm içinde ise: birkaç ova bulunmaktadır. İlçe merkezi, 2503 metre yükseklikteki Elmalı dağının güney eteğinde kurulmuştur.
Yörenin denizden yüksekliği: 1196 metredir. Yüzölçümü ise: 1595 km. karedir. Ekonomi, tarıma dayanmaktadır. Özellikle: meyvecilik ileri düzeydedir. Hayvancılık da yapılır ve buna bağlı olarak, mandra ürünleri ve hem deri üretimi yaygındır.
Antalya Elmalı Sikkeleri
ELMALI DEFİNESİ-SİKKELERİ
MÖ.5. yüzyılda Perslerin Yunanistan’ı işgal etmesinin ardından, Atina Şehir Devletinin önderliğinde Akdeniz çevresindeki şehirlerden oluşan bir birlik kurulmuştur. Atik-Delos Deniz Birliği olarak isimlendirilen bu birliğin bir merkezi ve bir bütçesi vardı. Her ülke kendi bastığı gümüş sikkeden kendi gücü oranında katkıda bulunuyordu.
1984 yılında Elmalı ilçesinde kaçak kazılar sonucu bulunan “yüzyılın definesi Elmalı Sikkeleri” o bölgede bulunan bütün şehir devletlerinin paralarını içeriyordu. Yaklaşık 1900 adet sikkenin binden fazlası ise Likya bölgesindeki şehir devletlerinin parası idi ve içlerinde şimdiye kadar bilinmeyen hanedanların sikkeleri de vardı.
Definenin gömülüş tarihi MÖ 480-460’tır. Karanlığı çok olan bir döneme hatırı sayılır ışık tutmuştur.
Söz konusu sikkelere: yüzyılın definesi denmesinin en önemli nedeni; Yunanlılar Persleri yendikleri için bir anı parası çıkarmışlardı. Normal olarak o zaman para birimi 1 drahmi, en fazla 4 drahmi iken, anma nedeniyle 10 drahmilik para çıkarılmıştı. (10 drahmilik paranın ismi Dekahdrahmi idi)
Arkeologlar Jeffry Spier ve Jonathan H. Kagan tarafından MÖ.470-450 yılları arasına tarihlenen ve yeryüzünün en kıymetli antik sikkesi olarak nitelenen bunlar (her birinin 600 bin dolar değeri olduğu söyleniyor) büyük define içinde bulunmaktadır.
Çünkü bu sikkeler çok az basılmıştır ve 1984 yılına kadar dünyada yalnızca 13 tanesinin varlığı biliniyordu. Elmalı definesinde ise bunlardan 14 tane bulunmaktaydı.
Elmalı definesinin bulunmasıyla insanlık tarihinin bilinmeyen önemli bir bölümü aydınlatılmış ve dünyada bilinen Dekahdrahmi sayısı 2 katına çıkmıştır.
Koleksiyonun büyük kısmını: (962 adet) Lykia sikkeleri oluşturur. Geriye kalanların 283’ü Rhodos, 41’i Samos, 12’si Efes/Milet, 165’i Atina, 59’u Bisaltai, 31’i Akanthus, 15’i Abdera, 6’sı Taşoz ve 44’ü Paros’tur.
Definedeki Lykia sikkelerine genel olarak bakıldığında, değişik tipte yazılı ve yazısız sülale sikkeleri eldekilerin yaklaşık yüzde kırkını, geriye kalan yüzde altmışı ise az sayıda tipi içeren fakat birbiriyle kalıp bağı olan sikkeler oluşturur. Bunların çoğu önceden bilinen veya örnekleri tanınan sikkelerdir. Sikke bağı en kuvvetli lan grup ise Kamirus sikkeleridir. Bunların yaklaşık yüzde ellisi birbirleri ile ön yüz veya arka yüz kalıbı açısından bir zincir oluştururken, diğer yüzde ellisi ise tamamen aynı ön ve arka yüz kalıbından basılmıştır. Genel sonuç olarak: Elmalı Definesi, içinde birkaç örneği olan değişik merkezlere ait sikkeleri barındırmakla birlikte çoğunluğu birkaç büyük merkeze ait çok sayıda ve birbirleriyle bağ olan sikkelerden oluşmaktadır.
Definede bulunan Orta ve Kuzey Yunanistan, Trakya, Ege Adaları ve Kuzeybatı Anadolu (Lykia) sikkeleri çağdaştırlar. Aynı zamanda bu sikkeler her şehri belli bir oranda temsil eder gibi bir araya getirilerek gömülmüş gözükmektedir.
Bu nedenle Elmalı Sikkelerinin kısa bir dönemde ve büyük bir amaç için bir araya getirildiği sonucu ortaya çıkmıştır. Bu durumda sikkelerin MÖ 546 yılında başlayan Grek-Pers savaşlarından sonra Pers hakimiyetine geçen Anadolu ve Grek kentlerinin Atina önderliğinde Pers hegemonyasına karşı kurduğu ve adına Attika-Delos Deniz Birliği denen ittifakın ihtiyaçları için toplanmış olabileceği düşünülmektedir.
Elmalı Definesinde, Atinalıların Pers’leri bozguna uğrattığı savaşların anısına bastırdığı ve her biri 43 gram ağırlığındaki Dekadrahmiler bulunmaktadır. Bu sikkelerin arka yüzündeki kanatları açık ve cepheden baykuş figürü, Athena’nın klasik ve yüzlerce yıl değişmeden aynı tipte basılmış baykuşlu sikkelerden farklı olarak tasarlanmış ve çok sayıda basılmıştır. Definede 14 adet olduğu belirtilen ancak 6 tanesi yurda dönebilen bu sikkelerin ilavesiyle dünya literatüründe bilinen örnek sayısı 42 olmuştur.
Elmalı Definesinin bulunması/kaçırılması:
Evet “Yüzyılın Definesi” olarak nitelendirilen bu hazine: 18 Nisan 1984 tarihinde Antalya-Elmalı kara yolunun hemen kuzeyinde, Karaburun tümülüsü ile gökpınar köyü arasında bulunmuştur. Define kaçakçılar tarafından Amerika’ya kaçırılmıştır.
1988 yılında Amerika-Los Angeles şehrinde 10 ve aynı yılın Mayıs ayında İsviçre-Zürih şehrinde 3 ve 1991 yılında yine Zürih şehrinde 3 adet olmak üzere çeşitli müzayedelerde 16 adet Elmalı Sikkesi açık arttırmaya çıkarılmıştır.
Ancak Türk hükümeti avukatları aracılığı ile müdahale ederek satışları durdurmuştur. Ülkemizden kaçırıldığı bilinen sikkeler; Gazeteci Özgen Acar ve Kültür Bakanlığının uzun ve inatçı girişimleri sonucunda herhangi bir bedel ödenmeksizin 1999 yılında başında ülkemize getirilmiştir.
Ancak hazinenin toplamı 1900 sikkeden oluşmasına rağmen, bunlardan yalnızca 1676 tanesi geri getirilebilmiştir. Geriye kalan sikkelerin nerede olduğu bilinmemektedir.
Antalya Elmalı Yeşilyayla Güreşleri
ELMALI YEŞİLYAYLA GÜREŞLERİ
Bu etkinlik tarihçe olarak ülkemizde birinci sırada ancak organizasyon olarak Kırkpınar’dan sonra ikinci sıradadır. Güreş tarihçesi incelendiğinde: 1419 yılında Nuh Çelebi’den gelen taşınmaz mal varlığının, günümüzde Yeşil Cami olarak bilinen yerde bulunan Musalla Çevrik diye anılan mahalledeki arazinin güreş çayırlığı diye vakfiye edildiği belirlenmiştir. Bu nedenle, burada güreş tarihinin çok eski yıllara kadar gittiği düşünülmektedir.
Güreşlerin bir yönü: güreş yapılan yöre halkının maddi ve manevi desteğiyle yine yöre halkına fayda sağlayacak eserlerin yapılmış olmasıdır. Tespitlere göre: Elmalı’da son 30 yıl içinde güreş gelirlerinden: Elmalı Lisesi, Elmalı Devlet Hastanesi, Elmalı Spor Tesisleri ve Elmalı Müzesi için maddi destek sağlanmıştır.
Günümüzde, güreşler başlamadan bir hafta önce sempozyum ve sergiler düzenlenmektedir. Güreş günlerinden birkaç gün öncesi, akşamları sanatçılar davet edilerek yöre halkına konserler tertip edilir.
Evet, Elmalı Yeşil Yayla Güreşleri, her yıl Eylül ayının ilk haftasında yapılmaktadır. 2014 yılında güreşlerin 672. si yapılmıştır.
Antalya Elmalı
NE YENİR/NE İÇİLİR
Elmalı yöresinde, yöresel lezzetlerden tatmak isterseniz, size önerebileceğim yiyecekler şunlardır: tarhana çorbası, erişte (elde kesme makarna), kırmızı sulu et yemeği ve höşmerim tatlısıdır.
Son olarak, burada, keçi sütünden yapılan “teke dondurması” yemenizi öneririm. Bu dondurma herkesin hoşuna gitmeyebilir, is kokusu hakim, ama buraya özgü bir lezzet olarak arzu edenler tadabilirler.
Antalya Elmalı
KONAKLAMA
Elmalı Öğretmenevi Yenimahalle. Antalya Yolu 242-6183288
Antalya Elmalı
GEZİLECEK YERLER
TARİHİ ELMALI EVLERİ
Elmalı: Elmalı dağı yakınlarında kurulan oldukça eski bir yerleşim yeridir. İlçedeki evler: cumbaları, eski tip pencereleri ve parlak renkleriyle zamanın çok gerilerinden beri hala dimdik ayaktadır ve karakteristik özelliklerinin çoğunu bugüne kadar korumayı başarmıştır.
Bu evler: Elmalı’nın Tahtamescit mahallesinde Aylar Sokaktadır. En az 500 yıllık bu evlerin mimari bir öğesi olan ahşap dokusunda, yörenin zenginliği olan sedir ağaçlarından bol miktarda kullanılmıştır. Süslemelerdeki stilize ağaçları, çiçek motifleri ve altı köşeli yıldızlarıyla da Anadolu kültürünü yansıtan eşsiz örneklerdir.
Elmalı evleri içinde en güzel örnek “Yeşil kapılı” dır. 1600 yılında yapılmış olan bu yapının ahşap işçiliği, insanı şaşırtacak kadar özel bir ustalık eseridir.
ELMALI MÜZESİ
1963-2001 yılları arasında bölgede kazılar yapan Prof.Dr.Macteld J. Mellink: bölgenin kültürel ve tarihi zenginliğine değinmiş, bu eşsiz kültür mirasının yerinde korunması, tanıtılması, halkın bilinçlendirilmesi ve en önemlisi son yıllarda giderek artan eski eser kaçakçılığının önlenmesi için bölgede mutlaka bir müze veya enstitü kurulmasını istemiştir.
Onun bu isteğinin karşılanması için, Turizm Bakanlığı 2000’li yıllarda aldığı bir kararla ilk adımı atmış ve Elmalı caddesi üzerinde, eski hükümet konağı, 2004 yılında müze olarak değerlendirilmek üzere Maliye Bakanlığı tarafından Turizm Bakanlığına tahsis edilmiştir.
Bu Hükümet binası, yapıldığı 1941 yılından 1987 yılına kadar ilçenin Hükümet binası, daha sonra vergi dairesi ve bir bölümü öğretmenevi görevini yapmış ve mimari yapısıyla özel bir değere haiz bu yapının içinde, müze ihtiyaçlarına uygun biçimde değişiklik yapılmıştır.
Bunun sonucunda: 3 tane zeminde, 8 tane birinci katta olmak üzere, 11 teşhir salonu oluşturulmuştur. Teşhir ve tanzim çalışmaları, Antalya Müzesi müdürlüğüne bağlı olarak 2011 yılında tamamlanmış ve Elmalı Müzesi 13 Haziran 2011 tarihinde ziyarete açılmıştır.
Müzede neler sergilenmektedir
Elmalı Müzesi:2400 metrekarelik bir alanda, ikisi normal, biri bodrum katı olmak üzere 3 katlı bir yapıdır. Yapının güneybatı cephesindeki ana giriş kapısı, orta akstadır. Girişte danışmanın da bulunduğu geniş bir salon, sağ yanda idari mekanlar ve konferans salonu görülür.
Girişe göre: soldaki 3 teşhir salonundan b irinde bulunan 8 vitrinde: Elmalı ovasının Kaolitikten Orta Bronz dönemi sonuna kadar uzanan bir zaman dilimine ait eserler sergilenmektedir. Bağbaşı ve Karataş-Semayük kazılarında elde edilen bu eserler 8 başlık altında toplanmıştır.
Sergileme geç kaolitik döneme ait Bağbaşı eserleri ile başlatılmış ve Karataş-Semayük erken dönem Tunç eserleriyle devam ettirilmiştir. Karataş-Semayük yerleşmesinin yaşam biçimini yansıtan çeşitli aletler, mühürler, ağırşak, takı vb buluntular yine tipolojik ve işlevsel bir düzenleme ile ziyaretçilere sunulmaktadır.
İkinci Salonda: Kalkolitik ve Erken Tunç Dönemine ait mezar ve depolama kapları olarak kullanılmış, pithos ve çömlek gibi büyük boyutlu kapılardan seçilmiş örnekler sergilenmektedir. Bilgi panolarında Anadolu’nun tarih öncesi kültürlerinin karakteristik özellikleri maddeler halinde belirtilmiştir.
Üçüncü Salonda: Karataş-Semayük mezarlık alanında bulunmuş 3 küp mezar özgün konumlarına göre, içlerindeki iskeletler ve ölü hediyeleriyle birlikte çarpıcı bir atmosfer içinde sergilenmektedir.
Bilgi panolarında: Anadolu’daki tarih öncesi ölü gömme adetleriyle Semayük nekropolü hakkında açıklamalar yer alırken, pithoslar üzerindeki bezeme tipleri, motiflerin anlamları ve önemi herkesin anlayabileceği bir anlatımla yansıtılmıştır.
Birinci Katta, girişe göre sol yanda: Anadolu’nun tarih sonrası dönemlerine ait kronolojik bir cetvel vardır.
Sağ yandaki levhada: Elmalı bölgesindeki ilk bilimsel araştırma ve kazıları başlatan, Kızılbey ve Karaburun mezar odalarının restorasyon projelerini yürüten, özellikle 60 yıl üzerinde çalıştığı Anadolu arkeolojisini bilim alemine tanıtan “Türkiye’deki Amerikalı arkeologların duayeni” unvanına sahip değerli bilim adamı Prof. Dr. Machtel J. Mellink’in biyografisi yer almaktadır.
Birinci katın, Sağ yanında bulunan dört salondan birinde: Likya’da rağbet gören yerel tanrılardan atlı ve sopalı koruyucu tanrı Kakasbos, avcılıkla bağlantısı olduğu düşünülen 12 tanrı, Helena ve Dioskur gibi adak stelleriyle bazı yazıtlı taşlara ait örnekler sergilenmektedir.
Küçük eserlerin sergilendiği salonun ilk iki vitrininde: Hacımusalar Höyük kazılarında bulunan Erken Tunç, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait buluntular sunulmaktadır. Devamındaki vitrinde, Hacımusalar-Karaçakır mevkiinde açığa çıkarılan lahit buluntuları ile Karaburun I, II ve Kızılbey Tümülüslerine ait buluntular sergilenmekte ve tanıtılmaktadır.
Sikke Salonunda: Likya şehir sikkeleriyle Roma imparatorluk sikkeleri kronolojik bir düzen içinde sergilenmektedir. Bölgede sikke basan şehirlerle ilgili ayrıntılı bilgiler verilmiştir. Duvar panolarında ise sikke basım tekniği ile ilgili bilgi verilirken sikkenin tarihçesi, fotoğraflarla da desteklenerek, kronolojik bir düzen içinde verilmeye çalışılmıştır.
Birinci katın sol kanadında: orta salonda Elmalı ve Korkuteli bölgelerinde bulunan Roma ve Bizans dönemine ait sütun başlıkları, yazıtlı mezar sütunu, taştan bir idol ve yekpare bir taştan oyularak yapılmış vaftiz teknesi sergilenmektedir.
Arykanda kazılarında gün ışığına çıkarılmış eserlerin sergilendiği salonda ise: Roma ve Bizans dönemine ait ev sunakları, adak stelleri, lahit ve heykel parçaları, pişmiş topraktan günlük kullanım kapları, dokuma malzemeleri, tıbbı aletler, çeşitli takı malzemeleri ve benzeri buluntular teşhir edilmektedir.
Birinci katın sol yanındaki 4 salondan birinde: yüzyılın definesi olarak da anılan, dünyaca ünlü MÖ.5. yüzyıla ait Elmalı Definesinin imitasyonları teşhir edilmektedir. Çarpıcı bir atmosfer içinde sergilenen sikkeler, ziyaretçilerin kolayca anlayabilecekleri şekilde guruplandırılmış, duvarlara yerleştirilen ışıklı bilgi panolarında tek tek, ayrıntılı olarak tanıtılmıştır.
Yine bu panolarda, definenin tarih içindeki önemi vurgulanırken, bulunuşu, kaçırılışı ve topraklarımıza dönüşü ile ilgili öyküye de yer verilmiştir.
Birinci katın her iki yanındaki dip salonların her birinde, kendi orijinal ölçülerinde rekonstrüksiyonu yapılmış olan Karaburun ve Kızılbey mezar odaları, duvarlarının renkli resimleriyle ziyaretçilere sunulmaktadır. Salon girişinde, mezarların bulunuşu, restorasyonu, çalışmaları, tarihleri ve duvar resimleri hakkında geniş açıklamalar bulunan tanıtıcı panolar yer almaktadır.
Yapının bodrum katında: sağda, envanter ve etütlük eserlerin konulduğu farklı ebatlarda dokuz oda vardır.
Müzenin:4000 metrekarelik açık teşhir alanında, Elmalı çevresinde bulunan Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait mimari parçalar, lahitler, yazılı mezar taşları, postamentler ve sütunlar sergilenmektedir.
Ayrıca yok olmaya yüz tutan anıtsal arı serenlerinden bir örnek, Yukarı Söğle köyünden alınarak bahçenin kuzeydoğu köşesine kurulmuştur. Bahçede ayrıca restorasyon atölyesi, büyük bir havuz ile her mevsim hizmet verebilecek bir kafeterya bulunmaktadır.
Evet, günümüzde 1305 adet envanterli eseri bulunan Elmalı Müzesi bu yöreden geçenler tarafından mutlaka ziyaret edilmelidir.
Antalya Elmalı Semahöyük-Karataş
SEMAHÖYÜK-KARATAŞ
Semahöyük: Antalya ilinde Karain ve Beldibi gibi prehistorik merkezlerden sonra gelen en eski yerleşim yeridir. Antalya il merkezine115 km ve Elmalı’ya 5 km uzaklıktadır.
Elmalı-Korkuteli yolunda yaklaşık 10-15 km ileridedir ve günümüzde “Bozhöyük” olarak isimlendirilmektedir. Yöre insanı burayı “Turist Tepesi” diye de bilir.
Burada 1963 yılından beri Amerikalı Prof.Macteld Mellink yönetiminde sürdürülen kazılarda: MÖ.3000 ortalarından 2000 yılı başlarına kadar tarihlenen Erken Bronz Çağında bir yerleşim varlığı belirlenmiştir.
Özellikle: Semahöyük denilen yerde: hendeklerle çevrili, dörtgen şeklinde bir saray ve çevresinde ev kalıntıları ve bunların batısında, küp mezarlar bulunmuştur. Amerikalı Bryn Mawr tarafından 1963 yılında yapılan kazılarda, bu küp mezarlar dışında, seramikler, bronz iğneler, aynalar, mühürler, genç kızlara ait bilezikler, gaga ağızlı testiler, kolyeler, mızrak uçları gibi buluntular bulunmuş olup, bunların tümü, günümüzde, Antalya Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.
Antalya Elmalı Karaburun Tümülüsü ve Mezar OdasıAntalya Elmalı Karaburun Tümülüsü ve Mezar Odası
KARABURUN TÜMÜLÜSÜ VE MEZAR ODASI
Karataş kazısının hemen kuzeyinde, Antalya-Elmalı yolu üzerindeki Karaburun kral mezarı: Prof. Machteld Mellink tarafından kazılmış ve MÖ.5. yüzyıl ortalarına tarihlenmiştir.
Duvar resmi: üçgen çatılı mezar odasının ana sahnesine sıva üzerine mor, mavi, kırmızı, yeşil, siyah ve beyaz renklerle yapılmıştır. Mezar sahibi yöneticiyi onurlandıran sahnede bir ziyafet sahnesi anlatılmaktadır ve ana figür bir kline üzerinde yatar vaziyettedir.
Üzerinde geniş kollu, rozetlerle süslü, Pers kıyafeti vardır. Figür sağ elini kaldırmış, sol elinde ise bir kase tutmaktadır. Yakınları kaseye şarap sunmaktadırlar. Siyah saçlı ve sakallı figür ekoseli bir taç takmaktadır.
Mezar odasının güney duvarında bulunan cenaze alayı sahnesinin ortasında, iki atın çektiği taht arabasına oturmuş betimlenen bir yönetici resmedilmiştir. Yönetici, Pers kıyafetleri, manto ve keçe şapka giymiştir.
Karşı duvarda ise: ayakta duran bir kadın ve tabandaki taş karyolanın eteğinde ise çeşitli hayvan resimleri bulunmaktadır.
Evet gelelim son bir şok nota: 2011 yılında mezarda bulunan 2486 yıllık paha biçilmeyen iki duvar resminin yerinden sökülerek çalındığı anlaşılmış ve halen bulunamamıştır. Antalya Arkeoloji Müzesi görevlileri: Tümülüs’te yaptıkları olağan denetimde mezar odasının kapısının kırılarak duvar resimlerinin önemli bölümünün yerlerinden sökülerek çalındığını saptamışlardır.
Tutkallı bez ve kimyasal maddeler kullanılarak profesyonel bir yöntemle yerinden söküldüğü saptanan duvar resimlerinin akıbeti halen belirsizliğini korumaktadır. Bu yöntem: Gaziantep Zeugma’daki Roma dönemine ait duvar resimleri ve mozaiklerin çıkarılmasında uzmanlarca ve ayrıca KKTC deki Lysi kilisesinin resimleriyle Kanakarya Kilisesinin mozaiklerinin çalınmasında da kaçakçılarca kullanıldığı bilinmektedir.
Bu resimlerde: Karaburun Tümülüs’ünde gömülü Pers Satrabı betimlenmiştir. Taş bloklardan yapılarak sıvanmış ve sıva üzerine yapılmış resimlerde bir Pers valisinin ziyaret sahnesi, tamamen doğal bir ev ortamına benzetilmeye çalışılmış ki ölen kişinin ruhu burada öldükten sonra bir ev ortamında yaşasın diye.
Burası hakkında biraz daha bilgi vermek istiyorum. Persler, Yunanistan’dan püskürtüldükten sonra Atinalı general Kimon: Karya ve Likya’yı dönemin güçlü örgütü Attika-Delos Birliği donanmasıyla, MÖ.466 yılında günümüzdeki Köprüçay denilen Evrimedon nehrinde Persleri yenmiştir.
Bu savaşın yaşandığı yıllarda Elmalı’da ölen Pers valinin mezarının bulunduğu tümülüsüne yakın bir tepede “Pers Sikkeleri” ve karşı tepede ise “Yüzyılın Definesi” denilen Attika-Delos Birliği komutanının savaş kasası kabul edilen ve 1900 gümüş sikkeden oluşan görkemli bir define bulunmuştur.
Pers sikkeleri: Amerika’da çeşitli koleksiyonlara dağılmış, Elmalı Definesi ise geri getirilmiştir. Yörede bulunan ok ve mızrak uçları, burada amansız bir savaşın yaşandığına tanıklık etmektedir.
KIZILBEY MEZARI
Kızılbey mezarı ise: batıda Elmalı-Yuva köyü yolu üzerindedir. Burası kalker bloklardan oluşmuş bir odadan ibarettir. Muhtemelen antik dönemde içi boşaltılmış olan mezarda arkeolojik buluntuya rastlanılmamıştır.
Antalya Elmalı Fildişi Çocuklu Kadın Heykeli
FİLDİŞİ ÇOCUKLU KADIN HEYKELİ
Elmalı yöresinde yapılan arkeoloji kazılarında bulunan bu fil dişinden yapılmış, çocuklu kadın heykelinin yapılış dönemi ve yapanlar hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.
GİLEVGİ KALESİ
İlçe merkezine bağlı, Çobanisa köyündedir. Kale yapısı: kara yolunun hemen kıyısında, üç bölümlü tepenin güney kısmındadır. Surlarla çevrili yerleşim yerine, kuzeydoğu bölümündeki bir kapıdan girilmektedir. Batı bölümde, dörtgen kulelerle desteklenen sur kalıntıları görülmektedir.
KESİK MİNARE
İlçe merkezinde, çarşı meydanında, Ömer Paşa camisinin karşısındadır. Tek bir minare olarak görülmektedir ve mimari özellikler açısından, Selçuklu dönemi yapısıdır.
ÖMER PAŞA CAMİSİ VE TÜRBESİ
Ömer Paşa: Manavgat’lıdır ve kapı ağalığından çavuşbaşılığa kadar yükselmiş ve daha sonra beylerbeyi olmuştur. 1603-1604 yılları arasında Diyarbekir valiliği yapmış, 1623 yılında Trablusgarp beylerbeyliğine atanmış, ardından Batum, Trabzon, Karaman ve Maraş beylerbeyliği yapmıştır.
Evliya Çelebi 1671 yılında uğradığı Elmalı kasabasını oldukça geniş şekilde anlatırken camiyi Ketenci Ömerpaşa camisi diye anar ve göz alıcı iç süslemesini kısaca tarif ettikten sonra mimarisinden bahsederken onu İstanbul Eyüp Sultan’daki Zal Mahmut Paşa camisine benzetmiştir.
Elmalı ilçesinin ortasında bulunan bu cami: Osmanlı mimarisi gereği tek kubbeli türün en geliştirilmiş bir örneğidir ve Mimar Sinan ekolünün bir şaheseridir. Caminin giriş kapısı üzerindeki kitabeden anlaşıldığına göre: Cami: 1610 yılında Kitapçı namıyla bilinen “Ömer ağa” tarafından yaptırılmıştır.
Cami: içinde bulunduğu yer meyilli bir arazi üzerinde olduğundan, heybetli bir görünüme sahiptir. Cami tamamen kesme taştan yapılmıştır. Giriş cephesinde üstü kubbelerle örtülü, ortadaki diğerlerinden daha yüksek kubbeli olan klasik başlıklı mermer sütunların taşıdığı revaka sahip bir son cemaat yeri vardır.
Taç kapı yay şeklinde olup büyük sivri kemerli ve üstünde 6 satır halinde kitabe bulunmaktadır. Pencereleri içeriden ve dışarıdan süsleyen alınlıkların üzerinde, her birinde değişik ayetler yazılı olan çiniler, İznik çini fırınlarının eseridir. Bunlardan birinin alt köşesinde “el-fakir Resmi Mustafa” imzası görülmekte olup yazıların hattatlarının ne kadar sanatkar oldukları anlaşılmaktadır.
Yazıların, çinileri süsleyen motiflerle beraber oluşu da hattat ve çinicinin tek kişi olma ihtimalini güçlendirmektedir. Diğer bir husus ta: her pencere için ayrı ayrı olarak hazırlanan bu çok sayıdaki panonun o dönemde İznik’ten nasıl bir yol takip edilerek buraya kadar bozulmadan taşınmış olmasıdır.
İznik çinilerinin bu örneklerinin, o dönemde Anadolu’nun uzak bu köşesine getirilmiş olması, Ömer Paşa’nın yaptırdığı bu hayrata ne kadar büyük bir emek verildiğinin en büyük kanıtıdır.
Caminin içi ve kubbesi zengin kalem işi nakışlarla kaplıdır. Evliya Çelebinin övdüğü minarenin kürsü kısmı: 5 köşeli olup, her bir cephe birer kaş kemerli pano halinde bölünmüştür. Çokgen gövdeli minarenin şerefe kısmı zengin biçimde işlenmiş mukarnaslara oturmaktadır.
Şerefe korkuluğu mermerden oymadır. Tepesinde kurşun kaplı ahşap bir külah bulunur. Caminin kubbesindeki kurşun kaplamalar 2004 yılında, minare alemindeki kurşun kaplamalar ise 2009 yılında yeniden yaptırılmıştır.
ÖMER PAŞA MEDRESESİ
İlçe merkezindeki caminin hemen karşısındaki medrese: 1602 yılında, cami ile birlikte, Ömer Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yapı: 24 kubbeli ve 12 revaklıdır ve kesme taştan, dövme demirle yapılmıştır.
ABDAL MUSA TÜRBESİ
İlçe merkezine bağlı, Tekke köyündedir.
Abdal Musa, Bektaşi geleneğinin en ünlü erenlerindendir. Hacı Bektaş’ın dolaylı olarak müridi olan Babai-Abdal dervişlerindendir. 14’ncü yüzyılda Batı Anadolu’da büyük ün kazanmıştır. Bursa’nın fethinden sonra Finike’ye gelip yerleşmiştir. Kargusuz Aptal ile Abdal Musa’nın buluşma yeri de Turunçovada’ki Kafi Baba Tekkesi olmuştur.
Kafi Baba Türbesi: Güney duvarında niş barındıran dikdörtgen planı ve orta yere konulmuş ölü sandukasıyla sanki bir Roma anıt-mezarıdır. Tanrısal mekan içine yerleştirmiş kıymetli ölünün cesedi, tanrıya diğer insanlardan daha yakın olduğunu gösterip, aracı rolünü vurgulamaktadır. Yapı içinde: Kafi Baba Mezarı, dış yanında Hasan Dede mezarı ve yaklaşık 10 metre güneyinde daha aşağı seviyedeki diğer dervişlerin mezarları vardır. Antik Çağ Lykia’sında olduğu gibi burada da mezarlık, sanki ait olduğu topluluğun sosyal sınıflarını-statülerini belgelemektedir.
Sonrasında Kaygusuz Abdal Mısır’a gitmiştir. Elmalı Tekkesinin kurulmasıyla da Abdal Musa öğretisi Teke yaylası aracılığı ile tüm bölgeye taşınmıştır.
Evet, Elmalı Abdal Musa Tekkesinin kuruluşu ile bir belge bulunmamasına karşın 13’ncü yüzyılda kurulduğu düşünülür. 1874 ve 1910 yıllarında kısmi onarım görmüş, en son 1968 yılında Vakıflar tarafından kapsamlı onarımdan geçirilmiştir.
Elmalı Zaviyesi: Evliya Çelebinin anlatımına göre:” Yamaçta, Abdal Musa Vakfı’na ait 100 ev vardır. Burada yaşayanlar tekkenin yiyecek içeceğinden sorumludur. Köyün güneyinde büyük bir bağ ortasında, Abdal Musa’nın gömülü olduğu, altın alemli, sivri bir kubbe ile örtülü bir türbe bulunmaktadır. Türbenin çevresindeki bahçenin dışında misafirhane, mutfaklar, mescitler ve köşkler vardır. Türbenin 150 metre batısında, Abdal Musa’nın aşçısı Budala Sultan’ın türbesi bulunmaktadır. Gelip geçenlere nimetleri boldur. Başı, ayağı çıplak 300’den fazla derviş gece-gündüz ibadetle meşguldür. Söğüt, çınar ve kavak ağaçları altında fukaralar dinlenir. İçene sağlık veren bir su kaynağı, yanında da namazgah vardır. Binden fazla sığır, binden fazla koyun, 700 kısrak ve 7 değirmen vardır. Anadolu halkının inandığı bu sultanın birçok kerameti görülmüştür. Türbenin önünde, sonradan yapılmış bir ziyaretçi mekanı bulunur. Kırklar Makamı da, nefes almadan dolaşanların cennete gideceğine inanılan ritüel alanıdır. Türbenin içinde Abdal Musa, annesi ve babasının mezarları yer alır.
İçinde olduğu söylenen kutsal emanetler hakkında Hacı Bektaş Veli’nin dervişlerine şöyle anlattığı söylenir. “Beni ararsanız Abdal Musa’da bulun, dört emaneti de ona teslim edin”
Bahsedilen emanetler şunlardır: Kara Sancak, Mermer Çırak, Biat Değneği ve Hüccat. Bunlardan Hz Fatma’ya armağan kandil ile Hz Hüseyin’in şimşir değneği hala türbededir.
Antalya Elmalı Yedi Çınar
YEDİ ÇINAR
Çınar denilince, Elmalı yöresinde, 7 Çınar akla gelir. Ketencizade Ömer Paşa: Balkanlarda bir savaş kazandığında elde ettiği ganimetler ile, Elmalı’da bir cami ve külliye yaptırdığı bilinmektedir. Yine söylenenlere göre, dikilen bu çınarlar da, yine Balkanlardan getirilmiştir.
Yörede, çeşitli yerlerde bulunduğu ve bir kısmının kesilerek yok edildiği söylenen çınarlardan birini görmek isterseniz: Ketencizade Ömer Paşa camisinin önündekini görebilirsiniz. Buradaki çınar ağacı, yıllara ve olaylara meydan okuyarak, halen ayakta durmaktadır.
BEY HAMAMI
İlçe merkezinde, Ömer Paşa camisinin hemen batısındadır. Yapının, klasik dönemde yapıldığı düşünülmektedir ki, Ünlü gezgin Evliya Çelebi, yazılarında, bu hamamdan söz etmiştir. Hamamın yapılışı olarak: 16-17’nci yüzyıllar düşünülmektedir.
ÇATALÇEŞME
İlçe merkezinde, çarşı içinde, kesik minarenin hemen arkasındadır. Selçuklu dönemi yapısıdır. Çeşmenin üzerindeki kitabede, 1284 tarihi ve üç satırlık bir yazı görülmektedir.
Patara: 2020 yılında ülkemizde “Turizm Destinasyonu” seçilmiştir.
Bu doğa cenneti güzellikteki yere yani Patara ya ulaşım biraz problemli. Şöyle ki: elbette buraya geleceğiniz yer, ulaşım planı çizmek açısından önemli. Antalya yöresinden gelinecek ise: kıyı yolu takip edilebilir. Yani: Antalya-Kemer-Finike-Kaş üzerinden.
Bu yolun uzunluğu: yaklaşık 220 km. Ama: bu uzunluğu düşünüp, en kötü 3 saatte giderim demek mümkün değil. Çünkü: kıyı yolu, bazen viraj, bazen bir kenarı uçurum, bazen iniş, bazen çıkış, yani aslında yolcular için muhteşem doğa güzelliğini izlemek açısından çok güzel, ama sürücü açısından zor bir yol.
Antalya ve yöresinden buraya ulaşmanın diğer bir alternatifi ise: iç yolu kullanmak. Yani: Antalya-Korkuteli-Söğüt-Fethiye üzerinden buraya ulaşım. Bu yolda: 220 km. civarında, ama kıyı yoluna nispeten daha rahat bir yolculuk sağlıyor.
Bunun dışında, herhangi bir yerden buraya ulaşmak istiyorsanız: öncelikle, Fethiye’ye ulaşacak şekilde, yol planınızı çizmeniz gerek. Fethiye’den buraya ulaşım kolay. Ana yolda ilerlerken; “Gelemiş” yoluna sapacaksınız ve 5 km. lik yol, sizi Patara harabelerinin bulunduğu yere ulaştıracak.
Bunun dışında: bölgeye uzaklıklar şöyle. Muğla merkez alındığında: Ankara: 622 km. İstanbul: 780 km. ve İzmir: 225 km. Muğla-Fethiye arası uzaklık: 130 km. ve Fethiye-Kaş arası uzaklık ise: 103 km. Yani: Ankara-Kaş arası uzaklık, yani Patara’ya ulaşım: 860 km. civarında.
Patara: Kaş merkeze 45 km ve Kalkan merkeze ise 16 km uzaklıktadır.
Patara Kumsalı
GİRİŞ
Ören yerine giriş ücretlidir, müze kart geçerlidir. Kendi aracınız ile giderseniz, hemen girişte otopark bulunuyor.
Patara Sahili
GENEL
Patara; Antalya ilinin Kaş ilçesine bağlı Kalkan ve Demre arasında Ovagelmiş köyü sınırlarındadır.
Şehir ve liman, yaklaşık 3 km uzunluğundaki vadinin girişindedir.
Antalya-Muğla sınırını çizen, Eşen Çayının doğusunda bulunuyor.
Eşen Çayı dedim de, evet, bu çay, binlerce yıldır, buranın kaderini etkilemiş.
Kumsalı ikiye bölerek, denize dökülüyor.
Patara Kumsalı
Kumsalın 1’nci Bölümü
Kuzey-batı kesimi. Dağ eteğinden başlayan bu bölüm, Özlen Adası önüne kadar uzanıyor.
Uzunluk, yaklaşık; 6 km.
Genişlik ise: 40-50 m. arasında değişiyor.
Son derece düz ve alçak yükseltili bir kumsal.
Bu bölümün arkasında ise: hareketli kumullar dikkati çekiyor.
Burada: kumsal o kadar geniş ve büyük ki; bir zamanlar, Yeşilçam filmcileri tarafından “Çöl Sahneleri” burada çekilmiş.
Patara Kumsalı
Kumsalın 2’nci Bölümü
Kumsalın ikinci bölümü: güney-doğu yönünde uzanıyor. Uzunluğu: 6-7 km. kadar. Kumsalın bu bölümünde: genişliğin 20 metrelik kısmı, ıslak alan. Bu alanın genişliği, sürekli değişiyor. Bu alanın gerisinde ise: genişliği 500-600 metreyi bulan, hareketli kumul tepelerinin bulunduğu bölüm var.
Hafif meyille yükselen bir arazi var. Deniz sahilinden esen rüzgarlar: kumu, ovaya doğru ilerletiyor. Ancak: bu kumların içerilere hareketini önlemek için; Antalya Orman Bölge Müdürlüğü tarafından, 1986 yılından bu yana, bu bölgede, ağaçlandırma çalışmaları sürdürülüyor.
Çünkü: hiç bitmeyen rüzgar, bir yere yığdığı kumu, ertesi gün dağıtıp, başka yerlerde tepecikler oluştururmuş.
Bunu önlemek için; yeşil bir kuşak oluşturulmuş. Okaliptus ve Kıbrıs akasyaları dikilmiş.
Kumuldaki bu dikim, o kadar yoğun olmuş ki; yapılan iş erozyon kontrolün den çıkıp, orman oluşturmaya dönüşmüş.
Ama; elbette bu sonuçta, kumulun topraklaşmasını yaratmıştır.
Yeni dikilen ağaçlar, ortama yabancı olduklarından, son derece hassas olan kumul-su dengesi bozulmuş.
Ortamın doğal bitki toplulukları ise, bundan zarar görüyorlarmış. Neyse, bunları uzun uzun anlatmak niye?
Çünkü; burada yanlış politikalar uygulanıyor, umarım ileri de, bu güzel cenneti farklı şekilde görmeyiz.
Tedbir alırken, dengeleri bozmamaya çalışmak gerek.
Bence: halen çoğu yerde uygulandığı üzere, yer yer kamış perdeler, bu kumul hareketlerini önleyebilir.
Bir cümle ile bu konuyu bitireceğim. Bu bölgede; binlerce yıl önce, öyle muhteşem ormanlar varmış ki, bu ormanlarda bulunan Ladin ağaçları; Arap akıncılarının buralara kadar gelip saldırmalarına neden olmuş.
Gelemiş Köyü
Evet, burada, halen bir yerleşim yeri var. Gelemiş Köyü, burada. Kumsala: yalnızca 1.5 km. uzaklıkta.
Evet: burada, Gelemiş Köyü var dedim, ama aynı mekanda kurulu, yıllarca burada muhteşem bir medeniyetin tüm güzelliklerini yaşamış antik bir kent de var. Ayrıca: yine muhteşem bir deniz ve kumsal.
Tüm bunların yanında: kaplumbağaları da unutmayalım. Burası: aynı zamanda caretta carettaların üreme bölgesi. Bu özelliği: sizleri nasıl etkiler? Akşam saatleri ile, sabah saatleri arasında, plaja ve denize girmek yasak.
Tüm bu doğal güzelliklerin korunması amacıyla: Patara, 1990 yılında, Çevre Bakanlığı tarafından “Doğal Çevre Koruma Bölgesi” ilan edilmiş.
Patara Tarihi Süreç
TARİHİ SÜREÇ
Tarihi süreç incelendiğinde: Patara’nın en büyük özelliği: Zeus ile Letoon’un çocuğu olan, Tanrı Apollon’un doğduğu yer olmasıdır. Ayrıca: Saint Nicholas yani Noel Baba’da Patara şehrinde doğmuştur. Apollon, bir Anadolu tanrısıdır.
Homeros, İlyada Destanında; ondan, Işıklı anlamına gelen “Pholbos” ve “Ün salmış okçu, Lykia’lı Apollon” diye söz eder. Bu nedenle: Anadolu’lu Tanrı, kardeşi Artemis ile birlikte, bir Anadolu kenti olan Troya’ya daima yardım etmişlerdir.
Lykia; antik çağlarda, ışık ülkesi anlamında kullanılmış ve onun baş tanrısı Apollon da, ışık soylu olarak algılanmıştır. Bu nedenle: şehirde, günümüze kadar henüz bulunamayan, Büyük Apollon Tapınağı’nın ve kehanet merkezinin, Patara’da bulunduğuna inanılıyor.
Buradaki şehri: Su perisi “Lykia” ile tanrı Apollon’un oğlu “Patarus” un kurduğuna inanılıyor. Ne zaman? MÖ.8’nci yüzyıldadır. Bu tarihe ait, değişik belgeler bulunmuştur. En önemli belge ise: Hitit belgeleridir.
Hitit kaynaklarında, kente: “Patar” ismi verilerek, bilgiler aktarılmıştır. Şehrin ismi Likya dilinde ise “Pttara” olarak geçer. Arap kaynaklarında ise Patara “Batara” olarak isimlendirilir.
Evet, Patara Likya uygarlığının başkenti ve aynı zamanda en önemli şehirlerindendir. Özellikle Likya yöresinde oy hakkına sahip olan 6 şehirden biri olması nedeniyle önemlidir. Likya birliği toplantıları, burada bulunan Meclis Binasında yapılıyordu.
Patara’da günümüzde ayakta kalarak gelen kalıntıların birçoğu Roma dönemine aittir. Büyük İskender ve Roma İmparatorları Hadrian ve karısı, şehre çok önem verirler.
Son yıllarda yapılan kazılarda: Ören yerinde “Likya Birliği Meclis Binası” ve “Dünyanın en eski Deniz Feneri” ortaya çıkarılmıştır. Meclis Binası: dünya üzerinde bilinen ilk Parlamento olması nedeniyle şehrin önemini arttırmaktadır.
Erken Hıristiyanlık döneminde, şehir Piskoposluk merkezidir.
Patara Limanı
Patara, aslında bir liman kentiymiş. Patara Limanı: Hububat deposu ve sevki açısından oldukça önemliydi. Doğu Akdeniz’de bulunan üç önemli Hububat Depolarından biri olan “Granarium” burada bulunuyordu.
Liman: 400 metre genişlikte ve 1600 metre uzunluktaydı. Ancak: Patara Limanı, zaman içinde Xanthos (günümüzdeki ismiyle Eşen) çayı tarafından getirilen alüvyonlarla dolunca, günümüzdeki görüntüsü almıştır.
Öte yandan, sadece alüvyonlar değil, rüzgarlar da kumsalı taşımış ve liman dolmuş, kent de kumların altında kalmıştır. Limanın dolmaya başlaması ve teknelerin yanaşmakta güçlük çekince, ticaret zayıflar, bataklık oluşur, sivrisinekler artar, sıtma çoğalır ve bölgedeki diğer tüm antik kentlerin kaderi, burada da gündeme gelir.
Patara giderek önemini kaybetmeye başlar.
Öte yandan, bu kumlar, aynı zamanda şehirdeki birçok yapının sağlam olarak günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Çünkü kumlar altındaki yapılar yüzyıllar boyunca sağlam kalmış ve arkeolojik çalışmalarla bu kumlar temizlenerek, şehrin kalıntıları ortaya çıkarılmış ve çıkarılmaya devam edilmektedir.
Son bir not: Patara Limanını hakkında önemli bir husus: Hz İsa’nın havarilerinden Aziz Paulos, Luke ile birlikte Roma’ya doğru yola çıkmak için Patara Limanından gemiye binerler. Patara’da kaldıktan sonra yolun devam etmesi, Patara’ya “İncil” de adı geçen kentlerden biri olma özelliğini kazandırmıştır.
Bu bölümde: Havari Paulos’un arkadaşı Luke ile 3’ncü seyahatleri sonunda, Miletos’tan Kudüs’e dönerken Patara’da kaldıkları ve buradan muhtemelen daha büyük bir gemiye binerek seyahatlerine devam ettikleri anlatılmaktadır.
KONAKLAMA
Konaklama için birçok seçenek bulunuyor. Tesislerin büyük çoğunluğu: pansiyon ve apartlardan oluşmuştur.
Yani: konaklama için herhangi bir sıkıntı yoktur. Yalnızca: konaklama tesisleri, plaj alanının dışında. Tesis seçerken: plaja mümkün olduğunca yakın olanı seçmeniz, konaklama tesisini seçiminizde etken olabilir.
Patara Kaplumbağalar
KAPLUMBAĞALAR
Bir zamanlar çakalların yemek listesinde olan caretta carettaların nesli tehlikeye girince, Dünya Doğayı Koruma Birliğinin yayınladığı listede yer almaya başlamış Patara. Akdeniz sahilinde, Dalyan’dan sonra, caretta carettaların ikinci önemli üreme alanı olan Patara sahilleri, nesli tükenmekte olan yeşil kaplumbağaların da, ender görüldüğü yerlerden biri.
Bu nedenle: kaplumbağaların ürküp kaçmamaları için, akşam saatlerinden sabah saatlerine kadar, plaj bölgesine ve denize girmek yasaktır.
Patara Gezilecek Yerler
GEZİLECEK YERLER
Günümüzde Patara kentinde görülebilecek antik kalıntıların büyük çoğunluğu, hala kumların altındadır.
Ancak son yıllarda yapılan arkeolojik çalışmalarda, kent, üzerini örten kumlardan arındırılmaya başlanmıştır. Eski liman, günümüzde sulak alan durumunda yani ortada yoktur.
Kent, gerçekten büyük bir alana kurulmuştur. Merkezi oluşturan geniş alan, sık bitki örtüsü, bataklık ve kum altındadır. Bu doğal doku, kentsel dokuyu gizliyor. Ama yine de görünen kalıntılar ile, kent, tam bir Romalı görünüm sergilemektedir.
Aracınızı otoparkta bıraktıktan sonra, biraz yürümek gerekiyor. Özellikle yaz sezonunda burayı ziyaret ederseniz, gezinize mutlaka şapka ve yanınızda su ile çıkmalısınız. Aşırı bir sıcak olduğunu unutmayınız.
Evet, kaldırım taşlı yürüme yolunda hediyelik eşya satan yerler vardır. Ayrıca bu yolun sonunda kafe tarzı yiyecek ve içecek yerleri, tuvalet, duş alma yerleri bulunuyor. Şezlong ve şemsiye kiralayabiliyorsunuz. Ama yanınızda portatif sandalye ve şemsiye varsa onları kullanmakta serbesttir.
Ören yerine giden yolun, limana bakan yamaçlarında anıt mezarlar bulunuyor.
Bu mezarlar, Likya tipi Roma dönemi mezar anıtlarıdır.
Yoldan geldiğinizde, ilk olarak kemerli ve bütün olarak korunmuş bir giriş kapısı sizi karşılar. Bu: Roma dönemi Zafer Takıdır.
Patara üç gözlü zafer takı
ROMA ÜÇ GÖZLÜ ZAFER TAKI (METİUS MODESTUS)
Kentteki, Roma kalıntılarının en görkemlisidir. MS.1’nci yüzyılda yapılmıştır. Kente girişin simgesidir. Üç gözlü. Roma tarzında yapılmıştır. Kapının her iki yanında ve kemerlerin arasında yazıtlar var. Ayrıca: burada, üstlerinde, geçmişte büstler bulunan, altı konsol görülüyor.
Büstler: Lykia’nın MS. 100 yılında valisi olan Mettius Modestus ve onun aile üyelerine aittir. Yapı da, bu bilgilere göre tarihleniyor.
Kuzey cephesindeki bir yazıtta, Zafer Takının: “Lykia’ nın metropolü Patara halkı tarafından “ inşa ettirildiği yazıyor. Bu tak, aynı zamanda, Patara’ya su getiren kanallar içinde kullanılmış.
Patara üç gözlü zafer takı
Evet: bu kapının, batı kısmına doğru ilerliyorsunuz. Bir alçak tepe göreceksiniz. Bu tepede: klasik döneme ait, yüksek kaliteli attika seramikleri bulunmuş.
Patara Seramik Fırınları
SERAMİK FIRINLARI
Tapınak ile kaya mezarları arasından, sahile kadar inen asfalt yolun hemen doğu kenarında. Burada: beş adet fırın bulunmuş. Bunların kapsadığı alan: 21 x 12 metre ebatlarındadır. Kazı çalışmaları sonucu: bu alanın, MS.3 ile 6’ncı yüzyıllar arasında, faal olduğu sanılıyor.
Ocak ve fırın ağızlarının tabanı: tuğla plakalar ile döşenmiştir. Kentte; bu büyük ölçüde bir seramik üretim kompleksinin çıkarılmış olması: hem Patara ve hem de Lykia bölgesi için önemlidir.
Çünkü: Lykia bölgesinde devam eden kazı çalışmalarında, henüz, seramik üretimine dair herhangi bir tesis bulunamamıştır.
Bu alanda: yani: Zafer Takı’nın üzerinde bulunduğu tepede: aynı zamanda, uzun zamandır kayıp olan: Apollon Tapınağının bulunduğu sanılıyor.
Çünkü: burada yapılan kazılarda, büyük bir Apollon başı ele geçirilmiş. Ama daha önce de söylediğim gibi; henüz bu alanda da tam olarak kazı çalışmaları yapılmış değil.
Tepenin güney eteklerinde: bir yapı var. Kemerli bir çatının birbirine bağladığı, iki odadan oluşuyor. Bu yapı: arkeologlar tarafından, değişik şekillerde yorumlanmış. Hamam veya tersane olabileceği değerlendirilmiş, ancak kesin bir kanıt yok. Çünkü: oldukça kötü bir durumda.
Tepeye doğru ilerlediğinizde: muhteşem bir yapı olan Bizans Bazilikası ve kutsal alanları göreceksiniz. Batı’daki tapınak yapısı: daha da etkileyici. Ancak; yabani bitki örtüsü sarmış durumda.
KORİNT TAPINAĞI
Antik kentte, bugüne dek bulunabilmiş tek tapınak olması açısından ilginçtir. Muhteşem taşlardan yapılmıştır. MS.2’nci yüzyıla tarihleniyor. Kapısı: 6.10 metre yüksekliğinde, tek bir odası var. Duvar sıvaları üzerinde: çok zengin mimari süslemeler var.
Temizlendiğinde; ortaya daha güzel bir görüntünün çıkacağı kesin. 13 x 11 metre ebatlarındaki bu tapınağın, kime ait olduğu hakkında bilgi yok.
Evet; Bazilikanın güneyinde (Tepecik’in güney topuğunda) , daha iyi korunmuş olan: hamam yapısı var. ( Hamam yapısı: Zafer Takının hemen yanındaki Roma Lahdinin batısında kalıyor. )
Patara Liman Hurmalık Hamamı
LİMAN-HURMALIK HAMAMI
Diğer hamamlara nazaran, Limana en yakın hamam olması nedeniyle, Liman Hamamı olarak isimlendirilmiştir. Önünde yüzlerce yıllık hurma ağaçları bulunması nedeniyle “Hurmalık Hamamı” olarak da isimlendirilir. Limana yapılması sebebi, Romalılar şehirlerin hemen girişine, şehre gelenlerin yıkanıp temizlenmesi için hamamlar yapmışlardır.
Hamamda bulunan yazıtta yazılı olduğuna göre: “Hamam, yüzme havuzları ve ek dekorasyonları ile birlikte, İmparator Vespasianus (MS.69-79) tarafından, bu amaç için ayrılmış kaynak ve Lykia Birliği tarafından bağışlanmış para kullanılarak inşa ettirilmiş”. Bizans döneminde de kullanılmıştır.
Etkileyici mimarisi var. Kentin en alımlı yapılarından biridir. Yan yana dizili, dikdörtgen, 5 mekandan oluşuyor.
Bu mekanlar: birbirlerine kapılar ile birleşiyor. Doğu uçtaki iki küçük odada: fırın bulunuyormuş. Tabanı iri taşlar ve mozaiklerle süslüdür.
Duvarlardaki çok sayıda delik; mermer ve bronz kaplamaları tutturmakta kullanılmıştır.
İçinde bir yüzme havuzu da bulunan, doğudaki eklenti, çökmüş durumdadır. Hamamın güneyinde: tuğla örgülü ve tonoz örtülü dükkanlar var. Hamam yapısı: yanındaki devasa bitkiler nedeniyle: Hurmalık Hamamı olarak da isimlendiriliyor.
YOL KLAVUZU-PATARA YOL ANITI-STADİASMUS PATARENSİS
Hamamın 100 metre ilerisindedir. Son yıllardaki kazılarda ortaya çıkarılan, ilginç bir buluntu daha var. Bu bir yol kılavuzudur.
Roma Lykia’sının en önemli yazıtlarından biridir. Yüzyılın en önemli buluntuları arasında sayılan bu ünit anıt, 10 blok taş katından oluşan ve kaidesi ile birlikte 6.04 metreyi bulan, 2.35 x 1.60 metre ölçülerinde dikdörtgen bir gövdeye ve en üstte muhtemelen altı imparator Claudius yontusuna sahiptir. Claudius’un askeri operasyonlar amacıyla Lykia’ya gönderdiği Vali Veranius tarafından MS 46 yılında inşa ettirilmiştir.
Anıt ve yazıtları işlevsel olarak üç amaca hizmet etmektedir. Ön yüzdeki ithaf yazıtı dikkate alındığında, bu monumental heykel kaidesinin İmparator Claudius onuruna dikilmiş bir anıt olarak kabul etmek gerekir. Yazıtta: kendilerini Roma dostu ve İmparator sever müteffikler olarak tanımlayan Lykia’nın yeni sahipleri, kurtarıcı olarak gördükleri imparator karşısında tam bir teslimiyetçi üslup kullanmaktadırlar. Bu ifade tarzı, hiç kuşku yok ki bir zamanlar kaidenin üzerinde süvari olarak betimlenmiş olan heybetli imparator heykeliyle iletişim içindeydi. Anıtın önünde duran bir kimse, gözle gördüğü ve yazıtla algıladığı ön yüzdeki bu kompozisyonu sadece ve sadece emperyal bir iradenin hakimiyet talebi olarak anlamak zorundaydı.
Sol yan düzdeki 1-8 satırlar dikkate alındığında: anıtı Claudius’un talimatıyla askeri vali Quintus Veranius tarafından eyalet çapında gerçekleştirilen bir yol inşaat yazıtı olarak değerlendirmek mümkündür.
Hemen bunun altında başlayan ve sağ yan yüzdeki devam eden liste ise eyaletin tamamını kapsayan resmi bir itinerar (yollar) envanteridir. Yani, bir ititeraria (seyahat rehberi) ya da bazı çevrelerce kullanıldığı gibi bir “Yol Klavuz Anıtı” kesinlikle değildir. Genel bir değerlendirme yapılacak olursa: Stadiasmus Anıtı emperyal bir iradenin sonucunda askeri işgal amacıyla ülke çapında yapılan yolların resmi envanteri olup, pratik amaca hizmet etmeyen, emperyal bir eylemin demonstasyonu ve yerli ahaliye bu yolla verilen tehditkar bir mesajdır.
Yani, hem imparatoru onurlandıran bir yol inşaatları anıtı hem de güzergahları ve üzerindeki yerleşimleri sırasıyla vererek ve aralarındaki mesafe bilgilerini sunarak dönemin yolcularına rehberlik te yapmaktaydı.
Anıtta: Patara’dan 3 yöne (Batı, Kuzey ve Doğu) ilerleyen ve bu ana güzergahlara bağlanan tali yollardan oluşan Lykia yol ağı, kent sırasıyla anlatılmaktadır. Üç yazılı yüzün iki uzun yanında, 65 güzergah yer alan 53 antik kent sırasıyla ve aralarındaki mesafeler stadia bazında Eski Yunanca ile yazılmıştır. Örneğin: Limyra’dan Korydalla’ya 56 stadia ya da Balboura’dan Kibyra’ya 126 stadiadır.
Yazıtlarda yol sırasıyla anılan “Trmmili” ise, Lykialıların kendilerine “Trmmili” derken nereden bahsettiklerini anlamayı sağlar. Trmmili: günümüze adı değişmeden gelen Dirmil. Bu anıt-belge sayesinde bugüne dek adı bilinmeyen ya da yanlış bilinen kentlerin isimleri bulunmuş/doğrulanmıştır.
Lykia yol ağı çoğunlukla öğrenilmiştir. Kaunos’tan Attaleia’ya kadar, Teke yarımadasını içine alan en kuzeyden Kibryra ile sonlanan bir alandaki, şimdiki 53 yerleşim, bağlantısındaki güzergahları ile tüm Lykia eyaletini kapsamaktadır.
Evet, Hamamın güney duvarını takip ederek ilerleyen bir cadde göreceksiniz.
Patara Sütunlu Cadde
SÜTUNLU CADDE (HADRİAN GRANARİUMU)
Bu cadde: kentin omurgasını oluşturuyor.
Kuzeybatıdaki Limanı, güneydeki Devlet Agorasına bağlıyor.
Ancak, günümüzde, bataklık suyu içinde kalmış olması nedeniyle, yalnızca 100 metrelik bölümü açılabilmiştir.
Genişliği: 12.60 metredir.
Anadolu’nun en geniş ve iyi korunmuş caddelerindendir.
Doğu kenarına: 1.50 metre genişliğinde, bir yaya kaldırımı döşenmiştir.
Caddede: araba tekerlek izleri yoktur.
Altından ise, kanalizasyon geçiyor. Cadde üzerinde, bu kanalizasyon sistemi ile bağlantı için: atık su ağızları yapılmıştır.
Her iyi yanı: sütunlarla sınırlandırılmıştır.
Bunların oluşturduğu, üzeri örtülü bölümün arkasında dükkanlar bulunuyor. (Hamamın güneyindeki dükkanlar)
Burada: hamama yakın yerde: dikkatinizi çekebilecek bir çukur var.
Ortaya yakın yerde, döşemeler sökülerek açılmıştır.
Çapı: 3.50 metre derinliği ise 1.50 metredir.
Bu çukurun: hamamı süsleyen heykelleri ve iç duvarları kaplayan mermer levhaları; Hıristiyanlık döneminde kirece dönüştürmek için yapıldığı söyleniyor.
Onca muhteşem sanat eseri, bu çukurda yakılarak kirece dönüştürülmüş.
Tepenin yamacında: kuzeydoğu eteğinde: Tiyatro var.
Patara Tiyatro
TİYATRO
Kent merkezinin güney ucundaki Kurşunlutepe’nin rüzgara karşı korunaklı kuzey yamacındadır. Oldukça görkemli bir görüntüsü vardır. Kent merkezine gelenler, uzaktan görkemli tiyatroyu görebiliyorlardı.
Anadolu’nun en büyük tiyatroları arasında sayılmaktadır, üzerindeki kumlar nedeniyle gayet iyi bir şekilde korunarak günümüze ulaşan tiyatro, kumların temizlenmesiyle ortaya çıkarılmıştır.
Tiyatro büyük olasılıkla MÖ 2’nci yüzyılda veya en geç MÖ 1’nci yüzyılda yapılmıştır.
Polyparkhen yazıtından anlaşıldığı üzere: İmparator Tiberius döneminde onarım görmüştür.
Villus Titlanus ile eşzamanlı olarak Cladius Plavianus Eudenus isimli Patara vatandaşı da tiyatronun Caveasına üst bölümü ekletmiş, köşe destek kuleleri ile tapınak taptırmıştır.
Erken Doğu Roma döneminde, oturma sıraları ve orkestra arasına ikinci kez kullanılmış devşirme malzemeden bir duvar örülmüştür. Böylece ortadaki alanda gladyatör ve vahşi hayvan döğüşleri yapılmıştır.
Patara Tiyatro
Mimarisi
Tiyatronun özünü oluşturan ve yarım daireyi biraz aşan 80 metre çapındaki kollon (oturma yuvarlağı), her iki ucunda da kulo gibi görünen güçlü duvarlarla desteklenmiştir.
Cavea Bölümü
Tiyatro yaklaşık 6000 kişinin oturabileceği Caeva, bir diazoma (açık koridor) ile ikiye ayrılmıştır.
Bi diazoma’da sıralanan koltuklarda, kentin ileri gelenleri oturuyorlardı.
Tiyatro, üst bölümde 14, alt bölümde 23 ve bir tanesi de tasarlanmış olarak 38 oturma sırası vardır.
Cavea, altta 9 merdivenle, 8 dilime ayrılmıştır. Bu dilimler, üstte kendi içlerinde bir kez daha bölünürler. Üst bölümde, ayrıca doğu ve batı yanlarda merdivenle ulaşılan, tonoz örtülü koridorlar vardır.
Seyircilerin güneşten korunması için bezden gölgelikler kullanılmıştır.
Oturma sıralarının en üstünde, orta aks bölümünde bir tapınak vardır. Bir tanrıya veya İmparator kültüne adanan bu tapınak, Patara Tiyatrosundaki önemli mimari uygulamalardan biridir.
Sahne Binası
Sahne binasının uzunluğu 41.50 metre ve genişliği 6.50 metredir. Bağımsız ve alttan bir hyposksion olmak üzere 2 katlı tasarlanmıştır. Sahne binasının, oturma yerlerinden bağımsız olarak düzenlenmesi ilgi çeker.
Alt katta. sahneye açılan 5 kapı ve pencereler bulunur. Üst katta, yine kemerli pencereler vardır.
Sahne binasının dış doğu dar cephesi duvarı üzerinde bulunan anıtsal yazıtta: “Patara vatandaşlarından biri olan Villi Procula’nın, babasının inşa ettirdiği Proskene Binası, heykelleri ve mermer kaplamaları ile kendi inşa ettirdiği sahne binasını, MS 147 yılında, Patara şehrine, İmparator Antonius’a ve şehrin tanrılarına adamıştır” yazar.
Yani: Sahne binası yapımına, Villus Titlanus başlamış, ancak MS 126 yılında ölünce, kızı Villa Procula devam ettirmiş ve MS 147 yılında tamamlatmıştır.
İç duvarın cephesini bezeyen görkemli mimari yapılanmanın önünde, oyunların sergilendiği bir sahne vardır.
Sahne binası ile oturma yeri arasında kalan yuvarlak alana giriş: hem yanlardan hem de sahne binasının dış yüzü ortasından açılmış özel bir kapıdan sağlanır. Girişlerde tonoz örtü yoktur.
Doğu girişinde, duvara kazınan bir yazıtta “İmparator Tiberius döneminde (MS 14-37) Tiyatroda, Tanrı Apollon’un rahibi olan Polyperkhon tarafından yaptırılan bir onarımdan söz edilmektedir. Yani bu durumda, tiyatronun ilk yapım tarihinin daha da eskilere dayandığından söz etmek mümkündür.
Kuzeye dönük ve cephe, hareketli mimarisi ve başta sütunlar olmak üzere diğer süsleyici unsurları ile tiyatro mimarisinde çok az görülen bir uygulamadır.
Tiyatro: 1884 yılında büyük bir depreme maruz kalır.
SU SARNICI
Bu yapı: çapı ve derinliği : 9 metre olan, dairesel formlu bir kuyudur.
Kuyunun tam ortasında: taştan yapılmış bir ayak yükseliyor. Bu ayak: zeminden itibaren 1.8 metre yükseklikte. Özenle kesilmiş, kare taş bloklardan oluşuyor. Her bir sırada: 3 blok var. En alttaki 9 sıra, çok iyi korunarak günümüze kadar ulaşmış.
Kayadan kesilerek yapılmış, dik merdivenler ile aşağıya iniliyor.
Evet, bu kuyunun işleviyle ilgili olarak değişik görüşler ortaya atılmış. En mantıklı görüş: kuyunun bir sarnıç olduğu yönünde. Ayağın amacı: yaz sıcağına karşı, çatı örtüsünü taşıyıcı bir eleman olması.
Bu tür bir sarnıç: erken dönemde, Patara için çok büyük önem taşıyordu. Çünkü: şehir, neredeyse tamamen, akan sudan yoksundu. Ancak, çok sonraları, şehir, su kemerleriyle beslenebilmişti. Çok sonraları ise, bu sistem eskiyince, sarnıca ekler yapılarak bir kez daha hizmete sokulmuştur.
Evet, Tepeden iniyoruz. Tiyatronun kuzey karşısında; yine muhteşem bir yapı var.
Patara Meclis Binası
Patara Meclis Binası
MECLİS (BLOULEUTERION) BİNASI
Anadolu’da bilinen en eski yönetim binasıdır. Likya birliği: yapısı ve Anayasası ile, batı yönetimlerine örnek gösterilmektedir. Bu özelliği ile, dünyada tektir. Birlik Anayasası: antik dünyanın en mükemmelidir.
Kazı çalışmaları sonucu: yapının, dikdörtgen bir temel üzerinde yükseldiği ve batı yönünden, bir doğal kaya ile sınırlandırıldığı anlaşılmıştır. Kapasite: 1400 kişiliktir. Ana girişler: kuzey ve güney yönlerindedir.
Üst oturma guruplarına rahatlıkla ulaşılması için: ana girişlerin hemen yanında, merdiven çıkışları bulunmaktadır. Yapının tam merkezinde: mermer döşeli, küçük bir orkestra ve onun hemen önünde sahne binası konumlandırılmıştır. Bu binanın: Lykia Meclis binası olarak; MS.4’ncü yüzyıla kadar hizmet verdiği tespit edilmiştir.
1988 yılında başlayan kazılarda ortaya çıkarılan bu görkemli yapının; meclis binası olabileceği düşünülmüştür. 1996 yılındaki kazılarda ise; ortaya çıkarılan yapı ve önündeki stoada ele geçirilen çok sayıdaki yazılı kaide; bu görüşü doğrulamıştır.
Meclis Binasının iç kısmı; 2001-2006 yılları arasındaki kazılarda, tamamen temizlenmiştir.
Evet: Tepedeki gezimiz bitti. Liman ağzına iniyoruz. Liman ağzının batı tarafında: ilginç bir yapı göreceksiniz.
Patara Deniz Feneri
Patara Deniz Feneri
DENİZ FENERİ
Binlerce kamyon dolusu kumun altından gün ışığına çıkarılan deniz feneri, deprem sonucu yıkıldığı şekilde ele geçmiştir.
Dünyanın en eski deniz feneridir. “Pharos” olarak da isimlendirilmektedir. Dünyanın en eski deniz feneri, Mısır’daki İskenderiye Feneridir, ancak bu fenerden günümüze tek bir yapı taşı bile kalmamıştır.
Akdeniz’de ayakta kalarak günümüze ulaşan tek deniz feneri ise, İspanya Lacarunya kentindedir. Ancak bu fener de 19’ncu yüzyılda yeniden inşa edilmiştir, yani günümüzdeki şekli orijinal değildir.
Patara deniz feneri ise, yapı taşlarının tamamı günümüze ulaşmıştır.
Evet fener günümüzde kıyıdan ortalama 500 metre uzaklıktadır. Dış yuvarlağın limana dönük yüzüne, altın kaplama büyük bronz harflerle İmparator Neron’un bu feneri “Denizcilerin Selameti için MS 64/65 yıllarında yaptırdığının” yazıldığı onur yazıtı yerleştirilmiştir.
Ancak yazıtından çok az blok ele geçmiştir. Şöyle ki, ele geçen blokların her biri sadece birkaç harf taşımaktadır.
Fakat korunmuş tek sözcük “İnşa edildi” kısmıdır. Harflerin oyuklarında bulunan delikler, bunların bronz çubuklarla doldurulduğunun göstergesidir.
İmparator Neron, yaklaşık 2000 yıl önce, Patara şehrine iki deniz feneri yaptırmıştır. Ancak bu fenerler, bir Tsunami sonucu yıkılmıştır. Günümüzde burada görülen tek fener kalıntıları onarılmayı beklemektedir.
Fener ilk yapıldığında yani 1834 yılındaki depremde yıkılmadan önce, dikdörtgen şeklinde ve basamaklı bir kaide görüntüsündeymiş. Ancak bu gün basamaklar üzerinde yükselen dairesel bir yapısı vardır.
Bu fener binası, muhtemelen limanın girişinde, uzun zaman önce kumlar altında kalmış olan bir mendirek üzerinde bulunmakta idi.
Liman bölgesindeki gezimize devam ediyoruz. Kuzeye gidiyoruz ve burada bir yapı var.
HADRİANUS (GRANARİUM) AMBARI
Cephesi üzerindeki yazıttan:”Hadrianus Ambarı” olduğu öğreniliyor. Anadolu’nun buğdayının özellikle Roma’ya sevk edilmesinde kullanılmış. Doğu Akdeniz’de, bu amaçla yapılmış, 3 ambardan biri.
Çatısı dışındaki bölüm, günümüze kadar gelebilmiş. Burada da, yabani otlar, büyük engel oluşturuyor. Yapı: 60 metre uzunluğunda ve 19 metre genişliğinde. Eşit büyüklükte, 8 oda var. Bu odalar: orijinalde, kemerli ve kapılar aracılığı ile, birbirlerine bağlanıyorlar.
Binanın cephesinde: her bir odaya açılan: 8 kapı bulunuyor. Her kapının üzerinde ve üst kata denk gelecek şekilde bir pencere bulunuyor. Ön cepheden görünüş iki katlı gibi ise de, aslında iç kısım yalnızca bir tek kat halindedir.
Evet, ambarın yanında, bir zamanlar gayet gösterişli olduğu belli olan, bir mezar kalıntısı var. İri ve gösterişli taşlarla yapılmış. Tapınak formunda, Liman tarafındaki basamaklardan çıkılıyor. Ön cephesinde: 4 sütun var.
Duvarlarından biri, günümüze kadar ayakta kalabilmiş. Dış yüzey: yarım sütunlarla süslü. Ayrıca: işlemeli, panellere sahip. Kemerli çatının bir kısmı ayakta kalabilmiş. Kapılardan ise, yalnızca biri, yarısına kadar ayakta kalarak, günümüze ulaşmış.
Bu civarda başka mezar yapıları da var. Bunların bazıları, kavisli kapağı olan lahitler. Köye kadar olan yolda; çeşitli büyüklükteki birçok mezar anıtlarını görmek mümkün.
Patara Plajı
PATARA PLAJI
Antik kalıntıların hemen güneyinden başlar.
Forbes Dergisinin “Dünyanın en iyi 25 Plajı” listesi içinde; evet, Patara da var. İngiliz Sunday Times Gazetesi, Tatil Ekinde, 100 den fazla tur operatörlerine “Gezegendeki en iyi plaj hangisi” sorusu yöneltildiğinde, oyların yarısından fazlasını alan, yine Patara Plajı olmuş. Evet: Patara, açık ara fark ile birinci olmuş.
Kalıntıların hemen güneyinde bulunan kumsal: 16 km uzunluktadır. Dünyanın en uzun 11’nci sahilidir. Kumsalın; bu boyutlarda büyük olması; günümüzde, naturist ve nudistlerin, rahatlıkla, çıplak olarak “yüzüp güneşlenebildikleri “ bir sahil olarak, burayı seçmelerine neden oluyor.
Patara Plajı
En dar yeri 280 metre ve en geniş yeri ise 1500 metredir.
Bu ölçülere göre, Türkiye’nin en uzun kumsalıdır.
Kumsal: Caretta Caretta kaplumbağalarının yumurtlama alanıdır. Bu yüzden Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edilerek koruma altına alınmıştır. Akşam saatlerinde plaja girmek yasaktır.
Plaja girmek ücretlidir.
Patara antik kentinin içinden geçip plaja ulaşılmaktadır. Sahilde şezlong ve şemsiye isterseniz ilave ücret ödemeniz gerekir. Plaj her gün saat: 08.00-20.00 arasında insanlar ve saat 20.00-08.00 arasında ise deniz kaplumbağaları tarafından kullanılmaktadır.
Patara Plajı
Deniz özellikleri
Deniz sığdır. Ancak deniz oldukça fazla dalgalıdır, sığ olduğundan dalgalar kıyıyı oldukça fazla etkimemektedir. Dalgalar kum kaldırıyor. Bu yüzden deniz çok kumludur. Dalgaların boyu çoğu zaman 1 metreyi buluyor.
Dalgalar denize girenlere soluk aldırmıyor, metrelerce, insan boyunu geçmeyen deniz, yine de insanı aşan dalgalar yaratıyor olması, deniz severleri her yıl Patara sahillerine taşıyor.
Evet; deniz sığ. Deniz içinde, metrelerce ilerleyin, derinliğin dizlerinizi geçmediğini göreceksiniz. Deniz içi de kum. Ancak: söylediğim gibi, sürekli olarak denizden esen bir rüzgar var. Ayrıca: sürekli bir dalga var.
Yani: denizin içine oturup, bu dalgalarla oynaşmak, gerçekten büyük keyif veriyor. Küçük çocuklu aileler için, denizin sığ olması avantaj ama söyledim ya, deniz dalgalı. Bu dalgalar, bazen rahatsız edici olabiliyor.
Denizde hiç durmayan rüzgar nedeniyle, bölge özellikle rüzgar sörfü için de çok tercih edilmektedir.
Patara Plajı
Kumsalın özellikleri
Kumsal oldukça geniştir ve ince kumludur. Aynı zamanda: Caretta Caretta deniz kaplumbağalarının Türkiye’deki önemli üreme alanlarından birisidir. Bu yüzden, burada kuma şemsiye saplanmaz.
PATARA CAMEL CAMPİNG
Gelemiş Köyündedir.
İşletme önce bar olarak kurulmuş, daha sonra barın karşısındaki alan düzenlenerek kamp alanı haline getirilmiştir. Çam ağaçlarının içinde kuruludur. Kamp alanında: bungalov evler, barberü ve ahşap sedirler bulunur.
Ayrıca: ortak kullanıma yönelik tuvaletler ve duşlar vardır. Karavanlar için de uygundur. Kamp alanında konaklarken elektrik ihtiyacınızı sadece Camel Bar denen yerden karşılayabilirsiniz. Kamp alanında, mutfak da yoktur.
SONUÇ
Evet; Patara’da sizleri neler bekliyor? Patara’da neler görebilirsiniz? Güzel bir kumsal, güzel bir deniz arıyorum. Sığ, hemen derinleşmeyen bir deniz arıyorum. Rüzgar sörfü yapılabilecek bir deniz arıyorum. Sessiz, sakin ve kalabalık olmayan bir kumsal ve deniz?
Patara’da muhteşem bir plaj, kumsal ve deniz var. Özellikle: denizin tadına doymak mümkün değil. Muhteşem büyük kumsal: insan kalabalığı yaratmaması nedeniyle, sakin ve sessiz. Bunun dışında: tarihe ve antik kalıntılara merakınız varsa, burası tam size göre. Antik çağlarda, burada, çok büyük bir medeniyet kurulmuş.
Tarihin derinliklerinde gezmek ve o büyük medeniyetin izlerine ulaşmak, o insanlarla aynı toprağa basmak, aynı havayı solumak, aynı mekanları, günümüze kadar gelebilmiş hali ile yaşamak istiyorsanız, işte size tam uygun bir yer Patara.
Mutlaka gidin.
Ama, burada eğlence hayatı yok. Ayrıca: tarihi mekanları gezmek için, Temmuz ve Ağustos gibi aşırı sıcak ayları tercih ederseniz, terlememek elde değil.
Özellikle: gezinizde, yanınızda mutlaka su bulundurun. Çünkü: antik dönemde, binlerce yıl susuzluk sıkıntısı yaşanan bu bölgede, halen tek damla su bulmak mümkün değil.
Uçsuz-bucaksız kumsallardan, sığ denize girip, dalgaların keyfini yaşayabilirsiniz. Tarihi mekanlar arasında dolaşıp, yüzyıllar öncesi yaratılan muhteşem uygarlığın izlerini sürebilirsiniz.