Kaş

Kaş

Kaş; daracık, sarmaşıklar ile kaplı sokakları, başka yerde tatmanın imkansız olduğu Kaş a özgü lezzetleri ile tatilcilerin vazgeçemediği küçük bir beldedir Kaş.

Ama, muhteşem bir güzellik, küçük ama sakin, güzel bir belde. Tam bir tatil yeri.

Kaş

ULAŞIM

İstanbul-Kaş arası uzaklık, yaklaşık:950 km. dir. Antalya-Kaş arası uzaklık: 198 km. dir. Ankara-Kaş arasında uzaklık: 741 km. dir.

Kaş’ın çevredeki yerleşimlere uzaklıkları ise şöyledir; Kaş-Kalkan: 26 km., Kaş-Xanthos: 44 km., Kaş-Patara. 43 km,, Kaş-Letoon: 50 km., Kaş-Fethiye: 108 km., Kaş-Köyceğiz: 173 km., Kaş-Marmaris: 236 km., Kaş-Bodrum: 357 km., Kaş-İzmir: 470 km., Kaş-Demre: 48 km., Kaş-Finike: 78 km., Kaş-Kumluca: 98 km.

Kaş Ne Yenir

NE YENİR

Yörede, her mevsimde yetiştirilen taze tarım ürünleri, günlük olarak sunuluyor. Her türlü et yemekleri, deniz ürünleri ve balık çorbası meşhurdur. Yörede: arıcılık ve bağcılık ta gelişmiştir. Kara kovan balı ve çam balı, pekmez alınabilecek ürünlerdendir. Özellikle: keçiboynuzu pekmezini mutlaka deneyin.

Kaş Genel

GENEL

Kaş Plajları

Kaş için: “Arkası taş, önü yaş” olan Kaş’ta işler zor, zaman yavaş ilerler. Bu gecikmenin ödülü ise, Kaş’ın olağanüstü tarihi ve kültürel birikimlerini, karasal ve su altı doğal zenginliklerini bugüne kadar korumuş olarak geleceğini sağlayacak konumda olmasıdır.

PLAJLAR

Kaş’ın bütün deniz kıyılarından denize girmek mümkün dür ancak, halkın tercih ettiği plajlar şunlardır. Patara Plajı, Kaputaş Plajı, Küçük Çakıl Plajı, Akça Germe Plajı, Seyret Çakılı Plajı, Büyük Çakıl Plajı, Karadere Plajıdır.

Kaş Plajları

Kaş’ın en güzel plajı: Kaputaş Plajıdır. Kalkan-Kaş kara yolunda, dağların ve virajların arasında giderken bir anda belirir. Dünyanın en güzel cep plajlarından biridir.

Kalkan’dan özel araba ile: yaklaşık 10 dakikada gidilir. Kaş’tan ise 20 dakikada gidilir.

Kaputaş Plajı ile ilgili ayrıntılı tanıtımı Kalkan bölümünde bulabilirsiniz.

Kaş’ta konaklama sıkıntısı yok. Bir de öğretmen evi bulunuyor.

Meis adası
Kaş sualtı dalış

Kaş’ın hemen karşısında: Yunanistan’a ait olan “Meis adası” bulunmakta olup, uzaklığı: 3 km. dir.

KAŞ’DA YAPILABİLECEK ETKİNLİKLER

Kaş Tüplü Dalış

TÜPLÜ DALIŞ-SCUBA DİVİNG

Kaş’ta tüplü dalış yaparak kristal berraklığındaki suların metrelerce altına inebilirsiniz. Kaş da su altı dalışları 1986 yılında yapılmaya başlamıştır. Günümüzde ise, turizmin motor sektörü olmuştur.

Burada 21 farklı dalış noktası bulunmaktadır. Avrupalı dalıcıların en çok keyif aldıkları dalış bölgesidir. Tespit edilmiş 30’a yakın dalış noktasıyla, dalıcılara heyecanlı anlar yaşatmaktadır.

Çünkü: denizin altı da, üstü kadar renklidir. Ayrıca Caretta görme ihtimali vardır ve denizin altında MÖ 1300’lere kadar uzanan bir tarihle karşılaşmak mümkündür.

Sualtı kanyonları, rengarenk balıklar, çeşit çeşit deniz canlıları ve profesyonel dalış okulları bulunmaktadır.

Yaz sezonunda, 40-50 metreye varan görüş mesafesi ve kayalık dip yapısıyla, Kızıldeniz’den sonra Akdeniz’deki önemli dalış yeridir.

Kaş Yamaç Paraşütü

YAMAÇ PARAŞÜTÜ

Minübüslerle 9 dakikalık bir yolculukla denizden 600 metre yükseklikteki Kırdavlı Tepesine ulaşılıyor. Veya Asas dağına çıkılıyor. Asas dağına ulaşım yolculuğu 30 dakika sürer.

Paraşüt uçuşu, Asas dağında 650 metre yükseklikten başlıyor. Burada yamaç paraşütü pilotları eşliğinde yamaç paraşütü yapılıyor. Uçuş yaklaşık 20-30 dakika sürmektedir.

Kaş limanına iniş yapılıyor. Yamaç paraşütü yapmak için ayırmanız gereken süre 2 saat civarındadır.

YÜRÜYÜŞ-TRECKİNG

Kaş’ın en rağbet gören doğa aktivitelerinden birisidir. Bölge: trekking ve antik kentler arası yürüyüşler gibi, doğa etkinlikleri için sayısız olanaklar sunmaktadır.

Herkesin kolaylıkla yürüyebileceği patikalar ile süslü rotalarda, zengin maki toplulukları arasından geçerek, sedir ormanları ile kaplı yeşil tepeleri, kanyonları, vadileri ve su kaynaklarını izleyerek, yarı evcil keçilere, bazen de sempatik sincaplara rastlayarak harika zaman geçirebilirsiniz.

Kaş Mavi Yolculuk

Bu yürüyüşler; doğa güzelliklerinin yanı sıra, Likya patikalarını takip ederek, henüz yoğun turist akınına uğramamış, antik kentleri keşfetmek, bozulmamış köyleri ve yöresel özellikleri tanımak olanağı da sağlamaktadır.

Doğa yürüyüşleri, bölgeyi çok iyi tanıyan, tecrübeli ve tüm iletişim-emniyet donanımlarına sahip rehberler eşliğinde yapılmakta olup, tur başlama noktalarına araçlarla gidilmektedir.

Likya yolu seçeneğinin dışında: Liman ağzı, Gedife Tepesi, Phellos, Gökçeören, Asaz Dağı, Gömbe Yaylası alternatif yürüyüş parkurları da programlar içindedir.

Yalnız, asla, rehber olmadan, böyle uzun bir yürüyüşü tercih etmeyin.

MAVİ YOLCULUK VE TEKNE TURLARI

Gulet tipi yelkenli, ahşap yatlarla yapılıyor. Çünkü bu tip tekneler, günümüzde yalnızca mavi yolculuk için dizayn edilmiştir.

Çağdaş yaşamın gereklerini karşılayacak şekilde üretilen bu el emeği guletler, kamaralarından, mutfağına kadar her türlü konforu, ahşap sıcaklığı içerisinde yolcularına sunuyor.

Mavi yolculuk içinde: Akdeniz ve Ege’nin en güzel koylarını: Kekova’yı, Kaş-Kalkan’ı, Kelebekler Vadisini, Fethiye ve yemyeşil Göcek koylarını görebilirsiniz.

Kaş Sualtı Arkeoloji Parkı

KAŞ SU ALTI ARKEOLOJİ PARKI-ARKEOPARK

Hidayet koyundadır.

Arkeopark’ta, Uluburun’da kalıntıları bulunan teknenin bir benzerinin, Kaş’ta inşa edilip batırılması ile oluşturulan bir yapay resif ile, batığın sünger avcıları tarafından ilk bulunduğu “İn Situ” halini temsilen, taklit amphora, taş çapa ve bakır külçelerin, batik planına göre düzenlendiği yapay batık alanı yapılmış.

Yeryüzünde benzeri olmayan bu su altı parkı, dalıcılara hoş bir keşif heyecanı yaşatıyor.

Kaş Tarihi

TARİHİ

Kaş’ın eski adı: Hebessos’tur. Antik kent, tarihte: Antiphellos ismi ile anılmıştır. Karia ve Likya bölgeleri arasında, bağlantıyı sağlayan yolların kesişme noktasında bulunması nedeniyle, şehir, aynı zamanda bir ticaret limanıdır.

Antik kent: Roma döneminde önem kazanır. Bizans döneminde, piskoposluk merkezi olur. Bu dönemde: Arap akınları görülür ve daha sonra Anadolu Selçuklu topraklarına katılarak, Andıflı adını alır.

Anadolu Selçuklu devletinin yıkılmasından sonra ise, Tekeoğulları Beyliği yönetiminde geçer ve daha sonra Yıldırım Beyazıt tarafından, Osmanlı topraklarına katılır.

Kaş gezilecek yerler

GEZİLECEK YERLER

Kaş Cumhuriyet Meydanı

CUMHURİYET MEYDANI

Kaş merkezinin göbeğinde Andifli Mahallesindedir. Ara sokaklarda gezinmelisiniz. Burası: Kaş merkezinde hareketle gecelere yakın olmak isteyenlerin tercih edeceği küçük işletmelerle doludur. Burada birçok kafe ve bar bulunuyor.

KAŞ MERKEZ CAMİİ-NASRETTİN CAMİ

İlçe merkezinde en tarihi yapıdır. İlçenin tam ortasında Andifli Mahallesindedir. Caminin Kitabesinde: Yusuf Ağa tarafından 1770’li yıllarda yaptırıldığı yazılıdır.

Elmalı ilçesindeki Ketenci Ömer Paşa camisinden sonra Batı Antalya’nın en eski 2’nci camisidir. Cami tek kubbelidir. Batı yönünde minaresi bulunur.

Kaş Uzun çarşı

UZUN ÇARŞI

Yan yana dizilmiş eski ve şirin evlerin altları butik, mağaza ve yöreye ait hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlardır.

Kaş Uzun çarşı

Ne satın alınır: El işçiliği gümüş takılar, Likya halıları, kilimler, cam sanat eserleri, tahta oyma figürler, tasarım kıyafetler.

Yani, o kadar da düşündüğünüz kadar uzun bir çarşı değil, ancak burada ara sokaklara girmenizi öneririm. Buranın en büyük özelliği: Selçuklu mimarisi özellikleridir.

Uzun çarşı: alışveriş mekanları dışında, akşamları yemek sonrasında dolaşmaya çıkanların da adresi ve ışıltılı gezinti yeridir. Kenarlarda: bar ve kafeler bulunur.

Kaş Kral Mezarı

KRAL MEZARI-ANIT MEZAR

Likya dönemi lahitlerinin en görkemlisi, günümüzde Uzun çarşı sokağındadır. Sokağın yukarı kısmında tepeden aşağı sokağı seyredercesine duran bir lahit vardır.

Buraya halk arasında “Kral Mezarı” olarak adlandırılır. “Aslanlı Lahit” olarak da bilinir. MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenmektedir.

Gerek mezar odası ve gerekse üstündeki yükselti: tek bir kaya bloku yontularak yapılmıştır.

Kaş Kral Mezarı

Üç bölümden oluşan, yükseltilmiş bir lahittir. Hyposorium veya alt mezar odası, yaklaşık 1.5 metre yüksekliktedir ve zemini çökmüştür.

Bunun üstünde, yaklaşık 0.80 metre yüksekliğinde bir düz tavan vardır ve bu ikisi, bir kaya bloğundan yontularak yapılmıştır. Lahdin en üstünde ise ayrı bir kayadan yontulmuş tipik bir Likya ogivali veya sivri kemerli bir taş kapak bulunur.

Kaş Kral Mezarı

Kitabe

Lahdin 1.5 metre uzunluktaki alt kısmında, Boncuk motifleri ve 8 satırlık Likçe bir kitabe bulunmaktadır. Ancak bu kitabe yazılar belirgin olmasına rağmen henüz okunamamıştır. Bu yüzden mezarın kime ait olduğu bilinmiyor.

Sanduka

Kaidenin üzerinde, dikdörtgen prizması şeklinde anıtın sandukası oturtulmuştur. Kapağın kuzeybatı alınlığında: sopasına dayanmış, sağ bacağını sol bacağının üzerine atmış, üzgün görünümlü bir erkek ve bir kadın figürü vardır.

Kapağın güneydoğu alınlığında: ayakta duran ve uzun bir manto giymiş bir kadın figürü görülür.

Kaş Kral Mezarı Kitabesi

Lahit Kapağı

Lahdin en üstünde, ayrı bir kayadan yontulmuş tipik bir Likya sivri kemerli taş kapak bulunur. Kapağın her iki yanında da aslan kabartmaları bulunur. Aslan başları: pençelerin üstünde dayalı durur. Kapağın kısa kenarı: dört levhaya bölünmüştür.

Kuzey batı alınlığında “sopasına dayanmış, sağ bacağını sol bacağının üstüne atmış, üzgün görünümlü bir erkek ve bir kadın” figürü işlenmiştir. Güneydoğu alınlığında ise “ayakta duran ve uzun manto giymiş bir kadın figürü” görülür.

Kapağın batı tarafı pencere şeklindedir.

Kaş Acısu plajı

OLYMPOS/ACISU HALK PLAJI

Kaş Marinanın devamındadır. Merkezden yürüyerek ulaşabilirsiniz. Kaş merkeze uzaklık 1 km dir. Temiz ve bakımlı plaj, yörenin gözde turistik belgesinin hemen içinde yer alması nedeniyle avantajlıdır. Araba yolundan, merdivenle inilir. Acısu Halk Plajı, Mavi Bayraklıdır.

Kaş Acısu plajı

Plaj dar ve çakıl taşlıdır. Kum ve kayalık yoktur. Ahşap iskele ve beton platform yoktur. Plajın uzunluğu 8 metre, genişliği ise 5 metredir. Denizi ise berrak ve serindir. Yılın 9 ayı denize girmek mümkündür.

Kumsal küçük çakıl taşlarından oluştuğu için, denizden çıkışta ayağınız kumlanmıyor. Kumsala şezlong ve şemsiyenizi götürebilirsiniz. Plajın bitiminde, “Olympos Kamp” bulunmaktadır. Olympos, daha geniş bir alana yayılmıştır.

Kaş Kamp Alanları

ÇADIR VE BUNGALOV KAMP ALANLARI

Kaş Kamping

KAŞ KAMPİNG

Antik Tiyatrodan, Yarımadaya giden yol üzerindedir. Kaş merkeze yürüyerek 10 dakika uzaklıktadır. Kamp alanına araç sokmak yasaktır, aracınızı yol kenarında bir yere park etmeniz gerekiyor. Resepsiyondan çadır kurabileceğiniz yerlere ait bir harita veriliyor ve buna göre çadırınızı kurabiliyorsunuz.

Evet, kamp alanı, Kaş merkeze oldukça yakındır. 1981 yılından beri faaliyetini sürdürmektedir. Burada bungalov ve çadır kampı yapılmaktadır. İsterseniz burada bulunan bungalowlarda kalabilirsiniz. Kamp alanında, ortak banyolar ve bir de kafe bulunuyor. Ayrıca kendi plajı bulunuyor. Türkiye’nin en sevilen kamp alanlarındandır.

7 dönümlük alanda, zeytin ağaçlarının gölgesinde, denize sıfır bir doğa deneyimi yaşamak için burası tercih edilmektedir. Çadır, müşterilerin kendileri tarafından getirilmektedir, ancak en önemli husus rezervasyon alınmamasıdır.

Yani, buraya gittiğinizde “Yer yok” gibi bir deyimle karşılaşabilirsiniz. Bence uygun bir yaklaşım değil, insanlar yer yok deyimi ile karşılaşınca alternatif ne yapabileceklerdir. Kamp alanında: Diving dalış okulu da bulunuyor.

Kaş Can Mokamp

CAN MOCAMP

Kaş merkezine 20 dakikalık yürüyüş uzaklığındadır. Kamp alanı: toprak zemin ve ahşap platform olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Sabah saatlerinde zeytin ağaçları güneşi engeller ancak günün ilerleyen saatlerinde güneş kamp alanında etkili olur.

Kamp alanında ortak kullanılan duş ve tuvaletler bulunmaktadır.

Kaş Olimpos Mokamp

KAŞ OLİMPOS MOCAMP

Kaş merkeze 2 km uzaklıktadır.

Kamp alanı deniz kıyısından 70 metre uzaklıktadır. Zeytin ve keçiboynuzu ağaçlarının altında çadır alanında çadırınızı kurabilirsiniz. Yani, burada çadır kiralanmıyor, kendi çadırınızı getirmeniz gerekiyor.

Çadır alanı, toplam 70-80 çadır kurulacak kapasitedir. Geniş kamp alanında ortak kullanımlı olarak: tuvalet, duş, mutfak buzdolabı, çamaşırhane, elektrik ve plaj bulunmaktadır.

KAŞ MARİN CAMPİNG

Acısu bölgesindedir. Ortak kullanım alanlarında: mutfak, buzdolabı, restoran, 24 saat sıcak ve soğuk su, duşlar, elektrik ve ücretsiz internet bağlantısı bulunmaktadır.

Kaş Evren Kamping

EVREN CAMPİNG

Andifli, Uğur Mumcu Caddesindedir.

Plajlara ve alışveriş merkezine yakındır. Otopark ücretsizdir. Kaş merkeze 800 metre yürüme mesafesindedir. Burada kiralık çadır bulunmaktadır.

Tüm çadırların hemen yanında elektrik prizi vardır. Ortak kullanıma yönelik: çamaşır makinası, duşlar, tuvaletler, sıcak su hizmeti verilmektedir.

KAŞ ÇEVRESİNDEKİ PLAJLAR

Kaş Limanağzı Plajı

LİMAN AĞZI PLAJI

Kaş ilçesinin güneyinde, ancak denizden ulaşılan bir yerdir. Kaş merkezden kalkan teknelerle buraya ulaşılır. Küçük teknelerle buraya 15-20 dakikada ulaşılıyor. Bulunduğu yön nedeniyle, güneşin en uzun süre kaldığı koydur.

Burası eskiden liman olarak kullanılıyormuş, bu yüzden ismi “Limanağzı” plajıdır. Burada deniz: dalgasız, berrak ve oldukça dingindir.

Kaş Limanağzı Plajı

Limanağzı bölgesinde, konaklama hizmeti veren 4 tesis bulunmaktadır. Bu işletmeler, genellikle ahşap sedirler ve localarda denize girenlere hizmet verirler. Koyda oteller yanında bungalovlar da bulunmaktadır.

KÜÇÜK ÇAKIL PLAJI

Kaş ilçe merkezinin sol tarafında küçük bir koydadır.  Bu yüzden bulmak zordur, tabelası yoktur, Hükümet caddesi üzerinde plajın yerini sorarak bulabilirsiniz.

Merkezde kayaların arasında 10 metre uzunlukta çakıllı bir koydadır. Adından anlaşılacağı üzere minik çakıllardan oluşmaktadır. Kaynak sularıyla beslenen plajın denizi oldukça soğuktur. Dalgalı ve sığ değildir. Denize iskeleden giriliyor.

Plaj sahil kesimi çakıllı olduğu için şezlong ve şemsiye konulamaz. Şemsiye ve şezlonglar kayaların üzerine kurulmuş ahşap platformlara yerleştirilmiştir. Burada: iki tane Beach işletmesi bulunuyor.

Kaş Büyükçakıl Plajı

BÜYÜK ÇAKIL PLAJI

Kaş ilçe merkezinden oteller bölgesine doğru 20 dakikalık bir uzaklıktadır. Uzaklık yaklaşık 2 km dir. Andifli Mahallesi Hükümet Caddesinden gidilir. Kaş’ın popüler plajlarından birisidir.

Gidişte yokuş aşağı oldukça keyifli olmasına rağmen, dönüşte yürümeye seçerseniz yokuşu çıkmak sıkıntılı oluyor. Plajın çevresinde: soğuk su kaynakları vardır. Bu yüzden deniz suyunun sıcaklığı düşüktür. Ancak bunaltıcı yaz aylarında, bu serinlik iyi gelir. Ancak suyun üstü soğuk, altı sıcaktır.

Plajın çakıllı olması, suyun berraklığını arttırır. Diğer plajlara oranla daha sessiz ve ıssızdır. Küçük Çakıl plajına nazaran daha geniş bir plaj alanına sahiptir. Burası da adından anlaşılacağı gibi çakıllıdır. Çakıllar beyaz renklidir.

Plajda, küçük tesisler bulunmaktadır ve bunlardan ihtiyaçlarınızı temin edebilirsiniz. Plaj, gün batımını seyredebileceğiniz en güzel plajlardan birisidir.

Güneş batarken, sahildeki restoranların bazıları masalarını denizin yanına çakıl taşlarının üzerine kuruyorlar. Böylece, Kaş bölgesinde denize en yakın yemek yiyebileceğiniz yer burasıdır. Buraya giderseniz yanınızda mutlaka şnolker ve paletleriniz olsun, denizi altında muhteşem görüntüler izleyebilirsiniz.

Kaş Akçagerme Plajı

AKÇAGERME PLAJI

Akçagerme plajı: Kaş ve Kalkan arasındadır. Kaş ilçe merkezine 4 km uzaklıktadır. Kaş ilçe merkezinin batısından, yaklaşık 25 dakika yürüyerek buraya ulaşabilirsiniz. Toplu ulaşım araçları ile buraya ulaşmak mümkündür.

Akçagerme koyu: 2008 yılında Kaş Kaymakamlığı tarafından “Halk Plajı” haline getirilmiştir.

Kaş Akçagerme Plajı

Plajın uzunluğu 200 metredir. Plajın genişliği de 200 metredir. Denize sıfır plajda tesis vardır. Çakıl, kayalık, ahşap iskele ve beton platform yoktur.

Mavi Bayraklıdır
Kaş Akçagerme Plajı

Plajın en belirgin özelliği: rüzgarlı ve dalgalı havalarda dahi denizin süt liman olmasıdır. Çünkü plajın karşısında yarımada bulunmaktadır.

Kaş Akçagerme Plajı

Plajı yörede bulunan diğer mavi bayraklı plajların aksine çakıllardan değil kumdan oluşur. Denizi sığdır. Dalgasızdır. Bu yüzden özellikle çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler tarafından tercih edilmektedir. Ayrıca çocuklar için havuz ve su kaydırağı yani Aquapark bulunur.

Sahilde ise spor alanları ve çocuk parkı vardır. Plaj: Kaş Kaymakamlığına bağlı “Anadolu Turizm Meslek Lisesi” tarafından işletilmektedir. Öğrenciler burada staj yapmaktadırlar.

Kaş Kaymakamlığı tarafından faaliyete alınan ve tepe üzerinde bulunan restoran ve piknik alanı gayet uygundur.

ÇEVREDE GEZİLECEK YERLER

ÇUKURBAĞ YARIMADASI

Kaş merkeze 5 km uzaklıktadır. Kaş merkezden Çukurbağ yarımadasına dolmuşlar gidip gelmektedir. Yolculuk yaklaşık 10 dakika sürer.

Çukurbağ Yarımadasının antik dönemdeki ismi “Habesos” dur. Buradaki antik kent daha sonraları “Antiphellos” ismini almıştır. Antiphellos kenti, Likya ve Karya bölgeleri arasındaki ulaşım yollarının üstünde ve ayrıca bir ticaret limanı olarak kullanılmıştır.

Sakin ve kalabalıktan uzak durmak isteyenler tarafından tercih edilmektedir. Burada bulunan otellerin kendi beach bölümleri vardır. Ancak bazı otellerin denize ulaşımı zordur, bu yüzden rezervasyon yaptırırken sormanızı öneririm.

Ayrıca açıkta olduğu için sürekli bir esinti vardır. Yine de deniz ve Meis yönündeki manzara oldukça güzeldir.

Çukurbağ köyünün bulunduğu yer ise: denize kıyısı olmayan bir köydür. Burada yaşayanlar deniz için Halk Plajı veya Hidayet Koyu nu kullanıyorlar. Köy sadece seyirliktir. Buradan harika tablo gibi manzaralar görebilirsiniz.

Hidayet koyu ve İnceboğaz plajı, yörenin en meşhur yerleridir.

Kaş Belediyesi Halk Plajı

KAŞ BELEDİYE HALK PLAJI

Çukurbağ Yarımadasındadır.

Plajın geniş bir otoparkı vardır. Ayrıca Kaş merkezden buraya dolmuşlar kalkmaktadır. Kendi aracınız ile giderseniz otopark problemi yoktur. Giriş ücretsizdir.

Oldukça geniş ve bakımlı bir plajdır. Sol tarafta tahta platform üzerinde sağ tarafta ise kum üzerinde şezlonglar bulunmaktadır. Platform tarafında genellikle çocuklu aileler bulunmaz. Denize, platform üzerindeki merdivenlerden giriliyor. Çünkü denize giriş bölümü çakıllıdır.

Kaş Belediyesi Halk Plajı

Denizi akvaryum gibi berraktır. Büyük çakıl ya da küçük çakıl plajlarına göre daha çok tercih edilmektedir. Deniz suyu hafif dalgalı ve ılıktır.

Plaj alanında: restoran, kafe ve çocuk oyun alanı vardır. İsterseniz kafeterya da oturup denize girebilirsiniz, yani şezlong ve şemsiye almak zorunda değilsiniz.

Piknik yapmaya elverişli ağaçlıklı bir yeşil alanda bulunmaktadır. Sahile yakın arka tarafta ağaçlık bölgede kendi sandalyende gölgede rahatlıkla oturabilirsiniz.

Hem kum, hem de çim üzerinde güneşlenmek mümkündür.

Kaş Hidayet Koyu

HİDAYET KOYU

Çukurbağ Yarımadasındadır. Kaş ilçe merkezine 3 km uzaklıktadır. Çukurbağ yöresindeki en güzel plajdır.

Koy ismini, burada daha önce yaşayan “Hidayet” isimli bir kişiden almaktadır. Zeytin ağaçları gölgesinde dinlenip denize girebilirsiniz. Koyda kumsal yoktur. Denizin tabanı çakıl taşları ve kayalıklardan oluşmaktadır. Denize buradan giriliyor.

Kaş Hidayet Koyu

Ancak deniz suyu berrak ve temizdir. Hatta bir akvaryum gibidir. Son yıllarda koya bir “Beach” yapılmıştır. Güneşlenmek için ahşap platformlar üzerine şezlong ve şemsiyeler konulmuştur.

Yörenin diğer plajlarına nazaran biraz daha kalabalıktır. Eğer sakinlik arıyorsanız, burası size göre değildir, burası oldukça hareketlidir ve yoğundur. Çünkü koyda müzik çalınıyor. Koy çevresinde kalınabilecek birçok pansiyon bulunmaktadır.

Kaş İnceboğaz Çınar Halk Plajı

İNCEBOĞAZ ÇINAR HALK PLAJI

Çukurbağ yarımadası yolu üstündedir. Çukurbağ yarımadasının en ince kısmında, hem açık denize hem de koya bakmaktadır.

Kaş İnceboğaz Çınar Halk Plajı

Aralarından araba yolu geçmektedir. Kaş merkezden kalkan dolmuşlar ile veya taksilerle buraya ulaşabilirsiniz. Hatta Kaş merkezden buraya 15 dakikada yürüyerek gitmek de mümkündür. Kendi aracınız ile giderseniz otoparkı uygundur.

Plaj, Kaş Belediyesi işletmesidir. Plaj: Meis adasına yani açık denize bakar. Kaş merkezden buraya yürüyerek gidilebilir. Kaş merkeze 1 km uzaklıktadır.

Kaş İnceboğaz Çınar Halk Plajı

Plaj: Mavi Bayraklıdır. Plajın uzunluğu 500 metre, genişliği 15 metredir. Denize sıfırdır. Kum yok, çakıl vardır. Kayalık, beton platform da yoktur.

Açık deniz tarafındaki bölüm: rüzgarlı ve dalgalıdır. Açık denize bakmasının olumlu yanı ise, muhteşem manzarasıdır. Marina tarafına bakan kapalı koy bölümü ise, daha korunaklı ve deniz suyu ılıktır. Deniz sığdır ve bu yüzden çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler tarafından tercih edilmektedir. Burada bir “Beach” işletmesi bulunmaktadır.

Kaş Antiphellos

ANTİPHELLOS

Bazı kaynaklarda “Meryemlik” ismiyle geçer. Bölgede bulunan bazı yazıtlardan, Kaş’ın altında bulunan kentin adının “Antiphellos” olduğu anlaşılmıştır.

Arkeolojik verilere göre, Likya dilinde “Habessos” veya “Habesa” olarak geçen Kaş’ın ilk çağlardaki ismi ise “Antiphellos” dur. Şehir, antik dönemde Phellos’un limanıdır.

Kaş Antik Tiyatrosu

Kentin en çok dikkat çeken yapısı ise antik tiyatrodur. Roma dönemi yapısıdır. MÖ 1’nci yüzyıl yapımıdır. Çünkü inşaat tarzı ve düzeni bu tarihi göstermektedir. MS 141yılımda ise, bölgenin birçok kentini etkileyen deprem sonucu hasar görmüş ve MS 2’nci yüzyılda restore edilerek yenilenmiştir. Çünkü antik kentten günümüze sağlam olarak gelmiş tek yapıdır.

Tiyatro, 4000 seyirci kapasitelidir. Cavea yani seyircilerin oturdukları bölüm 26 basamaklıdır. (Başlangıçta ise 28 sıralı yapılmıştır.) Tiyatronun sahnesi yoktur. En büyük özelliği, Anadolu’da bulunan deniz manzaralı, denize doğru yapılmış tek tiyatro olmasıdır. Yani denize bakan bir yamaca kurulmuştur. Günümüzde, antik tiyatroda açık hava konserleri düzenleniyor.

Surlar

Bir zamanlar Antiphellos şehrini çevreleyen surlardan günümüze çok az bir kısmı ulaşmıştır.

Bazilika

Tiyatronun yanındadır.

Akropolis

Tepenin güney yamacında, yerel kireç taşından yontma taşlarla imal edilmiştir.

Akdam

Akropolün kuzeybatı ucundadır.

Ev tipi mezar yapısı: MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenmektedir. Tek bir parça kaya blokuna, hafifçe konik bir küp şeklinde oyularak yapılmıştır. Anıtı çevreleyen bir geçit vardır. Yüksekliği 3.5 metredir.

Yunan stilinde, cephesi olan bu kaya mezarı: girişindeki sütunlu bir ev ile sütunlar üzerinde yükselen üçgen bir bölüm veya alınlığa sahiptir. Anıtın tabanında, süslemeler ve her köşesinde dikdörtgen bir sütun veya yarım sütunlar vardır.

Giriş, orijinalde sürgülü bir kapı ile kapalıdır. 1.9 metre yükseklikte bir açıklığı çevreleyen, kalıp şeklinde bir kapı kasası vardır. İç kısım: üç taraftan ölülerin konulduğu klineler yani banklarla donatılmıştır.

Odanın arka tarafındaki sıranın üstündeki boşlukta: el ele tutuşarakdans eden 24 kız figürü vardır. Kenarları çiçek desenleri süslemektedir.

Helenistik Tapınak

Hastane caddesi üzerindedir. Antiphellos şehrinin tapınaklarından günümüze gelen tek örnektir. Helenistik tapınak, antik limana bakmaktadır. Dış yüzü muntazam kesme taş kullanılarak yapılmıştır. Büyük taş bloklar, pürüzsüz ve düzgün kesilmiştir.

Duvarların sadece alt sıraları korunarak günümüze gelmiştir.  Kenarlarda dar kenar boşlukları vardır ve orta kısımlar hafifçe yükseltilmiştir. MÖ 1’nci yüzyıldan kalma orijinal yapı, Roma İmparatorluk döneminde onarılmıştır. Yapının adandığı tanrı bilinmemektedir.

Sarnıç

Bu sarnıç: Yat limanı girişindedir. Likya döneminden kalmadır. Antik tiyatroya kadar uzanan alandaki bir sıra sarnıçtan günümüze ulaşan tek örnektir. Diğer sarnıçlar, zaman içinde yok olmuştur. Sarnıç, başlangıçta su depolamak üzere tasarlanmıştır. MÖ 5’nci yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir. Sarnıç: 12 x 6  metre boyutlarındadır.

Yekpare bir kaya bloku oyularak yapılmıştır. Tavanı: yedi oyma sütun üzerine oturmuştur. Ancak bu sarnıç yakın geçmişte: şarap, zeytinyağı, sebze ve su depolamak için kullanılmıştır. Kazılar sırasında, sarnıçların bulunduğu alanda: çeşitli amforalar, tabak ve kaplar bulunmuştur.

FELEN YAYLASI-PHELLOS

Kaş ilçe merkezine 12 km uzaklıktadır. Çukurbağ ve Pınarbaşı köylerinin hemen yanındadır.

Şehrin ismi Likçe dilinde “Veninda” dır. Torosların tepesinde kurulmuştur. Tepenin üzerinden, güneye doğru vadiye ve Akdeniz’e, kuzeyde ise Toroslara ve gerideki tepelere hakim bir manzarası bulunmaktadır. Şehrin geçmişi, MÖ 700’lü yıllara kadar gitmektedir. Ancak özellikle MÖ 4’ncü yüzyılda önemli bir kent olarak bilinir.

Kaş ilçe merkezi yani Antiphellos şehri: antik dönemde bu şehrin yani Phelos şehrinin limanıdır. Phellos şehrini çevreleyen surlar bulunmaktadır. Ancak bu surların sadece bir bölümü, sağlam olarak günümüze ulaşmıştır.

Birlik tipi sikkelerden burada da bulunmuştur. Burada bir lahit vardır. Bu lahit, MÖ 4’ncü yüzyıla aittir. Bu lahit rölyeflerle bezelidir ve ev tipi bir lahittir. Oda tipi bu mezarın yanında, kayaya oyulmuş kabartma bir inek tasviri vardır.

Ayrıca: küçük bir Helenistik dönem tiyatrosu, agora ve antik mezarlar bulunmaktadır. Akropol üstündeki sura bitişik olan yapı: muhtemelen bir gözetleme kulesidir.

BELENLİ-İSİNDA

Kaş ilçe merkezine 13 km uzaklıktadır.

Belenli köyünün yakınlarında bir tepe üzerinde kurulmuştur. İsinda, küçük bir Likya şehridir. Kentin Akropolu bulunmaktadır. Akropolun ortasında: Likya yazıtlı 2 ev tipi mezar bulunur. Günümüzde kenti çevreleyen surların sadece küçük bir bölümü görülmektedir.

Ancak bu görülen su duvarlarındaki işçilik ilgi çekmektedir. Basit bir görünümdeki sur duvarlarının sağlamlığını arttırmak için, takip eden uzun yıllar boyunca eklemeler yapılmıştır.

Ayrıca bölgede çok sayıda kaya mezar bulunmaktadır. Kaya mezarları, kayanın içinin oyulmuş ve ölen kişi oraya defnedilmiştir.

Kaş Aperlai

APERLAİ-SIÇAK İSKELESİ

YERİ:

Lykia’nın yaşanması oldukça güç olan, sarp kayalıkların denizle buluştuğu kesimde, özellikle denize ve kısmen de doğal dağlara bağlı yaşanmıştır.

Küçük ve da bir körfezin kıyısındadır.

Körfezin dar ağzı Uluburun tarafına açılır.

Asarkoyu başında güneybatı rüzgarlarına tamamen açık bir konumdadır.

Koyun darlığı gemilerin manevrasında zorluk yaratacak düzeydedir.

Neredeyse adalaşacak kadar kıyıdan kopmuş kara parçalarının oluşturduğu derin koylarda kurulmuş kentlerden biridir.

Karşısındaki ada ile aralarındaki güçlü akıntı nedeniyle, bugün olduğu gibi geçmişte de adı “Akar boğaz” la (Aprilla) ilişkilidir.

Üç ağızdan yaklaşık 4 mil deniz yolculuğu ve ardından batıya doğru 1 km yürüyerek varılır.

Yani buraya sadece tekne ile ulaşmak mümkündür. Tekneler: Kaş ve Üçağız’dan kalkar.

 

ŞEHRİN İSMİ:

Yörede çok sayıda “sikke” bulunmuştur.

Klasik dönem sikkelerinde adı “April” olarak geçer.

Bu sikkelere göre, Aperlai bir liman şehridir ve tarihi geçmişi MÖ 5 ve hatta 4’ncü yüzyıla kadar gitmektedir.

Bizans Piskopos listelerinde “Aprilla” olarak geçer.

Eski Yunanca’da karşılığı bulunmayan bu sözcük “akar boğaz” anlamına gelir.

Adının geçtiği sikkeler dışında bugüne dek Likçe bir yazıt da bulunmamıştır.

Aperlai adı 142 cm yüksekliğinde ve 293-305’e tarihlenen bir mil taşında okunmuştur.

 

GENEL ÖZELLİKLERİ;

Hierokles piskoposluk merkezlerini listelerden, Aperlai 5’nci sırada yer alır.

Apollonia, İsinda ve Simena’nın yer aldığı birliğin başındadır.

Sympoliteia adına Lykia Birliğinde 2 oy hakkı vardır.

Sikkeler üzerindeki yunuslar, denizcilikle bağlantısını perçinler.

Roma döneminde liman oluşu ve denizcilikten ve purpur (giysilerde kullanılan mor boya) ticaretinden kaynaklanan zenginliği belli ki kenti geliştirmiştir.

Opramoas’ın 30.000 dinar gibi büyük bir yardım yapmış olması, Lykia zenginlerinin ilgisini çektiğini ifade eder.

MS 7’nci yüzyıldaki Arap işgaline kadar en az 1000 yıldan fazla bir süre boyunca yerleşim ve liman hareketi söz konusudur.

Muhteşem doğanın koynuna gizlenmiş Aperlai, her dönemde gösterişsiz bir kent olmuştur.

Gelişmeye uygun olmayan yerleşim, topoğrafyası nedeniyle 1000 civarında insanın yaşadığı bir şehir olmaktan öteye gidememiştir.

Sur içi boyutları bu kadarını karşılamaktadır.

Lykia sahillerinin ortak kaderinde olduğu gibi, burası da su kaynakları konusunda çok fakirdir.

Bu kentin sakinleri de 40’ı geçen sarnıçla toplanan sularla yetinir.

 

NEKROPOL:

Kentin çoğunlukla doğusunda, kısmen de batısında sur dışında dağılmış nekropolünde 80’den fazla mezar tespit edildiği halde hiçbir Lykia kaya mezarına rastlanmamış olması da ilginçtir.

Lahitler yalın tekneler ve semerdamlı kapaklardan oluşur.

Kapaklarda karşılıklı kaldırma çıkıntıları bulunmaktadır.

Bunların 35 tanesi yazıtlıdır.

 

GÜNÜMÜZE ULAŞAN KALINTILAR:

Modern yerleşim olmaması şansı nedeniyle, antik kalıntılar bugüne kadar korunmuştur.

Ne bir tiyatrosu ne de görünürde anıtsal bir tapınağı yoktur.

Ancak; Agora, iki hamam, dükkan ve işlikler ve diğer kalıntılardan anlaşıldığı kadarıyla görece olarak iyi imar görmüştür.

Günümüzde sular altında kalan 250 metre uzunluktaki kıyı şeridinde bulunan mendirek ve diğer liman yapıları özellikle Roma döneminin zenginliğini gösterir.

Bizans döneminde de yerleşimin yoğunluk düzeyini koruduğu 4 kiliseden anlaşılır.

En erken kalıntı, kuzey duvarındaki Erken Helenistik dönem gözetleme kulesidir.

Bu dönemden başka kalıntı yoktur.

Ancak Roma ve Bizans kalıntıları görünüşteki en yoğun iki dönemi anlatır.

Bunlar, sarp yamaçta ustalıkla dizildiği özgün topoğrafyasıyla şaşırtır.

Tüm kenti kulelerle berkitilmiş bir sur duvarı çevreler.

Güneyinde denizle arasında kalan kesim ise iki yandan akropol bağlantılı surla sınırlanmıştır.

Burada asıl sınır, zamanla yapıları içine çeken denizdir.

Tiberius ve karısı Livia için, İmparator kültü oluşturulmuştur.

Cladius döneminde; İmparator kültü rahibi atanmış olmasından anlaşılmaktadır.

Ancak bugüne kadar bir sebasteiona rastlanmamıştır.

 

KİLİSELER:

İç kentin en kuzey ve en güneyinde birer kilise yetmemiş, denizin tam kıyısında da küçük bir kilise yapılmıştır.

Bugün; ikisinde rüzgarlar, su altında kalanda da dalgalar ve balıklar tapınmaktadır.

Suyun tam kenarında kalabilmiş hamamların biri sur dışında biri de içerisindedir.

Roma döneminde en az 25 metre kıyıdan içeride bulunmaktaydı.

 

HAMAMLAR:

İçeride olan küçük Batı Hamam, Lykia için geleneksel sıra tipi mimarisiyle dikkat çeker.

Yazıta göre MS 80 yılında Titus adına yapılmıştır.

Sur dışındaki Doğu Hamam Aperlai yazıtlarında anılan gymnasium olabilir.

 

PURPUR ÜRETİMİ:

Aperlai kıyılarında gezinirken, dünün iğrenç kokuları hala hatırlanır.

Purpur işleyerek sürdürdüğü yaşamının bedeli de budur.

Kötü kokular nedeniyle kıyılarını yaklaşılmaz kılan bu mor-kırmızı karışımı renk maddesinin elde edildiği, demir çubuklarla parçalanan ve fırında işlem gören deniz kabuklarından yayılan berbat kokular, geçmişte Aperlai kıyılarının bu denli keyifle gezilen yerler olmadığını düşündürür.

Ancak, Akdeniz ışığında en kırmızısı elde edilen renk maddesi pahalı bir dış satım kalemi olduğundan, Aperlai’yi zenginleştirmiştir.

Bu değerli sıvının içindeki yüksek tuz oranı, uzun süre korunması konusunda sıkıntı yarattığı için içine bal katılmaktaydı.

Aperlai’de murex trunculus’tan, en değerli boya maddesi renk olarak mor ve kırmızı elde edildiğini gösteren işleme artığı kabuk kırıkları tepecikleri ve muhtemelen müreksleri canlı tutmak için kullanılan depolama tankları bulunmaktaydı.

Aperlai’nin önemli yanı müreks’den boya üretilmiş olmasıdır.

Kentin batısındaki boş alanlardaki müreks artıklarından oluşan tepecikler önemli miktarda üretim olduğunu gösterirken müreks işlikleriyle ilgili herhangi bir kalıntı görülmez.

Müreks artıklarının karşılaştırılması sonucunda Andriake’deki üretimin çok daha büyük boyutlarda olduğunu söylemek mümkündür.

Atıkların incelenmesi sonucu burada çoğunlukla murex turunculus türü yumuşakçaların işlendiği anlaşılmıştır.

Aynı atıklar içerisinde MS 350-650 yılları arasına tarihlenen ve mureks canlısı taşımakta kullanılan Geç Roma amphora parçaları bulunmuştur.

Mureks artıklarının kentte harç katkısı olarak da kullanıldığı küçük yığınlardan ve uygulanmış örneklerden anlaşılmıştır.

 

SULAR ALTINDA KALAN KIYI YAPILARI:

MS 6-7’nci yüzyıllarda bölgede olan büyük depremlerin etkisiyle, kıyı yapıları sular altında kalmıştır.

Ancak, sualtındaki Lykia bilgileri çok yeni ve eksiktir.

Körfeze dökülen bir akarsu olmadığından su altındaki kalıntılar erozyonla örtülmemiştir.

1970-1975 yıllarında Carter isimli bir turistin görmesiyle, su altındaki kalıntılar ortaya çıkmıştır.

Bundan sonra yapılan araştırmalarda, 2.5 metre derinde seramik bulgulara rastlanır.

Dalgakıran 1 metre derinde kalmıştır.

Yapıların önü boyunca sahilde bir cadde ilerler.

Cadde kıyısından sonra 12 metreye ulaşan derinlik başlar.

APOLLONİA-SAHİLKILINÇLI

Kekova yolu üstünde, Likya döneminden kalma bir Likya şehridir. Kaş ilçe merkezine 22 km uzaklıktadır. Şehir “L” harfine benzeyen bir kayalığın üzerinde MÖ 4’ncü yüzyılda kurulmuştur.

Şehri çevreleyen surların bir bölümü günümüze ulaşmıştır. Şehirdeki diğer antik dönem kalıntıları şunlardır: Likya lahitleri, Bizans kilisesi, Tiyatrosu, bir hamam ve bir sarnıçtır.

DEREAĞZI MEVKİİ

DİRGENLER KÖYÜ-ŞEŞEBE KİLİSESİ

Kaş ilçe merkezine 35 km uzaklıktadır. Dirgenler Mahallesi Dereağzı Mevkiindedir. Elmalı-Kaş karayolu üstündedir. Köyde yoğun olarak seracılık yapılmaktadır.

Şeşebe Kilisesi

Bazı kaynaklarda “Şişama kilisesi” olarak da geçer. Kilise: Dereağzı bölgesinde dağların eteklerinde kuruludur. MS 9 veya 10’ncu yüzyılda Bizans döneminde inşa edildiği düşünülmektedir. Bazilika tarzındadır.

Kiliseden günümüze çok az kalıntı gelebilmiştir. Kubbesi ve sütunlarını çoğu yıkıktır. Ancak günümüzde yine de heybetli bir görüntü sunmaktadır. Yani mimarisi olağanüstü güzeldir.

Kaş Dirgenler Köyü Kale
Kale

Dirgenler köyünde bir de kale bulunuyor. Yalnız bu kaleye ulaşmak için 2 saatlik bir tırmanış gereklidir. Kaleye tırmanırsanız, aşağıda oldukça güzel bir manzara görebilirsiniz. Özellikle seraların çokluğu dikkat çekiyor. Kilise çevresinde: yol kalıntısı, şehrin kale duvarları, su sarnıçları bulunur. Lahitler ise basit yapılıdır ve kayaya oyulmuştur.

MASTAURA

Akdeniz’le Elmalı arasındaki geçitte bulunur.

Myra’nın 19 km kuzeybatısındadır.

Myros vadisinde gözlemlenen Roma dönemi yolu bu güzergaha aittir.

Önemi:

Uzun bir süre yerleşim gördüğü anlaşılan yerleşimin en erken verileri, seramiklere göre Orta Demir Çağ’dır.

Seramikler MÖ 9 ncu yüzyıldan 6 ncı yüzyıla kadar tarihlenir.

Klasik ve Helenistik dönemlerin de tanıkları seramiklerdir.

Klasik dönemden itibaren de mimari kalıntılar görülür.

Bunların en erkenleri kaya mezarlarıdır.

Yokuş başlangıcındaki ana kayaya açılmış 3 kaya mezarı, Klasik dönem geleneksel Lykia mezarlarıdır.

Roma ve Bizans dönemlerinde de yerleşim kesintisiz devam etmiştir.

Roma mimarisinin dünya üzerindeki en iyi örneklerinden birisi olarak kabul edilen Roma şehrindeki “Collezyum” un bir benzeri, Mastaura şehri kalıntıları buradadır.

En geç 12 nci yüzyıla kadar yerleşim yaşamıştır.

MÖ 2 nci yüzyıldan başlayan Lykia Birlik sikkeleri ve ardından erken Roma sikkelerine ek olarak Constans II (7 nci yüzyıl) ile ve 16 ncı yüzyıl Osmanlı sikkelerinin desteğinde yerleşim tarihi aydınlanır.

Araştırmacılara göre, Myra Metropolisine bağlı Mastaura Piskoposluk bölgesi burasıdır.

Ve zaten erken kuruluşunun da Myra hanedanlığı tarafından gerçekleştiği söylenir.

Kalıntılar:

Kasaba vadisinin güney yamacındaki görkemli kilise ile tanınır.

Kilisenin 2 km güneybatısında, Kasaba ve Karadağ Çaylarının Myros ile buluştuğu noktada yükselen tüm vadiye egemen ve vadi girişini koruyan bir tepe üzerinde “kale” yer alır.

Myra ve Andriake’ye su taşıyan kanal buradan başlar.

Kanalın uzun süre kullanılmış olduğu, 9’ncu yüzyıl onarımlarından anlaşılır.

Kayalıkta ilk göze çarpan, Lykia tipi kaya mezarları ve lahitlerdir.

Büyük kısmını savunma yapılarının oluşturduğu kalıntılar, çoğunlukla kalenin kuzeyinde bulunur.

Lykia klasik kentinden ilk savunma kalesinin kalıntıları görülür.

Teraslanmış tepe yamacında üst alan iyi işçilikli poligonal büyük bloklarla örülü sur ile korunmuştur.

Tepenin korunaksız kuzey ve doğu yana, payandalı sur duvarları ile çevrilmişken uçuruma bakan güney yanında buna gerek kalmamıştır.

Ana giriş kayalıklarda bir boğa ve kurban sahnesinde, elinde oinokhoe ile betimlenen erkek figürü bulunmaktadır.

Benzerleri MÖ 4 ncü yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir.

Lykia ahşap imitasyon cepheli klasik kaya mezarı 4 ncü yüzyılın ilk yarısına aittir.

Bunlardan birinin sahibinin adı belirlenmiştir. “Chakbija”

Bu mezarlar ve kapı kabartması Klasik yerleşimin de tarihini destekler.

Dereağzı yerleşimi Myra’ya bağlı bir kaledir ve kaya mezarları ile diğer kalıntılar, küçük ama varlıklı bir kent olduğunu gösterir.

Yerleşimde zorlukla tanımlanabilen diğer kalıntılar Roma dönemine aittir.

Bizans kilisesi ve diğer yapıların inşaatında Roma malzemeleri devşirme olarak kullanılmış ve tahrip edilmiştir.

Mermerden yapılmış üst yapı elamanlarındaki mimari bezekler, MS 1-2’nci yüzyıla tarihlenir.

Bizans varlığı ise, MS 5’nci yüzyılda başlar.

Orta Bizans döneminde ise Lykia kalesi, kireç harcı ve moloz taşlarla örülen 1.90 metre genişlikteki duvarlarla tekrar yapılır.

Bu döneme ait başka yapılar ve bir de şapel vardır.

Bu yapıların dönemi için 9’ncu yüzyıl verilir.

Bu tarihler, 9’ncu yüzyıldaki Arap-Bizans mücadelesi dönemine denk gelmekte ve anlaşılan bu nedenle tüm bölgede olduğu gibi savunma güçlendirilmiştir.

Vadinin kuzeydoğusundaki Dereağzı’nın ünlü kilisesi, Başkent İstanbul örnekleriyle karşılaştırılabilecek niteliktedir.

Burası bir haç merkezi veya bir bişof katedrali olmalıdır.

Tuğla ve taştan örülmüş olan kilise, Bizans kalesiyle aynı dönemdendir.

Kilisenin iki yanında, apsisli iki sekizgen yapı vardır.

Nartheks kuleleri içinden üst kata çıkılır.

Dış nartheks ve “U” biçiminde bir galeri katı vardır.

 

Amfi Tiyatro Kalıntısı

Yaklaşık 14-15 metrelik duvarları korunarak günümüze ulaşmıştır. Ayrıca: oturma sıraları 360 derece dönmekte, yaklaşık 100 metre çapındadır. Anadolu’da bulunan tiyatroların hepsi yarım ay şeklinde iken, buranın Colezyum benzeri olması oldukça önemlidir.

Orta ölçekli bir tiyatro yapısıdır. Günümüzde zeytin ağaçlarının altında oturma sıraları, orkestrası ile birlikte çok iyi korunmuş olarak görülmektedir.

SÜTLEGEN-NİSA

Kaş ilçe merkezine 60 km uzaklıktadır.

Burası günümüzde bir yayla köyü olmasına rağmen, Likya ve Roma dönemine ait birçok kalıntı bulunmaktadır. Ören yeri, bugün köyden 15 dakikalık yürüyüş mesafesindedir. Şehrin Likçe ismi “Neiseus” dur. Bu isim, Tiyatronun duvarında yazılıdır. Ören yerinde Likya ve Roma dönemine ait kalıntılar bulunmaktadır.

Bölgede yapılan arkeolojik araştırmalarda, çeşitli sikkeler bulunmuştur. Bu sikkeler, Likya dönemine aittir ve günümüzde Antalya Müzesinde sergilenmektedir. Şehirde bulunan bazı lahitlerin ön cephelerinde: mızrak, kalkan, kadın ve erkek tasvirleri görülebilir. Antik kentte ayrıca: Agora ve Tiyatro bulunmaktadır.

GÖMBE YAYLASI

Kaş ilçe merkezine 68 km uzaklıkta Elmalı yolu üzerindedir.

Yol boyunca: çam ve sedir ağaçlarıyla kaplı ormanlar bulunur. Köyler bu ormanların içindedir. Gömbe yaylası: soğuk suları ve elma bahçeleriyle ünlüdür. Ayrıca: yaylada turistik hizmet veren konaklama tesisleri vardır. Bu konaklama tesislerindeki yemekler, yöreye ait kokulu otlarla hazırlanır.

Bölge: Hıristiyanlık zamanında Piskoposluk merkezi olarak önem kazanmıştır. Çevredeki kilise ve lahitler, günümüze kadar gelebilen kalıntılar arasındadır. Yayla: Osmanlı döneminde hayvan panayırı olarak kullanılmıştır. Çok sayıda Yörük günümüzde yaşamlarını sürdürüyor. Türkiye’nin en eski yağlı güreşlerinin yapıldığı yer olarak da biliniyor. Zamanında burası Mais ve Rodos adalarının tahıl ihtiyacını karşılıyormuş.

Kaş Tekke Köyü

TEKKE KÖYÜ VE ABDAL MUSA EFSANESİ

Kaş ilçe merkezine 70 km uzaklıkta, Gömbe yaylasından 8 km uzaklıktadır. Yayla yolu stabilizedir.

Tekke köyünde: Abdal Musa türbesi bulunmaktadır. Bu yüzden, köy özellikle Aleviler tarafından yoğun ziyaret edilir.

Rivayete göre “Abdal Musa, Teke yarımadasına yerleşmiş ve bölgeyi dolaşmıştır. Fethiye yakınlarına geldiğinde, çobanlardan su ister. Ancak ona kimse su vermez. Daha sonra Yumru dağına çıktığında, orada bir çobandan su ister, çoban pınardan çanağına doldurduğu suyu kendisine verir.

Abdal Musa, burada namaz kılar ve çobandan bir isteği olup olmadığını sorar. Çoban bunun üzerine “bu pınar yaz aylarında susuzluğumuzu gideriyor, ancak kışın seller oluyor ve tüm ekili alanlarımız harap oluyor” diye yakınır.

Bunun üzerine Abdal Musa, “bu pınar yazım Gömbe’ye, kışın ise bardak suyu çok görenlere gitsin” diye dua eder.

Yine söylenenlere göre, o zamandan bu yana Uçarsu Şelalesi, 6 Mayıs Hıdırellez gününden itibaren Gömbe’ye akar. Ekim ayından itibaren ise Fethiye’ye akmaya başlar. Bu yüzden, bölge Aleviler için kutsal kabul edilir ve her Hıdırellez günü çeşitli yerlerden gelen binlerce Alevi, Uçarsu Şelalesi çevresinde kurban kesip dilekte bulunurlar.

Kaş Tekke Köyü Yeşilgöl
Yeşilgöl

Yeşilgöl, Gömbe’nin üstünde bulunan dağların arasında kalan volkanik bir göldür. Özellikle İlkbahar döneminde görülmesi gereken bir göl olan Yeşilgöl, çevresinde bulunan yemyeşil bitki örtüsü ve çiçeklerle birlikte fotoğrafçılar için oldukça güzel manzaralar sunar.

Kaş Tekke Köyü Uçarsu Şelalesi
Uçarsu Şelalesi

Gömbe yaylasında Yeşilgöl güneybatısında konumlanan Aygır gölünden doğan sular, şelalede 60 metreden dökülüyor.

Şelale, bulunduğu bölgenin bitki örtüsü özellikleri nedeniyle, kilometrelerce uzaktan bile görülebiliyor.

Şelalenin mucizevi yön değiştirmesi günümüzde de devam etmektedir.

Manevi yanında, bilimsel olarak bu durumun kaynaklanması sebebi: bölgenin toprak yapısı çok killi ve farklıdır.

Havanın soğumasıyla toprak donar ve oluşan buz setleri, suyun yönünü değiştirir.

Mayıs ayının ilk haftasında karların erimesiyle “Uçarsu” da akmaya başlayan şelale, Ağustos ve Eylül aylarına kadar akışını sürdürür. Haziran ayında düzenlenen şenliklerde, buraya gelen ziyaretçiler, Uçarsu’da dilek dileyip kurban kesiyorlar, sema törenleri ve folklor gösterileri yapılıyor. Sonra da Tekke Köyü Abdal Musa Türbesi ziyaret ediliyor.

Kaş Xanthos

XANTHOS-KSANTHOS 

Kınık olarak da anılan Xanthos (Arnna); Fethiye-Kaş karayolu üzerinde, Kaş merkeze 45 km. uzaklıktadır. Kalkan merkeze 20 km ve Antalya merkeze ise sahilden 235 km uzaklıktadır.

Kınık köyünün yanındaki Eşen Çayının ayırdığı, Muğla-Antalya il sınırındadır. Eski Yunancada: “Sarı” anlamına geliyor.

Kaş Xanthos

Kent, Likya uygarlığının özgünlüğü ve kazılarda elde edilen buluntuların önemi nedeniyle, UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesine” dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Kınık içinden geçen yol, doğrudan Xanthos’a çıkar. Antik şehrin içinden aracınızla gişeye doğru giderken şehrin ayağa kaldırılmayı bekleyen yapılarını görebilirsiniz. Gişe önünde otoparka aracınızı bırakın, gişenin hemen arkasında ücretsiz tuvaletler ve müze dükkanı bulunuyor.

Giriş ücretli ancak müze kart geçerlidir. Evet burayı ziyaret ederseniz öğlen sıcağına dikkat ediniz, sabah saatlerinde gitmeniz, şapka kullanmanız ve yanınızda su bulundurmanızı öneririm.

Xanthos

Önemi

Kazılarda elde edilen buluntulara göre, şehrin ilk kuruluşunun MÖ 1200’lere kadar gittiği tahmin edilmektedir.

Likya döneminde bölgenin idari ve dini merkezidir.

Kentin ismine ilk olarak Likya dilinde yazılmış kitabelerde “Arnna” veya “Arna” olarak rastlanır.

Homeros: İlyada Destanında “Likyalı kahraman Bellerophontes’in torunu Sarpedon, MÖ 1200 yıllarında Troyalılarla birlikte savaşarak büyük kahramanlık göstermiştir” diye yazar. Ayrıca yine Homeros “Sarpedon’un çok uzaktan, Xanthos ırmağının aktığı vadiden geldiğini yazmıştır.

Sarpedon, Bellerophontes’ten kalan topraklarda hüküm sürmekteydi. Evet: antik dönem yazarlarına göre Xanthos şehrinin kurucusu Girit kökenli kahraman Sarpedon’dur.

Xanthos savaşçı ve cesur bir halk olarak tanınırlar.

MÖ 545 yılına kadar şehir, şehir bağımsız bir şehir devletidir.

Pers işgali

Ancak: Heredot’a göre: “ Şehir: MÖ 545 yılındaki Pers Ordusu Komutanı Harpagos tarafından kuşatılır.

Kahramanlıklarıyla ünlü Xanthoslular, az sayıdaki güçleriyle çok direnmelerine rağmen yenilirler. Ancak yenilmeden hemen önce, kadınlarını, çocuklarını, hazinelerini ve kölelerini Likya Akropolüne doldurdular, alttan ve yandan ateşe verdiler, öyle bir yangın kaleyi yerle bir etti.

Ardından birbirlerine korkunç yeminlerle bağlanarak, düşmana saldırdılar, savaşta hepsi savaşarak öldü.

Bu savaştan sadece başka yerlerde bulunan 80 aileden oluşan Xanthoslular kurtuldu, onlar da şehri baştan kurdular.”

MÖ 475-450 yılları arasında, şehir büyük bir yangın geçirir ve büyük zarar görür.

MÖ 333 yılında, Büyük İskender bölgeye gelip şehri teslim alınca, bölge Likya kültüründen kopup Helenleşmeye başlıyor. Resmi dil olarak Yunanca konuşulmaya başlıyor. Bölgenin en büyük kenti olma özelliği ise, Patara şehrine kaptırılıyor.

MÖ 197 yılında: Suriye Kralı III Antiochus’un eline geçen şehir, parlak bir dönem yaşar.

MÖ 2’nci yüzyılda, Xanthos şehri Likya birliğinin başkenti olur.

MÖ 42 yılında bu kere Romalılar şehri işgal ederler ve Brutüs şehri tahrip eder ve şehir halkını öldürtür.

Bu olaydan 1 yıl sonra, Roma İmparatoru Markus Aurelius, şehri yeni baştan imar ettirir. Roma döneminde uygulanan bir şehircilik planına göre yapılan döşemeli iki ana cadde ile revaklarıyla çevrili iki meydan sonradan keşfedilmiştir.

Bu caddeler birbirleriyle dik açı çizerek kesişmektedir. Şehrin yeniden düzenlenmesi çalışmaları sırasında, geniş teraslamalar sayesinde çevresi resmi anıtlarla çevrili büyük meydanlar yaratmak mümkün olmuştur.

Bu meydanlardan bir tanesi, yeraltı sarnıçlarının üzerine orjinal bir teknikle kurulmuştur.

Bizans döneminde Piskoposluk merkezi olan şehir, Arap akınlarının başlamasıyla terk edilir.

Kaş Xanthos

ANTİK KENTİN KALINTILARI

HARPİ ANITI

Antik kentte, günümüzde en çok dikkat çeken kalıntı bir savaş anıtıdır.

Anıtın mezarın MÖ 479 yılında Salamis savaşında ölen Kybernis’in mezarı olduğu düşünülüyor.

Tiyatronun batısındadır. Mezar, beyaz mermerden İon üslübundaki bir tapınak şeklinde inşa edilmiştir. İnşaat tekniği, Atina’dan gelen ustaların varlığını kanıtlamaktadır. Dekor ise tamamen Likyalı sahnelerle (surlara saldıran askerler), Atina sanatından esinlenen sahneler (Parthenon’un firizini andıran asker ve atlılar geçidi) ilginç bir karışımı görülür. Yani yerli kültürden Yunan kültürüne geçişin izleri hissedilir.

Mezar binasının alt kısmı, monolit bir kare prizması bloktur. Üstteki oda mermerdir ve rölyeflerle süslenmiştir. Bu rölyeflerde: şemsiyesi altında tahta oturmuş Persli yönetici, onun önündeyse yöneticiyi kutsayıp ona bağlılık bildiren kişiler betimlenmiştir. Yani, Anadolu’da Pers etkisinin en iyi sergilendiği bir anıt olarak önem kazanmaktadır.

Anıt ismini: kabartmalarda bulunan ve Harpiler olarak adlandırılan “Yarı kadın yarı kuş” şeklindeki mitolojik varlıklardan alır.

Anıtın yüksekliği 5.43 metredir. Kule şeklindeki monolit kaidenin üstünde mezar odası vardır. Böylece anıtın toplam yüksekliği 8.87 metredir. Bu mezar anıtı: kayalardan oyulmuş, masif bir paye ile dört yüzü frizle çevrili, küçük bir mezar odasından oluşur.

Üstü bir kapak taşıyla örtülü bu mezar odasındaki kabartmalar: günümüzde Londra British Museum’dadır. Çünkü: 1842 yılında bölgeyi yağmalayan İngiliz Fellow tarafından çalınarak Londra’ya götürülmüştür.

Yerlerine ise, orijinallerinden alınan alçı kopyaları konulmuştur. Kabartmalarda: mezar sahibi kral ve eşine, diğer aile bireylerinin sundukları hediyeler konu ediliyor. Kuzey ve güneydeki yarı kuş yarı kadın şeklindeki “Siren” isimli yaratıklar bebekleri sembolize ediyor ve ölünün ruhunu gökyüzüne taşıyor.

Xanthos Beylerinden Kybernis adlı kral adına dikilen, iki yüzü Likçe ve Grekçe yazılı anıt mezar, dünyaca meşhurdur.

KENT SURLARI

Xsantos şehrinde oturanlar, şehirlerini dış saldırılardan korumak için, büyük olasılıkla MÖ 5’nci yüzyıl sonlarında, şehri çevreleyen büyük suru inşa ederler. Bu surun bazı bölümleri, Akropolü korumak için, muhtemelen daha önceki yüzyıllarda yapılmıştır.

Büyük sur, iki tekniğin birbiriyle karışımıdır. Yunanlılardan kalan taş işleme tekniği ve eski Anadolu ve Yakın Doğu sur inşası tekniğidir. Surlar: Roma ve Bizans dönemlerinde onarılarak çeşitli ilavelerle güçlendirilmiştir.

ŞEHİR KAPISI

Güneyde, MÖ 2’nci yüzyıl yapımı bir kapı bulunmaktadır. Helenistik dönem yapısıdır.

ZAFER KEMERİ

Bu kapının arkasında, şehre büyük katkıları bulunan Roma İmparatoru Vespasianus’a ait, Dor düzenli bir Zafer Kemeri bulunur.

LİKYA AKROPOLÜ

Kentin güneybatı da, kentin ilk kurulduğu yer olan Likya Akropolisi vardır. Eşen çayına ve ovaya doğru uzanır. Akropolis’de: Artemis’e ait olduğu düşünülen bir tapınak kalıntısı ve bir Bizans kilisesi vardır.

Likya Akropolünde yürütülen kazılarda, çamur ile birbirine tutturulan küçük taşlardan yapılmış evler ortaya çıkarılmıştır. Bu yapılar, MÖ 6 ile 5’nci yüzyıldan kalmadır. Bu yapıların kalıntıları kül halinde bulunmuştur ve bir yangın sonucunda yandığı saptanan ahşap bir katı üstlerinde taşıyorlardı.

ROMA AKROPOLÜ

Kentin kuzeyinde Roma Tiyatrosunun bitişiğindedir. Kare formlu alan, Roma dönemi agorasıdır. Burada görkemli bir manastır dikkat çeker.

LAHİT

Roma Akropolisinin doğusundaki lahit, MÖ 4’ncü yüzyıla tarihleniyor. Bu lahit de çalınarak götürüldüğü Londra Brisith Museum’da sergileniyor.

Xanthos Tiyatro

TİYATRO

Roma Akropolünün kuzeyindedir. Roma dönemine aittir ve MS 2’nci yüzyılda yapılmıştır. Sahnesi iki katlıdır. Yapının Bizans döneminde oturma yerleri sökülerek sur duvarlarının yapımında kullanılmıştır.

YAZILI MEZAR ANITI-OBELİSK

Satrap Kherei’ye aittir. MÖ 5’nci yüzyıla tarihlenir. Anıt: bir kaide ve mezar odasından oluşur. Kaidenin dört yüzünde Likya yazıtı bulunur. Mezar odası: yaklaşık 2 metre yüksekliktedir. Yanlar; Satrapın zaferlerini gösteren kabartmalar ile süslüdür.

Ayrıca: çatı üstünde Satrapın heykeli bulunmaktadır. Bu kabartmaların bir bölümü, günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde, diğer bir bölümü ise, çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.

Xhanthos Mezar Anıtları

MEZAR ANITLARI

Kent, ününü mezar anıtlarıyla kazanmıştır. Bu muhteşem mezarlar “Pilyeli” mezarlardır. Bu pilyeler olağanüstü yapılardır. Ağırlığı 10 tonu geçebilen, kocaman bir  kayadan oluşmakta ve üstünde ölü odası bulunmaktadır.

Bu anıtlardan sadece bir tanesi yazıtlıdır. Bu yüzden, Yazılı Kaya veya Yazılı Pilye olarak adlandırılır. Bu yazıt da mezarın MÖ 5’nci yüzyılın sonlarına doğru Xsanthos kralı olan Gergis’in mezarı olduğunu yazar.

Bu durumda, Xsanthos ve Likya’nın diğer şehirlerinde olduğu gibi, Xsanthos’da bulunan pilyelerin krallara mahsus olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. Bu pilyelerden bazıları alçak kabartmalarla süslüdür.

Bu anıtların muhtemelen Xsanthos kralları için şehre çalışmaya gelen Yunanlı sanatçılar tarafından yapılmış olmalıdır.

Ancak bu mezar anıtlarının çoğu çalınarak yurt dışına kaçırılmıştır. Bunlar arasında en tanınanları: Nereitli Pilye, Harpili Pilye, Paya ve lahdi, Aslanlı Pilye.

Aslanlı Mezar

Kentin kuzeydoğu ucunda, Roma Akropolisinin doğu eteğinde sadece kaidesi görülmektedir. Bilinen en eski Likya mezarı olarak önemlidir. MÖ 525 yılına tarihlenen anıt mezarın kabartmaları, günümüzde çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.

Kule Mezarı

Harpiler Anıtının güneyindedir. MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenir. Likya mezarlarının özgün bir örneğidir. Toplam yükseklik 8.59 metredir. Anıt mezarın, blok taşlarından yapılan kulesi, güneş resimleriyle bezeliydi. Ancak kabartmalar: İstanbul Arkeoloji Müzesine alınarak orada sergilenmektedir. Kulenin üzerinde 3.56 metre yükseklikte bir lahit vardır. Lahit sivri kemerlidir.

Nereidler Anıtı (Londra Brisith Museum’da sergilenmektedir.)
Nereitler Anıtı

Şehrin güneyindedir.

MÖ 390-380 yılları arasında Xsanthos Kralı Arbinas için yapılmıştır.

Nereidler Anıtı

Bugün, burada sadece anıtın temelleri görülür. Tahmin ettiğiniz gibi, bu anıt da çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.

Yine de bu anıt hakkında bilgi vereceğim.

Nereidler Anıtı

Anıt, yüksek bir kaide üzerindedir. Kaide kabartmalı frizlerle bezelidir. Kaidenin önü, sütunlarla çevrili üst bölümden oluşur. Sütunlar: üçgen alınlıklı bir çatıyı taşırlar.

Mezar odası: yüksek kaidenin içindedir. Anıt adını: sütunlar arasında bulunan Su Perileri “Nereid” heykellerinden almıştır. Burası bir Likyalı Satrap mezar anıtıdır.

Son bir not: 2017 yılında Londra Brıtish Museum’a gittim, İngilizler müzeyi oluştururken bütün dünyadan elde ettikleri eserleri, ziyaretçileri müzeye ücretsiz sokarak gösteriyorlar.

Nereidler Anıtını müstakil bir salona yerleştirmişler, ışıklandırmışlar, hemen karşısına da koltuk koymuşlar, bu koltuklara oturup bu muhteşem anıtı dakikalarca seyrettim, inanılmaz güzel, böyle güzel bir anıtın ülkemizden uzaklara, Patara Limanına yanaşan bir İngiliz Savaş Gemisine yüklenerek götürülmesi olacak iş değil,

Xhandos Sütunlu Cadde

SÜTUNLU CADDE

Roma dönemine ait sütunlu cadde, Bizans dönemine ait Katedral (Doğu Bazilikası), Haç Bazilikası ve yaklaşık 2 km uzunluğundaki surlar da görülebilir. Cadde, taş kaplamalarıyla Anadolu’nun en iyi ele geçen caddelerinden birisidir.

KSANTHOS AGORA DİKMESİ

Anıtın gövdesindeki yazıt çift dillidir. Dönemin en uzun yazıtının çoğunluğu Likçe’dir. Ayrıca 11 satırlık eski Yunanca dizede kralın askeri başarıları övülür. MÖ 430 yılında Atina’dan Lykia’ya bağış toplamak için gönderilen Atinalılar gibi Spartalılar ve Melasandos’tan da bahsedilmiştir. Henüz tam çözülemeyen, salt isimler konusunda güvenilir araştırma düzeyinde bulunan Ksanthos yazılı dikmesi hem çok dilli oluşu hem de tarihi olaylardan bahsetmesiyle ayrıcalıklı bir yer edinirken, Likçe’nin eski diyalektinde yazılmış olmasıyla da özelleşir. İki dilli yazıtlardaki benzer kelimelerin farklı yazılışlarının nedeni, Grekler’in Likçe’nin egzotik seslerini tam anlayamamış olmalarıdır. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri: Patara’da yaşanmıştır. Büyük İskender birkaç günlük kamp kurduğu kentin görkemli yapıları arasında dolaşan iyi giyimli halkı öylesine anlaşılmaz bir dille konuşmaktaymış ki, çevirmen yardımı olmadan anlaşamamışlar.

 

Leteon

LETOON

Lykia şehir devletlerinin kültür merkezi olduğu sanılıyor. Çünkü, o dönemde, milli festivaller burada düzenleniyormuş. Letoon adı ise, efsanelerden gelmekte. “Tanrılar kralı Zeus, Leto’ya aşık oluyor ve birlikteliklerinden, Leto ikiz çocuklarına hamile kalıyor.

Zeus’un kıskanç karısından korkan Leto, kaçıyor ve Delos’a geliyor. Burada: çocukları Apollon ve Artemis’i doğuruyor. Ancak; Leto, Hera’dan daha çok uzaklaşabilmek için, Lykia’ya, Anadolu kıyılarına kaçıyor.

Yolda karşılaştığı kurtlar, ona Xantos Nehrine kadar klavuzluk ediyorlar. Leto, minnettarlık içinde nehri Apollon’a adayarak, o zamana kadar “Termilles” adıyla bilinen yere, Yunanca kurt anlamına gelen “İykos” sözcüğünden türetilmiş olan “Lykia” adını veriyor.

Letoon’un kuzeyinde, Grek planlı, Helenistik döneme ait olan tiyatro var. Sahne kısmı ayakta olmayan tiyatronun doğu ve batısındaki kapılar, Dorik firizlerle süslenmiş. Tiyatro, büyük ölçüde, Patara tiyatrosunu hatırlatıyor.

Kazılar sırasında, tapınak kalıntılarının arasında, Lykia tarihine ışık tutabilecek nitelikte yazıtlar bulunmuş. Bunlardan en önemlisi: Büyük İskender’in Letoon’u ziyaretini anlatan yazıttır. Şehirde: MS.8’nci yüzyıldan sonrasına ait kalıntı izleri görülmüyor.

 

3 dilli yazıt:

Lykia bölgesinde ele geçen yazıtlar içinde Letoon üç dilli yazıtı en önemlisidir. Likçe, Eski Yunanca ve Aramice dillerinin aynı anıtta birlikte yer alması resmi/politik bir söylemden iz vermektedir. MÖ 4 ncü yüzyıla ait yazıt, Klasik Dönem Lykia’sının bilinen en uzun ikinci yazıtıdır. Likçe kısmı 41 dizeden oluşur. Bugün Fethiye Müzesinde bulunan yazıt, ilk olarak 1974 yılında yayınlanmıştır. Yazıt içeriğinde Kral Kaunos ve Karanlık Tanrılar kültü (Arkesimas) kayıtları bulunmaktadır.

Evet, Letoon; Arap akınlarının başlaması ve Hıristiyanlığın putperest yapılarına karşı acımasız olan tutumu yüzünden, şehrin terk edildiği tahmin ediliyor.

Kalkan gezi yazıları.

Kekova gezi yazıları.

Patara gezi yazıları.

Demre gezi yazıları.

 

 

 

Demre

Demre

ULAŞIM

Demre-Antalya arası uzaklık: 147 km. dir. Bitmesini istemeyeceğiniz güzelliklerle dolu, asfalt bir yolla Demre’ye ulaşılır. Finike-Demre arası uzaklık: 28 km. dir. Demre-Kaş arası uzaklık: 37 km. dir. Demre-Fethiye arası uzaklık: 130 km.dir.

GENEL

Demre ilçesinin tarihteki ismi Myra’dır. Myra şehrinin isminin “Mür” yağının üretildiği yaban mersin bitkisinden gelmektedir. Günümüzde kazılarda ortaya çıkan mür yağı şişeleri, mür yağı saklama odaları bu görüşü desteklemektedir.

Üç tarafı dağlarla çevrili bulunan İlçenin kurulduğu arazi, Demre Çayının getirmiş olduğu verimli alüvyonlu topraklardan meydana gelmiştir. Akdeniz ikliminin tipik özellikleri görülür. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağmurludur.

İlçenin ekonomisinin % 90’ı tarıma dayalıdır. Aslında turizm cenneti olmasına rağmen, turizm tesislerinin yetersizliği nedeniyle, halk geçimini tarım ile sağlamaktadır. Türkiye’nin en çok: Sivri Biber üretilen yeridir.

Demre sivrisi, adını buradan almıştır. Evet, niye turizm yetersiz? Çünkü: ulaşım zorluğu var, konaklama tesisleri az ve bu yüzden hizmet sektörü gelişmemiştir. Bunun sonucunda: Demre’de, gece eğlence merkezi veya eğlence hayatı da yok.

NE YENİR

Demre’de yöresel bir yemek tatmak isterseniz: Köle (buğday, fasulye, nohut ve bakla haşlamasından yapılan) deneyebilirsiniz.

TARİHİ YERLER

Demre de bulunan tarihi yerler

Myra antik kenti,

Noel Baba Kilisesi.

Andriake Limanı

Myra

MYRA

Demre merkezinden 5 km uzaklıktadır. Kuruluşu MÖ 5’nci yüzyıla kadar gider. Likya birliğinin en önemli 6 şehrinden birisidir. Şehirde Likya döneminin en etkileyici taş oyma figürleri bulunmaktadır.

MÖ 42 yılında, Xanthos şehrinin istila edilmesinden sonra, Roma İmparatoru Brutus, Komutanı Lentulus Spinther’i para toplamak için şehre gönderir. Myralılar karşı koyarlar, limanı bir zincirle kapatırlar.

Spinther: Andriake limanını kapatan zinciri güç kullanarak kırdırır ve Myralılar bunun üzerine teslim olurlar. Öte yandan, Roma İmparatorları, Myra şehrine karşı iyi davranırlar.

MS 18 yılında, İmparator Tiberius evlatlığı olan Germanicus ve karısı Agrippina şehri ziyaret ederler ve Andriake şehrinde dikilen heykellerle onurlandırılırlar.

MS 60 yılında Aziz Paulus, Roma’ya giderken Myra’da gemi değiştirir.

Myra şehri daha sonra İmparator II Theodosius tarafından Likya bölgesinin başkenti ilan edilir.

MS 9’ncu yüzyılda Arap akınları nedeniyle şehir terk edilmiştir.

Şehrin batısında 5.5 km uzaklıkta, Andriake limanı bulunur.

Eskiden bir kıyı kenti iken, Demre çayının getirdiği alüvyonlarla denizin dolması nedeniyle günümüzde denizden içeride kalmıştır.

Ayrıca derine gömülmüş olan şehirde günümüze kadar herhangi bir resmi arkeolojik kazı çalışması yapılmamıştır. Bu yüzden günümüzde şehrin kalıntıları olarak sadece tiyatro ve mezarlar görülebilir.

Liman

Şehrin Limanı: Andriake, Patara ve Phaselis ile birlikte Likya’nın önemli limanlarından birisidir.

Tiyatro

Tiyatro

MÖ 1’nci yüzyılda yapılmıştır. MS 141 yılındaki depremde hasar görmüş ve yeniden yapılmıştır. Dikey kaya yüzeyi, caveasının eğimi için değerlendirilemiş, bu yüzden tamamen baştan inşa edilmiştir.

Tiyatro: arena olarak kullanılmış ve gladyötör döğüşleri yapılmıştır. Şehrin tiyatrosu çok etkileyici ve son derece iyi korunarak günümüze ulaşmıştır.

Tiyatronun Caveasında: aşağıda 29 sıra ve üst kısımda 6 oturma sırası bulunmaktadır. Bu 6 sıralık Diazoma bölümü oldukça geniştir ve arkasında üzerine boya ile isimler yazılmış, 2 metre yükseklikte bir duvar bulunur.

Burası muhtemelen kişiler için ayrılmış yerleri belirlemektedir.

Tiyatroda: 14 merdiven yolu vardır. Tonozlu galeriyle çevrilidir ve bunlardan dışta kalan iki katlıdır. Batı galeride: iki koridor vardır ve duvarlardan birinde “Gezici esnaf Gelasius’un yeri” yazıtı görülür.

Muhtemelen, antik dönemde tiyatroya gelen izleyicilere günümüzdeki kuruyemiş ve şekerleme benzeri bazı ürünlerin satıldığı bir yerdir.

Tiyatro yaklaşık 6500 kişiliktir. Tiyatronun çapı ise, 108 metredir. Orkestra bölümünde: Myra’nın ihracat ve ithalatından söz eden bir yazıt bulunur.

Bu yazıtta, şehrin ithalat işinden elde edilen gelirlerden, Birlik Hazinesine 7000 dinar ödemesi gerektiği yazılıdır.

Antik Mezarlar

Antik Mezarlar

Şehirde tepelere oyulmuş antik mezarlar dikkat çeker. Bu mezarlardan bazıları: ahşap yapıların taklidi olacak şekilde kayadan yontulmuş ve işlenmiştir.

Myra şehrinin ünlü kaya mezarları iki gurup halindedir.

1’nci Gurup Mezarlar

Tiyatronun batısındaki dik yamaçta, birbirine yakın dizilmiş mezarlar bulunur. Ancak bunların büyük bölümü ev tipindedir. Bazıları renkli kabartmalarla bezenmiştir.

Bazıları ise tapınak biçiminde ve kalanlar ise son derece sadedir. Lahit yoktur. Mezarlardan birinin kaya duvarındaki yazıtta “Moskhos;  Demetrios’un kızı Philiste’yi seviyor” yazılıdır.

Tiyatro yakınındaki bir mezarın üstünde 2 asker kabartması görülür. Ev tipi bir mezarda ise, alınlığında sola doğru ilerleyen ve kalkanlar taşıyan iki savaşçı betimlenmiştir. Sol taraftaki, diğerinin kalkanını ondan koparıp almak istercesine betimlenmiştir.

Üstteki mezar kabartmasında: kendisi bir sedire uzanmış ve eşi yanına oturmuş heykel figürü dikkat çeker. Solda ayakta duran, silahlı ve muhtemelen adamın oğullarını temsil eden üç figür görülür.

2’nci Gurup Mezarlar

Tepenin kuzeydoğuya bakan diğer tarafındadır. Buraya kaya bir patika yoldan çıkılır.

Resimli Mezar

Ev tipindeki bu mezar, Likya bölgesindeki en etkileyici mezardır. Mezarın iç kısmında: sağ ve sol yanda birer sedir vardır. Mezarın en özel kısmı: kabartma olarak yapılmış ve gerçek ölçülerde 11 insan figürüdür.

Sol tarafta: sedir üstünde: sağ elinde taşıdığı içki kadehini yukarı doğru kaldıran sakallı bir adam görülür. Bu muhtemelen ailenin babasıdır. Karşı duvarda: Her iki yanında da çocuklarıyla bir kadın figürü görülür ki, bu muhtemelen adamın eşidir.

İki giriş arasındaki duvarın iç kısmında: yüzü sola dönük, elinde kepçeye benzer bir obje bulunan göbekli bir oğlan bulunur. Bu figürlerin, daha önce Yunanlılar tarafından görüldüğü ve Atina’ya götürüldüğü söylenmektedir. Sağdaki kayalıklarda 5 figür daha bulunur.

Boğa ile dövüşen Aslan figürü

Daha yukarıdaki bir mezardadır. Mezarın iç kısmında sekiz figürden oluşan bir sahne görülür. Aslanın başının iki yanında, muhtemelen dansözlerden oluşan fantastik bir figür bulunmaktadır.

Nekropol

Deniz tarafındadır.

Hadrian Buğday Deposu

Antik şehirdeki en önemli yapısıdır.

Aziz Nikolaos

AZİZ NİKOLAOS-NOEL BABA

Kendisi: MS 3’ncü yüzyılda, Patara bölgesinin küçük bir köyünde zengin bir buğday tüccarının oğlu olarak dünyaya gelmiştir.

Ebeveynlerini genç yaşta hastalık nedeniyle kaybeder.

Ardından bütün mal varlığını hasta, yaşlı ve bakıma muhtaç kişiler için kullanmıştır. Hayatını iyilik yapmaya adamış, sahip olduklarını yoksullarla paylaşan ve yardımlarını gizli olarak pencere veya bacalardan hediyeler bırakarak gerçekleştirmiştir.

Genç yaşta Myra Episkoposu olmuştur

Myra, Likya Eyaletinin başkenti olduğu için burada görev yapan piskopos da, Anadolu’nun en büyük ikinci din otoritesi olarak kabul ediliyordu.

Ardından çok seyahat etmiş ve duaları ile denizcileri birçok kazalardan korumuştur. Akdeniz’de büyüklü küçüklü bütün teknelere Aziz Nikolaos’un resmi veya ikonası asılmış, sefere çıkarken “Dümeninizi Aziz Nikolaos Tutsun” dileklerinde bulunulması gelenek haline gelmiştir.

Katolik, Ortodoks ve Anglikan kiliseleri tarafından önemli bir “Aziz” olarak kabul edilmiştir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde Noel Baba’ya adanmış 2000 civarında kilise bulunmaktadır.

1931 yılında Haddon Sundblum tarafından Coca Cola şirketi için hazırlanan çizimlerle Noel Baba son görüntüsüne kavuşmuştur.

1955 yılında: Antalyalı bir kısım turizmci, PTT işbirliği ile üzerine üzerlerine Noel Baba pulları yapıştırılmış Antalya Kartpostallarını tüm dünya devlet adamları ve önemli kurumlarına, yılbaşında postaladılar ve Demre’de bulunan Noel Baba kilisesinin tanınmasını sağladılar.

Bunun üzerine Amerika’da da sevilerek New York şehrini koruya azizlerden biri sayıldı ve “Santa Klaus” olarak tanındı. Hollanda’da Sinterkoas, Fransa’da Pere Noel, İngiltere’de Father Christmas ve Almanya’da Heilige Nikolaus isimleriyle tanınmaktadır.

Aziz Nikolaos’un Noel Baba efsanesi

Demre de St Nicholaus Kilisesi yakınında, bir fakir baba ve üç kızı yaşarlar. O devirde, hiçbir kız çeyizi olmadan evlenemezmiş. Yoksul baba, o kadar çaresizdir ki, kızlarını nasıl evlendireceğini düşünür, bir türlü çare bulamazmış.

Soğuk bir Noel gecesi, üç kız kardeş odalarında oturmuş, nasıl evleneceklerini konuşuyorlarmış. Kızlardan en büyüğünün aklına, kendini esir pazarında satarak elde edilecek para ile diğer kız kardeşlerine çeyiz düzme fikri aklına gelmiş.

Bu düşüncesini diğer kız kardeşlerine açmış. Evin büyük kızı, kız kardeşlerine “Sizin için kendimi esir pazarında satarak sizleri evlendireceğim” der.

Diğer kız kardeşler buna karşı çıkarlar. Her biri, kendisinin esir pazarında satılarak, elde edilecek para ile diğer kardeşlerin evlenmesini ister.

Bu sırada, evin açık penceresinden bu konuşmaları duyan Aziz Nikolaus, bu yoksul aileye yardım etmeye karar verir, kiliseden getirdiği bir kese altını, açık olan pencereden evin içine atar. Tarih 25 Aralıktır ve Kızlar, İsa’nın doğduğu gece bir mucize olduğuna inanırlar.

Böylece büyük kız evlenir, sonra ikinci sıradaki kız için de pencereden bir kese altın atılır ve kız evlenir. Ancak: Aralık ayı oldukça soğuktur, pencereler kapalı olduğu için en küçük kız için Aziz Nikolaos, bu kez evin çatısına tırmanır ve bacadan aşağıya bir kese altın atar ve küçük kızın da evlenmesini sağlar.

Bunun üzerine, her yıl Myra halkı, 25 Aralık tarihinde pencereleri ve kapılarının önünde altın elma, çerezler, çocuk oyuncakları bulmaya başlarlar. Aziz Nikolaos, yardım ettiği kişilerin kendisine şükran borcu olmaması için yaptığı yardımlara gizliliği seçmiştir.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi-Noel Baba Kilisesi

En başta şunu belirtmekte yarar var, kiliseyi tanıtım yazısı sizlere biraz uzun gelebilir ancak bu yazıyı okuduktan sonra kiliseyi daha bilgili ve zevk alarak gezeceğinize inanıyorum.

Demre Gökyazı Mahallesi Kolcular Sokakta bulunan kilise, UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Anıt müze olarak ziyarete açıktır. Her yıl 1 milyon kişi tarafından ziyaret edilmektedir.

Giriş ücretlidir.

Aziz Nikolaos: Myra Piskoposu iken 6 Aralık 365 yılında 65 yaşında iken ölür.

Kaynaklara göre: Aziz Nikolaos öldüğünde, Demre Aziz Nikolaos kilisesine defnedilmiştir.

Ancak, 6’ncı yüzyılda bu eski kilisenin üzerine, dönemin İmparatoru I Justinianos tarafından yeni bir kilise inşa edilmiştir.

Ancak bu yeni kilise yapılırken, eski kiliseden kalma bir bölüm muhafaza edilmiştir. Hatta: 529 yılındaki depremde, eski kiliseden kalma bu bölümün herhangi bir hasar görmediği tahmin edilmektedir.

Peki bu gizli kalmış bölüm nasıl bulunmuştur?

Aziz Nikolaos kilisesinde yapılan koruma ve restorasyon çalışmaları sırasında çekilen tomografi sırasında ortaya çıkmıştır ve bu bölüm, 4’ncü yüzyıldan kalmadır, yani Aziz Nikolaos’un mezarının burada bulunması muhtemeldir.

Mezar olmasa da, bu gizli bölümde Aziz Nikolaos’a ait bilgilere ulaşılabilir.

Evet, kilise yukarıda sözünü ettiğim gibi, 529 yılında yenilenmiştir.

8’nci yüzyılda bu kilise, bilinmeyen bir nedenle harap olmuştur. Muhtemelen bunda bir deprem veya Arap akınları sebep olmuş olmalıdır.

Ancak bu büyük kilise, 1034 yılında harap olur. Çünkü Arap donanması, bir kez daha Demre’yi vurmuştur.

Fakat, 1042 yılında İmparator IX Konstantin Monomakhos (1042-1055) ve karısı Zoe tarafından günümüzde görülen yeni kilise yaptırılır. Bir zamanlar köy mezarlığında bulunan ve kiliseden buraya getirildiği düşünülen bir Bizans kitabesinde bu durum yazılıdır.

Bu kitabenin kilisenin yeniden yapımı ile ilgili olduğu düşünülmektedir.

1042 yılında yapılan kilisenin içinde, Aziz Nikolaos’un kemikleri, bir lahit içinde muhafaza ediliyordu.

Aziz Nikolaos Kilisesi: Orta Çağ boyunca bir hac merkezi olarak kullanılmıştır. Deniz yolu ile Kudüs’e giden hacılar, yolları üzerinde Myra’nın limanı Andriake’ye uğrar ve bu limandan Aziz Nikolaos kilisesine ulaşıp hacı olurlardı.

Aziz Nikolaos Kemikleri

Ancak 20 Nisan 1087 tarihinde; Aziz Nikolaos’ın mezarı kırılarak açılır ve kemikleri, İtalyan tüccarlar tarafından çalınarak İtalya Bari şehrindeki bazilikaya götürülerek gömülür ve Bari şehrinde Basilica di San Nicola adıyla muhteşem bir kilise inşa edilir.

Aziz Nikolaos’un bazı kemikleri ise, Venedik başta olmak üzere Avrupa’nın birçok kilisesinde muhafaza edilmektedir.

Peki: İtalyanlar, Bari şehrinde bulunan mezardaki kemiklerin, Aziz Nikolaos’a ait olduğunu kanıtlayabildiler mi? Hayır, DNA testi yapılmasına rağmen testin sonuçlarını açıklamadılar. Yani çalıp götürdükleri kemiklerin, normal bir papaza ait olma olasılığı da yüksektir.

1738 yılında bu büyük kilisenin bitişiğine, küçük bir şapel yaptırılır veya daha önce burada mevcut bulunan şapel tamir ettirilir.

Çünkü Rum nüfus burada yaşamaya devam etmektedir.
Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

Aziz Nikolaos, zamanla Rusya Çarlığının en popüler azizi haline gelmişti. Bunun üzerine, Kırım Harbi yıllarında Rusya buraya yerleşmek üzere girişimlerde bulunur. Nikolaos Manastırında bir koloni kurmak ister ve bunun için, İbrahim Efendi adında bir tapu görevlisinin yardımı ile kilise ve çevresi Anna Galicia adında bir Rus Kontesi tarafından satın alınır.

Bu alışveriş Rodos’da bulunan Rus konsolosu tarafından onaylanır.

Ancak Osmanlı devleti, bu dini görünüşlü işlemin altında politik bir amaç olduğunu anlayarak Rusların Demre’ye yerleşmesini engeller ve arazi Devlet tarafından geri alınır.

1862-1863 yıllarında; Rus Çarı II Aleksandr tarafından tamir ettirilmiş ve çan kulesi eklenmiştir. Ancak bu tamirat sırasında kilisenin orijinal mimarisi bozulmuştur.

Bunun sebebi yani kötü restorasyonun sebebi olarak Rusların Akdeniz’e çıkıntı yapan bu ücra köşede yerleşmeye çalıştıkları düşünülüyor.

Günümüzde kilise içinde, bu dönemden kalma mermer üzerine yazılı bir Rusça kitabe bulunmaktadır. (Kitabenin boyutları: 1.46 x 0.60 metre boyutlarındadır.)

Kilisenin duvarlarında: Aziz Nikolaos tarafından gerçekleştirilen mucizeler resmedilmiştir. Bu duvar resimlerinde: Hıristiyanlıkla ilgili kararların alındığı dinsel toplantılar olan konsül sahneleri canlandırılmaktadır.

Roma dönemine ait lahit ise: balık pulları ve akantus yapraklarıyla süslüdür. Kesin olmasa da bu lahdin Aziz Nikola’ya ait olduğu düşünülüyor.

Evet, kilise zamanla Myros (günümüzdeki ismi Demre) çayının taşkınları sonucu toprak altında kalmıştır. 1956 yılında yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır.

1994 yılında ziyarete açılmıştır.

Aziz Nikolaos Antalya Müzesinde bulunan kemikleri
Antalya Arkeoloji Müzesinde Sergilenen Aziz Nikolaos Kemikleri

Aziz Nikolaos’un kemikleri çalınırken geride kalan bir kısım kemik ise, günümüzde Antalya Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

Demre’de bulunarak 1923’ten sonra buradan Rumların ayrılmaları üzerine Antalya Müzesine götürülen, Nikolaos’un kalıntıları olarak kabul edilen kemikler (bazıları eksiktir), içinde bulundukları muhafazadan anlaşıldığına göre: çok daha geç bir döneme, 18’nci yüzyıla aittir.

Muhtemelen, Aziz Nikolaos’a saygısı olan bir kişi tarafından yaratılmış ve buraya konmuş olmalıdır.

Evet, kiliseyi anlatmaya devam edelim

Kilise, günümüzde “Ortodokslar” tarafından özellikle her yıl 6 Aralık tarihinde yoğun ziyaret edilmektedir.

Çünkü her yıl Noel Babanın ölüm tarihi olan 6 Aralık tarihinde Demre’de “Noel Baba ile Dünya Barışına Çağrı” etkinlikleri düzenleniyor. Farklı dinlerden insanların katıldıkları bu etkinliklerde, barış duaları ediliyor, törenler yapılıyor.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

Kilisenin içi

Kilisenin duvar, tonoz ve kubbeleri önceki yıllarda fresko resimlerle kaplıdır. Hatta kilise duvarlarının bazı kesimlerinde, iki ayrı resim tabakasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlar genellikle 11 ve 12’nci yüzyılda yapılmıştır.

Freskoların en iyileri ise, iç narteks ve ana binanın yan mekanlarındadır.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

İç nartekste: 6 konsil resimleri bulunur.

Apsisin solunda: küçük mekanın kubbeli tonozunda: İsa’nın, havarilerine şarap ve ekmek dağıttığı akşam yemeği sahnesi betimlenmiştir. Kilisenin diğer bölümlerinde de tek aziz figürleri bulunmaktadır.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi Lahit

Kilisenin güney yönüne bitişik şapeldeki lahitler, 2 ve 3’ncü yüzyıllarda yani Roma döneminde kullanılmıştır. Bunlardan bir tanesi görülmelidir.

Bu lahdin dış yüzü, geniş akantus kıvrımları ile süslüdür. Diğer Roma dönemi lahit ise, kapağında yatar vaziyette, esas sahiplerinin yüksek kabartması vardır. Bu lahitte teknenin dış yüzü: çok eskiden parçalanmış ve gelişigüzel mermer parçalar ile yamanmıştır.

Ben burayı gezdiğimde, bu lahdin parçalanmış olması da dikkate alınarak Noel Baba’nın lahdi olduğunu düşündüm.

Çünkü, yukarıda da belirttiğim gibi Noel Baba’nın lahdi İtalyan tüccarlar tarafından parçalanarak açılmış ve kemikler çalınmıştı. Ancak benim düşüncemi kanıtlayan bir şey yok, yani burası Noel Baba’nın lahdi değildir.

Kilisenin güney tarafında, iki küçük şapelden, ikincisinin apsis yarım yuvarlağı içinde bir mezar vardı. Genellikle bu mezarın, Noel Baba’nın cesedinin korunduğu lahit olduğuna inanılıyor.

1906 yılında çekilen bir fotoğrafta: lahdin son derece tahribe uğramış olduğu görülür.

Noel Baba Heykeli

Noel Baba Heykeli

Demre Aziz Nikolaos Kilisesinin bahçesine ilk olarak 1981 yılında Noel Baba heykeli dikilmiştir. Ancak 2000 yılında bu yerinden kaldırılarak yerine yeni bir heykel dikilmiştir.

Bu bronz heykel Rus heykeltıraş Gregory Pototski tarafından yapılmıştır. 2005 yılında bu heykel yerinden kaldırılmış ve yerine kırmızı-beyaz kostümlü, plastik malzemeden yapılan Coca Cola’nın Noel Baba heykelini yerleştirdi.

Ancak bu heykel de beğenilmedi, 2008 yılında Kültür Bakanlığı tarafından heykeltıraş Necdet Can’a yeni bir heykel yaptırıldı ve gömlekli, terlikli Noel Baba heykeli: Kilisenin bahçesine yerleştirildi.

Andriake

ANDRİAKE-ÇAYAĞZI LİMANI

Günümüzde şehir Myra merkeze, 5 dakika uzaklıktadır.

Şehir tarih sahnesine ilk olarak MÖ 197 yılında çıkar.

Bu tarihte: Büyük İskender’in ardıllarından olan Seleukos Kralı III Antiokhos, Ptolemaioslar’dan kenti alır.

Kent, Myra kentinin dışında bir yerleşim yeri ve liman olarak düzenlenmiştir. En parlak dönemini Roma devrinde İmparator Hadrian döneminde yaşamıştır.

Kentte bulunan: Granarium, ticari Agora ve benzeri yapılar, İmparator Hadrian döneminde inşa edilmiştir.

Liman kıyısında bulunan “Liman Onurlandırma Anıtları” ise, MS 4’ncü yüzyılda şehrin önemli bir liman kenti olarak işlevini sürdürdüğünü kanıtlamaktadır.

Andriake kentinin limanı

MS 7’nci yüzyıla kadar işlevselliğini korumuştur. Ticaret gemileri için korunaklı bir liman olmasının yanında lojistik destek sağlayan tesisleriyle gemicilerin yoğun tercih ettiği bir uğrak yeri olmuştur.

Ancak bu tarihte liman bataklık haline gelmiş ve deniz ile ulaşımı kesilmiştir. Ayrıca: bataklık haline dönüşen bölgede sıtma ve benzeri hastalıklar ortaya çıkar ve daha sonra balçıklar içinde kalan kent terk edilir.

Andriake kalıntıları: Demre’ye yakın kısımda liman ağzında, tepenin eteğinde bulunmaktadır.

Harabelerde: ilk görülen şey, şehre su ulaştıran “Aquadüktler”  dir.

Liman ağzında görülen görkemli yapı kalıntısı: Roma devrinden kalma bir meydan çeşmesinin günümüze kadar ulaşan kısmıdır.

Andriake

Andriake ören yeri: ziyaretçi karşılama yeri ve gezi güzergahı düzenlenerek ziyarete açılmıştır.

Ören yerinde: Andriake Liman Kentinin güney yerleşiminde: Agora, sarnıç, granarium yapısı, hamamlar, kiliseler, sinegog ve liman yapıları bulunmaktadır. Ziyaretçilerin ören yerini rahat gezmeleri için gezi yolları yapılmıştır.

Kara Büyü

Kazı çalışmalarında 2019 yılında bulunan “Kaya Büyü” dikkat çekmektedir. Çünkü bu tür bir objenin benzerine, Anadolu’da hiç rastlanmamıştır. Bu obje, kurşundan yapılmış 5.5 cm çapındaki kurşun kabın içine saklanmış, yine kurşundan bir zarftır.

Bu kurşun kap: dört yerinden delinerek bronz bir telle sıkıca dikilmiştir. Zarar görmemesi için açılamayan bu kapın içindeki obje görülemiyor. Kurşun olduğu için x ışınlarıyla da anlaşılamamıştır.

Bu yüzden kurşun kabın içinde saklanan objenin büyük olasılıkla kara büyü olduğu, kurşun zarfın görünmeyen iç yüzünde ise bir yazı bulunduğu tahmin edilmektedir.

Kurşun kabın açık yani kırık olan bölümü değerlendirildiğinde: kabın içinde ebedi hapsedilmek üzere bir şey bulunduğu tahmin ediliyor.

Hiçbir zaman açılmasın ve sahibine zarar vermesin diye sıkıca kapatılmıştır.

Likya Uygarlıkları Müzesi

ANDRİAKE ÖREN YERİ LİKYA UYGARLIKLARI MÜZESİ

Müze: Demre ilçesinin 5 km güneybatısında Demre-Kaş karayolu üzerindedir. Önce Andriake ören yerini gezeceksiniz ve sonra 800 metre kadar ileride müze bulunuyor.

2015 yılında ziyarete açılmıştır. Girişte otopark bulunmaktadır. Giriş ücreti 10 TL dir.

MS 129 yılında yapılmış, granarium yani tahıl ambarı müze olarak düzenlenmiştir. Granarium: İmparatorluk silosudur. Roma imparatoru Hadrianus’a adanmıştır.

Granium yapımında, ilk defa “Murex harcı” kullanılmıştır. Murex; denizde yaşayan yırtıcı ve dikenli bir tür deniz salyangozudur. Tarihi süreçte, bu deniz salyangozları “Mor boya üretimi” için kullanılmıştır.

Mor renk ve mor boya

Roma ve Bizans dönemlerinde en kıymetli renk olarak kullanılmış, özellikle İmparatorlar tarafından tercih edilmiştir. Fenikeliler tarafından 1 gram mor renk elde etmek için, yaklaşık 8 bin murex yani deniz salyangozu dövülerek işleniyordu.

İşte kırılan binlerce deniz salyangozunun kabukları harç olarak kullanılıyordu ve bu harca “Murex harcı” deniliyordu. Granarium, murex harcının ilk kullanıldığı yapı olması nedeniyle de önemlidir.

Likya Uygarlıkları Müzesi

2307 metre kare büyüklükteki yapı 8 bölümden oluşmaktadır. Uzunluğu 56 metre, genişliği 32 metredir.

Yapı restore edilerek çatısı kiremit örtü ile kapatılmıştır. Ayrıca, zemini oldukça tahrip olduğundan çalışmalar sırasında yenilenmiştir.

Likya Uygarlıkları Müzesi

Kapı üstündeki kitabesinde ve orta yerdeki Hadrian ve karısı Faustina’nın kabartmalarından, binanın MS 129 yılında yapılmış olduğu anlaşılmaktadır.

Ayrıca burada MS 5’nci yüzyılda görev yapmış olan Herakleon isimli bir memurun rüyası ile ilgili kabartma da bulunmaktadır.

Andriake Gümrük Yazıtı

Roma İmparatoru Nero döneminden Lykia Eyalet Valisi olan C. Licinius Mucianus zamanında MS 60-63 yıllarına tarihlenir. (Günümüzde Antalya Müzesinde sergileniyor.)

kalmadır. Likya bölgesinin idari yapısına ve ekonomisini değinen bu yazıtı, Müzeye girmeden önce, müzenin ön tarafında görmek mümkündür.

Anadolu’nun bu içerikte bilinen 3 yazıtın (Efes ve Kaunos) en uzun ve korunmuş olanıdır. Lykia Birliği Gümrük Yasasını içeren yazıt gümrük kurallarını, liman işletmesini ve gümrüğe tabi malların listesi gibi özel bilgiler içermektedir.

 

MÜZE:

Müzede: Likya kentlerine ait eserler ve Likya uygarlığının tanıtımı yapılmaktadır.

Müzede: Myra, Patara, Xanthos, Tilos, Pınara, Olympos, Arykanda ve Antiphellos Salonları düzenlenmiştir. Bunlar: Likya Birliğini oluşturan kentlerin isimleridir.

1’nci Bölüm

Burada: Likya bölgesi hakkında panolar ve kentleri hakkında bilgilendirmeler vardır.

12 Tanrılı Adak Steli

Ayrıca: Andiake kenti ve müzenin bulunduğu Granarium hakkında bilgi ve 12 Tanrılı adak steli bulunuyor.

Likya Uygarlıkları Müzesi cam zemini

Müzenin 1’nci Salonunda yerde orijinal zemin görülür. Hz Süleyman, Saba Melikesi Belkıs’ı Süleyman Tapınağına getirttir. Yerlerde havuz vardı ve üstü camla kaplıydı.

Belkıs, ıslanırım diye eteğini topladı, Süleyman camın üzerinde yürümesini, ıslanmayacağını söyledi. Burada da yerler birçok yerde camdır.

Altta havuz yerine özel kaya ve efektler bulunur. Yine de cam kırılır düşerim diye korkabilirsiniz.

Likya Uygarlıkları Müzesi
2’nci Bölüm

Likya birliği ve meclis binası, Likya sikkeleri, Likya yazıt bilimi, dili ve alfabesi, bir takım yazılar, Letoon Yazıtlı Dikme, Patarensis Anıtı bulunmaktadır.

3’ncü Bölüm

Burası Likya bölgesinin denizcilik bölümüdür. Burada: sudan çıkarılan amforalar, kireçtaşına kazınmış bir ticaret yazıtı, çapalar, çapa taşları sergileniyor.

4 ve 5’nci Bölümler

Likya bölgesinde ekonomik ve sosyal yaşama ait objeler sergileniyor. Çeşitli heykeller, Likyalıların kullandığı takılar ve ziynet eşyaları görülebilir.

6’nci Bölüm

Likya’da din kültürü bölümüdür. Buranın önemli objeleri: 12 Tanrılı adak stelleri, Kader Tanrıçası Thyke heykelidir.

7’nci Bölüm

Simülasyon bölümüdür.

8’nci Bölüm

Konferans salonudur. Burada: Andriake şehrindeki restorasyon çalışmalarına ait fotoğraflar bulunmaktadır.

Andriake kenti kalıntıları gezisi

Müzeden çıkınca, hemen Sinagog görülür. Yapıdan günümüze sadece yüksek duvar kalmış, yapının kalan kısmı tahrip olmuştur.

Sinagog, MS 6’ncı yüzyıla aittir. Bölgede bulunan ilk ve tek sinagog olarak önemlidir. Sinagogla birlikte bulunan üç yazıttan biri müzede sergilenmektedir.

Sonra karşınızda şehrin Liman bölümü görülüyor.

Limana doğru yürüyerek liman anıtlarını görebilirsiniz.

Liman onurlandırma anıtı

Liman onurlandırma anıtlarında, bir takım onurlandırmalar ve uyarılar bulunmaktadır.

Liman temsili Roma gemisi

Burada sonra karşınıza bir maket gemi çıkıyor. Bu gemi aslına uygun olarak yapılan bir Roma ticaret gemisidir.

Bugün kullanılmayan rıhtımda 16 metre uzunluğunda bir gemi canlandırması içinde: amphoralar içinde zeytinyağı, şarap gibi sıvı malzemeler bulunur. Antik dönemde, limana yüklerin nasıl getirildiği canlandırılan bu bölüm, yoğun ilgi görmektedir. Merdivenlerle geminin içine girebilirsiniz.

Agora

Harabelerin en büyük yapısı “Plakoma” denen Agoradır. Burası Liman Agorası bölümüdür ve şehrin ticaret yani Pazar yeridir.

Agoranın üç tarafı dükkanlarla çevrilidir, ortasında büyük bir sarnıç bulunmaktadır.

Yine burada, çok az kentte görülen “Murex işlikleri” bulunmaktadır. Murex işliklerinde yani buradaki atölyelerde, mor renk elde ediliyordu.

Sarnıç
Sarnıç

Agoranın ortasındadır.

Sarnıç’a girmeyi unutmayınız. Likya kentlerinde bu kadar güzel bir sarnıç bulunmadı. Sarnıcın içine girilebiliyor. 24 metre uzunluğunda ve 12 metre genişliğindeki sarnıç 6 metre derinliktedir.

İçi ışıklandırılmıştır. Merdivenlerden aşağıya inin ve kemerli geçişlerle içeride yürüyün, sarnıcı gezin. Sarnıcın hemen üst tarafında bir kuyu bulunuyor bu kuyudan gelenlerin su ihtiyaçları karşılanıyordu.

Gezimize devam ettiğimizde: Kilise ve Roma Hamamı görülüyor. Hamam, limana çok yakın bir bölgeye inşa edilmiş, denizden gelenlerin temizlenerek şehre girmeleri isteniyordu. Sonra bir başka kilise kalıntıları görülüyor.

Biraz daha ileride ise, yüksek bir gözetleme platformu yapılmış, ziyaretçilerin liman ve kenti yüksekten görmeleri imkanı yaratılmıştır.

Çayağzı Plajı

Çayağzı Plajı

Buraya kumsalda yürüyerek ulaşabilirsiniz. Eşen çayının denizle birleştiği noktada yani Çayağzı Plajında sular oldukça serindir.

Plaj berraklığı ve göz alıcılığı yanında Caretta Carettalara ev sahipliği yapmaktadır. Haziran-Temmuz aylarında bunların sahile yumurtalarını bırakmaları ve denizde yüzmelerini görebilirsiniz. İsterseniz burada denize girebilirsiniz.

Andriake Kuş Cenneti

Demre’ye 5 km uzaklıktadır. Buradaki sulak alan, 149 kuş türüne ev sahipliği yapmaktadır. Her yıl, yüzlerce kuş gözlemcisi burayı ziyaret etmektedir.

Sura Antik Kenti

 

SURA ANTİK KENTİ

Demre (Myra) merkeze 6 km uzaklıktadır. Kaş merkeze ise 45 km uzaklıktadır.

Antik şehrinin isminin kökeninin “Luwi/Etrüks” dilinde “Kutsal ve Yüce Swa/Soa” anlamındadır. Şehrin ismi Likçe “Surezi” dir ve anlamı “duvar” demektir.

Sura köyündedir. Andriake harabelerinin hemen üzerindedir.

Likya kenti, Bizans döneminde de önemini korumuştur. Bu yüzden, birçok medeniyetin izlerini taşımaktadır. Antik kentteki kalıntılar: Kaya mezarları, tapınak, kilise, Apollon Tapınağıdır.

Şehir hakkında ayrıntılı bilgi yoktur. Ancak: Apollon’un kehanet merkezlerinden birisi olduğu tahmin edilmektedir.

Burada, Anadolu ay ve ışık tanrısı Men adına kutsal bir tapınak ve kehanet merkezi bulunduğu söyleniyor. Men’in ardılı Apollon tüm Likya’da olduğu gibi bu bölgede de kutsanmış ve kutsal tapınakla kehanet merkezinin adı “Apollon Soura” olmuştur.

Akropol

Günümüzdeki köyün batısında, 80 metre yükseklikteki tepenin üstünde Akropol bulunur. Akropol oldukça küçüktür ve çevresi surlarla çevrilidir.

Kuzeyde bulunan surlar: dikdörtgen yapılarıyla hala ayaktadır, güney yöndeki surlardan ise hiçbir kalıntı yoktur. Akropol surlarının doğu ve güneyinde, koruma kuleleri vardır.

Likya Yazıtı

Akropolün güneybatı köşesinde, denize karşı yükselen görkemli bir heykel kaidesi görülür. Kaidenin üzerinde, Xanthos Obelist’inden sonra bilinen en uzun Likya yazıtı vardır. Ancak yazıt günümüze iyi korunarak gelememiştir. Yazıtın her satırından, günümüzde sadece birkaç harf okunabilmektedir.

Stel

Akropolün alt kısmında ana kaya üzerine, Apollon Surius rahiplerinin listesinin kazınmış olduğu iyi korunmuş iki stel vardır.

Kaya Mezar

Kaya Mezar

Akropol tepesinde 6’ncı yüzyıldan kalma ki bir kaya mezar, Likya’daki en büyük lahit olarak biliniyor. Bu mezarın yazıtında: Doğu Likya bölgesinin en önemli Apollon kutsal alanı ve kehanet merkezinin Surra kentinde olduğu anlatılmaktadır.

Curius-Kahin Balıklar

Tarihi süreçte, en ilginç kehanet sistemlerinin birinin merkezi de Sura imiş.

Suralı rahipler balıkların davranışlarından geleceği sorgulamışlar.

Şimdilerde bataklık olan vadi, bir zamanlar limanın bulunduğu bir koy imiş ve o zamanlarda Apollon Surius Tapınağı, hemen denizi kenarında ve üç kaynak suyunun birleştiği bir yerde kurulmuştur.

Çevre kentlerden, sayısın insan geleceği sorgulamak için Apollon Surius kehanet merkezinin ve Curius denen kahin balıkların yolunu tutmuş.

Polykharmos tarafından anlatılanlara göre

“Haklarında bir kehanette bulunulmasını isteyen kişiler: kumdaki girdabın bulunduğu deniz kıyısındaki Apollon koruluğuna gelirlerdi. Ellerinde her birine 10 parça kızarmış et takılı olan 2 tahta şiş tutarak kendilerini takdim ederlerdi.

Rahip koruluktaki yerini sessizce alırken, kişide şişleri girdaba doğru atıp olacakları izlerdi. Şişler atıldıktan sonra havuz, deniz suyu ile dolar ve çok sayıda ve çok değişik boylarda birçok balık, sihirli bir şekilde ortaya çıkardı.

Kahin balıkların cinslerini belirtir ve kişi buna göre rahipten kehaneti öğrenirdi. Küçük balıkların görülebileceği gibi, bazen de bilinmeyen türlere rastlanırdı. “

Plinius tarafından aktarılanlara göre ise “Apollon çeşmesinde balıklar kehanetlerini bildirmek üzere, 3 kez su kanalında toplanırlardı. Eğer balıklar kendilerine atılan eti parçalarsa bu kehanetin yapıldığı kişi için iyi, kuyrukları ile geri çevirirlerse de kötüyü işaret kabul edilirdi.

Hatta yine Plinius’un anlattığına göre, bu su kaynağındaki balıklar Curius adı ile anılarak onlara üç kez düdük öttürülerek sesleniliyordu. “

Ancak tarihçi yazarların üstünde uyum göstermedikleri tek konu: kehanetin kaynağı balıkların hareketleri mi, yoksa türleri midir?

Kehanetin yapıldığı su kaynağı, günümüzde de görülmektedir. Curiuslar tapınağın önüne kadar giremeseler de kıyıda bir yerde hala varlıklarını sürdürmektedirler.

Apollon Curius Tapınağı

Akropolün batısındaki derin vadidedir. Antik dönemde ise: vadinin denize açıldığı noktada, limanın dibinde, klasik Roma mimarisini yansıtan, küçük, iyi korunmuş bir yapıdır. Kayalara oyulmuş merdivenlere göre, Akropolden buraya merdivenlerle inildiği düşünülüyor.

Tapınak: Dor planlıdır. Kuzey ve doğu duvarları ayaktadır. Batı duvarı ve ön cephesi çökmüştür.

Tapınağın iç duvarlarında: destekçileri tarafından yapılan bağışları içeren bir yazıt bulunur. Bu yazıtta bahsedilen bağışların Apollon Surius’a değil Anadolu’da at binici tanrı Sozon’a ithafen yapılması ilgi çekici bir durumdur.

Sozon kültü, Küçük Asya’nın güneybatısında Helenistik dönem Grek yazıtlarında da bilinen yerel Anadolulu bir tanrıdır. Sura’da ise, muhtemelen Apollon’un Likyalı özdeşi olarak görülüyordu. Aynı yazıtta, bir bağış ta Rhodoslu tanrı Zeut Atabyrius adına kaydedilmiştir.

Apollon Çeşmesi

Tapınağın hemen doğusunda, tepenin eteklerinden çıkan su kaynağıdır. Apollon çeşmesinden tapınağa su taşıyan kanal örgüsü, günümüzde ne yazık ki bataklığın içinde kalmıştır.

Bizans Kilisesi

Apollon Tapınağının gerisindedir. Hıristiyanlığın Anadolu’da yayılmasıyla, Apollon Tapınağı ve kehanet merkezinin kuzeyine, tek apsisli Bizans şapeli inşa edilmiş ve Ortodoks Bazilikası olarak kullanılmıştır.

Ancak takip eden süreçte, Myra’da Noel Baba kilisesinin ön plana çıkması ve hac yeri olarak kullanılması nedeniyle Sura önemini kaybetmiştir. Günümüzde oldukça harap durumdadır. Sadece yıkıntıları görülmektedir.

Sarnıçlar

Kuzeydeki bir tepede bulunan Bizans yapısının kalıntılarının yakınında bir su sarnıcı vardır. Kentteki çok sayıda su sarnıcı ve su kemeri olmayışı, Sura şehrinde su sıkıntısı olduğunu kanıtlamaktadır.

KYANEAİ-YAVU KÖY

Demre karayolu üzerinde, Yavu köy yakınlarında, köyün batısında kalan tepenin üzerindedir. Kaş merkeze 23 km uzaklıkta, Demre-Kale yolu üzerindedir. Demre ye yaklaşık 20 km uzaklıktadır. Myra’nın 16 km batısındadır.

Araç yolu bile oldukça berbattır. Tepeye ulaşmak için yorucu bir yol yürümek gerekir. Bölgede herhangi bir resmi arkeolojik araştırma yapılmamıştır.

“Kyaneai” isminin kelime anlamı “koyu mavi” dir. Ayrıca “Çınlayan kayalar” olarak da bilinir. Çünkü: rüzgar burada kayalara çarparak çınlamaktadır. Likya dönemi şehridir. Şehrin Likçe ismi “Turaxssi” veya “Khbahn” dır.

MÖ 4’ncü yüzyılda yoğun bir Yunan etkisinin görüldüğü şehir, Likya Birliğine dahildir ve MÖ 167 ile MS. 43 yılları arasında birlik sikkeleri basmıştır.

Kyaenaili zengin İason: 16 Likya şehrine yardım ettiği gibi, kendi şehrine de yardım etmiş ve imarına çalışmıştır. Bu yüzden, ona Likya’nın en büyük hakimi anlamına gelen “Lykiakn” unvanı verilmiştir.

MS 6’ncı yüzyılda, Yazar Hierokles tarafından şehir, Likya Eyaleti kentleri arasında sayılmıştır.

Roma devrinde, büyük gelişmeler gösteren şehir, Bizans döneminde de Piskoposluk merkezi olarak varlığını sürdürmüştür. 10’ncu yüzyılda ise terk edilmiştir.

Kynaenai: 240 metre yükseklikte, sarp kayalıklar üzerine kurulmuştur.

Şehrin çevresini 450 metre uzunlukta bir sur çevirir. Surun Bizans döneminde de kullanıldığı sonradan konan taşlardan anlaşılmıştır. Surun batı ve kuzey kısımlarında günümüzde üç kapı görülmektedir.

Batı duvarının güney ucunda da, dördüncü bir kapı olmalıdır.

Tepenin güney eteğinde ise, tabii meyile oturtulmuş ve günümüze kadar sağlam gelebilmiş bir tiyatro bulunur. Tiyatro ile Akropol arasında Nekropol sahası vardır.

Ağaçlar arasında, Roma devrine ait irili-ufaklı birçok lahit bulunur. Kyaenai, Likya bölgesinde en çok lahit görülen şehir niteliğindedir. Bu yüzden buraya “Lahitler Şehri” de denilmektedir. Bu lahitlerden batı tarafındakiler sade ve doğ tarafındakiler ise daha değişik ve bazıları kabartmalıdır.

Bu kabartmalı lahitler, MÖ 350 yılına tarihleniyor. Diğer lahitlerin hepsi Roma dönemine aittir.

Antalya Arkeoloji Müzesinin girişindeki lahit “Kyaneai” den götürülmüştür.

Tiyatrosu: 25 sıralıdır ve günümüze sağlam olarak gelmiştir. Ancak tiyatro diğer Roma tiyatroları gibi bir tepe yamacına yaslanarak yapılmamıştır. Tiyatronun destek duvarı vardır.

 

TUBURE-TYBERİSSOS-TİRMİSİN-ÇEVRELİ

Myra’nın 12 km güneybatısında, Tirmisin Ovasının doğusunda ovaya egemen konumdaki 310 m yükseklikteki tepe üzerinde kuruludur.

Teimiusa’nın kuşuçumu 2 km kuzeyindedir.

Ksanthos Yazıtlı Dikme’ye dayanarak, eski yerel adının “Tubure” olduğu belirtilir.

Yunancası ise “Tyberissos” dur.

Geç Helenistik yazıtta da okunur.

Bugün kullanılan “Tırmısın” ise aynı isimden değişerek gelmiştir.

Kent sikkelerinin ön yüzünde Apollon, arka yüzünde Artemis başları vardır.

Helenistik Dönem’de demos statüsündeydi.

Araştırmacılara göre, Tyberisos’un Myra’ya bağlı olduğunu, Teimiusa ile birlikte ortak bir demos kurduğu söylenir.

Kentte ele geçen yazıta göre: Augustus döneminde Myra ile sympoliteia oluşturmuştur.

Mezar ceza yazıtlarından Myra’ya bağlı, Tyberissos olduğu anlaşılmaktadır.

Hemen yakınındaki Kyneai’yle bağlantısı olması, geniş teritoryuma sahip olan Myra’nın siyasi gücünden kaynaklanmaktadır.

Klasik Dönemden Geç Antik’e kadar kalıntılar görülür.

Yerleşimin üzerinde ve eteklerinde yayıldığı iki tepeden kuzeye yüksekçe olanı surla korunmuş bir yerleşim niteliğindedir.

17 x 16 metre ölçülerindeki merkezi korunaklı birimin çevresi arazi biçimine göre şekillenmiş duvarlarla çevrilmiştir.

Duvarların kuzey ve güneyinde giriş açıklığı vardır.

Asıl anıtsal giriş batı yüzde bulunur.

Kaleden güneye doğru alçalan yamaçta bazı yapı kalıntıları görülür.

Kalenin kuzeyindeki tepecikle arada kalan sırtta, yerleşim kalıntıları vardır.

Bunların çoğunluğu konutlar, işlikler ve sarnıçlardır.

Kalenin yaklaşık 150 m güney aşağısında bir gözetleme kulesi vardır.

Apollon Tapınağı yanında bulunan yazıta göre, Roma ile Lykialılar arasında bir anlaşma yapılmıştır.

Ovaya doğru yamaçta çoğunlukla lahit olan mezarlar bulunur.

Klasik Döneme ait iki kaya mezarı kabartma ve Likçe yazıtla dikkat çeker.

Güney tepecik üzerinde agora alanı ve bunun güneyinde de Bizans kalıntıları görülür.

Devşirme malzemelerin de kullanıldığı 3 nefli bir şapel, Helenistik Apollon Tapınağı alanına yapılmıştır.

Buradaki yazıtlardan birinde kentin adı okunurken, diğer birinde Apollon tapınımı kanıtlanmaktadır.

 

Istlada

ISTLADA

Demre ile Tirmisin (Çevreli) arasında, Hoyran köyünün 1 km. güneyindedir. Akropolün bulunduğu tepeden aşağıya inildiğinde, Kapaklı köyü görülüyor. Tepeden bakıldığında, Gökkaya Körfezi, Aşıryı ve Kişneli adaları ile Kaleköy ve Üçağız köyünün görüntüsü ile en güzel manzarası olan Likya kentidir.

Istlada, Luwi dilinde: “vadi dibinde derecik” anlamına gelen bir sözcüktür.

Tarihçesi ile ilgili bilgilerin olmadığı bu kentin yerinde de yüzey araştırması ve arkeolojik kazı yapılmamıştır. Bununla beraber, Lykia bölgesinin bu küçük kentinden bazı kalıntılar günümüze gelebilmiştir. Akropolün kuzey ve doğusundaki kaya mezarları, tamamen birbirinin eşi gibi tek bir elden çıkmışcasına yapılmış lahitler, steller ve sarnıçlar bulunmaktadır.

Bunların arasında: güvercinli mezarın üzerinde horoz, sfenks ve güvercin tasvirlerine yer verilmiştir. Bunun kuzeyinde, MÖ.4’ncü yüzyıla tarihlenen bir diğer mezarda’da mezar sahibi yakınlarıyla birlikte görülmektedir.

MÖ.4’ncü yüzyıla ait, Hoyran anıtı, kayadan oyularak, ev tipi mezara dönüştürülmüştür. Bu mezarın alınlığında da ayakta duran üç kişi ve onun altında da uzanmış mezar sahibi görülmektedir.

Roma devrine ait olan sarkofaj tipindeki Likya mezarlarından daha iyi durumdadır. Kentin bulunduğu yerde akarsu olmadığından, çevrede birçok sarnıçlar ve toplama kuyular bulunmaktadır. İstlada’da, bunların dışında, gözle görünen bir kalıntı bulunmuyor.

ÜÇAĞIZ KÖYÜ-TEİMUSSA

Karayolu ile Kaş ilçe merkezine 33 km uzaklıktadır. Demre ye uzaklık ise 14 km dir.

Küçük bir Akdeniz balıkçı köyüdür. Doğal bir liman görünümündedir. Kekova tekne ve kano turlarının başlangıç yeridir. Tarifeli ve özel Kekova Tekne turları buradan hareket etmektedir. Buraya aracınızı bırakıp turlara katılabilirsiniz.

Ayrıca: Mavi yolculuk tekneleri, buraya mutlaka uğrarlar. Uçağız köyünden Kekova’ya gidiş yaklaşık 10 dakikadır.

Demre merkeze bağlı olan köyde bulunan tezgahlarda, köylü kadınları kendi yaptıkları el ürünlerini satarlar. Ayrıca üçağız köyünde, birçok pansiyon, lokanta ve turistik işletme vardır. Sakin ve küçük bir yer olması nedeniyle, turistler tarafından yoğun tercih edilmektedir.

Teimussa

Köyde bulunan Teimussa antik şehrinin geçmişi, MÖ 4’ncü yüzyıla kadar gider. Ancak şehrin ismi olarak Rumca kaynaklarda “Tristoman” ismi de geçer. Kekova adasının gizlediği Ölüdeniz’den: açık denize 3 yolla çıkıldığı için buraya “Üçağız” anlamına gelen isimler verilmiştir.

Bir Likya şehridir.

Şehirde: Lahitleri, mezarlar, gözetleme kulesi, kilise gibi kalıntılar görülebilir. Kaya mezarlarında Likçe kitabeler vardır. Roma döneminden kalma lahitlerin ön ve arka yüzlerinde, bazı hayvan figürleri görülür.

Gözetleme kulesi: köyün kıyısında söveleri hala yerinde bir kapı ile alçak bir kayalık üzerindedir. Şehirde bulunan kitabelerin bir kısmında “İkinci kumandan” diye bir şahıs tanıtılmaktadır.

Bu komutanın Likyalı Perikles’e bağlı biri olduğu düşünülmektedir. Şehir hakkında daha ayrıntılı bilgi yoktur.

Trysa şehri

TRYSA

Davazlar köyü Gölbaşı Mahallesindedir.

Demre-Kaş karayolundan ayrıldıktan sonra, sapılan dağ yolu, kötü de olsa yerleşim tepisinin dibine kadar araçla gidilebilir.

Yavu’nun 6 km kuzeydoğusunda Kocaorman içinde yükselen tepede konumlanır.

Güneydoğusu Myra vadisine açılır.

Kalıntılar 550 metre uzunlukta ve 150 metre genişlikte bir alanı kapsar. Denizden yükseklik 866 metredir.

Önemi:

Şehir, MÖ 2’nci yüzyılda Lykia Birliği üyeleri arasında görülür.

Likçe ismi “Trus” dur. Şehrin kuruluşu MÖ 7’nci yüzyıla kadar gitmektedir. Yani Lykia’nın en erken örneklerini barındırmaktadır.

Evet, Klasik dönem Lykia’sının küçük bir yerleşiminin tüm özelliklerini barındırır.

Ancak az da olsa Bizans Dönemine kadar da kalıntılar bulunur.

Kalıntılar:

Kalıntılar, günümüzde, kuzeydoğu-güneybatı uzantısında, bir tepede ve bu tepenin güney düzlüklere bakan eteklerindedir.

Heroon:

Ünlü Heroon, ince uzun yerleşim tepesinin doğu ucunda ve sur dışında tek başınadır.

Ve bir ölü akropolü gibi etrafı kendine özel koruma duvarıyla çevrelenmiştir.

Evet, bilim dünyasında en çok ünlü heroonu ile tanınır.

En çok da bu görkemli anıtın tümüyle Viyana’ya taşınışının acıklı hikayesiyle hatırlanır.

Önce, 1842 yılında Schönborn taşımayı dener.

Almanya’ya yazdığı mektupta “Fellows ekibinin Ksanthos anıtlarını sökmeye ve İngiltere’ye taşımaya başladıklarını, eğer acele etmezlerse Trysa anıtının da İngiltere’ye taşınacağını” yazar.

Karşıdan gelen yanıtta: “bir an önce hiç olmazsa önemli parçaların taşınması” istenir.

Neyse ki o dönemde Osmanlı Sultanından bu izin alınamadığı için anıt bir 40 yıl daha yerinde kalır.

Ancak Lykia’da görkemli bir anıt bırakmamaya kararlıdırlar.

Trysa Anıtı’nın da peşini bırakmayacaklardır.

Nihayet; 1881 yılında Trysa’ya gelen Benddorf, dağdan denize yaptığı özel yoldan 1882-83’de tüm Heroon’u Viyana’ya taşır.

Bu kez her yolu denemiş ve güya izin de almıştır.

Anıt bugün Viyana Müzesinin duvarlarını süslemekte ve depolarını doldurmaktadır.

Evet, anıt bugün yerinde değil, ama ben yine de anıt hakkında bilgi vermek istiyorum.

Anıtın güney cephesi ortasında açılan ana giriş oldukça anıtsaldır.

Bugün görülemeyen orijinal yapısında lentonun dışa bakan yüzünde baş ve ön vücutları görülen kanatlı boğalar ve gorgo medusa vardır.

Anıt kabartma programının en eğlenceli bölümü, kapısının iç kesiminde, lento ve sövelerdedir.

Lento’da müzisyenler çalarken, söveler de gerçek boyutta birer dansöz betimlenmiştir.

Aralarında da rozetler görülür.

Şimdi artık görülmeseler de, anıt mezarı çevreleyen 3.3 m yükseklikteki temenos duvarları boyunca kabartma kuşakları uzanır.

Mitolojik sahneler içinde, Grekler’le Amazonlar’ın savaşı, Yedilerin Thebaililer’e karşı savaşı, Troya savaşı, Theseus’un başarıları ve Peirithous’un düğününde olan Lapith-Kentauros savaşı gibi sahneler yer alır.

Anıtın iç yüzende de kabartma kuşakları devam eder.

Bunlar: Odysseus’un intiharı sahnesi, Meleagros’un Kalydon domuzuyla mücadelesi, Bellerophon ile Pegasos’un mücadelesi, Theseus’un İsthmos’a ulaşması ve ölü kültü sahneleri bulunmaktadır.

Tyrsa şehriAnıt her yanıyla önemli bir kahraman yöneticinin mezarı olduğunu göstermektedir.

Ve anıttaki kabartmaların ikonografik içeriklerinin çoğunlukla mitolojik olması, mezar sahibi yerle de olsa kültürünün yerli olmaktan çıktığını göstermektedir.

Ünlü Dereimis-Aiskhylos lahdi de, heroon’un doğu dışında bulunmaktaydı.

Günümüzde, çıkılmaz olan tepeye, hala Benndof’un kabartmaları taşımak için açtırdığı yoldan ulaşılıyor.

Dolayısı ile, yol doğrudan, yerleşim tepesinin doğu ucundaki Heroon’a ulaşır.

Bizlere, bugüne kalan o kadar azdır ki, literatür bilinmese, burada görkemli bir heroon olduğunu tahmin etmek oldukça güçtür.

Sadece tabanlar ve yalın duvar taşları kalmıştır.

Bir de Benndof’un kestiği halde götüremediği, Heroon’un sahibinin yan yatmış kaya mezarı.

Gölbaşı Anıtı

Gölbaşı Anıtı;

Bu anıt “Gölbaşı Anıtı” olarak isimlendirilir.

MÖ 420-410 yıllarına tarihlenir.

22 x 26 metrelik bir alanın ortasında, kayalara oyulan lahit ve onu çevreleyen 3 metrelik duvarlardan oluşur. Duvarlar çok köşeli taşlardan örülmüştür.

Bir aile için hazırlanan lahit, yerli kayadan oyularak çıkarılmış ve bu duvarların batı köşesine konulmuştur.

Heroon dışında köşedeki bu lahdin her iki yanında cenaze şölenini gösteren kabartmalar vardır.

Gölbaşı Anıtı frizleri

 Nekropol ve Mezarlar:

Tepenin batı eteklerindedir.

Bu gurupta 20’den fazla lahit vardır.

10 kadar dağınık lahit de, bu gurubun doğusundadır.

Evet, kentte Lykia’ya özgü farklı mezar tiplerinden nitelikli örnekler vardır.

Yerleşimin batı ucunda, gerçekte 4 m yüksekliği olan dikme, bir zamanlar ayaktayken tepesindeki mezar odasında bir savaşçı yatmaktaydı.

Altlıktaki atlı savaşçı kabartmaları bunu doğrular.

Her bir Lykia kentindeki yapı formları ve kabartmalar Lyka geleneklerini günümüze taşır.

Lahitlerden birisi kabartmalarıyla diğerlerinden farklıdır.

Kapak yüzünde taçlar ve masklar arasında savaş arabasında kral resmedilmiştir.

Bu kişi mezarın sahibi olmalıdır.

Taçlar ise Trysa’nın yönetim kenti olduğunu göstermektedir.

Kapağın uzun kenarında öküz ve inek başları, diğer dar yüzünde yunuslar işlenmiştir.

Ölü törenlerinde kurban edilen hayvanlara rastlamak ne kadar doğalsa bir mezarda Gorgo kabartması olması da o kadar doğaldır.

Gorgo: kökleri Mezopotamya’da Lamastu’ya inen en eski ölü kültü unsurlarından biridir.

Lahitin diğer yanında görülen kaz üzerindeki adam ise benzersizdir.

Etrafında insanlar ve dörtnala bir atlı izlenir.

Belli ki bilinmez bir Lykia mitolojisinden izler taşımaktadır.

Trysa mezar kabartmaları çok kırılıp dökülmüş ve neredeyse tamamen taşınmış olsa bile Lykia ölü gömme gelenekleri konusunda önemli bilgiler verir.

Mezar steli üzerindeki köpek kabartması bunlardan biridir.

Bir zamanlar evin kapısında sahiplerini korurken şimdiki yanlızlığında, çalınmaktan koruyamadığı ölülerine yanmaktadır.

Sanki Lykia’da zaman durmuş ve sanki Lykia’nın günlük yaşamında ne varsa atıyla, köpeğiyle, kralıyla ve haykıyla ve de kültürüne kattığı yerli olmayan efsanelerin resmiyle tümü birlikte öteki dünya sahnesinde yer almış ve kabartmalarla ölümsüzleştirilmiştir.

Ve de en dikkat çekici: bu saraysız kral, küçücük surların içerisindeki küçük konutunda yaşamışlığın tersine olağanüstü görkemli bir mezarda kalıcılığı seçmiştir.

Sanki, Kral yaşarken güç gösteren yaşayan bedenindeki erktir de, öldükten sonra bunu halkına hatırlatan aynı erkin mimariye ve sanata yansımışlığıdır.

Kale:

Tepenin doğu kesiminde konuşlanmıştır.

Tepenin morfolojisine göre biçimlenmiş olan sur duvarlarından içeriye, girintili korunaklı yapısıyla ana kale girişinden geçilir.

Bugün, bu kesimdeki nitelikli duvarlar ve özel düşünülmüş planlama görülecek kadar ayaktadır.

Kapıdan sonra dar alana sıkışmış iç kale alanına girilir.

Kale yaklaşık 100 metre uzunluğunda ve yer yer 20-30 m’ye daralan üst alanıyla salt kral mekanının korunması amacıyla tasarlanmış görülmektedir.

Bu kesimde, Kyaneai açıklıkla görülebilmektedir.

Kapıdan girildikten sonra karşılaşılan ilk alanda, benzerini Lykia’dan bilinen ilginç bir kaya-kült anıtı bulunmaktadır.

Bir podyuma benzer kesilen ana kayanın önündeki iki dikme altlığı bulunmaktadır.

Ana girişten gelenleri karşılayacak konumda olması dikkat çekmektedir.

Kaya anıtının hemen doğusundaki dar alanda küçük bir şapel, sarnıçlar ve işlik kalıntıları da bu kesimin dönemler boyunca kullanılmış olduğunu gösterir.

Trysa Anıtı:

Tepenin eteklerinde lahitlerin bulunduğu alanda, akropolün güney eteğindedir.

Anıt Lykia’da hep yönetici sınıfa mal edilenlerle aynıdır.

Muhteşem Heroon’un sahibi esaslı bir kraldır.

Dikmenin sahibi de ondan daha erken, bir 6 ncı yüzyıl kralıdır.

Ve ikisi de yönetim sınıfındaysa neden bu kadar farklı yerlerde mezarları konumlanmıştır.

Ve, Tyrsa Kralı diğer Lykia krallarından nasıl olur da bu denli farklı olur?

Ve, Tyrsa gibi küçük bir yerleşimin kralı, örneğin Limyra’daki Perikles’in Heroon’uyla rahatlıkla boy ölçüşür, hatta geçer.

Bu karşılaştırma, Heroon’ların niteliğinin bir yerleşimin ve kralın gücünü her zaman doğru yansıtmadığını, yanıltıcı olabileceğini düşündürür.

Trysa Dikmesi, bugün kırılmış olan gövdesi ve kapağıyla toplam 5.5 metreyi bulan yüksekliğe sahiptir.

Gövdesi son 0.50 m lik kısmı kabartma kuşağıyla çevrilidir.

İki yüzde askeri sırasıyla yürüyen pusatlı savaşçılar betimlenmiştir.

MÖ 6 ncı yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir.

Tapınak:

Tepenin batı tarafında, tanrılara adanmış bir tapınak kalıntıları görülür.

Yazıta göre sahibi; Zeus ya da Helios’tur.

Tanrılara uzun süre hizmet etmiş bir rahip bu yazıtta onurlandırılır.

Sonuç:

Yukarıda anlatılan ünlü heroon ve diğer kalıntılar MÖ 4’ncü yüzyılda Trysa hanedan yerleşiminin tamamen değiştiğini göstermektedir.

Ancak bölgedeki diğer hanedan yerleşimlerine göre fazlaca nitelikli olan, Myra gibi merkezi büyük kentlerde rastlanabilecek düzeyde sanat ve kültürün varlığı şaşırtmaktadır.

Çünkü Trysa, bu zenginliği sağlayacak gelirin kaynağı olması beklenen büyüklüğe ve arazilere sahip değildir.

Orta Lykia’da batı-doğu ulaşımının kavşağı Trysa’dır.

Perikle’nin bir vasalı aracılığıyla Trysa’yı yönettiği ve bu stratejik noktaya bu yolla sahip olunabileceği düşünülür.

Vasalını zenginleştirmenin yolu olarak da Avşar Tepe’den aldığı hatırı sayılır ganimetlerin payı olduğu düşünülür.

 

Kalkan gezi yazıları.

Kekova gezi yazıları.

Kaş gezi yazıları.

Patara gezi yazıları.

Kekova

Kekova
 

Kekova Demre yakınlarındadır.

Ulaşım

Kekova, Demre yakınlarındadır. Kaş merkeze 33 km ve Demre’ye ise 20 km uzaklıktadır.

Buraya ulaşmak için Kaş’tan kalkan tekneler kullanılır. Üçağız köyünden tekne ile 10 dakika uzaklıktadır. Bugün Tersane koyu hariç adanın diğer yerlerinde yüzmek yasaktır.

Kekova adasına yolunuz düşerse, mutlaka keçi sütlü sade dondurma yemelisiniz. Çünkü tadı muhteşem güzeldir.

Adanın ismi

Adaların ve koyların hepsi, bizim tarafımızdan Kekova diye Yunanca da ise Kakava olarak bilinir.

Yunanlı coğrafyacı Meletios: Myra’dan göç eden bir koloninin buraya yerleştiğini ve kekliklerin bolluğundan ötürü buraya Kakava adını taktıklarını anlatır.

Keklikler hala çok sayıda bulunur.

Güneş batmadan az önce doğu koylarından birinde karaya çıkmak üzereyken kıyıya atlayan sandalcıdan ürken iki ya da üç yüz keklik, çalıların arasından hep birlikte havalandığında, kanatlarının çıkardığı patırtı hayret vericidir. Bu keklikler kızıl bacaklı türden ve iri kuşlardır. Çok hızlı koşarlar, pek üstlerine gelen olmadığı halde alışılmışın dışında tedbirlidirler.

Evet, günümüzde buranın resmi adı “Geyikova” dır.

Bir kanal, körfezin Üçağız’daki iç kısmından daha geniş olan Ölüdeniz diye bilinen dış kısmına doğru uzanıyor. Neredeyse bütün körfez dar ve uzun “Kekova Adası” ile kapanıyor. Bu kanal ile adanın doğu ve batısındaki iki geçit, Üçağız oluşturuyor.

Kekova
 

Adanın Özellikleri

Kekova, tüm adanın ve çevresindeki yerleşimlerin genel ismine dönüşmüştür.

Toplam 7 km uzunluğundaki adanın, karşısındaki anakara ile arasındaki kanal görünümlü denizin uzaklığı 500 metredir.

Yüzölçümü 4.5 km karedir. En yüksek tepesi 188 metredir.

 

Önemi:

Araştırmalara göre, burası MS 4 ile 7’nci yüzyıllar arasında kutsal topraklara yani Kudüs’e giden ve oradan gelen Hıristiyan hacılar için de bir cazibe ve konaklama merkeziydi.

Fırtınalarda kıyıya vuran gemilerin kazazedelerini koruyan, aç denizcileri doyuran, çocuklara ağaç dallarından yaptığı oyuncaklar sunan Noel Baba (Piskopos Aziz Nikolaos) nın 4’ncü yüzyıl başlarında yaşadığı yer olan Demre yani Myra buraya oldukça yakındır.

Araştırmalara göre, burası MS 4 ile 7’nci yüzyıllar arasında, kutsal topraklara yani Kudüs’e giden ve oradan gelen Hıristiyan hacılar için de bir cazibe ve konaklama merkeziymiş.

Fırtınalarda, kıyıya vuran gemilerin kazazedelerini koruyan, aç denizcileri doyuran, çocuklara ağaç dallarından yaptığı oyuncaklar sunan Noel Baba (Piskopos Aziz Nikolaos)’nın 4’ncü yüzyıl başlarında yaşadığı yer olan Demre yani Myra buraya oldukça yakındır.

Adada bulunan kalıntılar

Kekova adasının karaya bakan kuzey sahilindeki kıyı boyunca kalıntılar görülür.

Ev guruplarının önünde rıhtımlar vardır.

Ana kayaya oyulan alt yapıları, burada zamanında bulunan hibrit yapıları ve yerleşimleri anlatır.

Bir kısım duvarlarıyla ayakta korunmuştur.

Kıyı yapılaşmasında dikkati çeken olgu, karadan denize doğru ulaşım aksının bulunmasıdır.

Çoğunlukla yamaca yatay ilerlemek mümkün değildir.

Anlaşılan antik çağ da her yapı gurubu, ulaşım sorununu sadece denizden çözmekteydi.

Kanallar ve koruma alanları da yamaçtan denize doğrudur.

Bu kesimdeki yapıların alt kesimlerindeki kısımları, tamamen sular altında kalmıştır.

Sakız deresi önünde 3 metre derinlikte küçük bir liman bulunmaktadır.

Limanın dalgakıranı, doğu ve batı dalgalarını karşılamak üzere “L” biçiminde yapılmıştır.

Deniz tavanı ile dalgakıranın oturduğu kaya tabanı arasındaki yükseklik 12 metredir.

Bu kesimde sular altında, çoğunlukla Bizans döneminden olan pek çok amphora bulunur.

Liman çevresindeki en erken bulgu MS 4’ncü yüzyıla aittir.

 

Aziz Stephanos Kilisesi:

Adanın güneybatı ucundaki güvenli tekne sığınağının kıyısında, sadece çatısı yıkılmış, sağlam bir kilise ve yanında da mezar şapeli vardır.

Kaynaklarda Aziz Stephanos Kilisesi olarak anılan bu yapı, adanın en iyi korunmuş yapısıdır.

Çünkü insanların gitmediği bir yerdedir.

Çevresinde konut ve işlik kalıntılarına rastlanır.

 

Helenistik Dönem Kulesi

Kilisenin doğusundaki yamaçta ise, Helenistik dönem kulesi bulunur.

Açıkça belli ki, bu kule limanı kollamaktaydı.

Adadaki en erken kalıntı da budur.

 

Tersane Koyu

Tersane koyundan adaya çıkıldığında, ilk karşılaşılan kilisenin batısında ve güneyinde yerleşim kalıntıları başlar.

Kalıntılar batıya doğru yükselen tepede yoğunlaşır.

 

Aşırlı Adası:

Kuzeydoğu başında Aşırlı Adası ve Aşırlı mağarası bulunmaktadır. 1989 yılında 1’nci derece sit alanı ilan edilen 145 dekarlık adada 100’e yakın geyik, karaca ve dağ keçisi yetişmesine olanak sağlanmıştır. Bu hayvanlar adadaki 7’nci yüzyıl sarnıcından sularını içmeye ve adada yaşamaya devam etmektedirler. 

 

Akvaryum Adası:

Kekova adasının kuzeybatısındaki Akvaryum adası, tepedeki geç dönem gözetleme kulesi ve tekneyle yanaşırken görülmeye başlanan kalıntılarıyla dikkat çeker. Bu küçük adanın deniz  kotuna yakın ilk düzlüğündeki şaşırtıcı niteliği ve korunmuşluğu ile bir kilise bulunur. Kesme taştan örülmüş 3 nefli kilisenin yanında kilise görevlilerine ait olması gereken konut kalıntıları bulunur. Nartheks içindeki sarnıç uygulaması oldukça ilginçtir. 

 

Kekova Batık Şehir

 

BATIK ŞEHİR-DOLİKİSTHE

MS 141 ve 250 yıllarında şehir sulara gömülmüş, Kekova adası ise ana karadan ayrılmıştır.

Yerleşimin sahil bandı, denize kaymıştır. Hem su ona gelmiş, hem de o suya gitmiştir. Yapılar, depremlerle beslenen yer kaymalarıyla her gün biraz daha sulara gömülmüştür. Artık merdivenler sularda başlıyor, sokaklar sularda bitiyor. Evlerin de mezarların da etekleri sulardaydı.  Dalgakıran ise suların 3 metre altında dalgalara kırılmıştır.

Evet: bugün buraya “Batık şehir” (orijinal ismi: Dolikisthe) ismi verilmiştir. 

Batıklar zaman içinde talan edildiği için burası günümüzde doğal koruma alanıdır, yüzmek ve dalmak yasaktır. 

Kekova Batık Şehir
 

Çünkü: denizin altındaki Batık Şehirde resmi arkeolojik araştırmalar yapılmamıştır ve bölgede yüzyıllardır sürdürülen hırsızlıkların önlenmesi için böyle bir tedbir alınmıştır.

Eğer deniz dalgasız yani sütliman ise, antik şehrin su altındaki izlerini görebilirsiniz. Muhteşem bir manzara, belki de aklınıza kayıt kıta “Atlantis” gelecektir. Bir anda, bir deprem ve yükselen deniz, tamamen sular altında kalmış bir kent.

Kekova Batık Şehir
 

Denizin içinde, kıyılarda evler, merdivenler ve duvarlar görülüyor.

2000 yıl önce olduğu iddia edilen ani bir deprem sonucu veya denizin zamanla yükselmesiyle sular altında kalıp kalmadığı hala tartışmalı ve belirsiz olan bir  durum.

Düşündükçe günümüzdeki küresel ısınma akla geliyor.

Çünkü küresel ısınma sonucu denizlerin yükseleceği söyleniyor. “Tarih tekerrürden ibarettir” denir ya, umarım böyle bir felaket günün birinde tekrar olmaz.

Evet: antik şehir kalıntıları Kaş merkezden 20 deniz mili uzaklıktadır.

Buraya sadece tekne veya kanolarla ulaşılmaktadır. Ancak teknelerin burada duraklaması da yasaktır. Sadece gelip geçiyorlar. Zaten buraya tur düzenleyen teknelerin altında deniz altını görmek için cam bölümler bulunmaktadır.

Harabeleri gezerken, Roma Eflatunu hammaddesi (purpura) olan deniz kabuklarının kaynatılmış, boyası alınmış öbeklerini görebilirsiniz ve o mistik kokuyu alabilirsiniz.

Yazılanlara göre, o devirlerde “eflatun” renkli bu özüt, Bursa ve İstanbul’a gönderilerek zamanın İmparatorluk simgesi olan ipek dokumaların boyanmasında kullanılıyormuş.

Kekova Batık Şehir
 

Evet: adanın sağ tarafında gezerken, suyun altında: denize batmış dükkanlar, liman harabeleri, mermer sütunları ve düzgün zeminiyle bir kilise kalıntısı görebilirsiniz.

Bu kalıntılar arasında bulunan kilise: Türkiye’de su altındaki bilinen 2’nci kilisedir.

Kıyıyı takip ettiğinizde ise, evlerin yarısının sulara gömüldüğü ve merdivenlerinin denize indiği görülür.

Şapel:

Adadaki doğal liman girintisindeki düzlükte, 1.5 metre su altında kalmış, 3 nefli bir şapel vardır.

MS 5’nci yüzyıla tarihlenen, tabanı mermer kaplı kilise sayesinde limanı koruyacaklarını düşünmüşlerdir.

Oysa son kalan apsis de zamana yenik düşmüştür. Dolichisteliler’in limanlarını korusun diye 5’nci yüzyılda inşa ettikleri kilise görevini yapamamış, limana batmıştır. Artık sadece dalgıçlara haktı kentin alt yapısını görmek. 

Sonuç olarak, bu kilise, Türkiye’de su altında kalmış bilinen 2’nci kilisedir.

 

 

 

Türk Bayrağı:

Bu arada kıyıdaki taşlarla bir “Türk Bayrağı” resmedilen yer göreceksiniz. Burası: 1’nci Dünya Savaşı sırasında Osmanlının destanlaşan gemilerinden Rauf Orbay komutasındaki Hamidiye Zırhlısının bir süre gizlendiği ve ikmal yaptığı yer ve bugün burası Hamidiye Koyu olarak da biliniyor.

Simena istikametine giderken burayı görebilirsiniz.

Kekova Kaleköy
 

KALEKÖY

Türkiye’nin en güzel köylerinden birisidir. Sakin bir yer. Burası bir yarımada yani kara bağlantısı var ama karadan bağlantı yolu yok. Yol yapılmamış, sadece keçi yolları yani zorlu patikalar bulunuyor. Bu yüzden sadece tekne ile ulaşım sağlanıyor.

Köy: Simena Nekropol alanı üzerine kurulmuştur. Köyde: Likya ve Bizans tarihi kalıntıları var. Köye ismini veren kale: harika bir manzaraya sahiptir.

Buraya yolunuz düşerse, mutlaka ev yapımı dondurma yemelisiniz. Özellikle: kavunlu, çiçek, şeftali ve limonlu önerilir.

Yöreye ait birçok resim, kartpostal ve posterde görülen “Deniz içindeki lahit” Kaleköy’dedir. Bu lahit muhtemelen bir çocuğa aittir. 

Kekova Simena
 

SİMENA

Günümüzde buraya Üçağız’dan tekneyle gidilir.

SİMENA LİMANI:

Antik dönemlerde sadece denizden ulaşılan Simena, doğal topoğrafik özellikleriyle ve Akdeniz’deki seferlere uygun, Kekova denizine hakim konumuyla önemli bir ayrıcalığa sahiptir.

Karşılıklı düzenlenmiş yay şeklindeki mendirekleri ve çok yakında bulunan Papaz Adasıyla dalgalara karşı korunaklı küçük bir liman yaratılmıştır.

3.40 m yükseklikteki mendirek göz önüne alındığında, liman günlerinde su derinliğinin en az 2 m olduğu ve bu derinliğin de gemilerin rahatça yanaşabilmelerine imkan sunduğu anlaşılır. Limanın doğusundaki 5 tane palamar bağlama babası ve önlerinde paralel uzayan duvarlar bir gemi barınağından izler verir.

Barınak genişlikleri geniş karınlı ticaret gemileri için dardır.

Bu durumda bu barınakların askeri gemiler için inşa edildiği düşünülür.

Ancak limanın ticari amaçla da kullanılmış olması mümkündür.

Tepedeki yerleşim Klasik Dönemden beri güvenli bir yerleşim olduğunu gösterir.

Liman da aynı dönemde kullanılmaya başlanmış olmalıdır.

Şehrin önemine ait bir diğer göstergede: Aperlai Birliğinin 4’ncü üyesidir.

ADI:

Adının geçtiği ilk kaynak “Plinius” tur.

Stadiamsus Patarensis’te Somena olarak geçer.

Kentin adı burada bulunan yazıtlar yardımıyla öğrenilmiştir.

Simena kelimesi Luwi dilinde “Kutsal Ana Ülkesi” anlamına gelir.

Yeni adı “Kale” dir. Antik kent, 1’nci derece arkeolojik Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır.

ADACIKLAR:

Bugün kale köyü önünde, 3 küçük ada vardır.

Kıyıdan itibaren: Saçma Ada, Kurşun Adası ve Papaz Adası dizilidir.

Papaz adasının kıyısındaki kayalıklarda yarısı su içinde kalmış hibrit yapı kalıntıları görülür.

Her evin bir iskelesi olması dikkat çekicidir.

Bu kesimde deniz içinde çok sayıda çanak-çömlek parçası vardır.

Kaptan burnu denen yerde, Simena’nın dalgakıranı bulunur.

 

KALINTILAR:

Büyük bir deprem sonucu, Simena antik kenti sulara gömülmüştür. Batık kent üzerinde kano ile gezi muhteşem bir güzelliktir.

Ancak tarihi eserler günümüze kadar bolca yağmalandığından, bölgede yüzmek yasak, teknelerin durması yasaktır. Teknelerin sadece geçmelerine izin veriliyor.

Suların içinden lahitler çıkar. Özellikle deniz içinde bulunan bir lahit, Simena kentinin simgesi olmuştur.

Suyun 1.40 m içinde duran semerdamlı lahdin ünü niteliğinden değil, sular içinde kalmışlığından kaynaklanır.

KALE:

Evet günümüzde kaleye giriş ücretlidir. Kaleden hemen karşıda bulunan Kekova adasını, diğer adaları ve irili ufaklı koyların muhteşem manzarasını görebilirsiniz.

Kalede: Likya, Roma ve Selçuklu zamanından kalma sur duvarları ve mazgallar, üç uygarlığın izleri görülür. Patika ve merdivenlerle çıkılan kale, Ortaçağ döneminde kullanılmıştır. (Muhtemelen MS 1500’lerde)

HAMAM VE ŞEHİRLEŞME;

Akropol eteğindeki yapılardan biri: yazıtına göre: “Konsül ve Aperlai vatandaşları ile birliğin diğer üyeleri tarafından İmparator Titus’a adanmış” küçük bir hamam olduğu anlaşılmıştır.

Hamamın varlığı MS 1’nci yüzyılın 2’nci yarısında yerleşimin ilk kez şehirleşmeye başladığını gösterir.

Klasik dönemden gelen yerleşim, Helenistik Dönemin sonuyla birlikte tiyatrosu ve hamamı olan bir şehre dönüşmeye başlamıştır.

Deniz kıyısından akropole doğru yükselen yamaç, erken dönemden beri halkın yaşadığı ve kamu yapılarının hizmet ettiği bir alan özelliği gösterir.

Bugünkü evlerin arasında ve içlerinde pek çok yapı kalıntısı görülür.

Aralarında da çıkış yolu boyunca lahitlere rastlanır.

Lahitlerden birinin İdagros oğlu Mentor’a olduğu, tabula ansatasından okunur.

Başka bir lahit en yakın örneklerini Teimiusa’dan bilinen eksedrali tiptedir.

Çok az kalıntısı izlenen tapınak ve içinde Kallipus adının okunduğu bir yazıt bulanmaktadır.

 

KİLİSE:

Surlara ulaşmadan önce, yamaçta bulunan en büyük yapılardan biri apsisi sağlam kalmış ve nef duvarları rahatlıkla izlenebilen bir kilisedir.

Kilisenin erken dönem hibrit yapısının üzerine oturtulduğu açıkça görülmektedir.

Bu yapı Simena’nın erken tapınağı olmalıdır.

Kilise dönemi duvarlarında, içeriğinin ne olduğu anlaşılmayan fresko kalıntıları bulunur.

İzler zeminin mozaik olduğunu gösterir.

Yapının en son evresi bir Osmanlı camiidir.

Güney duvarındaki mihrap ve yine sonradan eklenmiş basamaklı bir ezanlık yükseltisi de bu cami döneminden kalmıştır.

 

TİYATRO:

Kilisenin bir kot yukarısında akropolün kayalık eteklerindeki son yapı, muhteşem deniz manzarasına ve Kekova’ya yönelik duran tiyatrodur.

7 basamaklı minik tiyatro, şehrin büyüklüğüyle boyutta örtüşür.

Yaklaşık 200 kişi kapasiteli tiyatro, Helenistik Dönemde tamamen kayalara oyulmuştur.

Başka bir toplanma yapısı olmayan kentin tüm toplantılarının burada yapıldığı anlaşılmaktadır.

Lykia’nın en erken tiyatrolarından biridir.

Kaynaklar: tiyatro ile akropol arasında bir “stoa” nın varlığından bahsetse de böyle bir yapının izine rastlanmamıştır.

AKROPOL-MEZARLIKLAR:

Şehirdeki en yoğun kalıntı gurubu mezarlıklardır.

Likya mezarlarının en belirgin özelliği, üst kısmının ters çevrilmiş bir tekneye benzemesidir.

Öte yandan, Likyalılar mezarlarında ölülerin dişleri arasına “sikke” koyarlardı. Çünkü ölülerin cennete gitmek için bir nehre ulaşacakları ve nehri geçmek için tekneyi kullanana bir bozuk para vermeleri gerektiğine inanırlardı. Bazı kaynaklarda ise, tekneyi kullanana para vermemek için, kendilerine ters gemi şeklinde mezarlar inşa ederek, bu gemi ile öteki dünyaya gideceklerine inanırlardı.

Akropol kayalıklarına açılan kaya mezarlarından başka, çok sayıda lahit yerleşimin çevresine yayılmıştır.

Ev tipindeki Lykia kaya mezarlarında Likçe yazıt bulunmaz.

Diğer kaya mezarı semerdamlı lahit biçiminde, akropol kayalığına oyulmuştur.

Bugün evlerin arasında zorlukla görülebilmektedir.

Akropol’ün doğusunda yerleşim dışında çok sayıda lahit bulunmaktadır.

Bu alan tamamen mezarlık olarak kullanılmıştır.

Akropolün mezarlık tarafındaki düzlüğünde, ölüler için yapılan törenler yaşanmaktaydı.

İnsanlar: yeraltı tanrılarının adak levhalarının yerleştirildiği enine nişlere doğru durup, ölüleri için karanlık dünyasında saadet dilemekteydiler.  

Bu beklentilerin karşılığı olan armağan da olasılıkla nişli alanın ortasındaki sunu çukuruna konulmaktaydı.

 

Kekova Tersane Koyu
 

TERSANE KOYU

Adanın batı ucunda bulunan Tersane koyu ilgi çekicidir. Adanın iç yakasındaki Tersane denilen yer, çok eski bir tekne yapım yeridir.

Günümüzde: Kaş, Demre ve Üçağız’dan gelen teknelerin demirleme yeridir.

Kıyada ve deniz içinde, tarihi eserler bulunmaktadır.

Kalkan gezi yazıları.

Kaş gezi yazıları.

Patara gezi yazıları.

Demre gezi yazıları.