Ankara Etnografya Müzesi

Ankara Etnografya Müzesi

Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk: yeni Cumhuriyetin kuruluş aşamasında, devrimlerle, Türk toplumunu ileri düzeye taşırken, Anadolu insanının geleneksel yaşamının bir parçası olan ürünleri de: tamamen tarih sahnesinden silmek yerine, böyle bir müze kurarak, sergilenmesinden yana tavır koymuştur.

Özellikle: o dönemde, halkın: “fabrika yok, para yok, hastane yok, yol yok müze nemize gerek gibi” tenkitlerine aldırmadan, Atatürk, burayı yaptırmış ve günümüze intikal ettirmiştir.

Hatta: günümüzde, müzenin yeterli gelmediği, depolarda 30 bin civarında eser varken bunların çok az kısmının sergilenebildiği söyleniyor.

Yani: şapka devrimiyle, yeni tür şapkalar kullanılmaya başlanırken, geçmişe saygı gereği, şapka yerine uzun yıllar Anadolu’da kullanılan objeler toplanarak, burada sergilenmeye başlamıştır.

Müze içinde, o dönemdeki fotoğraflara iyi bakın ve özellikle kadınlarımızın, giydikleri kıyafetlerin ne kadar modern ve şık olduğunu hemen anlayacaksınız.

Özellikle: Ankara ve çevre illerden Ankara’yı gezmek için gelenler: Etnografya Müzesini ( bu aradan hemen yanındaki Resim-Heykel Müzesi de gezilebiliyor) mutlaka gezi programlarına dahil etmelidirler.

Çünkü: burada, gerçekten kültürümüzün geçmişindeki kalıplaşmış bazı uygulamalar, yüzlerce yıl kullanılmış objeler, giysiler, silahlar, mutfak gereçleri gibi birçok obje sergileniyor.

Bunların ziyaretinde: geçmişte bu topraklar üzerinde yaşayan büyüklerimizin, yaşam tarzlarını, adet, gelenek ve göreneklerini, sanatta ulaştıkları üst düzeyleri görüp, günümüzdeki değişimler ile birlikte yorumlayabiliriz.

Hatta ve hatta: yazının hemen başında, Ankara’yı veya ülkemizi ziyaret eden yabancı devlet erkanı ve yabancı protokolün ziyaret planlarında dahi, lütfen “Etnografya Müzesi” ve hemen yanındaki Resim-Heykel Müzesini ekleyelim ve insanların, özellikle yabancı ziyaretçilerin, geçmişimizde ulaştığımız kültür ve sanat seviyesini görmelerini sağlayalım.

Etnografya Müzesi, gerçekten çok güzel ve her yaştan insanın ilgisini çekebilecek objelerle dolu bir yer.

Bu yüzden: buranın özellikle okul öğrencileri tarafından gezilmesini teşvik etmek, gerek öğrencilerin istekleri ve gerekse öğretmenlerin gerekli imkanları yaratarak, öğrencilerin bu müzeyi gezmelerini sağlamalıyız.

İyi de: sayın müze yetkilileri: hemen yandaki Devlet Resim ve Heykel Müzesine giriş ÜCRETSİZ iken, Etnografya Müzesine giriş niye ÜCRETLİ. Bunun izahı mümkün mü?

Ankara Etnografya Müzesi

YERİ

Müze: Ankara-Ulus ile Kızılay semtleri arasında, Opera bölgesinde, Talat Paşa bulvarı üzerindedir. Atatürk Bulvarından da, yani Kızılay veya Ulus merkezinden kısa bir (15-20 dakika) yürüyüş ile, müzeye ulaşabilirsiniz.

Zaten: gerek Etnografya Müzesi ve gerekse hemen yanındaki Resim-Heykel Müzesi, bulundukları yer itibarıyla nispeten yüksekte kalıyorlar ve hemen görülebiliyorlar.

Yani: müzeye özel aracınız veya bir toplu taşım aracı ile giderseniz, müzenin hemen arkasındaki otoparka aracınızı park edip, müzeye girebilirsiniz.

Yürüyerek gitmeyi düşünürseniz, müzenin arka cephesindeki giriş kapısından, her iki müzenin bulunduğu bölgeye girip, sonra Etnografya müzesine yönelmeniz gerekiyor.

Ankara Etnografya Müzesi

MÜZENİN TARİHÇESİ

Müze: Ankara’nın “Namazgah” semtindedir.

Namazgah isminin kaynağı: Kurtuluş savaşı sırasında “Cuma” namazları, burada topluca kılınıyor ve asker için, topluca dua ediliyormuş.

Buradaki tepede, ayrıca, yine o yıllarda, Müslüman mezarlığı bulunuyormuş.

Genç Türkiye Cumhuriyetinde, müzecilik fikirleri ortaya çıkıp benimsenince, 1925 yılında, bu alan, müze yapılmak üzere, Milli Eğitim Bakanlığına tahsis edilir.

Burada bir müze kurulmasına karar verilir ama ilk anda, arkeoloji müzesi kurulması düşünülür.

Daha sonra “resim-heykel” müzesi düşünülürken, son olarak “Etnografya Müzesi” nde karar kılınır.

Ankara Etnografya Müzesi Arif Hikmet Koyunoğlu Büstü

Buradaki müze binası: Cumhuriyetin ilk yıllarındaki en önemli mimarlarımızdan, Arif Hikmet tarafından yapılır.

Yapı: dikdörtgen planlıdır ve tek kubbelidir. Alınlık kısmı mermerdir ve üzeri oyma süslerle bezenmiştir.

İdare kısmı: müzeye bitişik, 2 katlı bir yapıdadır.

Yapı: betonarmedir.

Bodrum katı: koyu renk ve üst kısımlar açık renk, düzgün kesme taşlarla kaplanmıştır.

Kullanılan mermerler: Marmara Adasından, büyük zorluklarla getirilmiştir. Kubbe, dışarıdan kurşun kaplıdır. Sonuç olarak: yapı en ince ayrıntısına kadar planlanmış ve zor koşullar altında, büyük bir özveriyle çalışılmıştır.

Ankara Etnografya Müzesi Atatürk Heykeli

Müze binasının önünde: at üzerinde duran, bronz bir “Atatürk Heykeli” görülüyor. Heykel: 1927 yılına, İtalyan heykeltıraş Conanica tarafından yapılmıştır.

Atatürk, heykelin kendisine çok benzediğini söylemiştir. Yine, burada, bir başka söylentiden söz etmek istiyorum.

Fikriye Hanım’ın mezarının, bu heykelin altında bulunduğu söylenmektedir. Bu çok hassas ve özel bir bilgi, ama elbette gerçekliği kanıtlama şansı olan bir bilgi değil.

Fikriye Hanım, Atatürk’e yakın olmak için, burada gömülmeyi istemiş olabilir, yani gerçek olma şansı yüksek bir bilgi.

Bu sırada: Milli Eğitim Bakanlığı, ilk anda, bu konuda bilgi sahibi, dünyanın çeşitli yerlerindeki kişilerle görüşmeyi denemiş ve sonuçta, Macaristan’da, Etnografya Müzesini kuran, Meszaroş ile irtibata geçilmiştir.

Meszaroş’un : yeni müzenin kurulması ile ilgili verdiği rapor doğrultusunda: özel bir komisyon kurulmuş ve 1925-1927 yılları arasındaki 2 yıllık dönemde: bu komisyon tarafından, 1250 adet eser, satın alınarak, müzede sergilenmeye başlanmıştır.

15 Nisan 1928 tarihine gelindiğinde ise, bu kez: Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk; müzeyi ziyaret eder.

Resmi açılış ise: Afgan kralı Amanullah Han’ın, ülkemizi ziyaretinde yani 18 Temmuz 1930 tarihinde yapılır.

1938 yılına gelindiğinde, müze tarihindeki hüzünlü süreç başlar. Ülkemizin kurtarıcısı ve Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk: 10 Kasım tarihinde ölümünü takiben, tahnit (koruma önlemleri alınmış) naaşı; müzenin iç avlusunda, geçici kabir olarak ayrılan yerde muhafaza edilmeye başlanmıştır.

Naaş: 1953 yılında, Anıtkabir’e defnedilene kadar, 15 yıl boyunca, burada muhafaza edilmiştir.

Sanırım, bu tepenin daha önce Müslüman mezarlığı olması, naaşın burada muhafaza edilmesine sebep olmuş olabilir.

Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından, böyle bir karar verilmiştir. Ancak, bir yandan da, Atatürk’ün pek hoşlanmadığı bir yer olarak biliniyor.

Bu bölüm: günümüzde de, Atatürk’ün hatırasına: sembolik bir kabir şeklinde muhafaza edilmektedir ve üzerinde, beyaz mermere yazılmış bir kitabe görülmektedir.

Tabii: bu 15 yıllık süreçte, burası, müze işlevinden çok: Atatürk’ün mezarının bulunması nedeniyle; gerek yabancı devlet başkanları, elçiler ve heyetler ve gerekse halkın yoğun ziyaret yeri olmuştur. Hatta, devlet törenleri, burada yapılmıştır.

Atatürk’ün naaşı, Anıtkabir’e taşındıktan sonra ise, 14 Kasım 1956 tarihinde, müze, tekrar müze olarak halkın ziyaretine açılmıştır.

MÜZE GEZİSİ

Müze girişinde: 28 basamaklı bir merdiven bulunuyor.

Merdivenlerden çıkınca: dört sütun ve üçlü bir giriş var. Uzaktan bakıldığında, güzel bir görüntü ortaya çıkıyor. İlk yapıldığı yılları düşünmelisiniz. Bomboş bir arazi ve bu arazide muhteşem bir yapı.

Müzede: 10 salon bulunuyor.

Hemen girişte: Şeref Holü var. Burada: müzenin en seçkin eserleri sergileniyor ve ayrıca, Atatürk’ün naaşının konulduğu katafalk bulunuyor.

Dedektör kontrollü kapıdan girdiğinizde, hemen sağ tarafınızda, görevlilerin bulunduğu bir yer var. Burada: müze hakkında hazırlanan gayet güzel bir broşür alabiliyorsunuz.

Güzel bir uygulama. Sonra: gurup olarak geldiğinizi söylerseniz: gayet bilgili ve müze hakkında gerekli tüm bilgileri ziyaretçilere aktarmayı, büyük bir memnuniyetle yapan bir “görevli-rehber” size eşlik etmeye başlıyor.

Müze gezisi, elbette, bir bilenin anlattığı bilgiler ile, çok daha keyifli ve güzel bir hale geliyor.

Hayret etmemek elde değil, hemen yandaki Resim-Heykel Müzesinde yapılamayan bir uygulama, ama neyin eksik olduğu meçhul, yani niye yapılamaz, niye bir rehber veya broşür olmaz, Resim-Heykel müzesinin eksiği nedir, niye bunlar olmaz?

Önce, sağ yanda, galeriye girmeden önce, müze hakkında bilinmesi gereken bir kısım bilgi vermek istiyorum.

Burası yazının en başında da söz ettiğim gibi: aslında eskiden Namazgah Tepesidir.

Yağmur duasına çıkılan ve bayramlarda topluca namaz kılınan bir yerdir.

Ayrıca: burası şehitliktir.

Sakarya Meydan savaşında ölen şehitlerin bir kısmı buraya gömülür.

Daha sonra ise, şehitlerin mezarları buradan alınıp “Cebeci mezarlığına” götürülür.

Daha sonra Atatürk, yeni müzenin yapılması için burayı seçer. Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’na; Türk kültürünü yansıtan bir bina yapılmasını ister.

O yüzden, binanın özelliği “açık avlulu Selçuklu Medresesi” tipidir.

Selçuklularda medreseler yüksek öğrenim kurumudur.

Hem bir eğitim kurumu olması hem de müzeye gönderme yapılması açısından böyle bir plan seçiliyor.

Normalde: orijinalinde: hemen girişin bulunduğu yerde, Atatürk’ün 15 yıl boyunca gömülü bulunduğu alanın üstü açık olarak yapılmıştır.

Hatta: yine aynı yerde, bir şadırvan bulunmaktadır.

Ama, Atatürk vefat edince, insanlar onun naaşını, burada saklarken, açık olan bölümün kapatılmasına karar vermişler, buradaki şadırvan ise, buradan alınarak, başka yere/arkaya konulmuştur.

Burası: Atatürk’ün geçici kabri olarak yapılıyor. Daha sonra, naaşı, Anıtkabir’e taşınıyor.

1927 yılında, Atatürk, Afgan kralı Amanullah Han onuruna müze açılıyor.

Çünkü, I. Dünya savaşında, Afganistan’daki insanlar, parmaklarındaki yüzükleri dahi çıkararak, bize gönderiyorlar.

Atatürk, bu yüzden, Amanullah Han’ı onore etmek için açılışı ona yaptırıyor. Ama esas halka açılışı, 1930 yılıdır.

Şimdi, müze aslında iki bölümdür. Bu tarafı daha çok: halk bilimi-etnoloji, diğer taraf ise, sanat tarihi konularıdır.

Müzenin en büyük özelliği: “Ulusal Müze” olmasıdır.

Bunun anlamı, Türkiye’nin her yerinden getirilmiş eserlerin burada sergileniyor olmasıdır.

Genellikle: Etnografya Müzeleri, yöresel özelliklidir ve bulundukları yörenin Etnoğrafik eserlerinin sergilenmesinde kullanılır.

Ama, burası, biraz önce de söylediğim gibi, Ulusal düzeyde yani tüm Türkiye’den getirilen Etnoğrafik objelerin sergilendiği bir müze olarak bir ilk ve tektir.

Sağ bölüme doğru ilerlediğimizde,

1. Bölüm: GİYİM SALONU

Karşımıza çıkan ilk vitrin: Ankara yöresinin kadın ve erkek giysileridir. Bunlar: genellikle: özel günlerde yani, düğün, bayram, nişan gibi günlerde giyilirdi.

Evet, bunlar sonradan yapılma değil, o dönemden kalma orijinal giysilerdir. İlk etapta toplanan objelerdir. Yine aynı vitrin içinde: ortada bir sedef kakma sehpa görüyoruz.

Üstünde, Türk cam sanatından (Beykoz Cam Fabrikasında yapılmış) bir örnek görüyoruz. Aynı vitrinde; sağda abdest almada kullanılan: gümüş işlemeli leğen-ibrik var. Abdest, ya bir ağaç altında yada leğen altında alınırdı. Abdest almak için leğen ve ibrik kullanıldı ise, abdest sonrası, leğende kalan suyun: yine bir canlı yani ağaç dibine dökülerek, israf edilmemesi sağlanıyor.

Ankara Etnografya Müzesi Giyim Salonu

Devamında: Ege yöresi erkek giysilerinin sergilendiği vitrin görülüyor. Burada: giysiler, silahlar, kamçılar, boyunlarına taktıkları nazarlıklar var. Genellikle: Efelerin başlıkları, fesleri, iğne oyalı oluyordu, bunlara dikkat ediniz.

Sonraki vitrin: genellikle şehirli hanımların kullandıkları mücevherler, küpeler, bilezikler, saatler, broşlar sergilenen bir yerdir.

Daha sonra: Ankara yöresi ve daha çok Beypazarı yöresine ait: bir kına töreninin canlandırıldığı vitrin var. Burada: kına yakılan gelin adayı ve iki kişi daha var. Ayrıca: kına odasında bulunan eşyalar (mangal, çeyiz sandığı, mücevher kutusu gibi) canlandırılmıştır.

Hemen karşıda: ilginç bir bölüm var. Burası, tüm malzemeleri orijinal, bir berber dükkanıdır. Burada ise: damat tıraşı canlandırılmıştır. Malum: düğün öncesinde, gerek kına gecesi, gerek gelin hamamı ve gerekse damat tıraşı gelenekleri, uzun yıllar, Anadolu’da olagelmiş ve günümüzde de süregelen adetlerdir.

Bu bölümün son vitrininde: Erzurum yöresine ait, erkek giysileri ve aksesuarları sergileniyor.

Devam ettiğimizde,

2.Bölüm: İŞLEMELER SALONU

Burada: Anadolu kadınlarının el sanatları görülüyor. Anadolu’nun çeşitli yerlerinden toparlanan işlemeler, yatak örtüleri, çeyizlik takımlar, mühür, para keseleri, saat keseleri sergileniyor. Burada: bir kadın “enstrüman” çalıyor olarak betimlenmiştir. Bunlar el işidir ve üzerleri işlemelidir.

Her genç kız, kendisi işler. Bu enstrüman, dikkatli bakarsanız “kanun” dur. Ayrıca, burada, yine hamamda kullanılan peştemaller ve diğer objeler sergileniyor. Bu sahne: gelin hamamı şeklinde betimlenmiştir. Sabunlar, gümüş taslar, hepsi orijinal.

Ankara Etnografya Müzesi Halı ve Kumaş Salonu

Bir sonraki bölüm,

3.Bölüm: HALI VE KUMAŞ SALONU

Burada: Osmanlı dönemine ait halı ve kilimler sergileniyor. Sergilenen halılar: Milas, Ladik, Hakkari ve Osmanlı sarayları için özel dokunan Hereke ipek halı örnekleridir.

Bunlar: ilginç şekilde sergileniyorlar. Bir raylı sistem üzerine yerleştirilmişler ve bu raylı sistem geri çekildiğinde, arkadan başka halıların bulunduğu pano görülüyor. Yani: aynı yerde, birçok halı örneği görme şansı var.

Aslında: bu durum, halıların ziyaretçiler tarafından tahrip edilmesine neden olabilir mi diye düşünmemek elde değil. Ancak: bu halıların kapalı ortamda muhafaza edilemediğini, halıların nefes alması için açık alanda muhafaza edildikleri söylendi.

Ancak, ben yine de önlerine bir cam pano yapılmasının yararı olacağını düşünüyorum, çünkü bir zarar verildiğinde, bunların bir benzeri yok ki, yerine yenisini koyabilesiniz?

Ankara Etnografya Müzesi Halı ve Kumaş Salonu

Hemen karşıda, çok büyük bir halı var. Bu halı: 17’nci yüzyıldan kalma, Uşak yöresine aittir ve Türkiye’de iki tanedir, dünya üzerinde başka benzeri bulunmamaktadır. Bu halı: büyük uğraşılar sonucu onarılmış, orijinal haline sadık kalınarak, restorasyondan geçirilmiştir.
Burada: bir de dokuma tezgahı var. Tezgah orijinal değil, sonradan yapılmıştır. Ayrıca, eğirme ve iplik haline getirme işlemleri de, tanıtılıyor.

Ankara Etnografya Müzesi Metal Eşyalar Salonu

Bir sonraki bölüm,

4.Bölüm: METAL EŞYALAR SALONU

Burada: Anadolu metal işçiliği sergileniyor. Anadolu bakır işçiliğinin örnekleri var. Mankenler ile, bir bakırcı ustasının çalışması canlandırılmıştır. Çünkü: o dönemlerde, bakır en modern kap olarak kullanılmıştır. Ayrıca: bronz ve demir kap ve kacaklar da sergileniyor.

Vitrinin: bir bölümü Osmanlı, ortada Memlük ve diğer bölümü, Selçuklu metal işlemeciliğine ayrılmıştır. Sergilenen eserler: 12’nci yüzyıl ile, 19’ncu yüzyıl arasındaki dönemi kapsamaktadır.

Sergilenen eserler arasında: Osmanlı şerbet kazanları, Memlük kazanları, sini, leğen, sahanlar, taslar, güğümler görülüyor. Ayrıca: yemek taşımada kullanılan sefer tasları, şifa tasları (bunlar, genellikle çocuklar doğumdan sonra kırkını doldurduğunda kullanılırdı, ayrıca içlerine okunmuş su konulup hastalara içirilirdi), nisan kazanları (bunlar tekkelerde bulunurdu, ilk nisan yağmurları yağdığında, bunların içinde toplanan yağmur suları, okunur ve şifa niyetine tekkelerde bulunanlara içirilirdi).
Ayrıca: yine aynı vitrinde, fenerler ve mum söndürmede kullanılan mum makasları sergileniyor.

Ankara Etnografya Müzesi Metal Eşyalar Salonu

Evet, hemen karşıda: tek bir vitrin içinde: Müzenin “prestij eseri” yani “yıldızı” sergileniyor.

Vitrinde, tek başına sergilenen bu eser: Selçuklu dönemine aittir. Yapılış yılı ve yapan bilinmemektedir. Ancak: Konya-Beyşehir-Eşrefoğlu camiinden getirilmiştir. Acun tekniğiyle yapılmıştır.

Yanlarında: boğa başları bulunmaktadır. Üzerinde, üst bölümde “Ayetel Kürsü” yazısı işlenmiştir. Bu obje, tavana asılıp, içinde mum yakıldığında, tavana “Ayetel Kürsü” yansımaktadır.

Gerçekten inanılması güç ve muhteşem bir işçilik örneğidir. Bu yönü ile, dünya çapında ünlü olduğu ve literatüre girdiği belirtiliyor. Dünya üzerinde eşi-benzeri yoktur.

Bir sonraki bölüm;

5. Bölüm: KÜLTÜR SALONU

İlk vitrinde: kaşıklar görülüyor. Mutfaklarda kullanılan kaşık örnekleri: sedef, fildişi, kaplumbağa kabuğu, ahşap kaşıklar.

Daha sonra: Anadolu’da kahve: hazırlanması ve sunulması ile özel şartlara tabidir ve mankenler, mangal, cezve ile bu kültür canlandırılmıştır. Bizim kültürümüzde, kahvenin çok önemli yeri vardır. Hatta “bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı olduğu” söylenir. Kahvenin özel bir sunum şekli vardır.

Japonların çay içme törenleri gibi. Önce mangalda pişirilir, lokum eşliğinde ikram edilir. Vitrinde: sunumla ilgili objeler görülüyor. Fincanların: porselen, tophane çamuru ve hatta kaplumbağa kabuğundan yapılmış örnekleri görülüyor. Ayrıca: kahve yapımı ile ilgili objeler var. Kahve ocağı var, kahve kavurmak için kahve tavaları, kahve değirmenleri sergileniyor.

Ankara Etnografya Müzesi Kültür Salonu

Bir başka vitrinde ise: sünnet odası, sünnet çocuğu yatağı ve hemen yanı başında bekleyen bir bayan görülüyor. 17’nci yüzyıla ait bu betimlemede: Ankara evine ait; tavan ve dolap kapakları orijinaldir. Sünnet yatağı üzerindeki işlemeli objeler ve hatta yerdeki halı üzerinde, çeyrek altın örnekleri görebilirsiniz.

Ankara Etnografya Müzesi İç Avlu

 

Buranın devamında karşımıza çıkan yer: İÇ AVLU

İç avlu bölümü: Selçuklu mimari tarzında yapılan yapının, açık avlulu ilk halini göstermektedir. Ancak: yapıldığında, buranın üstü açık ve ayrıca şadırvanlı bir havuz bulunuyormuş. Ama, Atatürk ölünce, ölmeden önce, sürekli olarak geldiği bu yerde, naaşının muhafaza edilmesine karar verilmiştir. Ancak: naaş burada muhafaza edilirken, avlunun üstü kapatılmış, havuz ise, buradan alınarak, arka bölümde bir yere yerleştirilmiştir.

Atatürk’ün naaşı

15 yıl süresince, burada, ilaçlanarak ve sarılarak muhafaza edilmiştir. Yani, bir anlamda mumyalanmıştır. Anıtkabir tamamlandığında ise, 1953 yılı mezunu Harbiyeliler tarafından törenle taşınarak, Anıtkabir’de, günümüzdeki yerine götürülmüştür.
Atatürk’ün naaşının 15 yıl boyunca bulunduğu bu yer: günümüzde de, Atatürk’e saygı adına, öylece muhafaza ediliyor.

Duvarlarda ise, sol yanda: Atatürk’ün naaşının, Dolmabahçe’den alınıp, trene bindirilinceye kadar olan fotoğraflar, diğer yanda ise, Ankara içindeki törenlere ait fotoğraflar, duvarları süslüyor. Bunlar arasında ilginç olan: ilk bölümde, Atatürk’ün ölümü üzerine, Anadolu Ajansı tarafından, dünya ajanslarına çekilen “Telgraf örneği” dir. Bu ilginç, görmeden geçmeyin.

Ankara Etnografya Müzesi Cam, Çini ve Seramik Salonu

 

Devam ettiğimizde, hemen karşıda: Cam, Çini ve Seramiklerin sergilendiği bir salon görülüyor.
Burada: Selçuklu dönemi seramik ve çinileri sergileniyor. Bunların bazıları, vitrinin en solundakiler, Osman Hamdi Bey tarafından, günümüzde Suriye sınırları içinde kalmış, eski Selçuklu toprağı olan “Rakka” bölgesinden getirilmiştir.

Ortada: 16’ncı yüzyıldan kalma, Selçuklu çinileri görülüyor. Ancak, bunlar genellikle halkın kullanımı için yapılmamıştır. Bunlar: Sarayın kullanımı için yapılmış kaplardır. Daha sonra, Kütahya çinileri görülüyor.

Burada: daha önceki ziyaretimde görmediğim, daha sonra buraya konulan bir objeden söz etmek istiyorum ki, bu obje: daha önce yurdunuzda, İstanbul’daki bir camiden çalınarak Fransa’ya kaçırılan ve resmi makamların uzun uğraşlar sonucu Fransa’dan geri aldıkları çini tablodur. Bunu mutlaka görmelisiniz, tam bir sanat eseri.
Devam ettiğinizde, bu kez: 17 ve 18’nci yüzyıllar arasındaki döneme ait: Osmanlı cam sanatı örneklerinin bulunduğu yere geliyoruz.

Ankara Etnografya Müzesi Osmanlı Cam Sanatı Örnekleri

 

Burada özellikle görmenizi önereceğim objeler: Tophanelerdir. Bunların üzerindeki sarı bölümler, altın kaplamadır. Bir zamanlar çok popüler olmalarına rağmen, porselen ile rekabet edemediği için, zamanla üretimi durdurulmuş ve ortadan kaybolmuştur.

Vitrinin devamında: Yıldız Porselen Fabrikasında üretilen, porselen objeler görülüyor. Vazoların üzerindeki resimler, tamamen el yapımı ve imzalıdır. Bunlar da, halk kullanımı için değil, saray için üretilmiş, çok değerli ve nadide eserlerdir.
Devamında: Beykoz Cam Fabrikasının ürettiği objeler, yani çeşitli cam örnekleri görülüyor. Çanakkale seramik fabrikası eserleri de var. Bu fabrika, 1915 yılında bombalanınca, yok olmuş.

Buranın devamında, tören kıyafetleri ve tören silahlarının sergilendiği bir vitrin var. Kurşun kalıpları, mataralar, miğferler, barutluk, üzerinde yarı değerli taşlar bulunan tüfekler görülüyor. Ayrıca, bir mankenin üzerinde zırh ve elinde kalkan görülüyor.

Ankara Etnografya Müzesi

Bu vitrinin hemen karşısında: yine müzenin prestij eserlerinden olan ve “Uygur” bölgesinden getirilen, iki adet obje var. Bunlar: ayrı vitrinlerde sergileniyorlar. Üzerlerindeki resimler muhteşem. Görmeden sakın geçmeyin. Günümüzden yüzlerce yıl önce yapılan bu resimler: özellikle yapıldıkları zemindeki saman parçaları ile dikkat çekiyor.

Sonra: BESİM ATALAY SALONU

Besim Atalay, bir dönem “Milli Eğitim Bakanlığı” ve “Türk Dil Kurumu Başkanlığı” yapmıştır. Burada da, Besim Atalay’ın, müzeye hediye ettiği koleksiyon sergileniyor. Bu vitrin onun anısına yapılmıştır.
Bu koleksiyon içinde: yazmalar ve hat sanatının nadir örneklerini görebilirsiniz. Burada: özellikle, kocaman el yazması “Kuran-ı Kerim” dikkat çekmektedir. Ayrıca: çeşitli fermanlar ve levha örnekleri görülüyor.

Ankara Etnografya Müzesi Besim Atalay Salonu

Duvardaki: bir tablo içinde: “kufi yazı tekniğiyle “Allah” yazısını görmelisiniz. Bu teknik: çok erken dönem, Selçuklu dönemine ait, köşeli bir yazı türüdür.

Devamında: Peygamberimizin kişisel özelliklerini anlatan (gül simgesi bulunan, huyunu, sevdiklerini, yani fiziksel ve ruhsal özelliklerini anlatan) bir tablo var. Bu çoğu evde asılı olurmuş.

Devamında: AHŞAP ESERLER SALONU

Burada: Selçukluların en etkileyici sanatları olan: “kündekari” tekniğiyle yapılmış ve çeşitli camilerden getirilmiş: minber, mihrap ve kapılar sergileniyor.

Bunlar: herhangi bir yapıştırıcı veya çivi kullanılmadan, ahşap malzemenin oyulup birbiri içine geçirilmesiyle yapılan bir sanat türünün örnekleridir.

Yani: Selçuklunun, sanatta ulaştığı boyutu sergilemektedirler. Ancak, Selçuklu bu muhteşem eserleri yaparken, çivi kullanmamış olmasına rağmen, bu eserler sergilenirken, çivi kullanılmıştır.

Burada: ayrıca: küçük türbe kapıları (küçük olmasının nedeni, insanların saygı belirtisi olarak, eğilerek içeri girmelerini sağlamak için) ve büyük cami kapıları örnekleri görülüyor.

Yine burada, müzenin prestij eserlerinden olan: 12’nci yüzyıl yapımı: Siirt Ulucami minberi, 13’ncü yüzyıl yapımı: Selçuklu Sultanı III. Keyhüsrev’in tahtı, 14’ncü yüzyıl yapımı: Ahi Şerafettin’in sandukası, 12’nci yüzyıl yapımı: Merzifonlu Çelebi Sultan Medresesi kapısını görebilirsiniz.

Ankara Etnografya Müzesi Ahşap Eserler Salonu

Sanduka: Ankara-Ahi Şerafettin camisinden getirilmiştir. Güzel restore edilmiştir.

Ankara Etnografya Müzesi Ahşap Eserler Salonu

Yine bir Selçuklu Sultanına ait, taht var. Ankara-Kızılbey camisinden (şu anda yıkılmış, yoktur) getirilmiştir. Camide, vaaz kürsüsü olarak kullanılmıştır. Taht olduğu, üzerinde, kenarında yazmaktadır. Yani, tam anlamıyla bir taht.

Ankara Etnografya Müzesi Ahşap Eserler Salonu

Nevşehir-Ürgüp-Taşhunpaşa camisinden getirilmiştir. Gül veya ardıç ağacı veya ıhlamur ağacı olduğu söyleniyor. Dünyada, eşi benzeri yoktur. Üstünde, Ayetel Kürsü yazılıdır. Yapan usta belli değil. Yapılış yılı belli değil. Yapan usta, üstüne ismini yazmamıştır.

Ayrıca: yine bu bölümde: çeşitli camilerden getirilen merdivenli kürsüler görülüyor ki, bence etnografya müzesinin bu bölümü tam bir sanat cennetidir. Kenardaki oturma yerlerine oturun ve yapımı birçok yıla dayanan bu muhteşem sanat eserlerini izleyin.

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

Özel aracınız ile gitmek isterseniz: Tren garını önünden, Sıhhiye istikametinde doğruca ilerlediğinizde, tren garını geçince ilk sağa dönüyorsunuz ve Selim Sırrı Tarcan Spor Salonunun hemen arkasında, Müzeye ulaşabiliyorsunuz. Ücretsiz otopark bulunması büyük şans.

Toplu ulaşım araçları ile gitmek isterseniz: Sıhhiye Metro istasyonu, Sıhhiye Adliye Binası veya yine aynı istikamette, ileride bulunan Opera Binasının bulunduğu yerde, ulaşım aracından indiğinizde, yaklaşık 5 dakika yürüyerek, Müzeye ulaşabilirsiniz. Tam olarak: Adliye binasının arka bölümünde kalıyor.

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

AÇIK BULUNDUĞU GÜN-SAAT

Müze: Pazartesi günleri kapalı. Bunun dışındaki günlerde: Saat: 10.00-18.00 arasında açık. Giriş ücretsiz.

GENEL

Burası: Ankara’nın kültürel kimliğine önemli katkı sağlayacak, ülkemizin başkentinin sanatsal ve kültürel bir vitrini olmaya aday bir yer.

Çünkü: hemen yanında, “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası” için bir konser salonu yapılıyor. Bu da bittiğinde, bölge tam bir kültür merkezi olacak.

MÜZE BİNASININ YAPILIŞI VE GENEL BİLGİLER 

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından: eski vagon tamirhaneleri ve cer atölyelerinde restorasyon yapılmış ve “Cer Modern” ismiyle, çağdaş bir müze yaratılmış. Mimari projesi: gayet güzel. Mimar: Semra Uygur.

Yaklaşık 10 yıllık bir çalışma sonucunda, Müze: 1 Nisan 2010 tarihinde ziyarete açılmış. Elbette, bu 10 yıl sözü ilginizi çekmiştir, çünkü yapılan işlemin bu kadar zaman alması imkansız .Ancak, öğrendiğime göre, ödenek yetersizliği, böyle uzun bir süre sonucunu yaratmış. Aslına bakarsanız: hani müzenin yapılışına bir nebze değinmek gerekirse: bu konudaki ilk rapor: 31.10.1996 tarihinde, Turan Erol tarafından hazırlanarak, Cumhurbaşkanlığına sunulmuş.

Bu raporda: Türkiye’de modern anlamda bir sanat  müzesinin bulunmadığını, mevcut tarihi yapıların modern sanat müzesine dönüştürülmesinin sakıncalı olduğu vurgulanmış ve yeni bir mekan olarak, demir yolları onarım (Cer) atölyelerinin: modern sanat müzesine dönüştürülmesi önerisi getirilmiştir. Bu rapor sonucu: Cumhurbaşkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığına bir talimat vermiş ve bu talimat; Cer Modern’in kuruluşunun ilk adımı olarak kayıtlara geçmiştir. Peki, takip eden dönem.

Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı; Müze için gerekli ödeneğin büyük kısmını temin etmiş ve restorasyonun, yaklaşık yüzde 70’lik bölümü bitirilmiş. Tabii, her şeyin yolunda gittiğini düşünmek mümkün değil. İlerleyen yıllarda, müze için gereken ödenek sağlanamamış ve yaklaşık 10 yıla yakın bir süre, restorasyon durmuş, işin kötüsü: yapılan bölümler de, hurda haline gelmiş. Sonuçta: yine ilgili bir Kültür Bakanı, konuya el atmış ve yapı tamamlanabilmiş.

Bence: bu tür eserlerin, topluma kazandırılmasında emeği geçenlerin: resmini, binanın giriş kapısına asmak lazım. Gerçekten, ülkemizde, bu tür girişimler maalesef birkaç kişinin, ilgi-alakası ile yapılıyor, bitirilebiliyor veya ayakta kalabiliyor.

Kompleks: yaklaşık 11.500 metre kare. Burada: Sergi salonu:  4.500 metre kare, Fotoğraf galerisi: 700 metre kare. Bunların dışında: 370 kişi kapasiteli bir konferans salonu, kafe ve heykel parkı bulunuyor. Sergi salonunun boyutları, buranın: Türkiye’nin tek parça en büyük sergi alanı olmasını sağlamış.

Cer kelimesinin anlamını merak edenler olabilir. Cer kelimesi: çekilen-götürülen anlamında kullanılmaktadır. Burası: TCDD’nin; herhangi bir şekilde, bakıma-onarıma alınan tren vagonlarının çekildiği, bekletildiği ve  bakım-onarımlarının yapıldığı bir yer olarak kullanılmış. Yani isim buradan geliyor.

Müze kompleksi: 11.500 metre karelik bir alanda kurulmuş. Kompleks içinde: süreli sergi galerileri, fotoğraf galerisi, müze mağazası, konferans ve çok amaçlı salon, sanatçı ikametleri, kafe ve heykel park alanı bulunuyor. Tabii bunlardan biz gezginleri öncelikle ilgilendiren: süreli sergi galerisi, fotoğraf galerisi, müze mağazası ve kafe.

Süreli sergi galerisi: hemen müzenin giriş katındaki ana salonda. Yapılan düzenlemeye göre: burada, yılda 4 kez, çeşitli sergiler düzenleniyor.

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

MÜZE BÖLGESİNDE GEZİNTİ

Daha önce söylediğim gibi: pek de fazla soğuk olmayan bir Aralık günü, Müzeyi ziyaret için bulunduğum yerden Kızılay’a gittim. Kızılay’da, yürüyerek, Sıhhiye-Adliye binasının bulunduğu yere yöneldim ve hemen Adliye binasının yanından yürüyerek, yaklaşık 10 dakika sonra, buradaki tabelaları (CER MODERN) takip ederek, Müzenin bulunduğu yere ulaştım.

Ama: önce büyük bir şaşkınlık. Çünkü: daha önce gördüğüm resimlerde; Müzenin önünde gayet güzel bir boş alan bulunduğu ve bu alanın hemen çevresinde ise, Müze yapılarının kurulu olduğu görülüyordu.

Bu arada; gittiğinizde bakın lütfen, hemen bahçede bulunan bir havuz var. Havuzun üzerindeki heykel bloku: sanki bir zamanlar Tandoğan Meydanında bulunan ve daha sonra uzun süre, nerede bilmiyorum ama depolarda, kapalı kapılar ardında bekletilen heykel bloğuna çok benziyor?

Evet: bu curcuna da, biraz konsantre olarak  ki olmak şart, Cer Modern Müzesinin kapısı olduğunu hissettiğim bir yer buluyorum ve içeri giriyorum.

İlk intiba: muhteşem modern bir yapı ve dekorasyon. Girişin hemen sağ yanında: bir kafeterya veya belki de bar. Çünkü: hemen karşıda: birçok alkollü içkinin sergilendiği bir bar var. Aman dikkat, hiç bir şeye karşı değiliz ama burası bir kültür abidesi.

Yani: insanlar buraya kültür yaşamaya gelsinler, içki? Neyse: oraya, o şişeleri dizerek, sergileyenlerin de elbette vardır bir bildiği diyelim ve geçelim. Hemen karşıdaki barın solunda: gayet büyük bir yer var. Ama: içeride, bu büyüklüğü dolduracak objeler yok.

Buranın “Alışveriş Merkezi” olduğunu, kapıdaki yazıdan görüyorsunuz. Ama dedim ya, bu kadar büyük bir yer ayrılmış, içeride, çok az mal var. Yani: biraz plansızlık. Devam ediyoruz, sola yöneldiğimizde: hemen sağ yanda bir banko ve bankonun üstünde, arzu ederseniz, gezerken, kulaklıktan size eser hakkında bilgi veren, elektronik dinleme cihazı. Bu cihazı kiralayabiliyorsunuz.

Bankonun yanından, tam sol yönünde ilerlediğinizde: Müzenin sergi bölgesine giriyorsunuz. Gayet güzel ve hatta muhteşem. Yoğunluk yok. Gerek eser bakımından ve gerekse ziyaretçi bakımından. Güzel bir gün ve mekanda: benden başka ziyaretçi yok. İlgililer, lütfen bu müzenin gerekli reklamını yapın ve özellikle okulları, öğrencileri buraya mutlaka ve mutlaka çekin.

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

Geziye devam ediyorum. Bu arada: Ziraat Bankasını da kutlamak gerek. “ Yüzyılın Sergisi” adı altında, kendi koleksiyonunda bulunan eserleri burada sergilemeleri muhteşem bir olay. Özellikle: daha önce birkaç yerde gördüğüm Mithat Paşanın tablosunun orijinalini görmek muhteşem bir duygu. Yalnız; yine ilgililere bir dokundurma, o an: orada; ben ve o muhteşem tablodan başka hiçbir şey yok tu. Yani: o muhteşem tablo; kendisini izleyenin gözleri, yüreği ve vicdanı ile baş başa.

Önceki yıl: İtalya’ya gittiğimde, Vatikan’daki Manastırda, dünyanın en güzel sanat eserlerinden olan “Meryem ve kucağında yatan İsa” heykelinin önünde: bir cam perde bulunduğunu görmüştüm. Bunun neden konulduğunu sorduğumda: akıl sağlığı pek yerinde olmayan bir ziyaretçinin; heykelin üzerine, boya attığını ve zarar verdiğini, bunun üzerine bu  tür bir önlem aldıklarını söyledi.

Nereden nereye? Bu muhteşem sanat eserlerini lütfen ziyaretçilerle baş başa bırakmayın, bence, sergi salonunda biraz daha yoğun güvenlik olması gerekir mi acaba? ( Ben gezerken, sergi salonunda hiçbir güvenlik elemanı yoktu)

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

Biraz önce söylediğim gibi, sergi salonu gayet ferah. Tavan yüksek ve yüksek tavanda; havalandırma tesisatı gayet güzel yapılmış. İçeride sıkılmak mümkün değil. Gün ışığının yoğun kullanıldığı güzel bir ortam. Eserler: sık ve yoğun olarak konulmamış. Tek sıkıntı, sergi salonundaki metal alaşımdan yapılmış oturma yerlerinin, pozisyonu.

Keşke; bu oturma sıraları: sergilenen eserleri görebilecek şekilde yerleştirilseydi. Ben şahsen; hemen girişteki muhteşem  tabloların karşısında oturup; 10-15 dakika izlemek isterdim ama söylediğim gibi; oturma yerlerinin yerleştirildikleri yerler, anlamsız.

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

Rahat bir gezi, rahat bir izleme. Özellikle; sergi salonunda, en sol bölümde, küçük bir yerin üzeri camla kapatılmış. Camlı bölümden aşağıya baktığınızda, tren rayları görüyorsunuz. Gayet güzel ve şık olmuş. Sonuçta, burası eski bir tren bakım atölyesi. Eski ile yeniyi bağdaştırmışlar. Harika.

Ankara Cer Modern Çağdaş Sanatlar Müzesi

Sergi salonu bitince; salondan dışarı çıkıyorsunuz ve hemen girişteki bankonun karşısından aşağıya inmeniz söyleniyor. Niye? Orada da sergi salonları varmış. Hatta: gayet güzel bir panoramik asansör yapmışlar. Merdivenlerden yürüyerek iniyorum, birden büyük bir boşlukla karşılaşıyorum.

Hemen solumda; masaların üzerine dizilmiş, yüzlerce fincan ve hemen sağ yanda: konferans salonu. İçeriden sesler geldiğine göre, sanırım konferans var ve soldaki çay fincanları, konferans katılımcıları için hazırlanmış. Büyük ve boş bir alan. Anlam veremedim ve elbette hemen yukarı çıktım.

Bu arada: Müze bölgesinde fotoğraf ve kamera kullanımı yasak. Bu durum: hemen sergi salonu girişinde: şeklen uyarı olarak da göze çarpıyor. Ama: şunu düşünmemek te mümkün değil: “Elbette, bunlar yağlı boya tablo ve bunların bozulmaması için fotoğraflarının çekilmemesi değil, flash kullanılmaması gerekir”.

Yani: bırakın insanlar fotoğraf çeksinler, ama flash kullanmasınlar. Elbette: ilgililerin sözlerini duyar gibi oluyorum: “Fotoğraf çekmek serbest denirse, insanlar flahs kullanırlar, nasıl kontrol edeceğiz”. Peki, yasakladınız, şu an kontrol edebiliyor musunuz ki?

Evet: sonuç olarak: duygularınızı yazabileceğiniz bir de defter var. Ayrıca: ben müze bölgesinden ayrılırken: sergi salonuna giren: 2 bayan ve 2 erkek, gayet şık ve modern giysili bu insanları görünce, ülkemin insanı ve sanat adına gurur duydum. Her ne kadar aşırı lüks düşünülerek yapılmış (yani bu bir tenkit değil, ama bu kadar lüks yapı için mi, 10 yıl beklediniz demek lazım) olsa da; her ne kadar bölgede büyük bir curcuna, inşaat faaliyetleri bulunmuş ve bunun sonucunda bölgenin tüm estetiği gitmiş olsa da; bir boş gününüzde, üç-dört saat ayırarak bu müzeye gitmeli ve sergilenen eserleri görmelisiniz.

Ankara Sıhhiye Hitit Anıtı

Ankara Sıhhiye Hitit Anıtı

1973-1977 yılları arasında, zamanın Ankara Belediye Başkanı tarafından, Ankara’nın simgesi olarak, Hitit Güneşi seçiliyor ve bu anıt, buraya yaptırılıyor. Ancak: anıtın yapım aşamasında o kadar çok problem var ki, inanılmaz rezillikler. Ayrıntıya girmek istemiyorum.

Şöyle ki: Hititliler; Anadolu’da İslam öncesi bir uygarlık olmaları nedeniyle, bir kısım ideoloji yanlıları tarafından ; Türklerin Anadolu’ya gelmelerinden önce Anadolu’da yaşamış bir uygarlık olmaları nedeniyle de, diğer bir kısım ideoloji taraftarları tarafından sevilemediler, bunun doğal sonucu olarak da, onların kutsal simgesi, dini törenlerinde en önde ve en yüksekte taşıdıkları ve kralları öldüklerinde mezarlarına koydukları; güneş kursu, Ankara’nın simgesi olarak kabul görmedi.

Ama; elbette bir siyasi kesim tarafından kabul gördü ve uzun yıllar Ankara’nın simgesi olarak gündemde yerini aldı.

O siyasi kesim, iktidarda iken simge olan bu güneş kursu, anılan siyasi kesim iktidardan inince, otomatik olarak, simge olmaktan çıktı.

Evet, hala kabul görmüyor, nedenini merek edenler varsa, sanırım bu. Çünkü; Hititliler, Türklerin atası olarak kabul edilmezler. Hatta: bu güneş kursunun, Hititlerden önce, Anadolu’da yerleşik “Hatti Krallığının” bir kültür simgesi olduğu bilinmektedir.

Evet, biraz önce sözünü ettiğim gibi, Türkler; malum, Orta Asya’dan göçüp, Anadolu’ya gelmişler.

Geldiklerinde de; Hitit uygarlığı: başlamış, gelişmiş, büyümüş ve bitmiştir. Yani; bizim atalarımızın Hititlilerle bir bağlantısı söz konusu değildir derken, elbette hayır; biz Anadolu’da yaşamış insanlar olarak; bizlerden önce, bu topraklarda yaşamış, büyük bir uygarlık kurmuş bu ulusun varlığını inkar etmek mümkün mü?

Tabii ki hayır.

Yani: her ne kadar, Hattiler olsun ve takip eden  dönemde, onların uygarlık eserlerini benimseyen Hititlilerin bizim soy geçmişimizde bir bağlantısı olmasa da, bu topraklar üzerinde yaşamış, ortak kültürün bir parçası olarak, sanırım onları kabullenmek gerekir.

Neyse, biz gelelim, Sıhhiye’deki hitit anıtına

Bu anıt: geyik figürlü bir güneş kursu. Alacahöyük’te bulunan, yaklaşık 4250 yıllık bir Hitit eserinin kopyası. Hattiler ve takip eden dönemde Hititliler: bu güneş kursunu, biraz öncede söylediğim gibi, kutsal törenlerinde kullanıyorlar.

Bronz güneş kursu üzerinde bulunan sallantılar, dini törenlerde sallandığında çıkardıkları ses ile, törene katılanların huşu içinde bulunmalarını sağlıyor ve tören bitiminde, güneş kursu, kralın mezarına, ölü hediyesi olarak bırakılıyordu.

Malum, onların zamanlarında tek tanrılı din yok, güneşe tapıyorlar ve onu ifade ettiğini düşündükleri bu simgeyi kutsal kabul ediyorlar.

Evet; zamanın Ankara Belediyesi tarafından simge olarak kabul edilen güneş kursunun anıtı: büyük sıkıntılar ve çekişmeler sonucu tamamlanır ve bugün bulunduğu yere yerleştirilir.

15 Ağustos 1978 günü, anıtın açılışı yapılacaktır. Birçok insan açılışa davet edilir. Ancak; bu davetlilerden biri olan, anıtın mimarı, heykeltıraş Nusret Suman bulunamaz.

İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisinde, öğretim üyesi olan Suman, Anıtkabir’deki Barış Kulesinin iç duvarındaki kabartmalar ve ülkenin çeşitli yerlerinde, 20 ye yakın yaptığı anıt çalışmasında, sürekli olarak Atatürk’ü konu edinen bir sanatçı olarak tanınmaktadır.

Evet; anıtın açılış töreni yapılacak ve eserin yaratıcısı yok. Neyse; açılış yapılır.

Bu sırada; İzmit yakınlarında meydana gelen bir trafik kazasında, arabası ile şarampole yuvarlanarak kaza yapan ve ölen bir kişinin üzerinde, herhangi bir kimlik belgesi çıkmaz ve cenaze, İzmit kimsesizler mezarlığına defnedilir.

Evet; sanırım tahmin ettiniz, Sıhhiye’deki Hitit Anıtının yaratıcısı, heykeltıraş Nusret Suman; anıtın açılışının yapılacağı gün, İstanbul’dan hareket eder ve İzmit yakınlarında geçirdiği trafik kazasında, maalesef ölür.

Bir sanatçı için çok acı bir son olsa gerek, eserinin açılışını göremeden ölmek. Hazin bir son, hazin bir hikaye.

Güneş kursu; 1977-1995 yılları arasında, yani 18 yıl, Ankara Belediyesinin bir simgesi olarak kullanıldı. Turuncu zemin üzerine işlenen güneş kursu, başta Belediye Otobüsleri olmak üzere, çoğu yerde, yıllarca karşımıza çıktı.

Daha sonra ise, Belediye yönetimi başka bir siyasi iktidara geçince, anıt, daha doğrusu güneş kursu, Belediyenin simgesi-logosu olmaktan çıkarılır. Yeni Belediye, logo bitince, anıtı da benimsemez, ama anıtı yıkmayı da sağlayamaz.

Bunun üzerine, anıta ceza verilir ve bulunduğu yerin çevresi, tamamen yollarla çevrilerek, insanların anıtın yanına yaklaşmaları engellenir. Anıt, bir anlamda, tek başına, yalnızlığın içine itilir.

Evet; Sıhhiye semtinde, anıtın yanına yaklaşmanız mümkün değil. Sanki; yanına kimse yaklaşmasın diye, çevresi tamamen yoğun bir trafik olan yollarla çevrilmiş.

Özellikle; son yıllarda, yapılan “U” geçitlerle, anıtın alanı iyice daraltılmış.

Yapımı aşamasında yaşanan siyasi karmaşaya rağmen, yıllarca orada haşmetle durmakta, ne anlam ifade ettiğini bilmeyen, milyonlarca insan yanından, karşısından geçmekte.

Siz; zamanınız olduğunda, anıta gözünüz takıldığında, bir zamanlar yaşananları, hani bir çırpıda hatırlamanız açısından, bunları yazdım. Bir tek gerçek var, günümüzde bile, bu güneş kursu, hala, siyasi çekişmelere maalesef alet edilmekte.