Ankara Ulus Kurtuluş Müzesi

 

Ankara Ulus Kurtuluş Müzesi

Burada fotoğraf makinası kullanmak yasaklanmıştır. Ancak: 2’nci Meclis binası, yani hemen 200 metre aşağıdaki ortamda, fotoğraf çekmek yasak değil iken, burada fotoğraf çekmenin yasaklanmasını anlamak mümkün değil.

Özellikle: yasak denilse de, özellikle şehir dışından gelenler, burayı gezdiklerini belgelemek adına, birkaç fotoğraf çekmeye kalkıştıklarında ise, görevlilerin sert müdahale içeren sözleri, inanın kırıcı oluyor ve müze gezmek gibi bir kültür gezisi, stresle yoğuruluyor.

Evet, gelelim, en büyük değerimiz olan ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusumuza armağanı, Türk gençlerine emaneti Cumhuriyetimizin hangi ortamda, ne gibi şartlarda ilan edildiğini gezip görmeye.

Müze: Ulus Meydanındadır. Cumhuriyetimizin ilan edildiği, 1’nci Meclis Binası. 1920 ile 1924 yılları arasında kullanılmış. Gerçekten; o yıllardaki şartları göreceksiniz. O insanların, saatler, günler boyunca, o tahta sıralar üzerinde oturduklarını göreceksiniz.

Ve o zor ve güç şartlarda yarattıkları, kurtuluş mücadelesi olsun, cumhuriyet olsun ve bunlar gibi ülkenin kurtuluşu ve gelişmesi için yarattıkları birçok çabanın, yaratıldığı o güç şartları göreceksiniz ve bugünle karşılaştırıp, elbette şaşıracaksınız.

Evet; Cumhuriyetimizin ilan edildiği bu bina, günümüzde müze olarak kullanılıyor ve adı: Kurtuluş Müzesi. İlk toplantının yapıldığı bu binanın yapımına; 1915 yılında, mimar Hasip Bey tarafından başlanır. Atatürk’ün, 27 Aralık 1919 tarihinde, Ankara’ya gelişinden sonra, yapının meclis binası olarak kullanılmasına karar verilir.

İlk parlamento binası; 22 x 43 metre boyutlarında. Bodrum üzerine, tek kat olarak yapılmış. Büyük bir toplantı salonu ve 9 odası olan taş bir yapı. Dış cepheler; kemerler ve geniş saçaklarla bezenmiş ve ayrıca iki balkon var. Devletimizin kuruluşu ve kurtuluş savaşının tüm askeri ve siyasi kararları burada alınmış.

Bu küçük bina; 18 Ekim 1924 tarihine kadar kullanılmış. Günümüzde ise, Müze. Evet; kurtuluş savaşımız ve cumhuriyetin ilanı aşamasındaki o imkansızlıklar ortamını mutlaka gidin görün. Müzeye; girdiğinizde, sizi büyük bir nezaketle, müzenin görevlileri karşılıyor. Gerçekten, bu nazik insanları, görevli olarak oraya koymak, muhteşem bir uygulama. Gerek davranışları, gerek kıyafetleri ve gerekse yol göstermeleri: ” gezinize şuradan başlayacaksınız ” şeklinde yol göstermeli çok güzel.

Evet; müze kartınızı gösteriyor veya bilet alarak giriyorsunuz, hemen ilk oda; mescit, sonra Atatürk’ün çalışma odası ve sonra toplantı salonu. Bir koridorun çevresindeki bölümleri geziyorsunuz. İlgi çeken yerler; toplantı salonundaki tahta oturma yerlerine bakın lütfen, kötü oturma yerleri, sonra ısınmak için konmuş, iki soba göreceksiniz.

Özellikle: Lozan Barış Antlaşmasının imzalandığı masa var. Hemen yanında: Atatürk ve İsmet İnönü’nün resimleri bulunuyor. Bu masa; İsviçre’den buraya nasıl getirilmiş anlamadım. Ama; Lozan barış antlaşması, Türk Siyasi tarihinde çok önemli yeri olan bir antlaşma.

Bunun imzalandığı masayı bulup, buraya getirmek ve sergilemek, güzel bir uygulama. Düşünene ve bu masayı buraya kadar alıp getirene teşekkür etmek gerek, gerçekten Türkiye’nin siyasi geleceği, işte bu masanın üstünde şekillendi dememek elde değil. Ayrıca; zamanında Mecliste görev yapmış kişilere ait, şahsi eşyalarda sergileniyor.

Bunun yanında; o zamanlar kullanılan, üç makineli tüfek ve normal mavzer tüfekler sergileniyor. Meclis çatısı altında, bu tür silahların niye sergilendiğini anlayamadım? Bu tür silahlar, milli mücadelede kullanıldı ise, bunların sergilenebileceği bir çok yer olduğunu düşünüyorum, ama burası Meclis ve ben buraya, Cumhuriyetin hangi şartlar altında ve ne gibi bir ortamda ilan edildiğini, bir zamanlar milletin temsilcilerinin ne gibi ortamda çalışarak, ülkenin kurtuluşunda çaba gösterdiklerini görmeye gittim ve gerek  tahta sıra ve masalar ve gerekse ısınmak için kullanılan sobalar; ziyaretçileri etkilemek için yeterli geliyor.

Birde, Atatürk’ün Sivas kongresinde kullandığı masası var. Bunlara bakarken, lütfen, o günün şartlarını düşünün. Bugün olsa, asla dönüp te kimsenin bakmayacağı bir masa, ama masanın lüks olmasının ne önemi var, o insanlar, lüksten ziyade, kararlılıklarını bu masaların üzerinde, tahta sıraların üzerinde ortaya koymuşlar, önemli olan bu.

Evet; bu güzel müzeyi gezip çıkıyoruz. Mutlaka gitmenizi öneriyorum. En fazla bir saat zamanınızı alır ve çok yakın, hemen dibimizde, mutlaka gidilmeli. Ama, bu giriş ücreti konusuna çözüm bulunması gerekir diye  düşünüyorum.

Ankara Ulus Taşhan ve Sümerbank

 

Ankara Ulus Taşhan ve Sümerbank

Ulus meydanına gittiğinizde, hemen sol yanda, meydana komşu tarihi bir yapı ile karşılaşacaksınız.

Günümüzde: Sümerbank ve diğer bazı kurumlar tarafından kullanılan bina: görünüm olarak zaten görenleri geçmişin derinliklerine götürmektedir. Bu yüzden: bu yapının geçmişi hakkında araştırma yaptım ve aşağıda sizlere kısa bilgi veriyorum.

Öncelikle “Taşhan” dan söz etmek gerekir, çünkü Sümerbank binası, bu Taşhan yıkıldıktan sonra aynı yere yapılmıştır.

Ankara Ulus Taşhan ve Sümerbank

TAŞHAN

Taşhan: 1895-1902 yılları arasında, Ankara Valisi Abidin Paşa’nın mektupçusu Ankara Vilayeti Meclisi İdare Başkatibi İsmail Bey tarafından yaptırılmıştır. Ancak, arazide bir mescit bulunması yüzünden hemen inşaata başlanamamış, Ankara Valisi Abidin Paşa’nın yardımı ile 1888 yılında Niğdeli bir kalfa tarafından yapılmaya başlanmıştır.

Yapı: Hızırlık  dağından getirilen pembe kalker taşlardan inşa edilmiştir ve bu yüzden halk arasında “Taşhan” olarak tanınmıştır. Hanın iç kısımlarında ise, kerpiç ve ahşap malzeme kullanılmıştır.

1892 yılında Ankara şehrine demir yolu gelince, Taşhan Meydanı: istasyon ile ilişkisi nedeniyle, simgesel bir kamusal alan olarak anlam kazanmıştır. Bu yüzden: Ulus Meydanının ismi “Taşhan Meydanı” olarak bilinmektedir. Taşhan’ın da bulunduğu tozlu-topraklı meydana, ancak 1924 yılında parke döşenmiştir.

Taşhan, yapıldığında Ulus’un en büyük binasıdır.

Bu 2 katlı ve 100 odalı han: bölgeyi gezen seyyahların uğradığı ve konakladığı bir yerdir. Hatta, çevre köylerden gelenlerin kağnıları için ayrılmış bir alan, ağıl ve mescit de vardır.

Kurtuluş Savaşı yıllarında cepheden gelen yaralıların tedavi edildiği 150-200 yataklı bir hastaneye dönüştürülmüştür.

1920’li yıllarda, özellikle TBMM açıldığında, Ankara dışından gelen delegelerin büyük bölümü, burada kalmışlardır. Çünkü o dönemde şehirde mevcut diğer hanlardan farklı olarak, burası konaklama ve turizm amaçlı olarak kullanılıyordu.

1928 yılına gelindiğinde ise, burası “Taşhan Palas Oteli” (bir diğer ismi “Hotel d’Angora) olarak faaliyetini sürdürmüştür.

Hanın arka bahçesinde: bir lokanta kurulmuş ve ismi “İmren Lokantası” imiş. İmren Lokantası diye tabela asılmış. Ancak 1928 yılında kurulan bu lokanta: Bolşevik ihtilalinden kaçarak İstanbul’a yerleşen Rus Georges Karpovich tarafından işletiliyormuş ve bunun ismine ithafen zamanla “Karpiç Lokantası” diye anılmaya başlanmıştır.

Lokantanın ilk garsonu da, yine Rus Sergiyev idi. (Bu garson lokantanın kapanmasının ardından, kendi lokantasını “Süreyya Lokantası” ismiyle açmıştır.)

Karpiç Lokantası, Ankara şehrinin kuruluş yıllarındaki en modern lokantası olarak önem kazanmıştır. O dönemde: burası otelin resmi ve özel davetlerinin yapıldığı, Ankara’nın tek müzikli lokantasıydı.

Han: 1933 yılında; sahibinin bankaya borçlarını ödeyememesi nedeniyle banka (İş bankası) tarafından haciz edilir ve icra yolu ile satılır. Hanı, Sümerbank satın alır ve Kaprovich: Merkez Bankasının yanındaki meşhur “Karpiç Restoranı” açar, bu yeni yer de uzun süre Ankaralılar için önemli ve sık tercih edilen bir yer olma özelliğini korur.

Ankara Ulus Taşhan ve Sümerbank

SÜMERBANK

1933 yılında kurulan Sümerbank: özel bütçenin temelini oluşturan katma bütçeli idare uygulamasının ilk ve en önemli örneği olarak dikkati çekmektedir. Çünkü: ticari nitelikli mal üretmesi için kurulmuştur.

Bu kuruluşa: 11 Temmuz 1933 tarihinde Atatürk tarafından “Sümerbank” ismi verilmiştir. Halk tasarrufu ile oluşturulmuş Sümerbank, Türkiye’nin ilk modern tekstil kuruluşu olarak büyük bir üne kavuşmuştur.

SÜMERBANK BİNASI YAPILMASI

1928 yılında: Taşhan’ın yıkılarak yerine yeni ve modern bir banka binası yapılması için proje yarışması açılır. Yarışmaya pek çok yerli ve yabancı mimarın projesi katılır ve mimar Seyfi Arkan’ın projesi kazanır.

Ancak bir neden gösterilmeden bu projenin uygulanması iptal edilir ve yarışmaya katılmayan Alman mimar Martin Elsaeser’in proje yapması ve bunu uygulaması kabul edilir.

Hatta, Cumhuriyetin ilk yıllarında, yabancı mimarlar çalışırken, yanlarında Türk mimar çalıştırma gibi bir zorunluluk olmasına rağmen, Elsaeser, burada çalışırken yanında Türk mimar çalıştırmamıştır, sebebi belirsiz.

Bu arada: Ankara İmar Planı yarışmasını kazanan ve Plan Danışmanı olan Prof. Hermann Jansen: Taşhan’ın yıkılmasını istemez, ancak itirazlarına rağmen, Taşhan yıkılmıştır.

Yeni yapı 1937-1938 yılları arasında inşa edilmiştir. Dairesel formda yapılan yapıda, mimar Elsaeser tarafından modern mimari anlayışı uygulanır.

Betonarme iskelet sistemi uygulanan yapının öndeki alçak kütlesi dıştan ve girişi “Pembe Ankara taşı” ile kaplanmıştır.

Yapının eliptik giriş holü: en etkileyici bölümüdür. Bu giriş holüne: anıtsal bir merdivenle ulaşılan ana kapıdan girilir ve bu merdivenin üstü: dairesel bir saçak ile kapatılmıştır. Eliptik giriş holüne göre simetrik olarak planlanmıştır.

Bu planda, yapı arkaya doğru genişleyerek açılmış, öndeki Sümerbank satış mağazası ve banka kısmı alçak düzenlenmiştir. Yuvarlatılmış köşeleri, merdiveni ve pirinçten sütunları ile, ana giriş, burada simetri aksı üzerine yerleştirilmiştir.

Arkada, genişleyen bölümde: zemin üzerinde beş büro katı bulunmaktadır ve öndeki alçak kısımdan oldukça farklıdır.

Yapıda: tek, üçlü ve dörtlü olarak yerleştirilen pencerelerin ortasındaki gölgelikler: yüzeylerde gölge-ışık etkisi yaratmaktadır.

Yani: bina bittiğinde, Ankara’nın en modern binası ortaya çıkar. Tren garından gelen aksın bakış açısını oluşturacak şekilde tasarlanmıştır.

1988 yılında Sümerbank’ın özelleştirilmesiyle Sümerbank’a ait binanın ismi “Sümer Holding” olarak değiştirilmiştir. 2000 yılında binanın ön kısmı, bir hazır giyim markası tarafından mağaza olarak kullanılmaya başlanır ve daha sonra Özelleştirme İdaresi tarafından Kültür Bakanlığına devredilen bina, Sümer Holding’in genel merkezinin Atatürk Orman Çiftliğine taşınmasıyla birlikte, özel bir üniversiteye devredilir.

Sümerbank Binası içindeki “Oturan Atatürk Anıtı”

İlk önemli Atatürk heykelleri ve Türkiye Cumhuriyeti ulusal anıtları, Heinrich Krippel tarafından yapılmıştır. Avusturyalı Krippel, ilk olarak 1925 yılında, Ankara’daki “Zafer Anıtı” için açılan yarışmayı kazanmış ve Türkiye’ye gelmiştir.

Bundan sonra: İstanbul, Konya, Samsun ve Ankara’da heykeller tasarlamış ve gerçekleştirmiştir. Kendisi 13 yıl boyunca, düzenli olarak Viyana’dan Türkiye’ye seyahat etmiştir. Çünkü eserlerini Viyana’daki atölyesinde üretiyor ve Viyana Birleşik Maden İşletmelerinde dökümünü yaptırıyordu.

Krippel, Atatürk’ü sivil bir kişi olarak tasvir etmiştir. Krippel’in burada bulunan Atatürk anıtı da, taşlar yontularak yapılmıştır. Anıtta, devletin kurucusu Atatürk, merkezi holden yüksekte, taht benzeri bir koltukta otururken görülmektedir.

Atatürk, kollarını bu koltuğun kolçaklarına yaslamış ve bacakları açılı bir halde oturmaktadır. Bakışları, sağa doğru, uzaklara yöneliktir. Anıtın alt kısmına işlenmiş kitabesindeki “inanıyoruz ve yapıyoruz” sözleri, muhtemelen Kemalist yönetimin ekonomik politikasına dikkat çekmektedir.

Böylece, yeni Cumhuriyetin geleceğe yönelik potansiyeli, Krippel’in kendinden emin Atatürk figüründe ifade edilmeye çalışılmıştı.

Evet sonuç olarak Sümerbank binalarında, günümüzde bir üniversite bulunmaktadır. Son olarak üniversitede görevli bir arkadaşımı ziyaret ettiğimde, binayı bana gezdirdi. Binanın önemli bir özelliklerinden birisi de, bir zamanlar bu binanın dönemin hükümetine ev sahipliği yapmasıdır.

Başbakan Adnan Menderes’in makam odası buradadır. Daha da ilginç olanı, yine bir zamanlar devletin Hazine Dairesinin burada bulunmasıdır.

Ziyaret esnasında Hazine Dairesini de gezdim, hatta hazine dairesinin bir müze olarak düzenleneceğini ve ziyarete açılacağı konuşulmuştu, inceledim Hazine Müzesi açılmış, yine bu sitede Hazine Müzesiyle ilgili yazımı bulabilirsiniz. 

 Ankara Hazine Müzesi gezisi hakkındaki yazım için Hazine Müzesi

Ankara kalesi gezi yazım için  Kalesi

 Ankara Resim Heykel Müzesi hakkındaki gezi yazım için  Resim-Heykel Müzesi

Ankara Aslanhane Cami-Ahi Şerafettin

Ankara Aslanhane Cami-Ahi Şerafettin

Ankara camilerinin, işçilik yönünden en güzel örneklerinden birisidir. Bütün iç mimarisi ve muhteşem mihrabı, caminin ahşap minberinin ağaç oymacılığı bakımından Ankara camileri içindeki en güzel minberlerden bir tanesidir.

Caminin bir de kitabesinin bulunması, büyük önem taşır. Dış duvarların mütevazi görünümü yanında, iç mekan, Selçuklu camilerinin en güzellerinden birini teşkil etmektedir.

ARSLANHANE (AHİ ŞERAFEDDİN) CAMİİ

Ankara Aslanhane Cami-Ahi Şerafettin

Ankara Samanpazarında. Atpazarı yokuşunda, Ahi Şerafeddin Mahallesinde bulunmaktadır.

Selçukluların son devrinde, Ankara’da kurulmuş olan Ahiler Devrine ait olan eser;
1289-1290 yılları arasında, Ahi Şerafeddin tarafından yaptırılmıştır.

Minberindeki bir kitabeye göre: mimarı, Ebubekir Mehmet’dir. Anadolu Selçuklu mimarisinin; ahşap sütunlu ve ahşap tavanlı örneklerinden biridir. Ankara’daki: Roma ve Bizans dönemi yapılarından toplanan taşlarla yapılmıştır.

NİYE BU İSİM VERİLMİŞ

Eğimli bir arazi üzerinde yapılan caminin, türbe duvarına gömülü bir antik aslan heykelinden dolayı, “Aslanhane Camii” ismi verilmiştir. Önceki tarihlerde ise, caminin çevresinde aslan heykelcikleri varmış.

CAMİNİN MİMARİSİ

Ankara Aslanhane Cami-Ahi Şerafettin Caminin Mihrabı

Caminin içine: doğu, batı ve kuzeyden, üç kapı ile giriliyor. Esas giriş: kuzey cephedendir. Yanındaki minareye bitişik olarak yapılmış olan kuzey kapı: tam bir taç kapı hüviyetini taşımaktadır. Bu kapı: kesme taştan yapılmıştır.

MİHRABI

Açık mavi çinilerle bezenmiştir. 13’ncü yüzyıl Selçuklu eseridir. Evet, bu mihrap, Ankara camilerinin olduğu kadar, ülkemizde bulunan bu tür mihraplarında en güzelidir. Tavan hizasına kadar yükselen ve beden duvarlarından çıkıntı teşkil eden mihrap, bütünüyle büyük bir pano meydana getirmektedir. Mavi çubukların meydana getirdiği esas motiflerin tam ortalarında, beşgen şekilde kesilmiş lacivert çiniler konulmuştur.

MİNBERİ

Ceviz ağacından yapılmış olup ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinden biridir.

MİNARE

Cami duvarlarında olduğu gibi, minare kaidesinde de, taşlar arası derz yapılmıştır. Oldukça yüksek olan kaideden, gövdeye geçişi sağlayan kürsüde, kareden silindirik gövdeye, yedi-sekiz tabir edilen üçgen satıhlarla geçilmektedir.

Selçuklu minarelerinin genel karakteristik özelliğini yansıtan minarenin, kürsü üzerindeki üst kademesinin 8 kenarından her biri, önce dikdörtgen panolar içinde kemerli nişler, sonra da birbirini takip eden sivri kemerli nişlerle teşkilatlandırılmıştır.

Minare gövdesinin alt kısımlarında, gene sırlı tuğladan yapılmış bir kuşak, gövdeyi sarar. Şerefe altı: alışılagelmiş şekilden başka oluşu ile, ilk bakışta dikkati çekmektedir. Kalın silindirik gövde dışarı doğru hafifçe genişleyerek, küçük köşeler meydana getirmekte ve sekizgen hale gelmektedir.

Şerefe korkulukları altında, bu genişleme biraz daha artmaktadır. Tuğla korkulukları takiben devam eden petek, daha ince ve silindirik olup, konik bir külahla nihayetlendirilmektedir.

İÇİ

Caminin içi, büyük bir dikdörtgen şeklindedir. Kıble duvarına dikey, dört ahşap sütun dizisi ile beş nef meydana getirmektedir.

Orta nef üzerinde bulunan mihrap: caminin, boyuna uzanan simetrik aksının tam üzerinde bulunmaktadır. Moloz taşlar arasında, bol miktarda kullanılmış olan spoli kesme taşlardan yapılmış olan beden duvarının teşkil ettiği mekanın üstünü: kiremit kaplı bir çatı örtmektedir.

TÜRBELER

Caminin yanındaki türbe: Ahi Şerafeddin’e aittir. Sekiz köşeli bir plan gösteren türbe, kubbe ile örtülüdür. Ahi Şerafeddin türbesinde: 17 mezar daha bulunmaktadır. Köşedeki, dört sütunlu, kubbe ile örtülü, etrafı açık türbeye de, “Kesikbaş Türbesi” denilmektedir.