Ankara camilerinin, işçilik yönünden en güzel örneklerinden birisidir. Bütün iç mimarisi ve muhteşem mihrabı, caminin ahşap minberinin ağaç oymacılığı bakımından Ankara camileri içindeki en güzel minberlerden bir tanesidir.
Caminin bir de kitabesinin bulunması, büyük önem taşır. Dış duvarların mütevazi görünümü yanında, iç mekan, Selçuklu camilerinin en güzellerinden birini teşkil etmektedir.
ARSLANHANE (AHİ ŞERAFEDDİN) CAMİİ
Ankara Samanpazarında. Atpazarı yokuşunda, Ahi Şerafeddin Mahallesinde bulunmaktadır.
Selçukluların son devrinde, Ankara’da kurulmuş olan Ahiler Devrine ait olan eser;
1289-1290 yılları arasında, Ahi Şerafeddin tarafından yaptırılmıştır.
Minberindeki bir kitabeye göre: mimarı, Ebubekir Mehmet’dir. Anadolu Selçuklu mimarisinin; ahşap sütunlu ve ahşap tavanlı örneklerinden biridir. Ankara’daki: Roma ve Bizans dönemi yapılarından toplanan taşlarla yapılmıştır.
NİYE BU İSİM VERİLMİŞ
Eğimli bir arazi üzerinde yapılan caminin, türbe duvarına gömülü bir antik aslan heykelinden dolayı, “Aslanhane Camii” ismi verilmiştir. Önceki tarihlerde ise, caminin çevresinde aslan heykelcikleri varmış.
CAMİNİN MİMARİSİ
Caminin içine: doğu, batı ve kuzeyden, üç kapı ile giriliyor. Esas giriş: kuzey cephedendir. Yanındaki minareye bitişik olarak yapılmış olan kuzey kapı: tam bir taç kapı hüviyetini taşımaktadır. Bu kapı: kesme taştan yapılmıştır.
MİHRABI
Açık mavi çinilerle bezenmiştir. 13’ncü yüzyıl Selçuklu eseridir. Evet, bu mihrap, Ankara camilerinin olduğu kadar, ülkemizde bulunan bu tür mihraplarında en güzelidir. Tavan hizasına kadar yükselen ve beden duvarlarından çıkıntı teşkil eden mihrap, bütünüyle büyük bir pano meydana getirmektedir. Mavi çubukların meydana getirdiği esas motiflerin tam ortalarında, beşgen şekilde kesilmiş lacivert çiniler konulmuştur.
MİNBERİ
Ceviz ağacından yapılmış olup ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinden biridir.
MİNARE
Cami duvarlarında olduğu gibi, minare kaidesinde de, taşlar arası derz yapılmıştır. Oldukça yüksek olan kaideden, gövdeye geçişi sağlayan kürsüde, kareden silindirik gövdeye, yedi-sekiz tabir edilen üçgen satıhlarla geçilmektedir.
Selçuklu minarelerinin genel karakteristik özelliğini yansıtan minarenin, kürsü üzerindeki üst kademesinin 8 kenarından her biri, önce dikdörtgen panolar içinde kemerli nişler, sonra da birbirini takip eden sivri kemerli nişlerle teşkilatlandırılmıştır.
Minare gövdesinin alt kısımlarında, gene sırlı tuğladan yapılmış bir kuşak, gövdeyi sarar. Şerefe altı: alışılagelmiş şekilden başka oluşu ile, ilk bakışta dikkati çekmektedir. Kalın silindirik gövde dışarı doğru hafifçe genişleyerek, küçük köşeler meydana getirmekte ve sekizgen hale gelmektedir.
Şerefe korkulukları altında, bu genişleme biraz daha artmaktadır. Tuğla korkulukları takiben devam eden petek, daha ince ve silindirik olup, konik bir külahla nihayetlendirilmektedir.
İÇİ
Caminin içi, büyük bir dikdörtgen şeklindedir. Kıble duvarına dikey, dört ahşap sütun dizisi ile beş nef meydana getirmektedir.
Orta nef üzerinde bulunan mihrap: caminin, boyuna uzanan simetrik aksının tam üzerinde bulunmaktadır. Moloz taşlar arasında, bol miktarda kullanılmış olan spoli kesme taşlardan yapılmış olan beden duvarının teşkil ettiği mekanın üstünü: kiremit kaplı bir çatı örtmektedir.
TÜRBELER
Caminin yanındaki türbe: Ahi Şerafeddin’e aittir. Sekiz köşeli bir plan gösteren türbe, kubbe ile örtülüdür. Ahi Şerafeddin türbesinde: 17 mezar daha bulunmaktadır. Köşedeki, dört sütunlu, kubbe ile örtülü, etrafı açık türbeye de, “Kesikbaş Türbesi” denilmektedir.
Kesinlikle, bu satırları okuyan siz, Ankara’da yaşıyorsanız veya birkaç kez Ankara ulaşımı için tren kullandıysanız, Ankara Tren Garını görmüşsünüzdür. Ama, biraz dikkatli baktığınızda, bu tren garının, tarihi bir yapı olduğunu hemen anlamak mümkündür.
Bu yapı içinde, benim en çok ilgimi çeken “Atatürk konutu” olarak adlandırılan ve halen TCDD tarafından bir müze olarak dizayn edilerek ziyarete açık bulundurulan bir yapıdır. Aslında, biraz önce söylediğim gibi, her gün, önünden yüzlerce kişinin geçtiği bu yapı, maalesef birçokları tarafından bilinmez ve ziyaret edilmez.
Ama, bir zamanlar, ülkemizin büyük önderi Mustafa Kemal Atatürk tarafından konut olarak kullanılan ve müze olarak düzenlenen bu yapıyı, mutlaka görmek gerekir diye düşünüyorum. Kısa bir zaman ayırıp, bu güzelliği görebilirsiniz.
Müze: Cumartesi, Pazar ve bayram tatilleri hariç, her gün saat: 09.00-12.00 ve 13.00-17.00 arasında açıktır ve giriş ücretsizdir. Her ne kadar girişin ücretsiz olması bir jest olarak görülse de, buranın yönetiminden sorumlu olanlara bir öneri: hafta içinde, insanlar iş yerinden izin alarak veya iş yerini kapatarak buraya gelemezler.
Bence, burayı cumartesi günleri açın ve Pazar ile pazartesi günü tatil yapın. Hangi üniversite öğrencisi, hafta içinde dersini bırakıp, müzenizi ziyaret etmeye gelebilir. Amaç, müzenin ziyaret edilmesi mi, yoksa işte, müze, gelen-gelsin mantığımı ki, buna hakkınız olmadığını düşünüyorum çünkü, bu tür müzeler, kurumların-kişilerin değil, toplumun malıdır ve toplumun kullanımı için en uygun şartları yaratmak ta, buraların yönetimlerine düşer.
Ulaşımdan söz etmek istemiyorum, malum, Ankara tren istasyonu, şehrin en merkezi yerindedir.
Evet, şimdi: Ankara tren garında, geçmişten günümüze kadar olan sürece ait bir gezintiye çıkalım. Sizler de, mutlaka kısa bir zaman ayırın veya tren ile bir yere gidecekseniz, bir saat öncesinde gidin ve gar kompleksi içindeki tarihi özellikleri olan yapıları gezmek için zaman ayırın.
Osmanlı-Anadolu Demiryolları İşletmesi: 1871 yılında faaliyetine başlamış ve ilk olarak: İstanbul-Adapazarı arasındaki hattın yapımı sağlanmıştır.
1888 yılına gelindiğinde ise, bu hattın: Eskişehir-Konya ve Ankara’ya kadar uzatılmasına karar verilmiştir. 1892 yılında, Ankara’ya ilk tren gelir. Yine aynı yıl, mimar Kemalettin Bey tarafından, küçük bir istasyon binası yapılır.
Taş bina, bodrum üzerine 4 katlıdır. Direksiyon binası olarak isimlendirilir. İstasyon binası: aslında, Anadolu-Bağdat demir yolu hattındaki çalışmalara katılan Alman yöneticilerin ikametgahı olarak düşünülmüştür.
Şehre gelen demir yolu hattı, törenlerle karşılanır. Hatta: Ankara kalesinin, tren garına bakan cephesine, büyük bir “Osmanlı tuğrası” asılır, gara çıkan cadde ve sokaklar taklarla süslenir ve hatta, tören için yurt dışından orkestra getirtilir.
Takip eden dönemde: 27 Aralık 1919 tarihinde, Mustafa Kemal Atatürk: kurtuluş mücadelesini sürdürmek üzere, Ankara’ya geldiğinde, ikametgahı olarak, şehirdeki tek modern konut olan, 2 katlı, Direksiyon binası tahsis edilir.
Ama, yalnız konut olarak değil, aynı zamanda “Başkomutanlık karargahı” olarak da kullanılır. Binanın giriş katında: çeşitli toplantılar yapılırken, üst katı: Atatürk’ün ikametgahı olarak kullanılmıştır. Burada: Atatürk’ün yatak odası, banyosu, çalışma odası ve toplantı salonu bulunmaktadır.
Ayrıca: Fikriye hanımın, Atatürk’ü görmek için Ankara’ya geldiğinde kaldığı oda da görülüyor. Burada: Atatürk’e ait: özel eşyalar, o günün özelliklerini yansıtan mobilyalarla döşenmiştir.
Dolayısı ile, 1920-1922 yılları arasında, ülkemizin, kurtuluş mücadelesinin en hızla sürdürüldüğü yıllarda, bu yapı: en önemli kararların alındığı bir mekan olarak tarihe tanıklık eder. Kurtuluş savaşının harekat planları burada hazırlanır.
Hatta: 21 Ekim 1921 tarihinde, Fransızlar ile yapılan Ankara Antlaşmasının ön görüşmeleri ve bilahare anlaşmanın imza töreni de burada yapılır. Bu anlaşma ile, Türkiye-Fransa arasında, silahlı çatışma son buluyor, güney sınırlarımız tespit ediliyordu.
Hatta, bu anlaşma ile, Türkiye-Suriye sınırları belirleniyor ve gerek Kilikya bölgesinin önemli bölümü ve gerekse Bağdat demir yolu hattının büyük bölümü, Türkiye sınırları içinde bırakılıyordu, yani tam bir başarı denilebilir.
23 Nisan 1920 tarihinde, TBMM oluşturulması ve bu tarihin “Milli Bayram” olarak kutlanması kararları da, burada alınır.
Yukarıda söylediğim gibi, ulusal kurtuluş mücadelemiz ve hemen sonrasındaki birçok tarihi olaya tanıklık eden bina, TCDD İşletmesi tarafından kullanılıyor iken, takip eden tarihi süreçte, yeniden düzenlenerek, müze haline getirilmiş ve 24 Aralık 1964 tarihinde ziyarete açılmıştır.
Müzenin üst katında: Atatürk’ün çalışma odası, yatak odası, banyosu, toplantı odası ve Fikriye Hanımın kaldığı odalar, o günkü orijinal mobilyaları ile görülebilmektedir.
Alt katında ise, mevcut 5 oda “Demir yolları Müzesi” olarak düzenlenmiştir. Aslında, bina “Direksiyon binası” olarak biliniyor olsa da, günümüzde “Atatürk konutu” ve “TCDD Müzesi” olarak isimlendirilmektedir.
Burada: 1857 yılından günümüze kadar olan süreçte: eşya ve belgeler sergilenmektedir.
Yapının duvarlarında, yine kullanıldığı döneme ait fotoğraflar bulunuyor. Ayrıca: Osmanlı devleti döneminde kullanılan mühürler, diplomalar, kimlik kartları, biletler ve Alman Demir yolları idaresi tarafından ilk demir yolları Genel Müdürü Behiç Erkin’e armağan edilen ve çalışır durumdaki buharlı lokomotif modeli görülebiliyor.
Benim ilgimi çeken: Sultan Abdülaziz’e, İngiliz hükümeti tarafından armağan edilen, altın kaplama, minyatür vagon ve sultanın özel treninde kullandığı sedef işlemeli çalışma masası.
Ayrıca; 1925 yılında, Atatürk’ün, Samsun-Çarşamba demir yolu hattının yapımına başlanması töreninde kullandığı kazma-kürek görülüyor.
TCDD Müzesinden, Atatürk konutundan çıktıktan sonra: hemen yan tarafta bulunan “Atatürk Vagonu” görülebilir. Bu vagon: 3 kompartıman, lavabo, banyo ve salondan oluşmaktadır. 1935 yılında, Almanya-Hofman-Werke tesislerinde yapılmıştır. Ağırlığı: 46 ton, uzunluğu: 14.8 metredir.
Atatürk: 1935-1938 yılları arasındaki yurt gezilerinde “Beyaz tren” olarak isimlendirilen bu vagonu kullanmıştır. Ancak, aynı vagon: büyük önderin ölümünün ardından: İzmit-Ankara arasında, naaşının naklinde de kullanılmıştır. Naaş, 19 Kasım 1938 tarihinde, Ankara’ya getirilince, 3 yıl kaldığı Direksiyon Binasının önündeki top arabasına yerleştirilmiş ve buradan Anıtkabir inşaatı bitirilinceye kadar muhafaza edileceği, Etnografya Müzesine götürülmüştür.
Evet, bu vagon: 1964 yılından bu yana: bugün bulunduğu yerde sergilenmektedir.
Cumhuriyetin ilanından sonra: Direksiyon binası: Atatürk tarafından terk edilmiştir. Çünkü: taş bina çalışma ve dinlenme yönünden; Atatürk için uygun değildir ve Ruşen Eşref’in önerisiyle; Ankara’nın yazlık bağlar bölgesi olan “Çankaya” dan satın alınan “Kasapoğlu Köşkü” yani “günümüzdeki Cumhurbaşkanlığı köşkü” ne taşınmıştır.
Ancak, büyüyen başkent Ankara’da ; dönemin en büyük ulaşım aracı olan demir yolu ulaşımının sağlanmasında, küçük istasyon binası yeterli gelmemektedir. Bunun üzerine: Türkiye’nin başkentine yakışacak bir gar binası yapılmasına karar verilir. Gar binasının yapılması için kurulan komisyon tarafından: gar planlarını hazırlanması için, o dönemde, genç bir mühendis olan (25 yaşında) mimar Şekip Akalın görevlendirilir.
Akalın: Avrupa’da, birkaç büyük gar binasında inceleme yaptıktan sonra, yurda döner ve projesini hazırlayarak inşaatı başlatır. İnşaat ilk başladığı dönemde, temel kazısında çıkan bir sıvı nedeniyle, bazı iddialar ortaya atılır. Ulus Gazetesi, temel kazısında çıkan sıvının, MTA tarafından araştırıldığı ve bunun “ham petrol” olduğunu yazar. Ancak, daha sonra: bu petrol yatağının rezervinin ne kadar olduğu veya sonucun ne olduğu hakkında, ayrıntılı bilgi edinilemez ve konu kapanır gider.
Günümüzde de kullanılan yeni gar binası: 29 Ekim 1937 tarihinde tamamlanarak hizmete açılır. Tamamlandığında: Avrupa’daki en modern gar binaları arasında, en ön sıraya çıkar.
Yapı: bir monoblok yapı olarak değil, bir yapılar kompleksi olarak planlanmıştır. Ana binanın iskeleti ve temel bölümü, betonarme olarak yapılır. Dış cephe, Ankara taşı ile kaplanmıştır. Art-deco mimari tarzındadır. Gereksiz bezeme unsurlarından arındırılmıştır. Dikdörtgen yatay prizma şeklindedir. Uzunluğu: 150 metredir. Orta bölüm dışında: 3 katlıdır.
Bu orta bölümde: tavandan gün ışığı alan, büyük bir giriş holü bulunmaktadır. Bu giriş holünde: bilet gişeleri, ofisler ve dükkanlar bulunmakta olup, boyutları: 23 x 33 metredir ve yükseklik 23 metredir. Gayet aydınlık, geniş ve ferah olan bu orta bölüm: 12 metre yükseklikteki pencereler ile aydınlatılmaktadır.
Burası, temel işlevinin yanı sıra, gelen yolcuları karşılayan, görkemli bir kapı olarak düşünülmüştür. Giriş bölümünün iki yanında: dış cephede, yarım yuvarlak olarak, dışarı taşan ve yüksekliği boyunca dikey pencerelere sahip, birer merdiven kulesi görülmektedir. Bu iki kule, giriş cephesine, anıtsal bir görünüm kazandırıyor.
Peronların yan duvarları: gün ışığından yararlanmayı sağlayacak şekilde tasarlanmıştır.
Ankara gar binası kompleksi içinde: bir de “Gazino” bölümü bulunuyordu. Meydanın sağındaki bu gazino yapısı: bir çift sütun dizisiyle, aynı tarihte inşa edilmiş olan gar binasına bağlanmıştı. Geniş bir terası da bulunan gazino binasının hemen yanında ise, bir “Saat kulesi” var. Kule: yivli süslemeleriyle, 32 metre yüksekliğindedir.
Gazino binası: açıldığı dönemi takip eden süreçte, uzun zaman, Ankara’nın kültürel etkinliğinin yürütüldüğü bir yer olarak kullanılmıştır. Yerli ve yabancı sanatçılar, sık sık burada konserler vermişler, politikacılar, gazeteciler, siyasetçiler, burayı buluşma yeri olarak kullanmışlardır.
Ankara garı: ilk yapıldığında, çağdaş Türkiye’nin dünyaya açılan yüzü olarak kabul ediliyordu. Bu nedenle: gar ile Meclis binası (Ulus’daki eski meclis binası) arasında uzanan, geniş ve ağaçlı cadde: ünlü Alman şehir planlamacısı Jansen tarafından düzenlenmiştir. Çünkü: buranın “Protokol yolu” olarak kullanılması gündeme gelmişti. Hatta: resmi bayramlardaki geçit törenleri, bu yol da yapılıyordu.
Son bir not: Ankara garının önünde, hemen havuzun yanında bir heykel var. “Miras” isimli bu heykel: Metin Yurdanur tarafından 1980 yılında yapılmıştır. Çünkü: 1980’li yıllarda, dönemin Belediye Başkanı Ali Dinçer, şehirde oluşturulan yaya bölgelerine, heykel koymak üzere girişimlerde bulunur. Ankara Gazi Üniversitesi hocalarının bir kısmı çeşitli heykeller yaparlar. Miras isimli heykel de, bunlardan biridir. Heykelde: “Hitit aslanına ters binmiş Nasrettin Hoca” betimlenmiştir.
Ankara şehrinde, Roma hamamında bulunan bir heykelin kaidesi üzerindeki yazıtta “Dionysos” şenlikleri hakkındaki bir kararnamede, şehirde bulunan tiyatrodan söz edilince: antik dönemde Ankara’da bir tiyatronun varlığı öğrenilmiş ancak yeri uzun süre bulunamamıştır.
Yazıtta: Ulpis Aelius Pompeianus isimli şahsın Agonluğu sırasında çıkarılan bir kararnamedir ve üzerinde: tiyatronun belli bir yerine konulduğu yazılıdır.
Bu yazıtlara rağmen tiyatronun yeri uzun süre bulunamamıştır. Ancak 19. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’yu gezen İngiliz gezgin W.J.Hamilton: antik Ankara tiyatrosunun yerini ve kalıntılarını tespit etmiştir. Aynı yüzyılın ikinci yarısında G.Perrot-E.Guillaume, yine burada çevrede gördüğü blokların bir tiyatroya ait olabileceğini yazmışlardır.
Yine de: 1983 yılına kadar, burada bir tiyatro bulunduğu anlaşılamamıştır. 1983 yılına gelindiğinde: Ankara Umum Kunduracılar Kooperatifi: iş hanı yapmak üzere burada bulunan araziye satın almıştır.
Arazide hafriyat yapılarken eski eserlerin dozerler tarafından tahrip edildiği haberi gelir, aynı gece Ankara valiliğinden inşaatı durdurma yazısı çıkar ve 16 Mart 1983 tarihinde Anadolu Medeniyetleri Müzesi yetkilileri buraya müdahale ederek, arkeolojik araştırmalara başlarlar.
25 Şubat 1992 tarihinde burası Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır.
MİMARİ YAPISI
Tiyatro: birçok dönem tiyatrosunda olduğu üzere: yerli kayanın oyulması ve doldurulması ile elde edilen oturma sıraları ve moloz taş ve harç dolgusu kullanılarak yapılmıştır.
Yazılı belgelerin ve ele geçen buluntuların ışığında: tiyatronun Roma döneminde MS. 1’nci yüzyılın ikinci yarısı ile 2’nci . yüzyılın başlarında yapıldığı düşünülmektedir.
Yapının ölçüleri: 50 x 43.5 metredir. Yapıda büyük ölçüde Ankara taşı kullanılmış, yer yer de mermer kullanılmıştır. Yamaca yerleştirilen yapı, vadiden yani Hatip Çayından gelecek hava sirkülasyonuna açıktır.
Dolayısı ile bu yapının hem topoğrafya ve hem de klimatik açıdan Vitruvius’un tiyatro inşaatı için uygun gördüğü kurallara uymaktadır.
Cavea: iki bölümden oluşmaktadır ve doğal bir tepe yamacına, ana kaya tıraşlanarak; 3 derece kuzeybatı yönünde inşa edilmiştir. Bu inşa yönü ile, Anadolu’da bulunan diğer 101 tiyatrodan yalnızca 10 tanesine benzerlik göstermektedir. Kuzeydoğu bölümünde duvarın ana kayaya yaslandığı alan Roma betonu ile desteklenmiştir.
Yarım daireden daha büyük “D” biçimli bir plana sahip olan cavea, üç merdiven sırası ile dört bölüme ayrılmıştır. Oturma sıralarının tamamı ve bunların alt yapıları tamamen tahrip olmuştur. Yani: cavea’ya ait hiçbir oturma basamağı ele geçirilememiştir. Ama, tiyatronun tahminen 3000-5000 kişilik bir oturma kapasitesine sahip olduğu düşünülmektedir.
Doğuda ve batıda: orkestraya girişi sağlayan iki tane parados (yan giriş) bulunmaktadır.
Skene (sahne) binası: orkestraya 5 kapı ile bağlanmaktadır ve batıdadır.
Tiyatro: Roma döneminden sonra da yapılan bazı değişiklikler ile Bizans döneminde de kullanılmaya devam edilmiştir. Ancak: Bizans döneminde: iki evreli değişikliğe uğramıştır. Birinci değişiklikte: orkestra bölümü, su oyunlarının düzenlendiği bir havuza dönüştürülmüştür.
İkinci değişiklikte ise: Skene (sahne) binasının içi ve doğu paradosa bitişik tonozlu bölümlerin, başka bir amaçla kullanıldığı düşünülmektedir.
Geç Bizans döneminde ise, bilinmeyen bir tarihte, bilinmeyen bir nedenle tiyatro tahrip olunca oturma sıraları kaldırılmış ve kale surlarının restorasyonunda kullanılmıştır.
Buna rağmen: yarım daire biçiminde bir orkestrası ve iki diozoması ile tiyatro tipik Roma tiyatrosu görünümündedir. Anadolu’daki diğer tiyatrolarla karşılaştırıldığında küçük tiyatro gurubuna girer.
Evet: tiyatro Geç Bizans döneminde bilinmeyen nedenle kullanımdan kalkmış ve tiyatronun bulunduğu bölgeye Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde seramik ve cam atölyeleri kurulmuştur. Zamanla bunlarda terk edilmiş ve tiyatronun bulunduğu yer bölgenin çöplüğü olarak kullanılmaya başlanmış ve unutulmuştur
ARKEOLOJİK KAZILAR
1982-1986 yılları arasında yapılan çalışmalarda: kazı alanının kuzeyinde bulunan yoğun gecekondular bu alandaki çalışmaları engellemiştir. Ancak bu gecekondular bu dönemde yıktırılmıştır. 1982-1986 yılları arasında, tiyatronun scenesi, proscenesi ve orkestrası kazılmış ve burada önemli plastik eserler ortaya çıkarılmıştır.
Bu çalışmalarda: Roma imparatoru Crispus’a (MS. 317-326) ait bir bronz sikke ve İmparator II. Constantinus (MS. 337-361) dönemine ait bir bronz sikke bulunmuştur. Ayrıca 1923 tarihli bir adet 5 kuruş bulunmuştur. Bunlar günümüzde Anadolu Medeniyetleri Müzesinde alt katta sergilenmektedir.
2009 yılındaki kazı çalışmalarında; scenenin kuzeydoğu tarafında yapılan çalışmalar sonucunda scene duvarı ortaya çıkarılmıştır. 2010 yılındaki çalışmalarda: 1980’lerde yıkılan gecekondulara ait moloz atıkları, asfalt parçaları ve gecekondulara ait tesisat kalıntıları temizlenmiştir.
Sahne binasının batı kısmı ve İslami döneme ait seramik ve cam atölyesinin tamamını ortaya çıkarmak için, tiyatronun batısında da çalışmalar sürdürülmüştür.
Bu çalışmalarda bir miktar Bizans-Osmanlı dönemi yeşil sırlı ve kırmızı astarlı seramikler, cam ve pipo yapımında kullanılan lüleler, okunamayacak kadar kötü durumda olan sikkeler ve üzerinde Hıristiyanlıkla ilgili tasvirler bulunan bir adet madalyon çıkarılmıştır.
Öte yandan: tiyatro binasının kuzeyi boyunca devam eden Bizans dönemine ait su kanalı, sağlam durumda ele geçirilmiştir.
2010 yılındaki çalışmalarda: daha önce açığa çıkarılan tiyatroya ait blok taşlar, alanın kuzeyine ve batısına depolanmıştır. Ancak kazı çalışmalarını engelleyen, tiyatroya ait 280 blok taş, numaralandırılarak 2009 yılında Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yıkılan İlksan Öğretmen evinin bulunduğu alana taşınarak depolanmıştır.
GÜNÜMÜZ
Evet tiyatro Bakanlığın teşviki ve Büyükşehir Belediyesinin katkıları ile restorasyona tabi tutulmuştur. Ancak bu restorasyon çalışmaları başlangıcında: cavea yani oturma sıralarının ilk bölümleri beyaz mermerle yeniden yapılmaya başlanınca, bunun yapının orijinal haline aykırı olduğu belirtilerek durdurulmuştur.
Böylece: tiyatro kalıntıları kaderine terk edilmiştir. Üzerinde hiçbir yazı veya plan yoktur. Zaten insanların sokulmadığı bu alan köpeklerin mekanı olmuş, hatta Suriyeli göçmenler de bir ara burayı mesken tutmuşlardır.
Kapısında zincirli kilitler bulunan burayı ziyaret etmek isterseniz: Ankara kalesine çıkan yoldan yani üstten burayı izleyebilirsiniz.