Yapımına: 2007 yılında başlanan ve Temmuz 2008 tarihinde hizmete açılan; Türkiye ve Avrupa’nın en uzun şehir içi hattı bulunan teleferik.
İnternette yaptığım incelemede: pek ayrıntılı bilgiye ulaşamadım.
Mevcut bilgilerin hepsi birbirinin aynısı. Ben her zaman olduğu gibi: yine, en kısa zamanda gidip bu teleferiğe bineceğim, bolca resim çekeceğim ve yaşadıklarımı, sizinle burada paylaşacağım.
Ümit ediyorum ki, sıkıntı yaşamadan, güzel bir aktivite olur ve gerek Ankaralılara ve gerekse dışarıdan gelip Ankara şehrini gezecek olanlara öneririm ve Ankara’nın turizm potansiyeline yeni bir yer katılmış olur.
En kısa zamanda, ayrıntılı teleferik yazısında buluşmak üzere.
Bugün, daha önce birkaç kez gittiğim “Anatolium Alışveriş Merkezi” ne yine gittim ve burayı merak edenler için görüşlerimi aşağıda belirtiyorum.
Burada ilk dikkati çeken, gökdelen gibi yükselen (duyduğuma göre 45 katlı imişler) uzun yapılar. Bu iki bina: çok uzaklardan bile görülebiliyor, sanırım içleri çok lüks yapılmış, çünkü semt olarak burası belediyenin kullandığı Mamak Çöplüğünün hemen yakınında ve özellikle bazı günlerde rüzgarın esme yönüne göre, Mamak çöplüğünden yapılan muhteşem kötü koku, mutlaka bunları da etkiliyordur. Ama, söylediğim gibi, aşırı lüks yapıldıkları şüphesiz.
Daha önce önünden geçerken; özellikle hafta sonu tatil günlerinde, hani derler ya “dağ-taş” araba dolu idi. Yani, burayı ziyarete gelenler, kapalı otoparka girmekten ise, arabalarını, hemen alışveriş merkezinin dışındaki kaldırımlara koymayı tercih ediyorlar.
Sanırım, böylesi daha mı kolaylarına geliyor, bunu daha önce düşünmemiştim, ama bugün gördüğüme göre, arabanızı dışarıya bırakmanız gereksiz, çünkü alışveriş merkezinin hemen yan tarafı ve altında, gayet büyük bir otopark var ve aracınızı buraya bıraktıktan sonra, az bir mesafe yürüyerek, alışveriş merkezinin içine girmeniz mümkün.
Ankara Anatolium ve Nata Vega Alışveriş Merkezi: Evet, burası gerçekten Ankara’nın gözlerden uzak bir bölümü.
Özellikle, Çankaya yöresinden gelenler, Esenboğa Hava alanına ulaşmak için, bu çevre yolunu kullanırlar ve yöre, yalnızca “Mamak çöplüğünün” burada bulunması ve zaman zaman, rüzgarın esme yönüne göre “çöplüğün pis kokusunun” rahatlıkla hissedilebildiği ve dayanılmaz olduğu imaj ile bilinmekte ve anılmaktadır.
Ancak: daha öncesinde burada kurulu bulunan, yine Uluslararası bir markanın marketi ve Mamak Belediyesi tarafından yaptırılan, gemi şeklindeki mimarisiyle öne çıkan alışveriş merkezlerinin (bu alışveriş merkezi ilginç mimarisine rağmen, yapıldığından bu güne kadar hala boş olarak kaderine terk edilmiş durumda, sanırım gayet büyük Metro ve Nata Vega alışveriş merkezlerinin hemen yanına böyle bir alışveriş merkezi yapma fikrini kim yarattı ise, bu ileriyi görememesi nedeniyle ona bir şeyler sormak gerek)hemen yakınında, inşaat makineleri ve binalar yükseldikçe: buranın imajının değişmesi yönünde, adım atılmıştır.
Evet: buraya ulaşmak için fazla alternatifiniz yok. Tek alternatif: Doğukent caddesini takip etmektir. Gerek: İncek-Oran Sitesi ve hemen Oran evlerinin bitimindeki trafik ışıklarından, ilk sağa değil, devam edip, 100 metre sonra, ikinci sağ yola yani “Doğukent caddesi” ne girmeniz gerekiyor.
Sonrası: yaklaşık: 6 km. civarında ve hiç sapmadan gittiğinizde, zaten yol kıyısında, alışveriş merkezini hemen sağ yanda göreceksiniz.
Doğukent caddesinin öbür ucundan, yani “Mamak” bölgesinden/Samsun yolu üzerinden de, buraya gelmek mümkündür.
Samsun yolu üzerinde ilerlerken, “Çankaya” tabelasını gördüğünüzde, sağ yola girerseniz, Doğukent caddesi, sizi doğruca, yaklaşık 3 km. sonra, alışveriş merkezine ulaştıracaktır.
Yazının başında belirttiğim gibi, alışveriş merkezinin gayet uygun otoparkı var. Ama, otopark yetmediğinde, sanırım Cumartesi-Pazar günleri, ziyaretçiler, araçlarını, hemen dışarıdaki yol kıyısına koymaktan çekinmiyorlar.
Aslında, kaldırıma çıkmak için, arabanın altının yüksek olması gerekse de, kaldırıma çıkmış birçok araba görebiliyorsunuz.
ALIŞVERİŞ MERKEZLERİ
Ankara Anatolium ve Nata Vega Alışveriş Merkezi: Kapalı otoparka aracınızı bırakırsanız, kolaylıkla zemin kattaki kapıdan girerek, alışveriş merkezine ulaşabiliyorsunuz.
Buradan: iki bölümdeki yürüyen merdivenler ile, hemen bir üst kata çıkmak mümkündür.
Bir üst katta: yine uluslararası bir markanın, muhteşem büyük mağazası bulunuyor. Bunlar: 1 ve 2’nci kata yayılmışlar.
1’nci katta: küçük bir “Ekstra” adında, market tarzı alışveriş marketi, mobilya ve tasarım ürünlerinin satıldığı bölüm ile, 2’nci katta, yine mobilya ve tasarım ürünleri satılan bölüm ve muhteşem güzel bir restoran bölümü var.
Bu restoran bölümüne mutlaka zaman ayırın ve lezzetli ve fiyatları uygun yemeklerden tadın.
Özellikle, hafta içinde gerek tenha olması ve gerekse lezzetli yemeklerdeki indirim gerçekten muhteşem.
Burada: gerek bir şeyler yemek ve gerekse bir şeyler içmek için, gayet uygun ortam yaratılmış, tuvaletler de burada bulunuyor, buraya mutlaka uğramanızı öneririm.
Tek sorun: bu uluslararası marka mağazanın 1’nci katta: fast-foot restoranı bulunmasına rağmen, 2’nci katta, gerçek restoran bölümü bulunuyor ki, siz buraya çıkmalısınız.
Buraya ulaşmak için: görevlilere belki de sormanız gerekecektir. Özellikle: 2’nci kattaki restoran bölümünde bir süre zaman geçirdikten sonra, aşağıya inmek için: bu kattaki elektronik marketin hemen önündeki değil, uzak kenarındaki yürüyen merdiveni kullanmanız gerekiyor.
1. kattaki fast-food bölümünde, sandviç tarzı yani ayaküstü yenilecek ürünler sunuluyor. Yani: esas düzen, 2. kattaki restoranda kurulmuş.
Bu arada: Anatolium Alışveriş Merkezinin hemen yanında, bitişik nizamda yapılan ve ara bağlantıları ile, Anatolium alışveriş merkezine bağlanan “Neta Vega Alışveriş Merkezi” bulunuyor.
Bu alışveriş merkezi de, başka bir firma tarafından yapılmış olup, 500 bin m. karelik bir kapalı alana sahiptir ve bu büyüklük ile, Türkiye’nin en büyük alışveriş merkezi unvanını almıştır.
Evet: Anatolium Alışveriş Merkezi: 23 Haziran 2011 tarihinde, büyük bir törenle açıldı. Nata Vega ise, Aralık 2011 tarihinde, herhangi bir tören yapılmadan hizmete açılmıştır.
Ankara Anatolium ve Nata Vega Alışveriş Merkezi; Alışveriş merkezi: 450 bin metre karelik inşaat sahası ve 160 bin m. karelik kapalı kiralanabilir alanı, 70 mağazası ve 2000 araçlık otopark kapasitesiyle, ziyaretçilere hizmet vermektedir.
Bu ölçüler, hemen yanda bulunan “Nata Vega Alışveriş merkezi” rakamları ile birleştiğinde, buranın Avrupa’nın en büyük alışveriş merkezi kompleksi olmasına yetmektedir.
Her iki alışveriş merkezinin açılması ile, Ankara’nın Mamak semtinin, şehir çöplüğüyle anılan isminin: nispeten değişeceği düşünülmektedir.
Hatta: Ankara’nın batı yönünde gelişen alışveriş yoğunluğunun, bu iki alışveriş merkezi, hemen yanlarındaki diğer iki büyük alışveriş merkeziyle, buraya yöneleceği tahmin edilmektedir.
Ankara şehri, günümüzde kişi başına düşen alışveriş merkezi açısından, ülkemizde ilk sıradadır. Şehirde yaşayan her 1000 kişiye, 215 m. kare alışveriş merkezi düşmektedir. İstanbul’da ise, bu rakam: 201 m. karedir.
Her şeye rağmen, bu rakamlar, Avrupa standart rakamlarının altındadır. Tüm bunların yanında: Ankara ve İstanbul halkının alışveriş merkezi kültürü arasında da büyük farklılık vardır.
İstanbul halkı, alışveriş merkezini, yalnızca alışveriş için kullanmakta iken, Ankara halkı, özelikle hafta sonu ve tatil günlerinde, alışveriş merkezlerini, ailecek gidilebilecek ve gezilebilecek bir mekan olarak görmektedirler.
Özellikle: soğuk ve yağışlı kış günlerinde insanlar çoluk-çocuk bu alışveriş merkezlerine koşmakta ve aşırı kalabalık olmaktadır.
Evet, her iki alışveriş merkezinin açılması, hemen yakındaki diğer iki alışveriş merkeziyle birlikte, uzunca zamandır, yalnızca çöplük ismiyle anılan bu yörenin “Alışveriş Vadisi” haline geleceği, yaklaşık 5000 kişiye istihdam sağlanacağı ve yıllık ziyaretçi sayısının: 15 milyon olması planlanmaktadır .
Bunların içinde, ayrıca dev bir akvaryum bulunmaktadır. Hatta: zemin katta yürürken, bir merdiven başındaki tabela mutlaka dikkatinizi çekecektir “Dikkat, aşağıda köpek balığı görüldü”. İleride bu dev akvaryumun tam ortasında bir restoran bulunacağı, bu restorana üstten asansör ile inileceği söyleniyor.
Yine söylenenlere göre: akvaryum, Türkiye’nin en büyüğü, Avrupa’nın ise, ikinci büyük akvaryumu imiş. Bu akvaryum ile ilgili ayrıntılı yazıyı yine bu sitede okuyabilirsiniz.
Sizler: özellikle hafta içi bir gün, zaman ayırıp, bu iki alışveriş merkezini ziyaret edebilir, 2’nci kattaki restoran bölümünde, uygun fiyatlı ve lezzetli yemeklerden tadabilir ve bir şeyler içerek zaman geçirebilir, alışveriş düşünürseniz, her türlü ihtiyacınızı temin edebileceğiniz mağazalardan yararlanabilirsiniz.
Ancak, Anatolium alışveriş merkezinin 1 ve 2’nci katlarında bulunan, uluslararası bir markanın alışveriş merkezi: maalesef, birkaç konuda, hoşuma gitmedi.
Şöyle ki: dar ve basık bir koridorda, her yanınızda, yüzlerce-binlerce satışa sunulmuş mal; yerdeki okları takip ederek yürüyorsunuz, yürüyorsunuz ve bu uzun yolculuk bir türlü bitmek bilmiyor, özellikle tatil günlerinde, bu dar, basık ve uzun yolculuğa, sizinle birlikte hareket eden veya etmeye çalışan kalabalık bir gurubu düşünün.
Zaten olur da birkaç şey satın alırsanız, kasalara ulaşmak da tam bir problem, yani uzunca bir yol yürümeniz ve hatta belki de kasaların bulunduğu yeri çalışanlara sormanız gerekecek kadar sıkıcı.
Tam bir pazarlama stratejisi uygulamışlar. Düşünün ki, birkaç parça bir şeyler alacaksınız ve bunları aramak için, birçok reyondan geçmek zorunda kalıyorsunuz ki, bu sırada ıvır-zıvır bir sürü şey alabiliyorsunuz ki, zaten amaçladıkları bu.
Sonuçta: birincisi: kapalı alan fobisi olanların buraya girmelerini önermem, bunalım yaratıyor. İkincisi: burada, kendi ülkelerinin yani genellikle İsveç ve bazı Avrupa ülkelerinin ikinci sınıf mallarını satıyorlar, ben olsam, şahsen; satışa sunulan malların, hiç olmazsa bir kısmının “Türk malı” olması şartını koyardım ki, ülkemizde, Paşabahçe gibi bir cam devi varken, gidip, ne olduğu belirsiz İsveç malı “cam bardak” satın almamı istiyorlar.
Elbette: bu durum, ülkemiz değerlerinin, gayrisafi milli hasılanın, yurt dışına aktarılması için uygun bir ortam. Kendi ülkelerinde, vatandaşı, parası olmayınca alışveriş yapmıyor ve ekonomileri aksıyor, bizim ülkemizde ise, maalesef “kredi kartı” ve “taksit” olayı nedeniyle, insanlar, ceplerinde para olmasa da, gelecek yıllardaki gelirlerini ipotek altına alarak, çılgınca alışveriş yapmaya devam ediyorlar.
Son bir husus: denilebilir ki, bunlar, ülkemize gelip, istihdam yaratıyorlar. Hayır, elbette burada çalışan insanlarımıza yararları var ama unutmayın ki, fırsat bulsalar, çalıştıracak elemanı bile, kendi ülkelerinden getirirler, yani bu durum mecburiyetten………….
Evet, daha önce de söylediğim gibi: burası iki alışveriş merkezinden oluşuyor, bu iki alışveriş merkezi, zemin katta bir ara kapı ile birbirine bağlanıyor.
Aracınızı kapalı veya açık otoparka koyarsanız, Anatolium isimli alışveriş merkezinden binaya girebilirsiniz.
Eğer aracınızı dışarı bırakırsanız, bu kez Nata Vega alışveriş merkezine doğruca girebilirsiniz.
Nata Vega alışveriş merkezinin zemin altında akvaryum var.
Zeminde ise: birçok mobilya firmasının ürünlerini bir arada pazarladıkları bölüm bulunuyor.
Ayrıca: yine bir bölüm, çocuk oyun alanı olarak ayrılmış. Buranın üst katına çıktığınızda ise mağazalar var.
Buradan doğruca yürürseniz, ileride bir orta boşluk bölüme ulaşacaksınız, bir üst kata yürüyen merdivenler veya asansör ile çıkabiliyorsunuz ve burada sinema bölümü ve restoranların bulunduğu bölüm karşınıza çıkıyor.
Restoranların bulunduğu bölüm gayet rahat ve ferah yapılmış, hafta sonlarında boş masa bulmak mümkün değil, Sinemalar da birkaç salon ile vizyon filmlerini izlemek için uygun.
Buradan sonra, diğer bölüme yani Anatolium bölümüne geçmek isterseniz, bu kez, biraz önce sözünü ettiğim boşluk alanın hemen yanındaki kapıyı kullanmanız gerekiyor.
İki alışveriş merkezi arasında, bir boşluk var ve burası özellikle kış günleri bayağı soğuk oluyor.
Diğer alışveriş merkezine geçtiğinizde, burada yukarıda sözünü ettiğim gibi ilk dikkati çeken, iki büyük markanın satış bölümleridir.
Sonuç olarak: Anatolium ve Nata Vega alışveriş merkezleri gerçekten gayet büyük ve her türlü ihtiyacınızı bulabileceğiniz mağazaların, her türlü ürünlerin satıldığı yerlerin bulunduğu bir alışveriş merkezi olarak önem kazanıyor ve özellikle: hafta sonu ve tatil günlerinde bayağı yoğun yani kalabalık oluyor.
Yine de; görmeyenler için burayı mutlaka öneririm, yani buraya gittiğinizde, canınız sıkılmadan rahatlıkla birkaç saat geçirebilirsiniz, hatta restoran bölümü ve sinema kullanırsanız ve hatta akvaryum a girmeyi düşünürseniz, günümüzün büyük bölümü, can sıkıntısı olmadan burada rahatlıkla geçirilebilir.
Özel aracınız ile gitmek isterseniz: Tren garını önünden, Sıhhiye istikametinde doğruca ilerlediğinizde, tren garını geçince ilk sağa dönüyorsunuz ve Selim Sırrı Tarcan Spor Salonunun hemen arkasında, Müzeye ulaşabiliyorsunuz. Ücretsiz otopark bulunması büyük şans.
Toplu ulaşım araçları ile gitmek isterseniz: Sıhhiye Metro istasyonu, Sıhhiye Adliye Binası veya yine aynı istikamette, ileride bulunan Opera Binasının bulunduğu yerde, ulaşım aracından indiğinizde, yaklaşık 5 dakika yürüyerek, Müzeye ulaşabilirsiniz. Tam olarak: Adliye binasının arka bölümünde kalıyor.
AÇIK BULUNDUĞU GÜN-SAAT
Müze: Pazartesi günleri kapalı. Bunun dışındaki günlerde: Saat: 10.00-18.00 arasında açık. Giriş ücretsiz.
GENEL
Burası: Ankara’nın kültürel kimliğine önemli katkı sağlayacak, ülkemizin başkentinin sanatsal ve kültürel bir vitrini olmaya aday bir yer.
Çünkü: hemen yanında, “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası” için bir konser salonu yapılıyor. Bu da bittiğinde, bölge tam bir kültür merkezi olacak.
MÜZE BİNASININ YAPILIŞI VE GENEL BİLGİLER
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından: eski vagon tamirhaneleri ve cer atölyelerinde restorasyon yapılmış ve “Cer Modern” ismiyle, çağdaş bir müze yaratılmış. Mimari projesi: gayet güzel. Mimar: Semra Uygur.
Yaklaşık 10 yıllık bir çalışma sonucunda, Müze: 1 Nisan 2010 tarihinde ziyarete açılmış. Elbette, bu 10 yıl sözü ilginizi çekmiştir, çünkü yapılan işlemin bu kadar zaman alması imkansız .Ancak, öğrendiğime göre, ödenek yetersizliği, böyle uzun bir süre sonucunu yaratmış. Aslına bakarsanız: hani müzenin yapılışına bir nebze değinmek gerekirse: bu konudaki ilk rapor: 31.10.1996 tarihinde, Turan Erol tarafından hazırlanarak, Cumhurbaşkanlığına sunulmuş.
Bu raporda: Türkiye’de modern anlamda bir sanat müzesinin bulunmadığını, mevcut tarihi yapıların modern sanat müzesine dönüştürülmesinin sakıncalı olduğu vurgulanmış ve yeni bir mekan olarak, demir yolları onarım (Cer) atölyelerinin: modern sanat müzesine dönüştürülmesi önerisi getirilmiştir. Bu rapor sonucu: Cumhurbaşkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığına bir talimat vermiş ve bu talimat; Cer Modern’in kuruluşunun ilk adımı olarak kayıtlara geçmiştir. Peki, takip eden dönem.
Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı; Müze için gerekli ödeneğin büyük kısmını temin etmiş ve restorasyonun, yaklaşık yüzde 70’lik bölümü bitirilmiş. Tabii, her şeyin yolunda gittiğini düşünmek mümkün değil. İlerleyen yıllarda, müze için gereken ödenek sağlanamamış ve yaklaşık 10 yıla yakın bir süre, restorasyon durmuş, işin kötüsü: yapılan bölümler de, hurda haline gelmiş. Sonuçta: yine ilgili bir Kültür Bakanı, konuya el atmış ve yapı tamamlanabilmiş.
Bence: bu tür eserlerin, topluma kazandırılmasında emeği geçenlerin: resmini, binanın giriş kapısına asmak lazım. Gerçekten, ülkemizde, bu tür girişimler maalesef birkaç kişinin, ilgi-alakası ile yapılıyor, bitirilebiliyor veya ayakta kalabiliyor.
Kompleks: yaklaşık 11.500 metre kare. Burada: Sergi salonu: 4.500 metre kare, Fotoğraf galerisi: 700 metre kare. Bunların dışında: 370 kişi kapasiteli bir konferans salonu, kafe ve heykel parkı bulunuyor. Sergi salonunun boyutları, buranın: Türkiye’nin tek parça en büyük sergi alanı olmasını sağlamış.
Cer kelimesinin anlamını merak edenler olabilir. Cer kelimesi: çekilen-götürülen anlamında kullanılmaktadır. Burası: TCDD’nin; herhangi bir şekilde, bakıma-onarıma alınan tren vagonlarının çekildiği, bekletildiği ve bakım-onarımlarının yapıldığı bir yer olarak kullanılmış. Yani isim buradan geliyor.
Müze kompleksi: 11.500 metre karelik bir alanda kurulmuş. Kompleks içinde: süreli sergi galerileri, fotoğraf galerisi, müze mağazası, konferans ve çok amaçlı salon, sanatçı ikametleri, kafe ve heykel park alanı bulunuyor. Tabii bunlardan biz gezginleri öncelikle ilgilendiren: süreli sergi galerisi, fotoğraf galerisi, müze mağazası ve kafe.
Süreli sergi galerisi: hemen müzenin giriş katındaki ana salonda. Yapılan düzenlemeye göre: burada, yılda 4 kez, çeşitli sergiler düzenleniyor.
MÜZE BÖLGESİNDE GEZİNTİ
Daha önce söylediğim gibi: pek de fazla soğuk olmayan bir Aralık günü, Müzeyi ziyaret için bulunduğum yerden Kızılay’a gittim. Kızılay’da, yürüyerek, Sıhhiye-Adliye binasının bulunduğu yere yöneldim ve hemen Adliye binasının yanından yürüyerek, yaklaşık 10 dakika sonra, buradaki tabelaları (CER MODERN) takip ederek, Müzenin bulunduğu yere ulaştım.
Ama: önce büyük bir şaşkınlık. Çünkü: daha önce gördüğüm resimlerde; Müzenin önünde gayet güzel bir boş alan bulunduğu ve bu alanın hemen çevresinde ise, Müze yapılarının kurulu olduğu görülüyordu.
Bu arada; gittiğinizde bakın lütfen, hemen bahçede bulunan bir havuz var. Havuzun üzerindeki heykel bloku: sanki bir zamanlar Tandoğan Meydanında bulunan ve daha sonra uzun süre, nerede bilmiyorum ama depolarda, kapalı kapılar ardında bekletilen heykel bloğuna çok benziyor?
Evet: bu curcuna da, biraz konsantre olarak ki olmak şart, Cer Modern Müzesinin kapısı olduğunu hissettiğim bir yer buluyorum ve içeri giriyorum.
İlk intiba: muhteşem modern bir yapı ve dekorasyon. Girişin hemen sağ yanında: bir kafeterya veya belki de bar. Çünkü: hemen karşıda: birçok alkollü içkinin sergilendiği bir bar var. Aman dikkat, hiç bir şeye karşı değiliz ama burası bir kültür abidesi.
Yani: insanlar buraya kültür yaşamaya gelsinler, içki? Neyse: oraya, o şişeleri dizerek, sergileyenlerin de elbette vardır bir bildiği diyelim ve geçelim. Hemen karşıdaki barın solunda: gayet büyük bir yer var. Ama: içeride, bu büyüklüğü dolduracak objeler yok.
Buranın “Alışveriş Merkezi” olduğunu, kapıdaki yazıdan görüyorsunuz. Ama dedim ya, bu kadar büyük bir yer ayrılmış, içeride, çok az mal var. Yani: biraz plansızlık. Devam ediyoruz, sola yöneldiğimizde: hemen sağ yanda bir banko ve bankonun üstünde, arzu ederseniz, gezerken, kulaklıktan size eser hakkında bilgi veren, elektronik dinleme cihazı. Bu cihazı kiralayabiliyorsunuz.
Bankonun yanından, tam sol yönünde ilerlediğinizde: Müzenin sergi bölgesine giriyorsunuz. Gayet güzel ve hatta muhteşem. Yoğunluk yok. Gerek eser bakımından ve gerekse ziyaretçi bakımından. Güzel bir gün ve mekanda: benden başka ziyaretçi yok. İlgililer, lütfen bu müzenin gerekli reklamını yapın ve özellikle okulları, öğrencileri buraya mutlaka ve mutlaka çekin.
Geziye devam ediyorum. Bu arada: Ziraat Bankasını da kutlamak gerek. “ Yüzyılın Sergisi” adı altında, kendi koleksiyonunda bulunan eserleri burada sergilemeleri muhteşem bir olay. Özellikle: daha önce birkaç yerde gördüğüm Mithat Paşanın tablosunun orijinalini görmek muhteşem bir duygu. Yalnız; yine ilgililere bir dokundurma, o an: orada; ben ve o muhteşem tablodan başka hiçbir şey yok tu. Yani: o muhteşem tablo; kendisini izleyenin gözleri, yüreği ve vicdanı ile baş başa.
Önceki yıl: İtalya’ya gittiğimde, Vatikan’daki Manastırda, dünyanın en güzel sanat eserlerinden olan “Meryem ve kucağında yatan İsa” heykelinin önünde: bir cam perde bulunduğunu görmüştüm. Bunun neden konulduğunu sorduğumda: akıl sağlığı pek yerinde olmayan bir ziyaretçinin; heykelin üzerine, boya attığını ve zarar verdiğini, bunun üzerine bu tür bir önlem aldıklarını söyledi.
Nereden nereye? Bu muhteşem sanat eserlerini lütfen ziyaretçilerle baş başa bırakmayın, bence, sergi salonunda biraz daha yoğun güvenlik olması gerekir mi acaba? ( Ben gezerken, sergi salonunda hiçbir güvenlik elemanı yoktu)
Biraz önce söylediğim gibi, sergi salonu gayet ferah. Tavan yüksek ve yüksek tavanda; havalandırma tesisatı gayet güzel yapılmış. İçeride sıkılmak mümkün değil. Gün ışığının yoğun kullanıldığı güzel bir ortam. Eserler: sık ve yoğun olarak konulmamış. Tek sıkıntı, sergi salonundaki metal alaşımdan yapılmış oturma yerlerinin, pozisyonu.
Keşke; bu oturma sıraları: sergilenen eserleri görebilecek şekilde yerleştirilseydi. Ben şahsen; hemen girişteki muhteşem tabloların karşısında oturup; 10-15 dakika izlemek isterdim ama söylediğim gibi; oturma yerlerinin yerleştirildikleri yerler, anlamsız.
Rahat bir gezi, rahat bir izleme. Özellikle; sergi salonunda, en sol bölümde, küçük bir yerin üzeri camla kapatılmış. Camlı bölümden aşağıya baktığınızda, tren rayları görüyorsunuz. Gayet güzel ve şık olmuş. Sonuçta, burası eski bir tren bakım atölyesi. Eski ile yeniyi bağdaştırmışlar. Harika.
Sergi salonu bitince; salondan dışarı çıkıyorsunuz ve hemen girişteki bankonun karşısından aşağıya inmeniz söyleniyor. Niye? Orada da sergi salonları varmış. Hatta: gayet güzel bir panoramik asansör yapmışlar. Merdivenlerden yürüyerek iniyorum, birden büyük bir boşlukla karşılaşıyorum.
Hemen solumda; masaların üzerine dizilmiş, yüzlerce fincan ve hemen sağ yanda: konferans salonu. İçeriden sesler geldiğine göre, sanırım konferans var ve soldaki çay fincanları, konferans katılımcıları için hazırlanmış. Büyük ve boş bir alan. Anlam veremedim ve elbette hemen yukarı çıktım.
Bu arada: Müze bölgesinde fotoğraf ve kamera kullanımı yasak. Bu durum: hemen sergi salonu girişinde: şeklen uyarı olarak da göze çarpıyor. Ama: şunu düşünmemek te mümkün değil: “Elbette, bunlar yağlı boya tablo ve bunların bozulmaması için fotoğraflarının çekilmemesi değil, flash kullanılmaması gerekir”.
Yani: bırakın insanlar fotoğraf çeksinler, ama flash kullanmasınlar. Elbette: ilgililerin sözlerini duyar gibi oluyorum: “Fotoğraf çekmek serbest denirse, insanlar flahs kullanırlar, nasıl kontrol edeceğiz”. Peki, yasakladınız, şu an kontrol edebiliyor musunuz ki?
Evet: sonuç olarak: duygularınızı yazabileceğiniz bir de defter var. Ayrıca: ben müze bölgesinden ayrılırken: sergi salonuna giren: 2 bayan ve 2 erkek, gayet şık ve modern giysili bu insanları görünce, ülkemin insanı ve sanat adına gurur duydum. Her ne kadar aşırı lüks düşünülerek yapılmış (yani bu bir tenkit değil, ama bu kadar lüks yapı için mi, 10 yıl beklediniz demek lazım) olsa da; her ne kadar bölgede büyük bir curcuna, inşaat faaliyetleri bulunmuş ve bunun sonucunda bölgenin tüm estetiği gitmiş olsa da; bir boş gününüzde, üç-dört saat ayırarak bu müzeye gitmeli ve sergilenen eserleri görmelisiniz.