Eşek mi, keşkek mi? Ben Merzifon’da eşek görmedim, sadece sanayi de bir fabrika bahçesinde eşek anıtı vardı. Ama, burada, keşkek bol. Zaten, mutlaka bulun ve “keşkek” yiyin.
Peki, Merzifon denilince, “eşek” bu kadar ünlü de, nerede bu eşekler. Bir kısım diyor ki, “ İlçenin kurulduğu dağdan, ilçenin görünümü eşek gibiymiş”, diğer bir kısım ise şöyle diyor “Osmanlı Padişahlarından birine, bu bölgeden biri tarafından eşek armağan edilmiş”.
Bir başka kısım ise şöyle diyor “Osmanlı döneminde, yörede meşhur cirit oyunu, Amasya-Merzifon arasında oynanırmış ve eşek, Merzifon bölgesinin bir simgesi olarak kullanılırmış”. Artık hangisine inanırsınız bilmiyorum ama tek bir gerçek, Merzifon’da eşek yok.
Ancak; göremeyeceğiniz bu eşek ile ilgili olarak, bazı bilgiler mevcut. Merzifon eşeğinin semerinin, özellikle Çorum-İskilip bölgesinde yapıldığı bildiriliyor. Merzifon eşeklerinin, nispeten yüksek rakımda bulunmaları nedeniyle, sert sesle anırdıkları ve bu şekilde meşhur oldukları da bildiriliyor.
ULAŞIM
Merzifon: Samsun-Ankara karayolu üzerindedir. Merzifon-Samsun arası uzaklık: 109 km. Merzifon-Çorum arasındaki uzaklık; 61 km. Merzifon-Amasya arasındaki uzaklık: 45 km. Merzifon-Ankara arasındaki uzaklık: 311 km. Merzifon-İstanbul arasındaki uzaklık: 600 km.
TARİHİ
MÖ.700 yıllarında, bugünkü yerleşim yerinin 4 km. doğusunda, günümüzde “Marınca” diye bilinen köyün bulunduğu yerde, bu bölgede vali olarak görev yapan Barseviç tarafından, kendi adını taşıyan yeni bir yerleşim yeri yaptırılır. Bu yerleşim yerinin “Marseviç” olan ismi, zamanla değişerek, günümüze “Mersuvan” ve “Merzifon” olarak gelmiştir.
Tarihi süreç içinde, Karadeniz sahiline ve Orta Anadolu’ya giden yollar, Merzifon’da kesişmektedir. Bu yüzden, ünlü coğrafyacı yazar Strabon, yazılarında, bu bölgeyi “Bin köy” bölgesi olarak tanımlamıştır.
Zaten, yakın zamanlarda yapılan arkeolojik araştırmalarda, bölgede yüzlerce höyük ve yerleşim yeri bulunmuştur. Bu höyüklerde elde edilen bulgulara göre, Merzifon bölgesindeki ilk yerleşimin, MÖ.5500 yıllarında olduğu tahmin edilmektedir.
Takip eden dönemde, bölgedeki “Oymaağaç” köyü, önemli bir Hitit yerleşimi olarak öne çıkıyor. Bu dönemde: Merzifon şehrinin ilk yerleşimi olan, bir kale inşa edilmiştir. Daha sonra ise, Frigler, yine Hititler tarafından yapılan bu kaleyi onararak, bölgede yerleşmişlerdir.
MÖ.6. ve 4. yüzyıllarda ise,
Pers hakimiyeti görülüyor. MÖ.333 yılında ise, Pers hakimiyeti biter. Başkenti Amasya olan Pontos devleti döneminde ise, Merzifon önemli bir ticaret merkezi olarak öne çıkıyor. MÖ.47 yılında ise, Romalılar, bölgede egemenliği ele geçirirler.
Roma döneminde: günümüzdeki “Karşıyaka” köyünde “Zeus Stratios” adına bir tapınak inşa ettirilir. Bu tapınağa ait: sütun başlıkları ve sunak yazıtı, halen Amasya Müzesinde sergileniyor. Roma’nın devamında, Bizans döneminde de, bölge önemli bir kültür merkezi olmuştur. 8.yüzyıldan sonra ise, bölgede Arap akınları görülmeye başlanır.
11.yüzyılda: Danişmentliler, bölgede hakimiyeti ele geçirirler. Şehrin, İslam hakimiyetine girmesiyle, burada bulunan bir kısım Bizans eserleri de, cami ve medreseye dönüştürülür. 12-14.yüzyıllar arasında, bölgede, İlhanlılar hakim olurlar. 1353-1396 yılları arasında ise, Türkmen Beylerinden Taşanoğulları, hakimiyeti ele geçirirler. 1393 yılında ise, Yıldırım Beyazıt ile birlikte, bölgede, Osmanlı hakimiyeti başlar.
1919 yılında, Merzifon, İngilizler tarafından işgal edilir. Aynı yılın sonlarında, yaklaşık 6 aylık bir süre sonunda, işgalci birlikler, Merzifon’dan çekilirler.
Tarih denilince,
Merzifon Amerikan Kolejlinden söz etmeden olmaz. 1876 yılında kurulan okul; ilçe merkezinin kuzeyinde ve en yüksek noktasında, yaklaşık 30-40 dekarlık bir alan üzerinde bulunan irili-ufaklı bir kısım yapıdan oluşmuştur. Amerikan Misyoner Cemiyeti tarafından kurulan okulda: bir hastane, kız ve erkeklere ait okul, zengin kütüphane, müze, eczane, laboratuvar, marangoz atölyesi, sinema ve rasathane bulunuyormuş.
1904 yılında, Merzifon Amerikan Kolejlinde, gizli olarak Rumlar tarafından “Pontus Cemiyeti” kurulur. 1921 yılında yapılan baskında, Pontusçuluk Teşkilatına ait, birçok gizli ve zararlı belge ele geçirilir. Takip eden dönemde, İstiklal Savaşı sonrasında: burası, yalnız kız öğrencilere yönelik, ilkokul düzeyinde ve sınırlı kadro ile eğitim verilen bir yer olarak öne çıkmıştır.
Ancak, 1938 yılında, tüm binalar, Devlet tarafından satın alınarak, Milli Savunma Bakanlığı emrine tahsis edilmiştir. Bu yapılar: bir süre, 8. Kolordu Karargah merkezi ve bir süre de, Kara Astsubay Okulu olarak kullanılmıştır.
GENEL
Merzifon denilince, ülkemizdeki insanların genelinin bildiği üzere, burada “eşek” meşhur. Ama, bu sözüme bakıp ta, buraya yolunuz düşerse “eşek” aramayın, bulamazsınız. Ama: İlçeyi bir baştan bir başa geçen “Cumhuriyet Caddesi” mutlaka karşınıza çıkacaktır. Çünkü: şehrin tüm yerleşik halkı, burada bir aşağı-bir yukarı, zaman geçiriyorlar. Hatta, bu cadde, o kadar kalabalık ki, rahat yürümek bile mümkün olmaz.
Yörede: yazlar kurak ve kışlar yağışlı geçen bir iklim hakimdir. Kışları çok soğuktur.
İlçe topraklarının: % 51’i tarım arazisidir ve bunun tamamında tarla bitkileri ekilidir. Arazinin, % 23’lük bölümü ise, orman arazisidir. İlçe merkezinin ortalama rakımı: 700 metredir.
Halkın geçim kaynağı: tarım. Özellikle: soğan üretimi başta geliyor.
İlçe merkezinde: Polis Eğitim Merkezi bulunuyor. POMEM ismi ile hizmet verilen merkez; 2006 yılında kurulmuştur. Burada, Üniversite mezunları, polislik eğitimi almaktadırlar.
MERZİFONLU KARA MUSTAFA PAŞA
Bu Osmanlı devlet adamı: Osmanlı Padişahı Avcı Mehmet zamanında, 1676-1683 yılları arasındaki, 7 yıllık sürede, Sadrazamlık yapmıştır. Bu dönemde, kendisinin tarih sayfalarına yazılmasına neden olan olay ise: II. Viyana kuşatmasıdır. Ancak, kuşatmanın hüsranla sonuçlanması üzerine, idam edilmiştir.
Ancak: 173.000 kişilik bir orduyu, İstanbul’dan alıp, Viyana şehri önlerine kadar götürmek ve şehri kuşatmak, aslında bir güçtür. Daha önce, I. Viyana kuşatmasını yapan, Kanuni Sultan Süleyman’da, başarılı olamamıştır.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın en büyük suçu: şehri kuşatmış ve saldırıda gecikmiş olmasıdır. Çünkü: şehrin teslim olmasını ve böylece, şehrin hazinelerinin devlet eline geçmesini beklemiştir. Şehre saldırıp, ele geçirseydi, şehrin hazineleri, yeniçeriler tarafından yağma edilecekti.
GÜL BABA
Bu satırları okuyan siz okuyucularım arasında, Macaristan-Budapeşte şehrine gidenler varsa, burada, mutlaka “Gül Baba” isimli şahsın türbesini ve heykelini görmüşlerdir. Evet, Gül Baba isimli o şahıs Merzifonludur.
Kanuni Sultan Süleyman ile birlikte, Avrupa fetihlerine katılan Gül Baba, bir elinde “gül” ve diğer elinde “tahta kılıcı” eksik olmamış, ancak, Budapeşte’nin fethinde ölmüş ve türbesi ile heykeli, günümüzde, şehirde bulunmaktadır.
MERZİFON HAVA ALANI
İlçe merkezine, 6 km. uzaklıktadır. Yıllık; 120.000 yolcu kapasitelidir.
Burası, 2008 yılında, sivil hava trafiğine açılmış, aslında askeri amaçlar için yapılmış bir havaalanıdır. Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığına bağlı 5.Ana Jet Üs Komutanlığı burada konuşludur. Dolayısıyla, Merzifon merkezinde, çok sayıda askeri personel de bulunmaktadır. Ayrıca: Askeri Hastane de bulunuyor.
NE YENİR. NE İÇİLİR
Merzifon’da, mutlaka “keşkek” yemelisiniz. Ayrıca: haşhaşlı çörek ve kuşburnu marmelatı da önerebilirim.
GEZİLECEK YERLER
PAŞA HAMAMI
İlçe merkezindedir. Kitabesine göre, Sadrazam Kara Mustafa Paşa tarafından, 1678 yılında yaptırılmıştır. Güzel ve değişik bir mimari tarzı var. Osmanlı mimari özelliklerini taşıyor. Kubbeli soyunmalığı, uzun-dikdörtgen soğukluğu ve kubbe ile örtülü sıcaklığı bulunuyor. 1971 yılında, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarım görmüştür. Yapının duvarlarında: düzgün kesme ve kaba yontu taş ve tuğla malzeme kullanılmıştır.
BEDESTEN
Bedesten yapısı: Merzifon’un Osmanlı dönemindeki en önemli yapılarından biridir. Günümüze gelirken, uzun süre, dokuma atölyesi olarak kullanılmıştır. Ancak, bu dönemde, bedesten, önemli tahribata uğramıştır. Yapının, orijinalliği bozulmuş. Daha sonra ise, yapı, uzun süre, Tekel deposu olarak kullanılmış.
2000 yılında ise, iç kısımda, onarım çalışmaları yapılmış ve zemin düzeltilerek, halı dokuma tezgahları yerleştirilmiştir. Ancak, takip eden süreçte, bina, özel bir tekstil firması tarafından üretim yeri olarak kullanılmaya başlanmıştır. 2006 yılında, yine bir restorasyon çalışması yapılır. Ancak, bu sefer, yapı, orijinaline uygun olarak restorasyona sokulur.
Evet, bedesten yapısı: 30 x 28 metre boyutlarında, dikdörtgen şekildedir. İçten dükkan bölüntüsü bulunmamaktadır ve dıştan dükkanlıdır.
TAŞHAN
İlçe merkezinde; Kara Mustafa Paşa Camisi yanındadır.
17.yüzyılda inşa edilmiştir. Dikdörtgen planlı ve iki katlıdır. İç kısmı, kesme taşlardan yapılmıştır. Kubbeli odalar bulunmaktadır. Kitabesi bulunmadığından, kim tarafından ve hangi yıl yaptırıldığı belli değildir.
Han: dikdörtgen planlıdır. Güney cephesinde, yarım kemerli, büyük bir kapısı vardır. İki katlı olan yapının alt katında: dükkanlar sıralanır. Birinci katı oluşturan dükkanların üzerindeki duvarlar, üç sıra tuğla ve bir sıra kesme taş kullanılarak yapılmıştır. İç orta kısımda, avlu var. Kuzey cephesinde, revakların önüne yapılmış, iki çeşme bulunuyor.
ABİDE HATUN CAMİSİ
Narince köyündedir. Sadrazam Merfizonlu Kara Mustafa Paşa’nın annesi, Abide Hatun tarafından, 1680 yılında yaptırılmıştır.
Ahşap üzerine, kalem işi tekniğiyle yapılmış uygulamalar muhteşem, görülmeye değer. Sade olmasına rağmen, eğimli bir tepe üzerinde bulunmasından dolayı, heybetli bir görünüme sahiptir. Ancak, yapı, geçirdiği depremler sonrasındaki onarımlarda, esas planını bozmayacak şekilde değişimlere uğramıştır. Cami, günümüzde halen kullanıma açıktır.
KARA MUSTAFA PAŞA CAMİSİ
1666 yılında yapılmış olan cami, Gazi Manbup Mahallesindedir. Dış cephe, kesme taştan yapılmıştır. İbadet mekanının üstü, büyük ve tek bir kubbe ile örtülmüştür. Caminin şadırvanının, 1900’lü yıllarda yapıldığı tahmin ediliyor. Şadırvandaki kalem süslemeleri, Zileli Emin tarafından yapılmış, süslemelerde eski İstanbul tanımlanmıştır.
ÇELEBİ MEHMET MEDRESESİ VE SAAT KULESİ
1414 yılında, Yıldırım Beyazıt’ın oğlu, Çelebi Mehmet tarafından yaptırılmıştır. Mimari yapı: Selçuklu tarzıdır. Giriş kapısı üzerindeki “Saat Kulesi” ise, Amasya Valisi Ziya Paşa tarafından, 1865 yılında ilave edilmiştir. Aslında: burası bir minare.
Biraz önce söylediğim gibi, yapıldığı yıllarda: Sultan Abdülmecit tarafından, her ile, bir saat kulesi kazandırılması fermanı doğrultusunda, ilçenin merkezi yerine, bu minareye, köşeleri prizma şeklinde olduğu için, her bir yüzüne, birer saat yerleştirilmiştir. Kule yapısı: yakın zamana kadar öğrenci yurdu olarak kullanılıyor iken, günümüzde, burada bir kafeterya var ve bu kafeterya da, eski Merzifon resimleri yoğunlukta bulunuyor.
Uzunca bir süre, Tokat’ın bir ilçesi olmuş, 1939 yılındaki depremden sonra yeniden yapılandırılan ve yeniden yapılandırılırken, bütün cadde ve sokakların birbirini kestiği, ızgara sistemi kullanılan, yeşil, küçük ve şirin bir yöre.
Özellikle: Yeşilırmak buraya başka bir hava veriyor. Yörenin çocukları: Yeşilırmak’ta yüzüyorlar ve ayrıca, muhteşem bir balık avcısı olmuşlar.
ULAŞIM
Ulaşımı kolay bir konumdadır. Amasya il merkezine uzaklığı: 55 km. dir. Ankara-Taşova arasındaki uzaklık: 343 km.
Taşova-Erbaa arası uzaklık: 22 km.
TARİHİ
Yöreye, önce Hititler ve daha sonra ise, Frigler geldiler. Daha sonra, Med imparatorluğu, Persler, Makedonyalı İskender, Pontus krallığı, Roma İmparatorluğu ve 395 yılından sonra Bizanslılar. 712 yılında Emeviler ve daha sonra, 1071 yılını takip eden dönemde: Türkler.
Horasan’dan gelen Seyyid Nurettin Alparslan: günümüzdeki “Alparslan” Kasabasına gelerek yerleşir. Bu şahıs, yörenin Türkleşmesinde etkili olur. Seyyid Nurettin tarafından kurulan vakıf, 1901 yılına kadar bölgede etkin olur.
1075 yılında Danişmentliler, bölgede hakimiyeti ele geçirirler. 1174 yılında ise, Selçuklular görülür. Kösedağ savaşından sonra Moğol istilası, kıtlık, yoksulluk ve kargaşa dönemleri. Özellikle: Babai ayaklanması, yörede etkili olur. Tacettinoğulları Beyliği: 1425 yılına kadar, yörede hakimiyeti sürdürür.
1425 yılında, Osmanlı Sultanı Çelebi Mehmet, Tacettin Beyliğine son verir ve Taşova’yı, Osmanlı topraklarına dahil eder.
Kurtuluş Savaşında, Taşova, Rum çetelerinin saldırılarına uğrar. Ancak, yapılan silahlı çatışmalar sonucu, Rum çeteleri bölgeden temizlenir.
1944 yılında, Taşova, ilçe statüsünü kazanır. Bu tarihten önceki ismi: “Yemişenbükü” dür.
Tokat iline ulaşım güçlüğü nedeniyle, Amasya iline bağlanır.
GENEL
İlçenin ortasından, Yeşilırmak geçmektedir. Yeşilırmak’ın suyu, ilkbaharda artar, yazın azalır. Rejimi düzensizdir. Ancak, tarımda sulamada yoğun olarak yararlanılır. İlçe merkezinde, Yeşilırmak çevresinde: önceki yıllarda başlatılan yeşillendirme çalışmaları, burayı tam bir yeşillik diyarı haline getirmiştir. Kıyı boyları: söğüt ve çam ağaçlarıyla bezenmiştir.
İlçe toprakları: dağlık ve engebelidir. Denizden yükseklik: 230 metredir.
Bölgede: geçiş iklimi görülür. Genellikle ılıman olan hava şartları, yazları kurak ve sıcak, kışları ise ilçe merkezinde ılık ve yağışlı geçer. Ancak, yüksek kesimler, soğuk ve yağışlıdır.
İlçe, tabii orman sınırları içinde kurulmuştur. Yer yer korunmuş ormanlar yoğunluktadır.
İlçenin ekonomisi: tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Şekerpancarı, buğday, arpa, üzüm, tütün, elma yetiştirilir. Sanayi kuruluşu olarak ise, yaprak tütün işleme tesisi bulunmaktadır.
YEŞİLIRMAK
Asıl adı: Tozanlı ırmağı olmasına rağmen, yöre insanı tarafından “Yeşilırmak” olarak isimlendirilir. Köse dağından doğan ırmak, Almus Barajına kadar gider. Amasya şehrinden geçen ırmak: Taşova’yı da geçtikten sonra, Erbaa civarında, Kelkit ırmağı ile birleşir.
Orta derecede tuz ve çok miktarda alkali bulundurur. Çarşamba ovasını geçtikten sonra, Karadeniz’e dökülür. Tüm uzunluğu: 276 km. dir.
Biraz önce de, söylediğim gibi: akış bakımından çok düzensiz bir yapısı vardır. Mevsimlere ve hatta bazen günlere göre bile değiştiği söylenir. Geniş ve verimli tarım arazilerini, bazen, sular altında bırakarak, büyük zararlar verir.
NE YENİR. NE İÇİLİR
Taşova denilince, buraya has, muhteşem lezzetli “bamya” var, bamya yemeği yemelisiniz.
NE SATIN ALINIR
İlginizi çekerse, Taşova yöresinden, kuru bamya satın alabilirsiniz.
GEZİLECEK YERLER
ALPASLAN MÜZESİ
İlçe merkezine bağlı, Alpaslan beldesindedir. 1991 yılında, Osmanlı döneminden kalan bir tarihi hamam, müze olarak düzenlenir ve 1994 yılından itibaren, burası, müze olarak halkın ziyaretine açılır.
Müzede: yöresel bir köy odası sergileniyor. Ayrıca: antik dönemlere, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait, ahşap işçiliğini yansıtan çeşitli objeler sergileniyor. Müzenin en değerli eseri ise: 13.yüzyıla tarihlenen, kasabanın kuzeyindeki bir ören yerinden bulunup getirilen, Selçuklu dönemine ait, orijinal bir ahşap sanduka ve türbe kapısıdır.
BORABAY GÖLÜ
İl merkezine, 65 km. ve ilçe merkezine 15 km. uzaklıktadır. Amasya-Taşova karayolunun 44.km. sola ayrılarak, Taşova-Samsun karayolunu takiben, 14.km. den, tekrar sola ayrılarak ulaşılıyor.
Göl, denizden 1050 metre yükseklikte, krater gölüdür. Genişliği: 80 metre ve derinliği ise, 25 metredir. Doğu-batı yönünde uzanan bir vadide bulunmaktadır. 900×300 metre boyutlarındadır. Güney kıyısı, sarp ve diktir.
Bakanlar Kurulu tarafından, Turizm Merkezi olarak ilan edilmiştir. Bölgede: bungalov evler, gazino, kamp ve piknik alanları, yürüyüş parkurları var.
Gölün kıyısında, piknik ve yürüyüş yapabilirsiniz. Kayık ile, gölde gezebilirsiniz.
BARAKLI KALESİ
İlçe merkezine 2 km. uzaklıkta, Özbaraklı Beldesinin güneyinde: Kale tepesi denilen bir yerdedir. Kalenin, Romalılar döneminde, buradan geçen kervanları korumak için yapıldığı tahmin edilmektedir. Moloz taş ve kireç harçtan yapılmıştır. Günümüzde: gözetleme kulesi ve sur duvarları ayaktadır.
BARAKLI ŞELALESİ
E-80 kara yolu kenarındadır.
Baraklı köyündeki şelale: 8 metre yükseklikten akmaktadır. Yaz aylarında: şelale çevresine masalar ve sandalyeler konuluyor ve ziyaretçilerin burada piknik yapması sağlanıyor. Küçük bir tesis te var. Ayrıca: şelalenin kaynağının çıktığı, çanak tipindeki düz alan üzerinde, Roma ve Bizans dönemlerinden kaldığı sanılan kalıntıların, temel izleri görülüyor.
Amasya, ülkemizin şirin şehirlerinden birisi. Buraya defalarca gittim. Özellikle: Yeşilırmak bu şehrin, en büyük güzelliğidir. Hatta: dünyada deniz olmayıp ta yalı boyu evleri olan tek şehir burasıdır. Ayrıca: tepenin yamaçlarında, çok uzaklardan bile görülebilen mağalar yani kral mezarları, şehir içindeki güzel müze ve müzenin bahçesindeki mumyalar. Güzel bir Amasya gezisi için, aşağıdaki satırlar, sizleri mutlaka en güzel şekilde yönlendirecektir. Amasya’ya gitmeyi düşünenler için, buyurun Amasya gezisi.
ULAŞIM
Ankara-Amasya 335 km. Ankara’dan çıkışta. Kırıkkale-Sungurlu-Çorum, Amasya. Evet, Amasya’nın öbür ucunda ise, Samsun var. Amasya-Samsun 131 km. Ankara’dan çıkışta, muhtemelen 4-4.5 saat sonra Amasya’ya ulaşabiliyorsunuz.
TARİHİ
Amasya’da tarihi süreç içinde, birçok uygarlığın egemenlik izleri görülür. Şöyle ki, bölgenin 7 bin yıllık tarihi söz konusudur. Özellikle; antik çağların meşhur coğrafya yazarı Strabon’un MÖ.1 nci yüzyılda, burada yaşamış olması, buranın tarihi geçmişinin ayrıntılı olarak günümüze ulaşmasını sağlamış. Ben, burada ayrıntılı tarihi geçmişi irdelemek istemiyorum. Çünkü; amaç, tarih dersi vermek değil. Gezilecek, görülecek yerleri anlatmak. Başlangıçta, isterseniz, şehrin isminin nereden geldiğine kısaca bakalım.
Bölgede çok etkin olan Mitridates krallığı döneminde, MS.2 nci yüzyılda, şehirde basılan sikkelerde: “Amasseia” ismi görülmekte. Strabon’a göre: Amazonların kraliçesinin ismi; Amasis. Demek ki, buralarda yaşadılar ve bu şehre de kraliçenin ismine atfen, “Amesia” ismi verilmiş olsa gerek. Neyse, şehrin ismine ait anlatılanlar bunlar.
Evet, tarihi süreçte: Hititler, Frigyalılar, Kimmerler, İskitler, Persler, Madedonyalılar (Büyük İskender)ın izleri ve etkileri görülür. Büyük İskender’in ölümünden sonra, bölgede Mitridates krallığı kurulur ve Amasya başkent olur. Özellikle; o dönemde, şehir bir kültür merkezi haline gelir.
Burada kurulan Pontus devleti
Trabzon’dan Sinop’a ve hatta Ege kıyılarına kadar bölgelere hakim olurlar. Bunların taş işçiliği öne çıkar, her bir kral için yapılan kral kaya mezarları ve kaya su kanalları onların zamanında yapılmıştır. Zamanla, Romalılar buraya saldırır, bir ve ikinci saldırıda başarılı olamayınca, Sezar bizzat ordusu başında buraya kendisi gelir ve Zile kalesi yakınlarında, Kral Mitridas’ın ordularını yener ve “veni-vidi-vici” yani “geldim-gördüm-yendim” meşhur sözünü burada söyler. Roma hakimiyeti, ardından Bizans ve Türkler bölgeye gelirler.
Burada; Danışmentoğlulları Beyliği kurulur. Bunların egemenlikleri yaklaşık 100 yıl sürer. 1175 yılında ise, şehir, Selçukluların egemenliğine girer. 1243 yılında Moğollar, 1393 yılında Osmanlılar bölgeye gelirler. Osmanlı döneminde: Amasya, şehzadelerin görev yaptığı bir sancak olarak ünlenir.
Şehirde, 12 şehzade görev yapar ve bunlardan 8 tanesi tahta geçer. 1603 yılında celali isyanlarında, şehir, yakılıp-yıkılır, yağma edilir. 1559 yılında, burada görev yapan Şehzade Beyazıt’ın İran’a firar etmesi nedeniyle, takip edilen dönemlerde hiçbir şehzade, burada bir daha görevlendirilmez.
Ancak en önemli olay: Yıldırım Beyazıt, Ankara savaşını kaybedince Osmanlı fetret devrine girer, Çelebi Mehmet, Amasya’dan hareketle Osmanlıya tekrar ayağa kaldırır ve Amasya, Osmanlının ikinci kuruluş yeri olarak tarihe geçer. Yine bir diğer önemli olay: 1914 yılında, Osmanlının son dönemlerinde, Amasya bir ticaret merkezi iken, dükkanlar ve kervansaraylarla dolu iken: 1915 yılında Ermeni tehcirinde, Ermeniler göç ettirilirken, kullanılan yollardan bir tanesi de buradan geçer.
Amasya’da yaşayanlarla birlikte göç ettirilen Ermeniler, şehirden ayrılırken, şehirde büyük bir yangın çıkar. Aslında muallakta olan ama Ermenilerin çıkardığı tahmin edilen bu yangın büyür ve şehrin yarısı yanar, günümüzde de bu bölüme “yangın yeri” ismi verilmiştir.
Şehrin tarihinde yine önemli bir olay: 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıkan büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk, Samsun-Havza ve Amasya’ya gelir. Burada: Saraydüzü kışlasında Amasya Tamimi yayınlanır. Buna göre: “Halkın geleceğini yine halkın kendisi belirleyecektir” denir.
GENEL
Yeşilırmak, yüksek bir ovanın ortasında akan bir nehir. Nehir boyunca uzanan tarihi evlerin suya yansıyan görüntüleri muhteşem. Evet, Amasya, Yeşilırmak’ın iki yakasına kurulmuş. Yeşilırmak’ın kuzey kıyısındaki kale kalıntıları, kral mezarları ve Yeşilırmak arasındaki yerleşim alanı; dar. Bu yüzden, yerleşim ince bir şerit halinde uzanıyor. Şehrin asıl yerleşim ve gelişimi alanı ise, Yeşilırmak’ın güney kısmında. Evet, nehir tam ortadan şehri ikiye bölüyor. Dolayısı ile, bol miktarda köprü var. Tam 7 tane. Şehrin güzellik ve özelliklerini, aşağıda ayrıntılı olarak veriyorum.
AMASYA ELMASI
Amasya denilince, her yerde, ilk akla gelen, sanırım Amasya elmasıdır. Burada, Amasya’nın ismi ile bütünleşen misket elması yetiştiriliyor. Bu elma, özelliğini Amasya’nın coğrafi konumundan alır. Amasya elmasının bir yüzü kırmızı, diğer yüzü ise sarımtırak yeşil renge kaçar. İnce kabuklu ve hoş kokuludur. Sert ve dayanıklıdır. Uzun süre saklanmaya elverişlidir. Amasya’dan ne alınır derseniz, buranın en meşhur ürünü, evet Amasya elması veya belki seversiniz, kurutulmuş bamya da tercih edebilirsiniz. Son bir not: aslında Amasya, İç Anadolu bölgesinin meyve deposudur.
FERHAT İLE ŞİRİN EFSANESİ
Amasya denilince, akla gelen diğer özellik; Ferhat ile Şirin’in aşkını anlatan efsanedir. Amasya beyi: kendisine yeni bir konak yaptırmak istediğinde, ustalar aranır ve en iyi nakkaş ustası olarak Ferhat işe alınır. Zaman içinde, Ferhat, Bey kızı Şirin’e aşık olur. Ardından: Ferhat, kızını beyden istetir, bey kızını vermez, vermek istemez ama halkın çok sevdiği Ferhat’ı ve halkı bir bahane ile oyalamak adına: “Amasya’ya su geldiğinde kızımı sana vereceğim” der.
Ama su çok uzaklarda, Şahinkayası denen mevkidedir. Yani: imkansız gibi bir istektir. Ama Ferhat yılmaz, alır kazma-küreği eline ve başlar su kanalını kazmaya.
Aradan uzun zaman geçer, Ferhat’tan haber çıkmayınca, Bey: bir yaşlı kadını, Ferhat’ı kontrole gönderir. Yaşlı kadın, su kanalına girer ve kazma-kürek seslerini duyunca Ferhat’a bağırır “Ferhat sen burada kazıp dururken Şirin öldü”
Ferhat bunu duyunca, kazmasını havaya fırlatır, kazma döner döner Ferhat’a gelir ve Ferhat ölür. Ama ölürken “Şirin” diye haykırır ve haykırışı kayalarda yankılanır. Şirin bunu duyunca, kendisini kaleden aşağıya atar ve o da ölür.
Şehre su gelmiştir ve coşku ile akar. Ama bu iki genç birbirlerine kavuşamazlar. İkisi de yan yana gömülür. Her mevsim, mezarlarının üstünde birer gül biter, ancak iki mezar arasında da bir kara çalı çıkar. İki sevgiliyi, iki gülü birbirinden ayırmak için. Elbette: belki kafanızda şöyle bir soru gelişecektir. Bu mezarlar, bugün nerde? Evet, mezarlar yine Amasya’da. Ferhat dağının zirvesinde imiş. Elbette, bu mezarların sembolik olduğunu düşünmemek elde değil.
Sonuç olarak: günümüzde su kanalı içinde gezerken, hala kazma-kürek izlerini görmem mümkündür. 2500 yıllık su kanalı, 18 km uzunluktadır ve yaklaşık 1000 yıldır Amasya şehrine temiz su taşımaktadır.
YEŞİLIRMAK
Amasya denilince, Yeşilırmak da gözler önüne gelir. Yeşilırmak, Sivas’ın Köse dağından doğuyor ve Amasya’nın içinden geçerek Çarşamba’da Karadeniz’e dökülüyor. Toplam uzunluğu; 256 km. Amasya ovasından çıktıktan sonra, Ferhat boğazını geçiyor ve sonra bir vadiye girerek, şehre kadar ilerliyor. Şehrin ortasından akıyor. Nehrin batısı eski şehir. Kirlilik etkin. Sık sık, toplu balık ölümleri olmakta imiş.
ATATÜRK ANITI
“Amasya Tamimi Anıtı” olarak da isimlendirilir. Anıt 2007 yılında geçirdiği bir trafik kazasında hayatını kaybeden Devlet Sanatçısı Prof. Dr. Tankut Öktem tarafından 1981 yılında yapılmıştır. Öktem: yaptığı birçok Atatürk anıtında, genellikle Atatürk’ü yalnız göstermekten ziyade, yarattığı toplumla birlikte göstermeyi tercih etmiştir. Anıtın ön tarafında: iki din adamı (Müftü Hacı Hafız Efendi ve Vaiz Abdurrahman Kamil) görülür.
Bu iki din adamının milli mücadeleye katkıları söz konusudur. Anıtın yan tarafında eli baltalı bir kişi gösterilmiştir. Bu kişinin net olarak kimliği bilinmediğinden ve bu konuda birçok tez ileri sürüldüğünden, ayrıntıya girmek istemiyorum. Bu kişinin “Gabaş Ali” isimli biri olduğu ileri sürülüyor, ancak bu iddia kanıtlanmış değildir. Daha gerçekçi bir iddia, Atatürk tarafından söylenen bir söze dayandırılıyor “Gerekirse baltaları alır, savaşa gideriz”
AMASYA SAAT KULESİ
1865 yılında Amasya valisi Ziya Paşa tarafından yaptırılmıştır. Ancak 1938 yılındaki depremde hasar görmüş, 1940 yılında köprünün yeniden inşaatı sırasında yıktırılmış ve 2002 yılında yeniden inşa edilmiştir. Amasyalılar için saat kulesinin özel yeri vardır. Bu özelliğin hikayesi şöyledir: “Anadolu’nun işgali sırasında Merzifon’a yerleşen İngilizlerin 2 subayı, Mordros Mütarekesinin ardından Amasya’ya gelerek, cezaevinin boşaltılmasını, mahkumların serbest bırakılmasını isterler.
Ancak bu istekleri kabul edilmez, bunun üzerine ertesi günü Amasya’ya gelen İngilizler Amasya valisi Sırrı Beyi tutuklamak isterler. Bu arada bir gurup İngiliz askeri, saat kulesinin kapısını kırarak içeri girer ve kulenin üstündeki Türk bayrağını indirerek İngiliz bayrağı çekerler. Bu olay, Amasya’da büyük tepkilere sebep olur. Halk meydana toplanır. Bu sırada: Müftü Hacı Tevfik Efendi, Kadı Ali Himmet Efendi ve Hoca Bahaeddin Efendi meydana gelerek halkı sakinleştirir.
Bu sırada aniden bir fırtına çıkar ve her kez korku ile yere yığıldığında, saat kulesinin tepesinde dalgalanan İngiliz bayrağı parçalanır ve Yeşilırmak sularına savrulur. İngilizler bu gördüklerinden çok etkilenir ve korkarak kaçarlar, Hükümet konağına sığınırlar. Halk ise, kuleden indirilen Türk bayrağını yine kuleye çeker.
AMASYA KALESİ
Ramazan ayında, iftar saatlerine yakın, üstlerinde orijinal kırmızı renkli kıyafetleriyle, Belediye bando takımının, bu kalede, marşlar çaldığı hakkında, televizyonlarda haber çıkmıştı, belki hatırlarsınız. Evet, şehre hakim bu kale, şehrin kuzeyinde. 3 bölüme ayrılıyor. Bunlar; içeri şehir (Hatuniye Mahallesi), Kızlar Sarayı ve Yukarı kale (Harşena)
İÇ ŞEHİR (HATUNİYE MAHALLESİ)
Yeşilırmak nehri boyunca, İstasyon Köprüsü ile Hükümet Köprüsü arasında kalan, yaklaşık 800 m. lik bir alanda Hatuniye Mahallesi kurulu. Bu mahalle de, Yeşilırmak kuzeyinde yükselen antik sur duvarı üzerinde, Osmanlı dönemine ait Amasya evleri, hamam ve cami var. Aşağı kale olarak adlandırılan bu bölüme: İstasyon köprüsü, Magdenus köprüsü (Beyazıt Camii karşısındaki) ve Hükümet köprüsünden girmek mümkün. Kızlar sarayı ise, demiryolu ile, Hatuniye mahallesinden ayrılmış.
2’NCİ BEYAZIT KÜLLİYESİ
Cami ve medresesi günümüze kadar ulaşmış ama tabhanesi ulaşmamıştır. Aş evi ile birlikte büyük bir komplekstir. 1520’li yıllarda yapılmıştır, yenilemelerle beraber günümüze kadar gelmiştir. 2’nci Beyazıt, burada vali iken, Kızlar Sarayı’na kendisinin tahta geçeceğine dair müjde gelir ve bu müjdenin karşılığında kendisinden bir cami isterler.
Böylece bu caminin inşaatı başlar, ancak yapımı 12-13 sene sürer ve oğlu Şehzade Ahmet tarafından (mezarı günümüzde hemen yan taraftadır) tamamlanır.
Medrese 8 odalıdır ve günümüzde kütüphane olarak kullanılmaktadır. Onun hemen yan tarafında, ağacın hemen yanında bir bina var, burası muvakithane yani güneş saatidir. Burası merkez camisi olduğundan, Amasya ve çevresinin namaz saatleri burada düzenlenirdi. Yine burada minarenin altında, girişte bir “vav” işareti var, bu işaret te buranın merkez camisi olduğunun göstergesidir. Caminin iç mekanı 2 ana kubbeli ve son cemaat yerinde ilaveten 5 kubbelidir. Mukarnaslı bir giriş vardır.
İçeriye girince, yukarıya bakınca yukarıda size bir baykuş bakıyor gibi görülür. Yan tarafta da küçük nişler bulunuyor. Onlar da baykuşun kanatlarını temsil ediyor. Baykuş “bilgelik” sembolüdür. İçeride mihrap ve minberin üst tarafında bir pano var. Panoda simetrik çift “vav” işareti var. Bunlar da göz gibidir. Buraya girenler karşılarında onu görünce, insanlara şu hatırlatılır “siz yaradanın huzuruna giriyorsunuz, ne yaparsanız yapın, her tarafta yaradan sizi görecektir”
Giriş kapısının sağ tarafında bir pano var.
Onun üstünde de bir yazı vardır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’daki Topkapı Sarayını yaptırınca, sarayın girişine sarayın kendisi tarafından yaptırıldığı hakkında bir hat yazdırır. 2’nci Beyazıt, yani Fatih Sultan Mehmet’in oğlu da, burayı yaptırınca, benzer bir hat yazdırır, bu hat yazısında “karaların fatihi, denizlerin hakimi, Konstantinopolisin fatihi, Fatih Sultan Mehmet’in oğlu tarafından yaptırılmıştır”
Camide, kapının yan tarafında bir balkon görülüyor. Üst tarafta, bu balkonun işlevine gelince: burası sonuçta bir şehzade camisidir. Şehzade camiye geldiğinde, özellikle bayram ve cuma namazlarında burada büyük kalabalıklar toplanır ve insanların bir çoğu cami dışında namaz kılmak durumunda olurlar. İçeride ses sistemi iyidir ama dışarıya doğru ses sistemi yoktur.
Balkon yardımı ile dışarıya doğru bir ses sistemi yapılmıştır. Bu balkona: bir çocuk veya sesi gür müezzin çıkarılır, içeride hoca “allahü ekber” deyince, bu balkondaki kişi dışarıya doğru hocanın söylediklerini bağırarak tekrarlar ve arka tarafa doğru ses yankılanırdı. (Son bir not: Ağustos 2017 tarihinde cami tadilat nedeniyle kapalı idi, yani içini görmek mümkün değil.)
MİNYATÜR AMASYA
Külliyenin hemen arkasındaki bu mekanı mutlaka gezmenizi öneririm. Amasya’nın eski durumu, maketlerle canlandırılmıştır. Bir görevli: gezmeye gelen guruplarla birlikte içeriye giriyor ve eski Amasya’ya yaklaşık 3-4 dakika anlatıyor. Ardından: 3 dakika boyunca ortam kararıyor ve tavandaki yıldızların altında, Amasya şehrinin gece görüntüsü canlandırılıyor. Bu gösteriyi izlemenizi öneririm.
AMASYA GÖK MEDRESE
Türkiye’deki en önemli 3 medreseden birisidir. 1266 yılında Torumtay tarafından yaptırılmıştır. İçerisinde mavi-turkuaz çiniler vardır. Üst tarafta açılır-kapanır kubbe bulunur. İçeride bir havuz vardır ve gökyüzü burada incelenir.
KIZLAR SARAYI
İç kalenin üzerinde bulunan mağaranın altında. Kalenin güney eteğinde. Osmanlılar zamanında yapılmış. Sinop mutasarrıfı İsfendiyar Beyin torunu Doğrak Hatun, Amasya’ya geldiği zaman, Selçuklu sarayında kalamamış ve onun üzerine bu saray yaptırılmış.
Bu saray yapıldıktan sonra ise, İsfendiyar Beyleri, Amasya’yı bir üs olarak kullanmaya başlamış ve bu sarayda ikamet etmişler. Burada, takip eden dönemlerde ise, 150 yıldan uzun süre, Osmanlı şehzadeleri ve bunların aileleri kalmış. Yani; burası, 1852 yılına kadar aktif olarak kullanılmış. Bu tarihten sonra ise, Amasya ayanına terkedilmiş. Daha sonra ise, kendi haline bırakılmış. Bugün, tamamen harap olmuş durumda.
YUKARI KALE (HARŞENA)
Yeşilırmak’ın kuzeyinde, Harşena dağı üzerindeki dik kayaların üzerine inşa edilmiş. Yeşilırmak’tan 300 m. yüksekte. Enderun kalesi olarak da biliniyor. Bu iç kaleyi, Pontus kralı Mitritates’in, MÖ.250 yılı dolaylarında yaptırdığı sanılıyor. Kalenin içi kesme taş, surları ise moloz taştan yapılmış. Önemli tepe noktaları ise, kesme taşlardan yapılmış. Sur duvarlarının çoğu, bugün ayakta.
Kalenin; 4 kapısı var. Bunlar: Belkıs, Saray, Maydonos ve Meydan kapıları. Kalenin içinde; sarnıçlar, su depoları, burç ve cami kalıntıları var. 1146 yılında, Selçuklu sultanı I. Mesud, Amasya’yı kendine merkez yapmış. İç kaleye ise; cami, medrese, hamam yaptırmış. Ölünceye kadar da burada oturmuş. Kale ile Yeşilırmak arasında kalan bölümde, 8 tane savunma kademesi var. Kale, birçok kez el değiştirmiş ve tahrip olmuş. Persler, Romalılar, Pontus ve Bizans egemenlikleri dönemlerinde saldırıya uğrayan kale, yüzyıllar içinde yakılmış-yıkılmış ve her seferinde yeniden inşa edilmiş.
CİLANBOLU KUYUSU
Amasya kalesinde, çok sayıda dehliz ve su kuyusu var. Bu kuyuların en ünlüsü ise Cilanbolu dehlizi. Bu dehliz; Harşema kalesinin orta yerinde, büyük kapının hizasındaki yüksek yerde bulunuyor. Güneyden kuzeye doğru ilerliyor. 150 kadar basamakla aşağıya iniliyor. Daha aşağılarda, tahribat sonucu merdivenler kaybolmuş. Kuyunun girişi geniş ve yuvarlak.
Önce kagir olarak başlatılan kuyu, aşağılara inildikçe kayaların oyulması biçiminde devam ediyor. İnilen yerin çapı 8 m. Bu dehlizin; ilk yapıldığında, kaleden 70 m. aşağıda Yeşilırmak nehrine ve kral mezarlarına kadar ulaştığı sanılıyor.
KRAL MEZARLARI
Amasya kalesi eteklerindeki kalker kayalara oyulmuş 3 mezar var. Helenistik dönemlerde, Harşema dağının güney eteklerine yapılmış. Yamaçlarda, yerden 20-25 m. yükseklikte, düz bir duvar halindeki kalker kayalara oyulmuşlar. Ancak; birbirine çok yakın oyulmuşlar. Yapıları ve mevkileri itibarıyla, hemen dikkati çekiyor. Strabon’a göre: kaya mezarları, Pontus krallarına ait. Buraya çıkabilirsiniz. Buradan; kıvrım kıvrım akan Yeşilırmak ve Amasya’yı izlemek gerçekten çok keyİfli. Pek, buraya nasıl çıkılıyor?
Hatuniye mahallesinin dar sokaklarından ve tren yolunu geçerek çıkılıyor. Kayaya oyulmuş yollar ve merdivenler var. Bu kaya mezarların içlerinde, arkalarına oyulmuş geçitler çok ilginç. Bu bölgedeki büyük mezarların birinin yanında, buradan Yeşilırmak’a kadar uzandığına inanılan bir tünelin başlangıcı bulunmuş.
Kral kaya mezarlarının en büyüğü; galeri ve merdivenlerle çıkılan, batı yönündeki en son mezar. Bu mağaranın yüksekliği 15 m. genişliği 8 m. ve derinliği ise 6 m. Mezar odası girişi, diğer mezarlardaki kapılardan daha yüksek. Büyük kral mezarı olarak adlandırılan mağara, cephe itibarı ile büyük tahribata uğramış. En solda yer alan mezar, ortadaki mezar sahibini gölgede bırakmak amacıyla, ön plana çıkarılmış.
Kızlar sarayının alt kısmında ve demiryolu tünelinin üzerinde bulunan bir mezar daha var. Diğerleri gibi blok kayaya oyularak yapılmış. Diğer kaya mezarlarından farklı olarak, etrafı oyulmamış. Ayrıca, mezar odasına çıkmayı kolaylaştıracak taş merdivenler yapılmamış. Mezar odasının sağ ve sol kenarlarına yapılan sütunlar ise, daha sonraki dönemlerde kırılmış.
Mağaraların bütününde görülen, kapaksız 2-3 m. arasında değişen yükseklikte, kapıya benzer girişler var. Bu mağaraların ortak özellikleri; mağaraların etrafı geniş biçimde boş bırakılmış, bunun nedeni ise, bazı mezarların tavaf edilmesi, bazılarınında, kayalardan sızan suların hava ile temas ederek, mezar odasının korunmasının sağlanması.
Vadi içinde
Toplam 18 tane kral mezarı tespit edilmiş. Helenistik dönemde, Amasya’yı MÖ.333-26 yılları arasında kullanan Pontus kralları, öldükten sonra yeniden doğacaklarına inandıkları için, kendilerini korumak amacıyla, bu kaya mezarlarını dağlara oydurmuşlar.
Kral kaya mezarları: bazı dönemlerde hapishane ve cezalandırma mekanları olarak da kullanılmış. Örneğin: IV. Mitridates, kendisi ile yapılan barış görüşmelerinde zorluk çıkaran Romalı elçileri, demiryolu geçidinin hemen üzerindeki mezara hapsettirmiş.
1075 yılında, Amasya’yı fetiheden Malik Ahmet Danışment Gazi, mezarların içindeki Pontus devrinden kalma gömüleri kaldırtmış. Yine o dönemlerde, Hıristiyan keşişlerin bu mağalar da inzivaya çekildikleri bilinmekte.
FERHAT SU KANALLARI
Roma dönemine ait, antik Amasya kentinin su ihtiyacını karşılamak üzere yapılmış. Kayalar oyulup tüneller açılarak, yer yer duvar şeklinde, tonozlu bir biçimde, arazi eğimine göre, su terazisi sistemine uygun olarak yapılmış.
Yaklaşık 75 cm. genişliğinde ve toplam 18 km. uzunluğunda bir kanal sistemi. Bu kanalın, 2 km. uzunluğundaki bölümü, Ferhat arası mevkiinde, karayoluna paralel olarak uzanıyor ve görülebilmekte.
AMASYA EVLERİ
19’ncu yüzyılda yapılmış ve bugün bölge SİT alanı ilan edilerek koruma altına alınmış. Evler, genellikle yan yana ve bitişik nizam olarak düzenlenmiş. Bu konut tipi mimarisinin en güzel örneklerini; Yalıboyu evleri olarak Yeşilırmak kenarında, tarihi sur duvarı üzerinde görmek mümkün. Geleneksel Osmanlı evinin bütün özelliklerini taşıyorlar. Buradaki evlerden birini gezmek, sanırım hoşunuza gidecektir.
YALIBOYU-HAZERENLER KONAĞI
Yalıboyu evleri, İstanbul Boğaziçi’ndeki yalıların manzarasını andırıyor. Ama yalı yerine, sıra sıra konaklar getirin gözünüzün önüne. Zaten, Amasya resimlerinde bunları görüyorsunuz. Özellikle, Yeşilırmak üzerine yansımaları muhteşem güzel bir görüntü ortaya çıkarıyor.
Evet, bu konaklardan en ilgi çekeni; Hazerenler Konağı. Burası, onarılmış ve 1983 yılında müze haline getirilmiş. Konak çok büyük. İç mekanlar geniş ve ferah. Kalabalık ailelerin nasıl yaşadıklarını betimleyen bir yapısı var. İki ebeveyn odası, oturma odası, haremlik, selamlık odaları, mutfak, kiler, tuvaletler var. Oturma gurupları: duvar ve cam boyunca uzanan sedirlerden oluşuyor.
Dolaplar, genellikle yer kazanmak için duvar içinde, gömme dolap olarak yapılmış. Isınma için kocaman mangallar kurulmuş. Konakta yaşanılan zamanları betimlesin diye; gündelik hayata ait yerel kıyafetler giydirilmiş mankenler, evin bölümlerine yerleştirilmiş. Elbiseleri, kadife üzerine sırma işlemeli. Takılar ağır ve inanılmaz emek sarf edilmiş görüntüsü veriyor. Evet, konağa mutlaka gidin ve gezin. Küçük bir avludan giriyorsunuz ve dar ve dik ahşap merdivenlerden yukarı çıkıyorsunuz. Bu arada, ayakkabılarınızı çıkarmayı unutmayın.
AMASYA MÜZESİ
1980 yılında hizmete açılmış. Bölgede egemenlik kurmuş olan 12 ayrı medeniyete ait arkeolojik, Etnografik eserler ile sikke, mühür, el yazması ve mumyalar sergilenmekte. Müzede görülmeye değer bir eser daha var. Bu; fırtına tanrısı Teşup heykeli. MÖ.1400-1200 yılları arasındaki bir dönemde yapıldığı sanılıyor. 1962 yılında, Doğantepe yakınlarındaki kazılarda bulunmuş. Hitit dönemine ait bu tanrı heykeli, bronz döküm tekniğiyle yapılmış. 21.5 cm. boyunda ve 1340 gr. ağırlığında. Hitit imparatorluk dönemi kaya kabartmalarında yer alan tanrı tasvirleriyle, özellikle de, Boğazköy ve Yazılıkaya açık hava tapınağındaki tanrı kabartmalarıyla benzerlik göstermesi ilginç.
Evet, bir diğer görülmesi gereken yer; bahçe içinde. Selçuklu sultanı I. Mesud’a ait bir türbe var. Burada; 8 mumya bulunmaktadır. (Son gittiğimde yani Ağustos 2017 tarihinde, bu mumyaların türbeden alınarak müzeye yerleştirildiğini gördüm.)
Yalnız, burada bir şey söylemek istiyorum. Mumyalar, malum biraz ürkütücü. Gerek siz ve gerekse çocuklarınızın, bu görüntülerden ürkeceğini sakın unutmayın. Gerekiyorsa, girmeyin veya çocuklarınızı buraya sokmayın.
14ncü yüzyılda, burada nazırlık ve emirlik yapmış olan bir şahıs ve aile efradına ait mumyalar. Bunlar; aslında, Moğol ırkından gelen İlhanlılar. İslam inancında, mumyalama uygulaması yok. Ama gelenekler gereği, önemli bu aileye mumyalama uygulanmıştır. Çünkü bu ailenin yani şehrin o dönemdeki yöneticilerinin halk tarafından çok sevildiği söyleniyor. Camekanlı sandukalar içinde sergileniyorlar. Mumyaların üzerinde, ince bir çamur tabakası göreceksiniz, daha önce bulundukları yeri sel basmış, o olayın hatırası.
Müzenin bahçesinde; bir lahit göreceksiniz. Bu lahit roma dönemine ait bir mezar lahdi. Üzerinde yazan yazıt ilginç: ” Saygı ve merhamet duygusuyla yaklaşanlar, tanrıdan iyilik görsünler. Ancak kötü niyetle yaklaşanlar ve mezarı ele geçirmeye çalışanlar veya bir kötülük yapanlar için, bu dünya basılmaz, denizler aşılmaz olsun. Çocuklarının ve karılarının hayrını görmesin, rızkı azalsın ” Evet, biz iyi niyetle yaklaşıp, baktık.
OLUZ HÖYÜK
Amasya şehir merkezinin, 25 km. güneyinde, Geldingen ovasının batı kısmındadır. Merkeze bağlı “Tokluca köyü” yakınlarındadır.
Burada bir höyük var. Bu höyük üzerinde, yapılan incelemelere göre, tarihi süreç içinde, 9 kent kurulmuş ve bu kentlerden, 4 tanesinin kalıntıları, günümüze nispeten sağlam olarak ulaşabilmiştir. Bölgede: iki tür mezar kalıntısı görülmektedir.
Bunlardan birinci tür, açılan büyük bir mezar ve buraya adeta atılan iskeletler ve ikinci tür ise, İslami usullere göre gömülerin yapıldığı mezarlardır. Dolayısı ile, İslami usullere ait gömülerin yapıldığı mezarların, burada daha önceki mezarların bulunması nedeniyle, yani bir mezarlık olması nedeniyle gömüldükleri düşünülmektedir.
Evet, burada: yaklaşık 100 civarında mezar bulunduğu tahmin ediliyor. Bugüne kadar, bu mezarlardan yalnızca 2 yetişkin ve 1 çocuğa ait 3
tanesi açılabilmiştir.
Bu mezarlarda: İslami usullere göre gömülmüş cesetlerin sağlam iskeletlerine ulaşılmıştır. Bunların: 10-11’nci yüzyıllardan kalma
olduğu ve göçebe Türklere ait olduğu anlaşılmıştır. Ama ilginç olan: bu mezarların yanlarının kiremitle döşenmesidir. Çünkü, bu tür mezar geleneği: Roma-Helen uygarlıklarında görülmektedir. Ama, bu kiremit döşeli mezarlardaki iskeletlerin İslami usullere
göre gömüldükleri anlaşılmaktadır ve ilginç olan budur. Bu durum ilgililer tarafından şöyle izah edilmektedir.
Göçebe toplumlar: herhangi bir yerleşimleri olmasa da, kendileri dağlarda yaşarken, mezarlarını: ekilip-biçilmeyen, başkaları
tarafından sahiplenilmemiş, insan hafızasında kalabilecek yerlere yaparlarmış. Yani burası bir mezarlık noktasıdır. Ancak, burası aynı zamanda bir höyüktür. Ancak, belirtilenlere göre: bu insanlara ait, yakın ve uzak çevrede herhangi bir yerleşim izi görülememiştir.
En ilginç buluntu: yine İslami usullere göre gömülmüş olan ve 1000 yıllık: 6 yaşında bir kız çocuğuna aittir. Bu mezarda: iskeletin sol kulağında tunç küpe, sağ kulağında ise muska şeklinde bir küpe ve göğüs kısmında, tunç çengelli iğne bulunmuştur. Bu küpelerin benzerlerine, daha önce rastlanmamış
olması ilginçtir. Yani, İslam sanatına göre üretilmiş oldukları düşünülmektedir.
Sonuç olarak
1071 tarihi ve Malazgirt, yalnızca bir semboldür. Türklerin: bu tarihten yüzyıllar önce, Anadolu’da bulundukları, ama göçebe olarak sabit bir yere yerleşmedikleri anlaşılmaktadır. Göçebe oldukları için, herhangi bir yerde kalıntılara bugüne kadar ulaşılamamıştır. Bu nedenle, buradaki mezarlık, İslami usullere göre hazırlanmış olması nedeniyle ilginçtir ve Türklerin: Malazgirt’ten yıllar önce, Anadolu’da bulunduklarının en büyük kanıtıdır.
Zaten: Türkler, Malazgirt’ten önce, yaklaşık 200 yıl kadar, Van gölü kıyısında “Ahlat” ve “Adilcevaz” yöresinde bulunmuşlar ve bu durum: bu mahallerdeki gerek mezar taşları ve gerekse kültürel yapı tarzları ve diğer imgeler ile ispatlanmıştır. Bu mezarlık: aynı dönem öncesinde, Türklerin, Anadolu içlerinde göçebe olarak yaşadıklarını kanıtlamaktadır.
Yalnızca kanıt değil, aynı zamanda: özellikle kız çocuğu mezarındaki buluntular: göçebe Türklerin, neler giydikleri, takıları ve fiziksel özelliklerini de ortaya koymaktadır. Hatta, kız çocuğu mezarında, üzerindeki kefen örtüsünün büyük kısmı günümüze kadar ulaşmıştır ki, bu durum, o döneme ait dokuma özelliklerini de göstermektedir. Hatta, buna Anadolu bezi denilebilir.
Oluz höyük bölgesinde
Bu düzenli mezarlar dışında: daha eski dönemlere ait, iskelet topluluklarının bulunduğu bir mezar kalıntısı daha
bulunmuştur. Bu kalıntılarında, MÖ.5’nci yüzyıldan kalma olduğu, açılan bir çukura, üstün-körü atıldıkları anlaşılmaktadır. Yani, büyük olasılıkla öldürülmüş ve buraya gömülmüş oldukları düşünülmektedir. Yani, Amasya yöresinde, bilinen en eski cinayet kalıntıları.
GEZİ ROTASI-PLANI
Evet; Amasya’da nereyi gezelim, nereyi görelim, ne alalım, ne yiyelim. Ben; bu şehirde görmeniz gereken yerleri tek tek yazdım. Siz; burada kalış sürenize göre, buralardan seçeceğiniz yerlere gidin, gezin, görün. Amasya’nın tarih kokan sokaklarına dalın, yürüyün. Şehir belirgin bir biçimde, Osmanlı izleri taşıyor. Yeşilırmak, başlı başına şehrin atmosferini etkilemiş.
Bunun kıyısındaki, çay bahçelerinde mutlaka oturun, çayınızı yudumlarken, ırmağı izleyin. Ancak, şehrin neresine başınızı çevirirseniz çevirin, karşınıza mutlaka kayalara oyulmuş kral mezarları çıkıyor. Celali isyanlarında; şehrin ileri gelenleri, kral mezarlarının bulunduğu mağaralara çıkarak canlarını kurtarmışlar.
Yani; bu mezar mağaralarının, şehrin yaşantısında, daima yeri ve önemi olmuş. Kral mezarlarını görmek için, yamaca tırmanmak belki biraz sizi yorar ama sonuçta, buna değeceğini göreceksiniz. Gerçi kral mezarlarının bakımsızlığı ve ziyaretçilerin sağa-sola attıkları çöpler ve yazdıkları yazılar, sizi biraz öfkelendirecek ama sonuçta, ülkemizdeki tarihi eserlerinin hepsinin ortak kaderi bu değil mi?
Evet; Amasya size ne verecek. Buram buram tarih kokan bir kent.