Ağrı denilince, burayı bilen-bilmeyen herkesin aklına: kar, kış ve ağrı dağı geliyor. Birçok kez gittiğim ve bulunduğum bu şehirde: yazıma başlamadan önce, meşhur olan üç nesneden söz etmek istiyorum.
Bunlar: kar, karga, kavak. Kavak: bol miktarda kavak ağacı var ve özellikle, bunlar yılın belli dönemlerinde havaya saldıkları pamuklar ile, şehri tamamen etkiliyorlar.
Karga: evet, şehirde karga da çok bol. Özellikle: bu kargalar, yaya kaldırımlarındaki ağaçların üzerlerine tünüyorlar ve yaya kaldırımlarından geçen halkın üzerini pisletiyorlar.
Bu yüzden, Ağrı’ya gelen yabancılar hemen anlaşılır. Çünkü: yabancılar yaya kaldırımından gider ki, bir karga üstlerine edene kadar.
Ağrının yerlisi ise, bu durumu bildiği için, yaya kaldırımından değil, caddeden-sokaktan yürür. Son özellik: kar demiştim. Malum, bunu anlatmaya gerek var mı, soğuk, kar ve kış, bu güzel ilimize, yılın en az yarısında, yani altı ay egemen oluyor ve tüm yaşamı etkiliyor .
ULAŞIM
Ağrı; E-80 karayolu ile, doğrudan Erzurum ve İran’a bağlanır. Belli başlı merkezlere ve komşu illere olan uzaklıklar şöyledir. Ağrı-Ardahan arası uzaklık: 310 km. Ağrı-Iğdır arası uzaklık: 142 km. Ağrı-Erzurum arası uzaklık: 180 km. Ağrı-Kars arası uzaklık: 221 km. Ağrı-Van arası uzaklık; 230 km. Ağrı-Ankara arası uzaklık: 1065 km. Ağrı-İstanbul arası uzaklık: 1414 km. Ağrı-İzmir arası uzaklık: 1647 km. Ağrı-Trabzon arası uzaklık: 485 km. dir.
AĞRI HAVAALANI
Havaalanı, 1997 yılında hizmete açılmıştır. Ankara-İstanbul bağlantılı havayolu seferleri yapılmaktadır. Havaalanının kent merkezine uzaklığı: 7 km. dir.
AĞRI TARİHİ
Bölgede, tarihi süreç içinde, en köklü uygarlığı: Urartular kurmuşlardır. Ağrı dağının yamaçlarında: Karakoyunlu ve Taşburun köyleri arasında bulunan bir yazıtta: Urartuların, Kral Menua döneminde, bölgede egemenlik kurdukları görülmektedir.
Persler; Büyük İskender tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar, yaklaşık 200 yıl kadar bölgede yaşamışlardır. Büyük İskender’in ölümü üzerine, boşluktan yararlanan Ermeniler, bölgeyi ele geçirirler.
1071 Malazgirt Savaşı sonrasında: bölgeye Türk boyları gelmeye başlarlar. 1027-1225 yılları arasında: Ani Atabeylikleri, 1256-1358 yılları arasında: İlhanlılar; bölgeye egemen olurlar. 1393 yılında, Moğol hükümdarı, Timur, bölgeyi ele geçirir.
1405-1468 yılları arasında: Karakoyunlular, görülür. Daha sonra ise, Akkoyunlular ve takip eden dönemde, Çaldıran Savaşı ardından, Yavuz Sultan Selim tarafından, bölge, Osmanlı topraklarına katılır.
Osmanlılar döneminde: Şorbulak olarak bilinen şehir, Ermeniler zamanında “Karakilise” olarak isimlendirilir. Kazım Karabekir Paşa zamanında: şehir ele geçirilince, ismi “Karaköse” olarak yeniden değiştirilir.
Nuh Tufanı ile ilgisinden dolayı: Tevrat’ta adı geçen “Ararat” dağı ve ülkesinin, Ağrı ve çevresinin olduğu sanılmaktadır. Bu nedenle: şehre, batılılar tarafından “Ararat” denilir.
29 Temmuz 1854 tarihinde, Ruslar Ağrıyı işgal ederler. Ancak: 30 Mart 1856 yılında, Batılı devletlerin baskısı üzerine, Paris antlaşması sonucu, Ağrı’dan geri çekilirler. Ancak: 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşlarında, Ağrı, yeniden Ruslar tarafından işgal edilir ve şehirde büyük tahribat yapılır.
Yine: batılı devletlerin zorlaması sonucu, Berlin antlaşması ile, geri çekilirler ve Ağrı yeniden Osmanlı topraklarına katılır.
GENEL
Ağrı’nın deniz seviyesinden yüksekliği: 1640 metredir. Deniz seviyesinden çok yüksekte olması nedeniyle, şiddetli bir kara iklimi hüküm sürer.
Yazlar: sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve kar yağışlıdır. Yazın ve kışın, gece-gündüz sıcaklık farkı fazladır. İlkbahar ve sonbahar mevsimleri, ılık ve yağışlı geçer.
Merkez ilçenin eski adı: Karaköse’dir.
Anadolu’nun İran bağlantısını sağlayan yol üzerinde bulunması nedeniyle: öne çıkar. Bu nedenle: il genelinde, transit taşımacılık ve nakliyecilik gelişmiştir.
İlde: orman, yok denecek kadar azdır.
Ağrı; bir sınır ili olması nedeniyle, tarih boyunca değişik toplumların yönetiminde kalmıştır. İlde: Türkçenin yanı sıra: Ermenice, Azerice ve Farsça da kullanılmıştır. Dolayısı ile; bu dillerden birçok kelime, günlük kullanılan dile yerleşmiştir. İslam dininin etkisiyle, Arapça kelimeler de yaygınlaşmıştır.
Birkaç örnek vermek gerekirse: Ağrı yöresinde kullanılan, fakat Türkçe sözlükte bulunmayan kelime ve terimlerden bazıları şöyledir: Aynoyun (eşya, öteberi), Cığız (oyun bozan), Dayaz (derin olmayan), Direj (uzun, uzun boylu), Endirme (merdiven), Eze (teyze), Gödek (kısa, uzun olmayan), Gürgüre (şelale), Payız (sonbahar), Sako (kalın palto), Ulam( başkasına bedava iş yapma).
AĞRI DAĞI EFSANESİ
Nuh Peygamber: suların bütün dünyayı kapladığı sırada, suda yaşayanlardan başka her türlü hayvandan erkekli-dişili birer çift alıp, üç oğlu ve üç gelini ile gemiye kapanıp, canlarını kurtarırlar.
Bir gün, geminin demiri bir dağın tepesine ilişip, içindekileri yer oynamasından korkuya düşürürken; Nuh Peygamber, hayretle “Allahuekber” der ve bu yerin adını beller.
Aradan günler geçtikten sonra, yine bir sarsıntı olur. Peygamber yine şaşırarak “Suphanallah” der ve burayı da beller. Sonunda: sular çekilip azalınca, gemi bir dağın tepesine oturur kalır.
Nuh Peygamber ve oğulları; gemiyi buradan yürütemezler. Bu arada: Nuh Peygamber: “Ne ağır dağ” der. Sonradan: bütün sular çekilince, gemiden inerler.
Gemideki son erzak kırıntıları ve kalıntıları olan: buğday, arpa, pirinç, nohut, mercimek, üzüm, ceviz, fındık, incir, dut kurusu, pekmez ve balı; Sürmeli Çukurunda karıştırırlar ve son yemek (aşure aşı) hep birlikte yenir.
Nuh Peygamber: sofrasını silkeleyip, Sürmeli Çukuruna döktüğünde, bu Iğdır Ovası, çok bereketli hale gelir. Dağın adı da: geçen zaman içinde “Ağrı” ya dönüşür.
BÜYÜK VE KÜÇÜK BACI EFSANESİ
Çok eski zamanlarda: Sürmeli Çukuru; uçsuz-bucaksız, düzlükler halindedir. Ağrı Dağının birçok yerinde ise, büyük ormanlar vardı. Günlerden bir gün: iki bacı, evlerine odun getirmek üzere, ormana giderler.
Ormandan topladıkları, odunları, birer birer sırtlarına almaları zamanı gelince: Büyük bacı, küçük kardeşine: “Bacı bacı kurbanın olayım, ne olur, gel sırtıma bu yükü kaldırıver” der. Küçük bacı: “hayır” der, yükü kaldırmaz ve üstelik te: “canın çıksın, kendin kaldır” der.
Büyük bacı: yalvarır-yakarır olmaz. Aralarında kavga başlar. İkisi de kan-ter içinde kalırlar. Hareket edemezler ve başlarlar, birbirlerine beddua etmeye.
Küçük bacı: “Allah seni öyle bir dağ etsin ki, yaz-kış başından kar eksik olmasın” der.
Büyük bacı da: “ Sen de öyle bir dağ olasın ki, başından: yılan-çıyan eksik olmasın” der.
Tanrı: her ikisinin de beddualarını kabul eder. Büyük bacı: Büyük Ağrı dağı olur. Başından: yaz-kış kar eksik olmaz. Küçük bacıda: Küçük Ağrı dağı olur ve tepesinde: yılan-çıyan eksik olmaz.
İBRAHİM ÇEÇEN ÜNİVERSİTESİ
İbrahim Çeçen: Ağrılı bir iş adamıdır. 1941 yılında Ağrı’da doğmuştur. Halen: 30 dan fazla şirketin bağlı bulunduğu IC Holding Yönetim Kurulu Başkanıdır. Aynı zamanda: IC Vakfı kurucusudur.
2004 yılında: IC İbrahim Çeçen Vakfını kurmuştur. Eğitim, sağlık, spor ve sanat alanlarında yaptığı hizmetler, ülkesi için gayretli çalışmaları, katkıları ve üstün başarılarından dolayı, 2007 yılında, TBMM tarafından “Devlet Üstün Hizmet Madalyası “ ile ödüllendirilmiştir.
Üniversite bünyesinde: 3 fakülte, 1 yüksek okul, 2 enstitü, 2 meslek yüksek okulu bulunmaktadır. Üniversite: süratle yerleşimlerini sürdürmektedir.
YEME-İÇME
Ağrı toprağı ve iklimi: sebze tarımına elverişli olmadığı için: Ağrı mutfağında, tahıl önemli yer tutar. Kış mevsiminin uzun sürmesi: un ve una dayalı yemek çeşitlerini çoğaltmıştır.
Yörenin en tanınmış yemeği: saç kavurmadır. Saç kavurması: etin saç üzerinde pişirilmesiyle yapılır. Diğer ismi: Selekelidir. Taze oğlak veya kuzu etinden yapılır. Üzerine: tereyağında eritilmiş, salça konur. Üzerine: sarımsaklı yoğurt dökülerek servis edilir.
Ağrının kendine özgü başka bir yemeği de: Abdigor köftesidir. İçli köfteye benzer. İlin en tanınmış yemeğidir. Yağsız, sinirsiz, kemiksiz sığır eti, çok az miktarda soğan, bir adet yumurta ve baharatlardan yapılır.
Hamur haline gelen et, soğan ve su katılarak elle çırpılır. Çırpıldıktan sonra, bir saat dinlendirilen köfteler, pilav üzerine konularak servis yapılır.
Diğer öne çıkan yemek: sahan kebabı. Sahanda, iki lavaş arasına, kuşbaşı et konularak pişirilir.
Bu arada: Ağrı ilinde, mutlaka gözünüze çarpacaktır, çok miktarda: gayet küçük mekanlardan oluşan, çorbacılar var. Her sabah: İlin yerlileri, erken saatlerde açılan bu çorbacılarda, kahvaltı yaparlar.
Siz de deneyebilirsiniz, gerçekten lezzetli çorbalar var, özellikle: paça-işkembe çorbası. Özellikle: soğuk kış günlerinde muhteşem güzel.
Son olarak: gerek tatmak ve gerekse satın almak suretiyle, mutlaka denemenizi önereceğim: beyaz bal var. Türkiye’nin en güzel çiçek balı, burada elde ediliyor.
Bin bir renk ve çeşit kokulardaki yayla çiçeğinden elde edilen bembeyaz balın tadına doymak mümkün değil.
Özellikle: Aladağ ve Sinek yaylalarının balı meşhurdur ve şifalı olduğuna inanılır. Bu bal: mideye kuvvet verir, midedeki fazlalıkları dışarı atar. Sindirimi kolaylaştırır, sindirim organlarının düzenli çalışmasını sağlar.
Hazmı gerektirmediği için, kolayca kana karışır. Ayrıca: kansızlığı ve zaafı giderir. Hastalıklardan yeni kalkmışlara, kuvvet verir.
HEDİYELİK-ALIŞVERİŞ
TİFTİK ÇORABI
Koyun ve keçilerden elde edilen yün ve tiftik: yöresel işleyiş biçimiyle, giyim eşyası olarak değerlendirilir. Bunların en önemlilerinden birisi: tiftik çoraplarıdır. Tiftik, kış başlarında; keçilerin, özel taraklarla taranması şeklinde elde edilir.
Elde edilen tiftik: yıkanıp temizlendikten sonra iplik haline getirilir. Bundan: renkli ipliklerle, çoraplara desenler verilir. Evet, yöreye gittiğinizde, bu tiftik çoraplarından alabilirsiniz.
NAZARLIK VE ÜZERLİK
Bunlar: mısır, arpa taneleri ve üzerlik otunun dizilmesiyle elde edilen, duvar süslemeleridir. Gerek inanç bakımından ve gerekse süsleme tekniği ve anlayışı olarak, bölgenin kültürel özelliklerini yansıtır.
Ayrıca: turistik değer taşır. Üzerlikler: genellikle köylerde, evlerin duvarlarını süsleyen ve ayrıca nazardan koruduğuna inanılan eşyalardır.
Sizde; özellikle nazardan korunması özelliğini dikkate alarak, yöreden üzerlik alabilir ve evinizin güzel bir köşesine asabilirsiniz.
AĞRI GEZİLECEK YERLER
BALIK GÖLÜ
Ağrının kuzeyinde, Kars sınırındaki, Sinek yaylasında, bir lav seti gölüdür. Gölün suyu tatlı ve temizdir. Sazan balığı ve ünlü kırmızı pullu (kızıl alabalık) alabalığı vardır.
Bu alabalık: elbette aklınıza ilk gelen olduğu üzere: gayet güzel tadı nedeniyle yeniliyor.
Ama: büyük olasılıkla, genel olarak bilinmeyen bir uygulama daha var. Bu alabalık: kırık-çıkık tedavisinde: ilaç olarak kullanılıyor.
Öyle ki, söylenenlere göre: bu alabalık, yapıştırıldığı yerde bulunan kemikler üzerinde, muhteşem bir yumuşatıcı etki yaratıyormuş ve böylece: kırık-çıkık olaylarında, tedavi edici bir ilaç olarak kullanılıyormuş.
Yozgat çevresinde de, alabalık ile, bu tür tedaviyi duymuştum. Zaten: balık gölünde araştırma yapan Avusturyalılar: göldeki alabalığı gördüklerinde, “bu endemik bir alabalık alt türü” sonucuna varmışlar.
Aslında: bu göldeki alabalık, Abant alabalığı ile aynı türden. Diagnostik (pul sayıları, solungaç dikenleri, omur sayıları) ve morfolojik yapıları: Abant alabalığı ile, neredeyse aynı ve onun gibi siyah benekli ve aynı desenli.
Gölün çevresindeki buz gibi kaynaklar: Anadolu’nun en güzel sularıdır. Doğu Anadolu’nun Abant’ı sayılır.
Göl: doğal bir güzelliğe ve sade bir manzaraya sahiptir.
Deniz seviyesinden: 2241 metre yüksekliktedir. Yurdumuzun, en yüksekte oluşmuş gölüdür. Alanı: 34 km. karedir. Derinliği: 100 metreyi aşar. Gölün güney kıyısında: plaj tesisleri ve turistik tesisler var.
Balık gölüne en kısa yol: Taşlıçay üzerinden çıkan 26 km. lik yoldur.
Gölün kuzey tarafında: üzerinde tarihi kalıntılar bulunan, 4 dekar genişliğinde bir ada var. Adaya: motorlu ve kürekli kayıtlarla gitmek mümkün.
DAMBAT ÇERMEĞİ VE MADEN SUYU
Ağrı’ya 5 km. uzaklıkta, Dambat köyündedir. Murat nehri kıyısındadır. Yerden fışkıran su: kükürtlüdür ve her yıl yer değiştirmektedir.
Ayrıca: kapaklı bir yerde kalınca, zehirlenme yaptığından, sabit bir havuz içine alınmamıştır.
Yara, çıban, sivilce gibi deri hastalıkları ve romatizma için şifalıdır.
Ayrıca: maden suyu kıvamındaki kaynak suyu: böbrek, bağırsak ve mide hastalıklarına iyi gelmektedir.
KIRIK KÖPRÜ
Kırık köprü ve civarındaki: Körçay; yerli halk tarafından, piknik ve dinlenme yeri olarak kullanılıyor. Çocuklar: ayrıca, çaya girip yüzüyorlar. Özellikle: karayolu ile seyahat edenler: Ağrı Havaalanının, hemen yakınında bulunan bu çeşmeden su içmeden, geçmezler.
AŞAĞI KÜPKIRAN
Burada: kayak tesisleri var. Küpkıran köyü arazisinde: beybi lift kayak tesislerinin kurulmuş. Burada: Türkiye Kayak Federasyonunun faaliyet programında yer alan: Kayaklı koşu yarışmaları yapılıyor.
KÜPKIRAN-HARABEGÖL KALESİ
Merkez ilçeye, 20 km. uzaklıktadır. Yukarı Küpkıran ve Güneysu köyleri arasındadır. Kale: büyük blok taşlardan yapılmıştır. Mazgalları var. Ancak: kalenin, bir deprem sonucu battığı ve oluşan çukura, su dolduğu için, bu adın verildiği sanılmaktadır.
Karakoyunlular zamanında, 250 haneli bir yerleşim yeri olan buranın; Yezidi ve Ermeniler tarafından işgal edildiği ve bunun üzerine, Türkler tarafından, savunma amaçlı olarak bu kalenin yapıldığı sanılmaktadır.
Ancak: kaleyi kimim ve hangi tarihte yaptırdığı bilinmiyor. Günümüzde ise: yıkık durumdadır.
Birkaç kez gittiğim ve kaldığım bu şirin beldede: evlerin bulunduğu yerden açtığınız her pencereden, sanki Ağrı Dağı üzerinize yıkılacakmış gibi, bütün haşmeti ile görünür.
Niye? Çünkü: Ağrı dağı; dümdüz bir arazide birden yükselen bir dağ. Bu yüzden: görüntüsü çok muhteşem. Sanki bir duvar gibi yükseliyor.
Yalnızca: İshakpaşa sarayında, sarayı yaptıranlar, bu dağı görmekten sanırım o kadar bıkmışlar ki, koca sarayın hiçbir penceresinden, hemen dibinde bulunan Ağrı dağı görünmüyor, sanki inadına bir tutum.
Evet: sizde, bu beldede bulunduğunuz sürede, her daim Ağrı dağını görecek ve bu muhteşem manzaraya alışamayacaksınız.
Bunun yanında: Doğubayazıt elbette yalnızca bunlardan ibaret bir yer değil. Doğubayazıt’ta: gezip, alışveriş yapabileceğiniz, vitrinlerinde birçok yabancı orjinli ve değişik malları bulabileceğiniz dükkanların bulunduğu pasajlar var.
Bu pasajlarda: özellikle, yurt dışı kökenli, çok değişik objeler görebilirsiniz ve satın alabilirsiniz. Tabii fiyatları bilmeniz ve malın kalitesini iyi yorumlamanız lazım, malum günümüzde artık bu tür dış menşeili mallar her yerde satılıyor.
ULAŞIM
Doğubayazıt: Ağrı il merkezine; 97 km. uzaklıktadır. Aradaki bu yol, gayet düzgün ve geniş. Çünkü: burası, aynı zamanda; yani bu yol: Türkiye-İran transit karayolu. Evet: Doğubayazıt’ın diğer yerlere uzaklıkları şöyledir. Doğubayazıt-Van arası uzaklık: 175 km. Doğubayazıt-Iğdır arası uzaklık: 45 km. ve Doğubayazıt-Erzurum arası uzaklık: 295 km. dir.
GENEL
Ağrının, en eski, tarihi ve gelişmiş ilçesidir. Kendi adını taşıyan ovanın güney doğusunda kurulmuştur. Denizden yüksekliği: 1900 metredir. İlçe: Iğdır gibi, Doğu Anadolu’nun iklim adacığıdır. Yazları: sıcak ve kurak, kışları ılık ve az kar yağışlıdır. Yağmur mevsimi: ilkbahar ve sonbahardır.
TARİHİ
İlçe, uzun süre Urartuların egemenliğinde kalmıştır. Ancak: 625 yılında, Aras kıyılarına gelen, Hazar Türkleri, bölgedeki egemenliği ele geçirirler. MÖ.250 yıllarında ise: Persler ve Romalılar arasında; egemenlik çatışmaları görülür.
1064 yılında: Ağrı ve çevresi ile birlikte: Beyazıt’ta, Bizanslılardan alınarak, Selçuklulara bağlı, Anışedatları Beyliğine verilir. 1231 yılında, Timur istilası görülür. 1239 yılında ise, Cengiz han egemenliği görülür.
1374 yılında: Celayırlı Şehzade Beyazıt Han: bölgeye gelerek, Aras boyuna saldıran Karakoyunlu hükümdarı Bayram Hoca ordusuna karşı; günümüzdeki Beyazıt Kalesini yaptırır. İlçenin isminin, Beyazıt Han’dan geldiği sanılmaktadır.
Yavuz Sultan Selim; Çaldıran’da, Kanuni Sultan Süleyman Tebriz’de ve 4.Murat: İran’a giderken: Beyazıt’tan geçerler. Çaldıran Savaşından sonra; Osmanlı yönetimine geçen Beyazıt, daha sonra İran baskısına uğrar.
Ancak: daha sonraki dönemde, bölge yine Osmanlı egemenliğine girer. 1744 yılından sonra, Erzurum eyaletine bağlanır ve eyaletin 4. sancağı olur.
Bu dönemde: bölge, İstanbul’dan atanan sancak beyleri tarafından yönetilir. Bunların en ünlüsü ise: İshak Paşa’dır.
İshak Paşa: 1776-1798 yılları arasında, Beyazıt’ta, Sancak beyi beyliği yapar. Şehrin doğusundaki bir tepeyi yontma taş ile çevirterek, içine İshak Paşa camisi, saray, hamam, külliye medresesi ve diğer bölümleri yaptırır.
1805 yılında: Napoleon Bonaparte tarafından, elçi olarak, İran’a gönderilen “Amedee Jaurbert” bu sarayla, aylarca hapis kalır.
Takip eden tarihi süreçte: Ruslar; ilk olarak, 1828 yılında, Beyazıt’ı ele geçirirler. Ancak: 1878 tarihinde Berlin Antlaşması ile, Beyazıt’tan çıkarlar ve bölge, yeniden Osmanlı egemenliğine girer.
NE YENİR
Burada: Türkiye’de, başka bir yerde, benzerini bulamayacağınız bir lezzet var. İsmi: Abdigör köftesi. İri bir portakal büyüklüğündeki bu leziz köftelerden mutlaka tadın.
KEREM İLE ASLI EFSANESİ-KEŞİŞ BAHÇESİ
Kerem ile Aslı’nın: birbirini görüp aşık olmaları, Doğubayazıt ile İshak Paşa Sarayı arasındaki Keşiş Bahçesinde olmuştur.
Ayrı dinlerden oldukları için evlenemeyen iki gencin aşkı: acı sonla biter. Burası: vaha görünümlü, büyük bir konaklama yeridir.
Aslı’ya kavuşamayan Kerem; çektiği bir “Ah” ile tutuşup; kül olur: Bu külün başında: günlerce bekleyen Aslı’da: külü; saçı ile süpürürken, tutuşup yanar ve külleri birbirine kavuşur.
AĞRI DAĞI
Dağ: küçük tepeler meydana getirmeyip, aniden yeryüzünden gökyüzüne doğru yükseldiğinden: muhteşem bir görünüme sahiptir. İnsanın karşısında, heybetle durması ona doğal bir güzellik kazandırır, bu tabiat harikasını doyulmaz bir manzara yapar.
Ama: gözlerimizi zirvesine diktiğimiz ama bayrağımızı zirvesine bir türlü dikemediğimiz, uzun bir aradan sonra dikmeyi becerebildiğimiz bir dağ. Tabii, yabancılar, bunu birden yüzyıl önce başarmışlar. Sonra: biz gidip, zirveyi geri almışız.
Evet: Ağrı dağı: Ağrı il merkezine, 115 km. uzaklıkta ve Doğubayazıt ilçe merkezine ise: 15 km. uzaklıktadır. Volkanik bir dağdır. 5137 metre yüksekliği ile, Avrupa’nın ve Türkiye’nin en yüksek dağıdır.
Nuh Tufanından sonra, Nuh’un gemisine ev sahipliği yapmasından dolayı, efsanevi özelliği olan bir dağdır. Dağ: İran’ın 16 km. batısından, Ermenistan’ın ise 32 km. güneyindedir.
Dağın çevresi: 128 km. dir. Yüzölçümü ise: 1188 km. karedir. Geniş bir taban üzerine oturmuştur. Aslında: dağ, iki koni biçimindedir.
Büyük Ağrı dağı: 5137 metre iken, Küçük Ağrı dağı: 3896 metre yüksekliktedir. Bu iki kütle; birbirinden, 2700 metre yükseklikteki, Serdarbulak geçidinde ayrılır.
Dağ
Bir sünger gibi, kendi suyunu kendi içine çekerek emer. Dağın emdiği suların bir kısmı: Serdarbulak, Yakup, Örtülü ve Topçatan kaynakları ile dışarı çıkar. Ancak: yarık bulamayan kar suları, dağın eteklerine doğru akar.
Dağın zirvesinde, Ağustos ayında bile, ısı: eksi 6 dereceden aşağı düşmez. Yaz mevsiminde, sıcak günlerde, normal ısı, sıfırın altında 6 ile 10 derece arasında olur.
Ağrı dağında: 4000 metre rakımdan itibaren, sürekli kar başlar. Dağın, doruk kesimini de, bu buzul takkesi kaplar. Genişliği 12 km. kareye varan buzul, aynı zamanda Türkiye’de mevcut az sayıdaki buzullar arasında, en büyük olanıdır.
Eteklerinde: yaban keçisi, geyik, ayı, domuz, kurt, tilki, sansar, kunduz, samur, tavşan, keklik ve sayısız av kuşları bulunur.
Ağrı dağı: çok taşlık, kayalık ve saklanası ve çevreyi gözetlemesi kolay olduğundan: bazen de kaçak ve asilerin sığınma yeri olmuştur.
AĞRI DAĞININ ÖNEMİ
Ağrı dağının: Türk ve dünya kültüründe, özel bir yeri vardır. Ermeniler burayı kendi ülkelerinin merkezi olduğunu iddia ederler.
Yahudi kutsal metinlerinde ve Hıristiyanlıktaki Nuh’un gemisinin, bu dağa indiği inancı: Ağrı dağının gerek siyasi ve gerekse dini yönden önemini arttırmaktadır.
Ağrı dağına verilen isimler şöyledir: Türkler tarafından: Eğri dağ, Ağrı dağı. Kire dağı.
Ağrı dağına ilk çıkış: Nuh’un gemisini araştırmak üzere: 9 Ekim 1829 tarihinde, Frederic Von Parot tarafından yapılır.
Ağrı dağına tırmanış derken: bizim ülkemizde, dağ tırmanışı uzun yıllar ilgi çekmemiş. Bu işi de: hep yabancıların gerisinden izlemişiz.
Ama, yine de dağcılık yapan, ilk tırmanışı gerçekleştiren biri var.
Hem de, 30 Temmuz 1902 gibi, bayağı eski bir tarihte.
Bu tarihte; Prof.Ali Vehbi Türküstün; Fransız arkadaşları ile, Alp Dağlarında, Mont-Blacak tepesine tırmanmış ve bayrağımızı, tepelerin zirvesine dikmiş. İşte: ilk tırmanış, ilk dağcımız.
Evet, biz yine Ağrı dağına dönelim. 1916 yılında bir Rus pilotu olan Viladimir Roskovski: dağın kuzey doğusunda, gemi kalıntısı gördüğünü Rus çarına iletir.
Rus çarı da, bunun üzerine, bir heyet gönderir, ekibin çektiği resimler ve bulunan parçalar: daha sonra kaybolmuştur.
1936 yılında; Yeni Zelandalı dağcı H. Knight, dikdörtgen kalas parçaları gördüğünü söyler.
Cumhuriyet dönemine kadar
Ağrı dağına çıkanlar arasında, Türk ismine rastlanmaz. İlk kez: 1934 yılında: Ağrı civarında bulunan: Hudut Dağcılık Tugayımız, Ağustos ayında dağa çıkmayı başarmıştır. 1940 yılında, dağa eğitim amacıyla çıkan Tugayımız: Atatürk’ün büstünü ve bayrağımızı: 5156 rakımlı tepeye dikmiştir. 1937 yılında: o tarihte, Ağrı’da binbaşı olarak görev yapan Cevdet Sunay (5.Cumhurbaşkanı) ile 15 subay ve 15 er; tepeye çıkmayı başarmışlardır.
Takip eden dönemde: 29 Temmuz 1968 yılında: Albay Turhan Selçuk başkanlığında, 18 subay, 16 astsubay ve 113 erden oluşan: Dağ Taburu, Ağrı dağının doruğuna tırmanmıştır.
Dağa çıkış için, en uygun zaman: Ağustos ve Eylül aylarıdır. Çıkış ve iniş, asgari 4 gün sürer. 2000 yılında, kısmen de olsa, turizme açılan Ağrı dağını, birçok yerli ve yabancı turist tırmanış gerçekleştirmiştir. Bu tırmanışların programı hakkında: kısa bilgi vermek istiyorum.
Önce: Ağrı’ya varış ve Doğubayazıt’a geçiş. Burada: geceleme. İkinci gün: erkenden, dağa hareket. Hedeflenen ilk kamp yüksekliği: 3200 metrede. Dağın bu bölümü: az eğimli ve çok derin karlı alanları içeriyor.
Üçüncü gün: hedef 4200 metre yükseklikteki kamp alanına ulaşmak. Dördüncü gün: hava koşullarına göre, zirveyi denemek söz konusu olabilir. Ancak: koşullara göre, 4750 metre yükseklikte, üçüncü bir ara kamp yapmak da mümkün. Bunu hava raporlarına göre planlamakta yarar var.
Evet: beşinci gün, zirve denemesi için, yedek gün. Eğer zirve yapılırsa, ara kamp: 4750 metrede. Altıncı gün: olumsuz hava koşullarına bağlı olarak yedek ayrılan bir gün. Yedinci gün: 1700 metreye iniş ve Doğubayazıt’a dönüş.
Yani: Ağrı dağı tırmanışı: asgari dört gün, azami yedi günde tamamlanabilir.
Yalnız: daha önce söylediğim gibi, Ağrı Dağına tırmanışı, politik hale getirenler var. Bir gurup Amerikalı öğrenci, 2006 yılında, Ağrı Dağına yaptıkları tırmanışta: zirveye vardıklarında; Ermeni bayrağı açıyorlar. Sanırım: Ermenistan’da, böyle bir durum olsa, Türk Bayrağı açılsa, bayrağı açanları da, bayrağı da paramparça ederler.
Bizimkiler ne yapmış?
Hiç, yalnızca, dağa çıkışlara kısıtlama getirilmiş, daha doğrusu dağa çıkış için “Mit” oluru alınması şart koşulmuş.
Yani: Milli İstihbarat Teşkilatı: dağa çıkmak isteyenlere, temiz kağıdı veriyor.
Niye? Çünkü: Ağrı Dağına tırmanmak isteyen yabancı kökenlilerin yoğunluğunu Ermeniler oluşturuyor.
İSHAK PAŞA SARAYI
Bir yıl içinde: 120.000 turist tarafından ziyaret edilen bir yer. Bu nedenle: özellikle bahar ve yaz dönemlerinde: Doğubayazıt’ın her cadde ve sokağında; yerli ve yabancı turist görmek mümkün. İstanbul Topkapı Sarayından sonra, son dönemlerde yapılmış teşkilatlı sarayların, en ünlüsüdür.
Yani: Osmanlı imparatorluğunun, Lale devrindeki son büyük anıt yapısıdır. 18.yüzyıl, Osmanlı mimarisinin en belirgin ve seçkin örneklerinden olduğu kadar, sanat tarihi yönünden de değeri büyüktür. Sarayın Harem Dairesindeki kitabesine göre: yapılış tarihi: 1784 yılıdır.
Sarayı yaptıran: Çıldır oğullarından, II. İshak Paşa’dır. Aslında: yapının yapımına: 1685 yılında: Doğubayazıt Sancak Beyi Çolak Abdi Bey zamanında başlanmışsa da, son şekli: 1784 yılında: oğlu İshak Paşa döneminde verilmiştir. Yani: Saray yapımı: 99 yılda tamamlanmıştır. Mimarı: Ahıskalı ustalardır. Yerden ısıtmalı sistemiyle, dünyada bir ilktir. Ayrıca: su ve kanalizasyon sistemleri de bulunmaktadır.
Ağrı dağının yakınında, Doğubayazıt’ın 5 km. güneydoğusundadır. I. Dünya Savaşına kadar, Beyazıt Sancağı, bu saraydan yönetilir. Ruslar, bölgeyi işgal ettiklerinde: bu sarayı, karargah ve kışla olarak kullanmışlar ve dönüşlerinde, sarayın değerli tüm eşyalarını çalmışlardır. Ayrıca: Sarayın tüm önemli yerleri, kasten tahrip edilmiştir.
Sarp kayalar üzerinde
7600 m. karelik (115 x 50 metre) bir alan üzerine kurulmuştur. Yapının: üç tarafı (kuzey, batı, güney) dik ve meyillidir. Yalnızca: doğu tarafından, müsait bir düzlük vardır.
Sarayın giriş kapısı da buradadır. Burası: aynı zamanda, sarayın er dar cephesidir. Kesme taştan yapılmıştır.
Kartal yuvasını andıran 116 odalı bu saray, aslında türbesi, camisi, surları, iç ve dış avluları, divan ve harem salonları, koğuşları ile bir bey kalesidir. Ancak: kalelerin özelliklerini kaybettiği, ateşli silahların bulunduğu bir dönemde yapılmış olması nedeniyle, özellikle doğu yönündeki tepelere karşı: korumasızdır.
Özellikle: cümle kapısı, en korumasız yerdir. Ancak: bu kapı bölümü: taş işçiliği ve oymacılığı açısından, muazzamdır. Bu süslemeler: Selçuklu sanatının özelliklerini yansıtır.
Saray: 2 avlu ve bu avlularda bulunan yapılardan oluşur.
Birinci avlu: buradaki yapıların bazıları yıkılmıştır.
İkinci avlu: dört tarafı, yapılarla çevrilidir ve dikdörtgen planlıdır. Girişe göre: sağ tarafta: selamlık ve onun arkasında: haremlik bölümleri var. Bunların sonunda: cami ve türbe var. Türbe: Selçuklu kümbet mimarisi üslubunda yapılmış.
Saray bölümü: 2 kattan oluşuyor. 366 oda da, bu iki kat içinde bulunuyor. Her odada: taştan yapılmış ocaklar ve dolap yerleri var. Taş duvarlardaki boşluklar: bütün yapının merkezi bir ısıtma sistemine sahip olduğunu gösteriyor.
CÜMLE KAPISI
İshak Paşa Sarayının; en gösterişli yeridir. 11. sütunludur. Cümle kapısında: süs unsuru olarak, taban oyuğu üzerinde, kabartma yapraklarla süslü madalyonlar var. Kapının iç cephesi, bir tarafında çeşme ve diğer tarafında kapıcının oturduğu kulübe ile avluya açılır. Klasik Türk çeşmelerinden olan bu çeşme, halen akmaktadır.
Ancak: gittiğinizde göreceğiniz üzere: halen Sarayın kapısı yok. Kapının bulunduğu yer var, ama orijinal kapı yok. Duyduğuma göre: bu orijinal kapı: o kadar muhteşem bir sanat eseri imiş ki; işgal yıllarında; Ruslar tarafından çalınarak, kendi ülkelerine götürülmüş.
Kim bilir hangi müzenin deposundadır şu an. Truva’dan çalınan hazine gibi, gün gelir, bir Müzede sergilemeye başlarlar, bizim geri verin seslerimize ise, asla ve asla kulak asmazlar. Çaldıkları eserlerin asıl sahipleri gibi hareket etmeye alışıktırlar. Evet: 13 x 6.5 metre ebatlarında olduğu bilinen, som altından yapılan kapının: St. Petersburg’daki Hermitage Müzesinde bulunduğunu öğrendim.
SARAY CAMİİ
Harem ile selamlık arasındadır. Camiye: Selamlık bölümünden, büyük bir ustalıkla yapılmış, sanat eseri sayılabilecek bir kapıdan giriliyor. Manevi bir korkudan olsa gerek: Sarayı tahrip edenler, camiye dokunmamışlar. Ama: kurşun ve madeni çemberlerini söküp götürmek maksadıyla, caminin son cemaat yerindeki ve harem kısmındaki iki direği yıkmışlar. Kimin yıktığını sanırım tahmin edebiliyorsunuz, Ermeniler.
Caminin içinde bulunan mihrap: derin bir niş teşkil ediyor. Mihrabın yanında: minbere çıkılıyor. Caminin kubbesi: içten sıvalı, ayrıca üst kısmında, oldukça yüksek bir tanbur var. İçten: kubbenin sıvaları üstüne: ağaç ve çiçek tasvir eden, rokoko tarzı, işlemeler görülüyor. Caminin kubbesi çok muhteşemdir. Kubbenin çevresinde, rahatça dolaşmaya müsait bir de teras bulunuyor.
Cami minaresi: başlı başına bir anıt görünümündedir. Yapılış tarzı: tamamen Türk üslubu olup, kaidesi kare planlıdır. Alttan, üste doğru, sekiz köşeli bir durumdan, yuvarlak bir gövdeye geçiliyor. Açık krem ve kırmızı ahlat taşla örtülmüş petek petek şerefe olup, şerefe korkuluğunun inceliği minarenin kalın olan havasını değiştiriyor. Taş örgülü külah üzerine tunç bir amblem bulunuyor. Minareye: içten: 92 basamak ile çıkılıyor.
HAMAM
Hamam: iki gözlüdür. Bunlardan birisi yıkanma yeri, diğeri ise giyinme yeridir. Her ikisinin de üstü kubbelidir. Kubbenin orta tavanları çökmüştür.
SELAMLIK DAİRESİ
Bu bölümün, çok az kısmı günümüze ulaşmıştır. İkinci avlunun sağ tarafında bulunan cami ile bitişik, harap bölgeler kalmış. Bu bölüme: avlunun sağ tarafında bulunan güzel bir kapıdan giriliyor. Yedi basamaklı bir merdiven ile çıkıldıktan sonra: üzeri tonozlu, uzunca bir hole geliniyor.
Buradaki: salonun uzunluğu: 18 metre. Bu dairenin en ilginç kısmı: cumbalı köşkün bulunduğu yer. Bu kapıdan kalabilmiş ve yerinde bulunan, 4 ahşap konsol: Urartulardan kalma kalıntılara bakacak bir şekilde yerleştirilmiş. Bu konsolların üst kısmında: bir kartal tasviri, alt tarafında bir insan baş ve gövdesi, ortasında ise: bir aslan var.
Ahşap konsolların bulunduğu yer itibarıyla: Tanrının, tüm yeryüzü ve gökyüzünün sorumluluğunu, insana yüklediği düşüncesinin yanı sıra, figürlerden, insan: aklın üstünlüğünü, aslan: gücü, kartal ise: yırtıcılığı ve hava hakimiyetini simgeliyor.
MERASİM VE EĞLENCE SALONU
Dikdörtgen planlıdır. Üç kısma bölünmüştür. Çevre duvarları: süslü nişlerle kaplıdır. Nişlerin üstünde: saray ahalisini öven kitabeler var. Salon: ışığını, tavandan alıyor. Burası: aynı zamanda, Paşa’nın kabul salonu. Bu salonda: plan ve mimari olarak: Barok ekolunun özellikle kullanılmış.
Divan salonu: 20 x 3 metre boyutlarında. Duvarları ve tabanı: taş. Duvarları: Türk hat sanatının örnekleriyle, sülüsle yazılmış ayet ve beyitlerle süslü. Burada bulunan “İshak meram üzerine kerem kıldı cihanı-Bin yüz doksan dokuz buna oldu tarih” beytinden, sarayın 1784 yılında tamamlandığı anlaşılıyor.
TÜRBE
Sarayın ikinci avlusunda, caminin, kıble duvarının dışındadır. Türbenin: İshakpaşa’nın: anne ve babasına ait olduğu söylenir. Diğer bir söylentiye göre: Çolak Abdi Paşa ve İshak Paşanın ve yakınlarının da burada yattığı söylenir. Türbenin: en ilginç yanı: mezar odasına girişi sağlayan sahanın üstündeki kümbettir. Kümbet: az da olsa Selçuklu kümbetlerini andırır.
Kaidesi: kesme, siyah taştan olup, diğer kısımları krem rengi kalker taşındandır. Cephe: Barok sitildendir. Süslü kitabelerin yanı sıra, oyuk içlerinde, vazolardan çıkan çiçekli dallar, zengin ve gösterişli bir görünüm vermektedir. Dik bir merdivenle, türbenin mezar odasına inilir.
AŞEVİ-MUTFAK (DARUZZİYAFET)
100 metre karelik bir yerde kuruludur. Çatı örtüsü: dört büyük kemerin karşılıklı kurulması ile oluşmuştur. Geniş saha içinde: güneye bakan iki pencere var. Diğer yönlerdeki duvarlarda ise: kapılar ve bir yemek ocağı bulunuyor. Aşevinin yanında, haremin banyoları, buradan da haremin salon ve odalarına geçiliyor.
HAREM DAİRESİ
Sarayın: kuzeyden bir kısmının ve batı kısmının tamamını kapsayacak şekilde, harem odaları sıralanır. Odalar: günümüzde, kalıntıları ile, 2 katlı bir görünüm gösterir. Ancak: iç kısmı fazlaca yıkık olduğundan dolayı, zemin kattaki bölümler görülebilir. 12 odanın hemen hepsi aynı biçimdedir. Her birinin: dış manzaraya bakan iki penceresi ve bunların arasında, birer şömine var.
Son olarak: bu kültür hazinemizin korunması için: gerekli çabaların gösterildiğine tanık olmak gerçekten çok güzel. İshak Paşa Sarayının üstü: 7000 metre çapında, temperli camla kaplanmış. Sarayı: kışın kardan ve yazın güneşten koruyacak bu örtüyü yapanları; tebrik etmek gerek.
Sarayda: günümüzde, çeşitli kültürel etkinlikler de düzenleniyor. Örneğin: 23 Haziran tarihinde, ünlü filozof “Ahmed-i Hani” anılmış. Ayrıca: İbrahim Çeçen Üniversitesi tarafından düzenlenen “Ahmed-i Hani” paneline: TBMM Başkanı, bakanlar ve bölge milletvekilleri katılmış. 7 Ağustos tarihinde ise: Ağrı Dağı Uluslar arası Kültür ve Sanat Günleri düzenlenmiş. Bu etkinlikte: 42 kişilik sanatçı topluluğu ve 12 kişilik koro ile: Carl Off’un ünlü eseri “Carmina Buruno” sahnelenmiş.
DOĞUBAYAZIT KALESİ
İlçenin, 8 km. doğusundadır. Eski Beyazıt’ın, kuzey doğusundaki: Belleburç denilen yerde, kayalıklar üzerinde bir kaledir. Günümüzde, yıkık durumdadır. Yapım tarihi, bilinmemektedir. 14.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.
Kaledeki: Urartu mezarları ve antik çağlardan kalan kalıntılar, buranın antik kent olduğunu göstermektedir.
Konumu nedeniyle, tarih boyunca önemli bir kale olarak kalmıştır. Günümüzde görülen kale yapısı: 1358-1382 yılları arasında; bölgede egemenlik kuran Celayir Devletinin ikiye bölünmesi üzerine, Doğubayazıt yöresinin kendisine verildiği: Şehzade Bayezid tarafından, 1374 yılında, Karakoyunlu hükümdarı Bayram Hoca’nın saldırılarına karşı koyabilmek için restore ettirilir. Bunun üzerine, eski kaleye “Beyazıt Kalesi” adı verilir.
İshak Paşa Sarayı, kalenin güneyindedir.
BAYAZIT ESKİ CAMİSİ
Kalenin güney eteğindedir. Padişah I. Selim tarafından yaptırılmıştır. Caminin yer aldığı vadi yamacı düzeltilerek, duvar örülmek suretiyle bir teras oluşturulmuş ve üzerine bu cami yapılmıştır.
Kesme taştan yapılan cami: 15 x 15 metre boyutlarında, kare planlı ve tek kubbelidir. Kubbe: 11.50 metre çapındadır. Sonradan yıkılan, beş gözlü cemaat yeri ve bir minaresi vardır.
AHMEDİ HANİ TÜRBESİ
Caminin, 200 metre yukarısındadır. Doğubayazıt merkezine: 8 km. uzaklıktadır. Mistik bir havası vardır. Bölgede en çok ziyaret edilen türbedir.
Peki: Ahmedi Hani kimdir?
Ahmedi Hani, Ağrı yöresinin çok önemli; şair ve filozoflarındandır. 1651 yılında doğmuştur. Doğu Anadolu’nun birçok bölgesini dolaşarak, Arapça, belagat ve dini ilimleri okumuş, ayrıca astronomi ile ilgilenmiştir. İshak Paşa Sarayı Camisinde dersler verdiği söylenir. Aynı zamanda: İshak Paşa’nın katibi olarak da bilinir.
Halk arasında: “veli” olarak kabul edilen Ahmedi Hani’nin, Doğubayazıt’ta, İshak Paşa Sarayının yanında bulunan türbesi, halen ziyaret edilmektedir. Doğubayazıt’ta: onun adına yeminler edilir.
BUZ MAĞARASI
Küçük Ağrı Dağının: güney eteğindeki, Hallaç köyünün, yaklaşık 3 km. kuzey doğusundadır. Doğal bir anıt mağaradır. Uzun eksenli ve elips biçiminde, yaklaşık 100 metre uzunluğunda, 50 metre genişliğinde ve 8 metre derinliğinde, elips biçimli bir çukurdur.
Mağaranın ağzı: esas çukura göre, biraz yukarıda kalır. İçinde: bazalt lavlar, kayalar ve bu kayaların üzerinde saf ve temiz suların donmasıyla oluşmuş, buz tabakaları var. Kayaların üzerinde, renk renk görünen temiz buz tabakaları, sarkıt ve dikitleri olan buz mağarası, mevsimlere göre, değişken bir havaya sahiptir.
Kışın: fazla soğuk olmayan buz mağarası: hava akımının etkisiyle, yukarıdan damlayan suları dondurarak, buza çevirir. Doğubayazıt ilçesinin en sıcak bölgesinde, böylesine geniş bir çukurda, dışarıdaki havadan tam bir zıtlık oluşturan mağara içinde, buzdan sarkıt ve dikitler, insanı hayrete düşürüyor. Mağara ağzından süzülen güneş ışığı, mağara içindeki buzlar üzerinde ışık oyunları yaratıyor.
Mağara içinde: kuşların yuva yapması, şimdiye kadar mağara içinde kimsenin etkilenmemesi ve devamlı buzlu su alınması, hava bileşiminin zehirsiz olduğunu göstermektedir.
Yöre halkının buzluk olarak adlandırdığı bu mağara: çevresindeki yerleşimlerin su ihtiyacını karşılamaktadır. Işık tutulduğunda: kristal gibi parlayan ve renkten renge giren buz parçaları, görenleri hayretler içinde bırakıyor.
Mağaranın en önemli özelliklerinden biri de: yazın soğuk, kışın sıcak olmasıdır. Kapısında: sürekli sıcak ve soğuk hava akımı bulunuyor.
NUH’UN GEMİSİ
Ağrı dağının, güney karşısındaki Şürbahar (Telçeker) ile Üzengili (Meşar) köyleri arasında: doğal bir anıttır. Aslında bu anıt: gemi biçimli bir şekil (silüet) dir. Türkiye-İran transit yoluna 3.5 km. uzaklıktadır.
11 Eylül 1959 günü, Harita Yüzbaşı İhsan Durupınar: doğu bölgesinin, havadan çekilmiş foto-metrik haritalarını incelerken, ilginç bir resim bulur. Resim, bütün dünyayı ilgilendirmektedir. Bunun: Nuh’un gemisi olma ihtimali vardır. Bu tarihten sonra, Ağrı dağı ve Telçeker köyü üstünde, gemi aramaları hızlandırılır.
Aslında burası heyelan bölgesidir. Sonuçta, resimde görülen görüntünün: Nuh’un gemisinin karaya oturduğu yer mi, yoksa heyelanın etkisiyle böyle bir görüntünün oluştuğumu olduğu hakkında, net karar verilememiştir. Şekil: Nuh’un gemisi olması kadar ilginç olması yanında, doğal bir anıt niteliğindedir.
Yerkabuğunun bir oyunu sonucu oluşsa da, yerbilimi açısından çok ilgi çekicidir. Bu şekil hakkında: öne çıkan özellikler şunlardır:
Gemi kütlesi: sürekli heyelan olan ve akıntının bütün şiddetiyle devam ettiği yamaçta olduğu halde, yerinde sabit kalmış ve şekli bozulmamıştır.
O kütlenin biçimi: insanoğlunun yaptığı ilk gemilere benzerlik gösteriyor.
Baş tarafı çok dar, ortası genişçe ve arka kısmı ortaya göre daralmış haldedir.
Boyut olarak: 165 x 50 x 13 metre ölçülerindedir.
Bu rakamlar
Kutsal kitaplarda belirtilen ölçülere uymaktadır. Çevresini oluşturan toprak malzemeye kıyasla: gemi kütlesinin malzemesi: kuvvetli bir fiziksel mukavemete sahiptir.
Gemi içinde ve yüzeyinde: üç ayrı seviye dizilmiş, eşit aralıklarla dağılmış ve fiziksel farklılıklar gösteren bölümler mevcuttur. Geminin muhtelif yerlerinde: gemi direklerini andıran, simetrik boşluk ve tümsekler vardır.
Evet: kalıntı çevresindeki toprak, yıllardır heyelan ile Telçeker köyüne kaydığı halde, geminin oturduğu toprak kütlesi, aynen kalmaktadır.
Nuh Tufanı sonucunda, karaya oturan geminin burada kaldığı öne sürülmektedir. 1983 yılından itibaren, kutsal geminin kalıntılarını arama çalışmaları hızlandırılmıştır.
Başta: James İrwin olmak üzere, Amerikalı araştırmacılar, burayı çok yönlü incelemişlerdir. Türk bilim adamları da, bu oluşumu bilimsel yönden incelemişlerdir. 1987 yılında, bölge SİT alanı ilan edilerek, koruma altına alınmıştır.
Geminin kalıntısı, kuş bakışı görecek bir yerde, turistik nitelikli bir kafeterya yapılmıştır. Evet: siz, bu kafeteryanın bulunduğu yere kadar araç ile gidebiliyorsunuz ve geminin kalıntısının bulunduğu söylenen, boş araziye, her türlü dikkatinizi vererek bakıyorsunuz, ama ilk anda kesinlikle bir gemi kalıntısı göremiyorsunuz.
Kafeterya açık ise, içeri giriyorsunuz ve duvarlardaki panolarda: resimler, yazılar, haberler ve fotoğraflar görüyorsunuz, dışarı çıkıyorsunuz, bakıyorsunuz ve hayır yine, herhangi bir gemi kalıntısı yok.
Derken: hemen kafeteryanın aşağısındaki bir köy evinden: bir kişi geliyor. Bu kişi: bu bölgede yaşayan ve uzun yıllardır gelenlere; Nuh’un gemisinin kalıntısı hakkında bilgi veriyor.
O size: geminin bulunduğu yeri, geminin baş-kıç bölümleri ve konumunu başlıyor anlatmaya ve biraz önce boş gözlerle baktığınız bölgede, gözlerinizin önünde, aniden bir gemi silüeti beliriyor.
Ama nasıl, baş bölümü, arka bölümü, aynen sanki bir gemi gövdesinin yere oturtulmuş hali, gözlerinizin önünde canlanıyor. Evet; gerçekten, dikkatli ve bilinçli baktığınızda, açık ve engebeli arazide, aynen bir gemi gövdesi kalıntısı, öylece duruyor.
FOSİL AVCILARI
Evet, Nuh’un gemisinin bulunduğu söylenen bu bölgenin öne çıkan bir özelliği daha var. Şöyle ki: Merkezi Amerika’da olan bağımsız bir kuruluşun açıklamalarına göre, Amerikalı fosil avcıları: Ağrı Dağı eteklerindeki bir yataktan, yıllardır çıkardıkları fosilleri, ülkelerine taşımışlar.
Doğubayazıt’ta bulunan fosil yataklarında: deniz yıldızları ve ender bulunan kabuklu deniz hayvanları fosillerinin bulunduğu, bu tür fosillerin müzelerce kapışıldığı söyleniyor.
Dünyanın birçok bölgesinden toplanan fosiller gibi, buradan toplanan fosiller de: internette pazarlanıyormuş. Ağrı Dağının bulunduğu bölgenin, on binlerce yıl önce, sular altında bulunduğu, bu yüzden, bölgede önemli sayıda, deniz hayvanı fosillerinin bulunduğu belirtiliyor.
Evet, ülkem, taşı toprağı altın diye ben buna derim.
METEOR ÇUKURU
Doğubayazıt’ın 35 km. doğusunda, küçük Ağrı dağının eteğinin bittiği yerdedir. İran sınırına 2 km. uzaklıkta, Gürbulak sınır kapısı ile Sarıçavuş köyü arasındadır. 1892 yılında, gökten düştüğü sanılan büyük bir parçanın, meydana getirdiği çukur, dünyada büyüklük ve derinlik olarak, Alaska’dakinden sonra, ikinci büyük meteor çukurudur.
Söylenenlere göre: bu silindirik doğal kuyu, Tersiyer kalkerlerini örten, kalın ve çatlaklı bazaltlar içinde: 100 yıl önce (1880-1885) geceleyin birden açılmış, o gecenin sabahında Gülveren Köyünün kaynak suları bulanık olarak akmıştır.
Çukurun açılması sırasında meydana gelen sarsıntı, geniş bir alanda hissedilmiştir. Çukurun iç kenarlarının: düzenli şekilde kesilmiş oluşu ve iç yüzeylerin kopma çizgileri taşıması, kuvvetli basınca bağlı bir deformasyon olduğunu ifade etmektedir.
Buna karşılık: bazı kaynaklar tarafından ise: bu çukurun: Doğubayazıt-İran transit karayolunun, İran sınır kesimine yakın bölümde; yol ile Gülveren köyü arasındaki bazalt lavlar ve bazaltlar içinde açılmış bir çöküntü çukuru (bazalt dolini) olduğu da söylenmektedir.
Ancak: yalnızca temel yapının kalker oluşunu esas alarak hareket eden bu görüşe; bütünüyle katılmak pek mümkün görülmüyor. Çünkü: bazaltik kayaçların kalınlığı yöreyi ilgilendiren stratigrafik dikme kesitlerde, 120 metreden daha kalın gözükmektedir.
Diğer yandan
Bazaltik lavların, doğal direnci, bu çaptaki dairesel çökmelere izin vermeyecek özelliktedir. Ayrıca, yöre halkının da, aynı konuda, tarihi kayıtlara geçmiş gözlemleri vardır.
Belirtilen tarihte meydana gelen yer sarsıntısının, yakın çevrede, şiddetli bir şekilde hissedilmesi bile, küçük bir bazalt dolininin, bu ölçüde sarsıntı oluşturmayacağını vurgulamaktadır.
Evet; çukurun genişliği; 35 metre, derinliği 60 metredir. Toprağa gömülü göktaşının üzeri, iç duvarlardan çöken toprak tabakasıyla örtülüdür.
Buraya gittiğinizde: çukurun kenarlarına lütfen fazla yaklaşmayın. Aslında: tel örgülerle güvenlik önlemi almışlar ama yine de, bu tellere güvenmek pek sağlıklı değil.
Evet: burada en dikkatimi çeken şey: çukurun kenarlarındaki kaya/taş bloklarının sanki bıçakla-jiletle kesilmiş gibi olması idi. Evet: çok büyük bir kütle, gökyüzünden gelmiş ve burada, taş ve kaya bloklarını sanki jiletle keser gibi, araziye gömülmüş.
Keşke: burası turistik bir alan olarak daha bilgi ve ilgi sahası olsa. Gittiğinizde göreceğiniz üzere; burada insan gören askerler; doğal olarak, güvenlik görevlerini akıllarına getirip (turizm akla gelmiyor) hemen yanınıza gelip, kim olduğunuzu inceliyorlar.
Ama; diğer yönden, burası, gerçekten görülmeye değer, hatta, göktaşı olduğu söylenen ve üzeri toprakla örtülü nesnenin üzeri temizlense, inanın böyle bir şey, yabancıların elinde olsa, bırakın burayı temizlemeyi, temizleyip, buraya özel turistik geziler düzenleyip bir güzel satarlar.
Ama, bizim ülkede, başka yazılarda da sözünü ettiğim gibi, taşlara ilgi gösterilmiyor. Bakış açısı: yalnızca: Taş. Çukur alanında: gerek toprak ve gerekse çöplerin en kısa zamanda temizlenmesi, çevreye çekilen emniyet şeridinin daha düzenli ve güzel hale getirilmesini diliyorum.
GÜRBULAK GÜMRÜK KAPISI
Gürbulak gümrük kapısı: Ağrı iline 129 km. ve Doğubayazıt ilçesine ise: 34 km. uzaklıktadır. Meteor çukuruna gittiğinizde, Gürbulak Gümrük Kapısına da gidebilirsiniz. Bu yol üzerinde: belki de kilometrelerce uzunlukta “TIR Kamyonları” kuyrukları görebileceksiniz.
Gümrük bölgesine gittiğinizde: gerek Tır şoförlerinin yaşam tarzını görme şansınız olacak ve gerekse, gümrük mağazalarını gezme şansınız olacak. Bu arada: biraz ileride ki İran gümrük kapısını da görebileceksiniz.
2016 yılında; buradan geçtim ve bu şirin ilçede: bir gece, iki gündüz kaldım. Bu sürede: özellikle: Sayın Kaymakam tarafından; kayak tesisleri ve teleferik hattı çekilen ve hatta teleferik vagonu alınan bölgeye çıktık. Oraları gezdik. Kavak ağaçlarının gayet bol olduğu bir yöremiz.
ULAŞIM
Ağrı il merkezine uzaklık: 34 km. dir. Trabzon-Ağrı transit karayolu üzerinde bulunması ile, öne çıkıyor.
GENEL
Denizden yüksekliği: 1650 metredir. İlçe topraklarının üçte birini oluşturan Eleşkirt ovası, başlıca tarım alanıdır. İlçede: kara iklimi hakimdir. Kışları: soğuk ve kar yağışlı, yazları: sıcak ve kısmen yağışlı geçer. Bitki örtüsü: bozkırdır. Ağrı ilinde, ormanlık alan: yalnızca burada vardır. İlçe merkezi: ağaçlandırılmıştır.
Güzel bir ilçe. Gittiğimde: gayet modern evleri, sokaklarını gördüm. Bu ilçede: gittiğim dönemde, bir teleferik kurulmuştu. Kaymakamlık tarafından işletileceği söylenen bu teleferiğin: hatları çekilmiş ve hatta teleferik vagonu bile alınmıştı. Teleferik ile; kayak yapılabilen yüksekçe bir yere çıkılıyordu. Şu anda: bu teleferik kullanılıyormu, çalışıyormu bilmiyorum? Tesisin 1998 yılında kurulduğu:Güneykaya mevkiinde olduğu, kayak turizmine yönelik, 48 yataklı bir oteli de bulunan, mekanik sistemleri, günü birlik tesisleri, zirvesinde kafeteryası olan ve piknik alanları bulunan komplike bir yapılaşma vardı.
Buranın, daha sonra bitirilerek, Özel İdare tarafından işletildiği veya kiraya verildiğini düşünüyorum. Belki de, öylece bırakılmıştır.
TARİHİ
Bölgenin tarihi: Urartulara kadar gider. Çünkü: Pirabat ve Toprakkale: Urartular döneminden kalmıştır. Urartular zayıflayınca: bölge, Med’ler tarafından ele geçirilerek, İran topraklarına katılmıştır.
Evet: Eleşkirt’in konumu çok özel. Murat vadisinin, Erzurum tarafına geçit veren, batı ucunda, İran-Kafkaslar ve Anadolu arasında bir köprü. Bu yüzden: tarih boyunca, birçok güç, burada egemenlik kurma yarışına girmiş. Toprakkale ve verimli Eleşkirt ovası: Romalılar, Sasaniler, Araplar, Bizanslılar, Selçuklular Moğollar, Karakoyunlular ve Akkoyunluların hakimiyetinde; değişik süreler kalmış.
Takip eden tarihi süreçte ise: bölgede, Osmanlı egemenliği görülür. Osmanlı döneminde: İlçe, bir süre Van’a ve bir süre de Erzurum Eyaletlerine bağlı olarak yönetilir. 1828-1856-1877-78 yıllarında ise: Rus işgali görülür. Ancak: 1914 yılında Berlin Kongresi kararları gereği: 1918 yılında, Ruslar buradan çekilirler ve Osmanlılara teslim edilir.
Evet: Toprakkale: 1687 yılında ilçe olur. 1925 yılında ise, ilçe merkezi: Zedikan’a taşınır ve ismi “Eleşkirt” olur. 1927 yılında: Ağrı il merkezine bağlanır.
İlçenin: günümüze ulaşabilen tek yapısı: Mirza bin Abdi tarafından, 1687 yılında yatırılan: Toprakkale Camisidir. Cami: koruma altına alınmış ve 1967 yılında restorasyon görmüştür. Toprakkale köyünde: bir de kale vardır. Toprakkale ismiyle anılan kalede: Urartulardan günümüze kadar, birçok uygarlığın izleri görülür.
TOPRAKKALE
İlçe merkezine, 14 km. uzaklıktadır. Önceleri: İlçe merkezi burada iken, Cumhuriyet döneminde, ulaşımın yetersizliği nedeniyle, Eleşkirt’e bağlanmıştır.
Burada: kale ve cami, yapı olarak öne çıkar. Kalenin yapım tarihi bilinmiyor. Ancak: Urartular döneminde yapıldığı tahmin ediliyor. Urartuların: Ağrı bölgesindeki önemli yerleşimleri: Patnos ve Toprakkale bölgesinde olmuştur. 1879 yılında: İngiliz arkeologlar, kalede kazılar yapmışlar ve buldukları buluntuları, evet çok iyi tahmin ettiğiniz gibi, çalarak, ülkelerine kaçırmışlardır. Kaledeki: tapınak ve yerleşim yerleri, tamamen tahrip edilmiş durumdadır. Yalnızca: kale burçları ve bir kısım duvarlar, günümüze ulaşmıştır.
TOPRAKKALE CAMİSİ
Toprakkale köyünde, 1684 yılında, Mirza Bin Abdi Paşa tarafından yaptırılmıştır. Cami: 12.5 x 12.5 metre ölçülerinde, kare planlıdır. Tek kubbeli ve minaresizdir. Kubbesi: 8.20 metre çapındadır.
Taç kapı ve pencere kenarları kesme taştan, diğer kısımlar ise, moloz taşlardan örülmüştür.
Selçuklu mimari tarzına uygun olan cami, 1864 yılındaki depremde zarar görmüştür. 1963 yılında, SİT alanı olarak ilan edilmiştir. Cami: 1968 yılında: restore edilmiştir. Dış duvarlardaki derz, bu onarım sırasında yapılmıştır.
GÜNEYKAYA KAYAK TESİSLERİ
Ağrı’ya 36 km. ve Eleşkirt ilçesine ise, 6 km. uzaklıktadır. E-23 Karayolunun 500 metre yakınındadır. Kayak için en uygun kar yapısına sahiptir. Bu kayak pistini: çığ ve sis gibi olumsuz tabiat olayları etkilememektedir. Kayak merkezindeki pistler: orta ve zor pistlerdir. Zemin alpin çayırı.
Kasım ayı ortalarından, Mart ayı sonuna kadar kayak yapılabilmektedir. Slalom ve mukavemet için ayrı pistler bulunmaktadır. Genelde, pistteki kar kalındığı: 1.50 metre ve bazen yer yer 2 ile 2.5 metre arasında değişmektedir. Ayrıca: kayakçılar ve turistler için, zirvede bir de restoran bulunmaktadır.
Tüm bunların yanında: konaklamak için bir otel var. Kkarayoluna 500 metre uzaklıkta; 4 suit oda, 24 oda, 33 yatak, 300 kişilik restoran, kondisyon salonu, sauna vs. Günübirlikçiler için tesisler ve son teknolojilerle donatılmış, 1227 metre uzunluğunda bir telesiyej bulunmaktadır. Telesiyejin 50 koltuğu mevcut olup (bu telesiyej alttan ısıtmalı) , bunlardan 10 tanesi kapalıdır. Telesiyej: saatte 1200 kişiyi, zirveye taşıma kapasitesine sahip.
Evet, son aldığım habere göre: bu kayak tesisleri, atıl durumda imiş. Özel bir işletmeye: 49 yıllığına kiralanmış. Ancak, hem de öyle bir atıl durumda imiş ki: okuduklarımı sizinle paylaşmadan geçmek istemiyorum. Buyurun: Güneykaya Kayak Merkezinin hikayesi: öyle bir yapılaşma ki: bir benzerini Sarıkamış bölgesinde yapmak için yapılan keşif sonucunda çıkan maliyet hesabı: tam 10 milyon dolar. Çünkü: buradaki tesislerin yapımında: son teknoloji kullanılmış. Tamamen elektronik, uzay çatılı, alttan ısıtmalı telesiyejli, beş yıldızlı otel düzeyindeki spor ve turizm yuvası; harabe haline gelmiş. Birileri: ellerine kazma-kürek alıp, bu güzelin tesisi, teleferik bölümünün kumanda odasını, bu odadaki makara takımlarını, elektronik panoyu zevk için olsa gerek; kırıp parçalamışlar.
Saatte: 600 kayakçıya konforlu bir şekilde hizmet verebilecek tesisin; işletmeye sokulabilmesi için, bugün için 2 milyon dolar gerektiği söyleniyor. Sözüm ona bakım parası. Keşke: akıllıca hareket edilip, tesisin başına bir-iki bekçi tutulsaydı, inanın bu kadar zarar-ziyan söz konusu olmazdı. Özellikle: Ağrı gibi bir yerde, yörenin kayağa tutkun gençlerine hizmet vermesi amacıyla yapılan böyle bir tesisin; nasıl olur da korunmadan, elden çıkmasını anlamak mümkün değil. Son durumunu görmedim ama görenler içler acısı bir durumda olduğunu söylüyorlar.