Adana Seyhan

Adana Seyhan


Adana şehrinin merkez ilçelerinden birisidir. Özellikle, Adana şehrinde yaşayanların, üçte ikisi, Seyhan yöresinde yaşamaktadır.

Yani, Adana şehrini ziyaret ettiğinizde, büyük olasılıkla Seyhan ilçesi sınırları içinden de geçeceksiniz.

Burada özellikle görmenizi önereceğim yer: Tepebağ mahallesidir, bir de Taşköprü’den geçerken bu köprünün yüzyıllarca önce yapılmış olduğunu unutmamak gerekir.

Zamanınız varsa, Bebekli kiliseyi ve özellikle kilisenin üzerindeki 2.5 metre yüksekliğindeki tunç Meryem Ana heykelini görmenizi öneririm.

ULAŞIM

Yörede ulaşım: D-400 kara yolu, TEM otoyolu ve demir yolu ile yapılmaktadır. Adana şehrinin merkez ilçelerinden birisi olması nedeniyle, buraya ulaşım, Adana şehrine ulaşım ile aynı değerlerdedir, yani herhangi bir ulaşım sıkıntısı bulunmamaktadır.

TARİH

Tarihi süreç içinde, ilçenin bulunduğu yöre, birçok uygarlığın egemenlik kurduğu bir alandır ki Tepebağ höyüğünde yapılan kazılarda bir kısım tarihi esere, kalıntıya rastlanmıştır.

Şehir, Tepebağ höyüğünün olduğu alanda sürekli yeniden inşa edilerek gelişme göstermiş, bu gelişim Tepebağ’dan sonra Kayalıbağ, Ulucami, Karasoku, Ali Dede, Sarıyakup ve Türk Ocağı Mahalleleriyle güneye doğru ilerlemiştir.

En çok imar çalışmaları, Ramazanoğulları Beyliği (1352-1517) döneminde yaşanmıştır.

Bu günkü anıtsal yapıların birçoğu bu dönemden kalmadır.

19’ncu yüzyıl sonlarına kadar, dar ve çamurlu yolları, tek katlı ve kerpiçten evleri olan Adana şehri: Seyhan nehrinin ıslahı, bölgedeki pamuk üretimin gelişmesi ve beraberindeki sanayileşme sayesinde hızla gelişme sürecine girmiştir. Bu süreç doğal olarak mimariyi de etkilemiştir.

Kerpiç evlerden daha dayanıklı ve görkemli, kagir ve karkas sistemli 2-3 katlı evlerin inşasına geçilmiştir.

Böylece günümüze kadar gelebilen “Geleneksel Adana Evleri” olarak adlandırılan bir yapım tarzı oluşmaya başlamıştır.

Bölgenin tarihi geçmişi, Adana şehrinin tarihi geçmişiyle birlikte değerlendirilir. Seyhan ismi: mitolojide “Adanus” un oğlu “Sarus” tan gelmektedir.

Evet, Seyhan: Adana il merkezinin merkez ilçesi iken, 1986 yılında ayrı bir ilçe olmuştur. İsmini: doğu yakasını oluşturan Seyhan nehrinden almaktadır.

GENEL

Seyhan, Adana ilinin merkez ilçelerinden birisidir. İlçe merkezi, Seyhan nehrinin iki yakasına yayılmıştır.

Batı yakada: Seyhan ve Çukurova, doğu yakada ise Yüreğil ve Sarıçam ilçeleri bulunmaktadır.

Seyhan ve Yüreğil ilçeleri: MÖ. 6’ncı yüzyıla yapılmış, 317 metre uzunluğunda, 21 gözlü, tarihi Taşköprü ile bağlanmaktadır.

Evet, Seyhan ilçesi, Adana ilinde oturan vatandaşların, yaklaşık üçte birine ev sahipliği yapmaktadır. Türkiye’nin en kalabalık, beşinci metropol ilçesidir.

GEZİLECEK YERLER

Adana Seyhan Tepebağ Mahallesi

TEPEBAĞ MAHALLESİ

Adana’nın ilk yerleşim yeri olan Tepebağ Höyüğü buradadır.

Tepebağ mahallesinin ulaşılabilen kayıtları, MÖ 2000 yılına ait belgelerle başlar. 1360 yılında, Türklerin Tepebağ mahallesini ve çevresini fethetmesiyle devam eder, geleneksel Adana evlerine ait belgelerle sürdürülür.

1998 yılında gerçekleşen Adana depremi, buna bağlı olarak yaşanan göçü ve hasarlı evlerin sit alanında olması nedeniyle onarılamayıp turizme olan etkisi olumsuz olmuştur.

Tepebağ höyüğü, Seyhan nehri ile sınırlı 20 hektarlık bir alana yapılmıştır. 360 x 630 metre ölçülerinde ve 15 metre yükseltiye sahiptir.

Bölgedeki en büyük höyüklerden birisidir. 2013 yılında höyükte kazılar başlamış ve şimdiye kadar yüzeyden yaklaşık 5 metre derinliğe kadar inilmiş ve 6 kültür tabakası saptanmıştır.

Daha derine inildikçe, yaklaşık 3500 yıl öncesine yani Geç Tunç Çağına kadar kesintisiz iskan olduğu anlaşılır.

Her dönemin sosyokültürel ve sosyoekonomik yaşamına ışık tutan mimarinin yanı sıra pipolar, ağırlıklar, kandiller, sikkeler, amphoralar, unguentariumlar, figürinler ve çeşitli çanak-çömlek parçaları bulunmuştur.

Yine Tepebağ höyüğünde yürütülen kazılarda, Adana kentinin ilk yerleşim yerinin burası olduğu konusunda önemli kanıtlar ortaya çıkmıştır.

Adana Seyhan Tepebağ Mahallesi

Evet, bu kazılar devam ederken, bir yandan da Tepebağ mahallesinin günümüzdeki durumundan söz edelim.

Bir zamanlar, Adana merkezindeki mahallenin çevresi surlarla çevrilidir. Ramazanoğulları Beyliği döneminde burası yerleşime açılır.

Yerleşim alanında, 1495 yılında, Ramazanoğlu Halil Bey’in yaptırdığı konakla başlayan yeni şehirleşme döneminde, yapımı gerçekleştirilen evlerin çoğu ise 18’nci yüzyıldan kalmadır.

Evlerin çoğu, şemsiyeyi andıran geniş saçakları, yüksek tavanları ve cumbalarıyla geçmişin nostaljik havasını günümüze taşıyor.

Ünlü “Adana’nın yolları taştan” türküsüne ilham veren daracık sokaklara açılan kanatlı kapılardan evin avlusuna girildiğinde, yüzlerce yıllık kültür ile karşılaşılır.

Ancak Adana depreminden sonra, mahalle, yıkılan ve bir daha onarılmayan evler nedeniyle, tarihi mahalleyi harabe gibi gösteriyor. Buranın bir diğer özelliği, Adana şehrinde her yer düz iken, burası yokuşluktur.

Evet, bu mahallede, sivil konut mimarisinin en güzel örnekleri bulunuyor. Çünkü Tepebağ mahallesi, Osmanlı döneminde, varlıklı bir Ermeni mahallesidir.

Ermeni mimarisini yansıtan tarihi evler ve taş okullar bulunuyordu.

Tepebağ Lisesi, Cumhuriyetin ilk yıllarında “Amerikan Kız Koleji” olarak eğitim vermiştir.

Hatta bu okul ile Bebekli Kilise arasında yer altından bir bağlantı olduğu söylenir. Ermeniler, o dönemde, Kolejin güneyinde ikamet etmişlerdir.

Adana Seyhan Tepebağ Mahallesi

 

Bölgedeki yapıların birçoğu Sit alanı ilan edilerek koruma altına alındığı için, bu yapılarda bu güne kadar hiçbir onarım faaliyeti de yapılamamıştır.

Ancak, 27 Haziran 1998 Adana depreminde bu konutların birçoğu hasar gördü.

Ardından, Tepebağ bölgesinin bir arkeoloji parkına dönüştürülmesine karar verildi.

Yukarıda sözünü ettiğim gibi kazı çalışmaları başladı ve bir yandan da 18’nci yüzyıldan kalan gerek evler ve gerekse kamu binaları, deprem sonucu onarılıp restore edilerek butik otellere, kafelere ve restoranlara dönüştürülmeye başlandı.

Ayrıca yine bu evlerde film ve dizi çekimleri yapılıyor.

Ramazanoğlu Konağı, Adana’nın ve Türkiye’nin en eski ev örneklerindendir. Dünyada yapıldığı günden bu yana, hala ayakta olan en kadim evlerden birisidir. 

Mahallenin çevresi çok hareketli olmasına rağmen, içleri çok tenhadır. Çünkü depremden sonra özellikle nüfus iyice azalmıştır.

Son bir not, Atatürk’ün evi Tepebağ mahallesindedir.

Adana Seyhan Tepebağ Mahallesi Atatürk Müzesi-Suphi Paşa Konağı

 

Atatürk Müzesi-Suphi Paşa Konağı

Tepebağ Mahallesindedir. Mustafa Kemal Atatürk, Adana şehrini 9 kere ziyaret etmiştir. 15 Mart 1923 tarihinde eşi Latife Hanım ile şehri ilk ziyaret ettiğinde, Adana’da eski adı Ramazanoğulları ailesinden Suphi Paşa’nın Konağı olan (Tepebaşı Konağı) bu binada iki gece kalmıştır.

13 Ocak 1925 tarihinde şehre geldiğinde ise yine bu konakta kalmıştır. Seyhan nehri kıyısındaki konak, Eski ve Yeni köprü arasındaydı. 1882 yılında Reji Dairesi ve lojman olarak yaptırılmıştı.

1902 yılında Adanalı Suphi Paşa, konağı satın alarak bazı odalar ekletti. Atatürk’ün Adana’ya geleceği öğrenilir öğrenilmez, Adana Belediye Başkanı Ali Münif, onun kalabileceği en uygun yer olarak bu konağı seçti. 

Yapı: 2 katlı, çıkmalı, kırma çatılı, kagir bir yapıdır. Bu özellikleri nedeniyle kültür varlığı olarak tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır. Evet, burası geleneksel bir Adana evidir.

Daha sonra ise 1981 yılında “Atatürk Bilim ve Kültür Müzesi” olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır, giriş ücretsizdir.

Konağın güneyinde, havuzlu büyük bir bahçe vardır. Müzeye: nehre bakan kemerli bir kapıdan girilir.

Buradan selamlık denen geniş salona geçilir. Alt katında üç odası, kiler ve mutfak vardır.

Salondan bir merdivenle üst kata çıkılır.

Üst katta, büyük bir salon, odalar, haremlik vardır.

Atatürk, konağın kuzeyindeki caddeye bakan yönünde ve köşede bulunan cumbalı odada yatmış, bitişiğindeki odayı da çalışma odası olarak kullanmıştır.

Çalışma odasında: Maraş işi koltuk, masa, sandalye, telefon, dolap ve Atatürk portresiyle birlikte Kurtuluş savaşı sırasında ve sonrası yıllarda çıkan yerel gazetelerden Yeni Adana, Türk Sözü, Çukurova, Dirlik gazeteleri bulunmaktadır. 

Kütüphanede ise: Osmanlıca ve Türkçe (Latin harfleriyle) yazılı 2000’e yakın kitap vardır. Kitapların çoğu bağış yolu ile sağlanmıştır. 

Konağın bu yönünde ikinci bir giriş kapısı bulunmaktadır.

Müzede, çok sayıda kitap, Atatürk’ün bal mumu heykeli (binanın üst katındaki bu bal mumu heykel, Emekli Subay Nevzat Duruak tarafından yapılmıştır) ve Kuvay-i Milliye döneminden kalma büstler, gazete arşivleri, fotoğraflar, etnoğrafik ürünler sergileniyor.

Burada ayrıca Hatay’ın kurtuluşunu anlatan özel bir oda da vardır.

Bu odanın hikayesi ise şudur “Atatürk Adana’ya geldiğinde, Ayşe Fıtnat hanımın başkanlığında bir gurup Hataylı, Fransız işgalindeki Hatay’dan gelerek Atatürk’ün huzuruna çıkmış ve ona siyah gül hediye etmiştir.

Buna karşılık Atatürk de “Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde kalamaz” demiştir. Bu olayı anlatmak için, bu odaya mankenler konmuştur.

Ayrıca ceviz oymalı sehpa, Türk bayrağı ve Hatay’dan gelen heyetin çeşitli boylarda fotoğrafları bulunur.

Her yıl, Atatürk’ün Adana’ya gelişi anma törenleri, 15 Mart tarihinde burada kutlanır.

Adana Seyhan Adana Sinema Müzesi

Adana Sinema Müzesi

23 Eylül 2011 tarihinde açılan müze, Tepebağ mahallesinde, Taşköprü yolunun devamında, eski tahta bir konak içindedir. Tepebağ mahallesindeki sıralı konaklardan ilkinin restore edilmesiyle oluşturulmuştur. 

Konak: 3 katlıdır. Tahta basamaklarla çıkılır. Giriş ücretsizdir. Müzeyi gezmek için 30 dakika ayırmalısınız.

Müzenin ana teması: “Altın Koza” gibi önemli bir film festivaline ev sahipliği yapan Adana şehrinin, sinema sanatına verdiği saygıdır. Altın Koza film festivali hakkında kısa bilgi: festival ilk olarak 1969 yılında yapılır.

O tarihten günümüze kadar her yıl zenginleşerek devam eder ve sadece Çukurova bölgesinin değil, ülkemizin tümünün önemli ve ilgi gören kültür sanat etkinliklerinden birisi olur.

Burada, sinemada emeği geçen Adana doğumlu sanatçı ve yazarların bal mumu heykelleri sergileniyor.

Bunlar arasında hemen göze çarpanlar: Münir Özkul, Muzaffer İzgü, Şener Şen, Yılmaz Güney, Orhan Kemal, Abidin Dino, Adile Naşit, Ali Özgentürk, Orhan Duru, Aytaç Arman, Bilal İnci, Meral Zeren, Menderes Samancılar, Nurhan Tekerek, Mahmut Hekimoğlu….

Balmumu heykellerin bazıları oldukça gerçekçi görülüyor.

Müzede ayrıca: antika fotoğraf makinaları, film afişleri, Yılmaz Güney’in kişisel eşyaları, hapishanede iken karısına yazdığı mektuplar sergileniyor. 

Sinema müzesinde bir de kütüphane bölümü var. Buranın arşivinde: 1891 tarihli Osmanlıca fotoğraf kitabı, Artist ve Ses dergileri, Yılmaz Güney’in ilk romanı Boynu Büyük Öldüler ve birçok usta yazarın eserleri bulunuyor.

Kütüphane arşivindeki kitap toplamı 2000 adettir.

Adana Seyhan Tepebağ Mahallesi Bebekli Kilise

Bebekli Kilise

Tepebağ mahallesindedir. 1880’li yıllardan kalma, St Paul adına yapılmış bir İtalyan Katolik kilisesidir. Ermeni apostolik kilisesi olarak inşa edilmiştir.

1915 yılından sonra Adana’da Ermeni kalmadığından, kilise Katolik cemaate verilmiştir. Ama Ortodoks cemaati tarafından da kullanılmaktadır.

Kilisenin tepesinde, 2.5 metre boyunda, tunçtan yapılmış Meryem Ana heykeli vardır. Bu heykel “bebeğe” benzetilir ve bu yüzden kiliseye “Bebekli kilise” ismi verilmiştir.

Meryem Ana’nın “bebek” olarak adlandırıldığı dünyadaki tek mekandır. Bu kilise ile ilgili, 2005 yılında yaşanan bir olay var, bundan biraz söz etmek istiyorum.

2005 yılında kilisenin Polonya asıllı papazı Niewinski, kilise çevresindeki iş yeri ve dükkanları bedelsiz olarak kilise arsasına katmak ister, ama beceremeyince de kilisenin kapısına “kapalı” yazısı asıp kayıplara karışır.

Bir başka söylentiye göre: Vatikan, kilise çevresindeki eğlence mekanlarının ruhsatlarının iptalini ister, bu istek yerine getirilmeyince kilisenin Vatikan talimatıyla kapatıldığı söylenir.

Öte yandan: mahalleli tarafından söylenenlere göre, kilise çevresindeki arsalar, 1968 yılında zamanın papazı Alponz tarafından, İrfan Ekmekçi isimli bir avukata satılmıştır.

2005 yılında ise, görevli papaz, kilisenin çevresindeki oldukça büyük bir araziyi, kilise arsasına bedelsiz katmak istemiştir.

Tabii bu istek olmamış, kilise çevresindeki eğlence yerlerinin ruhsatları da iptal edilmemiş, sadece imar planında bir koruma alanı oluşturulmuştur. Evet, yine bir olay, 2011 yılında kilise, kılıç ve bıçaklı kişilerin saldırısına uğramış, İsa ve Meryem Ana ikonaları kırılıp, eşyaları tahrip edilmiştir.

Saldırganlar olayın sonrasında yakalanmıştır.

Adana Seyhan Tarihi Saat Kulesi-Büyük Saat

 

TARİHİ SAAT KULESİ-BÜYÜK SAAT

Medresenin hemen yanında, Adana Vakıflar Çarşısı girişinde, Ali Münif Caddesinde, trafiğe kapalı bir alandadır.

1925 yılında İş Bankası tarafından, başka bir meydanda yaptırılan saat kulesinden sonra, burası “Büyük Saat Kulesi” olarak isimlendirilmiştir. İş bankası, küçük saat meydanında, reklamlarında görülen kumbara şeklinde küçük bir saat yapmıştır. (küçük saat kulesiyle ilgili bilgi aşağıdadır.)

Kulenin yapımına 1881 yılında Adana Valisi Ziya Paşa zamanında başlanır ve 1882 yılında Vali Abidin Paşa (Abidin Dino’nun dedesidir) zamanında tamamlanır. 

Kule: resmi dairelerin mesai zamanlarını ve ezan vakitlerini göstermek için yapılmıştır. Çok estetik bir mimarisi yoktur. Küçük tuğlalar kare prizması şeklinde örülerek yapılmıştır.

Bu küçük tuğlaların örme işlemi oldukça zordur. Daha çok tarihi değeri ön plandadır. Saat kulesi, 32 metre yüksekliktedir. Bu yükseklik, burayı Türkiye’nin en yüksek saat kulesi yapar.

İstanbul Dolmabahçe saat kulesinden 5 metre daha yüksektir. (Dolmabahçe saat kulesi 27 metredir.) Kulenin yapılışı sırasında, Osmanlı hakimiyeti altındaki bir çok yerde saat kulesi bulunmasına rağmen, bu kule, en yüksek kule olması nedeniyle ayrı bir öneme sahiptir. 

Fransızlar, Adana’yı işgal ettiklerinde, kule Ermeniler tarafından yağmalanıp saat mekanizması tahrip edilmiştir.

Ancak, Cumhuriyet döneminde onarılmış, 1926 yılında, Almanya’dan saat mekanizması getirilerek, kuleye monte edilmiştir.

Kulede bulunan büyük saat, yapıldığı dönemde, modernleşmenin simgesi olarak önem kazanmıştır. Kulenin dört bir yanda, dört saat bulunuyor.

Bu saatler, her saat başında bir çınlama sesi verirler.

Kulenin içinde: hem yukarı çıkan hem de aşağıya yerin altına inen bir merdiven vardır.

Yukarı çıkan, saat mekanizmasının bulunduğu bölüme çıkan merdiven 112 basamaktır.

Kulenin üzerinde, baldaken şeklinde bir köşk olup bunun dört tarafına saatin kadranları yerleştirilmiştir. 

Ancak, söylentilere göre: yerin üstündeki uzunluk kadar, yerin altında da kulenin temelleri uzanmaktadır.

Temel derinliğinin de 35 metre olduğu söyleniyor. 

Kulede bulunan saatin: 92 yıldır her hafta, Adana Büyükşehir Belediyesinden bir görevli tarafından kuruluyor ve bakımı yapılıyor.

Çünkü: Çan’ında “Societe İntibah Tourhan Djemala a co Adana Turkei” yazan saatin mekanizması özeldir ve her hafta kurulması ve yağlanması gerekiyor.

Hatta, bu görevli bir gün saatin mekanizmasının durduğunu gördüğünü, yukarı çıkıp mekanizmaya baktığında ise, saate bir uçurtmanın takılı olduğunu gördüğünü ve uçurtmayı çıkardığında saatin yeniden çalışmaya başladığını söylemektedir.

Kule: Adana şehrinin en iyi ışıklandırılan mekanıdır. Bu yüzden, burayı özellikle akşam saatlerinde, yani ışıklandırıldığında da görmenizi öneririm, ancak elbette yalnız gitmeyin, güvenlik problem olabilir.

Bu arada, hani kapısını açık görüp de, saat kulesine çıkmak isteyenler olabilir, kapının açık olması, saatin bakım ve kurulumunu yapmak için gelen görevlinin bulunduğunu gösterir.

Adana Büyük şehir Belediyesinden gerekli izinler alındığı takdirde, saat kulesinin tepesine çıkıp, şehir manzarası izlenebilmektedir. Bunun dışında kuleye çıkmak mümkün değildir.

Kulenin hemen sağ tarafında bir mezar bulunuyor. Bu mezar Adana’nın ilk valisi olan Ziya Paşa’ya aittir. Ayrıca saat kulesinin hemen yanında güzel bir çay bahçesi vardır.

Saat kulesinin çevresi: kumaşçılar, tenekeciler, sobacılar, tespihçiler, kuyumcular, her türlü gümüş takı ürünleriyle şalvar, oyma sandık satıcıları ve yemek yerleriyle doludur.

Yani iyi bir çevre düzenlemesi yoktur. Gündüzleri şeker ve lokum satıcıları, el sanatları satıcıları, akşamları ise kebapçılar ve kalabalık müşterileriyle doludur.

Özellikle, burayı görmek için bir pazar günü sabahı tercih ederseniz, kuleyi gördükten sonra hemen çevresindeki mekanlarda ciğer ve kebap yiyebilirsiniz.

Adana Seyhan Ziya Paşa Parkı

 

ZİYA PAŞA PARKI

Büyük saat kulesinin biraz ilerisindedir. Ziya Paşa’nın kabrinin bulunduğu bu parkta dinlenebilirsiniz ve Adana’nın lezzetli çay ve kahvesini tadabilirsiniz.

Burada bir ilginç yapı var. Park alanı içindeki bu tarihi yapı, günümüzden 650 yıl önce Ramazanoğulları Beyliği döneminde, Kanuni Sultan Süleyman’ın misafir olarak kaldığı sarayın selamlığıdır.

Burayı da ziyaret edebilirsiniz. 

Adana Seyhan Küçük Saat Kulesi

KÜÇÜK SAAT KULESİ

Burası: “Kemer altı Camisi” nin yanındaki kale kapısından dolayı “Ters kapı” ya da “Tarsus Kapı” diye biliniyordu.

Ancak Cumhuriyetin ilk yıllarında bu meydana saat konulunca, saat bulunduğu semte de ismini vermiş, semtin ismi “Küçük Saat semti” olmuştur.

Saatin mekanizması, sembolik bir kumbara içine yerleştirilmiştir.

Yani, sanatsal olarak değeri olmamasına rağmen, şehrin en işlek caddelerinin kavşak noktasında bulunduğu için dikkat çekicidir.

Burası şehrin en canlı ticaret noktalarından birisidir. Dükkanlar, alışveriş merkezleri ve günün her saatinde kalabalık yollar ve hareketli manzaralar izlenir.

İş bankası, bu saatin mekanizmasının yerleştirildiği kumbaraları, uzun yıllar müşterilerine ve özellikle çocuklara dağıtmıştır.

Adana Seyhan Kapalı Çarşı-Kazancılar Çarşısı-Ciğerciler Sokak

 

KAPALI ÇARŞI-KAZANCILAR ÇARŞISI-CİĞERCİLER SOKAK

Büyük saat kulesiyle aynı yerdedir. Ciğerciler sokak, tarihi çarşı hamamının karşısındaki sokaktadır.

Tarihi Kapalı Çarşı; Ramazanoğulları Beyliği döneminde, 1800’lü yılların sonunda yapılmıştır. Yapıldığı yıllarda üstü kapalı olduğu için bu isimle anılır.

Daha sonraki yıllarda havanın sıcak olması nedeniyle üstü açılmıştır. Sadece “Bedesten” denen bölümün üstü halen kapalıdır.

Birçok deprem ve işgal görmesine rağmen, restore edilerek günümüze kadar ulaşmıştır.

Merkezde konumlandırılmış Hükümet konağı, Ulu cami ve Yağ camisine komşu olan bu çarşıda: kalaycılar, bakırcılar, ahşap işlemecileri gibi yerler vardır.

Yani “Kazancılar Çarşısı” tarihi kapalı çarşıda bakır kazan imal edenlerin ve kalaycıların bulunduğu kısımdır.

Pazar günleri kapalı olan burada: diğer günlerde hala kazancılar, kalaycılar, antikacılar, sandıkçılar, kebap şişleri yapanlar ve yöresel bir tatlı olan tahin helvası üreticilerini görebilirsiniz.

Şehrin alışveriş için en elverişli yeridir. Burayı gezerken hediyelik bazı şeyler satın alabilirsiniz.

Kazancılar çarşısında, her pazar bir hareketlilik yaşanır. Pazar sabahı saat: 05.00’de Ciğerciler Sokağında kurulan ciğer tezgahlarından dumanlar tütmeye başlar, saat 06.00 gibi masalar müşterilerle dolar ve metrelerce uzaktan görülen dumanlar ve alınan koku, sokağa girildiğinde hemen hissedilir. Saat: 09.00-10.00 gibi burası boşalır.

Açık havada, şarkılar-türküler eşliğinde güne ciğer yiyerek başlanır. Evet sabah kahvaltısında zeytin, peynir, reçel yerine acılı ciğer kebabı, çay yerine şalgam suyu içiliyor ve bu gelenek yaklaşık 100 yıldır devam ediyor. Sadece ciğer mi, hayır, sadece sabahın erken saatleri mi hayır.

Burada tarihi kebapçılar da bulunuyor ve bunlara akşam saatlerinde de gidilebilir. Hatta, bir kebapçı dükkanının 1908 yılında açıldığı söyleniyor. Adana’nın bu en eski kebapçı dükkanında, lezzetli kebaplar yemek mümkündür. Fasıllı eğlenceler eşliğinde, salata ve meze çeşitleri de muhteşem güzeldir.

Adana Seyhan Taş Köprü

TAŞ KÖPRÜ

Seyhan nehri üzerindedir. Adana merkez ilçelerinden Seyhan ve Yüreğil ilçelerini birbirine bağlar. Adana şehrinin simgesi kabul edilen bu köprü, kısa bir süre öncesine kadar, dünya üzerinde, üzerinde araç trafiğinin işlediği en eski köprü olarak biliniyordu.

Gelelim köprü hakkındaki mimari bilgilere

Köprü MS 384 yılında Roma İmparatoru Hadrianus (117-138) döneminde, mimar Auxentus tarafından yapılmıştır. Yapılış amacı: Roma askerlerinin ulaşımını sağlamaktır. Ayrıca bölgedeki ticaret ağının da önemli bir parçasıdır.

Adana Arkeoloji Müzesinde bulunan köprü kitabesinde; köprünün mimarının ismi yazılıdır. Bu yazıtta “Gerçek şu ki Auxentius, bu mucize senin eserindir. Daha önceleri, tecrübesiz olan çok kişinin çeşitli teşebbüsleri oldu, fakat onların girişimleri Tarsus çayının dalgaları için bile zayıf oldu.

Sen ise buradaki köprüyü, kemerlerin üzerinde, ebediyet için kurmuşsun” Köprünün 4’ncü yüzyıla tarihlenen kitabesinde, aynı yerde daha önce köprüler yapıldığı, fakat hepsinin yıkıldığı kayıtlıdır. Mimar Auxentius: Senatörlük makamına kadar yükselmiş, Teknik adamların üstadı unvanı ile onurlandırılmış, toplumda saygın konumu olan başarılı bir teknik adamdır.

Auxentus, hem mimar ve hem de Kilikya Valisi olarak görev yapmıştır. Ayrıca, Roma şehrinde bir köprü ve Diana Tapınağının onarımını yaptığı da bilinir. Köprünün uzun yıllar boyunca Seyhan nehrinin sert tabiatına rağmen yıkılmamış olması, yapılırken dönemin en üstün teknolojisinin ve mühendislik bilgisinin kullanıldığını kanıtlar.

Daha sonra İmparator I. Justinyen (527-565) döneminde onarılmıştır. Bu onarım öncesinde; Anazarbus şehrini yıkan depremin köprüye de zarar verdiği düşünülmektedir. Çünkü bu dönemde köprü harap durumdadır ve geçmek tehlikelidir.

İmparator Justinian, önce büyük bir kanal açtırarak nehrin yatağını değiştirtir ve mevcut nehir yatağı kurutulur. Hasarlı taş ayaklar, kuru zeminde yeniden inşa edilir, onarım tamamlanınca nehir eski yatağına döndürülür. Bu bilgi, köprünün ilk inşa edildiği dönemde de yatağının değiştirildiğini gösterir.

Abbasiler döneminde: Harun Reşit (766-809) köprünün giriş ve çıkışına kapı ve mazgal gibi ilaveler yaptırır ve Adana kalesine birleştirmiştir. Hatta, Abbasi halifesi Memun döneminde; köprüden geçenlerden para/haraç alındığı bilinmektedir.

Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde köprünün kapı ve mazgallarını yazmıştır ancak bunlar günümüze ulaşmamış, sadece kale duvarlarının bazı kalıntıları kalmıştır. Yine Evliya Çelebi’nin köprü hakkındaki yazılarına göre: köprünün uzunluğu 550 adımdır ve 21 gözlüdür, 14 büyük kemeri ile 5 küçük tahliye kemeri vardır. “

9’ncu yüzyılın başında, Harun Reşit oğlu 7’nci Abbasi Halifesi Memun tarafından köprü onarılır.

Osmanlı döneminde en kapsamlı onarım 1847 yılında yapılır. Onarım sebebi, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Adana’yı işgalinde, kalede meydana gelen patlamanın, köprüye hasar vermesi ve 1845 yılında meydana gelen büyük selin, hasarlı kısmı iyice tahrip etmesidir. Bu onarımda, köprünün iki başındaki kapıların üstüne, iki ayrı kitabe yerleştirilmiştir.

Bunlarda, köprünün Sultan Abdülmecit’in emriyle onarıldığı yazılıdır. Köprünün batı tarafındaki tonoz ayağında görülen çok kollu yıldız ve hilal ile oluşan armanın da bu onarım sırasında işlendiği düşünülür. 1879 yılında, köprü yine harap halde iken Adana Valisi Ziya Paşa tarafından onartılmıştır. Onarım kitabesi, Adana Etnografya Müzesinde korunmaktadır.

Adana Seyhan Taş Köprü

Son onarım ise, 1949 yılında yapılır.

Yapıldığında köprü 21 gözlüdür. Ayaklarının genişliği 8,5-9 metredir. Kemer açıklıkları 13.7 ile 17.4 metre arasındadır. Orta kısımdaki kemerin açıklığı 19.6 metreye ulaşır. Kemerlerin bir kısmı tam kemer, bir kısmı sivri kemer biçimindedir.

Ancak Seyhan nehrinin ıslah çalışmaları sırasında kara bölümündeki gözleri taş ve toprakla doldurulmuş ve Abidinpaşa caddesinin altında kalmış olup, 14 gözlü görünmektedir.

Ortadaki büyük kemerde, iki aslan kabartması görülür. Bu aslan kabartmalarının, zaman içindeki onarımlardan birinde eklendiği düşünülmektedir. Ortaçağ tarzındaki aslanların, Selçuklu dönemine ait olduğu düşünülmektedir.

Günümüzde; Abidinpaşa caddesindeki bir iş hanının altında korumaya alınan duvar parçası, köprünün köprünün batıdaki başlangıç kalıntısıdır. Doğu tarafında, köprü bitiminde 60-70 metre öteye uzanan rampa, köprünün bu doğrultuda da uzaması gerektiğini işaret eder.

Zaten, şehrin doğu kapısının bulunduğu semt, günümüzde “Kale kapısı” diye adlandırılır. Köprünün çıkışı da buradadır. Bu isim, şehirden çıkılan yönü değil, köprüden şehre gelişi referans alır.

Doğu-batı doğrultusunda uzanan köprü, günümüzde 319 metre uzunluğa sahiptir. Genişliği 11.40 metredir, batı ucunda genişlik 8.5 metreye düşer. Yüksekliği ise 13 metredir. Köprünün ortası, yanlarından 2.5 metre daha yüksektir.

İlk yapıldığı yıllarda dar olmasına rağmen, daha sonraki yıllarda genişletilmiştir. Gayet uzun olan köprüde, gerekli mukavemeti sağlamak için kalınlığı fazla tutulmuştur. Köprü parke taş döşelidir.

Köprü ile ilgili eski dönem fotoğraflarının bazılarında, köprünün üzerinde kule sanılan bir yapı görülür. Günümüze ulaşmayan bu yapı hakkında yapılan incelemeler sonucu, bu yapının bir kule değil, iki katlı bina yüksekliğinde bir kapalı çarşı olduğu anlaşılmıştır.

Köprü hakkında, tarihteki ilk kayıtların Hitit dönemine kadar gittiği bilinir. Çünkü Roma döneminden önce de, Hititler ve Mısır arasındaki ulaşıma en elverişli yol buradan geçiyordu.

Toroslardaki Gülek Boğazı (Kilikya kapıları) üzerinden Çukurova’ya açılan ve Tarsus ve Adana’ya ilerleyen yol, eski dönemlerden beri kervanların başlıca yoludur. Ortadoğu’ya ve Suriye’ye ilerleyen ordular için daha uygun bir yol yoktur.

Evet, bazı arkeologlara göre, MÖ 1550’lerde Hattuşa şehrinde hüküm sürmüş olan Hitit Kralı Arnuwanda’ya ait Hattuşaş şehri kalıntılarında bulunan taş tabletlerin birinde: Kral, “Adania” ile olan savaşını anlatırken “Adania denilen bir şehirle savaştım.

Önünden bir nehir akıyordu, nehrin üzerinde de bir köprü vardı” demiştir. Ayrıca, bir başka rivayette Hitit Kralı Hattuşili, Suriye’ye giderken, Adana’dan geçmiş ve Seyhan nehri üzerinde bu köprüyü yaptırmıştır.

1860’lı yıllarda, Adana’yı ziyaret eden seyyah Langlois, köprünün Roma İmparatoru Hadrianus (76-138) döneminde yaptırıldığını, adını taşıyan bir kitabenin 1842 yılında mevcut olduğunu yazmıştır, anılan kitabe günümüzde kayıptır.

2007 yılında yapılan restorasyon çalışmaları sonucunda, köprü araç trafiğine kapatılmıştır, sadece yayaların geçişine açıktır. Bu kapatılmada yeni yapılan köprünün de etkisi olmuştur.

Yeni köprüden buraya su verilmiyor, yani sular çekildiğinden, bu köprünün cazibesi de kalmamış ve ayrıca bu köprünün üstü, halihazırda işportacılarla doludur. Yani köprü günümüzde sadece yaya trafiğine açıktır. Öte yandan, köprü üstünde aşırı yoğun motosiklet trafiği de var, buraya yolunuz düşerse gezerken dikkatli olmanızı öneririm, hızla geçiyorlar.

Adana Seyhan Taş Köprü

Köprünün üstünde, özellikle arka planda “Adana Merkez Camisi” nin görüntüsü muhteşemdir. Köprü geceleri ışıklandırılıyor, ama güzel bir ışıklandırma yapılmamış.

Köprünün hemen karşısında “Atatürk Müzesi” ve “Sinema Müzesi” vardır.

Son bir not: “Adana köprü başı” nakaratıyla ünlenen türkü, Adana şehrindeki bu köprünün ülke çapında ün kazanmasına neden olmuştur. Halen yörede yaşanan bir geleneğe göre: evlenmelerde, eşyalarla birlikte nehrin üzerinden geçilir, diğer yakada danslar edilerek, eğlenildikten sonra, eşyalar eve götürülür. Düğün zamanında da gelin köprüden geçirilir.

Adana Seyhan Ulu Cami

ULU CAMİ

Taşköprü’ye 200 metre mesafededir. Adana Merkez Camisinden sonra, şehirdeki en büyük ikinci camidir. 

Caminin inşasına, 1513 yılında Ramazanoğlu Halil Bey tarafından başlanmış ve 1541 yılında Piri Mehmet Paşa zamanında bitirilerek ibadete açılmıştır. Esas binanın batı tarafındaki giriş kısmı, Ramazanoğlu Halil Bey tarafından yaptırılmıştır.

Bu giriş kapısının üstünde, kademeli bir sistemle, yukarı doğru sivrilen konik çatının Selçuklu mimarisi karakterinde yapılmış olması, 16’ncı yüzyılda küçük bir beylik halinde bulunan Ramazanoğullarının burada önce küçük bir mescit yaptırdığı, fakat daha sonra Beyliğin büyümesi ve mescidin yeterli olmaması ile bugünkü esas binanın yapılmış olduğu düşünülmektedir.

1000 metre kare alanı kaplayan külliye bölgesinde: cami, türbe, medrese ve bahçe vardır. Haremlik, selamlık ve Ziya Paşa türbesi bulunur. 

Türbede bulunan üç sanduka, tamamen çinilerle süslenmiştir. 

Adana Seyhan Ulu Cami

 

Özellikle duvarları ve iç bölüm mimarisi görülmeye değerdir. Mimaride Roma ve Bizans kalıntıları, bloklar ve sütunlar kullanılmıştır. Siyah taşlarla süslüdür.

Doğu cephesindeki avlu kapısında ve caminin esas mekanının cephesinde, siyah ve beyaz mermer levhalar kullanılarak cephe görünüşüne renk katılmıştır.

Kıble duvarına paralel konulmuş, dört sütun ile iki nef teşkil edilmiş ve sütunlar hafif sivri kemerlerle birbirine bağlanmıştır.

Kıble duvarında çevresi siyah mermerden yapılmış bir bordürle çevrilen mihrabı, bilhassa caminin kıble duvarını kaplayan 16 ve 17’nci yüzyıllara ait çiniler, güzellikleriyle ilk bakışta dikkat çekmektedir.

Cami ve türbede kullanılan bu çiniler, mimariye renk katmış ve göz alıcı bir güzellik oluşturmuştur. Bir kısım çini, İznik yapımıdır. Diğer bir kısım çini ise, mahalli üslup ve geleneklere göre yapılmıştır.

Caminin mihrabı, tamamen çini kaplanmamış, sadece mihrap nişinin altında bir kısım çini kaplıdır. Çünkü klasik dönemde, mihrabın tamamen çiniyle kaplanması tercih edilmiyordu. Mihrap nişinin alt kısmındaki pano, kare çini levhalarla kaplanmıştır.  

Adana Seyhan Ulu Cami

Minare, kare kaide üstünde oturtulmuştur ve doğu portaline bitişiktir. Kaidesindeki madalyonlar ve küçük pencereler, Memlük minarelerini andırır. 

Günümüzde burada çeşitli kurslar (ebru vb.) veriliyor. Son bir not, camide fotoğraf çekilmesine izin vermiyorlar. Camiyi gezerken, çevredeki dükkanlardan cezerye ve lokum alabilirsiniz. Caminin medrese kısmındaki şadırvandan su içmenizi, medrese bahçesinde ise çay içmenizi öneririm. 

Adana Seyhan Yağ Camii ve Ramazanoğulları Medresesi

YAĞ CAMİ VE RAMAZANOĞULLARI MEDRESESİ

Seyhan ilçe merkezinde; Eski Belediye Caddesi üzerinde, Ulu camiye yakın “Büyük çarşı” semtindeki bu cami hakkında: ünlü gezgin Evliya Çelebi: Eski cami olarak söz etmiştir.

1501 yılında Saint Jacques adında yaptırılan bir Ermeni kilisesinin Ramazanoğlu Halil Bey tarafından camiye dönüştürülmesiyle oluşmuştur.

Adana Seyhan Yağ Camii ve Ramazanoğulları Medresesi

1542 yılında Ramazanoğullarından Piri Paşa tarafından medrese ilave edilmiştir.

Fransız bir seyyah olan Bertrandon Broque, caminin bulunduğu yerde, St Jean kilisesinin bulunduğundan söz eder.

Evliya Çelebi, ünlü Seyahatnamesinde, bu camiyi “Yağ camisi” ismiyle belirtir. Çünkü caminin önünde bir zamanlar “Yağ pazarı” kurulurmuş.

Adana Seyhan Yağ Camii ve Ramazanoğulları Medresesi

Mimari özellikler

Caminin en ilgi çeken bölümü: sarı taştan yapılan giriş kapısıdır, burası görkemli görünümü ile dikkat çeker.

Dikdörtgen planlı cami eski bir kilise yapısı olduğu için, kubbe, şadırvan gibi klasik cami mimari özelliklerine sahip değildir. Caminin önünde dört sütun üzerine beş kemer açıklı revak şeklinde, son cemaat yeri vardır.

İç duvarları sıvasızdır, ham taş kolonlarda eski medeniyetlerden kalma kalıntılar yani devşirme malzeme kullanılmıştır. Devşirme ve çok alçak olan sütunlar, sivri kemerlerle birbirine bağlanır. Nef üzerini beşik tonoz örter. Büyük bir avlunun çevresine sıralanan dershane, yatakhane ve çeşitli hücrelerden meydana gelen medresesi vardır.

Medrese 2005 yılında onarılmıştır. Bu arada merak ettiğim bir husus var, caminin girişinde tanıtım tabelasında, caminin eski bir Ermeni kilisesi kalıntıları üzerine inşa edildiği söyleniyor ancak kalıntılar üzerine değil, doğrudan kilisenin tadil edilmesiyle yapılmıştır, yazılanla bilinen sanırım farklı,

Sütunlu avlu görülmeye değerdir. Küçük caminin avlusundan girdiğinizde, hemen karşınıza eskiden dervişlerin konakladığı küçük odalara açılan bir kapı görülür.

Avluya girince hemen sağ yanda, üzerinde bacalar bulunan bir bölüm göreceksiniz, oranın eskiden şarap mahzeni (bazı kaynaklarda ise yağ deposu) olduğu söyleniyor ve daha sonra yer altındaki bu bölüm, abdest alma yeri olarak düzenlenmiştir.

Tabii kiliseden çevrilen yapıya, minare eklenmesi gerektiğinden, minare 24 yıl sonra yani 1522 yılında eklenmiştir.

Evet, son bir not, cami konum olarak; şehrin en iyi ve tanınmış kebapçıları ve şalgam satıcılarına komşudur.

Adana Seyhan Sabancı Merkez Camisi

SABANCI MERKEZ CAMİSİ

Seyhan nehri kıyısındadır. Taşköprü’ye oldukça yakındır. Merkez Parkın sonundadır, yani caminin çevresinde oldukça güzel bir park alanı vardır.

Cami: Türkiye ve Orta doğunun en büyük camisidir. Sabancı ailesi, Diyanet İşleri Başkanlığıyla birlikte bu muhteşem eseri yaptırmıştır. Ancak, caminin yapım maliyetinin % 50’lik bölümü halkın bağışlarıyla sağlanmış, kalan kısım ise Hacı Sabancı ve onun ölümünden sonra ise Sabancı ailesi tarafından karşılanmıştır. Bu yüzden, başlangıçta “Merkez Camisi” olarak düşünülen ismi “Sabancı Merkez Camisi” olarak değiştirilmiştir.

Caminin temeli, 13 Aralık 1988 tarihinde atılmış ve 10 yıl sonra, 1998 yılında açılmıştır. Proje mimarı Necip Dinç’tir. Genel görünüm olarak Sultan Ahmet Camisine, plan ve iç mekan olarak Selimiye Camisine benzer. Bu nedenle, bu camiye: Selimiye’nin eşi, Sultan Ahmet’in kardeşi, Kocatepe’nin çağdaşı denir. 

Mimari özellikleri

Caminin mimari özellikleri, İslam ile ilgili çeşitli bilgilerin belirtisi olarak inşa edilmiştir.

Ana kubbe etrafındaki 4 yarım kubbe: 4 halifeyi, 4 mezhebi, 4 büyük meleği işaret eder. Bir alt kattaki 12 yarım kubbe: İslam’ın tasvip ettiği 12 tasavvuf yolunu ifade eder. 5 normal kubbe: İslam’ın 5 şartını işaret eder.

Sekiz fil ayağı üzerine oturtulan 32 metre çapındaki ana kubbe, burayı, Türkiye’de yerden yüksekliği en fazla olan ve en geniş kubbeli camisi yapar.

Ana kubbe çapının 32 metre olması, 32 farz’ı işaret eder. Kubbenin namaz kılınan koddan itibaren yüksekliği 54 metredir. Bu yükseklik rakamı: 54 farzı temsil eder. 

Ana kubbedeki 70 pencere, Hz Muhammed’in peygamber olduğunda yaşı ve bir günde kılınan 40 rekat namazı gösterir. Avlusunda 28 kubbe vardır ve bunlar Kuran’da adı geçen 28 peygamberi temsil eder.

 İki mekandaki (avluda 28 ve 5 normal kubbe) toplam 33 kubbe: tespih, tahmid, tekbirin ayrı ayrı 33’er defa tekrarını belirtir. 6 minare, İmanın 6 şartını temsil eder.

Minarelerden: Bunlardan ana gövdeye bitişik 4 tanesinin yüksekliği 99 metre ve son cemaat mahallindeki 2 minarenin yüksekliği ise 75 metredir.

4 minarenin 99 metrelik yüksekliği, Allah’ın 99 güzel ismini anmak içindir. Minarelerde 16 şerefe vardır, bu sayı daha önce kurulan 16 Türk devletini temsil eder.

Minareler, beyaz çimento ile fil dişi renginde kırma malzeme karıştırılarak elde edilen betondan, betonarme olarak yapılmıştır. Camiye 5 kapı ve şadırvanlı avluya 3 kapıdan girilir. Bunların toplamı olan 8 sayısı, cennet kapısını simgeler.

Diğer özellikleri

Camide aynı anda 28.500 kişi ibadet edebilmektedir. Camide asansörlü minareye bir verici konmuştur. Bu verici aracılığıyla yapılan telsiz yayını ile, 60 km çaplı bir daire içinde kalan 275 camiye merkezi yayın sistemiyle vaaz yayını yapılmaktadır. Caminin kıble yönündeki sebil çeşmesinden, dini günlerde bal, gül, nar ve su şerbeti akar.

Adana Seyhan Sabancı Merkez Camisi

Caminin içi

Caminin içindeki çiniler, vitraylar ve altın varaklı yazılar görülmeye değerdir. Hat eserlerinin tümü Hattat Hüseyin Kutlu’ya aittir. Cami çinileri, klasik İznik çinisi tekniğiyle yapılmıştır. Kıble cephesindeki dört pano: büyüklük bakımından dünyanın en büyük cami panoları olarak kabul edilir.

Tüm nakış eserleri ve çinilerin desenleri, Mimar Nakkaş Semih İrteş’e aittir. Mihrap, minber, kürsü, taç kapı ve diğer kapılar mermerdir. İç ve dış aydınlatma ve iç seslendirme projeleri, Philips tarafından yapılmıştır. Klimalar kolonlara gizlenerek görüntü kirliliği önlenmiştir.

Adana Seyhan Yeni Cami-Abdürrezzak Antaki Camisi

YENİ CAMİ-ABDÜRREZZAK ANTAKİ CAMİSİ

Kuruköprü’den küçük saate giderken Özler caddesi üzerindedir. Oldukça merkezi konumu nedeniyle ulaşımı kolaydır.

Yeni cami, kitabesine göre Osmanlı döneminde 1724 yılında Adana şehrinin ünlü zenginlerinden Abdürrazzak Antaki tarafından yaptırılmıştır. Minare ise, 1729 yılında, Abdullah oğlu Ali Beşe tarafından yapıya eklenir. Cami halk arasında “Antaki” ismiyle de bilinir.

Mimari özellikleri

Caminin mimarisi, çok kubbeli ulu cami planı tipindedir. Arap-Memlük mimari etkileri taşır. Mısır-Kahire şehrindeki Memlük yapılarını hatırlatır. Taş işçiliği dikkat çeker. Özellikle kıble cephesindeki taş işçiliği görülmeye değerdir. Pencere kenarlarına küçük sütunlar yerleştirilmiştir. Pencerelerin çevresi, içleri bitki motifleri bulunan rozetlerle süslenmiştir. 

Tavanda 10 küçük kubbe vardır. Minare güneybatıdadır. Ancak minaresine altından girilen ender camilerden biridir. Minare mükemmel görünüyor. Harimin kuzey duvarının doğu ucunda, 3.53 metre genişliğinde, büyük bir kemerli kapı giriş açıklığı vardır.

Ancak kemerin üst kısmı yok edilmiştir. Buraya büyük bir betonarme kiriş eklenmiştir. Caminin minare kürsüsünün caddeye bakan tarafında, Osmanlı dönemi güneş saatlerinin güzel bir örneği vardır. Ancak taştaki aşınma nedeniyle saat görüntüsü bozulmuş, saat mili yoktur.

1998 Adana depreminde, cami hasar görmüş, Cami derneği tarafından onarımı yaptırılmıştır. Bu onarımda, caminin kubbelerinde bulunan çatlaklar sıvanmış, cami iç beden duvarının derzleri yenilenmiş, tüm ahşap imalatlar yeniden yapılmıştır.

Ancak bu onarımda, caminin temel ve temel zemininde herhangi bir inceleme veya güçlendirme çalışması yapılmamış ve ardından, kubbe, minare ve beden duvarında çatlamalar olmuştur.

Tüm bu hasarların giderilmesi için, 2012 yılında cami büyük onarımdan geçirilmiştir. Yaklaşık 290 yıldır ilk defa tadilata alınan caminin onarım çalışmaları 14 ay sürmüştür ve bu onarım çalışmalarında, cami bahçesinde bulunan ek kısım yıkılarak tarihi doku korunmuştur.

Ek bölüm bodrum kata taşınarak cemaat kapasitesi arttırılmıştır.

Adana Seyhan Çarşı Hamamı

ÇARŞI HAMAMI

Eski Belediye caddesi üzerinde, Saat kulesinin karşısındadır. Hamam yapısı, Adana şehrinin en büyük ve en eski hamamıdır.

1529 yılında Ramazanoğlu Halil Bey oğlu Piri Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yapı: düzgün taşlarla örülmüş ve mermerlerle kaplanmıştır.

Adana Seyhan Çarşı Hamamı

Giriş kapısı üzerindeki kitabesi, taş oymacılığın en güzel örneklerinden birisi olarak dikkati çeker. Kitabe ve motiflerle süslemelerin altında, 1945 yılında Nuri Has tarafından onarım yapıldığını gösteren mermer levha bulunur.

İçeride soyunmalık bölümündeki kubbenin de taş işçiliği mükemmeldir. Ilıklık bölümünde, yerdeki döşeme, farklı renkli mermerlerden yapılmıştır. Bu döşeme, Ramazanoğullarının yakın ilişkide bulundukları Suriye ve Mısır mimari stillerinden etkilendiklerinin kanıtıdır.

Hamamın üstü, 16 x 43 metre ölçülerinde ve üzeri beş kubbe ile örtülüdür. Yapıldığı  dönemlerde, suyu büyük oluklarla Seyhan ırmağından getiriliyordu.

Hamam yapısı, 1945 yılında restore edilmiştir, yapıldığı tarihten itibaren sadece “Hamam” ismiyle bilinmektedir. Günümüzde de işlevini sürdüren hamamda, ana caddeye bakan kapısındaki taş işçiliği görülmeye değerdir.

Adana Seyhan Adana Kalesi

ADANA KALESİ

Seyhan ırmağı ve Taşköprü’nün batı kıyısındaki höyük üstündedir. Tepebağ ve Kayalıbağ mahallelerini çevreleyen bir konumdadır. 

Kale, yontma taştan yapılmış olup, MS 781 yılında Abbasi halifesi Harun Reşit tarafından yaptırılmıştır. Çevresi 300 metre kadar olan kalenin, doğu yönünde Seyhan ırmağı akar ve gövdeyi yalayıp geçer.

Kalenin öbür üç tarafı ise, su dolu hendeklerle çevrilidir. Sultan 4. Murat: Bağdat seferine giderken, Adana şehrine uğramış ve kale içinde Ramazanoğlularının yaptırdığı bir sarayda konaklamıştır. 

Kaleden günümüze, sadece Geç Roma dönemine ait sur kalıntıları kalmıştır. Çünkü kale surları, 1836 yılında Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa tarafından yıktırılmıştır.

Bu yüzden, kaleden geriye sadece “Tarsuskapısı” ve “Kalekapısı” denen iki parça duvar kalmıştır. Kale kapısı, Taşköprü’den şehre girişte bulunur ve halen bu semtin adı “Kalekapısı” olarak geçer.

Tarsuskapısı ise, Küçük Saat Meydanında bulunan Kemer Altı Camisi civarındadır, Tarsus yönünde olduğu için Tarsuskapı ismi verilmiştir.

Bu yüzden, Kemer Altı Camisi, Tarsus Kapı Camisi olarak da bilinir. Fransız seyyah Lucas, 1706 yılında Adana’ya geldiğinde, Adana kalesi hakkında şunları yazar “Adananın ortasından Paris şehrindeki Sen nehri büyüklüğünde Çakıt (Seyhan) ırmağı geçer.

Bu nehrin kenarında ise şehrin kalesi vardır. Çevresi 300 metreden fazla olmayan bu kalenin içinden, büyük gözlü bir taş köprüye geçiliyor ve buradan şehrin dışına çıkılıyor.

Bu köprünün sağ kolu üzerinde büyük su kemerleri ve bunların alt taraflarında da nehirden su çeken su depoları bulunuyordu.

Büyük kemerli su yolları, ırmaktan alınan suyu kanallar vasıtasıyla şehre gönderiyordu. Bu kale, küçük olmakla birlikte sağlam bir temel üzerine yapılmıştır.

Bir gün kaleyi gezerken: üzerinde kuleleri bulunan surun, kale kadar eski olan kapısından içeri girdim. Bu kapının alt tarafı büyük demir levhalardan, üst tarafı da kalın at nallarından yapılmıştı.

Buradan sonra dar yollardan geçerek muhafızların oturduğu garnizona ulaştım. Bundan sonra surları dolaştım.

Surlarda küçük bir top ve birkaç tane de mühimmat deposu vardı.

Fakat bunların hepsi boştu, kalede başka görülmeye değer bir şey yoktu.

Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde Adana kalesi hakkında şunları yazmıştır “Şimdilerde sadece sur kalıntıları görülen Adana kalesinin sonunu getiren ise Osmanlıya karşı ayaklanma başlatan Kavalalı oğlu İbrahim Paşa, Adana’dan çekilirken, ardında hiçbir iz bırakmamak adına, önce şehirdeki cephaneliği havaya uçurmuş, ardından ise Adana kalesinin surlarını yıktırmıştır”

1836 yılında yıkılan surlar, ne yazık ki, takip eden dönemde yeniden yapılmamıştır. 

Adana Seyhan Hasan Ağa Camisi-Hasan Kethüda Camisi

HASAN AĞA CAMİSİ-HASAN KETHÜDA CAMİSİ

Ali Ağa mahallesinde, Yağ camisinden 150 metre güneydedir. 

Cami, klasik Osmanlı dönemine ait, şehirdeki tek örnek camidir. Mimarı bilinmemektedir ancak caminin planının Mimar Sinan tarafından çizildiği söyleniyor.

Cami, 1558 yılında, Ramazanoğlu Halil Bey’in kölesi Hasan Kethüda ile yine azatlı kölesi Atike tarafından yaptırılmıştır. 

Hasan Kethüda: Ramazanoğlu Piri Paşa, şehir dışında iken, sorumlu olduğu Ulu Caminin yapımı sırasında artan malzeme ile bu camiyi yapmıştır. Çünkü her iki caminin mimari elemanları arasında büyük benzerlik vardır.

Özellikle, kubbeleri örten oluklu kiremitler, çiniler ve mihrap ile minberdeki renkli taş işçiliği büyük benzerlik gösterir. Ancak söylentilere göre, bunu duyan Ramazanoğlu Piri Mehmet Paşa, ceza olarak onun başını kestirmiştir. 

Caminin yapımı 25 yıl sürmüştür. 

Giriş kapısının kuzey duvarı görülmeye değerdir, burada oymalı süslemeler vardır. Caminin güney duvarında, 1671 yılında Çukurova’ya gelen Evliya Çelebi’nin imzasını taşıyan bir mermer yazıt vardır. Caminin minaresi 1730 yılı yapımıdır ve tek şerefelidir.

Ancak: 1814 ve 1946 yılında yapılan büyük onarımlar sonucunda, camide büyük değişiklikler yapılmış olup, orijinal kısımlar harim, minare ve son cemaat yerinin bir bölümüdür.

Harimin kuzeyini boydan boya geçen ahşap mahfilin alt yüzü, zengin ve başarılı kalem işleriyle süslüdür. Ahşap kapı kanatları geometrik ve pencere alınlıkları ise bitkisel motifli çinilerle süslenmiştir. 

Adana Seyhan Çoban Dede Parkı ve Çoban Dede Türbesi
Adana Seyhan Çoban Dede Parkı ve Çoban Dede Türbesi
Adana Seyhan Çoban Dede Parkı ve Çoban Dede Türbesi

 

ÇOBAN DEDE PARKI VE ÇOBAN DEDE TÜRBESİ

Seyhan nehrine hakim bir tepe üstündedir. Türbenin çevresi, Çoban dede parkı olarak düzenlenmiştir. Güzel bir manzaraya sahip olan park, Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılmıştır. Özellikle yapay şelaleler güzeldir, motopom ile gölden çekilen sularla bu yapay şelaleler oluşturulmuştur. 

Adana Seyhan Çoban Dede Parkı ve Çoban Dede Türbesi

Burasıyla ilgili bir hikaye anlatılmaktadır. Bir zamanlar, Adana şehrinin eski yerleşim yerinden, göl kenarına doğru taşınması nedeniyle Seyhan gölü çevresinden geçen Adnan Menderes Bulvarı yeni açılmıştır.

Bulvarın çevresinde parklar ve dinlenme alanları düzenlenir. Bir gün Çoban dede türbesinin bulunduğu bu alanda da, alanın düzeltilip doğal bir park alanı haline getirilmesi için iş makinaları, dozerler ve kepçeler gönderilir.

Ancak: bu iş makinaları tepeyi yok etmek için çalıştırılmak istendiğinde, bunlar bir türlü çalıştırılamaz. Çalışanların tepeye kepçe vurmaları ile kepçeler kırılır, bir süre sonra mezar fark edilir ve türbe yapılır.

Uzaktan buraya baktığınızda, türbenin bulunduğu yerin çevresinin iş makinaları ile oyulduğu, türbenin bulunduğu bölümün ise bir kule gibi kaldığı görülür. Bu durum, biraz önce yazdığım öyküyü hatırlatmaktadır. 

Yine anlatılanlara devam edelim, malum burası, özellikle Adanalılar tarafından yoğun olarak tercih edilen bir yerdir.

Çoban dedenin gerçek ismi bilinmiyor ve türbenin bulunduğu bu tepede koyunlarını otlatırmış, bu yüzden çoban dede olarak isimlendirilmiştir. Niğde’nin Bor ilçesinden gelmiş ve 1848 yılında burada vefat etmiştir. 

Adana Seyhan Çoban Dede Parkı ve Çoban Dede Türbesi

Türbe, bakımsız iken 1981 yılında onarılmıştır. 2015 yılında ise, Çoban dede parkının bir bölümüne kuş cenneti ve mini hayvanat bahçesi yapılmıştır. Burası elbette özellikle çocukların aşırı ilgisini çekmektedir. 

Adana Seyhan Merkez Park

MERKEZ PARK

Reşatbey Mahallesi, Fuzuli caddesindedir. Park yapılmadan önce, bu bölgede şehir otogarı, nehrin taşmasına karşı önlem olarak boş bırakılan alanlar ve narenciye bahçeleri bulunuyordu. 

Adana Seyhan Merkez Park

Bu alandaki 100 ev yıkılarak, buraya 2004 yılında burada Türkiye’nin en büyük parkı yapıldı. Kenarlara dizilmiş uzun sıra sıra apartmanları ile, park alanı Amerika’daki Central Parka benzetiliyor. 

Parkın bir ucu Sabancı Merkez Camisine çıkıyor. Diğer ucunda ise, Galeria Alışveriş merkezi bulunuyor. Seyhan nehrinin iki yakasına kurulmuştur. Özel aracınızı, hemen parkın altındaki otoparka bırakabilirsiniz. Evet, 330 dönümlük park oldukça büyüktür. Burayı gezmek için en az 2 saat ayırmalısınız. 

Park alanı içinde: 67 tür bitki var, bitki ve ağaçların toplamı 400 bin kadardır. Ayrıca 40 tür kaktüs bulunuyor. Yani bir anlamda, Adana şehrinin bir açık hava bitki koleksiyonu müzesi gibidir. Turunç ağaçları ayrı bir güzelliktedir. Park alanında, 12 tane havuz bulunuyor.

Bu havuzlardan üzerinde dünya haritası olan küre çok ilgi çeker. Mermerden yapılmış heykeller var. Parkı çevreleyen bölümde, 3 kilometrelik yollar var, bunlardan bir tanesi koşu yolu olarak düzenlenmiştir, ikincisi ise bisiklet ve gezi faytonu yoludur. 

Yine park alanı içinde, 300 kişi kapasiteli amfi tiyatro vardır. Burada çeşitli gösteriler düzenleniyor. 

Park alanında: Kıbrıs savaşına katılmış gemi, tanklar ve uçakları görebilirsiniz. Saltanat kayıklarına binerek nehirde gezebilirsiniz. 

Adana Seyhan Merkez Park

Nehrin üzerinde akşamları ışıklandırılan Sinanpaşa asma köprü var. Bu asma köprü, nehrin üstünden karşı kıyıya geçmeyi sağlıyor ama fazlaca sallanıyor, telaşlanmadan geçebilirsiniz. Kullanılan bitkilerin arasına, değişik hayvan figürleri yerleştirilmiştir. 

Parkta, parkı baştan sona gezdiren tren var, tren özellikle çocukların ilgisini çekiyor ama ailecek binebilirsiniz. Burada festivaller düzenleniyor ve özellikle festival zamanlarında park aşırı kalabalık oluyor.

Son yıllarda “Lezzet Festivalleri” ve “Portakal çiçeği festivali” bu park alanında yapılıyor ama bu sırada elbette aşırı kalabalık, aynı zamanda park alanının çimlerini de perişan ediyor. 

Adana Seyhan Merkez Park

Park alanının bir diğer sıkıntılı yönü, son yıllarda burada oldukça yoğun göçmen nüfus bulunmasıdır ve özellikle akşam saatlerinde güvenliğe dikkat ediniz.

Öte yandan, bu göçmen yoğunluğu parkta birçok çöp yığını oluşmasına da sebep oluyor, park alanı oldukça kirlidir. Siz yine de gidin, bu büyük parkı görün, gezin.

Adana Seyhan Adana Etnografya Müzesi

ADANA ETNOĞRAFYA MÜZESİ

Kuru köprü mevkiinde, 1845 yılında yapılan bir kilise, sonradan terk edilmiş, Fransız işgali sırasında, Fransız askeri hastanesi olarak kullanılmıştır. 

Bu yapı, 1924 yılında ise, Arkeoloji ve Etnografya Müzesi olarak düzenlenmiştir. Türkiye’nin en eski on müzesinden biridir.

Ancak, 1972 yılında, eserler, yeni yapılan müze binasına taşınmıştır.

Ardından, bu kilise restore edilmiş ve 1983 yılında Etnografya Müzesine çevrilerek ziyarete açılmıştır. 

Müzede 2775 adet Etnografik eser sergileniyor ve bunlar arasında özellikle Çukurova köyleri ve Toroslarda yaşayan, Çukurova’nın yerlileri olarak anılan Türkmen ve Yörük ailelerine ait günlük eşyalar ilgi çekiyor. 

2016 yılının ilk günlerinde müzenin ismi “Adana Kuruköprü Kilisesi Anıt Müzesi ve Geleneksel Adana Evi” olarak değiştirilmiştir. 

 

Bahçe

Müze bahçesinde: sülüs, küfi ve nesih hatla yazılmış mezar taşları ve kitabeler sergileniyor. Bunlar arasında ilgi çekenler: Misis hanı kitabesi, Taşköprü ve Misis köprüsü onarım kitabeleri, Osmanlı devlet arması bulunuyor. 

Adana Seyhan Adana Etnografya Müzesi

 

Etnoğrafik Eserler

Burası 4 bölüme ayrılmıştır. Bunlar: Istar bölümü, Yörük çadırı bölümü, Şark odası ve Panolar bölümleridir. Istar bölümünde kilim örnekleri var, Yörük çadırı bölümünde ise kara kıl çadır kurulmuştur ve içi düzenlenmiştir.

Şark odası bölümünde, ortada bir mangal ve giyinmiş Türkmen kızı mankeni görülüyor. Panolar bölümünde: Toroslarda yaşayan aşiretlerin el dokuma kilim örnekleri, halı, heybe, seccade, yastık örtüleri sergileniyor. 

Müzenin bir de vitrinler bölümü bulunuyor. Bu bölümde: vitrinler içinde bazı objeler sergileniyor. 

Adana Seyhan Adana Arkeoloji Müzesi

ADANA ARKEOLOJİ MÜZESİ

Seyhan Reşatbey Mahallesi Fuzuli Caddesindedir.  

Müze, burada daha önce kurulu “Milli Mensucat Fabrikası” yerine yapılmıştır. Biraz bu fabrikadan söz etmek istiyorum.

Fabrika 1907 yılında, Seyhan ilçesi, Döşeme Mahallesi ve eski istasyon civarında, Aristidi Kozma Simyonoğlu tarafından “Simyanoğlu Fabrikası” ismiyle kurulmuştur. Adana’nın en eski sanayi kurumlarından biridir.

Fabrika; Atütürk’ün talimatıyla, 1927 yılında el değiştirmiş, dönemin iş adamları tarafından hazineden satın alınmış ve “Milli Mensucat Fabrikası” kurulmuştur. Bu dönemde, fabrikada üretilen “Aslan” markalı iplikler, ülke genelinde yoğun talep görmüştür.

1978 yılında, fabrika biriken borçları nedeniyle, yeniden devlete geçmiş, üretime ara verilmiş ve 1983 yılında yeniden açılmış ama bu kez adı “Milsan Mensucat” olmuştur.

Adana sanayisi için bir okul niteliği taşıyan fabrika, aynı zamanda Türk Edebiyatı için de ilham kaynağı olmuştur. Yazar Orhan Kemal, önemli eserlerinden biri olan “Bekçi Murtaza” kitabını, fabrikadan esinlenerek yazmıştır.

Hayatının bir döneminde, bu fabrikada memurluk yapan yazarın ünlü romanındaki baş karakter “Murtaza” fabrikada gece bekçisidir. 

Evet, fabrika binası müze olarak düzenlenerek: 18 Mayıs 2017 tarihinde “Dünya Müzeler Günü” nde ziyarete açılır. 

Adana Seyhan Adana Arkeoloji Müzesi

 

Ancak tüm üniteler devreye girmemiş, sadece 1’nci Etap çalışmaları tamamlanmış, Arkeoloji bölümü açılmıştır. Tamamen bittiğinde, müzenin Türkiye’nin en büyük müzesi olacağı söyleniyor, sergileme alanı 68 bin metre kareyi bulacak, arkeoloji, mozaik, Etnografya, tarım, sanayi ve kent müzeleri olarak bir kompleks yaratılacakmış.

Ayrıca sergi ve konferans salonları, açık hava sineması, kafeterya ve restoranı da bulunacakmış. 

Müze oldukça güzel dizayn edilmiş, içeride dinlenme yerleri var. Eserlerin bilgilendirme yazıları yeterli, fotoğraf çekilmesine izin veriliyor. Müzede gezinirken, dinlendirici bir müzik sesi geliyor.

Önce girişte barkovizyon gösterisini izleyin, bu gösteride: Adana ve ilçeleri tanıtılıyor. Bence mutlaka zaman ayırıp izleyin. 

Adana Seyhan Adana Arkeoloji Müzesi

Ardından, müzede bulunan 8 salonu gezmeye başlayabilirsiniz. 

Bu salonlarda: Prehistorik dönem eserleri, Hitit, Asur, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait heykeller, lahitler, steller, sunaklar ve büstler, cam, pişmiş toprak ve bronzdan yapılmış çeşitli kaplar, altın takılar ve diğer arkeolojik buluntular sergileniyor.

Bu buluntular arasında, özellikle Gözlü kale, Yumuk tepe, Sirkeli ve Misis kazılarında ele geçenler özel bir önem kazanıyor ve bunlar Çukurova’nın zengin tarihine ışık tutan özgün eserlerdir. 

Müzede daha çok Roma dönemi eserleri var. Ayrıca Likya bölgesinde (günümüzde Adana, Mersin yörelerinde) bulunmuş Hitit ve biraz da Osmanlı dönemi eserleri bulunuyor. Çoğunluğu ise “Anavarza” antik kentinden yani Doğu Roma’nın başkentinden gelmiştir. 

Adana Seyhan Adana Arkeoloji Müzesi

 

Teşhir edilen eserler arasında, ilgi çeken ve özellikle görmenizi önereceklerim şunlardır (eğer müzeyi tamamen gezmek için en az 2 saat gibi yeterli zamanınız yoksa, doğrudan bu eserleri görmenizi öneririm, çünkü bu eserler, müzenin yıldız eserleridir); Hitit Fırtına Tanrısı Tarhunda’ya ait taş heykel, Anadolu Hiyeroglif Yazılı Stel, Babil Steli, Adana Karataş’ta denizden çıkarılan bronz erkek heykeli, Roma dönemine ait mermer “Antropoid Lahit” ve “Akhilleus Lahti” dir. 

Akhilleus Lahti: Tarsus’tan getirilmiştir, yüksek kabartma biçiminde Troya savaşlarını betimleyen mermer bir lahittir. 

Yine heykel salonunda, Seyhan baraj gölü suları altında kalan “Augusta” antik kentinden getirilen “Medusalı Lahit” ve Karataş-Magarsus antik kentinden getirilen insan boyutundaki bronz “Karataş” heykeli mutlaka görülmelidir. 

   

 Müzenin son bölümünde: yakın çağ ve tarihe ait eserler sergileniyor. 

En sonunda, yorgunluk gidermek için, müzenin kafe bölümünü ziyaret edebilir, hediyelik eşyaların satıldığı bölümü gezebilirsiniz. 

Adana Seyhan Atatürk Parkı

ATATÜRK PARKI

Merkez Park’tan Stad önündeki Ziya Paşa caddesinden geçip düz giderseniz, buraya ulaşırsınız.

Eskiden bu bölgedeki araziler değerli değilmiş, bir dönem burada Giritli göçmenlere tahsis edilen baraka tipi konutlar varmış, derme-çatma binaların bulunduğu bölge “Giritli Mahallesi” olarak bilinirmiş. Stadyum tarafında eskiden Ermeni Mezarlığı, Sabuncuzade camisinin olduğu yerde ise Müslüman Mezarlığı varmış. Hatta yine bu bölge yağışlı günlerde tam bir bataklık oluyormuş.

Günümüzde ise çok güzel bir park alanı haline getirilmiş ve bu güzel park alanına büyük önderimiz Atatürk’ün ismi verilmiş.

Atatürk Parkı, bölgede her türlü restoran, kafe ve eğlence merkezinin bulunduğu bir yer olarak önem kazanıyor. Resmi bayram törenleri burada Atatürk heykelinde yapılıyor.

Şehrin ortasında, dinlenip nefes alınabilecek, yeşillikler içinde, süs havuzları ve yürüyüş parkurlarıyla ilgi çeken bir park, özellikle palmiye ağaçları ayrı bir hava katıyor. Park’ta “Aşk ve Sadakat Köprüsü” var, Avrupa’da benzerlerine göre kötü bir taklit olmuş, burası bir tür “Kilit Takılan Köprü” konumuna sokulmuş, kilit takılır, anahtarı göle atılır, böylece sevdiğiniz kişi ile olan bağınızın anahtarı sonsuza kadar gölün derin sularında kalacak ve sizi kimse ayıramayacaktır.

 

Ancak aşırı kilit takıldığını göremedim, saçma bir uygulama, zaten aşırı kilit takılsa, köprünün ağırlığını etkiler.

Ayrıca, Atatürk Caddesi girişinde “I Love You Adana” yazısı bulunuyor, ziyaretçiler burada fotoğraf çektiriyorlar.

Şehir dışından gelenler zamanınız varsa bence buraya bir uğrayın, güzel bir yer.

Adana şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

 

Adana Yüreğir

Adana Yüreğir


Adana şehrinin merkez ilçelerinden birisidir. Yani: burayı değerlendirirken, Adana şehrinin genel özelliklerini düşünmek gerekir. Yüreğir ilçesi; Misis ören yeri ile tarih meraklılarının ilgisini çekiyor.

Adana Yüreğir

 

ULAŞIM

Adana şehrine ulaşım olanakları değerlendirildiğinde, buraya ulaşım anlaşılır. Yani, ulaşım yönünden herhangi bir sıkıntı bulunmamaktadır. Çünkü: Adana şehir merkezinin bir bölümünü oluşturmaktadır.

Yüreğil-Osmaniye arasındaki uzaklık: 87 km. Yüreğil-Mersin arasındaki uzaklık: 69 km. Yüreğil-Hatay arasındaki uzaklık: 191 km. Yüreğil-Niğde arasındaki uzaklık: 205 km. Yüreğil-Kayseri arasındaki uzaklık: 334 km. Yüreğil-Ceyhan arasındaki uzaklık: 48 km. Yüreğil-Karaisalı arasındaki uzaklık: 47 km. Yüreğil-Yumurtalık arasındaki uzaklık: 81 km. Yüreğil-Karataş arasındaki uzaklık: 50 km. Adana Şakirpaşa Havaalanı, ilçe merkezine 4 km. uzaklıktadır.

TARİH

Tarihi süreç içinde, bölgede: günümüzde Ceyhan ırmağının kıyısındaki “Yakapınar” bölgesinde kurulu yerleşim yeri olan Misis yöresinde: Roma ve Memlük dönemine ait uygarlıkların izleri görülür.
Misis şehri: İran satraplarının başkenti iken, 1517 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından, Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Yüreğil ismi nereden gelmektedir?

Orta Asya’da Özbekistan ve Kazakistan arasında kalan, dünyanın dördüncü büyük gölü Aral Gölüne dökülen Seyhun ve Ceyhun ırmaklarının arasındaki verimli bölge, eskiden “Yüreğil” diye anılırdı.

Çünkü iki nehir arasındaki bu bölge, Oğuz Türkler Üçoklar kolundan olan Yüreğil boyunun kışlağı idi.

1340’lı yıllarda, Üçok Türkmenlerinden “Yüreğil aşireti” Mısır Memlük Devletinin desteği sonucu Misis yakınlarına gelirler ve Çal dağı eteklerine yerleşirler. Yani, Yüreğil boyu, Çukurova’ya göç eder.

Çünkü: çalılarla kaplı bir tepelik alan olan Çal dağı: ovanın orta yerinde ve çevresine hakim bir konumdadır.

Burada: Camili isimli bir köy kurarlar.

Aynı dönemde: Adana merkezinden Halep ve Maraş yönüne giden kervan yolları da buradan geçmektedir.

Çal dağında yerleşen, Oğuz Türklerinin Yüreğil boyu: daha sonra Ramazanoğulları Beyliğini kurar. Hatta: Ramazanoğulları Beyliğinin kurucusu Ramazan Beyin babasının ismi “Yüreğir” dir.

Ramazanoğulları: 1360’lı yıllarda yöredeki Ermenilerle savaşırlar ve onları yenerek, Taşköprü’ye ulaşırlar ve köprüyü geçerek Adana şehir merkezini fetih ederler.

Adana Yüreğir

 

GENEL

Adana il merkezinde, 425 bin kişilik nüfus yoğunluğu ile, dört merkez ilçeden birisidir. Bu nüfus yoğunluğunun büyük çoğunluğu ve hatta yarıya yakını: ülkemizin Güneydoğu ve çevre illerinden gelen göçmenlerden oluşmaktadır.

Hatta: Ceyhan, Kadirli, Kozan ve Aladağ gibi ilçelerden de yoğun göç almıştır.

Bu yüzden: buraya gelenlerin büyük çoğunluğunun eğitim seviyesinin ve gelir seviyesinin düşük olması dikkat çeker. Ayrıca, kalabalık aile profili görülür.

Tüm bunların sonucu olarak, elbette kaçak yapılaşmanın üst düzeyde olduğunu söylemek gerekir. İlçe merkezindeki yapıların % 85’i kaçaktır, yani gecekondudur.

Bölgenin yüzölçümü: 859 km. karedir. Denizden yükseklik ise, 21 metredir.

Adana Yüreğir Uluslararası Ölümsüzlük Şehri Misis Kültür ve Sanat Festivali

ULUSLARARASI ÖLÜMSÜZLÜK ŞEHRİ MİSİS KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ

Misis kenti, Lokman Hekim efsanesinde geçen ölümsüzlük iksirinin Ceyhan nehrine düşürülmesi ve böylece bölgenin ölümsüzlük yöresi olması nedeniyle, her yıl burada festival düzenlenmektedir.

Adana Yüreğir

 

GEZİLECEK YERLER

Adana Yüreğir Tek Kubbeli Kübik Mescit-Akça Mescit

TEK KUBBELİ KÜBİK MESCİT-AKÇA MESCİT

Ulu camiye yakındır. Türkmen Beyi Ağcabey tarafından muhtemelen 1489 yılında yaptırılmıştır. Dönem: Ramazanoğlu Şahabettin Bey dönemidir. 

Hemen yakınındaki Ulu Caminin 1513 yılında yapıldığı bilindiği için, bu mescidin çok daha önceden burada yapılması önemlidir.

Yapım tarihi itibarıyla Akça Mescit, Adana’nın en eski yapısıdır. Mescitte Selçuklu mimarisi izleri görülür. Girişteki kapıda bitki desenli rölyef işlenmiştir. Tamamen taştan yapılan mihrap da, oldukça görkemlidir.

 Yapının boyutları 10 x 10 metredir. Kubbesi tek bölümden oluşur ve oldukça küçük bir mescit olarak yapılmıştır. Dışarıdan bakıldığında türbe görüntüsü verir.

Adana Yüreğir Misis-Yakapınar Ören Yeri

MİSİS-YAKAPINAR ÖREN YERİ

Merkeze bağlı, Ceyhan ırmağı kıyısındaki “Yakapınar” köyü bölgesindedir. Adana merkezine 27 km. uzaklıktadır. Yılanlı kale ise 16 km uzaklıktadır. Misis şehri, günümüzde Ceyhan ırmağının sağ tarafındaki büyük höyüğün toprak yığınları altında saklıdır. 

Yazının giriş kısmını biraz uzun tutmakta yarar var, çünkü yaklaşık 7000 yıllık bir yerleşim yeri yani Misis şehri kalıntılarını gezmeden önce, buranın önemini bilmekte yarar var. Bu yüzden, umarım sıkılmadan okursunuz, ama inanın okuduktan sonra burayı daha bilinçli gezeceksiniz. 

Tarihi ipek yolu buradan geçer. Adana şehir merkezinden sonra, bölgenin ikinci bir geçidi durumundadır. Suriye’den gelen bir yol, Amanos dağlarını aşarak Kanlı Geçit’ten Çukurova’ya, buradan da Misis ve Adana’ya ulaşmaktaydı.

Antakya’dan Belen Geçidi’ni aşıp İskenderun ve Payas üzerinden gelen  diğer bir yol, Misis üzerinden geçerek Tarsus’tan Gülek Boğazı yoluyla İç Anadolu’ya ulaşmaktaydı. Yumurtalık limanından başlayarak kuzey kervan yolunun ilk menzili Misis kentiydi. Uzak diyarlardan, farklı kültürlerden getirilen taşınabilir mallar, burada depolanır ve dağıtılırdı. 

Adana Yüreğir Misis-Yakapınar Ören Yeri

Misis şehrinin bilinen ilk ismi, Hititler tarafından kullanılan “Pahora” dır. Asurlular ise şehre “Pahru” demişlerdir. Yani MÖ 5500’lerde kurulduğu düşünülmektedir. 

Adana Yüreğir Misis-Yakapınar Ören Yeri

Helen dilinde ise şehrin ismi: Mopsuestia’dır. (Günümüzdeki Türkçesinde, bu isim: Mopsus’un ocağı” anlamına gelmektedir.)  Şehrin ismi, Bizans ve Haçlı kaynaklarında “Mopsuesta, Mamistra” olarak geçer. Süryanicede “Masista”, Arapçada “Massisa” Türkçede ise “Misis” olarak geçer.

Adana Yüreğir Misis-Yakapınar Ören Yeri

Evet, her ne kadar Misis şehrinin Hitit döneminde kurulduğu, kalıntıların Hitit dönemine kadar uzandığı bilinse de Grek inanışına göre: Mopsos isimli efsanevi kahin tarafından  MÖ 1200’lü yıllarda Truva savaşına katılmış ve ardından Çukurova’ya gelerek Mopsuestia yani Misis ile Külek Boğazındaki Mopsukhrene antik şehirlerini kurmuştur.

Efsanevi kahin liderliğindeki karışık toplulukların yerleştikleri ilk yerdir. Efsaneye göre, şehir Mopsos tarafından kurulduğu için Mopsuhestia yani Mopsos’un Evi olarak isimlendirilmiştir.

Ancak biraz önce de belirttiğim gibi, şehir, Mopsos bu topraklara ayak basmadan 4000 yıl önce de burada vardı ve onun zamanında kurulduğu gerçeği yansıtmaz.

Yapılan araştırmalara göre, MÖ 2 binli yıllarda, burası, Hitit imparatorluğunun ilk şehirlerinden birisidir. MÖ 1 binli yıllarda ise, şehirde Asur hakimiyeti görülür. 

Adana Yüreğir Misis-Yakapınar Ören Yeri

Makedonyalı İskender: MÖ. 333 yılında, Kilikya olarak bilinen Adana yöresine gelir. Deniz sahilindeki Magarsus ( günümüzdeki Karataş yakınlarında) Yüreğil ovasında ve Ceyhan nehri kıyısındaki Mallos (günümüzde Kızıltahta köyü yakınlarındadır) şehirlerine uğrar.

Buradan: doğuya yönelir ve Misis üzerinden Çukurova’yı körfeze bağlayan Demirkapı’dan geçerek “İsos” şehrine gider ve burada Pers kralı Darius ile savaşır.

Tarihi süreç içinde: Misis şehri gelişerek büyür. Şehrin stadyumu ve akropolü gibi büyük tesisler yükselir ve iki tarafı, mermer sütunlu geniş bir yoldan gemilerin bağlandığı ırmak boyuna gidilirdi.

İskender’in ölümünden sonra ise, şehir Seleukosların idaresine geçer. MÖ. 93 yılında: İskender’in generallerinden 6’ncı Selokos de, burada oturmuş, ancak halka çok fazla vergi uygulamıştır. Halk: bunun üzerine isyan eder ve kral sarayını ateşe verirler ve Selokos, yanarak ölür.

Takip eden dönemde, yani Roma döneminde, Misis şehri daha gelişerek büyür, Ceyhan nehrinin sağ ve sol kıyılarında gelişir ve çevresi büyük surlarla çevrilir. Roma İmparatoru Hadrian, burada birçok binalar yaptırır ve şehre “Hadrian Mopsuestia” ismi verilir.

Bu onarım ve yeniden yapılanma döneminde; araştırmacı Longlois tarafından Misis yöresinde bulunan bir taş üzerindeki şu yazıt dikkat çekmektedir “Mukaddes, hür, müstakil, Roma’nın dostu ve müttefiki Misis”. Evet, bu kısa yazı da, Romalıların Misis şehrine ne kadar önem verdiklerin kanıtlamaktadır.

710 yılında şehir Arapların istilasına uğrar ve Arapların eline geçer. Malazgirt Savaşından sonra ise, Selçuklu Türkleri, şehri ele geçirir. Misis şehri, Selçuklu döneminde Ayas (Yumurtalık) Limanından tüm Anadolu’ya ihraç edilmek üzere gönderilen malların güzergahı üzerinde bulunması nedeniyle önem kazanır.

1132-1151 yılları arasında Ermeniler ve Bizans arasında el değiştiren şehir, 1375 yılına kadar Kilikya Ermeni krallığının elinde kalır. 1375 yılında Memluklular ve 1516 yılında ise Osmanlılar görülür. I. Selim, bölgeyi Osmanlı topraklarına katar. 

1671 yılında Misis şehrini ziyaret eden Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde şöyle yazar “Köprübaşında küçük bir han vardı. Dördüncü Sultan Mehmet; Köprülü Mehmet Paşa’ya emir verip köprübaşına büyük bir han ve bir de cami yaptırır.

Mutfağının gelip geçene nimeti boldur. Bir hamamı, üç yüz kulu, dizdarı vardır. Tüccar veya hacıları yanlarına silahlı kimseler verip diledikleri yere kadar götürürler”

1210-1211 yılları arasında Misis şehrine uğrayan gezgin Oldenburg: şehrin çevresinin kuleli surlarla çevrili olduğunu ve bu surların da tamire ihtiyacı olduğunu yazar. 

7000 yıldan bu yana, kesintisiz olarak kullanılan şehir, bu imajıyla diğer antik şehirlerden ayrılmakta ve bu yapısı, şehri özel kılmaktadır.

Son bir not: burası her ne kadar 1. Derece Sit alanı olarak koruma altına alınmış olsa da, halen burada 800 civarındaki kaçak konutta, 5 bin civarında insan yaşamaktadır. 

Ülkemizdeki tarihi yapıların başına gelen, tarihi yapı üzerinde ve çevresindeki yapılaşma, burada en üst düzeyde sürdürülmüş ve bölge bir tarihi mekan değil, gecekondu mekanı görünümü göstermektedir. Umarım bir gün birileri bu konutları kamulaştırır, bu insanlara başka yerlerde konut verir ve tarihi mekan, halkın ziyaretine açılır.

 

Misis şehri hakkında, antik yazarların yazdıkları şunlardır

Heredot: Troya ele geçirildikten sonra, Yunanlılardan Enflochos: Kilikya bölgesine geçer ve oradan Suriye hududunda eski Pesideion şehrini kurar.

Strabon: MÖ. 66 yılında Amasya şehrinde doğan Strabon, Misis şehri hakkındaki yazılarında: Enflochos’un, Mopsos ile birlikte Kilikya bölgesine geldiğini ve bunların beraberce Misis gibi bir sıra önemli şehirler kurduklarını yazar.

 

Misis yöresindeki kazılar

ilk olarak: 1956-1957 ve 1958 yılları arasında, Alman arkeolog Prof. Theodor Helmuth Bosser Başkanlığındaki heyet tarafından yapılır. Bu kazılarda: höyükte İslam dönemine ait kubbeli ve tuğladan yapılmış büyük sarnıç ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca yine bu kazılarda: höyüğün batısındaki kilisede, 4’ncü yüzyıla ait mozaikler ele geçirilir.

Kilisenin altında bir Roma tapınağı bulunduğu anlaşılır. Höyüğün merkezinde ve batısında yapılan çalışmalarda ise, Bizans ve daha geç dönemlere ait 6 metre yüksekliğindeki duvarlar ve tuğladan yapılmış, kaleye ait, kubbeli su sarnıcı bulunur. Ayrıca kilisede, bazı Arapça mezar taşları ve çok sayıda Bizans dönemine ait çanak-çömlek bulunmuştur.

Evet, Misis antik kenti kalıntıları, ilk olarak 1959 yılında ziyarete açılmıştır. Ancak 1990 yılında bir evin bahçesinde iki tane yuvarlak ve yazılı mezar taşı bulunmuştur. Başka bir evin bahçesinde, erken Bizans dönemi yazıtlı bir sütun başlığı bulunur. Antik kentin kuzeyinde, yeni su deposu ve Adana-Hatay kara yolu arasında yapılan bir kaçak kazıda ise, sur duvarları bulunur.

Bu sur  duvarlarında, yapı malzemesi olarak epigrafik ve arkeolojik taş eserler kullanılmıştır. Bu eserlerde horasan harcı kullanılmıştır. Horasan harcı, suya ve özellikle deniz suyuna karşı dayanıklıdır ve bu yüzden nem oranının yüksek olduğu deniz kıyısındaki şehirlerde Horasan harcı ve sıvası oldukça yaygın kullanılırdı. 

Bunların üstüne, 2012 yılında resmi arkeolojik kazılar yeniden başlamıştır. Bu kazılara katılanlar: Yüreğil Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Roma Antik Akdeniz Araştırmaları Enstitüsü ve Ulusal Araştırma Merkezi, İtalya Pisa Üniversitesi ve Adana Müzesi Başkanlığıdır. Kazılarda 1100 metre karelik alan kazılmıştır. Bu kazılarda, farklı dönemlere ait buluntular elde edilmiş ve bunlar Misis’in oldukça önemli bir kent olduğunu ortaya koyar.

MS 7 ile 9’ncu yüzyıllara ait erken İslami dönem kale kalıntısı ve yine aynı döneme ait bir cami olduğuna inanılan bulgular bulunmuştur. O dönemde Misis şehrinin ismi Al-Masisa’dır ve Ceyhan ovasının tüm kontrolü buradan yapılmaktadır. Daha sonra Bizans ve öncesi döneme ait bazilika ve su sarnıcı bulunmuştur.

En büyük antik abide ise, yağmalanan ve son dönemlerde kullanılmış olan Roma imparatorluk dönemine tapınak olduğu değerlendirilen ait çok büyük bir bina bulunmuştur. Bu binanın bulunduğu alanda çok sayıda heykelcik de vardır.

Diğer kazı alanında, yine birden fazla döneme ait savunma binası kalıntılarına rastlanmıştır. Erken İslami dönem (7-9’ncü yüzyıllar) ve geç antik döneme ait surlar üzerinde sıralı platformlar bulunur ve bu platformlar yerleşim bölgesini ayırır. MÖ 1-2’nci yüzyıllara ait yüksek kalitede çanak çömlekler bulunan iki odalı bir bina bulunmuştur.

Demir çağına ait yüksek kalitede materyallerin olması Misis’in oldukça önemli bir bölge olduğunun kanıtıdır. En ilginç buluntulardan biri, büyük bir vazo içinde bir sığıra ait uzun kemiklere rastlanılması, arkeoloji dünyası açısından oldukça önemlidir.

Yine bu alanda tandır ve sarnıca ulaşılmıştır. Ayrıca Grek ve Kıbrıs kökenli resimlerle bezenmiş yüksek kalite çanak ve çömlekler, heybetli orandaki hayvan kemikleri de vardır. Bunlar Neo Hitit döneminde de Misis’in çok önemli olduğunu işaret eder.

Son olarak, Tarihi Kentler Birliği, Misis’e Antalya’da düzenlenen bir törenle “Başarı Ödülü” verdi.

Günümüzde, burada görebileceğiniz kalıntılar şunlardır:

SURLAR

Höyük ve Akropol çevresindeki surlar, yoğun olarak tahrip olmuş olup yer yer izlenebilmektedir. Yerleşimin doğusunda ve köprüye bakan taraflarında sur duvarı parçaları görülebilir. Günümüze kadar ulaşan surların büyük bölümü: kare şeklinde düzgün kesme taştan ve hafif yontulu taşlardan oluşmuştur.

Duvarlarda moloz taşlar, harç doldu ile yerleştirilmiştir. Bu surlar üzerinde 3 kapı vardır. Adana kapısı batıya, Halep kapısı doğuya açılıyordu.

Üçüncü kapı olan köprü kapısı ise, iki yandan yüksek duvarları olan bir geçit şeklinde iç kaleye açılıyordu. Köprü kapısı ana giriştir ve tahminlere göre görkemli bir şekilde inşa edilmiştir.

Çünkü günümüzde görülen ve özenle işlenmiş bir mermer blok, büyük olasılıkla kapının üst tarafının oluşturan lentoya aittir. (lento: kapının üstünde bulunan duvarda, boşluk bırakılan yerde, yatay olarak uygulanan ve kapının devamlılığını sağlayan elemandır.)

 

NEKROPOL

Misis Nekropolü, çok geniş bir alana yapılmıştır. Nekropolde, çoğunlukla görülen oda mezarları kalkere oyulmuştur. Mezarların çoğu açıkta olup, arazide bunları görmek mümkündür. Bunlar değerlendirildiğinde, şehirde ölülerin gömülmesinde, genellikle kayalara açılmış oda mezarları kullanılmıştır. Bu durum, özellikle Roma ve Bizans dönemlerinde devam etmiştir.

Şehirde, bu kadar kaya mezarı arasında, günümüze kadar elde kalan tek örnek Misis Lahdidir. Halen Adana Müzesinde sergilenen lahdin mermer olması: Anavarza’da bulunan kalker lahit atölyesinden getirilme olasılığını ortadan kaldırır. Lahdin süsleme ve malzeme özelliklerine bakıldığında, başka merkezlerden buraya geldiği düşünülmektedir.

Roma imparatorluğunun her bölgesinde mermer yatağı olmadığı için, lahdin mermer olması istenmiş ve ithal yolu ile buraya getirilmiştir. Anadolu’da, mermer ocakları olan (Ephesos, Aphrodisias ve Karia gibi) yerlerde, yarı mamul halleriyle ya da yerel atölyeler tarafından tamamlandıktan sonra buraya getirildiği düşünülmektedir. Öte yandan: Misis üzerinden, diğer merkezlere de birçok malın yanın da lahitlerin de taşınması mümkündür. 

Adana Yüreğir Misis Köprüsü
Adana Yüreğir Misis Köprüsü

MİSİS KÖPRÜSÜ

Ceyhan (Pyramos) nehri üzerindedir. Antik dönem sikkelerinin üstündeki resimlere göre, köprünün MS 250’li yıllarda yapıldığı tahmin ediliyor.

Ancak daha net bir bilgi, köprü: 4’ncü yüzyılda, Bizans imparatoru Constantinius’un ortanca oğlu İmparator 2’nci Flauius Constantinus tarafından yaptırılmıştır.

Eski: Adana-Halep kervan yolu, bu köprü üzerinden geçmektedir. Köprünün uzunluğu 132 metre ve genişliği 6.5 metredir. 9 gözlü olan köprü, taştan yapılmıştır. Gözler arasındaki en büyük genişlik 11 metredir. Köprü, sonraki yıllarda, 6’ncı yüzyılın ortalarında Bizans İmparatoru Justinianus tarafından onarılmıştır. 

Günümüzde ise, köprü kullanılabilir durumdadır. Ancak 1998 yılında yörede meydana gelen depremde, köprünün bazı bölümlerinde çatlaklar oluşmuş ve ardından onarım yapılmıştır. 

Son bir not: Lokman hekim efsanesi burada Misis köprüsünde geçer. Eski Tıp alimlerinden ve Kuran’da ismi geçen Lokman Hekim, Misis köprüsünden geçerken, karşısına Cebrail gelir. Konuşmaya başlarlar, Lokman Hekim çok sevinçlidir, ölümsüzlüğe çare bulduğunu söyler, çareye ait iksirin formülünün yazılı olduğu defteri ise koltuğunun altındadır.

Cebrail aniden kanat çırpar ve defter ırmağa suya düşer. Bir süre sonra, ırmak sahilinde, kitabın kağıt parçaları bulunur. Orada yazılı olan sözler, bugünkü tıbbın kaynağını oluşturur. Ancak, kitapta ölümsüzlük iksirinin yazılı olduğu bölüm bulunmaz. Ancak, Misis bölgesi ölümsüzlüğün merkezi kabul edilir.

SU SARNICI

1957 yılında yapılan kazılarda: höyükte, İslam dönemine ait, kubbeli ve tuğladan yapılmış, büyük bir sarnıç ortaya çıkarılmıştır.

ROMA BAZİLİKASI

Misis köprüsü yakınındadır. Burada: MS. 4’ncü yüzyıldan kaldığı düşünülen, bozulmamış durumdaki “mozaik” ilgi çekmektedir. Bu Roma tapınağının üzerine kilise inşa edilmiştir. Kilisede, bazı Arapça yazılı mezar taşları ele geçirilmiştir. Ayrıca: bol miktarda, Bizans boyalı çanak-çömlek parçası bulunmuştur.

Adana Yüreğir Havraniye-Misis Kervansarayı
Adana Yüreğir Havraniye-Misis Kervansarayı
Adana Yüreğir

 

HAVRANİYE-MİSİS KERVANSARAYI

Misis ören yerinin 1 km. güneyinde, Ceyhan nehrinin kıyısında, Misis köprüsünün doğu ucundadır.

Misis köprüsü başına ilk olarak Selçuklular tarafından, köprüden geçen kervanların barınması için bir kervansaray yaptırılmıştır. Ancak bu kervansaray zamanla yıkılmış ve bunun üzerine 1542 yılında, Padişah 4’ncü Mehmet döneminde, Köprülü Mehmet Paşa tarafından eski kervansarayın yerine bir han ve bir de mescit yaptırılmıştır. Kervansaray ve Kervansaraya ait mescit, kare planlıdır, mescit tek kubbelidir.  

Günümüzde yapının taştan duvarları ve giriş kapı ayakta, diğer bölümleri ise tamamen yıkılmıştır. Mevcut duvarlardan anlaşıldığı üzere: Selçuklu dönemindeki kervansaray blok kesme taşlardan yapılmıştır. Ortasında bir avlu ve avlunun çevresinde mekanlar bulunmaktaydı. Avlu kapısı, sivri kemerli büyük bir niş içinde bulunmaktaydı.

Esas kapı, duvarlardan çıkan konsol taşlarıyla kenetlenmiş, düz silme halindedir. Niş kemerinin dış kontürü, bütün mermer boyunca stilize bitki motiflerinden taş bezemelidir. Kemerin iki yanında: rumi ve palmet motifleriyle süslü iki rozet bulunmaktadır.

Osmanlılar zamanında yapılmış handan, sadece üst örtüyü taşıyan payeler ve kemer kalıntıları kalmıştır. Diğer kısımları yıkılarak yerine petrol istasyonu yapılmıştır. 

Yapının kitabesi ise, Adana Arkeoloji Müzesindedir.

Son yıllarda buradaki kazı çalışmalarında, kervansaray restorasyonunu engelleyen binaların Belediye Başkanlığınca yıkılmıştır. 

Adana Yüreğir Misis Mozaik Müzesi
Adana Yüreğir Misis Mozaik Müzesi
Adana Yüreğir Misis Mozaik Müzesi

        

MİSİS MOZAİK MÜZESİ

1959 yılında açılan müze: Adana-Ceyhan kara yolu üzerinde; Misis höyüğünün batı yönündeki sırt üzerindedir.

Müzede sergilenen, Geç Roma dönemine ait mozaikler: bir rastlantı sonucu, 1956 yılında Misis höyüğünde çalışan Prof. Bossert ve Dr. Ludvig tarafından bulunmuş ve korunması için buraya bu müze kurulmuştur.

Bu mozaiklerin, muhtemelen 4’ncü yüzyılın sonlarında, Bazilika tipinde inşa edilmiş bir tapınağın tabanını kapladıkları düşünülmektedir.

Adana Yüreğir Misis Mozaik Müzesi
Adana Yüreğir Misis Mozaik Müzesi

 

Bizans dönemine tarihlenen küp şeklindeki irili ufaklı ve renkli taşlardan yapılan bu mozaiklerin merkezinde, bir masa ve sehpa şeklinde yapılmış bir kümes ve çevresinde Nuh Peygamberin “Büyük Tufan” da gemisine aldığı 23 adet kuş ve kümes hayvanları görülür. Bunların çevresinde ise vahşi ve evcil hayvan figürleri bulunur.

Bitkisel motiflerin tamamı sitilize olmasına karşılık, insan ve hayvan figürleri son derece gerçekçi olarak işlenmiştir.

Evet, müzede, mozaikler yanında, Misis höyüğünde yapılan kazılarda elde edilen birçok eser görülebilmektedir. Müzenin duvarları, dışarıdan ışığı geçirebilmesi için cam tuğla ile döşenmiştir.

 

ÇALDAĞI-CAMİLİ KÖYÜ

Burası: Adana şehir merkezini ele geçirmeden önce, Ramazanoğullarının bir süre kaldıkları yerleşim yeridir. Çaldağı ve doğu eteklerindeki tarihi Camili köyüne yolunuz düşerse: burada Yüreğil aşiretinin bey ailesi olan Ramazanoğulları’na ait “Üçok” damgalı mezarları görebilirsiniz.

 

NACARLI KÖYÜ

Pyramos (Ceyhan) ırmağı doğu kıyısındaki bu köyde, Mopsuhestia (Misis) şehrinden buraya getirilmiş olduğu tahmin edilen, Roma devri stoasının vakıf yazısı vardır. Bu yazıtın ilk satırlarında, MÖ 67 yılında başlayan Mopsuhesteia takvimine göre verilmiş olan 170 yılı sayısı okunur.

Buna göre, MS 103 yılına tarihlenen yazıttan Mopsuhesteia’nın Fabius Felix ismindeki bir hemşerisinin kentteki bir stoanın inşa giderlerini kendi servetinden karşıladığı anlatılmaktadır. 

 

NARLIDERE KÖYÜ

Aigeai antik kenti civarındaki tarlalardan getirilmiş olduğu söylenen Roma dönemine ait bir yazıt vardır. Üst tarafı kırılmış olan bu yazıttan, yazıtın kırılarak kaybolan kısmında kalmış olduğundan adı öğrenilemeyen bir kadının, dört stoayı, Tanrıça Demeter ve Aigeai kenti için, babası Titus Flavius Plitus’un ölümünden sonra bıraktığı servetten sağlanan 40.000 dineria ile yaptırdığı anlaşılmaktadır.

Yine aynı köyde, Latince yazıtlı bir miltaşı incelenmiştir. Üst kısmı kırıldığından, hangi imparator döneminde diktirildiği belli değildir.

Adana şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

 

Adana Tufanbeyli

Adana Tufanbeyli


Tarihi eserleri ve yaz turizmine elverişli doğa güzellikleri olan bir yöre, özellikle “Şar” antik kenti, inanın buralara yolunuz düşerse veya yakınlardan geçerseniz, mutlaka “Şar” antik kentine gidin görün, tarih meraklılarına kesinlikle gidip görmelerini öneriyorum.

ULAŞIM

Tufanbeyli, Adana il merkezine: 190 km. uzaklıktadır. Ayrıca: Kayseri-Tufanbeyli arasındaki uzaklık ise: 178 km. dir. Tufanbeyli-Kahramanmaraş arasındaki uzaklık ise: 160 km. dir. Evet, sanırım dikkatinizi çekti. Bağlı olduğu il merkezi dışında, iki İl merkezine daha yakındır.

TARİHİ

İlçe yerleşimi çok eski tarihlere kadar gitmektedir. Bunun örnekleri olarak: ilçenin kuzeyinde Sur Hacıbekri, Hanyeri köyü yakınındaki höyükler, aynı zamanda ilçenin güneyinde kale kalıntısı, ören yerleri bulunur.

Bir dönem “Höketçe” ismini taşımıştır. İlçe Saimbeyli ilçesine bağlı bir bucak merkeziyken 1958 yılında Saimbeyli’den ayrılarak “Mağara” adıyla ilçe olmuştur.

Mağara ismine ait 3 rivayet vardır. Birinci söylenti: Şar kraliçesi Mariye’den geldiğidir. İkinci söylenti: bu yerleşim yerinin çevresi dağlarla çevrili olduğu için mağaraya benzetilmesinden dolayı bu ismin verildiğidir. Üçüncü söylenti ise, ilçe halkı birkaç kabile halinde günümüzden 300 yıl kadar önce, bir cinayet yüzünden Elbistan’ın Büyük Yapalak Köyünden bu bölgeye gelmiştir.

Bunlardan bir kabile şimdiki Çukurkışla köyü yakınlarındaki mağaraya, diğer bir kabile Şar köyü yakınlarındaki bir mağaraya yerleşirler. Bu iki akraba kabile, zaman içinde birbirlerine gidip gelirken, nereye gidiyorsun denildiğinde “Mağaraya” şeklinde hitap ederken, ilçenin ismi “Mağara” olmuştur.

Daha sonra ise, 1965 yılında “Mağara” olan ismi, Kurtuluş Savaşında büyük kahramanlıklar gösteren Çukurova Bölgesi Kuvayi Milliye Kumandanlarından Aydınoğlu Osman Tufanbey’in adından dolayı “Tufanbeyli” olmuştur.

Bir dönem Amerikalıların misyonerlik çalışmaları için kurduğu “Amerikan Koleji” uzun süre bölgede faaliyette bulunmuştur. 1920 yılında Saimbeyli’de 7 adet değirmen bulunuyormuş.

Adana Tufanbeyli

GENEL

Rakım 1474 metredir. Seyhan nehrinin bir kolu olan Göksu ırmağı, ilçenin yakınından geçer ve ilçe topraklarını ikiye böler. Karasal iklim hakimdir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlı geçer.

Adana Tufanbeyli

Adana İlinin, bu en uzak, en şirin ve en serin ilçesi, sosyal ve kültürel yapısıyla, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışmaktadır. Tarihi eserleri, yaz turizmine elverişli doğal güzellikleriyle, mütevazi bir ilçe görünümündedir.

GEZİLECEK YERLER

Adana Tufanbeyli Şar Köyü

ŞAR KÖYÜ

Şar köyünde: Şar-Komana antik kenti kalıntıları var, bu antik kalıntılara ulaşmak için Şar köyünü hedeflemelisiniz.

Buraya nasıl gidilir: Adana-Kozan-Saimbeyli-Tufanbeyli yol güzergahını takiben, Tufanbeyli ilçesinin içindeki kahverengi tabelalar takip edilerek buraya ulaşılır, Adana il merkezine 205 km, Tufanbeyli ilçe merkezine 15 km uzaklıktadır. Bir başka ulaşım, Kayseri il sınırı üzerinden Tufanbeyli ilçesine ulaşıp, buradan 20 km uzaktaki Şar köyüne gidebilirsiniz.

1929 yılından sonra Artvin ve Erzurum’dan gelen halk buraya yerleşmiştir. Büyük tepeler arasında kurulmuş, engebeli bir araziye sahiptir. Köyün ortasından “Sarız kuyu deresi” geçer. Köyün geçimi büyük oranda hayvancılıktır. Şar ören yeri, Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmış ta olsa, tarihi eserler tamamen yağma edilmiştir. Köyde bulunan 150 hane, tarihi yapılarla iç içe yaşıyorlar.

Köylüler:  köyün tamamının Sit alanı olması nedeniyle köyde bir çivi bile çakamadıklarından yakınmışlar, çok garip, buranın bu köyün derhal kamulaştırılıp, antik alandan uzaklaştırılmaları gerektiğini unutuyorlar. Köy, derhal buradan başka bir yere taşınmalıdır. Evet, antik kentin büyük kısmı, bugün köy yerleşimi altında kalmıştır.

Adana Tufanbeyli Şar antik Kenti-Komana

Şar Antik Kenti-Komana

Önce: Kizzuwatna krallığı hakkında kısa bilgi:

Çukurova bölgesinde kurulan ve başkenti Kummanni olan ve MÖ 1400 yılında, Hitit İmparatorluğuna bağlanan krallıktır. (Başkenti Kummani, henüz nerede olduğu bilinmemektedir.) Yani iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde ise Hitit krallığına bağlıdır.

Ancak bazı Hititologlar, buranın kutsal kent ve aynı zamanda başkent olduğunu öner sürerler. Antik Komana kenti, Antitoros dağları içinde bulunan kuzeybatı Kılkoyak ve güneydoğuda Karakoyun dağları arasında bulunan, oldukça dar bir vadide ve Seyhan Nehrinin yukarı kaynaklarından Göksu ırmağının suyu bol kollarından biri olan Sarız (Sarus) ırmağı üzerinde yer alır.

Kizzuwatna krallığı rahip ve doktorlar tarafından yönetilirdi, hiç asker yoktu. Ancak mistik güçlerinin olduğuna inanılırdı ve korkulurdu, bu yüzden Hitit kralları, bu dini krallığın desteğini alabilmek ve insanlar üzerindeki etkilerini yükseltmek için Kizzuwatna krallığının kızlarını eş olarak alırlardı.

Zaten Hitit tarihini bilenler biler, Hititler, fetih ettikleri yerlerdeki tanrıları, korkar ve çekinirler, kendi tanrıları olarak kabul etmişler ve Hattuşaş şehri, yani başkentleri “Bin tanrılı şehir” olarak bilinir.

Hititler bölgeyi ele geçirdikten sonra Komana şehrini, imparatorluğun ikinci dini merkezi olarak belirlediler. (İlk dini merkez, Pontus Komanası’dır.)

Dini merkezlerinde: halkın “Ma” dediği Enyo Tapınak bulunuyordu. Halkın çoğunluğu dindar kişilerden ve tapınakta yaşayan hizmetkarlardan oluşuyordu.

Başrahibin ve emrinde 6 bin kadın ve erkek hizmet ediyordu. Tapınağa vakfedilen zengin toprakların gelirini de başrahip alıyordu. Büyük rahip, Hitit kralının soyundan gelenler arasından seçiliyor ve başrahibin Kilikya ve Kapadokya komanalarındaki mevkii kraldan hemen sonra gelirdi.

Hitit kralları, buraya gelerek bizzat dini ayinlere katılıyorlardı.

Strabon

Amasyalı ünlü coğrafyacı gezgin Strabon burası hakkında şunları söyler: “Antitoroslar’da derin ve dar vadilerde Komana ve buradaki halkın “MA” dedikleri Enyo tapınağı bulunuyordu. Burada “MA” adı verilen tanrıçaya tapılıyordu.

Bu tanrıça, belirgin dış görünüşüyle savaş motifini şahsında temsil etmiş ve bu yönüyle ünlenmiş olmakla birlikte aynı zamanda doğanın yaratıcısı “Büyük Ana Tanrıça” idi. Saçının bir tarafı gümüş, bir tarafı siyah imiş. Kadınlığın sembolü imiş ve emrinde binlerce kadın ve hadım edilmiş erkek çalışırmış.

Strabon aynı adı taşıyan iki kenti tanrıça “MA” nın ana kült merkezi olarak gösterir. Bunlardan birincisi Şar Köy’e lokalize edilen Kapadokya Komanası, diğeri ise Tokat yöresinde “Pontus Komanası” dır. Her iki Komananın yazıt ve sikkelerinde, doğrudan bir “MA” yoktur ancak yazılı kaynaklarda Kapadokya Komanası’nda tapınılan tanrıça halkın “MA” olarak bildiği Enyo ya da Bellona adlarıyla gösterilmiştir.

Roma diktatörü Sulla’nın MÖ 88 yılında, Anadolu’da Pontus kralı Mithradates Eupator’a karşı savaşmak üzere Anadolu’ya gelmiş ve bu olayın ardından “MA” kültünü Roma’ya götürmüştür. “

Strabon: Kapadokya Komanası’nın önemli bir kent olduğunu, halkını çoğunlukla dindar kişiler ve tapınakta yaşayan hizmetkarların oluşturduğunu belirtir. Halkı Kataonialılar olup, genellikle krala tabi olarak sınıflandırılırlarsa da aslında çoğunlukla rahibe tabidirler.

Rahip, tapınağın ve hizmetkarların ruhani başkanıdır. Strabon, orada konuk olduğu sırada, kadın-erkek karışık, tapınaktaki rahip ve hizmetkarların sayısının altı binden fazla olduğunu söyler. Ayrıca, tapınağın geliri rahipler tarafından kullanılan önemli arazilerin bulunduğunu belirtir. Strabon, ayrıca Saroz nehrinin Komana’nın içinden geçtiğini Toroslar’ı geçerek Kilikya ovalarına indiğini ve denize döküldüğünü de belirtir.

Tarihte ilk yazılı anlaşma, Kadeş Barış Anlaşması, Hititliler ve Mısırlılar arasında yapılan bu yazılı anlaşma, söylenenlere göre Hitit Kralı 3’ncü Hattuşil’in karısı Puduhepa’nın gayretleriyle yapılmıştır. Puduhepa; Komana’lıdır.

O dönemde şehir, Hitit İmparatorluğuna bağlı Kizzawatna imparatorluğunun merkeziydi ve biraz önce yukarıda belirttiğim gibi, Hitit kralları, Komanalı kızlarla evleniyorlardı.

Adana Tufanbeyli Şar antik Kenti-Komana Puduhepa

Puduhepa

Bir başka söylenti daha var: Hitit kralı III. Hattuşili, Kadeş savaşında kardeşi Kral Muvatatli’ye yardım edip ülkesine dönerken, koruyucu tanrısına gerekli kurbanları sunmak için Komana (Şar) şehrine uğrar.

Orada kalırken, rüyasında gördüğü Tanrı İştar’ın isteği üzerine, yüksek bir rahip ailesine mensup, soylu İştar rahibesi Kizzuwatna kralının kızı Puduhepa ile evlenir.

O dönemde kutsal kent Komana, Kapadokya krallarından sonra gelen ikinci önemli kişiler olan rahipler tarafından yönetilmekteydi. Hattuşili ile evlenerek Hattuşa’ya giden Puduhepa, Muvattali’nin ölümü üzerine yerine geçen kocası kral ile birlikte Hitit Kraliçesi olur ve böylece barışsever ve insancıl olarak kendini yetiştirmiş ve etkili bir kadın olan Puduhepa, ülke yönetiminde söz sahibi olur.

Çünkü Puduhepa kurnaz bir kadındır ve bir süre sonra kralın tüm işleriyle ilgilenen ihtiraslı bir kadın olacaktır. Puduhepa’nın diğer dikkat çekici özelliklerinden birisi de, Hattuşa’da kralın üzerinde kurduğu siyasi otoritedir. Birçok konuda, özellikle devlet işlerinde kocasını Hypokondiac yapmış ve onu bir kenara iterek, tüm işlerle kendisi ilgilenmiştir.

Her konuda söz sahibidir. Yolsuzluk davalarına bakmak, doktor atamak, fal baktırmak, tanrılara adaklar sunmak, diğer ülkelerle yazışmak gibi bütün konular, onun tekeline girmiştir.

En önemli icraatı ise, onlarca yıl süren Kadeş Savaşına son vermek için kocasını barışa ikna etmesidir. Hitit Kralı III. Hattuşili ve Mısır Firavunu II. Ramses arasında, MÖ 1285 yılında dünya tarihinde ilk yazılı barış anlaşmalarından olan Kadeş Barış Anlaşması imzalanır. Puduhepa ise, anlaşmaya eşiyle birlikte aynı yetkide mühür basar.

Bu olay Puduhepa’ya hem bir devlet anlaşmasına mühür basan ilk kadın olma özelliğini verir, hem de kadın-erkek eşitliği konusunda önemli bir adım olur.

Bu nedenle, Tufanbeyli, Puduhepa’nın doğduğu Şar şehrini bünyesinde barındırması nedeniyle “Barışın doğduğu şehir” olarak önem kazanır.

Evet, Komana şehrinin Hitit öncesinde başlayan ve Hitit döneminde zirveye çıkan önemi, bin yıl boyunca sürdü ve dünyanın en önemli şehirlerinden birisi oldu.

Şehir ve Kizzuwatna krallığı, Hititler dağıldıktan sonra, bir süre bağımsız kaldı ve ardından bu kez Mitannilerin egemenliğine girdi.

Daha sonra ise şehir Roma hakimiyetine girdi. Bu dönemde, şehir hala dini özellikler önde geliyordu ve halkın çoğunluğu Luviler ve Mitannilerden oluşuyordu.

Romalılar şehri ele geçirdikten sonra, şehre konsüller gönderdiler, bu konsüller şehirde imar faaliyetlerine giriştiler, kendi adlarına tapınak ve anıt mezarlar yaptırdılar. Roma döneminde ise “Hieropolis” ve “Çomana” isimleriyle de tanınmıştır.

Roma sonrasında ise Bizans geldi ve böylece bölgede yeni bir uygarlık gelişti. Amfi tiyatrolar, kiliseler, su kemerleri yapıldı.

Daha sonra Selçuklular ve ardından Osmanlılar geldi, İslami motiflerle süslenen şehir Komana daha da büyüdü. Komana şehrinin ismi, daha büyük şehir anlamında “Şar” oldu.

Ancak bir süre sonra, Şar şehri unutuldu, terk edildi, burada sadece birkaç köylü ve Hitit döneminden kalan kaya mezarları, Roma tapınakları ve görkemli Alakapı kaldı. Romalı konsüle ait anıt mezar kırık kilise olarak anıldı.

Kazılar

Şar’daki geç dönem kalıntılarını ilk olarak Chante, 1893-1895 yılları arasında incelemiştir.

Daha sonra Grothe ve Strzygowski; 1906-1907 yıllarındaki çalışmalarında Strobon’un verdiği bilgilerin ışığında Komana Kapadokya’yı Şar’a yerleştirmişler ve antik şehrin kültür tarihini, tarihi coğrafya ve topoğrafyasını incelemişlerdir. Jacopi, 1936 yılında buradaki yapılardan söz etmiştir.

1800’lü yılların sonlarında ise, Ramsay, Roma yollarıyla ilgili araştırmasında Şar’dan bahseder. Ramsay, Komana’ya Sirica’dan tek bir Roma yolunun olması gerektiğini de yazar.

Komana şehrini ziyaret eden bir diğer araştırmacı ise, Anabolu’dur. Kendisi, ziyaret ettiğinde buradaki tapınak, tiyatro, kilise, mezar anıtı ve hamam binalarının çok iyi korunmuş olduğunu söyler. Özellikle Kırık Kilise olarak adlandırılan anıt mezar üzerinde durmuş ve bu yapının rölevesini çıkarmıştır.

Ancak zemin kattaki mezar odasının, yapı ile ilgisi tespit edilememiştir. İlk olarak, 20’nci yüzyılda rahip Jerphanion, mezar odasını bulmuş ve yapı ile olan ilişkisini tespit etmiştir. 1883 yılında Waddington isimli araştırmacı ise, yayınlamış olduğu yazıtların bazılarında burada oturanların burayı “Hierapolis” olarak adlandırdıkları görülür.

Dolayısıyla, Komana adının daha özel olarak kutsal mahalli, Hieropolis adının ise, kutsal mahallin çevresinde gelişmiş, ancak baş rahiplerin nüfusunun sona ermesinden sonra hakiki bir şehir karakterini kazanmış olan yerleşmeyi adlandırmak için kullanılmıştır.

Tüm bu araştırmaların ardından, Şar-Komana antik şehrindeki ilk kazı çalışmaları 1967 yılında, Richard Harper başkanlığında yapılmıştır.

Daha sonra, 1960-1970 yılları arasında sondaj niteliğinde araştırmalar yapıldı. Kaya mezarlarının bulunduğu bölümde, çok miktarda küçük eserler bulundu, ama bunların büyük çoğunluğu bu arada, defineci kaçakçılar tarafından bulundu, çalındı ve ortadan kayboldu yani bir anlamda antik şehir talan edildi.

Öte yandan, köyde yaşayanların söylediklerine göre, yağmur yağdığında, köyün içinden akan nehrin kenarına toplanan köylüler, yağmur sularının aşındırmasıyla ortaya çıkan altınları toplarlarmış.

Bugün Adana Arkeoloji Müzesinde bulunan bronz eserlerin, dörtte üçü buradan götürülmüştür.

Gelelim günümüze, yakın geçmişte, yukarıda sözünü ettiğim gibi, antik kentin üstüne ve yakın çevresine “Şar köyü” kuruldu. Köyde bulunan her evin duvarında veya bahçe duvarında, yapı malzemesi olarak kullanılan heykeller, sütun başları görülmektedir, hatta bu evlerin birçoğu antik şehrin kalıntıları, sarayları üzerinde yapılmıştır, bölgede günümüze kalan eserler Roma dönemine aittir, su kanalları ve havuzlar görülmektedir.

Yakın zaman önce, burada Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restorasyon çalışmaları yapıldı. Bu çalışmalar sonucunda, Kırık kilise onarıldı, ayrıca Şar antik kenti, kendi elektriğini üreten güneş panelleriyle ışıklandırıldı.

Şar antik kenti

Uzun yıllar: Hitit, Mitanni, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, bir yerleşim yeri olarak kullanılan antik kentte, günümüze ulaşan kalıntıların geneli Roma döneminden ve küçük bir kısmı Hitit döneminden kalmadır.

Adana Tufanbeyli Şar antik Kenti-Komana Amfi Tiyatro

 

Amfi Tiyatro

Şehirden günümüze kalan kalıntılar arasında en önemlisi, yarı kademeli açık hava tiyatrosudur. Yukarı mahallenin güneyinde, çayın sol kıyısındaki yamaçta bulunan Roma döneminden kalma tiyatronun bir bölümü hala toprak altındadır.

Ayakta kalan bölüm, sadece yüksek bir duvar ve merdiven şeklinde yükselen oturma sıralarıdır. Bu merdivenlerin altında, hem destek ve hem de vahşi hayvanların barınak yeri olarak kullanılan mahzenler vardır. Yine, bu mahzenlerin de bir kısmı toprak altındadır.

Adana Tufanbeyli Şar antik Kenti-Komana Bizans Kilisesi-Kırık Kilise
Adana Tufanbeyli Şar antik Kenti-Komana Bizans Kilisesi-Kırık Kilise
Adana Tufanbeyli Şar antik Kenti-Komana Bizans Kilisesi-Kırık Kilise

 

Bizans Kilisesi-Kırık kilise

Turizm Bakanlığı tarafından restore edilen kilise, antik şehirdeki en belirgin kalıntıdır.

Ortaçağ Roma döneminde MS 4’ncü yüzyıl başlarında yapılmış bir anıtmezar, Bizanslılar döneminde yeni eklemeler yapılarak kiliseye dönüştürülmüştür.

Kilise yontulmuş taşlardan yapılmıştır. Kubbesi, yıldırım düşmesi sonucu yıkılmıştır.

Kilisenin altında; Romalı Senatör Auvelius Cladius Hermodorus’un mezarı vardır. Zaten burası bir kilise değil anıt mezar olarak yaptırılmıştır.

Adana Tufanbeyli Şar antik Kenti-Komana Bizans Kilisesi-Kırık Kilise
Adana Tufanbeyli Şar antik Kenti-Komana Bizans Kilisesi-Kırık Kilise
Adana Tufanbeyli Şar antik Kenti-Komana Bizans Kilisesi-Kırık Kilise

 

Bölgedeki ilk kazılar, Şar köyünün kuzeyinde yolun kıyısında bulunan anıtsal Roma mezarında yani Kırık Kilisede başlamıştır. Senatör Aurelius Claudius Hermodoros’un adını taşıyan bu yapıda, kazıya başladıktan kısa süre sonra, yapının doğu ucunda bulunan apsis kısmı açığa çıkarılmıştır.

Böylece yapının Roma mezarından, Bizans dönemine tarihlenen bir kiliseye dönüştürüldüğü anlaşılmıştır. Yapı tamamen iyi işlenmiş taş işçiliğine sahiptir. Ancak alt kısımdaki mezar odaları ve odanın zemini, kaçak kazılar sırasında oldukça fazla tahrip edilmiştir.

Yapının ön kısmında bulunan alınlığa ait parçaların bir kısmı, binanın önünde yerde toprağa gömülü olarak bulunmuştur. Yapının üst kısmına, Bizans döneminde eklenen duvar izleri görülür. Bunlara göre, yapıya Bizans döneminde, kuzey ve güney yönde transept eklenmiştir. (transept: kilise alanını haç işareti biçiminde vurgulayan çapraz nef)

Batı duvarının iç kısmı tamamen harap haldedir. Burası Bizans döneminde yeniden düzenlemeler sırasında, ana mekana daha fazla yer açmak için, orta kemerden uzanan çatı ve duvarlar yıkılmıştır. Zemindeki kireçli sıva izleri, bu duvarın aşağıdaki iç odanın yıkılan batı duvarı ile nasıl bağlandığını gösterir.

Yapının kuzey ve güney duvarları: pencere ve kuzey duvara da kapı eklemek için yeniden inşa edilmiştir.

Günümüzde bu kiliseden sadece 5 metre yükseklikte apsis kısmına ait bir duvar kalmıştır. Bu yapıya ait yerdeki taş bloklar üzerinde çeşitli geometrik motifler ve bir haç şekli görülür.

Adana Tufanbeyli Şar antik Kenti-Komana Bizans Kilisesi-Kırık Kilise Anıtsal Kapı (Alakapı)
Adana Tufanbeyli Şar antik Kenti-Komana Bizans Kilisesi-Kırık Kilise Anıtsal Kapı (Alakapı)
Adana Tufanbeyli Şar antik Kenti-Komana Bizans Kilisesi-Kırık Kilise Anıtsal Kapı (Alakapı)

 

Anıtsal kapı (Alakapı)

Şehrin en değerli kalıntısıdır. Ancak kapı bir kişinin bahçesinin içindedir, kapıyı görmek yanına gitmek isterseniz, bu kişiden izin almanız gerekiyor.

Halk arasında “Ala kapı” olarak adlandırılan bu yapı, küçük bir Roma tapınağının ayakta kalan cella giriş kapısıdır. Uzunluk 6 metre, genişlik 3 metredir. Bunun çevresinde, tapınağa ait birçok mimari parça bulunmaktadır. Ancak bu alan, biraz önce söz ettiğim gibi bahçe olarak kullanıldığından, taban döşemesi tamamen yok olmuştur.

Yapılan araştırmalara göre, bu yapıda da kaba Bizans işçiliği görülmüştür. Cella girişinde, üzerinde ters omega ve alfa harfleri bulunan ve kuşlarla süslü bir taş levha bulunmuştur. Bu taş levha MS 6’ncı yüzyıla tarihlenmiştir. Bunlar değerlendirildiğinde, bu tapınak alanının daha sonra Bizans döneminde de dini amaçlarla kullanıldığı tahmin edilmektedir.

Adana Tufanbeyli Şar antik Kenti-Komana Bizans Kilisesi-Kırık Kilise Anıtsal Kapı (Alakapı)
Adana Tufanbeyli Şar antik Kenti-Komana Bizans Kilisesi-Kırık Kilise Anıtsal Kapı (Alakapı)

 

Yine bu alanda yapılan çalışmalarda bulunanlar: MS 2 ile 3’ncü yüzyıla tarihlenen: bir korint sütun başlığı, muhtemelen cella girişi üzerindeki frize ait vahşi domuz kabartması, üzerlerinde erkek ve dişi aslan kabartmalarıyla avlanırken betimlenen aslan kabartmalarının bulunduğu arşitray parçaları bulunmuştur.

Evet, yukarıda ayrıntılı anlattığım tanrıça MA-Enyo’nun tapınağı burada imiş. Bugün görülen ve Alakapı denen devasa mermer kapı ise, o tapınağın giriş kapısı imiş. Tapınak ve tanrıça o kadar büyük itibar görürmüş ki, zamanın bölgede yer alan tüm kralları, taç giymeden önce bu tapınağı ziyaret ederlermiş ve tanrıçaya çok zengin hediyeler sunulurmuş.

Tapınak tamamen yıkılmıştır. Çünkü çıkan savaşlardan sonra yıkılan tapınak, bölgede meydana gelen güçlü heyelanlar neticesinde bugün yerin birkaç metre altında gömülü duruyor.

Hitit Kaya Mezarları

Şar köyüne girerken bulunan mezarlığın hemen arkasındadır. Ancak bu kaya mezarların görüntüsü ilginçtir. Dikkatli baktığınızda, bağıran bir erkek ve ağlayan bir kadın gibi görünürler.

Adana Tufanbeyli Hanyeri Köyü-Hitit Anıtı

HANYERİ KÖYÜ-HİTİT ANITI

Köy il merkezine 205 km ve ilçe merkezine 30 km uzaklıktadır. Hattuşa şehrinden başlayan Hitit Dağ Yolu, Kültepe-Kayseri-Develi-Bakırdağ-Tufanbeyli-Saimbeyli-Feke-Kozan istikametini takip ederek Kizzuwatna yani Çukurova’ya ulaşır. Bu yol üzerinde bulunan özgün anıtlardan birisi de Hanyeri köyündedir.

Karayolunun kuzey tarafındaki yamaçta bulunan kireç taşına yontulan anıt, 1938 yılında bulunmuştur. Alçak kabartma tekniğiyle yapılmıştır. Kabartmanın bulunduğu alan: 2.30 metre yükseklikte, 1.50 metre genişliktedir. Kaya bloğu, bulunduğu yerdeki zeminden 4 metre yüksektedir.

Adana Tufanbeyli Hanyeri Köyü-Hitit Anıtı Kabartma

 

Kabartma

Sol tarafta, iri yarı görünümlü bir erkek kabartması vardır. Kısa eteklidir. Burnu yukarı kalkık dağ ayakkabısı giymiştir. Kulağında küpesi vardır. Düz beresinin önünde, boynuzu andıran bir süs görülür. Bu erkek, öne doğru uzattığı sağ elinde: sivri ucu yukarı kalkık mızrak ve sol omuzunda yay taşır.

Belinde ise Hitit erkeklerinin vazgeçilmez, prestij silahı yarım ay kabzalı hançer var. Kılıcı kemerden sarkmaz, bir ilmikle doğrudan elbiseye asılıdır. Hemen arkasında, omuz tarafında bulunan hiyeroglifte: onun “Exercitus” veya “Rex Fılıus” yani Prens Kuwalanamuwa olduğu yazılıdır. Böyle bir prens çivi yazılı tabletlerden ve Boğazköy mühürlerinden bilinmektedir.

Bu erkek kişi, anıtın yapıldığı III. Hattuşili-Puduhepa döneminde prens veya önemli bir kişi olmalıdır. Mızrak tutan kolunun hemen üstünde, 4 tane hiyeroglif işaret vardır. Burada: “Rex Fılıus Tonıtrus Dare” veya “Rex Fılıus” yani “Prens Tarhundapiyami” yazar ancak biraz önce de belirttiğim gibi bu prensin kim olduğu meçhuldür.

Hemen onun karşısında, sağ tarafta: muhtemelen alt tarafta kalan kaya yüzeyinin çürük olması nedeniyle, neredeyse prens kabartmasının üçte biri kadar boyutta bir “tanrı” sahnesi görülür. Bu yer darlığından dolayı, sürekli ve istisnasız ölümcüllerden daha iri betimlenen tanrı, burada cüce kalmak zorunda kalmıştır. Ancak belki de Hitit Dağ Tanrısını, fazla önemsemiyorlardı.

Sahnede arka ayakları, bir kaideyi veya sunağı andıran dağ zirvesi, ön ayakları ise bir dağ tanrısının sağ omuzu üzerinde duran bir boğa yer alır. Bu “Fırtına Tanrısı” betimlemesidir.

Buna göre “Boğa Tanrısı”, Toroslar’ı aşarak uygar Mezopotamya’ya ulaşmakta olan Hitit kralının önünden yürümekte ve ona “buldozerlik” görevi yapmaktadır. Dağ tanrısının selam vermek üzere öne uzattığı sol eli üzerindeki hiyerogliflerde “kral, dağ, Sarruma, …., dağ tanrısı” isimleri yazılıdır.

Evet, uzaktan görebilirsiniz. Yanına yaklaşmak mümkün değil.

Adana Tufanbeyli Kürebeli Yaylası

KÜREBELİ YAYLASI

İlçe merkezinin kuzeyine düşen yaylaya, yaklaşık 10 km lik bir stabilize yol ile ulaşılır. Tamamen bakir durumda olan yaylada, sulama amaçlı gölet vardır. Burada kamp kurup, piknik yapabilirsiniz. Ancak kamp kurmak isteyenler, her türlü ihtiyaçlarını yanlarında götürmelidirler.

Adana şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.