Efes Artemis Tapınağı

Efes Artemis Tapınağı

Dünyanın 7 harikasından biri olan “Ephesos Artemis Tapınağı”: ülkemiz sınırları içinde, Selçuk ilçesinde-Efes Müzesinin hemen arkasında, Selçuk’tan Kuşadası’na ilerlerken: sağ yanda, uzaktan görülmektedir. Ancak: elbette yalnızca temel kalıntıları yani yeri görülebilmektedir.

Evet: bu tapınak: tarihi süreç içinde: 5 kez yapılmış ve 5 kez yanmış veya yıkılmıştır. En son olarak ise, günümüze yalnızca söylediğim gibi, kurulduğu yer kalmıştır.

Aradan yüzyıllar geçtikten sonra: yöredeki demiryolu çalışmalarında görevli ve arkeolojiye meraklı İngiliz Mühendis John Turtle Wood tarafından: 1896 yılında, Artemis Tapınağının yeri: Küçük Menderes ırmağının ağzı yakınlarındaki sulak bir ovada bulunur.

Tapınak: biraz önce sözünü ettiğim gibi: tarih sahnesinde 5 kez yapılmış ve her seferinde yıkılmış, yok edilmiş ve yeniden yapılmıştır. Ancak: en son yapıldığında: yapı o kadar muhteşemdir ki; zamanının tüm sanat ve kültürü bir araya getirilmiş ve “Dünyanın 7 harikasın dan biri ortaya çıkmıştır.

Yani: tapınağın bir dünya harikası olarak nitelendirilmesinin nedeni: mimari yapısı ve süslemede kullanılan sanat eserleridir.

Bu yüzden: okuru fazla tarihi bilgilere girerek bunaltmadan: önce Tanrıça Artemis hakkında biraz bilgi ve ardından, Artemis Tapınağının mimari özellikleri hakkında bilgi vererek, ülkemiz topraklarındaki bu dünya harikasını size tanıtmak istiyorum.

Artemis:

Dünyanın 7 harikası Artemis Tapınağı; Aslen Yunan mitolojisinde bir tanrıça olarak bilinmektedir. Tanrıların babası olarak nitelendirilen Zeus’un kızı, Apollon’un kız kardeşidir. Avcıdır ve aynı zamanda yer altı tanrıçasıdır. Romalılar kendisine “Diana” derlerdi.

Ancak: Efes yöresinde bilinen Artemis: mitolojideki bu Artemis ile aynı değildir. Efes Artemis’i daha farklıdır ve Efes şehri ile birlikte anılır ve bilinir. Çünkü: o, Efes şehrinin her şeyidir.

Efes şehrinin: dinsel ve politik yaşamında önemli rol oynamıştır. Kendisine ne zaman gereksinim duyulsa, rolünü oynardı. Zaten: erken dönemden itibaren, kutsal yerleri ziyaret eden dindarları ve gezginleri kendisine çekmiştir.

Efes Artemis’i “insanlara bir an kendisini gösteren tanrıça” olarak biliniyordu. Kutsal bir pencerede belirebilir ya da tören alayında atlı bir arabayla taşınabilirdi. Tanrıçanın görünme töreni, eski bir Doğu geleneğiydi. Artemis Tapınağının alınlık duvarında, tanrıçanın aşağıdakilere görünebileceği büyük bir pencere vardı. Bu görünme penceresi türü Frigya kültürünün tapınaklarında düzenlenen dini törenlerden gelen bir uygulamaydı.

C. Vibius Salutaris isimli bir bağışçı:

Dünyanın 7 harikası Artemis Tapınağı: Artemis’in doğum günü onuruna yapılan şenlik için; bir tören alayını donatmıştır.

Bu alayda, sanki bütün Efes halkı bulunmuştur. Bunlar arasında: yöneticiler, müzisyenler, rahipler, rahibeler, dansçılar, gençler, kurban gereçlerini taşıyanlar, kurbanlık hayvanları sürenler, atlılar ve en önemlisi tanrıça heykellerini taşıyanlar bulunmaktadırlar.

Alayın amacı: tanrıçanın heykelini tapınaktan çıkarıp tiyatrodaki gösterilere götürmek, dönüşte de kutsal alandaki kurban töreninin izlenmesini sağlamaktır.

Gelelim Artemis Tapınağına; Tapınak: dönemin en önemli, güçlü ve zengin şehirlerinden Efes antik kentinin, yalnızca 200 metre yakınındadır. Şehir ile tapınak arasındaki kutsal yol: antik dönem yazarlarının tanımlamalarına göre, 190 metredir. Bu yol “kutsal yol” olarak bilinir.

Tapınak: 6000 metre karelik bir alana yapılmıştır ve çevresinde: 400 metre genişliğinde bir koruma alanı bulunmaktadır.

Tapınak gelirleri: ziyarete gelenler ve kutsal limanı kullanan gemilerden elde edilmektedir. Ayrıca: tapınağın açık avlusunda: iş gören tüccarlar da, tapınağa belli bir pay ödemektedirler.

Bunlar: tanrıçanın kült heykellerini ve tapınağın gümüşten yapılmış minyatür kopyalarını satarak para kazanıyorlardı. Ayrıca: yine tapınak avlusunda; kehanet bilimcileri falcılar, büyücüler, kurban eti satan rahip ve rahibeler de bulunuyordu.

Dönemin insanları: tapınakla olan ilişkilerini çok dikkat ediyorlardı.

Son Lidya kralı Kroisos: Artemis Tapınağına bağışta bulunur. Ardından, Pers kralı Kyros ile MÖ.546 yılında yaptığı savaşta yenilir ve Pers kralı tarafından büyük bir odun yığını üzerine, ateşe atılacak iken, bir kadın kahin belirir ve kendisini ölümden kurtarır.

Evet: şimdi tapınağın yapım aşamaları hakkında bilgi vermek istiyorum. Daha önce söylediğim gibi, tapınak antik dönemde, 5 kez yapılmış ve her seferinde yakılmış-yıkılmış ve yok edilmiştir. Ancak: yine her seferinde, bir öncekinin mimarisi esas alınarak, yeniden yapılmıştır.

Kazılardan elde edilen bilgilere göre, ilk tapınağın MÖ.600 yıllarında kurulduğu tahmin edilmektedir. Son tapınaktan önce ise: tapınak tarihini son derece etkileyen bir olay yaşanır.

O dönemde: Efes şehrinde yaşayan “Herostratos” isimli bir şahıs, sırf ünlü olmak adına, çevresindekilerin de yaptığı tahrikler sonucu: MÖ. 21 Temmuz 356 tarihinde; “Artemis Tapınağı” nı yakar. Bunun üzerine: gerçekten tarih sahnesinde “ünlü” olur ve ismi: şan ve şöhret tutkunu, kötü şöhretli kişilere verilen bir deyim olur.

Bu yangın olayının kahramanı “Herostratos” ile ilgili diğer bir söylenti ise: aslında Kayralılarla yaşanan şiddetli bir çatışmaya romantik bir kılıf uydurmaktır. Karyalılar, bu çatışmada, tapınağı kolayca yakmış olabilirlerdi.

Çünkü, antik çağlardaki çatışmaların çoğunda, düşmanın en önemli yapısını yok etmek hedeflenirdi. Ancak, bu teori eksiktir, çünkü bölgedeki kazılarda Karya istilasına ait herhangi bir buluntu bulunmamıştır.

Bu yangın olayının diğer bir yönü:

Dünyanın 7 harikası Artemis Tapınağı: Tanrıçanın kendi tapınağını yanmaktan koruyamamış olmasıdır. Ancak: yine antik dönem yazarlarının yazdıklarına göre: Tanrıça Artemis, o gece, Efes şehrinde değil, Makedonya’nın Pella şehrindedir ve Büyük İskender’in doğumuna yardımcı olmaktadır.

Çünkü: yıldızlar, o gün doğacak kişinin: büyüdüğü zaman büyük bir kral-imparator olacağını, o çağ dünyasının her yönüne akınlar yapacağını ve ülkeleri ele geçireceğini ve yeni bir çağ yaratacağını söylemişlerdir. Evet: antik dönem yazarlarından Plutarkhos’a göre: Artemis, o gece başka bir işle meşguldür ve tapınağının yanmasına engel olamamıştır.

Her ne kadar tapınak yanmış olsa da, Efesliler, Artemis olmadan yaşayamazlardı. Bu yüzden: şehir yöneticileri ve halk birleşerek, yeni bir tapınak yapmaya karar verirler.

MÖ.2’nci yüzyıl başlarında: bir yandan mimarlar, öte yandan yüzlerce-binlerce esir: yeni tapınağın baş mimarı Giritli “Kheirokrates” idaresinde durmadan çalışarak, 6000 metrekarelik alanda, yeni bir tapınak yapımına girişirler.

Zorlu ve yorucu çalışmalar yıllarca sürer. Bu çalışmalar sırasında: Tanrıça, yine zaman zaman devreye girerek tapınağının yapılmasına yardımcı olmaktadır. Öyle bir an gelir ki; tapınağın alınlığına bir taş yerleştirmek gerekmektedir.

Ancak: bu büyük ve ağır taş; bir türlü buraya yerleştirilemez. Bunun üzerine, mimar, uykusuz ve sıkıntılı günler-geceler geçirir. Bir gece uykusunda: Artemis kendisine “artık düşünme, o taşı kendi ellerimle yerleştireceğim” der ve mimar, ertesi gün sabahı uyanıp tapınağa gittiğinde, bu devasa taşın, alınlıktaki yerine yerleştirildiğini görür.

Tapınak hakkındaki bilgiler: yalnızca antik dönem yazarlarının yazıları ve yine o döneme ait “sikkeler” üzerindeki resimlerden elde edilmektedir.

Çünkü: yazının sonunda söz edeceğim gibi, tapınak Ostragotların bölgeye saldırıları sonucu yıkılmış ve günümüze ulaşamamıştır.

Tapınak hakkındaki antik dönem yazarlarının yazılarında elde edilen bilgiler şunlardır

Roma döneminin ünlü yazarı Plinius: bu muhteşem tapınak hakkında şunları yazar “Efes’teki Artemis Tapınağı, gerçekten hayranlık uyandıran görkemli bir yapıttı. Bütün Asya’nın gayretiyle 220 yılda inşa edilmiş, yer sarsıntılarından zarar görmesin diye, bataklık bir yere yapılmıştır. Bataklığın üzerine, kömür ve yün döşenerek, tapınak bunların üzerine oturtulmuştur.

Yapının uzunluğu: 130 metre, genişliği ise 68 metredir. Yapıda: çeşitli krallar tarafından hediye edilen 126 sütun bulunmaktadır. Bunların her birinin boyu 19 metre ve 36 tanesi ise kabartmalarla bezenmiştir. Kabartma bu sütunlardan bir tanesini, dönemin ünlü heykeltıraşı “Skopas” yapmıştır.

Efes Artemis Tapınağı

Tapınak hakkında, döneme ait “sikkeler” den elde edilen bilgiler ise şunlardır

Dünyanın 7 harikası Artemis Tapınağı: Büyük tapınak: MS ilk 300 yıl sırasında: Efes şehrinde sağlam ve ayakta durur olarak sikkeler üzerinde görüntülenmiştir. Bu kanıtlar: mimarlık tarihçileri tarafından değerlendirilmiştir. Tapınağın planının çıkarılması için, yalnızca bir sikke kullanılmıştır.

Bu sikkede: tapınak cephesinde bulunan 4 sütun: kilise benzeri bir yapıyı temsil etmektedir. Ancak, yine de, sikkeyi yapan sanatçı tarafından: anıtın bir sikke üzerine sığdırılması için yapılan küçültme çalışmalarında, önemli değişiklikler yapıldığına da inanılmaktadır. Yani, sikkeler üzerindeki görüntülere güvenilmemektedir.

Ancak: temel kalıntısı denilen tabakada bulunmuş sikkeler, nispeten gerçek görüntüyü yakalamışlardır. Bu sikkeler: tapınağın başka bir probleminde önemli rol oynarken, buluntu alanındaki en eski yapının tarihlendirilmesini sağlamaktadırlar.

Kroisos yani yapının temelinde: çoğu birikinti tabakası içinde, bilinen en eski sikkelerden 87 tanesi bulunmuştur. Birikinti tabakası MÖ.625-575 yılları arasına tarihlenmektedir. Yani, buluntu alanında, Kroisos Tapınağından çok önce yapılmış, başka bir tapınak bulunma olasılığı yoktur.

Mimariyi gösteren sikkelerde: tapınak cephesindeki sütunların altları, kabartmalı kasnaklar tarafından süslenmektedir. Sütunlardan 36 tanesi, kabartmalarla bezelidir. Bu sütunlar, bir Yunan tapınağı için alışılmış değildirler. Sütunların altlarına süslü kaideler yerleştirme geleneği: daha önce Hititlerde görülmüş olup, bu bölgede de yalnızca Efes şehrinde Arkadiane caddesinde görülmüştür.

Sikkeler üzerinde resmedilen tapınak resimlerinde: podyum basamaklarının kenara doğru çıkık olduğu görülür. Çünkü: dört kenarın hepsinde sütunlar bulunmaktadır. Hatta, kenarlarda iki sütun sırası görülür. Evet, tapınak alanındaki sütun ormanının, Mısır büyük tapınaklarından esinlenildiğinden kuşku yoktur. Çünkü: mimar Khersiphron, Girit’ten gelmiştir.

Kazılarda bulunan “İon sütun başlıkları” sikkelerdeki modellerde de görülmektedir. Yine sikkeler üzerinde görülen süslü kabartmalar, sunak avlusuna ait olabilir.

Sikkeler,

Tapınağın çatıyla kapatılmış olduğunu ve süslü bir alınlığının bulunduğunu göstermektedir. Çatısız tapınaklarda, ön ve arkada, onar sütun bulunmaktadır. Hatta, ana cephede 8 ve arkada 9 sütun bulunduğu söylenir. Ancak, bazı bilim adamları, bu tapınağın yağmura açık olduğunu öne sürmüşlerdir.

Cella bölgesinde de suyu dışarı akıtacak bir kanal bulunmuştur. Ancak, yine kazı bölgesinde kil kiremit ve çörtenler bulunmuş olup, bunlar tapınağın çatılı olduğuna işaret etmektedirler.

Çatı: hafif meyilli, alınlıklarla biten ve yalnızca yapıyı saran sütun sıralarını örten kesik bir çatıdır. Yani, ortası gök yüzüne açık bir çatıdır. Hatta, ahşap bir çatı fikri de ortaya atılmıştır. Bazı bilim adamları, ahşap çatının, asılı bulunan kumaşlarla süslendiğini de söylemektedirler.

Sikkeler üzerindeki resimlerde doğrulanan diğer bir gerçek: tapınaktaki açmalar ya da pencere boşluklarının bulunduğu yönündedir. Efes sikkelerinde betimlenen pencereler, “Magnesia” sikkelerinde görülenlere benzemektedirler.

Efes sikke serilerinde: alınlığın orta penceresinde, kendisini gösteren bir kadın figürü bulunmaktadır. Sikkelerden bir tanesinde, figür: Efes Artemis’ini, diğerinde ise daha çok bir rahibeye benzemektedir. Sunak avlusuyla, karşı karşıya olan tapınak penceresinin, ayinle ilgili kullanımı açıktır.

Sunak avlusu: sanki sunağın tapınakla pek ilgisi yokmuş gibi, alışılmamış yükseklikteki sütunlara ve örneklere uymayan bir girişe sahiptir. Kutsal görünme penceresi, bir törene hizmet vermiş olmalıdır.

Yüksek sunak: avlunun çoğu yerinden, tapınak cephesinin görünmesini engelliyordu. Alınlık penceresi geleneği : Hıristiyanlık dönemi boyunca sürdürülerek günümüze kadar ulaşmıştır.

Alınlığın dört kadın heykeliyle süslü olduğuna ilişkin tek özgün kanıt: sikkeler üzerinde bulunmuştur. Bu heykellerin pencereleri çerçeveleme tarzı, eski Anadolu’nun kayaya oyulmuş bazı güzel anıtlarında görülen Doğu geleneğidir. Figürlerin sayıca dört ve kadın olmaları, rastlantı değildir.

Çünkü: Amazonları temsil ediyorlardı. Sayılarının dört olması ise: aşağıda anlatacağım bir heykeltıraş yarışması sonucunda seçilen en iyi dört heykelin buraya konulmuş olmalarından kaynaklanmaktadır.

Efes Artemis Tapınağı

Evet: sonuç olarak,

Tapınak: kocaman bir avlu içinde, çok uzaklardan görülecek şekilde tasarlanmış, pırıl pırıl parlayarak gökyüzüne yükselen görkemli bir mermer anıttır.

Dünya üzerinde tamamen mermerden inşa edilmiş ilk tapınak: 130 x 68 metre boyutlarındadır. Tapınağın yüksekliği ise 25 metredir. Tapınak için ayrılan alan toplamı: 6000 metrekaredir.

Tapınağın yüksek terasına: tüm yapıyı çepeçevre saran mermer basamaklarla çıkılıyordu. Bu yüksek podyum bölümü: 78.5 metre genişliğinde ve 141 metre uzunluğundaydı.

Tapınak alanında: yapının yaklaşık 400 metre uzağında bir duvar bulunmaktadır ve duvarla tapınak arasında kalan bölüm özel bir korunma-sığınma alanı olarak ayrılmıştır. Bu korunma-sığınma alanı: bu alana sığınan insanların, herhangi bir müdahale, yakalama, öldürülme gibi durumlardan korunmalarını sağlamaktadır.

Tarihin birçok döneminde: birçok ünlü ve ünsüz kişi, buraya sığınarak ölümden kurtulmayı denemişlerdir. Ancak: bu kutsal alan, zaman içinde, bazı gaddar tiranlar tarafından tanınmamıştır. 6’ncı yüzyılda: Pythagoras isimli bir hükümdar; elde edemediği ve kendisinden kaçarak buraya saklanan bir kadını, uzun yıllar tapınağa hapsettirmiştir.

Kadın umutsuzlukla kendisini asarak intihar eder. Pers kralı Kserkses: Yunanlılarla yapılan savaşta, yenildikten sonra, çocuklarını tapınağa göndermiştir. Bu çocuklara, tapınakta, Yunan tarihinin en renkli kadınlarından olan “Artemisia” bakmıştır. Mısırlı Ptolemaios Euergetes, üvey kardeşi Ptolemaios Physcon ve eşi Eirene: MÖ.259 yılında, tapınağa sığınmış olmalarına rağmen, orada öldürülmüşlerdir.

Marcus Antonius: Kleopatranın kız kardeşi Arsinoe’yi tapınaktan çıkartması için başrahibi zorlamıştır. Daha sonra bir şekilde bu kızı öldürten Antonius; böylece Mısır tahtının Kleopatra’da kalmasını sağlamıştır.

Tapınak içinde: 127 tane İon sütunu bulunmaktadır. Yani, bir anlamda yapıya sütun ormanı denilebilir. Bu sütunların: 36 tanesi ön cephede bulunmaktadır ve bunlar kabartmalarla bezenmiştir. Sütunların yüksekliği 20 metredir. Yivleri spiral kıvrımlı olarak oyulmuş ve gayet zariftirler. Kaideleri ise, kabartmalar taşıyan mermer bilezik şeklindeki bezemelerle süslenmiş ve üstteki yatay mermer kirişi taşıyorlardı.

Onun muhteşem cephe güzelliğini görmek için, gerilere doğru gidip, sunak avlusundan uzaklaşmak gerekirdi. Yoksa, çok yüksekte bulunan, süslü alınlık görülemezdi. Ortadaki sütunların arasından, diğer Artemis tapınaklarında olduğu gibi, Batı’ya bakan kapıdan tapınağa giren ziyaretçiler: tapınağın cephesinin kabartma sütunlu manzarasından daha muhteşem bir görüntü ile karşılaşırdı.

Burada: kabartma, dikdörtgen kaideler üzerine yerleştirilmiş bir “sütun ormanı” ile karşılaşılırdı. Bunları: tapınağın arka bölümünde bulunan, başka bir “sütun ormanı” dengeliyordu.

Tapınak içinde: arka cephede: 9 sütun bulunur. Cella yani tanrıçanın en kutsal bölümü: iki sütun sırasıyla diğer bölümlerden ayrılmıştır. Muazzam yapının tam ortasında bulunmaktadır. Bu kutsal odadaki “Artemis Heykelleri” hakkında kesin bir kanıt bulunmasa da, bunların devasa büyüklükte oldukları ve normal bir insan boyutundan oldukça büyük oldukları kesindir.

Sunak avlusu da sütun ve heykellerle süslenmiştir. Sunak avlusunun içindeki “kurban sunağı” asimetrik olarak yerleştirilmiştir. Sunak: göklere açılan bir kutsal alan olarak bilinir. Bu durum: özellikle “Doğu” dinsel kültüründe yaygındır. Sunak alanlarında tanrının veya tanrıçanın heykeli bulunmazdı, çünkü bu alan “tanrı-tanrıçanın” evi olarak kabul edilirdi.

Tapınak alanındaki heykeller, ünlü heykeltıraş “Praksiteles” tarafından yapılmıştır.

Tapınak inşaatı bitirildiğinde ise: Efesliler; tıpkı Yunanlıların şiir, oyun, atletizm ve müzik alanında yaptıkları gibi, şehirlerinde bir “heykel yarışması” düzenlerler.

Dönemin en ünlü heykeltıraşlarının katıldığı bu yarışma sonrasında, yapılan heykellerden en beğenilen: Pheidias, Polyleitos, Kresillas ve Phradmon tarafından yapılan 4 heykel, tapınağın alınlığına yerleştirilir. Bu tunç-bronz heykeller: kadın figürlüdür ve Amazonları temsil etmektedirler.

Bu heykeller yanında: elbette tapınak kutsal alanında, Tanrıça Artemis’in özel heykelleri de bulunmaktadır. Kazı alanında yapılan çalışmalarda: MÖ.600 yıllarına rastlayan ilk tapınak dönemlerinde, Artemis heykellerinin: ilkel görünümlü, katı biçimli, altın, tahta, fildişi veya kil heykelcikler şeklinde olduğu anlaşılmıştır.

Yani: ilk dönem heykelleri: genellikle “Doğu” ya özgü, Lidya, Pers, Frigya, Asur, Hitit ve Mısır özelliklerini taşımaktadırlar. Bu ilk döneme ait heykellerin “rahibe” heykelleri olduğunu söyleyenler bile bulunmaktadır.

Takip eden dönemde, bir ara tapınakta bulunan Artemis kült heykelinin “asma ağacı” n dan yapıldığı ve heykel çürümesin diye, her yıl yağlandığı yazılır. Çünkü: yapılan kazı çalışmalarında, yörede altın-gümüş gibi değerli maddelerden yapılmış Artemis heykeli bulunmamıştır.

Tapınakta bulunan Artemis heykellerinin diğer en büyük özelliği: halk ve ziyaretçiler üzerinde yarattıkları büyük etkidir. Heykellerin gözleri: değerli taşlarla süslenmiştir ve bu taşlar, ışığı muazzam şekilde yansıtmaktadırlar. Tapınak rahipleri: ziyaretçileri, heykellere bakarken dikkatli olmaları, gözlerine bakmamaları konusunda uyarırlar.

MÖ.2’nci yüzyıla gelindiğinde ise: bu kez Artemis kült heykellerinin “memeli” olduğu görülür. Çok memeli bu heykel türü: bir ana tanrıçayı yansıtmaktadır. Göğüsleri bir kadının doğurganlığının simgesidir.

Kaskatı duran heykelin alt bölümü: Mısır mumyalarının tabutlarına benzer. Geyik, boğa, aslan, grifon, sfenks, siren ve arılardan oluşan bezemeleri: Doğu’ya özgü yaratıklardır. Ancak, yine de heykelin bu özellikleri hakkında, günümüzde çelişkiler mevcuttur. Memelerinin aslında: hurma, meşe palamudu, devekuşu yumurtası, boa testisleri, muska torbaları veya başka süsler olup olmadığı tartışılmaktadır.

Ancak, bu süsler neyi ifade ederse etkin: Artemis heykeli, MÖ.3’ncü yüzyıldan, MS.3’ncü yüzyıla kadar geçen 600 yıllık süreçte: yani tapınak yıkılana kadar bölgedeki kutsallığını sürdürmüştür.

Evet: uzun uğraşlar sonucu tapınak bitirildiğinde: yöre Hıristiyanlığın yayılmasında görevli din adamları tarafından ziyaret edilir. Bu ziyaretlerle ilgili anılar: bölgedeki kazılarda bulunan bir yazıttan öğrenilmiştir.

MS.1’nci yüzyılda:

Aziz Paulus: Korinthos şehrinden, dönemin zengin ve gösterişli Efes şehrine gelir. Efesli kuyumcu Demetrios’un sürüklediği, şehirlilerden oluşan kalabalık ile, Paulus’un şehrin tiyatrosunda karşılaşmaları sırasında: Paulus, gümüş Artemis idolleri aleyhinde konuşunca, kalabalık “Efeslilerin Diana’sı yücedir” diye bağırırlar.

Daha sonra Efes şehrini ziyaret eden Aziz Yuhanna: şehirde dolaşırken “dudakları yaldızlanıp, yüzüne peçe örtülmüş “boyalı Artemis heykelleri” gördüğünden söz eder. Ayrıca: Tanrıça şenliklerinde, tiyatro bölümündeki kurban dumanının yoğunluğunun güneşi perdelediğini belirtir. Boru çalan rahipleriyle, tapınağa doğru giden tören alayını da izlemiştir.

13’ncü yüzyıla ait bir Fransız el yazmasında: Aziz Yuhanna’nın: Artemis heykelini yakışı gösterilmektedir.

MS.2’nci yüzyıla gelindiğinde ise: bu kez Efes şehrinin ve tapınağın en ünlü ziyaretçisi “Büyük İskender” gelir. İskender: Anadolu’daki Perslileri yenip, tüm şehirleri ele geçirdikten sonra bölgeye geldiğinde henüz 22 yaşındadır.

İskender: gerek doğumuna yardımcı olması nedeniyle ve gerekse Efeslilerin inançlarına duyduğu saygı nedeniyle: tapınak onuruna büyük törenler düzenler ve kurbanlar kestirir. Panayır dağı çevresindeki kutsal yolda, Artemis heykellerini elleri üzerinde taşırlar. Dağın çevresinde dolaştıktan sonra, tapınak alanına girerler.

İskender: tapınak için maddi bağışta bulunmak istediğini ancak, bunun karşılığında isminin, tapınak duvarlarına kazınmasını ister. Bunun üzerine: tapınak duvarlarında böyle bir isim kazıma istemeyen Efesliler: ilginç bir çözüm bulurlar ve İskender’e “ Nasıl olurda bir tanrı, başka bir tanrıya tapınak yaptırabilir” diyerek, İskender’i bir yandan “tanrı” katında onurlandırarak öte yandan isminin tapınak duvarlarına yazılmasını engellerler.

Bunun üzerine: İskender, Efeslilerin Perslere daha önce ödedikleri vergiyi kaldırdığını, bu vergiyi tapınağın masrafları için kullanılmasını söyler.

Büyük İskender: bölgede bulunduğu dönemde: tapınakla ilgili olarak tutarsız uygulamaları ile tarihe geçer. Bir keresinde: tapınak sığınma alanına giren bir köle için baş rahibe rica da bulunarak tapınak kurallarına uyarken: başka bir keresinde yine tapınağın sığınma alanına giren iki köleyi, sığınma alanından zorla çıkarttırır ve taşlatarak öldürterek tapınak kurallarını ihlal eder.

MS. 263 yılına gelindiğinde: Ostragotlar bölgeye saldırırlar ve şehirlerde olduğu gibi, Artemis Tapınağını da yakıp-yıkıp yok ederler.

MS.3’ncü yüzyıl sonlarında:

Efesliler, yeni bir tapınak inşa etmek üzere girişimlerde bulunurlar. Ancak: öncekilerden daha basit olarak yapılan tapınak, bu kez MS. 401 yılında: İncil yazarı Aziz Yuhanna tarafından yıktırılır. Efesliler Hıristiyanlığı kabul ettiklerinde: Artemis Tapınağı kalıntıları, bölgedeki başka yapıların inşaatlarında kullanılır.

Yine de: Efeslilerden birçoğu: bu kutsal alandan geriye kalan taşlara ve Artemis idollerine tapınmaya devam ederler. Hatta: halen Selçuk-Artemis Müzesinde bulunan muhteşem 3 Artemis Heykelinin: Efes antik kentinde yapılan kazılarda: bir evin bodrum katında öylece toprağa gömüldükleri anlaşılmıştır.

Yani: Efesliler, Hıristiyanlığın bölgede yayılması üzerine, Artemis Heykellerini, kırıp atmamışlar, toprağa gömerek saklamışlardır.

MS.17’nci yüzyıla gelindiğinde ise: Efes: ıssız, yoksul ve bakımsız bir köydür. Ama insanlık Artemis Tapınağını unutmamıştır. İtalya-Napoli şehrinde, antik döneme ait “çok memeli bir Artemis heykeli” günümüze kadar ulaşmıştır.

Hatta: Napoli’de bulunan bu heykel, 16’ncı yüzyılda, Vatikan’da: ünlü sanatçı Rafaele ve 18’nci yüzyılda yine ünlü sanatçı Tiepolo’ya; resimlerinde modellik etmiştir.

Efes Artemis’i ve Artemis Tapınağı resimleri, kazılarda o döneme ait sikkeler çıktıkça: bunların üzerindeki resimler baz alınarak, canlandırmalar yapılmış ve yayınlanmıştır. Ünlü çağdaş ressam “Salvador Dali”, bir resminde, Artemis Tapınağının bu canlandırılmış figürünü model olarak kullanmıştır. Hatta: Tanrıça Artemis’in dans eden bedenlerini de tapınak ile birlikte resmine eklemiştir.

1780 yılında ise: Edward Gibbon isimli yazar: Artemis Tapınağının yıkılışını, hüzünlü bir ifadeyle anlatmaktadır. Görmediği bu anıt hakkında şunları yazar “Sanat ve zenginlik, o kutsal ve muhteşem yapıyı dikmek üzere el birliği etmişti.

Birbirini izleyen: Pers, Makedonya ve Roma imparatorlukları, yapının kutsallığı önünde saygıyla eğildiler, ihtişamına ihtişam kattılar…”

Günümüzde: Selçuk ilçesinde bulunan Artemis Müzesinde: halen muhteşem güzel bir “Artemis” heykeli bulunmaktadır. Efes antik kentinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan bu memeli Artemis heykeli: güzelliğiyle izleyenleri büyülemektedir.

Kazılarda bulunan diğer çeşitli kalıntıların ise, Londra-British Museum’da özel bir salonda bulunduğu söylenmektedir ki, ben görmediğim için burada ne gibi kalıntılar olduğu hakkında bir şey söylemek istemiyorum.

İşte: muhteşem mimarisi nedeniyle, Dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen Artemis Tapınağının benzersiz hikayesi böyledir.

İzmir Selçuk Artemis Tapınağı

Dünyanın 7 Harikası Mısır Keops Piramidi

Dünyanın 7 Harikası, Olympia Zeus Heykeli

Olympia Zeus Heykeli

Olympia Zeus Heykeli

Bütün dünya “Olimpiyat” oyunlarını bilir. Ancak: antik dönemde, onuruna bu oyunların düzenlendiği tanrının heykelinin, aynı zamanda Dünyanın 7 harikasından biri olduğunu kimse bilemez.

 

OLİMPİA VE OLİMPİYAT OYUNLARI

Burası: Güney Yunanistan’ın batı kısmında; bir tapınma yeriydi. Hatta: Tanrılar kralı Zeus’un tapınağı ve sunağı oradaydı. İnsanlar, Yunan dünyasının her yerinden, bu kutsal yere hac ziyaretine geliyorlardı. Burada yapılan dinsel törenlerin önemli bir parçası ise, spor yarışmalarıydı.

Haberciler: oyunlara davet etmek için, Yunan uygarlığının en uzak yerlerine kadar giderlerdi. Sicilya-Kyrene-Suriye-Mısır-Makedonya-Asya: bilinen dünyanın her köşesinden gelen sporcular: bu oyunlar için “Olmpia” da toplanırlardı.

Ancak: oyunların kökeninde dinsel törenler bulunduğundan, oyunlara katılanların Yunan soyundan olmaları şarttı. Yunanlı olmayanlar, Zeus tapınağında tapınamazlar ve oyunlara katılamazlardı. Oyunlar süresince: Yunan şehir devletleri arasındaki savaşlara ara verilirdi.

 

PELOPONNESOS-PELOPS ADASI

Yunanistan’ın güneyindeki kara parçası, bu isimle bilinirdi. Olimpiyat oyunlarının ortaya çıkışı: Pelops’a bağlanır. Bölgenin batısındaki “Pisa” isimli küçük krallıkta: söylenenlere göre:
“Kral Oinomaos hüküm sürüyormuş.

Tanrıların kralı Zeus ile Toprak Ana’ya adanmış verimli Olmpia arazisi: onun toprakları içindeymiş. Bu tanrılara tapan birçok kişi: oraya gidip, hasatlarının bereketi için tanrılardan yardım dilerlermiş. Bu sırada: kral Oinomaos: bir kahin tarafından “damadı” tarafından öldürüleceği yolunda uyarılır. Bu yüzden, kral kızının, evlenme çağına gelmiş olması nedeniyle huzursuzdur.

Bunun üzerine, kral kızı için gelen her talipten: Olympia’dan deniz tanrısı Poseidon’un tapınağına kadar kendisiyle araba yarıştırmasını şart koşar. Tapınak: 80 mil kadar kuzeydoğuda, Korinthos yakınında İsthmia’dadır. Yarışı kazandığında Hippodameia ile Pisa tahtını da kazanması; ama yarışı kaybederse yani kral onu geçerse, ölmesi kararlaştırılır. Bu işi kabul eden 13 talibin, hepsi yarışı kaybeder ve öldürülür.

Sonunda: genç Pelops ortaya çıkar. Kimileri: Pelops’un: tanrılaştığını, kimileri ise dingil milini balmumundan bir mille değiştirmesi için seyise rüşvet verdiğini söyler. Sonuçta: kral Oinomaos araba kazasında ölür, Pelops ise Hippodameia ile evlenerek tahta çıkar. “

Evet: pek çok Yunanlı; diğer oyunlarla birlikte Olympia’da başlatılan araba yarışlarının, Pelops’un tahta çıkışına yol açan zaferin anısını kutlamaya yönelik olduğuna inanırlar.

Günümüzde: bu sportif oyunların, çoğunlukla cenaze törenleriyle ilgili olduğu bilinmektedir. Bu oyunlar, yas tutanların kederlerini dağıtırdı. Çünkü: Olympia’daki oyunlar, büyük ihtimalle Pelops’un mezarı civarındaki bölgede yaşayan Yunanlılar tarafından bir anma töreni olarak başlatıldı.

Bu insanlar: böylece tanrılarının gözüne girmiş oldular. Pelops’un mezarı: kutsal yapı gurubunun tam ortasındaydı. Zamanla ise durum değişti, oyunlar Zeus’un onuruna kutlanır olunca Pelops’un payı azaldı.

 

YUNANLILARIN TANRI GÖRÜŞLERİ

Yunanlıların kendilerine özgü bir tanrı görüşleri vardır. Onlara göre, tanrıların insanların işine doğrudan karışması gayet normaldi.

Tanrıların evinin: Olympia’nın 175 mil kuzeyinde, Teselya’daki Olympos Dağı’nın zirvesinde olduğuna inanılırdı. Tanrıların kralı Zeus; sınırsız bir doğa gücü olan, adil ve sevecen bir baba idi. Bir taraftan, elinde yıldırım demetleriyle göklerde gürler, diğer taraftan karşı cinse düşkünlüğüyle kraliçesi Hera’yı çileden çıkarırdı.

Ama, aynı zamanda ziyafetlerde kendisine adaklar sunulan konuksever tanrıydı. Olympia: Zeus’un ikinci eviydi ve oyunlar nedeniyle, bin yılı aşkın bir zamandır, Zeus’un dinsel merkezi olmuştu.

Günümüzde: Alpheios ırmağının Kladeos ırmağı ile birleştiği yerdeki verimli vadi: Zeus Kutsal Alanının korusunu barındırır ve burayı yöre insanı tarafından uğrak yeridir. Buraya günümüzde de akın eden turistler, bu büyük kutsal yerin kalıntılarına hayran kalırlar.

1829 yılından bu yana: arkeologlar; bu bölgedeki bazı yerleri ortaya çıkardılar. Bunlar: dört yılda bir oyunlar için toplanan sporcuların işlevsel gereksinimlerini karşılayan yapılar ve dinsel anıtlardır. Gymnasion ile Stadion: dinsel tapınakların hemen yanındadır. Kazanan sporcuların ve sponsorların minnettarlıklarını belirtmek için sundukları adaklar, kutsal alandadır.

Olympia: bir şehir değildir; tapınmaya ve oyunlara katılmaya gelenlerin gereksinimlerini karşılayan yapılar kümesinin bulunduğu kutsal bir yerdir.

Yunanlılar: oyunların ilk olarak MÖ.776 yılında başladığına inanırlar ve bu tarihi, geçen yüzyılları saymak için temel alırlar. Ancak; arkeologlar, insanları Olympia bölgesinde, çok daha eski tarihlerden itibaren tapındıklarını ortaya çıkarmışlardır.

En eski yapılar: tahta ve kerpiçten yapılmıştır. Uygarlıklar gelişip eski yapılar çökünce: bunların yerini, daha büyük ve taş yapılar ve anıtlar almaya başlamıştır. İçlerindeki en görkemlisi ise “Zeus”a adanan tapınaktır.

 

ZEUS TAPINAĞI

Tapınak: MÖ.466-456 yılları arasında inşa edilmiş, heybetli bir yapıdır. Mimarı “Libon” dur. Libon: yapıda kullanmak için; değişik bir yerel taş seçmiştir. Bu yerel taş: fosilleşmiş deniz kabukları içeren konglomera’dır.

Bu taş: doğa tanrısı Zeus’un şanına yakışan doğal bir oluşumdur. Mimari tarzı ise: Atina şehrindeki ünlü “Parthenon” dur. Yani: Dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen; Efes şehrindeki “Artemis Tapınağı” kadar ihtişamlı değildir.

Tapınak, tanrının kutsal yeridir. Ama tanrıya tapanların, içeride toplanması için yapılmamıştır. Kurban töreni: tapınak dışındaki büyük sunakta yapılır. Olimpiyat oyunlarının ortasına rastlayan günde: sunakta, 100 öküz boğazlanıp yakılarak Zeus’a sunulurdu.

Alpheios ırmağının sularıyla karışan öküzlerin külleri; dev bir tepe halinde, sunağa yığılmış ve muazzam boyutlara ulaşmıştır.

Tapınak yapısı içinde: en kutsal yerde bulunan kült heykeli, kendisine tapanlar için “Zeus” un yerini tutardı. MÖ.5’nci yüzyılda: tapınak için etkileyici bir heykel gerekiyordu. Tapınak heyeti: görkemli bir heykeli yapabilecek heykeltıraşı uzun süre ararlar. Sonunda bu önemli görev için; Atinalı Pheidias seçilir.

 

ZEUS HEYKELİNİN YAPIMI

Pheidas: Atina şehrindeki Akropolis için, zaten iki tane büyük heykel yapmıştır. Bunlardan birincisi: açık havada duran dev bir tanrıça Athena heykelidir. Yaklaşık 10 metre yüksekliğinde olan bu heykelin altın miğferini, açık denizlerdeki gemicilerin görebildiği söylenir. İkincisi ise: Atina Akropolis’inde Parthenon için altın ve fildişinden yapılmış kült heykeliydi.

Kendisi: Atina şehrinde, altın ve fildişinden çok büyük heykeller yapmaya imkan veren bir teknik geliştirmişti. Önce heykelin duracağı noktaya, heykelin bitmiş haline tıpatıp uyan ahşap iskelet dikilirdi. Ten bölümlerine takılacak ince fildişi levhalar yontulur, kumaş kıvrımları ile diğer ayrıntılarda kullanılacak değerli madenler, kalıpta şekillendirilirdi.

Bunlar, sonra iskelet üzerinde birleştirilir, heykelin dış kaplaması ortaya çıkardı. Bitmiş heykelin: yekpare bir görünüm vermesi için, her bir parça dikkatle yanındakine uydurulur, ek yerleri özenle gizlenirdi.

Pheidas: MÖ.438-437 yılları arasında; gözden düştü ve Atina şehrini terk etmek zorunda kaldı ve Olympia şehrine geldi.

Zeus heykelini nasıl tasarladığı sorulduğunda, şöyle anlatır; heykeltıraş; destan şairi Homeros’un bir baş hareketiyle bütün Olympos Dağı’nı sarsan sert bir Zeusu anlatan dizelerini aktarır” Bu dizelerden: Zeus’un bilinen sıfatları sıralanır ki bunlar: baba ve kral, kentlerin koruyucusu, dostluk ve arkadaşlık tanrısı, yakaranların koruyucusu, bolluk veren….”

Evet: Zeus’un bütün bu yönleri heykelde bulunur ve Pheidias’In yaptığı portre seçimiyle, tanrının değişken karakteri vurgulanmaktadır.

 

HEYKELİN GÖRÜNÜMÜ HAKKINDAKİ VERİLER

Bu heykelin, antik dönemdeki görüntüsü hakkında yapılan araştırmalarda, komşu Elis kentinin sikkeleri üzerindeki resimler yol gösterir.

Strabon

Sinoplu ünlü gezgin: heykel hakkında, MS.1’nci yüzyıl başlarında şunları yazmıştır:
“ Tapınak çok büyüktür, ama fildişinden yapılmış heykel öyle bir iriliktedir ki, oranlamayı doğru yapmadığı için heykeltıraş eleştirilebilirdi. Zeus’u oturur durumda göstermiştir, ama tanrının başı neredeyse tavana değer. Öyle ki, Zeus yerinden kalkacak olsa tapınağın çatısını delip geçer.”

Kallamakhos

Heykelin yapılışından, (MÖ.305-240) 200 yıl sonra, bu şairin bir şiirinde, heykel hakkında şu bilgiler verilmektedir:
“ Heykelin toplam uzunluk ve genişliği: kazılmış tapınağın tabanı üzerinde de ölçülebilir. Kaide 6.65 metre eninde, yaklaşık 10 metre derinlikte ve yüksekliği 1 metrenin üzerindeydi. Heykelin kendisi 13 metreydi ve 3 katlı bir yapı kadar yüksekti. Tapınağın batı yakasını kaplayan ve kutsal alanın her yanında varlığı hissedilen, dev bir heykeldi.”

Pausanias

MS.2’nci yüzyılda yaşamış bu Yunanlı: gördüğü şehirlerdeki anıtlar hakkında ender bulunur bir belge bırakmıştır. Bu şehirler artık yok olduğundan, onun yazdıklarını değerlendirmek gerekir.
“ Başında zeytin dallarından bir çeleng vardır. Sağ elinde fildişi ve altından yapılmış bir “Zafer Tanrıçası” heykeli tutar. Tanrının sol elinde, üzerine türlü türlü madenler kakılı asası vardır. Asanın yanına bir kartal tünemiştir. Tanrının sandaletleri de giysisi gibi altındandır. Giysisine hayvan ve zambak figürleri oyulmuştur. Taht, altın ve değerli taşlarla, abanoz ve fildişiyle süslenmiştir.”

Tapınağın batısında: ana kutsal alanın hemen dışındaki bir yapı: bu dev heykeli yaratan Pheidias’ın atölyesi olarak, MS.174 yılında, Pausanias’a gösterilmiştir. 1958 yılında yapılan kazılarda, bu yapıya ait kalıntılar bulundu. Bu kalıntılar arasında: bu tür bir heykel üzerinde çalışmaya uygun aletler bulundu. Yapı kalıntısının temelinde: MÖ.5’nci yüzyılın özenli harfleriyle “Pheidias’a aitim” yazan kırık bir testi bulunmuştur.

Evet, biz yine, Pausanias’ın anlattıklarına bakalım. Onu en çok taht etkilemişti. Çünkü: sanatçı, tüm yontuculuk yeteneğini, tahtta bol bol kullanmış olmasının yanında, tapınağın iç kısmının loş ortamında, tahtın daha kolay seçilmesinin de kuşkusuz payı vardır. Yapının çatısı, yarı saydam mermerlerle kapatılmış olsa da, Zeus heykelinin üst tarafını ayrıntılarıyla görmek zor olmalıydı.

Tahtın ayaklarını, sırt sırta konmuş kanatlı Zafer Tanrıçası figürleri süslüyor. Öndeki her iki ayağının üst tarafında “Sfenks’in kaptığı Thebai’li çocuklar” konulu sahneler bulunuyor. Kadın başlı, aslan gövdeli ve kartal kanatlı bir canavar olan Sfenks: Orta Yunanistan’daki Thebai’li delikanlıları, bilmecesine yanıt vermezler se öldürürdü. Sorduğu bilmece şuydu: “ iki ayaklı, üç ayaklı ve dört ayaklı olan ve en çok ayağı olduğu zaman en güçsüz durumda bulunan yaratık hangisidir?”

Tahtın diğer destekleri üzerinde: Herakles ile arkadaşlarının, Amazonlarla savaşması gösterilmiştir. Bu desteklerin: heykeltıraşlık süslemelerinin gerçekten etkileyici parçaları olduğunu vurgulamış, orada iki gurup halinde 29 figür bulunduğunu belirtmiştir. Bu figürlerdeki dalgalı hareketler ve savaşanların giysilerindeki kıvrımların dönüşü, Pheidias’ın ince yontu sanatının da özelliğidir.

Zeus heykelini taşıyan büyük kaide: mavi-siyah Eleusis mermerinden yapılmıştır.
Pausanias’ın anlatımı: heykeli gerçek bir Yunan mitolojisi hazinesi olarak gösteren ayrıntılarla doludur.

Heykel hakkındaki son tanımlaması şu şekildedir

“ Heykel: yapıldığı andan başlayarak, klasik heykeltıraşlığın altın çağının başyapıtı olarak hayranlık toplamıştır. Heykelin bakım işleri: Pheidias’ın soyundan gelen “cilacılar”ın elinde bulunuyordu. Heykelin üstüne zeytinyağı dökme adeti; tapınağın nemli ortamında oluşan fildişi çatlakları nedeniyle ortaya çıkmış olabilir.

MÖ.2’nci yüzyıl ortalarında, durum kötüleşince; heykelin onarılması için, güneydeki Mesense şehrinden heykeltıraş Damophon çağırılmıştır. Tahtın altına, üstteki muazzam heykelin ağırlığı ile çökmemesi için dört sütun yerleştirilmiştir.

 

HEYKEL BİTTİKTEN SONRA YAŞANANLAR

Heykel tamamen bittiğinde, Pheidias, yapıtı beğendiyse bir işaret göndermesi için yakarır Zeus’a. Söylenenlere göre: bugün tunç bir sürahinin kapladığı noktaya, hemen bir yıldırım düşer. Heykelin önündeki tüm zemin: siyah mermer döşelidir. Paros mermerlerinden, daire biçimindeki bir çerçeve çekilerek kenarları yükseltilmiştir. Burası, heykelin üzerine dökülen zeytinyağı için, havuz görevi yapmıştır.

 

SONUÇ

Heykel: uzun yıllar, Zeus’a inananlara korku ve hayranlık uyandırmayı sürdürdü. Yapılışından 450 yıl sonra: bölgeyi yağmalayan Romalılar arasında, Roma imparatoru Caligula (MS. 37-41) heykeli, Roma şehrine götürmek istedi. Hatta: heykeli taşıyacak araçları kurmak için ustalar gönderdi, ama heykel, ansızın “ öyle bir kahkaha koy verdi ki, yapı iskelesi çöktü, işçiler de kaçtı”
Ancak, heykel, dokunulmazlığını sonsuza kadar sürdüremedi. MS.391 yılında: Hıristiyan kilisesinin rahipleri: İmparator I. Theodosius’u: pagan kültlerini yasaklatmaya ve tapınaklarını kapatmaya razı ettiler. Olympia’daki oyunlar durduruldu, büyük Olympia kutsal alanı terk edildi.

Takip eden süreçte: 800 yaşını geçen kült heykel: sonundan Constantinopolis’teki bir sarayı süslemek üzere tapınağından taşınmıştır. Pheidias’ın atölyesi ise; bir Hıristiyan kilisesine çevrildi. Tapınak: 425 yılı civarında, bir yangında ağır hasar gördü. MS.6’ncı yüzyıla gelindiğinde ise; Alpheios ırmağının yatağı değiştirildi.

Bakımsız kalan Olympia kutsal alanı; toprak kaymaları, depremler ve taşkınlar sonucu yerle-bir oldu ve 1000 yılı aşkın bir süre: kalın bir kum, çamur ve döküntü tabakasıyla kaplı kaldı.

Heykel, biraz önce söylediğim gibi, başka yere götürülmüştü ve bu felaketlerden korunmuştu. Ama, 462 yılında: Constantinopolis şehrinde, büyük bir yangın çıkınca, heykelin bulunduğu saray yıkıldı. Olympia kutsal alanı Peloponnesos’ta bakımsızlıktan toprağa karışırken, klasik heykeltıraşlığın en büyük yapıtı olarak görülen bu olağanüstü heykel de Boğaziçi kıyılarında yok oldu.

Evet: son not: heykelin ayrıntılarını görebilmek için hiçbir kopyası bulunmamaktadır. Heykelin bıraktığı izlenimi: Pausanias gibi yazarların yazıları aracılığıyla paylaşma olanağı bulmak bile büyük şanstır.

Yolu buralara yani Yunanistan ülkesinin güneyinde, Olympia bölgesine düşenler, bu kutsal alanı ziyaret edebilir ve bir zamanlar, antik dünyanın en büyük sanat yapıtı olan heykelin bulunduğu yeri, heykel olmasa da görebilirler.
Bu arada: Olimpiyat oyunları: 1896 yılında yeniden hayata döndürülmüştür.

Dünyanın 7 Harikası Mısır Keops Piramidi

Dünyanın 7 Harikası Mısır Keops Piramidi

Bu piramidin bulunduğu yerde, aslında 3 piramit var, ama bunların üçü de dünya harikası olarak kabul edilmemektedir. Piramitlerden, yalnızca “Keops Piramidi” dünya harikası olarak kabul edilir. Keops piramidi: aynı zamanda, dünya harikalarından günümüze kadar ayakta kalarak gelebilmiş tek hazinedir.

Piramit: IV hanedanlık zamanında, MÖ.2560 yılında, Firavun Khufu (Keops) tarafından yaptırılmıştır. Keops: piramidin yapımının muhtemelen 20 yıl sürdüğü sanılıyor.

Yapıldıktan sonra, 4300 yıl boyunca: dünyadaki en uzun yani yüksek yapı olarak önemini korumuştur.

Evet: MÖ.2560 yılında tamamlanan piramit: IV Hanedan firavunu Kufu (diğer adı Keops) için yapılmıştır. Kendisi firavun olarak: MÖ.2579-2556 yılları arasında hüküm sürmüştür. Karısı Henutsen Meretites, kendi piramidinin yanındaki küçük piramitte gömülüdür.

Keops: Snefru’nun oğludur ve babasının mezarıyla ilgili: mimari ve lojistik sorunları çok iyi biliyordu.

Fravun Keops

Ne gariptir ki

Mezarı olarak yapılan büyük piramit binlerce yıldır durmasına rağmen, sahibinin günümüze kalmış tek bir betimlemesi bulunmaktadır.

Bu da: 1903 yılında: Petrie-Abydos-Osiris Tapınağı temellerinde bulunan “fildişi” bir heykelidir.
Bu heykelinde, firavun: sağ elinde kırbaç, başında “Aşağı Mısır” ın kızıl tacı ile görülür. Oturduğu tahtın önüne iliştirilmiş saray biçimindeki Mısır krallık sembolünün içine, kralın adı kazınmıştır. Boyutunun küçüklüğüne ve malzemeye karşın, karakteristik bir portredir.

Peki: niçin piramit? Mısır firavunları neden piramitler içine gömülmeyi arzulamışlardır?

Piramit şekli: Güneş Tanrısı “Ra” nın tapınımıyla ilgiliydi.

Piramitler: yaradılış efsanelerindeki “Benu” kuşunun üzerine konduğu, uzun bir dikilitaş olarak bilinirler.

Ayrıca: güneş ışınlarının, yeryüzüne düşerken değdiği en yüksek noktayı temsil ederler. Bu doğal olay: uygun hava koşullarında hala görülebilmektedir.

Başka yerlerde: özellikle “Yeni Dünya” da piramit biçimli yapılar bulunmakta ise de, piramit yapımı aslen Mısır’a özgüdür. Mısır piramidi dışındakiler, genellikle farklı amaçlara yönelik ve farklı mimari yapılar olup, en son Mısır piramidinden 1000 yıl sonra yapılmıştır.

Dünyanın 7 Harikası Mısır Keops Piramidi Özellikleri

KEOPS PİRAMİDİNİN ÖZELLİĞİ

Keops piramidinin diğerlerinden ayrı tutulan en önemli özelliği: Gize’de; en üst noktasına ulaşan, ondan sonra da düşüşe geçen bir mezar gelişim sürecinin doruk noktası olmasıdır.

Mimari gelişimin: bu piramitte zirveye çıktığı gözlenir.

Keops: mezarı için yeni bir yer seçti: Libya Çölü kıyısındaki Giza platosu. Dördüncü Hanedanın, başlıca iki ardılı da, burada onu izleyecekti. Bunlar: Kefren (Kafra) ve Mikerinos (Menkaura) dır.

Mimar Hemon

Keops’un mimarı, daha doğrusu inşaat şefi: kuzeni Vezir Hemon’dur.
Hemon’un oturan heykeli, geçtiğimiz yüzyılda, Gize’deki bir mezarda bulunmuş ve halen Almanya-Hildersheim-Pelizaeus Müzesindedir. Anlamak mümkün değil, Sayın okurlar, Mısır’da bir mezarda bulunan heykelin, Almanya’da sergilenmesi. Çalındı, satıldı ve utanmadan bunu kendi malları, kendi kültür ürünleri gibi sergileyebilen insanlar. Neyse: bu heykel, yapılı bir adamı tasvir ediyor. Zaten, Mısır kültüründe, yüksek mevkideki itibarlı kişiler, iri yapılı olarak betimlenirdi.

Çünkü, çoğu heykel, kişileri idealize etmeye yönelikti. Kişiler, hayatlarının en güzel dönemlerinde gösterilmişlerdir. Ancak: Hemon’un heykelinde: canlı gibi görünen kakma gözler, mezar soyguncuları tarafından sökülmüş ve heykele nispeten zarar verilmiştir. Gözlerdeki canlı etki: göz bebekleri olarak obsidyen ve kristal, irisler için ise beyaz kireç taşı kullanılıyor ve bunlar tunç bir çerçeve içine oturtuluyordu.

Yapım İşleri

Yapım işlerine başlamadan önce, arazinin hazırlanması gerekiyordu. Arazi düzeltilmeli, tasarlanan piramit kenarlarının konumu, pusulanın dört ana yönüne göre dikkatle belirlenmeliydi. Düzeltme için belirlenen alan: dört alçak kerpiç duvarla sınırlandırılıyor ve sonra da içi su dolduruluyordu. Tabii, su yüzeyi düz olmalıydı. Söz konusu alan yeterince oyulduğunda, bu su akıp giderdi. Hendeklerin arasındaki kayalar kesilerek, düz bir yüzey oluşturulurdu. Ancak, bu piramidin yapımı sırasında, inşaat alanının ortasında büyük bir kaya bloku çıkmış ve bu kaya çıkıntısı öylece bırakılmıştı. Bu kaya blokunun parçaları, geçit düzeneği içinde görülebilmektedir.

Piramidin taban kenarının doğru yöne oturtulması için yıldız gözlemleri kullanılırdı. Çünkü, o zamanlar pusula bilinmiyordu. Dört kenardaki hiza hatasının, bir dereceden az olması düşünülürse, eski Mısırlıların, ne ölçüde doğru hesaplama yaptıkları anlaşılabilir.

Kare kaidenin, dört kenarının en uzunu ile, en kısası arasındaki uzunluk farkı: yalnızca 20 cm. dir. Aslında, yapı alanının tam ortasında bırakılan büyük kaya bloğu nedeniyle: köşegenlerin karşıdan karşıya doğru olarak ölçülmesi imkansızdı. Ölçü, yalnızca kenarlardan alınabiliyordu. Öte yandan, tüm bu ölçüler: metrik sistem bilinmediğinden, keten liflerinden yapılmış lifler veya esnek hurma lifleriyle yapılabiliyordu. Yani: ölçümlerin hassasiyetinin hangi şartlar altında gerçekleştiğini bilmemiz gerek.

Evet, tüm bu hazırlık aşamaları tamamlandıktan sonra, piramidin yapımına başlanır.

Ama: her türlü bilimsel ve teknolojik araştırmaya rağmen, piramitlerin tam olarak nasıl yapıldığı, hala meçhuldür. Eski Mısırlıların, bu piramit yapıldıktan 2500 yıl sonra, Roma döneminde: makara ya da palanga bilgisine sahip olduklarını unutmamak gerekir. Ellerindeki tek mekanik destek: silindir kazıklar ve kaldıraçlardı. Eski Mısır’da; tüm yapılar, heykeller ve dikilitaşlar: bu iki ilkel aracın yardımıyla dikilmiş ya da taşınmışlardır.

Gelelim piramidin nasıl yapıldığı hakkındaki teorilere

Birinci Teori

Yapı yükseldikçe, çevresini dolaşan rampalar kullanılmıştır.

İkinci Teori

Piramidin yükselişiyle birlikte; gerektikçe yükseltilip uzatılmış, çöle yayılan uzun bir inşaat rampası kullanılmıştır.

Bunların ikisi de: doğurucu kanıtlarla desteklenememiştir. Bunun üzerine, akla gelebilecek üçüncü bir teori üretilmiştir.

Üçüncü Teori

Taş bloklarının, muhtemelen salıncak iskelelerle kaldırıldığı bir tür yapı iskelesi kullanılmış olmalıdır. Ancak, bu teorinin de, kanıtlanamayan iki sıkıntısı bulunmaktadır. İskeleler için, muazzam miktarda tahta gerekecekti. Ama, eski Mısır’da, buna uygun çapta ahşap-tahta bulmak mümkün olamazdı. Ayrıca: taş bloklarının çok büyük ve çok ağır olması ( en hafifi 5 tondur) bu düşünceyi çürütmektedir.

En ağır basan teori

yapının çevresini dolaşan rampa teorisidir. Yapım ilerledikçe: piramidin dört yüzünün her biri çevresinden kerpiç rampalar çıkarılmıştır. Silindir kızaklar üzerindeki dev bloklar: bu yolla yukarıya getirilmiştir. Taş blok: gerideki silindirin üstünden geçtiğinde; kızak serbest kalacak ve önde yeniden doldurulacak, blok işçi ekiplerince ileri doğru çekilecektir. Bu sistem: tümüyle çok iyi uygulanabilirlik göstermektedir. Ama, sistem olarak uygulanabilir denilse de: uygulamaya gelince sıkıntılar doğmaktadır.

Tüm yüzlerden çıkan ve taşların ağırlığından dolayı fazla dik olmayan bir yokuş; sorunlar yaratır.

Birinci sorun:

Köşe virajlarını alan ve kontrol altındaki kızaklar üzerindeki bloğun dengesine göz-kulak olan ekiptir.

İkinci sorun:

Üst düzeylere ulaşmak için, blokların, yapının çevresinde döne-döne yukarı taşınması: bu durum, aşırı sayıda işçi ve blokları çeşitli düzeylerde yokuş yukarı taşıyan pek çok ekip üzerinde denetim gerektirmektedir, rampalarda aşağı ve yukarı akan insan seli akıl almaz olacaktır.

Büyük piramidin yapımı ile ilgili diğer bir teori ise: İngiliz yapı ustası Peter Hodger tarafından ortaya atılmıştır. Hodger: 2 tonluk bir yükle deneme yaparken: bir ucuna metal bir parça giydirilmiş kısa açılı bir ayağı bulunan uzun kaldıraçlar kullanarak, iki adamın, bu yükü oldukça kolay taşıyabileceğini kanıtlamıştır.

Bu metalli uç: bloğun altına sokularak, bloğun bir ucu kaldırılabiliyor ve altına destek-dolgu konuluyordu. Aynı işlem: diğer uçta da yenileniyor ve bu tür dolgular kullanılarak, bloklar yukarı taşınıyordu. Böylece: büyük bir taş blok: kolayca, makul bir yüksekliğe kaldırılıyordu.

Evet, gelelim piramidin yapımına:

Piramit: her bir basamağı, oldukça enli ve ortalama yükseklik 1 metreden fazla olmayacak düzeyler halinde yapılıyordu. İngiliz Hodger prensibine göre: bazı işçi gurupları, blokları dört piramit yüzü üzerinde birden, aynı zamanda bazılarının da her bir yüz boyunca kaldırılmasına imkan veriyordu. Piramit sivrilip, yüzey daraldıkça, işçi sayısı azalıyordu. Gereken düzeye ulaşan her blok: kızaklar üzerinde, yüzeyden geçirilip kendine ayrılan yere taşınıyordu.

Bu arada devreye “Tarih” isimli kitabında, Heredotos tarafından piramitler hakkında yazılanları sokmak gerekebilir.

“ Kaide taşlarını dizdikten sonra, diğer taşları kısa tahtalardan yapılmış makinelerle kaldırdılar.

İlk makine; taşları yerinden alıp birinci basamağa kaldırıyordu. Birinci basamakta, gelen taşı karşılayıp ikinci basamağa ileten bir diğer makine, oradan da daha yükseğe ilerleten üçüncü bir makine vardı.”

Temel yapı bitirildikten sonra: piramit parlak beyaz “Tura” kireçtaşı ile kaplanacaktı. Kaplama işi, tepeden aşağıya doğru yapılacaktı. Basamaklar: kireç taşı bloklarıyla dolduruluyor, sonra da uygun açıyı vermek ve parlak bir görüntü sağlamak için yontulup düzeltiliyordu. Günümüzde, bu piramitte, zirvedeki kireçtaşı kaplamasının bir kısmı korunmaktadır. Ancak, diğer pek çok piramitte olduğu gibi, kaplamanın geri kalan kısmı: ortaçağ Mısır mimarisinde kullanılmak için sökülerek götürülmüştür.

Büyük piramidin ana boyutları hakkında şunlar söylenebilir

Piramidin eğim açısı: 54 derece 54 dakikadır ki, diğer tüm piramitlerde de bu oran sabittir.
Yükseklik: 145.75 metredir. Ama, üstten 10 metre yitirildiğinden, günümüzdeki durumda, tepesi kesiktir. Ancak, yine de belirli bir uzaklıktan, kaplamasının veya tepesinin eksikliği hissedilmez.
Kare kaidenin her bir kenarı: 229 metredir ve en uzun ile en kısa kenar arasındaki uzunluk farkı, 20 cm. den azdır.
Yapı: 5.37 hektarlık bir alanı kapsar.
Ortadaki doğal kaya blokunun büyüklüğü bilinmediğinden, kullanılan taş miktarını hesaplamak mümkün değildir. Ancak, her biri 2 ile 15 ton arasında değişen, yaklaşık 2.300.000 adet blok kullanıldığı kaydedilmiştir.

Dünyanın 7 Harikası Mısır Keops Piramidi Giriş-Kapı

Giriş-Kapı

Piramidin girişi: kuzey yüz üzerindedir, çünkü kuzey yıldızlarına dönük olarak konumlandırılmıştır. Kuzey yüzünde, yaklaşık 17 metre yükseklikte, merkez noktanın 7.5 metre doğusunda alçak bir giriş bulunmaktadır. Bu girişin üzerinde, yukarıdaki blokların baskısını azaltmak için, ikişer çift halinde, piramit biçiminde yerleştirilmiş dört büyük taş blok vardır. Piramidin günümüzdeki girişi ise: bu özgün girişin hemen altında, biraz sağındadır. Bu giriş: Halife Memun tarafından, 9’ncu yüzyılda açılmıştır. Memun girişi olarak isimlendirilen bu giriş: hazine aramak için “Memun” tarafından açılmıştır.

İç bölümün mimari planları

Gelelim büyük piramidin iç yapısına: piramidin iç geçitleri ve odaları, diğerlerine nazaran daha çoktur.
Birinci planda: girişten itibaren: merkezde ve toprak düzeyinin altındaki mezar odasına inen bir geçit vardı. Ancak bu geçit bitirilmedi ve ikinci planda: piramit gövdesinden yukarıya, zirvenin altında daha merkezi bir konuma yerleştirilmiş olan başka bir odaya çıkan geçit yapıldı. Ancak, bu oda da bitirilmedi. Üçüncü planda: çok daha gösterişli bir düzenleme yapıldı. Piramidin derinliklerine tırmanan yeni bir galeri yapıldı.

Dünyanın 7 Harikası Mısır Keops Piramidi Büyük Galeri

Büyük Galeri

Büyük galeri olarak bilinen bu galeri: 47 metre uzunluğunda ve 8.5 metre yüksekliğindedir. Kireç taşı duvarlar 2 metre dik yükselir ve daha sonra üstteki 7 tabaka azar-azar içeri doğru ilerleyerek, bindirme tonoz şeklini alır. Üstte ise: eni 1 metreden fazla olan tek bir taş dilimiyle kapatılmıştır.

Galerinin başında: çatısına üç yarık açılmış olan kısa, alçak bir geçit vardır. Bu yarıklar: bir zamanlar geçidi ve ötesindeki mezar odasının girişini kapatmak üzere indirilen, granit blokları tutuyordu. Galeri aynı zamanda: çıkış geçidini kapatmak üzere kullanılan granit tıkaçların depolandığı yerdir. Bu tıkama taşları: alan içinde, başka hiçbir yere konulamayacak kadar büyüktür. Bu büyük granit levhalar: cenaze geçeceği zaman, bunlar: tahta kirişlerle desteklenerek galerinin tavanına, altlarına ve cenazenin geçişini engellemeyecek yerlere konuluyorlardı. Rahipler çekildikten sonra, arkada kalan işçiler taşları sallayarak düşürürler, müthiş bir hızla inen bu bloklar, yerde kaydırarak geçidi tıkarlardı.

Böylece:

Mezar odası tarafı, doğal olarak tıkama taşlarının arkasında kalmış oluyordu. İşçiler, sallayarak düşürdükleri taşların ardında kalarak ölüme terk edilmiyorlar, Büyük Galerinin başındaki üst geçitten, bir taşın altındaki dar bir bacadan kaçıyorlardı. Daha sonra ise, kaçtıkları geçit girişini de kapatıyorlardı.
Alçak geçit: mezar odasının kuzeydoğu köşesine, yani kral odasına giderdi.

Dünyanın 7 Harikası Mısır Keops Piramidi Kral-Mezar Odası

Kral-Mezar Odası

Kral odası: perdahlanmış dev granit bloklardan yapılmıştır. Diğer odalara göre daha yukarıdadır ve piramitin merkezinde bulunan sonuncu odadır. Burası, Mısır geometrisinin bir şaheseridir.
Şekli: 2:1’lik “altın oran” yani 10.58 x 5.29 metredir. Odanın yüksekliği: toplam 400 ton civarında çeken, 9 dev bloktan oluşan düz çatıya kadar, 5.87 metredir.
Kral odasının üzerinde: çatısı eğimli olan, en yükseği dışında hepsi düz çatılı olan, beş “rahatlama odası” vardır. İlk dört odacık: kral odası gibi düz tavana sahiptir. Sonuncusunda ise, sivrileşen bir tavan görülür.
Burayı kaplayan bloklar: taş ocağından geldikleri gibi pürüzlüdür ve birkaçının üzerinde, hala, aşı boyalı taş ocağı işaretleri ile Keops adı bulunmaktadır. Piramidin içinde, firavunun adına, yalnızca burada rastlanır.

Mezar odasının batı ucunda:

Tabana yapışık ve duvardan biraz açıkta duran, siyah, büyük bir granit lahit bulunur. Lahit, günümüze kapaksız ve güneydoğu köşesinin üstünün büyük bölümü eksik olarak gelebilmiştir. Tek parça granit bloktan yontularak içi oyulmuştur ve üzerindeki testere izleri, günümüzde de görülmektedir. Elle bile vurulsa: hala çan sesini andıran bir sesle “çınlar”.

Lahdin eni: Çıkış Geçidinin eninden 2.5 cm daha fazladır. Yani, bu lahit, piramidin yapım aşamasında, Kral odasının üstü kapanmadan önce yerine konmuş olmalıdır. Yoksa, bu ölçüleri, sonradan buraya sokulmasına izin vermez. Ancak: oda duvarlarında ince, usta işçiliğe karşın, lahit sanki sonradan başkalarınca yapılmış gibi, son derece kaba bir işçilik göstermektedir. Bu durum: lahde taşınmak üzere getirilirken, Nil nehri üzerinde kaybedilen bir lahit ardından, böyle acele bir lahit konulması olarak tanımlanır. Lahdin üzerinde, sonradan ince süsler yapılmamış olması da ilginçtir.

Mezar odasında, bu lahit dışında diğer elemanlar:

Kuzey ve güney duvarlarında görülen, iki küçük “hava bacası” dır. Bunlar: tabanın 1 metre üstünde başlar ve piramidin içinden geçerek, dış yüzeye çıkarlar. Bu bacaların gerçek amacı ve o günlü işlevleri bilinmiyor. Yani, bu bacaların havalandırmaya katkı sağlamadıkları görülmektedir.

Soygunlar

Tüm önlemlere karşın: MÖ.23’ncü yüzyılda, piramit, mezar soyguncuları tarafından soyulmuştur. Antik çağ ve geç dönemlere kadar; yazarların yazdıklarına göre piramidin girişi açıktı, ancak daha sonra kapandı. Hatta: Memon’un bu yüzden MS.9’ncu yüzyılda yeni bir giriş açtığı söylenmektedir.

Antik Dönem Yazarlarının Aktardıkları:

Herodotos

Tarihin Babası olarak bilinen Halikarnasoslu Herodotos “Tarih” isimli kitabında, 2000 yıllık bir geçmişi olan büyük piramidi ziyareti sonucunda şunları yazmıştır.
“Piramidin üzerinde, işçilerin tükettiği turp, soğan ve sarımsak miktarını belirten: Mısır harfleriyle yazılmış bir yazıt vardır. Bana bu yazıyı okuyan çevirmen: bu iş için 1600 talent gümüş ( bugünkü gümüş fiyatı değerlendirildiğinde, 5 milyon İngiliz Sterlini yapmaktadır) harcandığını söylemiştir. İş süresinin uzunluğunu da hesaba katınca, bu işte kullanılan demir araçlara ve işçilerin beslenmeleriyle giyimlerine harcanan para miktarı çok büyük olmalıydı.”

Hedorotos:

Piramide giden yolun yapımının 10 yıl, piramidin yapımının ise 20 yıl sürdüğünü ve 100.000 işçiden oluşan bir iş gücü kullanıldığını söylemektedir. Keops isimli firavun, yaklaşık 23 yıl hüküm sürmüştür. Dolayısı ile Herodotos’un kullandığı 30 yıllık süreç biraz fazladır. Heredotos’un yazdıklarından birkaç satır daha aktarmak istiyorum. Her ne kadar doğru veya yanlıştır bilinmez: Heredotos, Keops’un yaptırdığı büyük piramidin yapımı için fon elde etmek uğruna: kendi kızına bile fahişelik yaptırmış, onun zamanında bütün tapınaklar ibadete kapatılmış, Mısır-Mısırlılar tarafından nefret edilen, en büyük yoksulluk dönemine girmiştir.

Diodoros

Sicilyalı olan yazar: MÖ.60-30 yılları arasında yazdığı kitabında, piramit hakkında şunları belirtmiştir:
“ 50 yıl hüküm süren, 8’nci kral Memfis’li Keops; Dünyanın yedi harikası arasında sayılan üç piramidin en büyüğünü yaptırdı. Mısır’ın Libya’ya doğru olan kısmında bulunan bu piramitler, Memfis’ten 120 stadion (yaklaşık 13.5 mil), Nil nehrinden 45 Stadion (5 mil) uzaklıktadır. Büyüklükleri ve yapılışlarında gösterilmiş becerileriyle görenleri hayranlık ve şaşkınlığa sürükler.
…. en az 1000 yıl geçtiği halde, hatta söylentilere ya da bazı yazarlara göre 3400 yılı aşkın bir süredir, taşlar hala özgün yerlerinde, yapı ise yıkılmamış olarak günümüze kalmıştır.”
Diodoros: piramit inşaatında 360.000 işçi çalıştırıldığını ve projenin 20 yılda tamamlandığını yazmıştır.

Strabon

Sinop’lu olan ünlü gezgin “Coğrafya” adlı yapıtında, piramit hakkında şunları yazmıştır.
“ Dikkate değer üç kral mezarından ikisi, 1 Stadion (yaklaşık 202 yarda) yüksekliğinden dolayı “Dünyanın Yedi Harikası” arasında sayılmıştır. ………. bunlardan biri diğerinden azıcık büyüktür. Bu piramidin üstünde, kenarları aşağı yukarı ortasında, yerinden oynatılabilen bir taş bulunur. Bu taş kaldırıldığında mezara inen eğimli bir geçit ortaya çıkar.”

DÜNYANIN YEDİ HARİKASINDAN BİRİ OLMASININ NEDENİ

Öncelikle: yedi harika arasında en eski olanıdır ve günümüze kadar ulaşmış tek anıttır. Öteden beri insanlığın kafasını karıştıran, heyecan veren bir etkisi vardır. Bir Arap atasözü bu etkiyi çok iyi özetlemektedir: “ İnsan zamandan, zamansa piramitten korkar.”

Mısır ülkesine giderseniz, Kahire şehri yakınlarındaki bu dünyanın yedi harikasından günümüze kalan en büyük anıtı, mutlaka görmenizi öneririm.