Yunanistan Yunan adaları gezi planı; Yolculuk: Yunanistan’ın başkenti Atina’dan en kolay ulaşılan ada zinciri olan: Kykladlar’dan başlayabilir.
Sonra: saatin ters yönünde seyahat ederek: Güneydoğu Ege’deki Oniki Adalara ulaşılır. Daha sonra: ülkemiz anakarasına paralel olarak bulunan: Güney Ege Adaları: Samos, Khios ve Lesbos’a ve ardından: Kuzey Ege Adaları: Samothraki, Limnos ve Thasos’a geçilir.
Yolculuk: Sporadlar’da biter.
Tabii: bu bir alternatif gezi planı. Siz: adalar hakkında yazacağım ayrıntılı yorumları değerlendirerek, kendinize ait bir gezi planı yapabilirsiniz.
Veya, katıldığınız bir turdaki gezi planında; uğrayacağınız adalar hakkında, buradan ayrıntılı bilgi alarak, gideceğiniz adayı daha iyi gezme şansınız olacaktır.
ADALARA ULAŞIM
Bir ada zincirinden diğerine seyahat etmek isteyenler için: ulaşım, merkezi olarak hizmet eden Yunan ana karasındaki: Pire ve Rafina Limanları dışında, ada gurupları arasındaki bağlantı zayıftır.
Ama; yine de, her ada gurubunda feribot bağlantıları düzenlidir. Seyahat süreleri de, son derece kısadır. Araba feribotu: seyahat seçenekleri arasında en yavaş olanıdır. Ama, azametli ilerleyişleri, güvertede güneş ve deniz havasından zevk almanıza olanak sağlar.
Hydrofoil’ler ve büyük, güçlü katamaranlar; feribotla seyahat süresini yarıya indirir ama ne yazık ki seyahat boyunca, havalandırmalı iç kabinlerde oturmanız gerekir.
Belirli bir adaya geldikten sonra: yürüyerek çevreyi dolaşabilirsiniz. Ya da, daha fazla keşif yapmak için araba kiralayabilirsiniz. Ayrıca, daha küçük adalardaki kasabalar, iyi bir otobüs sistemiyle birbirine bağlıdır.
Kykladlar, Oniki Adalar ve Sporadlar’da;
Yunanistan Yunan adaları gezi planı; Bazı kasabalar, gurup içindeki diğer adalara gidiş-geliş için işlek bir merkez olarak da hizmet verir.
Aşağıda: bazı merkezler ve buralardan bir-iki saat içerisinde ulaşabileceğiniz adaların bir listesini veriyorum.
Mykonos’dan; Delos’a, Paros, Naksos, Tinos, Andros ve Siros’a seyahat edebilirsiniz. Skiathos’tan: Skopelos, Allonissos ve Skyros’a gidebilirsiniz. Kos’tan: Patmos, Kalymnos, Nisyros ve güzel bir ortaçağ kalesi olan Rodos’a ulaşabilirsiniz.
Yunanistan Ulusal Turizm Örgütünün (GNTO) denizaşırı bürolarında; ana feribot tarifelerinin güncel listesini bulabiliyorsunuz. Yüksek sezonda, zaten feribot seferleri sayıları arttırılıyor.
EGE’NİN BAŞLICA İLGİ ÇEKİCİ YERLERİ
Yunanistan Yunan adaları gezi planı; Ege’de pek çok güzel ada bulunur. Ama, aşağıda sıralanan adalar, mutlaka görülmeye değerdir.
Mykonos
Ege’nin eğlence ve alışveriş merkezidir. Güzey Mykonos Kasabası; orijinal Yunan Kyklad mimarisiyle bohem bir atmosfere sahiptir. Özellikle: gençlerin ve ünlülerin akın ettiği ve hemen her şeyin yaşandığı Temmuz ve Ağustos aylarında buraya gidebilirsiniz.
Delos
Antik dünyanın en önemli kentlerinden biri olan Delos; antik Yunanlılar için kutsal bir ada ve Romalılar için ise, bir ticaret merkeziydi. Adada, turistik işletmeler bulunmadığı için, günübirlik ziyaret edebilirsiniz.
Santorini
MÖ.1500 civarında, güçlü bir yanardağ, arkasından dünyadaki en büyük çöküntüyü bırakarak, bu adanın merkezini patlatmış. Parlak, beyaz badanalı evleriyle, petek şeklindeki köyler ve uçurumların kenarlarına tutunan mavi kubbeli kiliseler, dünyanın en etkileyici manzaralarından biridir.
Kos
Bir tek kasaba içerisinde: Yunan, Roma, Haçlı ve Osmanlı kalıntıları ve yalnızca bir motor seyahati uzaklıktaki adalar ağı ile Kos; kuzey Oniki Adalar arası seyahat için mükemmel bir merkezdir.
Patmos
MS.95 yılında, İncil yazarı Yuhanna, bu küçük adada Vahiy Kitabını yazmış. İlahi Vahyin indiği mağarayı görebilirsiniz. 1088 yılında kurulan, paha biçilmez ikon ve dini mücevher koleksiyonu ile, Aziz Yuhanna Manastırı da görülmeye değer. Burası: Yunan Ortodoks dininin en kutsal yerlerinden biridir.
EGE ADALARININ BAŞLICA ÇEKİM MERKEZLERİ
Ege adalarının belli başlı turistik yerleri: aşağıdadır.
Delos Adaları
Antik Yunan ve Roma imparatorluğunun kutsal tapınak sitesi ve ticaret limanıdır. Pazartesi hariç her gün; saat: 08.00-05.00 arasında gezilebilir. Giriş ücretli. Mykonos’tan feribotlar geliniyor.
Antik Akrotiri, Santorini
MÖ.2000 öncesine tarihlenen antik Minos şehri, Pazartesi hariç, her gün saat: 08.00-20.00 arasında açıktır. Giriş ücretli.
Asklepion, Kos
MÖ.4’ncü yüzyıldan kalma tıp merkezi. Yaz mevsiminin sonlarına kadar, Pazartesi hariç, her gün saat: 08.00-15.00 arasında açıktır. Giriş ücretli.
Aziz Yuhanna Manastırı/Kıyamet Manastırı, Patmos
Aziz Yuhanna’nın Vahiy Kitabını yazdığı, haç alanları. Genellikle: her gün, saat: 08.00-13.00 arası açıktır. Giriş ücretsiz.
Mytilini Kalesi. Lesbos
Venedik ve Osmanlı kalesi. Pazartesi hariç, her gün saat: 09.00-20.00 arasında açıktır. Giriş ücretli.
Mytilini Arkeoloji Müzesi. Lesbos
Bu kültür merkezi, tarihin her döneminden buluntularla, Yunanistan’ın en güzel koleksiyonlarından biridir. Pazartesi hariç, her gün saat: 08.30-13.30 ve 17.00-21.00 arasında açıktır. Giriş ücretli.
Taş Orman, Lesbos
Taşlaşmış sekoya ağaçları. Her gün, saat: 09.00-20.00 arasında açıktır. Giriş ücretli.
Nea Moni Manastırı. Khios
Güzel bir mekanda bir Bizans Manastırı. Her gün saat: 08.00-13.00 ve 16.00-20.00 saatleri arasında açıktır. Giriş ücretsiz.
KYKLADLAR ADALARI
Atina ve Attika Yarımadasına en yakın konumdadırlar. Pek çok insanın düşündüğü; tipik Yunan adalarıdır. Adaların: masmavi küçük limanları, canlı renklerle süslenmiş beyaz badanalı evleri, küçük kubbeli şapelleri ve tarlalardaki eşekleri genel bir özelliktir.
Yüzyıllar önce: Delos adası, antik dünyanın en önemli sitelerinden biri imiş. Çevresinde; bir çember ya da Kyklos oluşturacak şekilde yerleşmiş adalar nedeniyle, bu ismi alan Kykladlar; önceleri, bir düzine adadan oluşuyordu. O zamandan bu yana 20 ada daha eklenerek Kykladları, Yunan Ada grupları arasında en büyüğü haline getirmiştir.
Belli başlı adaları, kesinlikle başkalarıyla paylaşacaksınız. Ama, bu adaların çekiciliklerini yitirdikleri anlamına gelmez. Kalabalıktan hoşlanmayanlar için, bu işlek yollardan uzakta, hala sakin olan keşfedilecek adalar da var.
Bu adalar: Mykonos, Delos, Andros, Tinos, Sifnos, Paros ve Antiparos, Naksos, Santorini, İos.
ONİKİ ADALAR
Oniki Adaların Yunanca adı: “Dodecanese”dir. Slında bir düzineden fazla adadan oluşmasına rağmen, adını oniki ada anlamına gelen “dodeka nisi” ifadesinden alır. Adalar, 1912 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğunun ve daha sonra ise 1947 yılına kadar İtalyanların hakimiyetinde kalmıştır. Büyük adalarda: Müslüman etkisinin soluk izleri görülebiliyor.
Bu adalar şunlardır: Kos, Patmos, Kalymnos, Karpathos.
DOĞU EGE ADALARI
Türkiye’nin batı kıyısına, Yunanistan’dan çok daha yakın olan 3 büyük ada: kuzeyden güneye doğru sıralanmıştır. Lesbos, Khios ve Samos. Doğu Ege Adaları olarak bilinen bu adalar; genellikle doğudan gelen işgal dalgasının ön saflarında yer almıştır.
Fenikeliler ve Persler, ana karadaki antik Yunan krallıklarına saldırmak için buraya gelmiş, daha sonra Osmanlılar tarafından bölgeden kovulan Venedikliler ve Cenevizliler kaçarken, bu bölgeyi üs olarak kullanmışlardır.
19’ncu yüzyılda; Yunanistan’ın devlet olma savaşında, bu üç ada, nüfusu önemli rol oynamıştır. Bu adalar: 1923 yılından sonra yapılan mübadele hareketinde de, Anadolu’dan çok miktarda, Rum nüfus almıştır. Tabii bu arada adada yerleşik Türkler de Anadolu’ya göç etmişlerdir.
Evet, bu adalar şunlar: Lesbos, Khlos, Samos.
KUZEY EGE ADALARI
Lesbos, Khios ve Samos gibi, Kuzey Ege Adaları da, başta Çanakkale Boğazına giden denizyollarındaki stratejik rolü nedeniyle başta Limnos olmak üzere, Anadolu kıyılarına yakınlıklarından etkilenmişlerdir.
Adalar; aynı zamanda kuzey Yunan ana karasına ve Balkanlara da yakındır ve bu nedenle Ege’de daha güneydeki komşularına nazaran daha farklı etkilere sahiptir.
Evet, bu adalar şunlar: Thasos, Limnos, Samothraki.
SPORADLAR
Sporadlar; Yunanca dağılmış anlamına gelir ve bu dört adanın bulunduğu gurup, Yunan ana karasının açığına dağılmış gibidir. Devlet haline geldiği tarihten bu yana, Yunanistan’ın bir parçası olan ve Yunanistan ana karasından pek çok ziyaretçiyi ağırlayan Sporadlar, bir zamanlar, bağımsız yelken cemiyetinin özel mülküymüş.
Bugün, kiralık filo, bu rüya gibi yerde yelken açmak isteyenlere bu harika olanağı sunuyor. Evet, bu adalar şunlar: Sklathos, Skopelos, Alonissos, Skyros.
UZAKTAKİ ADALAR
Milos
Bu ada, şimdiki Paris’teki Louvre Müzesinde bulunan, ünlü Venus de Milo’nun evidir. Milos: Tunç Çağında, erken dönem aletlerinin yapıldığı sert obsidiyen (camlaşmış lav) damarı nedeniyle, büyük bir öneme sahipti. Bugün, adanın sıradandışı kaya yapısı, dünya çapında jeologların ilgisini çekmeye devam ediyor.
Syros
Kyklardlar’ın merkezi olan bu ada: Ege’de az bulunan, gerçek yönetim merkezlerinden birine sahiptir. Ermoupolis, büyük kamu binaları, geniş meydanları, kamu personeli ve standart Yunan çalışma saatlerine uygun çalışan profesyonellerden oluşan kent nüfusuyla, tam bir kültür merkezidir. Asıl endüstrinin, turistleri beslemeye yönelik olduğu diğer ada köylerinden farklıdır.
Amorgos
Dikey bir kaya yüzeyine inşa edilmiş, çarpıcı derecede güzel Bizans Hozoviotissa Manastırı ile ünlüdür. Kykladlar’ın en doğusundaki adalardan biri olan bu ada, aynı zamanda Yunanistan’ın en küçük kilisesine sahiptir. ( Kiliseye yalnızca iki kişi sığabilmektedir.)
Arka Adalar
Naksos’un güneydoğu kıyısının ilerisine yerleşmiş beş küçük ada. Donoussa, Iraklia, Shinoussa ve Koufonisi adalarının her birinin nüfusu, 200’den fazla değildir. Bu sakinlik; bu adaları; gerçek bir kaçış mekanı haline getiriyor. Keros’ta yerleşim yok, ama bu ada: Kyklad döneminde (MÖ.3’ncü binyıl) pek çok defin zanaatkarının yurdudur. Atina’daki bu döneme ait müze parçalarının çoğu, burada bulunmuştur. Bu nedenle de ziyaretçilere açık değildir.
KUŞ UÇMAZ, KERVAN GEÇMEZ ADALAR
Astypalaia
Kykladlar’a doğru yerleşmiş, kelebek şeklindeki Astypalaia adası, ana turistik rotalardan uzakta bulunduğu için ulaşılması zor bir adadır. Fransız ziyaretçiler tarafından benimsenen kasabaları ve tatil beldelerinin kafe ve barları da ne ararsanız bulunabiliyor.
Kastellorizo
En doğuda yer alan Yunan Adasıdır. Anadolu kıyısından görülmektedir. “Büyük” anlamına gelen Megisti, adanın diğer adıdır. Ama ne var ki, bu ada, yerleşim açısından en küçük Yunan adasıdır. 20’nci yüzyıl başlarında zengin olan ada, geçimini gemicilikten kazanıyormuş. Daha sonra, talihsizlikler ve azalan nüfus ( ikinci dünya savaşından sonra, ancak birkaç yüz kişi adaya dönmüş) yok olmuş bir debdebe mirası yaratmıştır. Zarif konaklar, kasabanın üstündeki, harap Haçlı kalesi ve Antik Likya mezarı var.
Nissyros
Deniz tanrısı Poseidon’un, bir titan olan Polyvotis ile arası çok bozukmuş. Poseidon, Polyvotis’in, Kos’un hemen güneyinde, suyun altında olduğunu keşfedince, oradan aldığı bir kaya ile, hasmını paramparça etmiş. Bu kayanın: Nisyros adası olduğu düşünülüyor. Ortasında, uyuyan bir volkanın bulunduğu adanın sıcak su kaynaklarından, tıslamasından ve toprağın derinliklerinden gelen homurtulardan, devin çığlıklarının hala duyulduğu söylenir.
Evet, bu yazılanları inceleyip, daha ayrıntılı bilgi almak isterseniz, yine bu sitede, adalara ait sayfalara ulaşabilirsiniz. Bunun sonucunda: kendinize, tercihlerinize ve zamanınıza uygun bir gezi planı yapabilirsiniz.
Meteora, Kalambaka şehrinde bulunmaktadır. Şehir Atina şehrine 357 km uzaklıktadır. Tren veya otobüs bağlantısı vardır. Teselya ovasında, Pindos dağlarının hemen yamaçlarında kurulmuştur.
Atina şehrinden buraya ulaşmak isterseniz, uzunca bir karayolu yolculuğunu göze almanız gerekiyor ki, bir de yolculuk yapılan karayolu gayet çok virajlı ve inişli-çıkışlıdır.
Karayolu’nda ilerlerken yol kenarında, küçük küçük kilise-manastır maketleri göreceksiniz. Bu maketler: yolun o kısmında kazaya uğrayıp yakınlarını kaybedenler tarafından yerleştirilmektedir.
Bu maketlerin bulunduğu yerlerde, yolun tehlikeli olduğunu da işaret etmesi açısından önem kazanmaktadır.
Bir diğer başlangıçta sizlere sunmak istediğim husus: tur gurupları Meteora ekstra gezisi için ziyaretçilerden 35 Euro ücret alıyorlar.
Bu ücretin sadece 3 Euro’luk kısmı, Meteora manastırlarına giriş için kullanılıyor, yani kalan 32 Euro, tur tertip heyeti ve rehberlere veriliyor.
Karşılığında belki otobüs yani ulaşım ücreti denebilir ancak gittiğinizde göreceğiniz gibi, öyle ana yollardan ayrılıp saatlerce ayrı olarak gidilen yollar yok, zaten tur gurupları Meteora ekstra gezisini, şehirler arasında giderken yani örneğin: Selanik-Atina arası veya Atina-Kavala arasında giderken yapıyorlar, yani ana yollarından pek fazla uzaklaşma veya ayrılma söz konusu değil.
Sanırım kar marjının bu kadar yüksek olmasını kişilerin vicdanına bırakmak lazım. Ben bunları yazınca, okurlar elbette kendi başımıza gidelim, nasıl gidebiliriz şeklinde düşüneceklerdir. Ben tur gurubu ile gittiğim için, Atina veya Selanik şehirlerinden buraya nasıl ulaşabileceğiniz hakkında yorum yapmak istemiyorum, ama gerçek şu ki, mutlaka yolu olsa gerek yani Atina ve Selanik şehirlerinden mutlaka buraya bir şekilde ulaşım vardır ki, daha ucuz olduğu kesin.
Kalambaka şehri
Meteora bölgesine turdan ekstra gezi olarak satın alırsanız, Kalambaka şehrine girmeden doğrudan Meteora bölgesine çıkacaksınız. Ancak ben yine de Kalambaka şehri hakkında sizlere kısa bilgi vermek istiyorum.
Kalambaka şehri, günümüzde turist ve hacı gurupları için birçok otel, konuk evleri taverna ve restoranlarla doludur. 12 bin nüfuslu şehirde: hediyelik eşya dükkanlarından el boyalı geleneksel dini simgeler, işlemeli kumaşlar ve deri sandaletler satılmaktadır.
Büyük olasılıkla, manastır gezisi sonunda, buradan ayrılmadan önce yemek molası olarak Kalambaka şehrinin dışındaki bir yol kenarı istasyonda mola verilecektir. Burada unutmayın ki: seçmeli yemek reyonunda yemek seçerken, yemeklerin üzerinde mutlaka fiyat etiketi olmasını kontrol edin, yoksa elinizde tepsiyle kasaya geldiğinizde, yüksekçe bir meblağ ödeme yaparak sürprizle karşılaşabilirsiniz ki, yemeklerin kötü olduğunu da belirtmek isterim.
Meteora
Meteora’ya ulaşmak için, yollar gayet güzel ve asfalt, ancak biraz önce de söylediğim gibi viraj-iniş-çıkış gayet bol, yani zor bir yol. Bu yolun bitiminde yani Meteora bölgesine geldiğinizde ki, Kalambaka şehrine uğranılmıyor, araçlar belli bir yerde durmak zorunda kalıyor, çünkü aşırı kalabalık, tam bir araç kalabalığının içine giriliyor.
Özellikle tur otobüsleri, bu kalabalık içinde ilerleyemiyor ve belli bir yerde ziyaretçileri bırakıyor ve sizler, o noktadan itibaren (şansınız varsa 200-300 metre kala, yoksa şansınıza kalmış, 500-600 metre de olabiliyor) yokuş yukarı yürümek zorunda kalıyorsunuz ki, hava da sıcaksa bu yürüyüş gayet sıkıntılı oluyor.
Yani, manastırlara tırmanmadan önce bir yer yokuş yukarı yürüyüş sıkıntısı yaşamak gerekiyor. Ancak, bu arada şunu söylemek istiyorum, manastırların bulunduğu kayalık tepeliklerin üstündeki görüntüsü gerçekten ilginç, yani bu manastırları uzaktan gördüğünüzde içine girip gezmenin verdiği heyecanla yürüyüş devam ediyor.
Önemi
Burası Yunanistan ülkesinin gizli mücevherlerinden birisidir. Daha doğrusu Yunanlılar, burayı dünya çapında tanınır hale getirmek için her türlü reklamı kullanmaktadırlar.
Yunanistan’ın “taş ormanları” ve sarp kum taşları üzerinde yükselen, tünemiş manastırlar, her yıl binlerce ziyaretçi çeken, manevi vahalardır. Burayı gördüğünüzde, bu doğal ortamda, o manastır yapılarının nasıl yapıldığını hayretler içinde izleyeceksiniz.
Burada biraz manastırlardan söz etmek istiyorum. Ardından yine yürüyüşe devam edeceğiz.
Meteora kelimesinin anlamı “havada asılı” demektir. Zaten milyonlarca yıl önce, buranın bir iç deniz olduğu ve doğa hareketleri sonucu deniz dibinin yer yüzüne çıktığı ve kayaların şekillendiği ve şimdiki halini aldığı söyleniyor.
Bu bölge, tarihi süreçte ilk olarak Ortodoks rahipler için dua yeri olarak 11’nci yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. 300 metre yükseklikteki kayaların tepesindeki mağaralarda yaşayan keşişler; zamanla tepelerin üstündeki düzlüklere manastırlar inşa etmeye başlamışlardır. Bu manastırların inşaatına 1356 yılında başlandığı söyleniyor.
Bölgede 24 tane manastır yapılmasına rağmen, bunlardan sadece 6 tanesi günümüze ulaşmıştır. Bunun sonucu olarak bölgede çok sayıda yıkık ve terk edilmiş manastır bulunmaktadır.
İlginç olan inşa edilen manastırların kaya bloğunun üstündeki düzlüklerle, birebir aynı olması yani kayanın dibinde bir karış bile boşluk bırakılmadan inşa edilmeleridir. Daha da ilginç olanı: bu yapıları inşa etmek için gereken malzemeleri, ipten yapılmış file asansörlerle tepelere çıkarmış olmalarıdır.
Gelelim manastırların gezilmesiyle ilgili bilmeniz gereken kurallara
1-Kesinlikle uzun ve yorucu tırmanışlara hazırlıklı olun. Bu manastırların 6 tanesini de gezmek mümkün olmuyor, bence en popüler olan iki tanesini gezin demek istiyorum ama tur gurubu ile giderseniz, zaman darlığı nedeniyle sadece bir tanesini gezmeniz mümkün oluyor. Belli bir yaş üstünde olan kişilerin, bu yorucu tırmanışlara kalkışmamasını öneririm.
2-Meteora bölgesini 3-4 saatte gezmek mümkün değildir. Gezi için yapılan parkurun toplam uzunluğu 15 km civarındadır, hava şartları, iniş ve çıkışları da düşünürseniz gerçekten yorulmaya hazırlıklı olmak gerekir.
Ancak genellikle tur guruplarında olduğu gibi, sadece tek bir manastır gezilecek ise, 3-4 saatlik süre yetmektedir.
Çünkü manastırın içinde saatlerce gezilecek bir ortam bulunmuyor ve zamanınızın büyük bölümü yol yani manastıra gitmek ve dönmek için geçiyor. Yunanistan gezinizde, bir şehirden başka şehre geçerken burayı ziyaret etmeyi düşünürseniz, bilmelisiniz ki, o gününüz tamamen bitecektir.
3-Plastik tabanla ayakkabı (bayanlar için topuklu ayakkabı asla), su, güneş kremi, soğuk ve yağışlı havalar için rüzgarlık, ceket, şemsiye bulundurun.
4-Manastırların hangisinin açık olduğunu ve açılış ve kapanış saatlerini önceden mutlaka kontrol edin. Çünkü manastırlardan dönem dönem farklı olanlar ziyarete açıktır ve hepsi bir arada olmadığından gideceğimiz manastıra göre yolunuzu belirleyin. (tur gurupları için rehber bunu belirlediğinden seçenek olmuyor)
5-Giysileriniz mutlaka muhafazakar olmalıdır. Kısa kollu veya şort ve kısa etekli olmayın, hatta pantolonlu bile olmanız durumunda: manastır kapısında ücretsiz verilen şallara sarılmak zorunda kalıyorsunuz. Yani: yanınızda bulunmadığında manastır kapısında şal veriyorlar.
6-Manastır ziyaretine gitmek isteyenler için: gerek yaz aylarında havanın sıcak olması ve gerekse ziyaretçi yoğunluğu nedeniyle: sabahın erken saatlerinde gitmelerini öneririm. Yoksa: özellikle manastır çıkış ve iniş merdivenlerinde büyük sıkıntı yaşanıyor ve zaten çok büyük olmayan manastır içinde kalabalıktan sıkıntı yaşanıyor.
7-Manastıra giriş ücreti 3 Euro’dur. Manastır girişinde 5-6 metrelik bir tünel bulunuyor, bu konuda fobisi olanların manastır ziyaretinden vazgeçmelerini öneririm.
8-Otobüslerden veya araçlardan indikten sonra, tepeye doğru yürüyoruz ve tepede: manastırların giriş bölümünde, bir süre aşağıya doğru merdivenlerle iniyoruz, sonra manastırın bulunduğu kaya bloğuna geçiriyor ve burada tekrar merdivenlerden yukarı doğru tırmanışa geçiliyor.
9-Bu manastırlarda uzun süre ulaşım için iplerle yapılan asansörler kullanılmıştır. Günümüzde ise, bu ip asansörlerin yerini çelik halat kullanılan asansörler almıştır.
10-Geldik en son ve en önemli maddeye: sayın okurlar, burayı bir tur ekstrası olarak ziyaret ederseniz, rehberiniz “benim burada içeride rehberlik yapma yetkim yok” diyerek sizleri manastıra yollayacak ve sizler de manastır hakkında herhangi bir açıklayıcı bilgi olmadan, yanınızda rehber olmadan manastır içinde boş gözlerle çevreyi izleyerek gezinizi yapacaksınız.
Halbuki: rehberinizin yetkim yok diye geri çekilmesi bir anlamda doğru ancak tur rehberinizin, manastır içinde yardımcı olması için yerel rehber tutması gerekiyor. Burada yerel rehberler var ve (tahminen 150 Euro civarında) ücret karşılığında (Türkçe rehberlik yapanlar da var) guruplara rehberlik yapıyorlar. Eğer bu da olmazsa, bu satırları hatırlayın ve manastır geziniz güzel geçsin.
Mantar müzesi-Natural History Museum Meteora
Müzede: memeliler, kuşlar ve mantarlar bölümü bulunuyor. Meteora çevresindeki iklim, mantar büyümesi için idealdir. Bu müzede: yenilebilir ve yenilemez ya da zehirli olup olmadığına göre kategorize edilen yerel mantarlar hakkında birçok bilgi bulunmaktadır.
Kilo başına binlerce dolar maliyetli beyaz ve siyah yer mantarlarının örnekleri görülüyor. Ayrıca yine müzenin satış bölümünde: mantarlı zeytin, mantar yağı, mantar sütlü çikolata, makarna bulup satın alabilirsiniz.
Yani hediyelik eşya satın almak için ilginç bir yerdir.
1-GRAND METEORON-KASTRAKİ MANASTIRI
Turlarla buraya gittiğinizde büyük olasılıkla bu manastırı ziyaret edeceksiniz. Bu manastır: 1988 yılında UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
Zeminden 300 metre yükseklikte, deniz seviyesinden ise 615 metre yükseklikte, havada asılı gibi duran bu manastıra, başlangıçta sadece merdiven ve vinçle ulaşılıyormuş. Günümüzde ise modern yollar ve merdivenler yapılmış ve ziyaretçilerin daha kolay ulaşmaları sağlanmıştır.
Ama burada hala eski alışkanlık ürünü veya malzeme taşımak için kullanılan, manastır ile ana kara parçası arasında bir asansör misali ulaşım aracı duruyor, ben orada iken, bu araç manastırdan ana kara parçasına hareket etti, ana kara parçasında içinden bir insan çıktı, demek ki bunu günümüzde de ulaşım için kullanıyorlar.
Manastır, 1356 yılında, Athanasios tarafından Meteorite’de kurulmuş ve onun öğrencisi ve halefi Iosaph tarafından 14’ncü yüzyılın ikinci yarısında Kral Simeon döneminde büyütülmüştür. Manastırda: Athanasios ve Iosaph’ın mezarları, fresklerle bezenmiş bir kilisede durmaktadır.
Yukarıda belirttiğim gibi: otobüs veya araçlardan indikten sonra, tepe noktasında, merdivenlerle aşağıya iniliyor, karşıya kaya bloğuna geçiliyor ve sonra merdivenlerle yukarı manastırın girişine tırmanılıyor ve giriş bileti aldıktan sonra manastıra giriliyor.
Manastırın içindeki gölgeli avlu dinlenmek için idealdir. Dinlendikten sonra, aşağıda belirttiğim yerleri gezmenizi öneririm. Herhangi bir gezi planı veya rotası veya işareti yok, ama siz sağdan takip ederek manastırı geziniz.
Müze-Museum of Hıstory And Folklore
Manastırda bir müze bulunuyor. Bu müzede fotoğraf ve video çekimi yasaktır. Müze pek zengin içerikli değil ama ücretsiz olduğu için girip gezmek ilginizi çekecek objeleri görmek gerekir. Özellikle: Türk düşmanlığının sergilendiği büyük resimler mutlaka ilginizi çekecektir.
Özellikle dini yapılarda, dini yerlerde bu şekildeki düşmanlık körükleyen veya aşılayan resimlerin olması düşündürücüdür. Müzede: çeşitli yöresel giysiler, ahşap oyma haç, nadir ricons, önemli dini el yazmaları, din adamlarının giysileri, silahlar ve resimler sergileniyor.
Hemen giriş kapısındaki görevli kesinlikle fotoğraf çekilmesini engelliyor, zaten bir taraftan müze, kameralar ile denetleniyor, bu yüzden fotoğraf çekimi yapmamanızı öneririm. Müzede: ilgimi çeken obje: girişte hemen solda bulunan bir resim, bu resimde Fener Rum Patriğinin Osmanlı döneminde asılması betimlenmiştir.
Elbette bu asılma olayının temeli bilindiğinde yani Patriğin alenen Türk düşmanlığı yaptığı ve düşmanlık konusunda Rus İmparatoru ile işbirliği yaptığı ve bu durumun bizzat Rus imparatoruna yazdığı bir mektupla kanıtlandığı ve bunun üzerine idama mahkum edildiği bilindiğinde, sanırım bu resimle yaratılmak istenilen Türk düşmanlığı onların yaratmayı arzuladığı şekilde olmayacaktır.
Çünkü olayın gerçek iç yüzünü bilmeyenler, sadece bu resmi gördüklerinde, Osmanlının sanki masum bir din adamını asarak öldürdüğünü yani cinayet işlediğini düşünüyorlar. Halbuki: Türk-Yunan çatışmalarında Yunan din adamları ve dini kurumları daima ön planda olmuşlardır.
Bu müzenin kapısının hemen dışında ise, yine duvarlarda iki bölüm halinde resimler sergileniyor. Aşağıda yazdıklarımı okursanız, bu resimleri gördüğünüzde ifade ettiklerini daha iyi anlayabilirsiniz.
Birinci bölümde: I. Dünya savaşı resimleri var. Bu resimlerde: yine Türk düşmanlığı ve Türklerin Yunanlılar karşısındaki ezilmişliği açık ve aleni şekilde vurgulanmıştır.
Bir duvar resminde: bir Türk subayının Yunanlı subaya kılıcını teslim edişi, beyaz elbiseler içinde Yunanistan’ı temsil eden bir genç kızın, subaylar tarafından himaye edilmesi, yerdeki Türk bayrağının, kılıç ve kesik kafaların gösterilişi, büyük bir taş blokla temsil edilen Türklerin, Yunanistan ile aralarındaki zincirlerin kırılışı tasvir ediliyor.
Yani: Türk esaretinden kurtulan Yunan halkı resmedilmiştir. Yine buradaki bazı fotoğraflarda: Yunanistan’ın bağımsızlığı kazanma sürecinde, önemli ve omuzlarında silahları ile militan din adamlarının resimleri görülmektedir.
İkinci bölümde ise, bu kere, II. Dünya savaşında Yunanistan’ı işgal eden Nazi Almanya’sını aşağılayıcı resimler görülüyor.
Yukarıdaki resim, manastırın duvarında bulunmaktadır. Bu resim: Yunanistan ülkesinde diğer birçok yerde görülen çift başlı kartal figürü, Roma-Bizans kültüründen gelmektedir.
Figürde bir kartalın başı, Roma şehrine, diğer kartalın başı ise İstanbul’a bakmaktadır ve Bizans simgesi bu figür, Bizans’ın ardından Fener Rum Patrikhanesi tarafından kullanılmış ve kullanılmaktadır.
Manastırın diğer bölümlerine gelince
Platys Lithos
Buranın kurucusu olan Aziz Athanasios Meteorites’in kayaya oyulmuş, orijinal inziva manastırı: girişte, merdivenin solunda görülür.
Başkalaşım kilisesi
1388 yılında Aziz Iosaph tarafından inşa edilmiştir. 1544-1545 yıllarında bir nef ve narteks ilave edilmiştir. Özellikle bir Giriş okulu anonim sanatçısı tarafından 1552 yılında boyanan freskler iyi korunmuştur. Fresklerde: İsa’nın hayatı, Meryem, çeşitli askeri azizler, manastırın kurucuları sahneleri tasvir edilmiştir. Nef bölümünde dikkat çeken tasvirler vardır.
Beş sütunlu ve baş melekler Mikail ve Cebrail ile Meryem portreleriyle dekore edilmiş bir apsis ile desteklenen tonozlu bir çatısı vardır.
Kilisenin kuzey tarafındaki yemekhane 1557 yılı yapımıdır. Bitişik mutfak, duman ile kararmış ekmek fırını ve özgün ocakla dikkat çeker. Şarap mahzeninde: ahşap şarap varilleri ve diğer tarım malzemeleri vardır.
Sacristy
Birçok ziyaretçi için kilise dışında; en ilgi çeken bölüm: önceki sakinlerin kafatası ve kemiklerinin, düzgün raflarda dizildiği “Sacristy” kısmıdır. Bir kapıda, küçük bir pencereden burası görülebiliyor.
Sanırım: burada görevli kişiler öldüklerinde, bir süre toprağa gömülü kalıyorlar ve belli bir süre geçince kemikleri topraktan çıkarılıp burada depolanıyor ve yeni ölenler aynı yere gömülüyorlar, yani bir anlamda mezar yerinden tasarruf yapılıyor.
Sonuç
Evet, manastırı gezdikten sonra (herhangi bir rota, plan veya işaret olmadığından belki bazı yerleri atlayacaksınız, görmeyeceksiniz) son durak bahçe olabilir. Bahçenin bulunduğu yerde, muhteşem güzel çiçeklerin arasında bir süre oturup dinlenin ve çevrenin manzarasını izleyin, çünkü yine uzunca bir yol, merdiven inişleri ve çıkışları sizi bekliyor.
Hatta: eğer kalabalık guruplar geliyorsa merdivenin bazı yerlerinde aynı anda iki kişinin geçmesi bile sorun yaratabiliyor. Bahçede bir süre dinlenin ve bahçede bulunan ağaca her kez gibi siz de bir şeyler bağlayın, dilek tutun diyerek bu manastırı tanıtım yazımı bitiriyorum.
2-HOLY TRİNİTY MANASTIRI-AGİA TRİADA-JAMES BOND MANASTIRI
Şimdi bölgedeki bir başka manastırdan söz etmek istiyorum. Genellikle yukarıda anlattığım manastır geziliyor ama yine de bir ihtimal, orası kapalı olursa, şimdi anlatacağım Holy Trinity Manastırı gezdiriliyor.
Burası, ulaşımın en zor olduğu manastırdır. Manastır, Osmanlıdan kaçan rahipler tarafından 1458-1476 yılları arasında kurulmuştur. 20’nci yüzyıla kadar, rahipler ve hacılar, sadece ip merdiven ve sepetler aracılığı ile buraya ulaşıyordu. Burada anlatılan bir hikayeyi belirtmek istiyorum.
Zamanın birinde, buradaki manastırların birine bir keşiş gelmiş, yukarı nasıl çıkacağım diye sormuş. Manastır görevlisi, bu ip asansörle çıkacaksın demiş. Keşiş peki siz bu ip asansörlerin iplerini ne zaman değiştiriyorsunuz. Manastır görevlisinin cevabı “kopunca değiştiriyoruz”
1925 yılında, kayaya oyma merdiven yapılır. Buraya ulaşmak için 140 basamaklı merdiveni tırmanmak gerekiyor. Manastırın bütün hazineleri: II. Dünya savaşında Almanlar tarafından yağmalanmıştır. 1476 yılı yapımı küçük kilise, tuğla ve kiremit bir cepheye sahiptir ve 1684 yılı yapımı büyük bir narteks yanındadır. Bu iki yapı, evrelerini yansıtan iki kubbeye sahiptir.
Kilise 17 ve 18’nci yüzyıllarda yapılmış fresklerle süslüdür. Ayrıca: 1539 yılında Venedik’te basılmış, gümüş kapaklı Gospel kitabı, kilisenin günümüze kadar gelebilen taşınabilir nadir hazinelerinden biridir. 1682 yılı yapımı, kaya içine oyulmuş, erken inziva yeri olarak kullanılan Chapel Baptist, yüzyıllar boyunca rahipler tarafından kopyalanan 120 dini el yazmasına ev sahipliği yapmaktadır.
1981 yılında James Bond “Your Eyes Only” isimli filmi, bu manastırda çekilmiştir. Filmde James Bond, halat merdivenle manastıra tırmanmaktadır ve bu yüzden manastırın adı “James Bond” manastırı olarak anılmaktadır.
3-VARLAAM MANASTIRI
373 metrelik bir uçurumda bulunan manastıra çıkmak için 195 basamaklı bir merdiven çıkmak gerekiyor. Anayoldan dar bir köprü ile ulaşılıyor. Kartal figürlü bir kapıdan girilerek manastıra ulaşılıyor.
Bir keşiş, bu köprüde bazen oturur ve ziyaretçilerle sohbet eder. Hoş bir bahçe vardır. Burası: Meteoron’dan sonraki ikinci büyük manastırdır.
1350 yılında Varlaam adında bir münzevi keşiş, bu büyük kayaya tırmanır ve üst kısmında yerleşir. Kendisi burada bir kilise, bir hücre ve bir su tankı inşa eder. Ancak kimse kendisini takip etmez ve ölümünden sonra, site terk edilir. Binalar 1517 yılına kadar 200 yıl boyunca harabe haline gelir. 1541-1542 yıllarında, manastırın restorasyonu yapılır.
İpler, kasnaklar ve sepet kullanılarak, kayanın üstüne tüm yapı malzemesi taşınır ve bu faaliyet 22 yıl sürer. Malzeme taşındıktan sonra ise, restorasyon işlemi 20 günde tamamlanır. Manastır 16’ncı yüzyıl boyunca kullanılır ama 17’nci yüzyıl başlarında rahipler azalmaya başlar. Günümüzde burada sadece 7 rahip bulunduğu söyleniyor.
Manastırın içinde: freskler, 16’ncı yüzyıldan kalma bir kilise, eski yemekhane ve müze ziyaret edilmektedir. Ayrıca keşişlerin malzemeleri taşımak için kullandıkları eski halat sepet ki 1536 yılı yapımıdır görülebilir. Yemekhane, dini eserler müzesi haline getirilmiştir. Müzede: oyma ahşap haç, simgeler ve başkaca eserler görülür.
Ayrıca rahipler tarafından kopyalanan 300 dini el yazması kitap bulunur. Manastırın mutfağı, sekizgen kubbesi, tonozlu yapısı ve bacası ile dikkat çeker. Yağmur suyunun biriktiği, 12 ton su taşıyabilen orijinal su varili, bir depoda sergilenmektedir. Hatıra eşyaların satıldığı bir dükkan da bulunuyor. Çünkü burası dış dünyaya açılmış bir manastırdır ve ikonlar, tahtadan eşyalar ve benzeri birçok hediyelik ve hatıra eşya satılmaktadır.
4-AGİOS STEFANOS
Meteora bölgesindeki, erişimin en rahat olduğu manastırdır ve herhangi bir tırmanmaya gerek kalmaz. Bir köprü vasıtasıyla ulaşılıyor. Diğer manastırlara göre daha az gösterişlidir. 18’nci yüzyılda 1798 yılında inşa edilen burası çevredeki tek kadın manastırıdır. Moni Aghiosu Stefanunun, Sırp hükümdarı Epirus Nicephorus II’nin oğlu olduğu düşünülmektedir.
Manastır, Aziz Antoninus Cantacuzenos tarafından kurulmuştur. Manastır 20’nci yüzyılda çok zarar görmüştür. II. Dünya savaşı sırasında Almanlar tarafından bombalanmış ve sonraki iç savaş sırasında talan edilmiştir.
İç savaş sırasında, manastırdaki fresklerin çoğu, Komünist isyancılar tarafından tahrip edilmiştir. Ardından, Aziz Stephen bir rahibe manastırı olmuştur ve 1961 yılında terk edilmiş, günümüzde manastırda Abbest Agathi Antoniou liderliğinde 28 rahibe yaşamaktadır.
Balkonundan, çevrenin muhteşem manzarası izlenir. Manastırda rahibeler, freskler ve altın detaylarla süslenmiş güzel bir şapel görülmektedir. Özellikle yemekhanesinde 15’nci yüzyıldan kalma freskler ilgi çekmektedir. Müzede ise, rahibeler tarafından yapılan el yapımı nakış ve diğer ıvır zıvır satılmaktadır.
5-ROUSSANOU MANASTIRI
Aziz Barbara adına adanmış bu manastır, bir kaya zirvesinin üstünde durmaktadır. Manastıra 1930 yılında yapılan bir ahşap köprüyle ulaşılmaktadır. Manastır Maximos ve Yanya Iosaph tarafından 1545 civarında kurulmuştur.
Manastırın adının anlamı bilinmemektedir. Manastır tüm kaya yüzeyini kaplar ve 3 seviyeden oluşmaktadır. Zemin katta kilise ve hücreler, iki üst katlarda misafir yerleri, resepsiyon salonları, sergi salonları ve yine hücre evleri vardır.
Kilisedeki freskler, ilgi çekmektedir. Manastır: II. Dünya savaşında Almanlar tarafından talan edilmiştir. 1940 yılından önce, 200 yıl boyunca bakıma muhtaç halde kalmıştır.
Daha sonra bölgesel arkeolojik hizmet birimi tarafından onarılmış ve 1988 yılından bu yana, 13 rahibelik küçük bir topluluk tarafından işgal edilmiştir. Güzel küçük bahçesinde, burada yaşayan rahibeler görülebilir.
Rahibeler, ziyaretçilere dostça yaklaşma eğilimindedir, avluda dinlenen ziyaretçilere şeker ikram ederler ve böylece kutuya küçük bir bağış koymanızı beklerler.
6-AGİOS NİKOLAOS ANAPFSAS MANASTIRI-ST NİCHOLAS
Buraya 1 km uzaklıktaki Kastraki köyüne yakın bu manastır, Aziz Nicholas adına, dik bir tepeye yapılmıştır. Mevcut manastır: Aziz Dionysius, Larisa Metropoliti ve Nikanoras tarafından 1510 yılında kurulmuştur. Manastır 1900’lü yıllarda terk edilmiş ve arkeolojik bölge hizmetleri tarafından 1960 yılında restore edilene kadar bakıma muhtaç harap halde kalmıştır.
1997 yılında Kalambaka rahipleri, her yaz turistlere manastırı açmaya başlamışlardır. Burada günümüzde bir keşiş ve başrahip yaşamaktadır.
Manastır binaları, üç katlı yükselen, yukarı yerine dışa uzatılır şekilde yapılmıştır. Kubbesi yüzünden, üstüne inşa zemin pencere vardır ve kaya üzerinde sığdırmak için, düzensiz kat planı vardır.
Geniş bir narteks batı tarafında uzanır. Yapının içi, Giritli sanatçı Theophanes tarafından, 1527 yılında boyanmış fresklerle süslüdür.
Özellikle bu fresklerin görülmesi önerilir. Üçüncü kat: eski yemekhanedir ve fresklerle süslenmiştir, son zamanlarda resepsiyon salonu (kemiklerin depolanması için) kullanılan bir şapel içermektedir.
Mykonos’a yalnızca 6.5 km. uzaklıktadır. Mykonos’tan kalkan bot, yarım saat sonra Delos adasına varıyor. Yüzölçümü: 5 km. karedir.
Tüm Kiklad adalar grubu içinde, arkeolojik bakımdan en önemlisidir. Girişi 5 Euro olan adada: bekçiler ve arkeologlar dışında kimse yaşamıyor.
Ada çok küçük ama, bir ara Akdeniz sahillerinde bulunan şehirlerimizden bazılarını da Delos Birliği içine almış.
GENEL ÖZELLİKLERİ
ANTİK DÖNEMDEN KALMA-ÖNEMİ
Tüm Kiklad Adalar Grubu içinde, arkeoloji bakımından en önemlisidir. Delos adası: Antik Yunan mitolojisine göre: Işık Tanrısı Apollon’un doğduğu yerdir.
Güneş tanrısının kendini gösterdiği: aydınlık, müzik ve güzellik birbiriyle iç içe girmiş bir adadır. Apollon’un doğumuna kadar, adanın serbest bir şekilde yüzdüğü, ama sonra adayı demirlemek için deniz tabanından büyük sütunların yükseldiğine inanılıyor.
Delos: yalnızca, önemli bir dini merkez değildir. Aynı zamanda: Yunan ve Roma dönemleri boyunca: Doğu ve Batı arasındaki ticaretin en önemli kesişme noktalarından biridir. MÖ. 480 yılında: Delos Birliğinin hazinesi burada saklanırdı. Bu durum: Delos’un : bankacılık ve ticaret alanında büyümesini sağlamıştır.
Delos: şu anda, dünyanın en önemli arkeolojik sitelerinden biridir. Adadaki kalındılar, Delos’un antik Yunan hayatındaki kutsal mekan ve ticaret merkezi şeklindeki, ikili rolünü yansıtmaktadır. Antik tiyatro, zengin mozaiklerle süslü evler, Apollon tapınağı ve aslanlı yol. Delos harabelerinde görebileceğiniz yalnızca birkaç örnek.
Delos’ta bugün
Modern bir yerleşim yeri ve turistik tesis yok. Şayet bu adada kalmak isterseniz: yalnızca birkaç bungalov var. Ada’ya gelmeden önce, bu isteğinizi belirtirseniz, size belli bir ücret karşılığında konaklama izni veriliyor.
Sizin yapacağınız: önceden randevu almak ve günü geldiğinde kumanyalarınızı hazırlayarak Delos adasına kapağı atmak. Bot, sizi gurubunuzla birlikte adaya bırakıyor ve ertesi günü almaya geliyor. Düşünsenize, geceyi mitolojinin derinliklerinde kaybolarak yaşamınıza katıyorsunuz. Bence deneyin.
DELOS ADASINDA GEZİNTİ PLANI-ROTASI
Ziyaretçiler: buraya, çevredeki adalardan gezi tekneleriyle gelerek, şimdi alüvyonla dolmuş antik limanın yanındaki feribot iskelesinde iniyorlar.
İskeleden; kentin sağında, evlerin bulunduğu semt ve sol tarafta da bir dizi muhteşem tapınak kalıntısıyla, bütün kasaba manzarasını görebilirsiniz. Tapınaklar: antik Yunan inananları için; uzun haç yolculuğunun son durağı idi. Burada: tanrı Apollona doğum yerinde adak adayabilirler ya da kahine danışabilirlerdi.
Feribot iskelesinden sola dönün ve Kutsal Yoldan ilerleyin. İleride; Apollon’un doğum yerini simgeleyen güzel bir palmiye ağacı göreceksiniz. Çevresinde ise; 1920’lerde sivrisineklerin durgun suda çoğalmalarını önlemek için kurutulan Kutsal Gölün kalıntıları var.
Palmiye ağacından, SİT alanına doğru yapılacak bir yürüyüşle, bir zamanlar, güzel bir dizi sütunlu revakın ve aralarında Apollon’un kız kardeşi “Artemis” tapınağının da olduğu, tapınakların bulunduğu “Apollo Mabedi” ne gidebilirsiniz.
Aslan heykellerinin bulunduğu “Aslanlar Terası”:
Kutsal Göl’e yaklaşırken, bir şeref muhafız kıtası oluşturuyor. Bu aslanlar: Delos’un en çok fotoğraf çekilen sembolleridir. MÖ.7’nci yüzyıldan kaldıklarına inanılan bu aslanların sayısı: yüzyıllar içerisinde 16’dan 5’e inmiştir.
Bugün: heykelleri, modern malzemelerle, en mükemmel oldukları dönemlerdeki halleriyle yeniden yaratmak için çaba harcanmaktaymış. Heykellerin arasında, yalnızca bir tanesi orijinal. Kutsal göl: Apollon’un doğumuna tanıklık ettiği için bu adı alıyor. Göl evinin zeminindeki mozaikler büyüleyici. Göl çevresindeki hurma ağaçları, palmiye ağaçlarının gölgesine sığınmışlar.
Gölün arkasındaki tepede: “Delos Müzesi” var. Delos Müzesi: baraka binalarının soğuk görüntüsüne sahip olmasına rağmen, SİT alanındaki en iyi heykellerin ve sanat eserlerinin pek çoğunu barındırarak, tapınak binalarının ve evlerin çıplak iskeletlerine hayat veriyor. Zarif çömlekler ve enfes mücevherler günlük hayatın, kaliteli servetini gözler önüne seriyor.
Küçük olmasına rağmen zengin bir müze. Altın takıların işçilikleri çok ince. Çünkü: Delos: borsanın ve kuyumculuğun başkentiymiş. Antik çağın Nato’su, Lozan antlaşmasının beşiğiymiş. Hatta: ülkemizdeki Gümüşlük’teki Myndos antik kenti: bu birliğin üyesi olarak Delos’a haraç ödermiş.
Tapınak alanının solunda:
Belki de Delos’un en ilgi çekici bölümü olan “Tiyatro Semti” var. Sitede: aslında ilginç olan şey: MÖ. 3’ncü yüzyıldan kalma tiyatro değil, onun gölgesinde, kente hayat veren evlerden oluşan labirentler. Helenistik ve Roma dönemi zenginlerinin trendiymiş evlerini tiyatronun civarında yapmak. MÖ.3000 yıllarında, 5500 seyirci alıyormuş bu tiyatro.
Antik Yunanlıların ve Romalıların, ayak seslerinin duyulduğu sokaklar, hala evlerin ve dükkanların kapılarına kadar uzanıyor. Küçük kutulara benzeyen birkaç taş duvarın ardında: karşınıza muhteşem evler çıkıyor. Evlerin iç avluları; antik dünyanın en güzel mozaik zeminleri ve freskleriyle süslenmiş.
Dionysos Mabedi ve Trident Mabedindeki sade zemin örneklerine dikkat edin. Masklar Evi’nde bulunan Dionysos’un bir pantere bindiği zemin de dahil olmak üzere Yunuslar Evi ve Masklar Evi’ndeki zeminleri inceleyin. Mozaikler koruma altına alınmış.
Masklar adını alan evde:
kendisinin ve kocası Dioskourides’in başsız heykellerini bırakan “Cleopatra Evi” de ayrıca dikkate değer. Kocası ve kendisine ait, kafaları olmayan iki mermer heykel, oldukça zarif kesimlerdeydiler. Ancak, burada sergilenen heykeller: reprodüksiyondur. Yani: orijinalleri; Delos Müzesinde bulunuyor.
Tiyatro Semtinin arkasında: Delos’u etkileyen çeşitli kültürlerin bir göstergesi olarak yabancı tanrılara adanmış birkaç mabet var. İnananlar, Suriye ve Mısır tanrılarına burada tapıyorlarmış. Pek çoğu bozulmadan kalabilmişler.
Kasabanın yukarısında: Kynthos Dağı’nın yamaçları: 112 metreye kadar yükseliyor. Buradan; bütün SİT alanının güzel bir manzarası görülüyor.
Dar ve bazen dikleşen patikaya tırmanarak, MÖ.3’ncü yüzyıldan kalma tapınakların kalıntılarına gidebilirsiniz. Burada: Taş Çağı kadar erken bir dönemde dahi yerleşim bulunuyormuş.
DOĞUM-ÖLÜM YASAKLANAN ADA
Batıya doğru, birkaç yüz metre uzaklıktaki: Rineia adası ise Deloslular için hem bir doğum yeri ve hem de mezarlıkmış. Delos kutsal bir adaydı ve topraklarının bozulmadan korunması gerekiyordu.
Bu nedenle: antik dünyada, kanun koyucular tarafından: doğum ve ölüm, bu adada yasaktı. Günümüzde bile: modern arkeologlar, bu antik kurala sadık kalmışlardır. Bu nedenle: burada bulunan definle ilgili sanat eserleri; Mykonos’ta sergilenmektedir.