Ülkemizden buraya gidenlerin çoğu; genellikle 1920’li yıllarda, buradan zorunlu göçe tabi tutulan insanlarımızın; ileriki kuşak akrabaları. Çünkü: yüzyıllarca burada yaşayan insanlarımız; gün gelmiş ve bir çırpıda, burayı terk etmek zorunda kalmışlar. Osmanlıların diğer egemenlik sürdürdükleri çoğu yerde olduğu gibi, burada da, pek fazla mimari kalıntısı, eseri kalmamış.
Ama; yine de,
Nasıl ki, bizim insanlarımız oradan ayrılmış ise, Anadolu’nun en güzel yerlerinden kopup oraya yerleşen insanlar ve takip eden nesillerdeki yakınları; adada öyle bir hayat kurmuşlar ki, gezdiğiniz ve gördüğünüzde, sanki Ege kıyılarımızdaki bir sayfiye yerinde bulunuyor gibi hissedeceksiniz kendinizi. Elbette; bu duygu insana büyük rahatlık veriyor.
Müstakil, bir-kaç sıkıntılı ilişki dışında, inanın buranın insanı bizleri seviyor ve yakın davranıyor. Hem de, bu sevgi yalnızca turizm ve gelir beklentisi dışında, hissedebildiğim kadarı ile içten gelen bir sevgi. Yine de; bir kısım insanın, Türk olduğunuzu duyduğunda, suratını buruşturduğunu da şahit olacaksınız, çünkü tehcir yani karşılıklı değişim döneminde Yunan topraklarından ülkemize gelen soydaşlarımız kadar, Anadolu’dan da birçok Rum, Yunan topraklarına geri gönderildi.
ULAŞIM
Adanın: Rodos, Santorini ve Atina-Pire Limanından deniz yolu ile ulaşım bağlantısı var. Marmaris üzerinden Rodos bağlantısı ile de, denizden buraya ulaşabilirsiniz. Atina üzerinden uçakla veya Pire’den feribotla da adaya ulaşabilirsiniz.
Yalnız: Atina üzerinden uçakla ulaşım hem çok pahalı, hem de uçaklar pek konforlu değil. Uçak tercih ederseniz: İstanbul-Atina uçuşu, yaklaşık 70 dakika sürüyor. Daha sonra Atina-Girit Heraklion hava alanı uçuşu ise: 30 dakika sürüyor.
GENEL ÖZELLİKLERİ
GİRİT UYGARLIĞI
Girit uygarlığı ya da Minos uygarlığı: Tunç çağında, bugün Yunanistan’a bağlı olan, Ege denizi içindeki Girit Adasında; MÖ. Yaklaşık 3500’lerde doğmuş bir uygarlık. Minos uygarlığı: MÖ.2700 ile 1450 yılları arasında, en parlak dönemlerini yaşadı ve eski gücünü yitirmesinin ardından Girit üzerinde “Miken” kültürü baskınlaşmaya başladı.
Girit uygarlığının, tüm dünyada yaygın olarak kullanılan bir adı olan “Minos” terimi: ülkenin mitolojik kralı “Minos”tan esinlenilerek İngiliz arkeologlar tarafından türetilmiş ve daha sonra köklü bir biçimde yerleşmiştir. Ancak: Giritlilerin bu dönemde kendilerini ne olarak adlandırdıkları bilinmemektedir.
Eski Mısır kaynaklarında Keftiu, Sami dillerindeki Kaftar ve Suriye’deki Mari kentinde bulunan yazıtlarda Kaptara olarak geçen bir yer adının Girit Adasına ait olduğu sanılmaktadır.
Girit uygarlığının dağılmasından sonra, ortaya çıkan “Odysseia destanı”nda, Homeros, Girit’in yerlilerini “Eteokritiki” olarak adlandırmıştır. Bunların, Girit uygarlığının yıkılması ile “Miken” uygarlığının oluşması arasındaki süreçte, önceden adada yaşayan Giritlilerin torunları oldukları sanılmaktadır.
Girit sarayları
Adadaki arkeolojik kazı çalışmaları sonucu ortaya çıkarılmış en önemli, en bilinen yapı türleridir. Bu saraylar, arkeologlar tarafından gün yüzüne çıkarılan pek çok belgenin söylediklerine göre, yönetim işlerinin halledildiği noktalardı.
Bugüne dek adada bulunan ve toprak altından çıkartılan her bir sarayın, kendine özel bir özelliği vardır ve hiç biri, birbirine benzememektedir. Ancak, kendilerini diğer yapılardan ayıran ortak özelliklere de sahiptirler. Her bir saray, iç ve dış merdivenler ile ulaşılabilecek çok katlı yapılardır. Sarayları oluşturan ögeler arasında kuyular, çok büyük kolonlar, depo ve kilerler ile geniş avlular da vardır.
BÖLGE COĞRAFYASI
Girit, büyük çoğunluğu dağlarla kaplı olan bir adadır ve pek çok doğal limana sahiptir. Girit’te, tektonik hareketlenmeler sonucu meydana gelen depremler nedeniyle, yükselen yer bölümleri ve deniz altına gömülen kıyı kesimlerinin varlığına ilişkin pek çok kanıt bulunmaktadır.
Homeros’un yazdıklarında belirttiğine göre: Girit’in doksan kenti vardı. Minos kültür ve uygarlığının yükselmeye başlamasından sonra, ada büyük olasılıkla, beş politik bölüme ayrılmıştı. Bu bölümlerin arasında: Tunç çağına gelindiğinde farklar oluşmaya başladı. Adanın kuzeyinin Knossos’tan, güneyin Festos’tan, orta kesimlerin Malya’dan, doğu ucunun Kato Zakros’tan ve batı ucunun da Hanya’dan yönetildiği düşünülmektedir.
TOPLUM VE KÜLTÜR
Giritliler, deniş aşırı ülkelerle alım-satım işlemleri yapan, işlerinde ileri tüccarlardı. Giritlilerin kültürleri, MÖ. 1700’lerden başlayarak yüksek derecede bir ilerleme göstermektedir. Birçok tarihçi ve arkeolog, adalıların bu dönemde, tunç çağının en önemli varlıklarından kalayın ticaretini yaptığına inanmaktadırlar.
Büyük olasılıkla Kıbrıs’tan getirilen bakır, kalay ile karıştırılır ve tunç elde edilirdi. Giriş uygarlığının ve buna bağlı olarak bakırdan yapılma gereçlerin kullanımın düşüşe geçişi ile demirin kullanımın yaygınlaşması arasında bir ilişki olduğu sanılmaktadır.
Girit ticareti safran alım-satımında da ileriydi. Ege kıyılarında bolca bulunan safran, ile ilgili olarak Santorini’de bulunan safran toplayıcıları freski, dünyaca üne sahiptir. Bunun yanında arkeolojik araştırmaları Giritlilerin bu dönemde seramik, bakır ve çok daha lüks mallar olan altın ve gümüş ticareti de yaptıklarını belirtmektedirler.
SANAT
Minos sanatına ilişkin çok büyük bir koleksiyon, Girit’in kuzey kıyılarında Knossos yakınlarındaki Kandiye kentindeki müzede bulunuyor. Minos sanatı, tüm öğeleriyle özellikle de seramik yapımlarındaki gelişim evreleriyle konu üzerinde araştırma yapan arkeologların Minos tarih ve kültürünü dönemlere ayırmasına yardımcı olur.
SARAYLAR
Giritliler ilk saraylarını Malyada erken Minos döneminin sonlarına doğru, MÖ.3000 önce inşa ettiler. Önceki araştırmalar, Girit’te saray yapımlarının yeryüzünde de ortaya çıkan ilk saraylarla eş zamanlı olarak türemeye başladığını öne sürüyordu. MÖ. 2000’li yıllara dönemine tarihlendiriliyordu. Ancak araştırmacılar, bugün sarayların çok daha öncelere, adanın pek çok farklı yerinde inşa edildiğini savunmaktadırlar. Sarayların en çok görüldüğü yerler, ayrıca yerel gelişmenin de en çok olduğu yerlerdi. Bunlar, Knassos, Malya ve Festos’tu.
Yapılan sarayların pek çok görevleri vardı.
Her şeyden önce kentlerin yönetim merkezleri durumundaydılar. Bunun yanı sıra, tapınaklarda yalnızca saray binaları içinde yer alırdı. İş yerleri ve depolama alanları da saraylar içinde olurdu.
Yapılan ilk saraylar, yalnızca bir katlı olurlardı ve gösterişli bir ön cepheleri olmazdı. Ortalarında bir avlu bulunan “U” biçimli bir yapıda olurlardı. Ve kendilerinden sonra yapılanlardan daha küçüklerdi. Daha sonraki çağlarda yapılan saraylarda çok katlılık ön plana çıkmaya başladı. Sarayların batı duvarlarında kesme taş ile ince işlenmiş desenler bulunurdu. Bunun ilk bilinen örneği; Knossos saraylarıdır.
MÜBADELE
Evet, bir gemimiz (İsmi Giresun) : 1924 yılında, 300 yıllık topraklarından koparılan binlerce Giritli soydaşımızı, İzmir’e getirdi. Mübadele gemisiydi bu. 30 Ocak 1923 günü, Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan ön anlaşmayla: 2 milyon insan yurtlarından oldu. Anadolu’da yaşayan 1 milyon Ortodoks ile Atina ve Ege adalarında yaşayan, yaklaşık 800 bin Müslüman, yaşadıkları topraklardan koparıldılar.
Girit’in: Kandiya, Resmo ve Hanya kentlerinde yaşayan, onbinlerce Türk, 300 yılı aşkın süredir bulundukları topraklardan sökülüp Anadolu’ya getirildi. Onları: İzmir, Ayvalık, Bodrum ve İskenderun limanlarına çıkaran Giresun gemisi: 106 metre boyunda idi ve 1910 yılında satın alınmıştı.
TURİZM
Girit, Yunanistan’ın en popüler turizm bölgelerinden biridir. Yunanistan’a turistik girişlerin, %15’i: Kandiye Heraklion havaalanından veya limanından yapılır. Bu şehre inen charter uçaklarının sayısı, Yunanistan’a inen toplam charter uçaklarının beşte birine eşittir. 2004 yılı içinde, toplam iki milyon turist, Girit’i ziyaret etmiştir. Girit’te, turizm, Yunanistan genelinden daha hızlı gelişmektedir. Lüks otellerden, aile pansiyonlarına kadar, her çeşit turistik tercihe hitap edecek altyapı mevcuttur.
NE YENİR- NE İÇİLİR
Mutfak konusunda: bize epeyce benziyorlar. Menülerinde, Yunan spesiyali diye geçen yemekler: güveç, dolma, şiş kebap, kabak-patlıcan kızartması, cacık, çeşit çeşit mezeler. Burada: bu yemekler bizim mi, yoksa onların mı tartışmasına girmek istemiyorum. Tek gerçek: Girit’te aç kalmasınız, çünkü yemeklerin çoğu tanıdık. Üstelik porsiyonlarda, oldukça doyurucu.
Girit’te özellikle yenebilecek yemeklerin başında: “gyros” ve “souvlaki” gelmektedir.
Gyros: bu bizlere pek yabancı değil, bizim döner. Bu yüzden ayrıntılı anlatmak istemiyorum.
Souvlaki ise: evet, o da yabancı değil, şiş kebap. Bunlar, bizlere yabancı değil, ama yabancılara yabancı ve bir güzel kendi kültürleri gibi satıyorlar maalesef.
Kleftaki diye bilinen bir yemekleri, bizdeki kağıt kebabına benziyor. Aliminyum folyoya sarılı bir biçimde sunuyorlar.
Ayrıca: kabak çiçeği dolması yemeden sakın geçmeyin.
Ayrıca: etli olarak da farklı usullerle pişirilen “Maghrata” yemeği (Ege bölgesinde arapsaçı olarak da bilinir) anasonlu tadıyla Girit mutfağının en meşhur lezzetlerindendir.
Bir çoğumuzun adını duyunca irkildiğimiz salyangoz’un yemeği, bu adada çok meşhur. Eğer denemeleri seviyorsanız, yemenizi tavsiye ederim. Hiç de kötü değil.
Bunun yanında: Giritliler “otçu” olmalarıyla tanınırlar. Her çeşit otu yemeleriyle ön plana çıkıyorlar.
Bu özelliklerini en iyi anlatan bir deyim: “bahçene Giritli gireceğine, inek girsin”
Bildiğiniz midyenin üzerine limon sıkıp, çiğ çiğ yemek alışkanlıkları da vardır. Girit mutfağında zeytinyağı demek her şey demek. Onların bir yıllık zeytinyağı tüketimi, kişi başına 30 litre iken, bu oran ülkemizde maalesef yalnızca 1 litredir. Aynı zamanda: Girit insanında, asla kalp rahatsızlıkları görülmez, ciltleri parlak ve buruşuksuzdur.
Bunlar: elbette zeytinyağının mucizeleri. Gerçek bir sağlık iksiri. Zaten: her gittiğiniz restoranda olmasa da çoğunda; masaya oturduğunuzda, hemen zeytinyağı ve karabiber getiriyorlar. Ekmeğinizi, karabiber ekilmiş zeytinyağına keyfe bandırıp yiyebilirsiniz, muhteşem bir lezzet.
Kahvaltıda, yemeklerde, meze olarak hep zeytinyağı kullanılıyor.
Zeytinyağı: evlerde, manastırlarda, küçük değirmenlerde, büyük, modern fabrikalarda, çok özel organik çiftliklerde, her zaman her yerde üretiliyor ve tüketiliyor.
İçkilere gelince. Malum bizim rakı, onların uzosu. Hiçbir fark yok. Gerçi işin uzmanları, belki aroma farkı yakalayabilirler, ama büyük olasılıkla, siz de ikisinin aynı olduğunu düşüneceksiniz. Yunanlıların bir çeşit daha rakıları var.
Bunun imside: ”tsikoudia”. Bu da, sözüm ona Girit’e özgü bir rakı çeşidi imiş. Ama: bu konularda biraz bilgisi olanlar, bunun da İtalyanların mahalli içkisi “grappasına” benzediğini söylüyorlar. Özellikleri mi? Tatsız, saf etil alkol içiyormuş gibi bir tat alıyorsunuz. Boğazınızı yakıyor. Sertliği yüzünden, küçük bardaklarda ikram ediliyor. Bildiğiniz gibi uzun rakı bardaklarında değil.
Burada yani Girit’te: içki olarak denemenizi önereceğim başlıca içki ise: sakız likörü. Bu hafif tatlı liköre bayılacaksınız. Hatta: hediyelik veya daha sonra kullanmak üzere, satın da alabilirsiniz.
DİĞER
Evet, Girit: Akdeniz’in ortasında: sarışın ve genelde yeşil gözlü insanların yaşadığı bir ada.
Ege denizinin bu en büyük adasının: uzunluğu 250 km. ve genişliği ise 54 km. dir. En dar yeri: 13 km. olan adanın kuzeybatı ucu: Mora’dan 110 km. kuzeydoğu ucu, Anadolu’dan 200 km. güney ucu ise Bingazi’den 325 km. uzaklıktadır.
İlk yabani zeytin ağacının, MÖ.60 bin yıllarında bu bölgede yetiştiği, ilk sistematik zeytinciliğin ise, neolitik çağda, yine bu bölgede yapıldığı biliniyor.
Buranın en büyük özelliklerinden biri de: her Giritli de olmasa bile çoğu Giritlide silah bulunmasıdır. Bazen: kızlarına ters bakan insanlara silah çekecek kadar silah meraklısı olduklarını duydum.
Girit’te trafik çok düzenli değil. Türkiye’yi aratmıyor. Tabelaları yetersiz ve özensiz. Araba kiralarsanız; trafikte biraz zorluk yaşayacağınız kesin.
Tavernalar, bizim Türkiye’de adlandırdığınız tavernalardan değil. Onlar, genel olarak restoranlara taverna diyorlar. Kapısında taverna yazan her yerde: canlı müzik, sirtaki, tabak kırma gibi bildiğiniz veya hayal ettiğiniz taverna ögelerine rastlamak mümkün değil.
GİRİT İNSANI
Girit insanı çok sıcak. Yolda kime bir şey sorsanız, size yardımcı olmaya çalışır. Neredeyse, herkes İngilizce biliyor. Turist olduğunuzu anladıklarında, ilk soru “nereden geliyorsunuz?” Türkiye’den yanıtını alınca, herkes yüzünde gülücüklerle karşılık veriyor. (Çok çok nadir, surat asan da görebilirsiniz)
Tıpkı bizim ülkede, Girit kökenli kişiler olduğu gibi, Girit’te de, Anadolu kökenli birçok kişi var. Mübadele sırasında, Ayvalık’tan birçok kişi Girit’e gitmek zorunda kalmış. Ama, bugün bunların çocukları ve torunlarına rastlıyorsunuz.
NE SATIN ALINIR
Minos uygarlığına ait figürler, zeytinyağı sabunları, çeşitli otlar en çok satılan hediyelik eşyalar. Rakı bardakları da yaygın, tercihinize göre ilginç gelirse alabilirsiniz. Hani, burada malum zeytin çok yoğun. Ama özellikle “delice” zeytinleri var, adaya özgü. Buradan hediyelik götürecekseniz, mutlaka o zeytinden götürmenizi öneririm.
GEZİLECEK YERLERİ
HERAKLİON (KANDİYE)
Girit’in başkentidir. En kalabalık, en merkezi şehridir. Buraya: Türkler “Kandiye” demişler. Pek çok turistin, Girit’e ilk adımını attığı yer. Burada: 400 yıllık Venedik hakimiyetinden geriye çok şey kalmış.
Ada gezinizde, burayı merkez tutmalısınız. Burası: eski görünümlü bir kent. Evlerin hemen hepsi eskimiş. Yollar bakımsız. Sahil kesimi yıkık dökük binaların işgalinde. Romalılar döneminde önemli bir liman, Venedik’liler döneminde ise Egenin ticaret merkezi olan “Heraklion”: bugün tüm önemini yitirmiş, kalabalık, gürültülü, tozlu ve cazibesi azalmış bir kent görünümünde.
Kıyıda:
Görkemli Venedik kalesinin hakim olduğu liman, görüntüyü biraz olsun düzeltiyor.
Denize doğru uzanan limanın sonunda, Cenevizlilerden kalma bir kale var. Buraya: kules (kule) adını veriyorlar. Şehir oldukça hareketli. Trafik çok düzensiz. Bize oldukça tanıdık gelen: yol çalışmaları, kazılar, tozlu yollar, korna sesleri.
Kent merkezinde, en sık rastlayacağınız objelerden biri de: çeşmeler. Girit’te egemenlik kuran çeşitli ulusların hepsi, bir sürü çeşme yaptırmış. Roma çeşmeleri, Osmanlı çeşmeleri. Çoğu: Venedik duvarları üzerine oyularak yaptırılmış. Kandiye’nin en bilinen yeri: Aslanlı çeşmenin olduğu meydan. Lion Square meydanı. Bu meydanda bulunan çeşme: yapımından yıllar geçse de, günümüzde hala akıyor. İsmi: Morosini çeşmesi. 1628 yılında yapılmış.
Meydanın diğer bir özelliği de:
Yine tanıdık isimlerin bulunması. “İzmir kebap” Evet: tanıdık isim, bildik tatlar. Kebapları mutlaka deneyin, çünkü gerçekten Girit’te aç kalmak, yemek beğenmemek mümkün değil.
Kentin en hareketli diğer bir meydanı: Venizelou Meydanı. Bu meydanın kuzeyinde liman, güneyinde ise alışveriş pazarları, batısında “Hanya kapısı” var.
Çarşısı: size çok tanıdık gelecek. Biraz “Mahmutpaşa”, biraz “Mısır çarşısı”. Sokakları temiz ama kıta Avrupa’sının pırıl pırıl sokakları yok.
HERAKLİON ARKEOLOJİ MÜZESİ
Müze: 4 katlı ve 20 odalı. Her katında, farklı dönemlere ait eserler sergileniyor. Müzeyi gezmek için: 2-3 saat zaman ayırmanız gerek. Zengin koleksiyonu ile gezilmeye değer yerlerdendir.
Özellikle: Helenistik heykeller, müzenin en ilgi çekici parçaları. Burada: Girit’in zengin tarihinde yer alan pek çok eseri bir arada görmeniz mümkün. Pişmiş topraktan yapılmış heykelcikler ise, ziyaretçileri Girit’in en eski antik çağlarına götürüyor. Ayrıca: ünlü Minos uygarlığına ait pek çok eseri bir arada görmeniz mümkün.
Müzenin en ilginç parçası: “Phaistos Diski”. Phaistos bölgesinde yapılan kazılarda bulunan, yaklaşık 3500-4000 yaşındaki diskin özelliği, üzerindeki dilin hala çözülememiş olması. Bundan daha da ilginci: diskin üzerindeki yazıların elle çizilerek değil, Çin’de baskı tekniğinin bulunmasından 2500 yıl öncesinde, kile baskı tekniğiyle yapılmış olması. Phaistos diskinin çözülemeyen bu gizemleri, kimilerinin bu diskin uzaylılar tarafından yapıldığını bile ileri sürmesine kadar varmış.
GİRİT TARİH MÜZESİ
Küçük ama etkileyici bir müzedir. Modern, doyurucu ve iz bırakan bir düzenlemesi var. 1953 yılında, Girit Tarihi Araştırmaları Derneği tarafından kurulmuş.
Müzenin birinci katında: tarihi süreci takip ederken, İngilizceye çevrilmiş, savaş dökümanları, size günümüz yanlı haberleri anımsatacak. Yüzyıllarca, Osmanlı hakimiyetinde yaşamış olmalarını, adeta yok sayıyorlar. Kayıtlara göre, adada gerçekleşen çatışmalarda ( her nasılsa) örneğin 2800 Hıristiyan’a karşılık, 36.000 Türk ölmüş görünüyor. Bunun dışında; Osmanlılar, ada yaşamında neler yapmışlar, neler bırakmışlar, hiçbir bilgi yok. Yalnızca, müzenin dördüncü katında, küçücük bir camekan içinde ”ve adadaki diğer azınlıklar” diyerek, birkaç parça resim ve birkaç parça bilgi var. Ancak, pek de önemli değil.
Evet müzenin ikinci katı: Dünyanın en sevilen Yunan yazarı (“Zorba” adlı romanın yazarı) Kazancakis; Girit-Heraklion doğumlu. Odasının orijinali, notları, çantası, fotoğrafları, başka dillere çevrilen kitapları ve kitapların çeviri baskıları, kişisel hatıraları, dünya basınında çıkan haberler; imrendirici bir yorumla sunulmuş ziyaretçilere. Grafik tasarımlar, videowall tasarımlar, slayt oyunları, orijinal parçalar, film gösterileri.
Müzede Kazancakis’in yaşamına tanık olmak yalnızca büyük yazara ve şehrine bir kez daha hayran olmakla bırakmıyor kişiyi. Bu arada: bu ünlü yazarın, şehir merkezindeki meydanda, bir de anıtını görebilirsiniz.
VENEDİK SURLARI VE LİMANDAKİ KALE
Görülmeye değer Venedik izlerindendir. Kale: şehrin önemli yapılarından biri. Havaalanı ya da limandan şehir merkezine doğru ilerlerken, hemen kendini gösteren kale, kenti boydan boya çevreleyen Venedik duvarlarının, denize uzanan ucunda yükseliyor. Hemen karşısındaki kıyıda ise, cephanelikler duruyor. Zamanında: saldırılara karşı kent buradan korunuyormuş.
AZİZ MİNAS KATEDRALİ
Aziz Minas: Mısırlıdır. 1941 yılında, Girit’te İraklion şehrinin; Almanlar tarafından bombalanmasından kurtulmasında aktif rol oynamıştır. 1942 yılında Almanların Kuzey Afrika’dan kovulmasında da aktif faaliyet göstermiştir. Bu büyük mucizevi faaliyetleri yüzünden, Mısır’ın koruyucu azizi olmuş.
Kriti İraklio’nun koruyucusu ve Kıbrıs’ta da sıtma doktoru oldu. Yapmış olduğu bu büyük işleri için, Hıristiyanların kendisine besledikleri sevgiden dolayı, onun adına birçok yerde manastırlar ve kiliseler yaptırılmış. Bunun sonucunda, evrensel saygı duyulan bir sima haline gelmiş. Evet, burada da, onun adına yaptırılmış bir kilise var. Kentin önemli kiliseleri arasında.
AGİOS TİTUS KİLİSESİ
Osmanlılar döneminde cami olarak kullanılmış. Bizans döneminde 962 yılında yapılan ve Venedikliler tarafından onarılan bina, 1925 yılında bir kez daha yenilenmiş. Şu an Ortodoks kilisesi olarak hizmet vermeye devam ediyor.
DİKTE MAĞARASI
Kandiye’nin 50 km. kadar doğusunda bulunuyor. Efsaneye göre: Zeus, Girit’ke bu mağarada büyüdü. Annesi Rheia, onu çocuklarından biri tarafından tahttan indirileceğine inanan kocası Kronos’tan burada sakladı.
Biraz daha ayrıntıya girmek gerekirse: Rheia; aslına bakarsanız, bize pek yabancı değil. Kybele. Aslen: Anadolu’lu bir tanrıça, hem de ana tanrıça. Kybele; Rhea olarak Girit’i ziyaret eder.
Yalnızlığı dolayısıyla: güneş ve buhardan, sevgili olarak Kronos’u yaratır. Analık duygusunu ve özleyişini doyurmak üzere, Dikte Mağarasında, bir güneş oğlu doğurur. Kronos ise, çocukları kıskandığı için onları öldürmektedir. Kybele; bu işe çok öfkelenir. Kronos’un sol elini ister ve beş parmağını keserek, Daktil’ler, yani beş parmak tanrılarını yaratır. Kybele; altıncı olarak doğurduğu tanrıya: “Zagreus” adını verir.
Muhteşem güzel bir mağara. Anlatmak değil, görmeniz gerek, mutlaka gidin.
KNOSSOS SARAYI
Kent merkezine 8 km. uzaklıkta, güneye düşüyor. Kent merkezinden; her 15 dakikada bir kalkan otobüsler ile gidebilirsiniz. Kandiye şehrinin, 3 km. güneydoğusunda bir tepe üzerindedir.
Girit’de egemen olan Minos uygarlığının kalıntıları var. Knossos şehri, Tunç çağında, efsanevi Girit kralı Minos tarafından kurulmuştur. Zaten, bu nedenle kurulan uygarlığa “Minos uygarlığı” denilmektedir.
Minos uygarlığı, adada, MÖ.2600-1100 yılları arasındaki dönemi kapsayan 1500 yıl süresince yaşamıştır. Özellikle, MÖ.18 ve 16’ncı yüzyıllarda, en önemli dönemlerini yaşamışlardır. O dönemde, şehirde, 100 bin kişinin yaşadığı biliniyor. Minos uygarlığının şu önemi var.
Bunlar: takip eden dönemde Hellen uygarlığına esin kaynağı olmuşlar ve dolayısı ile Avrupa bu kültürü, kendi tarihi süreci içindeki temeli kabul ediyor. Yani: Avrupalılar, kendi kültürlerinin ilk temel taşı olarak Minos uygarlığını kabulleniyorlar.
Minos dönemindeki antik Girit’in başkenti.
Burada: konuya girmeden önce: burada geçen bir efsane ile başlamak istiyorum. Mitolojiye göre: Minator (Minos’un Boğası anlamına geliyor) ve labirent efsanesi, bu antik kentte gerçekleşiyor. Hani, şu Daidalos ile oğlu İkarus’un, bal mumundan kanatlarıyla uçarak kurtulmak istedikleri labirent. Knossos’ta labirentin izleri kalmamış ama uçabilmenin özgürlüğüne kapılıp, güneşe daha da yakınlaşmak isteyen İkarus’u anacaksınız. Evet, efsane şöyle:
” MÖ.1700 yılları.
Mitolojideki tanrılar tanrısı Zeus’un oğlu Minos ve karısı Pasphae’nin bir çocukları olur. Ama, bu çocuk: yarı insan, yarı hayvan, boğa kafalı garip bir yaratıktır. Önce bir şok yaşarlar. Ama: bu yaratığı başkalarına gösteremeyecek olduklarını düşünürler ve ona “Minotaur” adını vererek, Knassos sarayında, labirent biçimindeki daracık ve kasvetli olan sevimsiz bir koridora hapsederler.
Manotaur:
Karnı acıktığında, gök gürültüsünü andırır vahşi ve güçlü sesiyle bağırır. Bunun üzerine: kendisine, özensiz hazırlanmış yiyeceklerden ya da pişirilmemiş vahşi hayvan parçalarından oluşan yiyecekler verilir. Evet: her şeye rağmen, bu zavallının yaşadığı hücrenin, benzersiz bir manzarası vardı. Alabildiğine görkemli bir vadiye bakıyordu. Evet, günümüzde bu hücreyi görebiliyorsunuz. Sarayın duvarlarında halen görülen freskler ise, insanı büyüleyecek güzellikte.
Ancak, efsane bu kadar ile bitmiyor.
Efsanenin bir de başka yönü var. Theseus: Atina kralı Aegeus’un oğludur ve Girit kralı Minos’un, Atinalıların oğullarını öldürtmesine müthiş kin duymakta ve intikam duygusu ile yaşamaktadır. Çünkü, her yıl, 7 Atinalı genç erkek ve 7 Atinalı bakire kız, yarı insan-yarı hayvan şeklindeki korkunç yaratık Minotor’a verilmek üzere, adaya gönderilmektedir.
Bu yaratık, biraz önce söylediğim gibi, ünlü mimar Daedalus tarafından tasarlanan bir labirentte kilit altında bulunmaktadır. Evet, Theseus, bu korkunç canavarı öldürmek için, adaya gönderilen 7 Atinalı gençten biri olmak için gönüllü olur. Diğer kurbanlar ile birlikte, siyah yelken açan bir gemiyle, Girit adasına doğru yola çıkarlar. Ancak, yola çıkmadan hemen önce, Theseus’un babası, Atina kralı Aegeus, oğluna, Minotor’u öldürürse, aynı gemiyle geri dönerken, siyah yerine beyaz yelken çekmesini söyler.
Evet, kurbanlar Knossos şehrine varırlar. Ancak, Minos kralının kızı Ariadne, kurbanlar içindeki Theseus’a aşık olur. Theesus’un asıl amacını öğrendiğinde ise,Minotor’u öldürmesi için ona yardım etmeye karar verir. Ariadne, Theseus’a, Minotor’u öldürdükten sonra, labirentten çıkabilmesi için ipek bir iplik verir.
Theseus, uzun bir mücadele sonucunda,
Minotor’u öldürür ve sevgilisi Ariadne ile birlikte, geldikleri gemiye binerek Atina’ya doğru yola çıkarlar. Ancak, Theesus, Ariadne’yi daha sonra almak üzere, Naxos adasına bırakır. Bu arada, babasına verdiği sözü unutur ve bindiği gemideki siyah yelkeni değiştirmez, bunu gören Atina kralı, oğlunun öldüğünü düşünür ve kayalıklardan atlayarak intihar eder.
Evet, Knossos şehrinde, günümüze ulaşan en önemli bölge “Büyük Saray” dır. Bu sarayın bulunduğu yerde, ilk saray yapısı, MÖ.2000 yılında yapılmıştır. Ancak, bu saray yaklaşık 300 yıl sonra, MÖ.1700 yılında, büyük bir depremde yıkılmıştır. Ancak, eskisinin yerine, daha büyük ve yeni bir saray inşa edilir. Bu büyük saray, Minos kültürünün en büyük başarısı ve aynı zamanda, Girit’te kurulmuş en güçlü şehir devletinin merkezi olmuştur.
Büyük saray:
Salonları, odaları ve bahçeleriyle, 63 bin m. karelik bir alana yayılmıştır. Kereste ve taştan yapılmış çok katlı yapının, 1400 odası olduğu söyleniyor. Sarayın su sistemi: çömlekten oluşturulmuş borularla yapılmıştır. Tuvaletlerde ise, sifon sistemi bulunuyormuş. Duvarlar alçı kaplıdır ve üstlerinde ve tavanlarında, yukarıda da sözünü ettiğim gibi, muhteşem freskler bulunmaktadır. Bu resimlerde: balıklar, çiçekler, boğaların üzerinden atlayan gençler, prensler, saray kadınları resmedilmiştir.
Yapı, kalbini oluşturan, ortadaki dikdörtgen bahçesin çevresinde dizili, 4 ek binadan oluşmaktadır. Bu, her bir bölümün ayrı bir işlevi vardır.
Batıdaki kısımda:
Tapınaklar, ayin odaları ve büyük kavanozlarla dolu depolar bulunuyordu. Diğer kısımda, taht odası bulunur ki, özenle dekore edilmiştir. Burada, karşılıklı duran bir duvarın içine döşenmiş bir taht bulunur. Bu kraliyet tahtıdır ve burada, ilaveten bir dizi bank bulunmaktadır. Doğu kısmında: burada bulunan bina, 4 katlıdır.
Ancak, günümüzde 3 katına ulaşılabilmiştir. Burada, dönemin elitlerinin, bürokratlarının yaşadığı daireler, atölyeler ve bir tapınak bulunmaktadır. Yani, Minos mimarisinin en önemli ve muhteşem yapısıdır. Sarayın girişi, batı kısmın ucunda, asfalt kaplı, büyük bir bahçedendir.
Knossos şehri kalıntıları;
İlk olarak, 1878 yılında, bir tüccar ve aynı zamanda antikacı olarak bilinen, yani arkeolojiyle bir ilgisi olmayan Minos Kalokairinos tarafından, Büyük sarayın batı kanadındaki bazı bölümlerin ortaya çıkarılmasıyla keşfedilir. Ancak, bölgedeki ilk düzenli kazılar, 1900yılında, Amerikalı Sir Arthur Evans tarafından başlatılır. Kendisi, bölgenin tamamını satın alır ve 1932 yılına kadar olan süreçte, araştırmalarına devam eder. Bu araştırmalarda, sarayın ana kısmı, şehrin büyük bölümü ve birçok mezarlık ortaya çıkarılır.
Ayrıca:
Tahıl depoları, saklama küpleri, tepedeki yamaca kurulan kral dairesi ve onun altında Minotaur’un hapsedildiği hücrenin yeri bulunur. Ancak: tarihi süreçte, saldırılar ve depremlerden, kalıntılar epeyce zarar görmüş, yıkılmış. Ayakta kalan yapılar, bütüne göre çok azdır.
Minos uygarlığının mimarisi ilgi çekici. Kent, piramide benzer biçimde, kat kat inşa edilmiş. Açıkta kalan koridorların hepsi, bordo sütunlarla desteklenmiş. Duvarlar, yine bordo olmak üzere, canlı renklerle süslenmiş, fresklerle bezenmiş. Duvarlarda özellikle; “Saldıran Boğa” freskleri muhteşem.
Çoğu freskin orijinali: “Heraklion Arkeoloji Müzesi”nde sergileniyor. Kalıntıların halka açık bu bölümüne ise: kopyaları konulmuş. Bir iki bölümde orijinalleri de sergileniyormuş ama birkaç yıl önce bu bölümü ziyarete kapatmışlar. Gelenler ufak ufak kazıyarak, bu fresklere zarar veriyor ya da küçük parçalar çıkartıp çalıyorlarmış.
Yerlerde, mermer taşlı yürüme yolları var.
Dünyanın ilk kanalizasyon sistemindeki, akıl almaz düzende görülen ve sağlam kalan künkler göreceksiniz. Küvetli banyosunun duvarında, narince olmayan hatta biraz hoyratlığa yatkın olan pastel mozaikli duvarlar muhteşem.
Narsistçe davranan, kişisel hijyenin yanı sıra, estetik güzelliği çok fazla önem veren, en güzel olmak için çabaladıklarından, günlük banyolarını yaptıkları küvetlerinin içine vadide yetişen bir takım otlardan ve mis kokulu kır çiçeklerinin taç yapraklarından atan ve banyolarından sonra da, vücutlarını zeytin yağı ile ovan ya da vücutlarına diğer kişi tarafından masaj yaptırtan, harikulade bilinçli insanlar.
Anlattığım gibi, burada şaşılacak bir medeniyetle karşılaşacak ve ona tanık olacaksınız. O antik çağda yaşanan yerlerde: solumak, yaşama duyulan bağı arttırmak, muhteşem bir duygu.
Bu arada
Bu muhteşem uygarlığın n asıl bittiğini bilmek isteyenler olabilir: Minos bölgesinde, tarihi süreç içinde, iki büyük deprem yaşanır. MÖ.1450 yılında, Girit adasına, 62 km. uzaklıktaki Thera adasında, büyük bir deprem olur. Daha doğrusu volkanik patlama olur. Bunun yarattığı sarsıntı sonucu, Thera adası üçe bölünür ve çevrede, büyük felaketlere yol açan sarsıntılar ve tsunami olur.
MÖ.15’nci yüzyıla gelindiğinde ise, yine büyük bir deprem olur ve bölgedeki yapıların büyük bölümü yıkılır, ayrıca sürekli olarak yükselen medeniyet, çevredekiler tarafından yapılan saldırılar, işgaller ve ticaret yollarının değişmesi, bu muhteşem medeniyetin yavaş yavaş yok olmasına ve tarih sahnesinden çekilmesine neden olur.
KANDİYE ŞEHRİ YAKINLARINDA KUMSALLAR
Kent merkezine yakın; “Hersonissos” bölgesinde denize girebilirsiniz. Burada; plajlar var. Girişleri ücretsiz. Yalnızca, yapacağınız etkinliğin (bungee jumping, su kayağı, kaydırak vs. gibi) ücretini ödüyorsunuz. Deniz, kumsal ve şezlonglar ise, herkese açık. Bunun dışında: bu bölgede, çok sayıda bakir koylar da var. Buralar: tesislerin olduğu yerler gibi kalabalık değil. Ancak: kıyıları kum değil, çakıl taşlı.
HANİA (HANYA)
Girit’in diğer bir önemli kentidir. Osmanlı’nın en sevdiği kasabadır. Adaya giden turistlerin, Kandiye’den sonraki adresleri Hanya’dır. Girit’in kuzeybatı kıyısında yer alır. Osmanlı döneminde adanın idari merkezi konumundaydı. Günümüzde önemli bir turizm merkezi olan kent, 70 binlik nüfusuyla, Kandiye’den sonra, adanın ikinci büyük yerleşim bölgesidir.
Eski limanı, tarih kokan sokakları, şirin kahveleri, birbirinden otantik restoranları ile hoş bir manzara çiziyor. Venedik izleri, kalesi ve mimarisiyle her noktasında kendini gösteriyor. Tipik bir Akdeniz kentidir. Osmanlılar bu kenti ilk aldıkları zaman: limana ayak basan ilk yeniçerinin adına, bir cami yaptırmışlar. Hasan Camii. Limanın en ucundadır.
Caminin minaresi:
1970 yıllarına kadar duruyormuş. Ancak, sonrasında çıkan bir fırtınada, yerle bir olmuş. Ancak: satılan kartpostallarda o minareyi görmek mümkün. Bu cami: Venedik çizgisinin baskın olduğu Hanya kentinde bulunan en önemli Osmanlı eseridir.
Vakıflar aracılığıyla özel mülkiyete geçen yapı, artık galeri olarak kullanılıyor.
Birbirinden güzel evlerin sıralandığı eski liman, daracık sokaklar, küçük kahveler, restoranları ile Hanya: tipik Akdenizli. Romalılar, Bizanslılar, Venedikliler, Cenevizliler, Osmanlılar ve Mısırlılar, bu kente sahip olabilmek için oluk oluk kan akıtmışlar. Osmanlı: Girit’te, ilk burayı almış ama, o zamandan bu zamana bir tek limandaki “Yeniçeri Camisi” ayakta kalabilmiş. Venedik ise: kalesiyle, mimarisiyle her köşeye damgasını vurmuş.
Liman ve kalesi, kentin en ilgi çekici noktalarından biridir. Liman bölgesi boyunca, lezzetli Akdeniz balıklarından tadabileceğiniz lokantalar var.
Hanya’da arkeoloji ve denizcilik müzeleri, tarih hakkında bilgi sahibi olmak için birebir.
Hanya:
Sebze, baharat, taze balık satılan kapalı pazarı, hediyelik eşya satan küçük dükkanları, balık restoranları ile bildik bir Akdeniz kenti. Tıpkı Cunda, Alaçatı, Çeşme, eski Bodrum gibi. Sokaklarda dolaşıp durun, hiç yabancılık çekmesiniz.
Hanya’nın yakın çevresini gezmek isterseniz: otobüsle gidebileceğiniz: “Kastelli Kisamou”yu önerebilirim. Bir sahil kentidir. Güzel kumsalları var.
RETİMNON (RESMO)
1924 Nüfus Mübadelesi öncesinde adada Türk nüfusun yoğun olarak yerleşik olduğu şehirlerden biriydi. Bu nedenle, burada da Osmanlı çizgisi her köşede karşınıza çıkıyor. Heraklion ve Hanya ile otobüs ile bağlantı var. Ayrıca: yıl boyunca, Pire Limanı ile düzenli tekne seferleri de varmış.
Girit’in diğer turistik merkezlerine nazaran, hemen hemen hiç bozulmadan günümüze kadar gelmiş. Zarar gören yapılar ise, aslına uygun olarak restore edilmiş. 16’ncı yüzyılın: edebiyat, sanat merkezi olan Rethimnon da Girit’in gözde kentlerinden biri. Osmanlı: en çok bu kentte iz bırakmış.
Bir Venedik kilisesinden Osmanlılarca camiye dönüştürülen Nerantzes Camisinde, şimdi müzik sesleri yükseliyor. Çünkü: yapı, üçüncü dönüşümünde, kentin konser salonu olmuş. Buraya: “Loggia”ismi veriliyor. Venedik dönemine ait bu yapı, 17’nci yüzyıl başlarında yapılmış. Giriş güney yönünde, üç yarım daire kemerler üzerinde yükseliyor.
Venedik döneminde: soylular için toplantı ve dinlenme yeri olarak kullanılmış. Şehir Osmanlılar tarafından alınınca, Loggia’nın batı tarafına bir minare inşa edildi ve burası camiye dönüştürüldü.
Şehirde, bir de Türk Okulu var.
Saint Francis Kilisesinin yanında bulunuyor. Girişinin üzerindeki bir yazıtta; 1796 yılında inşa edildiği belirtilmiş.
İki katlı cumbalı evlerin sıralandığı daracık sokaklarda yürüyüş yapabilirsiniz ve kendinizi Foça’da, Ayvalık’ta veya Bodrum’da hissedebilirsiniz. En keyifli yanlarından biri de, kalabalık çarşısından içerilere doğru uzandığınızda, yan yana geçmekte zorlanacağınız o muhteşem, tematik fotoğraflara ev sahipliği yapan sokakları. Modernlik ve eski zamanın çekiciliği harmanlanmış. İyi turizm tesisleri var. Girit Üniversitesi Edebiyat Fakültesi burada kurulmuş. Sanatsal etkinlikler yoğun olarak yapılıyor.
Üstelik, kent merkezinden yürüyerek kumsala inilebiliyor. Bu sahil kıyısında yer alan şık butik otellerde konaklamak mümkün.
Resmo’da: Haziran aylarında şarap festivali düzenleniyor. Yaz aylarının gözde mekanlarından biri.
Burada bir Arkeoloji Müzesi var.
Müzede: Gerani Mağarası ve Ellenes Amariou mağarasında bulunan: figürler, takı ve aletler sergileniyor. Ayrıca: çeşitli seramiklerde var. Bunun yanında: Tarihi ve Halk Sanatları Müzesi (tablolar ve çeşitli halk sanatları eserleri sergileniyor) ve Folk Art Koleksiyonu (kostüm ve mücevherler sergileniyor, çanak ve çömleklerde var) sergilenen bir mekan var.
MATALA
Mires istikametinde, güneye doğru ilerliyeceksiniz. Yol üzerinde Megari Verisi isimli küçük bir köyü geçiyorsunuz. Daha sonra: Deka kasabası ve en güneydeki Tibaki kasabasının yanında, Libya denizine bakan Komos antik şehrini geçiyorsunuz. Bu arada: Komos antik şehrinin bulunduğu bölgede, çadırlı kamping alanları var.
Matala: Komos Beach’in sağ yan koyunda. Sahil yolu yok. Heraklion ile arasındaki uzaklık: 67 km. Burası: antik kent devleti Gortys’in limanıymış. MÖ. 220 yıllarında, Helenistik dönemde: “Gorty kanunlarına ait olduğu belirlenen tabletlerde: evlenme, boşanma, mülk, satışlar, kölelik ve buna benzer yasalar: Dor-Girit lehçesiyle yazılmış.
Ayrıca
Roma dönemine ait kaya mezarlarına sahip bu küçük kasaba, son 40 yıldır da burada bir hippi kolonisi barındırıyor. Tüm işletmeler onlara ait. Kalınabilecek küçük evler var. Salaş cafeler ve lokantalar, enfes, bakir bir beach ve önünde “turkuaz” renkli Libya denizi. İçi ılık ve kumsuz, kireç taşlarıyla kaplıdır. Kum yerine, minik parlak taşlar var. Kendisiyle baş başa kalmak isteyenlerin gizli yeridir. Üstsüzler, ya da en çıplaklar. Beyaz dar sokakların arasında dolaşan yaşlanmış Hippiler.
Tüm dükkanlarda, hizmet vermekte olanlarda, onların çocukları ve torunları. Yiyeceklerin pek çoğu organiktir. Satılan renkli giysiler ve boncuklar harika. Evet, bu bakir diyarları görmelisiniz.
LERAPETRA (YERAPETRE)
Evet, burası Avrupa’nın en güneyi. Herakleion’a 106 km. uzaklıkta. Buradaki seralarda: sebze ve meyve üretiliyor. Ayrıca: doğu ve batıda güzel plajlar var. Şehir, son yıllarda, önemli bir ticari ve turistik merkez haline gelmiş.
Şehrin:
Kendi limanı ve bir Venedik kalesi (kales) var. Osmanlılar zamanında teslim alınınca, kendi ihtiyaçlarına göre, kasaba yeniden yapılandırılmış. Eski şehir, günümüzde hala bir durgunluk içinde. Orada, cami ve karşısında güzel ve restore edilmiş bir çeşme var. Şehrin arkeoloji koleksiyonu, Osmanlı Okulunda sergileniyor. Burada sergilenen eserlerden en önemlileri şunlar: ayin kapları ve diğer kaplar, kavanozlar, baltalar, kil çömlekçi çarkı, lahitler, kırmızı-figür kaplar, kabartma süslemeler, Yunan-Roma lambaları, Romal heykel Viglia ve tanrıça Demeter heykeli bulunuyor. Ayrıca: 1856 yılında inşa edilmiş, katedral görülmeye değer.
AGHİOS NİKOLAOS
“Mirabello” körfezi kıyısında konuşlanmış olan bu şirin tatil limanı, kasabadaki arkeoloji müzesi ile görülmeye değer yerler arasında. Buranın en dikkat çekici yanı: denizin, çok ince bir kanaldan karaya doğru süzülerek küçük bir göl yaratmış olması. Buralılar: o girintiye, göl diyorlar. Gölün çevresinde, sıra sıra, ışıl ışıl restoranlar dizili.
Evet, Aghios Nikolaos, modern bir şehir olarak inşa edilmiş. Pek çok turist çeken pitoresk limanı ve çevresinde çok sayıda ilginç site var. Ayrıca: şık mağazalar, büyük restoranlar, tavernalar, barlar ve diskolar.
Burada birde arkeoloji müzesi var. Zengin ve ilginç eserler sergileniyor.
SİTİA (SİTYA)
Tarihi MÖ.4’ncü yüzyıla dayanan Bizans ve Venedik döneminde gelişmiş olan ve her Ağustos ayında, Sultaniye Üzüm Şenliklerinin yapıldığı bir yer. Adanın doğusunda. Şarap ve zeytinyağı üretim merkezidir.
Girit adasının en doğu kısmında bulunmaktadır. Burada: 1984 yılında açılan bir arkeoloji müzesi de bulunuyor. Ayrıca: Folklor Müzesi var. Burada: Sitya halkının günlük hayatta kullanmış oldukları: dokumalar, tahta ve yerel kostümler ve eserler sergileniyor. Evet: bu şehir: güzel meyhaneleri, yiyecek içecek stantları, restoran, bar ve kulüp ve kafeteryaları ile, turizmin hizmetinde. Ayrıca: canlı gece hayatı ve güzel plajlar gerçekten harika.
EL GRECO MÜZESİ
Resmo yakınlarında “El Greco” isimli bir köyde. Bu kişi: yani El Greco, İtalya’nın Toledo şehrinde bulunan önemli bir kilisenin duvarına, boylu boyunca “İsa’ya Peygamberliğinin müjdelenmesi” resmini yapmış. O çalışması, bugün hala çok konuşulan ve kıymetli bulunan bir çalışma imiş. Adını taşıyan bu köydeki müzede ise: diğer resimlerinin kopyalarına yer verilmiş. Amaç: köyün turistik ve sanatsal değerlerini, o köyde yaşamış birinin sahip olduğu ün sayesinde arttırmak. Asıl adı: Domenikos Theotokopulos olan bu zat, “El Greco” diye anılıyor.
İspanyol olan ressam, 1540 yılında, Kandiye yakınlarında doğmuş. Sonradan, vatanı olarak benimsediği ve “El Greco-Yunanlı” diye anıldığı İspanya’da 1614 yılında ölmüş. Adı, bugün Velazquez ve Goya ile birlikte, İspanyol resminin ustaları arasında sayılıyor. Önemli eserleri arasında: “Orgaz Kontu’nun Toprağa Verilişi”, “Espolio”, “İsa’nın Vaftizi”, “İsa Çarmıhta”, “Teslis” ve “Apokalypsis Görüntüsü” bulunuyor. El Greco Müzesinin hemen yanında, Panayia Kilisesi adlı küçük bir yapı var. O da görülmeye değer, zamanınız varsa, oraya da uğramalısınız.
SONUÇ
Girit çok büyük bir yer. Burayı tam olarak keşfedebilmek için, asgari bir haftalık bir süreye ve bir araç kiralamanızı öneririm.
Yunan adaları genel özellikleriyle ilgili yazım.
Yunan adaları gezi planı hakkındaki yazım.