Şehir: 1949-1956 yılları arasında “Stalin” ismiyle bilinmiştir. Ülkemiz sınırlarına yakın, Karadeniz kıyısında tam bir tatil cennetidir. Yeşil ve mavinin birleştiği bir yer. Daha çok genç nüfusun yoğun olduğu ve eğlenmeyi bilen ve seven insanların diyarıdır.
VİZE
Bulgaristan ülkesine girmek için vize gerekiyor. Vize evraklarınızı, Bulgar konsolosluğuna, hareket tarihinizden en az 7-8 gün önceden teslim etmeniz şart, çünkü vize 7-8 gün sonra belli oluyor.
ULAŞIM
Varna şehrine otobüs ile ulaşmayı düşünürseniz, İstanbul-Varna arasındaki uzaklığı: 10 saatte alabilirsiniz. Şehir: ülkenin başkenti olan Sofya şehrine, 469 km. uzaklıktadır.
Elbette, şehirde havaalanı da var. Varna havaalanı (VAR): şehir merkezinin 8 km. batısındadır. Havaalanı ile şehir merkezi arasındaki ulaşım için, otobüs ve taksi kullanılır.
TARİH
Şehirde yapılan arkeolojik araştırmalarda yörede 12.000 yıl öncesine ait insan yerleşimi kalıntıları bulunmuştur.
1972 yılının sonunda, burada; MÖ.4500 yıllarından kaldığı düşünülen bir mezar bulundu. Mezarın içinde ise: 3010 objeden oluşan, toplam ağırlığı: 6 kg olan altın nesneler çıktı. Bu altın nesnelerin, bugüne kadar Avrupa kıtasında bulunan en eski işlenmiş altın objeler olduğu söyleniyor.
Mezar içinde: üzerinde, 990 adet altın boncuk bulunan (toplam ağırlık: 1.5 kg. dır), 40-50 yaşlarındaki ölü, dünyanın ilgisini çekmiştir. Cesedin hemen yanında, altından yapılmış bir ok bulunmuştur. Hatta: mezarın bulunduğu yer çevresinde yapılan araştırmalarda, buranın toplu bir mezar olabileceği değerlendirilmiştir.
1444 yılında, Osmanlı Sultanı II. Murat: buranın yakınlarında, Macaristan-Lehistan krallıklarının askeri güçlerinin ağırlıklı olduğu Haçlı Ordusunu, büyük bir bozguna uğratmıştır. Ama, bölge, 1389 yılında, Osmanlı egemenliğine girmiştir. Ancak: 1878 yılındaki “Berlin Antlaşması” sonucu, Osmanlı egemenliğinden ayrılarak, Bulgaristan Prensliği topraklarına katılmıştır.
1775 yılında, bir Fransız gezgin tarafından, Varna hakkında yazılanlar: 16 bin şehirli, 12 cami, 2 kilise ve 1 saat kulesi bulunmaktadır. Yani: Varna, 18’nci yüzyılda, şehir saatine sahiptir ve bu kule, aynı zamanda yangın kulesi olarak da kullanılmaktadır.
GENEL
Şehir: Karadeniz kıyısında; büyük Varna körfezinin sonundadır. Deniz kıyısındaki liman, Bulgaristan ülkesinde, Burgaz limanından sonra ikinci büyüklüktedir. Büyüklük olarak ise, Sofya ve Plovdin şehrinden sonra, Bulgaristan’ın üçüncü büyük şehridir.
Şehir, orman ve denizin birleştiği yerde kurulmuştur. Yani, muhteşem bir şehir göreceksiniz. Bölgenin her yerinde: ormanlar var. Özellikle: Frengen yaylası ve Avren yaylaları arasındaki derin vadi bölgesinde yeşil alanlar çoğunluktadır.
Şehirde: 350 bin kişi yaşamaktadır. Ancak, turizm sezonunda yani yazın, nüfus 1.5 milyona yaklaşıyor. Özellikle: Alman ve Rus turistler, şehri tercih ediyorlar.
Şehrin iklimi: Akdeniz iklimi özellikleri gösterir. Buna bağlı olarak, kışları kurak ve soğuk, yazları ise nemli ve oldukça sıcak geçer. Özellikle, Temmuz-Ağustos aylarında, güneş yaklaşık 10-11 saat, ziyaretçilerin güneşlenmesini sağlıyor. Soğuk Baltık rüzgarları burada görülmez. Deniz ise, inanılmaz derecede sakindir. Ancak: tehlikeli gel-git olayları olmaktadır.
Şehrin ekonomik etkinliklerinin başında: turizm ve şehir dışından üniversite okumak için buraya gelen öğrencilerin yarattıkları potansiyeldir. Çünkü, şehirde 6 tane üniversite bulunmaktadır. Ayrıca, şehirde “gemi inşa sanayi” etkindir.
OTOBÜSLER
Şehirdeki otobüsler: 05.00-23.00 arasında çalışmaktadır. Bilet ücreti: 1 levadır. (yani, Euro olarak düşünürseniz, 0.45 Euro yapıyor). Otobüse bindiğinizde, biletinizi inene kadar atmayın, çünkü sık sık kontroller yapılıyor.
TAKSİLER
Taksiciler, pek yardımsever değiller ve daha çok sizden alabilecekleri en fazla parayı düşünüyorlar. Ama, özellikle, uzak bölümlere gittiğinizde, örneğin: Golden Sans denilen bölgeye gittiğinizde, taksiye binmek isterseniz, binmeden önce mutlaka pazarlık yapmalısınız.
PARA BİRİMİ
Bu ülkede kullanılan para birimi: Bulgaristan her ne kadar Avrupa Birliğine girmiş olsa da, Leva. Levanın bir küçüğü para birimi: Stotinki’dir.
Leva’nın değişimi için, şöyle bir hesaplama yapılabilir: 1 Euro= 1.95 Leva veriyor. Yani: döviz bozdurmadan önce, birkaç yere sormanızı önereceğim. Çünkü: 1.60 ile 1.95 arasında verenler var.
Şehirde, para bozdurmaya kalkarsanız: cadde ve sokaklarda gezinenlere bozdurmamalısınız. Çünkü: gerek kur farkları ve gerekse sahte para olasılığı fazladır. Bence, döviz bozdurmak istediğinizde: özellikle banka veya döviz bürolarını tercih etmelisiniz.
Ama döviz bürolarının önünde de, bu şekilde, bir, iki ve hatta üç kişilik gurup halinde bekleyenler ve hatta Türkçe bilip, sizinle Türkçe konuşarak, dövizinizi yüksek kurdan bozmak istediğini söyleyen tiplerle karşılaşacaksınız.
Sakın inanmayın, ya yalan söylüyorlar ya da sahte para veriyorlar. Hatta, bunların yanına hiç yaklaşmayın, Türkçe konuşurlarsa cevap vermeyin, şehrin tek tehlikeli yerleri ve tipleri bunlardır.
Kredi kartı derseniz: bu ülkede kredi kartı hemen hemen hiçbir yerde geçmiyor. Yani: kredi kartı ile alışveriş yapmayı düşünmemelisiniz.
ÜNİVERSİTELER
VARNA TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
1962 yılında kurulmuştur. Üniversite bünyesinde, 1965 yılında, Araştırma Enstitüsü kurulmuştur. Günümüzde, burada, 500 civarında öğretim görevlisi, ve 7000 civarında öğrenci bulunmaktadır.
EKONOMİ VE TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTESİ
Üniversite, günümüzden 78 yıl önce kurulmuş ve bugüne kadar 40 binden fazla öğrenci mezun etmiştir. Üniversitenin mezunları: uzmanlar, yöneticiler ve işadamları olarak başarılı performanslar sergilemektedirler.
VARNA HÜR ÜNİVERSİTESİ
1991 yılında kurulmuştur. Özerk bir özel üniversite olarak öne çıkmaktadır.
DİL
Burada, Bulgarca konuşulmaktadır. Ancak: otel, tatil köyü ve restoran gibi turistik tesislerin birçoğunda: İngilizce, Almanca, Fransızca ve Rusça bilinip konuşulmaktadır. Ama en kötü yanı: Bulgarcanın “Kiril” alfabesinden oluşması ve bu yüzden birçok tabela gibi yazıların okunmasındaki zorluktur.
RESMİ TATİLLER
1 Ocak .Yeni yıl tatili
3 Mart. Milli gün (Bulgaristan’ın Osmanlı hakimiyetinden kurtuluş yıldönümü kutlanır)
1 Mayıs. İşçi bayramı.
6 Mayıs. Bulgar ordusu günü.
24 Mayıs. Bulgar Aydınlanması ve Kültürü ve Slav günü kutlamaları.
6 Eylül. Bulgaristan birleşme günü.
22 Eylül. Bağımsızlık günü.
25-26 Aralık. Noel.
ALIŞVERİŞ-NE SATIN ALINIR
Varna şehir merkezinde, alışveriş yapabileceğiniz birçok dükkan ve mağaza bulunuyor. Bu mağazalarda, birçok ürün, ülkemizden daha düşük fiyatlar satılıyor olabilir ancak, yine de araştırmanız şart. Şehirde, genellikle giyecek yani tekstil ucuzdur.
2008 yılının baharında, şehirde 3 büyük alışveriş merkezi açılmıştır. Bunlar: Grand, Pfohe ve Central Plaza Alışveriş Merkezleridir.
Son bir not: alışverişlerinizde, pazarlık yapmayı seviyorsanız, Varna şehri pazarlık için pek uygun değil. Yani, dükkan ve mağaza sahipleri, pazarlık olayına pek olumlu yaklaşmıyorlar.
NE YENİR-NE İÇİLİR
Otellerdeki kahvaltıda: peynir, zeytin ve domates bulabilirsiniz. Ayrıca, omlet tercihinde de bulunabilirsiniz. Bu ülkede ve dolayısıyla şehirde, yemek konusunda en ilgi çeken, gitmeden önce birçok ziyaretçiden duyduğum gibi, yemek porsiyonlarının çok büyük ve bol olması. İnanın: porsiyonlar o kadar büyük ki, inanamazsınız.
Yemeklerde, peyniri birçok yerde kullanıyorlar. Çünkü: peynirleri gerçekten lezzetlidir. Bulgar mutfağının en önemli yönü, tam bir kültür birleşimi olmasıdır. Bu birleşimde: Slav, Yunan ve Türk yemekleri bulunmaktadır. Ayrıca, Karadeniz’in taze deniz ürünlerini de, bolca bulabilirsiniz. Verimli çiftliklerde ise, organik sebze ve meyveler yetiştirilmektedir.
Yemek için: genellikle şehirde bulunan “happy gril” lokantalarını kullanabilirsiniz. Bunlar, diğer yerlere oranla daha uygun fiyatlı ve kaliteli yemekler sunmaktadırlar.
Su derseniz: şehirdeki çeşme sularının içilebilir olduğu söyleniyor. Ayrıca, şişe suyu olarak burada da “maden suyu” sattıklarını hatırlatmam gerek.
Şehirde önerebileceğim restoranlar
Old City
Burası: Cherno More Otelinin altındadır. Burada otururken, şehrin en renkli caddesini de izleyebilirsiniz.
BMS
Burada, tipik Bulgar yemekleri bulabilirsiniz.
Hapy Bar and Gril
Burada: tipik yemekler yanında, fast-food yiyecekler ve tavuk yemeklerinin spesiyallerini öneririm.
GECE HAYATI-GECE KULÜPLERİ
Varna şehrinde, çılgın gece eğlenceleri var. Bu gece kulüpleri her ne kadar görünüm olarak, gözünüze fazla pahalı gibi gelebilirse de, çekinmeden girebilirsiniz ve girdiğinizde o kadar da pahalı olmadıklarını göreceksiniz. Şehir merkezindeki gece kulüpleri, yaz döneminde deniz kıyısında, sahil kesiminde aynı isimle, yazlık mekanlarını açıyorlar. Hatta: sahil kesiminde, dip dibe yerleşen bunlardan herhangi birine gidip, çılgın eğlenceleri yaşayabilirsiniz.
Gece eğlenceleri yanında, bu şehirdeki “Casino” lar da öne çıkıyor. Black Sea Hotel casino’sunu, meraklılarına önerebilirim. Eğer daha pahalı ve kaliteli bir yerlerde kumar oynamak isteyenler olursa: bunlar da, “Golden Sand” bölgesindeki otellerin casino’larını tercih etmelidirler. Özellikle: “İnternational Otel” tercih edilebilir. Kaliteli bir yerdir.
Gece kulüplerinden önerebileceklerim şunlardır
Ultra
Şık bir gece kulübüdür. Lüks, zarif ve modern bir atmosfer var. Oturma kapasitesi 200 kişiliktir. Her gün çeşitli programlar sunuluyor.
Disco Club “İn The Zone”
Özellikle, gençler tarafından tercih edilmektedir. Müziğin mükemmel ses kalitesi önem kazanmaktadır. Bazen, burada ünlü müzisyenler canlı müzik yapıyorlar. Erotik gösteriler de düzenleniyor.
TURİZM
Şehirde: 17 km. uzunluğundaki sahil kesiminde: 35 bin yatak kapasiteli, 5 ayrı otel bulunmaktadır. Ayrıca, yine sahil boyunca: yeşillik alanlar, 4 marina, sıcak kaplıcalar, mineralli çamur banyoları, sağlık merkezleri bulunmaktadır.
Şehirde, ziyaretçiler için: çok eğlenceli kıyı alanı ve yaya bölgesi bulunuyor. Özellikle: gece eğlenceleri muhteşemdir. Çünkü: gerek dışarıdan gelen turistlerin yaş ortalamasının 30 civarı gibi genç bir ortalamada olması ve gerekse şehirde üniversite gençliğinin bulunması, burada, özellikle gece eğlencelerinin muhteşem olmasını sağlamaktadır.
Olur a, “bungee jumping” denemek isterseniz: şehirdeki 50 metre yükseklikte olan, Asparuhov köprüsü, bunun için ideal ortam sunmaktadır.
GEZİLECEK YERLER
VARNA KATEDRAL
1880-1886 yılları arasında yapılmıştır. Odessalı mimar Maas tarafından tasarlanmıştır. 1910 yılında Papa tarafından kutsanmıştır. Varna şehrinin sembolüdür.
Yapının içinde görülmesi gereken yerler: duvar resimleri, vitraylar, piskopos tahtı ve incelikle oyulmuş ikonostasislerdir. Yapının çan kulesine, 133 basamak dar ve spiral merdiven tırmanarak çıkarsanız, buradan şehrin muhteşem manzarasını izleyebilirsiniz.
FESTİVAL VE KONGRE-KÜLTÜR MERKEZİ
Şehir: konferanslar, kongreler, bilimsel ve iş forumları için dünyaca ünlü bir mekandır. Burada bulunan çok sayıdaki otelde, çok fonksiyonlu salonlar bulunmaktadır. Bu salonlarda: sözünü ettiğim etkinlikler için, her türlü hizmet ve imkanlar sunulmaktadır.
Büyük salonda, 1000 katılımcı oturma kapasitesi bulunmaktadır. Ayrıca: simültane, projeksiyon ve ses ekipmanları vardır. Daha küçük bir salonda ise, 250 kişilik oturma kapasitesi, tiyatro salonunda 100 izleyici kapasitesi ve modern bir basın merkezi bulunmaktadır. Ayrıca merkez içinde, restoranlar ve kafeteryalar da bulunuyor.
SEA SİDE PARK
Şehrin en büyük parkıdır. Sahildedir. Parkın ilk yapılışı: 1878 yılına kadar gitmektedir. Park içinde: Astronomik Gözlemevi bulunuyor. Burada: gözlem seansları düzenleniyor. Ayrıca: kaplıca tarzı banyolar, Ulusal Denizcilik Müzesi, Doğa Tarihi Müzesi ve Akvaryum var.
ULUSAL DENİZCİLİK MÜZESİ
Bulgar denizciliğinin temeli: 1879 yıllarına kadar inmektedir. Aynı yıl, Rus deniz subayları tarafından, Bulgar deniz gücü oluşturulmuştur. Bu müze: 1923 yılında kurulmuştur. Başlangıçta, şehirdeki Deniz Harp Okulu içinde iken, 1956 yılında, Sea Garden içinde “Villa Diana” ya taşınmıştır. Müzede görebilecekleriniz: deniz silahları koleksiyonu, ilk mayın tarama gemisi. Eserler: 12 salonda sergilenmektedir. Müzenin en önemli eseri olarak öne çıkarılan: 1912 yılındaki Balkan Savaşında, ülkemize ait “Hamidiye” gemisini batıran “Drazki torpido botu” tur. Bot: kendi türünde, günümüze kadar korunarak gelebilmiş tek gemidir.
VARNA AKVARYUM
1984 yılında açılmıştır. Burada: Karadeniz, tatlı su, tropikal balıklar ve su organizmaları bulunuyor.
DOLPHİNARUİM
Sea Garden içindedir. Burada: yunus balıkları tarafından yaklaşık 40 dakika süren gösteriler sergileniyor. Bu gösterilerde: deniz canlılarının, muhteşem gösterileri izleyenleri büyülüyor. Hatta: 1992 yılında, bir yunus balığının burada doğduğu söyleniyor. Yani, o ölçüde, yunuslar, kendilerini burada doğal ortamlarında gibi hissediyorlar.
ROMA HAMAMLARI
Bölgenin Roma dönemindeki ismi “Odessos” idi. Hamam yapısının korunarak günümüze gelmiş bölümlerinin büyüklüğü, burada kurulu şehrin zenginliği ve büyüklüğünü ifade etmektedir. Yapı: kubbelidir ve yüksekliği, 20 metre civarındadır. Kalın duvarları: 5-6 kat, katı kil tuğla ile örülmüştür. Yerleşim alanı ise, yaklaşık 7000 m. karedir. MS.2’nci yüzyılda inşa edilmiştir. MS.3’ncü yüzyılın sonuna kadar kullanılmış ve sonra terk edilmiştir.
VARNA ARKEOLOJİ MÜZESİ
Müze binası: Bulgar mimar Petko Momchilov tarafından tasarlanmıştır.
Müzede: günümüzde, yaklaşık 55 bin eser sergilenmektedir. Burayı ziyaret ederseniz: orta çağ ve antik dönemlere ait: Trakya kültürü, Slav ve Bulgar çanak-çömlek ve takılarını görebilirsiniz. Bunlara ilaveten: mezar taşları koleksiyonu çok zengindir.
ETNOĞRAFYA MÜZESİ
Müze: 1974 yılında açılmıştır. Müzede sergilenenler: el sanatları, giysi, mücevherat. Ayrıca: yörenin geleneklerine ait objelerde sergileniyor. Örneğin: yeni yılın ilk günlerinde, çocuklar tarafından kullanılan: popcorn, şekerlemeler, kurdelalar var. Bunlar: yeni yılda, sağlık, mutluluk ve başarı istekleri için kullanılırmış.
Yapıda: bir antre, misafir odası, yatak odası, mutfak bulunuyor. Yani: 19’ncu yüzyılın zengin bir evinin tüm ihtişamı sergileniyor.
VLADİSLAV VARNENCHİK PARK-MÜZE
Bu müze: 15’nci yüzyıldaki bir olaya atfen düzenlenmiştir. 10 Kasım 1944 tarihinde; ağırlığı Macarlardan oluşan bir Hıristiyan Haçlı ordusu: burada, Türklerle yaptığı savaşta (Varna savaşı) büyük bir bozguna uğramış ve birçoğu yaşamını yitirmiştir. Hatta: Macaristan ve Polonya kralları da ölmüştür.
Park: burada yaşamını yitiren Hıristiyanlar adına inşa edilmiştir. Park içinde, çeşitli anıtlar var
VARNA HALOCLİNE NEKROPOL
Varna gölünün kuzey kısmındaki Nekropol, 1972 yılında keşfedilmiştir. Yaklaşık 5000 yıllık olduğu düşünülmektedir. Buradan yola çıkılarak, burada, bir zamanlar Güney Doğu Avrupa’nın gelişmiş bir medeniyetinin yerleştiği anlaşılmaktadır. Buradaki mezar kazılarında bulunanlar: seramik araçlar, bakır süslemeler, altın objelerdir. Ayrıca: bu 200 mezar kazısında, çeşitli masklar da bulunmuştur.
KÜÇÜK SARAY
Varna yakınlarındaki küçük saray: 1886 yılında yapılmıştır. Egzotik bitkiler olan küçük bir park içindedir.
Yapının inşasında görev alan mimarlar: Viyanalı Rumpelmeyer, İsviçreli Meyer ve Lazarov’dur. Burası: Kral Ferdinand ve III. Boris tarafından yazlık konut olarak kullanılmıştır. Sonuç olarak: yapı 18’nci yüzyıl Fransız saraylarını anımsatıyor.
VARSAYIM KİLİSESİ
Bu kilise, ülkede, Sofya’da bulanan St. Alexander Nevsky Katedralinden sonra ikinci büyüklüktedir. Kilise: 1884-1886 yılları arasında, Osmanlı egemenliğinden kurtuluşları onuruna yaptırılmıştır. Mimarı: Gencho Kunev. Modern Bizans mimarisi ağırlıktadır. İç bölümdeki: vitraylar dikkati çekmektedir. Kilise: 1949-1950 yılları arasında boyanmıştır.
BELOGRADCHİK KALESİ
Bulgaristan ülkesinin en iyi korunmuş ortaçağ kalelerindendir. Kalenin bulunduğu yerde, ilk yapı Romalılar döneminde yapılmıştır. Kuzeybatı ve güneydoğu bölgesindeki duvarların uzunluğu: 70 metredir. Diğer bölümler ise, yüksek kayalar ve uçurumlar ile çevrilidir. Yani, doğal koruma var.
Yapı: başlangıçta, gözetleme amacı ile yapılmıştır. 14’ncü yüzyıla gelindiğinde ise, Bulgar Çar Ivan Stratsimir tarafından genişletilerek savunma amacı da taşır hale getirilmiştir. Hatta, bölgenin en önemli kalelerinden biri olduğu da söylenebilir. 1396 yılına gelindiğinde, kale, Osmanlılar tarafından ele geçirilir. 19’ncu yüzyıl başında, kalede, Osmanlı genişletme çalışmalarının izleri görülür.
BOYANA KİLİSESİ
Kilise: Vitosha dağı eteklerindedir ve ortaçağ dönemi yapısıdır. Yaklaşık 750 yıllık olduğu tahmin edilmektedir. Özellikle, iç bölümdeki resimler ve freksler görülmeye değerdir. Bu resimler arasında: Kral Konstantin ve Kraliçe İrina, aziz ve şehitlerin resimleri görülmektedir. Resimler, 13’ncü yüzyılda, yani Avrupa Rönesansı’ndan 200 yıl önce, burada yapılmış olmaları nedeniyle, doğu Hıristiyanlığının sanatını ifade etmektedirler.
CHİLİFKA
Şehir merkezine 50 k m. uzaklıktadır. Yörede: bir köy var ve köyün içinde, restoranlar bulunuyor. Ancak, en ilgi çeken yer: bir çiftlik bulunması. Hemen çiftliğin girişinde: iki antika buharlı traktör ilgi çekiyor. İç kısımda ise, bir avlu var. Bölgedeki evlerin biri ise, müzeye dönüştürülmüş ve içinde, köyde kullanılan malzemeler sergileniyor. Ayrıca: bazı hayvanlar, çiftlik içinde serbestçe dolaşıyorlar. Burada, canlı müzik eşliğinde, muhteşem yemekler yiyebilirsiniz. Sonuç olarak: burası, doğa ile iç içe olabilmek için yaratılmış bir yer. Yani: Bulgarlar, kalabalık batı ülkelerinden gelen insanların, doğa ile baş başa olabilmeleri için böyle bir ortam yaratmışlar ve gayet güzel satıyorlar.
GOLDEN SANDS
Şehir merkezinin 17 km. kuzeyindedir. Burada: ağaçların bittiği yerde, hemen deniz başlıyor. Sahil şeridinin uzunluğu: 3.5 km. genişliği ise, 100 metredir. Kumsal: ince, altın sarısı kumludur. Burada ayrıca: şifalı suların bulunduğu kaplıcalar da var. Buranın bir diğer özelliği: deniz meltem rüzgarlarını almasıdır. Bunun sonucunda: Temmuz ve Ağustos ayları, aşırı sıcak ve nem olmuyor.
Kumar meraklıları, buradaki otellerin casino’larını ziyaret edebilirler. Bunun dışında: burada, belki dikkatinizi çekecektir, ücreti karşılığı, sahilde masaj yapan bayanlar var. Denemenizi öneririm.
ST.CONSTANTİNE VE HELENA
Bulgaristan ülkesinin en eski sahil beldesidir. Şehir merkezine 8 km. uzaklıkta, kuzeydedir. Burası: nispeten küçük ve gözlerden uzaktır. Sahil: ince kumludur. Sualtı dalış ve balıkçılık yapılmaktadır.
RİVİERA
Şehir merkezine 17 km. uzaklıkta, kuzeydoğudadır. Park içinde: birçok bitki türü bulunmaktadır. Sakin koylarda, lüks bir atmosfer sunulmaktadır. Burası: genellikle iş turizmi ve kongreler için mükemmel olanaklar sunmaktadır.
ALBENA
Burası, tam bir cennet gibidir. Burada: tertemiz bir deniz suyu ve 7 km uzunluğunda, 150 metre genişliğinde: mavi bayraklı sahil bandı bulunmaktadır. Deniz sığdır. Koyun çevresi: derin bir bitki örtüsü ile çevrilidir.
ŞEHİR YAKINLARINDA GEZİLECEK YERLER
ALADJA MANASTIRI
Bulgaristan ülkesinin Karadeniz sahilindeki en önemli manastırıdır. Şehir merkezine 14 km. uzaklıktadır. Burada: yumuşak kum taşlarına oyulmuş keşiş mağaraları ve şapel hücrelerini görebilirsiniz.
Manastır kompleksi, günümüzde 40 metre yüksekliktedir. Burada: özel bir kilise, mezarlar, mutfak, yemek odası, hücreler, rahiplerin mekanları görülebilmektedir. Manastır: 18’nci yüzyılda keşişler tarafından terk edilmiştir.
POBİTİ KAMANİ-TAŞ ORMANI
Varna şehrinin ova kesiminde yani batıda bulunmaktadır. Buradaki taş sütunlar: 6 metre yüksekliktedir. Bunlar: birçok fosil (midye, salyangoz gibi) barındıran kum taşı taşlardan oluşmaktadır. Burası bulunduğu ilk anda, yıkık bir tapınak olarak düşünülmüş, ama daha sonra yapılan incelemelerde, buranın jeolojik bir oluşum olduğu anlaşılmıştır.
BALÇIK-BOTANİK BAHÇESİ
Burası, muhteşem bir park oluşumudur. İçinde: Nook Sarayı bulunmaktadır. Ayrıca: 3000’den fazla bitki türü görülür. Sonuç olarak: yalnızca Karadeniz kıyısında Akdeniz bitki örtüsü bitkileri değil, dünyanın birçok bölgesinde gelişen bitkilerin, burada da geliştiği görülmektedir. Özellikle: gül bahçesi ve kaktüs bahçesi, önde gelmektedir. Farklı bitki türlerinin, tür sayısının 250 olduğu söyleniyor.
KALİAKRA-BURUN
Burası, Karadeniz kıyısına doğru, 2 km uzanan ve bu yüzden “burun” olarak nitelenen bir yerdedir. Burada: 14’ncü yüzyılda, Helen döneminde, Kaliakra isimli bir kale bulunduğu söyleniyor. Anlatılan bir efsaneye göre: kale, Osmanlılar tarafından kuşatılır ve kalenin erkeklerinin birçoğu ölür. Bunun üzerine, kalede kalan 40 kadın, ölümü seçmeye karar verirler. Bunlar: el ele tutuşarak, yüksek kayalıklardan denize atlayarak ölürler.
İngiltere Londra Gezi planı; Şehri gezmenin en uygun yolu: gezinize turistik yerlerden başlamaktır. Bu önemli yerleri gördükten sonra: daha az gezilen sokaklara dalıp, şehrin daha ince ve gizli kalmış güzelliklerini görebilirsiniz.
Şehri görmenin en iyi yolu: yürüyerek dolaşmak ya da iki katlı otobüsün tepesinden seyretmektir. Yürürken, zaman kaybetseniz bile, ilginç şeylerle karşılaşma olasılığınız da artacaktır. Bir parkın, hiç ummadık köşesinde, güzel bir heykel görebilirsiniz. Veya, iki yüzyıldır değişmemiş bir sokağa sapabilir, yürüyüş yapabilirsiniz.
Gezi harcamalarınızı planlarken: birçok müzeye ve turistik mekana girişin ücretli olduğunu unutmamalısınız.
WESTMINSTER VE WHITE HALL
TRAFALGAR SQUARE VE MALL
İngiltere Londra Gezi planı; Gezimize: şehrin merkezi olarak kabul edilen: Trafalgar Square’den başlıyoruz. Şehirde: uzaklıklar genellikle, meydanın yanındaki: Charing Cross’tan ölçülüyor.
Meydanı süsleyen aslan heykellerinin ve çeşmenin çevresinde: her zaman hareketlilik var. Bu hareketlilik: bazen güvercin besleyen turistlerin kalabalıklığı, bazen de şehirde yaşayan çeşitli insanların ve partilerin, çeşitli konulardaki gösterileri olabiliyor.
TRAFALGAR SQUARE (MEYDANI)
İngiltere Londra Gezi planı; Şehrin kalbindeki bir buluşma noktasıdır. Meydan: ismini, İspanya’nın güneybatısındaki Trafalgar Burnu açıklarında, 1803 yılında yapılan ve Amiral Nelson’un Napoleon’u tarihten sildiği zaferden almıştır.
İşte: Nelson’un daha önce, 1798 yılında kazandığı Aboukir (Ebu Hur) deniz zaferi de, İngiltere’nin, dünya denizlerine hakim olduğunu perçinleyen, Avrupa ve dünya tarihinin dönüm noktalarından biri olmuştur.
Amiral Nelson: 1798 yılında, Fransızlara karşı yaptığı bir deniz savaşında, sağ kolunu kaybetmiş ve İngiltere’de bir süre tedavi görüp iyileştikten sonra, tekrar görevinin başına dönmüştür. Savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu. Çekilen Fransız donanması, Akdeniz’de idi. Nereye gidecekleri ise meçhuldü.
Bir türlü bilgi alınamıyordu. Oysa, Fransız gemileri, Napolyon’un emriyle, rotalarını Mısır’a çevirmişlerdi.
Akdeniz’de, ateşli bir kovalamaca başlar. İngilizler, Fransızları kovalamaktadırlar. 1 Ağustos 1798 günü, İngiliz ve Fransız donanmaları, İskenderiye önlerinde karşılaşırlar. Çatışma sonunda, Napolyon’un filosu darmadağın olur, çoğu batar veya esir alınır.
Ama yine de Napolyon, iki gemisi ile bölgeden savuşur. Akka kalesine saldırır, ancak Cezzar Ahmet Paşanın kuvvetleri karşısında yenilir ve 1799 yılında, bir gemiye atlayarak, Fransa’ya geri kaçar. Ardında bıraktığı Fransız ordusu ise, İngilizlere teslim olur.
İşte, bu zaferin ardından, Osmanlı Sultanı III. Selim: Amiral Nelson’u, Osmanlıya yardımlarından dolayı tebrik eder ve “Murassa Nişanı” ile ödüllendirir. Ayrıca, bir kısım başkaca hediyeler de gönderir. III. Selim’in, bu değerli hediyeleri halen Londra civarında, İngiliz Deniz Harp Okulunun bulunduğu Greenwich şehrindeki İngiliz Deniz Müzesinde teşhir ediliyor.
Amiral Nelson, Padişahtan aldığı bu nişanı, önemli törenlerde, göğsünden hiç eksik etmemiştir. Hatta, 1805 yılında, yapılan ünlü Trafalgar savaşında, Napolyon’un ipini çektikten sonra, savaşta aldığı yaralardan dolayı, sancak gemisinin ambarlarının birinde, son nefesini verirken, üniformasındaki, üç nişandan biri, bu ay yıldızlı, zarif Osmanlı nişanı imiş.
Bunları niye anlatıyorum?
İngiltere Londra Gezi planı; Osmanlı devleti, herkesin çöktü dediği bir dönemde dahi, yabancı generallerin göğsüne bir nişan taktığı zaman, bu, dünya tarihine geçen bir olay oluyor, bu yüzden, bunları yazdım ve bilmenizi istedim. Trafalgar meydanında gezerken, bunları düşündüğünüzde, eminim ki, gurur duyacaksınız.
Evet, gelelim bugünlere. Günümüzde, geleneksel yılbaşı kutlamalarının vazgeçilmez adresidir. Meydanın tam ortasında: Amiral Lord Horatio Nelson için dikilmiş “Nelson Column” görülebilir. Bir kolon üzerinde, Amiral Nelson heykeli. Ama: 52 metre yüksekliğinde bir kolon üzerindeki bu heykeli görmek için, biraz çaba sarf etmeniz gerekiyor.
Niye, çünkü, 52 metre yükseklikte. Peki, heykel niye bu kadar yüksekliğe dikilmiş? Söylentilere göre: Amiral, büyük kahramanlıklar yaptığından, heykelin dikilmesi icap etmiş. Ancak: zamanın valisi, Amiral “gey” olduğu için, “Nelson’un heykelini dikin ama görüp de sinirlenmeyeyim” demiş ve bunun üzerine Nelson’un heykeli, bu kadar yüksek bir sütun üzerine dikilmiş.
Sütun üzerindeki heykelin: Porsmout bölgesine baktığı söylenir. Bunun sebebi: Porsmout bölgesinin, İngiltere donanmasını merkezi olması ve Amiral gemisi olan, güvertesinde hayatını kaybettiği “Hsm Vıctory” gemisinin Porsmouth’da duruyor olması.
Meydanda: South Africa House, Uganda House ve Canada House gibi, büyük kamu binaları arasında, en görkemlisi: Britanya’daki en iyi Avrupa sanatı koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapan “National Gallery” dir.
NATİONAL GALLERY (MİLLİ GALERİ)
İngiltere Londra Gezi planı; Özel sergiler dışında, buraya giriş ücretsizdir. Muhteşem bir resim sergisidir. Tek kelime ile, nefes kesici bir yer. Her gün açık, ancak açık bulunduğu saatler bazen değişebiliyor, gitmeden önce mutlaka açık bulunduğu saatleri kontrol etmelisiniz.
Burada: 1230 yılından, 1900 yılına kadar, 2300’ün üstündeki resim ile, Avrupa’daki tüm resim okullarının çalışmaları sergileniyor. Birçok sanatçının başyapıt resimlerini, burada görebilirsiniz.
Galerinin koleksiyonu: 1824 yılında, ülke adına satın alınan 38 adet tablodan sonra günümüze kadar olan süreçte , 2000’i aşan eseri kapsayacak kadar genişlemiştir. Burada sergilenen, dünyanın en iyi Batı Avrupa koleksiyonu, 4 bölüme ayrılmıştır. Bunlar: Sainsbury kanadı, batı kanadı, kuzey kanadı ve doğu kanadı.
Her bölümde: eserler, resim okullarına göre ayrılarak sergileniyor.
Sainsbury kanadı:
1991 yılında eklenmiştir. Bölümde: 1260-1510 yılları arasından kalma resimler sergileniyor. Eserler arasında: Leonardo da Vinci’nin “Kayalıkların Bakiresi” ile Botticelli’nin “Venüs ve Mars” tabloları bulunuyor.
Batı kanadı:
Tiziano’nun “Bacchus ve Ariadne” ve Genç Holbein’in “Elçiler” tablolarının da aralarında bulunduğu; 1510-1600 yılları arasında yapılmış eserler sergileniyor.
Kuzey kanadı:
Bu bölüm: 17.yüzyıl resimlerine ayrılmıştır. Bu bölümde sergilenenler arasında: Rubens’in “Le Capeau de Paille” ve Jan van Eyck’in “Giovanni Arnolfini ve Karısı” tablolarını ve Rembrandt’ın Kendi portresini görebilirsiniz.
Doğu kanadı:
Ana girişin sağındadır. Burada: 1700-1920 arasında dönemdeki eserler sergileniyor. Constable ve Gainsborough gibi İngiliz ressamlar ile, Monet, Van Gogh, Cezanne ve Renoir gibi Empresyonistlerin eserleri burada sergileniyor. Vincent’in “Ay çiçekleri” tablosunu görebiliyorsunuz. Yanında da “Buğday Tarlası” resmi var.
Tüm bunların yanında: burada neler bulabilirsiniz?
Tüm yaş gurubu çocukları, burada kendi başyapıtlarını yaratabilirler. Şehrin merkezi yerindeki bu alanda: bir kahve veya bir kadeh şarap içebilirler veya brunch, çay yada akşam yemeği yiyebilirler. Özel hediyeler, uzman kitap ve resimlerin baskılarını satın alabilirler. Müzik galerisinde, canlı müzik dinletilerini yaşayabilirler. Film galerisinde ise, muhteşem filimler izleyebilirler.
Evet, burası, yılda 4-5 milyon kişi tarafından ziyaret edilmektedir.
Evet, burayı gezdiniz. Buranın hemen arkasında: National Portrait Gallery var.
NATIONAL PORTRAID GALLERY
İngiltere Londra Gezi planı; Özel sergiler dışında, buraya giriş ücretsizdir. Burası: Britanya tarihinin, önde gelenlerinin portrelerinin sergilendiği bir galeridir. 1856 yılında kurulmuştur. Koleksiyonda: 9000 portre bulunmaktadır. Bunlar arasında: kraliyet ailesinin üyelerinin portrelerinin yanı sıra, Chaucer, Pepys, Nell Gwynn gibi Britonların ve Mick Jagger ve Davit Beckham gibi modern zamanların ünlülerinin portreleri de bulunuyor.
Evet, meydandaki gezimize devam ediyoruz. Meydanın doğusunda: güzel bir kilise var.
ST. MARTİN-İN-THE-FİELDS
Giriş ücretsizdir. Burada, özellikle ücretsiz olarak düzenlenen öğle konserlerini mutlaka dinlemelisiniz. Mekan: New England’ın kuleli kiliseleri için model oluşturmuştur. Günümüzde kilisenin kriptasında bir kafe ve merkezinde ise, kitap, müzik ve hediyelik eşya mağazası var.
Admiralty Arch’ın, güney tarafında, St.Jame’s Park’a kadar uzanan: Mall Bulvarı bulunuyor.
ST. JAME’S PARK
İngiltere Londra Gezi planı; En eski ve en büyük kraliyet parkıdır. Fransa’da sürgündeyken, çok beğendiği formel bahçelerini, ülkesinde de yaratmak isteyen, II. Charles tarafından yaptırılmıştır.
Bu zarif parkın, bir zamanlar, ortasında bir cüzam bakımanesinin de bulunduğu, bir bataklık olduğunu düşünün, inanamayacaksınız. Krallar ve çevresindeki kişiler, 1532 yılında, VIII. Henry’nin, bu parkta, bir geyik parkı ve daha sonra St. James Sarayı olacak bir av evi inşa ettirmesinden beri dolaşmaktadırlar.
I. James, içinde pelikanlar, timsahlar ve günde bir galon şarap içen bir filin bulunduğu bir hayvanat bahçesi de kurdurmuştur. Ancak: biraz önce söylediğim gibi: II. Charles: Paris yakınlarındaki Versay’dan etkilenerek, parkı yeniden dizayn ettirir.
İçinde yüzebildiği bir kanal yaptırır. Bunlara ek olarak, kuş kafesi yolunu ve çakıl taşı döşeli, Mell oynadığı kapalı alanı yaptırır. Mell, bir tür Fransız oyunudur ve krikete benzer.
Daha sonra, IV. George, bahçenin keskin Fransız hatlarını, İngiliz tarzına uyacak şekilde yumuşatır.
Sonuçta, burası, 7 hektarlık, içinde çok dallı, tomurcuklu, yayvan bitkilerin, kıvrımlı patikaların bulunduğu, tüm romantiklerin favorisi olan bir park haline getirir.
Parkın:
Horse Guards’dan, Buchingham Sarayı’na uzanan yolundan yürüyün. Gölün üzerindeki köprünün tam ortasında durduğunuzda; doğudaki Whitehall’un kubbelerini ve kulelerini, batıda ise Buckhingham’ı görebilirsiniz.
Duck Island’daki kuş sığınağı: çeşitli su kuşlarıyla, pelikanlara ev sahipliği yapıyor. Kaz ve pelikanlarla dolu bir gölet. Burada: Die Another Day, Match Point ve 101 Dalmaçyalı gibi filimler çekilmiş.
Şehir insanı, buraya sık sık piknik yapmaya gidiyorlar. Buraya: yanlızca, bir sandviç yemek veya şezlonglara oturup müzik dinlemek için bile uğrayabilirsiniz. Karşınızdaki ördeklerle dolu göledin arkasında; bir saray üçlüsünü görebilirsiniz.
Bunlar: Westminster Sarayı, St. Jame’s Sarayı ve Buckhingam Sarayıdır. Bu arada: park, kuşlar için önemli bir göç hedefi ve yaşam noktası durumundadır.
İki adet, full-time çalışan, ornitologist (kuşlar üzerine çalışan bilim adamları), 45 türden, binden fazla kuşla ilgilenmektedirler. İncir ve söğüt ağaçlarının arasında, ördek adasında yaşayan pelikanlar, Rus Sefirinin, II. Charles’e, pelikan hediye etmesiyle başlamıştır.
Green Park’tan hemen önce, Mall’un kuzeyinde: St. Jame’s Place bulunuyor.
ST. JAME’S PLACE
İngiltere Londra Gezi planı; VIII. Henry tarafından bir avcı köşkü olarak 1532 yılında yaptırılmıştır. Burası: günümüzde, Galler Prensi’nin, Londra’daki evi ve ofisi olarak kullanılıyor. Buckhingam’ın, 1837 yılında, kraliyet sarayı olmasından önce, bu görevi, St. Jame’s Place üstlenmiştir.
Günümüzde: burası, hala “St. Jame’s Kraliyet Sarayı” olarak biliniyor. Saray: halka açık değil. Yine de, bu Tudor tarzı yapıyı, dışarıdan inceleyebilirsiniz ve semti gezebilirsiniz.
Evet, sırada: Buchingham Sarayı var.
BUCKİNGHAM SARAYI
Buraya giriş ücretlidir. Londra’nın en bilinen simgelerinden biridir. Zaman zaman: kraliçeye ev sahipliği yapan, sarayın bayrağı göndere çekilmişse: unutmayın, kraliçe sarayda demektir.
Saray: 1702 yılında, Buckingham Dükü için yapılmıştır. 1825 yılında ise: John Nash tarafından, yeniden tasarlanmıştır. 1837 yılından günümüze kadar, kraliyet üyelerinin Londra’da yaşadıkları yerdir.
Yapının: 1913 tarihli ön cephesi, en yeni bölümüdür. Cephenin soğuk mimari yapısı, hep eleştirilmiştir. İç mekanında da pek sıcak bir hava sunulmamaktadır. Yine de, yapı, nefes kesici özelliklerini korumaktadır.
Evet, saray: yangından zarar gören Windsor Castle’ın onarımı için para toplanması amacıyla: ilk olarak, 1993 yılında, kısmen ziyarete açılmıştır.
Muhteşem kraliyet koleksiyonundan seçmelerin sergilendiği, küçük, modern bir ek yapı olan “Queen’s Gallery” yakın bir tarihte yenilenerek, 2002 yılında ziyarete açılmıştır. Giriş ücretli.
Galeride: dünyanın en iyi sanat kolleksiyonerlerinden biri olan Kraliçe’nin aralarında: Leonardo da Vinci’nin çizimlerinin ve Holbein ile Van Dyck’in portrelerinin de olduğu 9000 eserden oluşan koleksiyon sergileniyor.
Buckingham Palace Road’dan yukarı çıktığınızda, kraliçenin atlarının bakım gördüğü “Royal Mews”e ulaşacaksınız.
Burası;
kraliyet ailesinin özel günlerde kullandıkları at arabalarının ve diğer araçların saklandığı bir yer. Buradaki atlar: eğer resmi bir görev için kullanılıyorsa, o gün bu bölüm ziyarete kapalı olabiliyor. Bunun dışında, ziyarete açık.
Ahırda: kraliyet gelinlerini taşıyan, Glass Coach ile taç giyme gibi önemli törenlerde kullanılan Gold State Coach’un da aralarında bulunduğu at arabalarını görebilirsiniz.
Evet,
saray denilince, akla hemen burada, muhteşem bir seromoni haline dönüşen muhafızların nöbet değişimi geliyor. Tam bir tören havasında gerçekleştirilen bu töreni mutlaka izleyin, mutlaka zaman ayırın.
Evet, bu tören, İngiltere ülkesinin en önemli törenlerinin başında geliyor. Mutlaka görmelisiniz. Tören: yaz ayları boyunca, her gün, kış aylarında ise, günaşırı düzenleniyor. Ancak, hava yağmurlu ise, iptal ediliyor.
Törenin oluşumu şöyle oluyor: Saat: 11.15-11.20 gibi: St. Jame’s Palace’taki eski muhafız yerinden ayrılıp: Mall’dan yürüyerek, Buckhingam Sarayı’nın eski muhafızıyla buluşur ve 11.30’da gelecek olan yeni muhafız beklenir.
Yeni muhafız: bandosu ile birlikte, Wellington Barrack’tan gelir.
Değişim töreni:
sarayın anahtarlarının teslimi ve Buchingham ile St.Jame’s saraylarındaki muhafızların yer değiştirmelerinden oluşuyor.
Törenin bu bölümlerinde, bando, popüler melodiler çalar. Anahtarların teslimi, 12.05’de tamamlandığında, eski muhafız, Wellington Barrack’a döner. Yeni muhafız St.Jame’s kolu ise, Mall’dan yukarı çıkarak, St. Jame’s deki yerini alır.
PLACE OF WESTMİNSTER
İngiltere Londra Gezi planı; İngiltere Londra Gezi planı; nehrinin kıyısındadır. Saray denilince, elbette İngilizler, burayı da turizme açmışlar. Avam kamarası ve Lortlar kamarası bölümleri, Parlamentonun tatil olduğu günlerde, turistlerin ziyaretlerine açıktır.
Elbette, bu ziyaretler ücretlidir. Ancak, yine, buraları görmek istiyorsanız, yoğun talep var, erken saatlerde gitmeli veya rezervasyon yaptırmalısınız.
Gelelim, tarihi sürece. Victoria döneminin Neo-Gotik yapısı; şehirdeki en etkileyici yapılardan biridir. Orijinal saray: yaklaşık 1065 yılında, Aziz Edward tarafından yaptırılmıştır. Takip eden 400 yıl boyunca da; kraliyet ailesinin evi olarak kullanılmıştır.
Sarayın:
Ortaçağdan kalan tek bölümü; 1099 yılında yapılan, Westminster Hall’dur. Tüm parlamentoların anası. Burada: I. Edward’ın modeline göre: 1295 yılında, ilk parlamentonun temeli atılır. Parlamentonun üyelerini, şehir halkı tarafından seçilmiş kişiler, lortlar ve din adamları teşkil etmekte imiş.
Daha sonra, bu sistem: Avam Kamarası (Parlamentonun seçilmiş üyeleri) ve Lortlar Kamarası (Seçim yolu ile gelmeyen, devletin ve kilisenin üst düzey kişileri) şekline dönüşür. VII. Henry’nin reformist parlamentosu (1529-1536), parlamento üzerindeki kilise hakimiyetine son verir ve Avam Kamarasını, Lortlar Kamarasından, daha güçlü hale getirir.
5 Kasım 1605 yılında, İmparatorluk ve binası parlamentoyu yok etmeyi hedefleyen, Katolik suikasdi yaşanır.
1834 yılında; pek akıllı olmayan biri: bodrum katındaki ısıtma odasında bulunan ahşap çubuklardan kurtulmak istemiştir. Bu çubuklar üzerine eskiden: çentik atılarak, paraların, borçların veya malların kaydı tutulurmuş.
Tabii bu kurtulma hadisesi sonucu çıkan yangın, kısa sürede yayılarak, ortaçağ sarayının büyük bir bölümüne zarar vermiştir. Bazıları: bu yangının, bu hantal ve derme çatma yapıyı, yeniden yapabilmek için, iyi bir imkan olduğunu düşünmektedirler. 1860 yılında: yapı, yeniden tamamlanır.
Bu inşaat aşamasında: Sir Charles Barry öne çıkar. Barry’nin yardımcısı olan Augustus Pugin: etkileyici Gotik dekorasyonun yaratıcısıdır. Ancak, tasarımları yüzünden aklını kaybederek, yapıtının tamamlanmasını göremeden hayatını kaybetmiştir.
Nehrin arkasındaki tüm cephe: yöneticilerin heykelleriyle donatılmıştır. Lortlar sol, Avamlar sağ tarafta yer aldılar. Şayet, parlamentoda bir oturum varsa, Victoria kulesinde bir bayrak asılıdır ve oturum gece ise, Big-Ben kulesinin üstünde, bir ışık görülür.
Yapıda:
Yalnızca, “Avam Kamarası” ile “Lortlar Kamarası” halka açıktır. Fakat: Avam Kamarasına giderken, ortaçağdan kalma “Westminster Hall”un içinden geçiyorsunuz, buraya göz atabilirsiniz. Burası: çeşitli yargılamaların yapıldığı bir yer. Burada: Sir Thomas More, Guy Fawkes ve I. Charles yargılanmıştır.
Evet, yine şehrin simgelerinden olan ve çoğu kimse tarafından bilinen “Big-ben” saat kulesi de burada.
BİG-BEN SAAT KULESİ
İngiltere Londra Gezi planı; Londra şehrinin en ünlü turistik yerlerinden biridir. Hatta, birçok kişi için, Londra şehrinin sembolüdür.
Onun kulesini, kocaman saat kadranını ve de bütün kuleye ismini veren, her saat başı, şimşek gibi sesini duyuran çanını, herkes çok sever. Özellikle: gece, saatin ışıklı yüzleri bir başka görünür.
İçinde asılı olan çanı: 13.5 ton ağırlığındadır. Saat başlarında, güzel melodisi ile, saati haber verir. Saat kulesinin adı: çanın döküldüğü, 1859 yılında, işletme müdürü olan Sir Benjamin Hall’den geldiği sanılmaktadır.
Ama, adın kaynağının, dönemin ünlü boksörleri Benjamin Caunt olduğu da iddia ediliyor. Saat: 1 saniye hassasiyetindedir. Saatin mekanizması, 1854 yılında tamamlanmasına rağmen, kulenin, yapımı bitene kadar, yani 4 yıl boyunca çalıştırılmamış.
Evet, nehrin diğer yakası. Parliament Squadre’ın tam karşısında, dünyanın en büyük ileri teknoloji ürünü olan dönme dolap bulunuyor.
BRİTİSH AİRWAYS LONDON EYE (OBSERVATION WHEEL)
İngiltere Londra Gezi planı; Country Hall bölgesindedir. Thames nehrinin kıyısındaki Country Hall’un dışında, Westminster Sarayının karşı tarafında bulunuyor.
Şehrin en başta gelen turistik yerlerinden biridir. Dev bir dönme dolaba benzeyen, bir gözlem tekerleğidir. Dünyanın en uzun gözetleme çarkıdır. Londra’daki, dördüncü en uzun yapıdır.
Tasarımı: mimarlar, Davit Marks Julia Barfield, Malcom Cook, Mark Sparrowhawk, Steven Chilton tarafından yapılmıştır. Yapı: 2000 yılında tamamlanarak hizmete girmiştir. 5 yıllık bir süre için inşa edilmiştir. Çünkü: yapıldığında, şehrin görüntüsünü bozduğu gerekçesiyle, yoğun protestolara hedef olmuş.
Ancak, yalnızca, geçen yıl, yani 2009 yılında, 25 milyon Sterlin kar etmiş. 2000 yılından, yani açılışından bu yana, yaklaşık 40 milyon insan tarafından kullanılmış. En fazla ilgiyi ise: İspanyol, Fransız ve İtalyanlar göstermiş. Bu yüzden, bir turistik simge olmayı başarmış. Şehrin simgesi olarak kalmasına karar verilmiş.
Yüksekliği 135 metre ve ağırlığı ise 1600 ton.
Çevre uzunluğu: 424 metredir. 32 kapsülden oluşuyor. Çalışmaya başladığı zaman, 800 yolcusunu, yarım saat süren bir gezintiye çıkarıyor. Havanın açık olduğu bir günde: tüm yönlerde “Windsor Kalesi” ne kadar, 40 km. uzaklıklar görülebiliyor.
Gezi çarkının bir turu, yaklaşık 30 dakika sürüyor. Dönüş boyunca, manzara olağanüstü ve sürekli değişiyor. Şehir ayaklarınızın altına seriliyor. Muhteşem bir güzellik, mutlaka deneyin. Burası her gün açık, ancak rezervasyon gerekiyor. Paraya kıyıp, buraya binin ve muhteşem fotoğraflar çekin.
Evet, gezimize devam ediyoruz. Nehrin kenarında: Millbank’te bulunan “Tate Gallery” ye, Parliament Square’den yürüyerek ulaşabilirsiniz.
TATE GALLERY
İngiltere Londra Gezi planı; nehri kıyısında, kullanılmayan bir trafoda bulunuyor. Özel sergiler dışında giriş ücretsiz. Muhteşem bir galeri. Gallery: 16.yüzyıldan günümüze dek uzanan, National Collection of British Historic Painting’e ev sahipliği yapıyor.
Burada bulunan koleksiyonun gözde parçaları arasında: Constable’ın ünlü “Salisbury Cathedral Manzaraları”, Joshua Reynolds’un “Portreler”i, Hogart’ın 18.yüzyılda, düşkünlerin hayatını betimlediği tabloları, Stubb’ın manzaraları ve spor sahneleri bulunuyor. Bunun dışında: özellikle: Dali, Matisse ve Picasso’nun çalışmalarını, burada görebilirsiniz.
Beş yıl içinde, 20 milyon ziyaretçi tarafından ziyaret edilmiş. Kalıcı ve geçici sergiler için toplam 7 katta, ayrı ayrı mekanlar var. Türbin Holü: Tate’in en önemli yeri konumundadır. Ekim ve Mart ayı arasında, her yıl, görevlendirilmiş bir sanatçı tarafından Türbin Holü’nün bütününde bir sergileme yapılıyor.
Ana binanın bir uzantısında: Clore Gallery bulunuyor.
CLORE GALLERY
İngiltere Londra Gezi planı; Burası: Covent Garden doğumlu, Turner’in 282 yağlıboya tablosu ile 20.000’i aşkın, diğer yapıtlardan oluşan, koleksiyonun sergilenmesi amacıyla yapılmış.
WESTMİNSTER ABBEY
İngiltere Londra Gezi planı; Burada: taç giyme törenleri düzenleniyor. Ayrıca: kraliyet mozolesine ev sahipliği yapılan ulusal bir mabet. Burada: krallar ve kraliçelerin yanı sıra, ülkenin önde gelen devlet adamları, müzisyenleri, askerleri, bilim adamları ve edebiyatçılarının cenazeleri yatıyor.
Yapının içindeki yüksek Altar: son 900 yıldan beri yapılan bütün taç giyme törenlerine ve kraliyet düğünlerine tanıklık etmiş. Ayrıca: burada, günümüzde halen ibadet yapılıyor.
Evet, kiliseyi gezebilirsiniz. Batı kapısı doğrudan 31 metre yüksekliğindeki nefe açılıyor. Yanından geçeceğiniz ilk mezar: adsız askere aittir. “Tomb of the Unknown Warrior”.
Büyük devlet adamlarının ve kraliyet üyelerinin yattığı Abbey’de: en çok ziyaret edilen mezar “bilinmeyen bir askere” aittir. Üzerinden yürünmesi yasak olan tek mezar da, budur. Kraliyet alayı bile, mezarın çevresinden dolaşır.
On birinci ayın, on birinci günü, on birinci saatte: bütün İngiliz ulusunun, iki dakikalığına sessizliğe büründüğü Anma Gününde: Abbey’in, ön avluları, savaşta ölen insanlar ve hayvanlar için bırakılan gelincikler ile kırmızıya boyanıyor.
Bölmenin öbür tarafında:
Gladstone gibi önemli başbakanların mezarlarının bulunduğu “Statesmen’s Corner” var. Yüksek Altar’ın çevresi, kraliyet mezarlarına ayrılmıştır. Saatin ters yönünde yürüyerek ilerlediğiniz zaman: sırasıyla: I. Edward, II. Henry, II. Edward ve II. Richard’ın mezarlarını görebilirsiniz.
Coronation Chair, Altarın tam ortasındadır. Meşeden yapılmış olan bu büyük ve eski taht, 1307 yılından bu yana, kral ve kraliçenin taç giydiği yerdir.
Kilisenin iç tarafındaki “Chapel of Henry VII “, Bath Şövalyeleri Tarikatına ait gösterişli sancak ve bayraklarla dekore edilmiştir. Şapelin duvar işçiliği ve ahşap oymaları, son derece etkileyicidir. VII. Henry burayı, gömüleceği yer olması amacıyla, 1503 yılında yaptırmıştır.
Evet, saatin ters yönünde yürümeye devam ediyorsunuz: Şapelin çevresinde sırasıyla I. Elizabeth ve I. Mary gömülüdür. İki kraliçe, kardeş olmalarına rağmen, hiç anlaşamamışlardır. Mary: idam etmek niyetiyle, Elizabeth’i “Tower of London”a hapsetmiştir. Ayrıca: VII. Henry’nin yanı sıra, Stuartlardan II. Charles’inn, III. Williams’ın ve İskoçya Kraliçesi Mary’in mezarları buradadır.
HÜKÜMET BİNALARI
İngiltere Londra Gezi planı; , Parliament Square ve Trafalgar Square arasında uzanan, hükümet binalarının bulunduğu alandır. Adını: VIII. Henry’nin yaptırdığı “Palace of Whitehall”den alıyor. Benqueting House, sarayın, günümüzde ayakta kalan tek yapısıdır.
Byridge Street’ten dönüp, Parliament Street üzerinden yürüyün, Hazine’nin 19.yüzyıldan kalma merkez binasını göreceksiniz. Bu ihtişamlı binanın, 3 metre altında, Churchill’in savaş yıllarındaki komuta merkezi olan “Cabinet War Rooms” bulunuyor. Bu karargah, bir zamanlar büyük bir gizlilik içinde korunmuş. Ama günümüzde, buranın içine de girebilmek mümkün.
Nerden mi? Whitehall yakınlarındaki King Charles Street üzerinde bulunan, Clive Steps’ten girilebiliyor.
Hemen yakınlardaki: “No.10. Downing Street”: 1735 yılından buyana, Başbakanlık ofisi ve evi olarak kullanılıyor. Pek de gösterişli olmayan 10 numaralı bu binayı sokaktan görebiliyorsunuz. Ön kapısında bir polis memuru nöbet tutuyor. Bu polis de olmasa, parmaklıklar ardındaki bu evin, sıradan bir ev olduğunu düşünmemek mümkün değil. Tabii bir de, bizim ülkedeki bu tür konutlar ve ihtişam, hemen gözlerinizin önünden mutlaka geçecektir.
Parliament Street’in, dünya savaşlarında ölenlerin anısına dikilen anıtta (Cenotaph) buluştuğu noktada; Whitehall başlıyor. Biraz ileride ise “Banqueting House” bulunuyor.
BANQUETİNG HOUSE (ZİYARET EVİ)
İngiltere Londra Gezi planı; Burası, gerçek anlamda, İngiltere’nin ilk Rönesans binası. Londra’daki en görkemli salondur. Ayrıca; meşhur Whitehall Sayından, geriye kalan tek kısımdır ve Londra’nın, beyaz porlant taşı ile kaplanmış ilk binasıdır.
1619-1622 yılları arasında inşa edilen bu binanın dizaynı: İnigo Jones tarafından yapılmıştır. Aslında, inşa edilen, yalnızca ziyaret salonudur. Buranın altında, kral, küçük toplantılar yapar, üstte de abartılı törenler düzenlermiş.
Yapının en çarpıcı özelliği: I. Charles’in isteğiyle, Rubens’in yaptığı tavan resmidir. Rubens, 1634-1636 yılları arasında, Antwerp şehrinde yaşarken, bu resimleri yapmıştır. Bu dokuz adet resim: sembollerle İskoçya ve İngiltere’nin birleşmesini ve akıllıca bir yönetimin faydalarını gösterir. Bu iş karşılığında Rubens’e, 3000 Sterlin ödenmiş ve şövalye unvanı verilmiştir.
I. Charles, 1649 yılında, bu binanın önünde, boynu vurularak idam edilmiştir. I. Charles’in, St. James sarayından çıkıp, babası tarafından inşa ettirilen ve kafasını kesileceği bu muhteşem salona, sakin bir şekilde, yürüyerek gelişini düşünmek, insanın tüylerini ürpertiyor.
Bu saray:
sahiplerine, biraz da kötü şans getirmiş. Cardinal Thomas Wolsey, o denli gösterişsiz bir yaşam sürmüş ki: sonunda VIII. Henry’nin gözünden düşmüş. Henry, buraya taşınıp, burasını kendisinin ve kendisinden sonra gelecek kralların resmi ikametgahı haline getirir.
Ancak, daha önce anlattığım gibi, I. Charles’in kafası burada kesilir. III. William, burada nemli nehir havasından kaynaklanan sağlık sorunları yaşar. 1698 yılında, yine bir yangın, Tudor binası yok olur ve geriye yalnızca, bugün görülebilen, bu ziyafet salonu kalır.
Whitehall’un batısında bulunan “Atlı Muhafızlar”; geleneksel görevlerini, günümüzde de yerine getirmektedirler. Whitehall’un, 1698 yılındaki yangında yıkılmış olmasına ve St. Jame’s Palace’ın artık kraliyete ev sahipliği yapmamasına rağmen, bu nokta, hala kraliyet saraylarının resmi girişi olarak kullanılmaktadır.
Nöbet değişim töreni: Pazartesi-Cumartesi arasında: saat: 11.00’de, Pazar günleri ise: 10.00’da yapılıyor.
STRAND BOYUNCA
İngiltere Londra Gezi planı; Aziz Edward zamanında açılan bir yolun üzerinde bulunan Strand Caddesi (kıyı yolu): Westminster ile City of London arasında uzanıyor.
1293 yılında, Kastilya’lı Eleanor’un cansız bedeninin taşındığı ve yol boyunca, 12 haçın dikildiği ( bunlardan biri, günümüzde Charing Cross’tur) güzergah burasıdır.
Günümüzde ise burası: mağaza ve tiyatro binalarıyla dolu. Savoy Hotel gibi mimari harikaların bulunduğu bir cadde. Otelin önündeki yol: Britanya’da, trafiğin sağdan aktığı tek yerdir.
ST.MARY-LE-STRAND
Bİngiltere Londra Gezi planı; urası bir kilise. 1724 yılında yapılmış. Yolun sağ tarafındadır. Motorlu araçların kullanılmaya başlanmasından sonra, yolun genişletilmesiyle, bu kilise, işlek trafiğin tam ortasında, bir adacığın üzerinde kalmıştır.
COURTAULD İNSTİTUTE GALLERİES
İngiltere Londra Gezi planı; House’tadır. Etkileyici sanat koleksiyonunda; 14., 15 ve 16.yüzyılların, dinsel konulu başyapıtlarının, 17.yüzyıl İtalyan ve 20.yüzyıl Britanya sanatının yanı sıra, Rubens, Cranach, Brueghel ve Botticelli gibi ustaların, en önemli eserleri var.
Strand’e, paralel uzanan, nehrin daha yakınındaki “Embankment”ta, da trafik yoğun oluyor. Ancak, manzarası için, buraya inmenize değer, mutlaka gidin.
EMBANKMENT
İngiltere Londra Gezi planı; Londra şehrinin en eski, açık hava anıtı burada bulunuyor. Bu anıt: 21 metre uzunluğunda, Mısır dikilitaşı. Assuan’dan getirilmiş. MÖ.1475 yılından kalma, “Cleopatra’s Needle” anıtı.
Bu anıtın bir eşi: Amerika’da, New York City’de, Central Park’tadır.
Mısır Hidvi: 1819 yılında, bu anıtı buraya hediye etmiş. Ancak: İngilizler, bu anıtı, yattığı yerden dikey pozisyona getirmek için tam 59 yıl beklemişler.
Anıtın, önce Parlamento binasının önüne dikilmesi gündeme gelmiş. Ama, buranın yeterince güvenli olmadığı ortaya çıkmış. Günümüzdeki haliyle, dikilitaşın alt kısmındaki sfenksler, yanlış tarafa bakar halde yerleştirilmişler.
Evet, gezimize devam ediyoruz. Nehrin hemen karşısında: Waterloo Bridge yakınlarında, Avrupa’nın en büyük, sanat kompleksi olan “South Bank Centre” var.
SOUTH BANK CENTRE
Burada: Hayward Gallery, Natıonal Theatre, Royal Festival Hall ve National Film Theatre bulunuyor.
CITY OF LONDON
Burası bir bölge. Eskiden halk burada yaşarmış. İşine buraya gidermiş, eğlenmeye buraya gelirmiş. Tabii, şehir büyüdükçe burası da genişlemiş. II. Dünya savaşında ise, Alman bombardımanı, buranın dokusunu yok etmiş.
Bir zamanlar: cıvıl cıvıl pazarların kurulduğu, kafelerle dolup taşan City bölgesi; günümüzde, gökdelen şeklindeki yapılar ve tek yönlü sokaklarla dolup taşmış ve eski özelliklerini kaybetmiş. Her şeye rağmen, City bölgesinde yürüyerek gezerseniz, mutlaka ilginizi çekecek güzellikleri keşfedebilirsiniz.
Günümüzde, City bölgesi: iş dünyasının merkezidir. Haftanın, beş günü: 300.000 den fazla çalışan, bu bölgeye gelip gider. Bu bölge, günümüzde “Square Mile” olarak bilinmektedir. Burada: insanoğlunun, parayla olan her türlü uğraşısı, yürütülmektedir. Bu yoğun çalışan kalabalığı; her gün, saat: 17.00-18.00 gibi evlerine döner ve geride, yalnızca 6000 kişinin yaşadığı, bir hayalet kasaba kalır.
City bölgesini, hafta sonunda ziyaret etmeyi düşünüyorsanız, gitmemenizi öneririm. Çünkü: burayı, çalışma saatleri içinde, pubların ve restoranların dolu olduğu anlarda görmelisiniz. Hafta sonlarında, burası, öylesine boştur ki, bazı kiliseler bile Pazar günleri kapanıyor.
LEGAL LONDON
Şehrin hukuk merkezidir. Şehrin tam sınırındadır. Burada: Strand üzerinde bulunan ve 19.yüzyıldan kalma bina: “Royal Courts of Justice” olarak isimlendirilir ve bir sarayı andırır.
Birkaç metre aşağıdaki Fleet Street’in tam karşısında: Temple olarak bilinen yer var.
TEMPLE
Burası, bir zamanlar: avukatların ve geleceğin avukatlarının yaşadığı yerlermiş. Temple adını: 12. ve 13.yüzyıllarda, haçlı seferlerine katılan ve burada yaşamış olan Templier Şövalyelerinden almıştır.
1185 yılında yapılmış olan Temple kilisesi, ziyarete açıktır. 16.yüzyıldan kalma “Middle Temple Hall” ise ziyarete açıktır.
ST. PAUL’S CATHEDRAL
St. Pauls bölgesindedir. Londra şehrinin imajını belirleyen mimari eserlerden biridir. Bu mekanın en büyük özelliği: Prens Charles ile Prenses Diana’nın düğün törenlerinin burada yapılmış olmasıdır. Avrupa’nın en geniş üçüncü katedralidir.
Gelelim, yapının yapımı hikayesine. 1663 yılında: Sir Christopher Wren’den: 500 yılı aşkın bir süredir ayakta duran Old St.Paul’s Cathedral’ı tamir etmesi istenir. Ancak: Wren; yapının baştan aşağı yenilenmesi gerektiğinde ısrar eder.
Yalnız, bu önerisi kabul edilmez. Daha sonra ise: 1666 yılındaki büyük yangın sonucu, yepyeni bir katedralin yapımı gündeme gelir. Ancak yine sorun çıkar. Çünkü: Wren’in tüm olanakları: yalnızca insan ve makara gücüdür. Bu nedenle, çalışmalar yavaş ilerler.
Parlamento buna sinirlenir. Bunun sonucunda, zaten yetersiz olan, yıllık gelir, yarıya düşürülür. Sonunda, yapı, 1711 yılında, Wren 37 yaşında iken tamamlanır. Ancak: daha önce ilk kez, MS.604 yılında kent kralı Ethelbert tarafından yapılan ve takip eden tarihi süreçte, üç kez yıkılan ve bir kez de yanan kilise: Wren tarafından, taştan yaptırılır.
Evet, bu muhteşem yapının yapımı ile ilgili, bu kısa hikayeyi anlatmayı gerekli gördüm. Çünkü: bu yapının hangi şartlarda yapıldığını bilip te izlemeniz gerek.
Bu arada: Wren, bu kilisede gömülü. Katedralde bulunan sade mezarının, mezar taşında: oğlu, şu anlamlı, Latince kitabeyi yazdırmış. “ Ey okuyucu, burada yatanın anıtını arıyorsan, çevrene bir bak”
Wren’in tasarımlarının tipik özellikleri: ölçü ve düzendir. Katedralin içi: olağanüstü güzelliktedir. Koro mahalli, dövme demirden yapılan koro bölmesi ile kapılar ve tabii ki dev kubbe, öne çıkıyor.
Yapının yüksekliği:
111 metre. Roma’da, San Pietro’dan sonra; dünyanın en büyük kubbesidir. İlk kata çıkabilirsiniz. Burada: 33 metre ileride fısıldanan bir şeyi bile, net olarak duyabiliyorsunuz. Muhteşem bir akustik yaratılmış. 627 basamaklı merdivenin tepesine çıktığınızda ise: City’nin baş döndüren manzaralarını görebiliyorsunuz.
Evet, katedral içinde geziye devam ediyoruz. Burada da: ünlü anıtlar ve mezarlar bulunuyor. Wellington Dükü ile Lort Nelson’un mezarları burada. Eski katedralin yıkıntılarından kurtulan “John Done” heykelini de görmelisiniz. Bu şahıs, katedralin başrahibi olan ünlü bir şair.
Heykel üzerinde, 1666 yılındaki büyük yangından kalma, yanık izleri var. Amiral Lort Nelson, Wellington Dükü, Sir Winston Churchill gibi şahısların cenaze törenleri de burada yapılmıştır. İçerisi; İngiltere’nin meşhur kişilerinin heykelleri ve anıtları ile dolu.
Katedralin girişindeki kasaya: oldukça yüklü bir giriş ücreti ödeniyor. Pazar günleri ise, yalnızca ayin yapılıyor.
BARBİCAN
City’nin kuzeyinde bulunuyor.
BARBİCAN ARTS AND CONFERENCE CENTRE
İngiltere Londra Gezi planı; Burası: bir sanat ve konferans merkezidir. Ancak: mimarisi beğenilmiyor. Ancak: bu merkezde: resim galerileri, tiyatro sahneleri, sinema salonu, barlar ve restoranlar var ve bunlar gerçekten kusursuz yapılar. Burada, ayrıca: Royal Shakespeare Company ile Londra Senfoni Orkestrası bulunuyor.
Buradaki diğer bir bölüm: Museum of London.
MUSEUM OF LONDON
Galeriler: Londinium döneminden, günümüze kadar, başkentin gelişimini anlatıyor. Roma döneminden, II. Dünya Savaşının hava saldırılarına ve Millenium Dome’a kadar geçen zamanın geride bıraktıklarını, burada görmek mümkün. Müzenin koleksiyonlarında: bir Roma mutfağı, Roma surlarından bir parça, vebayı haber veren çan, Newgate Hapishanesinin eski kapısı, Belediye Başkanının altın yaldızlı arabası, Victoria döneminden bir dükkan, Selfridges’den bir asansör ve hava akınlarından korunmak üzere tasarlanmış bir Anderson sığınağı bulunuyor.
FİNANCIAL CİTY
City bölgesinde, ticaret hayatının kalbi: “Bank of England” da atıyor. Binanın penceresiz duvarları, yeraltından üç kat aşağıdan başlayarak, yerden yedi kat yukarılara yükselir. Burası: ülkenin altın rezervlerinin bulunduğu yer. Banka, günümüzde halka açık olmasa da: İngiliz para biriminin ve bankanın olaylı tarihini anlatan müzeyi, ücretsiz olarak ziyaret etmek mümkün.
Bank of England’ın hemen yanındaki kule: “Stock Exchange” yani Borsa binasıdır. Caddenin hemen karşısında göreceğiniz, gösterişli bina ise, 1844 yılı yapımı; “Royal Exchange” dir. Yani: kraliyet borsasıdır.
TOWER OF LONDON’IN ÇEVRESİ
TOWER OF LONDON (TOWER HİLL)
Şehrin, en önemli tarihi yapısıdır. Tower Hill bölgesindedir. Thames nehrinin kuzey kıyısında bulunan tarihi bir yapıdır. Tarih fanatiklerinin cenneti olarak biliniyor. Burası aslında, bir yapılan kompleksi. Ancak, esas kule denilen yer: 1078 yılında, I. William tarafından yaptırılan ve “Beyaz Kule” olarak isimlendirilen bir yer.
Kule: dörtgen biçimli yapısı ile öne çıkıyor. Kulenin yapılış amacı ise: bir kale, kraliyet sarayı ve saray suçlularının tutulacağı bir tutukevi olarak kullanılmak. Ayrıca, bu kule, bir zamanlar, idam ve işkence merkezi, cephanelik, devlet hazinesinin korunması, hayvanat bahçesi, darphane ve gözlemevi olarak kullanılmış.
Evet, 12.yüzyılda, tahta geçen, kral Aslan Yürekli Richard, kulenin çevresini, güçlü duvarlar ile kapattırır ve çevresine bir hendek kazdırarak, içini su ile doldurtur. Diğer krallar döneminde de, kule, bakım ve onarım görür. Hatta, bir süre, kule, kraliyet ailesinin ikametgahı olarak da kullanılır.
Evet, kale: yaklaşık 900 yıllık geçmişi boyunca: kraliyet sarayı, korkunç bir hapishane ve idam yeri olarak kullanılmıştır.
Evet, tahmin ettiğiniz gibi, buranın geçmişi kanlı olaylarla dolu. 19.yüzyılda: Wellington Dükü: surların dışındaki hendeği doldurarak, bahçeye çevirttirmiş.
Tower’ın surlarında:
Yeomen Warder denilen nöbetçilerden 41 kişi bulunuyor. “Beefeaters” olarak da bilinen bu eski askerler: Tudor kostümü giyiyorlar ve gün boyunca ziyaretçilere, eğlenceli ve ilgi çekici bilgiler veriyorlar. Burayı: yılda, 2 milyondan fazla kişi ziyaret ediyor. Bu nedenle: kalabalığa yakalanmamak için, buraya erken saatlerde gitmelisiniz. Şubat ayında, Crown Jewels sergisi ziyarete kapanıyor ve giriş ücretlerinde indirim yapılıyor.
Geziniz sırasında geçeceğiniz “Traitor’s Gate”: Thames nehri, geriye taşınmadan önce, Tower’ın nehir kıyısındaki girişi imiş. Ülkeye ihanet etmekle suçlananlar bir kayıkla, buraya getirilirlermiş. Geleceğin kraliçesi, I. Elizabeth, annesi Anne Boleyn gibi kuleye hapsedilmiştir. Kapının üzerinde: 13.yüzyılın sonlarında, krala ev sahipliği yapmış olan, I. Edward’ın Sarayı bulunuyor. Burası: İngiltere’nin, ortaçağdan kalan tek sarayıdır.
Hemen karşıda göreceğiniz “Bloody Tower (kanlı kule)” adını: Britanya tarihinin, belki de, en korkunç olaylarından almıştır. III. Richard, yeğenleri olan Edward ile Richard’ı: 1483 yılında, buraya getirmiş ve daha sonra iki kardeşten haber alınamamıştır.
İki yüzyıl sonra ise; civarda, iki çocuk iskeleti ortaya çıkarılmıştır. Burada hapsedilen bir başka ünlü ise: I. James’e suikast düzenleyeceği iddiası ile tutuklanan Sir Walter Raleigh’dir.
Tower Green:
altı kraliyet üyesinin boyunlarının vurulduğu yerdir. Bu kişiler arasında: VIII. Henry’nin 2 eşi, Anne Boleyn ile Catherine Howard ve “Dokuz günlük kraliçe” Lady Jane Grey var. Sir Thomas More gibi, halktan kişiler ise: kulenin, Tower Hill üzerindeki surların önünde, yaklaşık 200.000 kişilik bir kalabalığın önünde idam edilmiştir.
Güzel ama bir yandan da kasvetli olan “St Peter ad Vincula” şapelini ziyaret edebilirsiniz. İdam edilen ünlülerin başsız bedenleri, burada gömülüdür. Daha sonra: “Crown Jewels” sergisini gezebilirsiniz. Bu sergide: mücevher koleksiyonundaki parçaların büyük kısmı: II.Charlles döneminden kalmadır.
Burada bulunan: Aziz Edward Tacı: II. Charles’in taç giyme töreni için yapılmıştır. O tarihten günümüze dek, her törende kullanılmaktadır. 2 kilogramlık taç: ağırlığından dolayı, ilk fırsatta, İmparatorluk Tacı ile değiştirilir. Tacı süsleyen: 3259 mücevher arasında: Kara Prens yakutu ile Afrika’nın “İkinci Yıldızı” da bulunuyor.
White Tower’de:
“Royal Armouries” denilen yerde: zırh koleksiyonu bulunuyor. Burada: VIII. Henry’nin büyük zırhı ile, I. Charles’in savaş kıyafeti gibi kulenin geçmişiyle doğrudan ilgisi olan objeler sergileniyor.
VI. Henry’nin öldürüldüğü: Wakefield Tower’ı gezebilirsiniz. Mahkumların hava almaları için çıkarıldıkları “Wall Walk’ta dolaşabilirsiniz. Bu arada: Tower’ın ünlü kuzgunlarını da mutlaka görmelisiniz. Kuzgunlar: kuleyi terk ederlerse, hem kulenin hem de İngiltere’nin çökeceğine inanılır. O yüzden, bu kuzgunlara gayet iyi bakılıyormuş. Ayrıca: uçup gitmemeleri için de kanatlarının uçları kesiliyormuş.
Kulenin üzerinde: Tower Bridge uzanıyor.
TOWER BRİDGE
Londra şehrinin en büyülü yerlerinden biridir. Paraya kıyıp, içine mutlaka girin ve sıradan bir köprüyü, İngilizlerin nasıl pazarladıklarına şahit olun. Köprü: Thames nehri üzerindedir. Londra kulesine yakın olduğu için, kule köprüsü olarak da isimlendirilir.
Köprü: 1894 yılında, hizmete açılmıştır. Yüksek seviyede, iki yatay yürüyüş yolu ve aşağıda bir araba yolu ile birbirine bağlanmış iki kuleden oluşmaktadır. Gotik taş işçiliğiyle, göze çarpıyor. Victoria döneminden kalma.
Bir mühendislik harikasıdır. Yapımı: 8 yıl sürmüştür. Yapıldığı dönemde: köprü kanatlarının açılması, hidrolik bir düzenle sağlanırken, günümüzde, elektrikli bir sistem kullanılıyor. Kulenin başına asansörle çıkılıyor veya 300 basamak merdivenle çıkmak mümkün.
43 metre yükseklikte, bir podyum var, buradan manzara muhteşem. Evet, köprüye çıkınca: nehrin nefes kesen manzarasını görebilirsiniz. Köprünün tarihine ilişkin sergiyi: Tower Bridge Museum’da görebilirsiniz.
WEST END
Her ne kadar, batı ucu anlamına gelse de; West End, şehrin uç kısımlarında değil, ortasındadır. Tiyatro salonları, gece kulüpleri, büyük mağazalar, şık oteller ve en iyi restoranların bir çoğu, bu semtte toplanmıştır.
Dünyaca ünlü caddeler : Oxsford Street ve Piccadilly Street: bu semtin kuzey ve güney sınırlarını oluşturuyor.
PİCCADİLLY
Piccadilly Circus: neon ışıklarının bir yüz yıldan uzun süredir yandığı bir yer olarak öne çıkıyor. Bu ünlü ve işlek kavşak: araç trafiğine kapandıktan sonra, turistlerin ve sokak müzisyenlerinin uğrak yerlerinin başında gelmeye başlamıştır.
Geceleri ve hafta sonlarında: son derece kalabalık ve gürültülüdür.
Ünlü “Eros Heykeli”: 1893 yılından yani dikildiği günden bu yana burada bulunmaktadır.
EROS HEYKELİ
Hayırseverliği nedeniyle: Shaftesbury Kontuna adanmış olan heykelin: Hıristiyan yardımseverliğinin meleğini temsil etmesi düşünülmüş ancak, heykel, zaman içinde, Yunan mitolojisinde, cinsel aşkı simgeleyen “Eros” olarak yorumlanmıştır.
Shaftsbury Avenue’ye dönük olması gereken heykel, o kadar hoş taşınmıştır ki: bu kadar az hasar görmesi, büyük bir mucizedir. Heykel, Victoria dönemi insanlarını rahatsız etmesine rağmen: günümüzde, Londra’nın en önemli sembollerinden biri haline gelmiştir.
Piccadilly caddesi: Piccadilly Circus’ı, Hyde Park Corner’a bağlıyor. Havayolu şirketlerinin, mağazaların ve otellerin bulunduğu, 500 metrelik caddenin ortasında, kare şeklindeki, tuğlalı kule: “St.Jame’s Church” hemen göze çarpıyor. Ünlü sanatçı Wren’in yapıtlarından olan bu kilisede: elişi ve antikaların satıldığı bir Pazar ve bir cafe bulunuyor.
Caddenin hemen karşısında: 17.yüzyıldan kalma, Burlington House bulunuyor.
BURLİNGTON HOUSE
Bu yapı: 300 yıldan beri, şehrin en seçkin sergi mekanıdır. Burada: Royal Academy of Arts var. Düzenli olarak, uluslar arası sergiler düzenleniyor. Geçici sergiler ve çağdaş sanatçıların katıldığı “Summer Exthibition”, her yıl binlerce sanatseveri buluşturuyor.
Picadilly’nin bir başka ünlü yapısı: taze meyve ve sebzelerin satıldığı “Fortnum and Mason” dur. Burada: yakın iseniz, mutlaka bir öğleden sonra çayı içmelisiniz.
Piccadily: Hyde Park Corner’da bitiyor.
HYDE PARK CORNER
Burası kraliyet parklarının en ünlüsüdür. Çünkü: yeri merkezidir ve çok büyüktür. Ayrıca: cazip köşeleri bulunmaktadır.
Parkın “Marble Arch “ köşesinde: Speakers Corner var. Burası: eskiden, halk gösterilerinin yapıldığı, kalabalık dinleyici kitlesinin hiç eksik olmadığı tarihi bir yerdir. Günümüzde ise, söyleyeceği bir şeyi olan insanlar, Pazar sabahları buraya gelirler.
Dinlenmekten sıkılırsanız: Hyde Park’ın yapay gölü olan “Serpentine” üzerinde, bir tekneye atlayın ve gezinin. Peter Pan’ın heykeli: gece-gündüz, gölün öteki tarafına bakıyor.
MYFAİR
Piccadilly’nin kuzeyinde kalmaktadır. Londra şehrinin en pahalı ve zarif mağazalarından bazıları burada bulunuyor. Ancak: Myfair ismi: geçmişte, bu şekilde anılmamıştır. Bu isim: 17. yüzyıl boyunca ve 18.yüzyıl başlarında: fuhuş, içki ve kavganın eksik olmadığı ve her türlü suçun işlendiği bir yer olarak anılırmış.
Bond Street’in, son derece pahalı mağazalarında, aklınıza gelebilecek her şeyi bulabilirsiniz. Kaşmirler, mücevherler, eski ustaların resimleri, antikalar.
Dünyanın en eski müzayede salonu: “Sotheby’s” bu cadde üzerindedir. Buranın kuzeyinde: Britanyanın en şık erkek giyim mağazalarının bulunduğu “Savile Row” var. Trafiğin çok yavaş ilerlediği “Park Lane” boyunca, lüks oteller dizili.
Park Lane’in, üst ucunda bulunan “Marble Arch”tan, Oxford Street’e çıkın. Aynı kemer, bir zamanlar “Cehennem Kapısı” olarak da anılmıştır. Bunun sebebi: 1388 yılından, 1738 yılına kadar idam yeri olarak kullanılmıştır. Tek kerede: 24 kişinin birden, asılabileceği darağacı platformu: 1571 yılında buraya yerleştirilmiş. Buraya gelip, asılanları seyretmek: Londra şehrinde yaşayanların, en büyük eğlencesi imiş.
MARBLE ARCH
Josh Nash’ın, Trafalgar ve Waterloo zaferlerinin onurlarına tasarladığı “Marble Arch” 1827 yılında: Buchingham Sarayının önüne dikilmişti. Sarayın tasarımıyla uğraşmakta olan Nash; bütçenin yetmemesi üzerine, görevinden alınmıştır. Marble Arch ise, 1851 yılında, günümüzdeki komik yerine konulmuştur.
Evet, gezimize devam ediyoruz.
Alışveriş etmeyi düşünüyorsanız; Oxford Street’ten başlayabilirsiniz. Ancak: Regent Street, daha ilginçtir. Burada: çiçek desenli kumaşların bulunduğu “Liberty”, bir oyuncak cenneti olan “Hamleys” ile “Garrard” bulunuyor.
MADAME TUSSAUD’S
Marleyn Road üzerindedir. Maria Tussaud tarafından kurulan, Mademe Tussaud’s Müzesi: ünlülerin birebir balmumu kopyalarını içeren, oldukça eğlenceli bir mekandır. Balmumundan heykel ustası Marie Tussaud (1761-1850) tarafından kurulmuştur. Yani kurulduğu 1884 yılından bu yana aynı yerde bulunuyor.
Merkezi burada. Amsterdam, Hong Kong, New York City, Los Angeles, Hollywood ve Şangay’da şubeleri var.
Balmumundan yapılmış mumyalardan oluşan fantastik bir yeni çağ müzesidir. Her yıl: dünyanın çeşitli yerlerinden, 2 milyondan fazla ziyaretçiye ev sahipliği yapmaktadır. Müzede: Bill Clinton’dan, Nelson Mandela’ya; Elvis Presley’den, Alfred Hitcock’a kadar sayısız ünlülerin mumyaları bulunuyor. Ayrıca: bizim için ayrı bir önemi bulunan “Atatürk” mumyasını da burada görmeniz mümkün. Ancak, müzedeki Atatürk balmumu heykeli, yıllardır Atatürk’e benzemediği gerekçesiyle eleştirildi. Türk hükümeti, defalarca, heykeli değiştirtmek için, girişimlerde bulunmuş, ancak müze yönetimi kabul etmemişti. Bunun üzerine, devreye “Koç Topluluğu” girdi ve müze yönetimi ile görüştü. Yapılan girişimler, müze yönetimi tarafından kabul edildi ve heykel yenilendi. Sonuçta, Atatürk’ün bire bir ölçülerinde gerçekten göz alıcı bir mumya heykeli yapıldı.
Müzenin en alt katında:
korku bölümü var. Burada: Chamber of Horrors’ın ürpertici sahneleri, ünlülerin balmumu heykellerini görebilirsiniz.
Burada: 21.yüzyılın bilim ve teknik harikası olan “London Planetarıum”u, efsanevi rock yıldızlarının heykellerinin bulunduğu “Rock Circus”u ve dünyanın sayılı sanat eserlerini barındıran “Natıonal Gallery” de ziyaret edebileceğiniz yerler.
Bu müzeyi gezdikten sonra, biraz temiz hava almak isterseniz: Regent Park.
REGENT PARK
Parkı çevreleyen, alçı bezeklerle süslenmiş zarif binalar, naib prens George’un mimarı John Nash tarafından tasarlanarak: 1820 yıllarında hayata geçirilmiştir. Nash’ın: bölge için düşündüğü plan, tam anlamıyla gerçekleştirilmemiş olmasına rağmen, parkın çevresindeki peyzaj, Londra şehrindeki planlamacılığın en seçkin örneklerinden biridir.
Buradaki binalar, ziyarete açık değildir. Ancak, bazıları: muhteşem güzel cephelere sahiptir. Özellikle: Cumberland Terrace, mutlaka görmelisiniz.
Parkta bulunan “Open-Air Theatre”: yaz gecelerinde, yıldızların altında, bir Shakespeare temsili seyretmek için, kusursuz bir mekandır.
ST.JAMES’S
Piccadily’nin güneyindedir. Üst düzey görevliler ve centilmenlerin tercih ettikleri bir semttir. Özel kulüpler, burada çok sayıda bulunuyor. Burada: yüzlerce yıllık şarap tüccarları, şapka, gömlek ve ayakkabı üreticileri bulmak mümkün.
Bir başka müzayede şirketi olan “Christie’s” 1766 yılından bu yana, burada bulunmaktadır.
Bu semtteki mağazaların bir kısmı: müşterilerini zaman yolculuğuna çıkarırlar. James Lock’tan bir silindir şapka, John Lobb’dan el yapımı ayakkabılar veya Berry Bros and Rudd’dan yıllanmış şaraplar sipariş etmek mümkün. Satın almasanız bile, vitrinlere bakmaya değer.
Semt adını: Pall Mall ile Mll arasında bulunan “St.James’s Palace” den alır. Pall Mall sonunda, bir heykel var. Bu heykel: III. George’un Britanya ordusunun başkumandanı olan çulsuz oğlu onuruna dikilmiştir. Dük: 2 milyon sterlin borçla ölmüştür. Heykel için gereken bütçe, memurların ve askerlerin bir günlük maaşları kesilerek oluşturulmuştur. Bu uygulama, tepkilere yol açtığı için: dük, iyi hatırlanmaz.
SOHO (LONDRA ŞEHRİNİN SEKS MAHALLESİ )
Buranın, salaş bir kırmızı fener mahallesi imajı, gün geçtikçe değişmektedir. Fahişeler ve seks dükkanları, hala bu semtte yoğunlaşmaktadır. Yani: Londra şehrinin seks mahallesi, seks mekanı olan bir yer.
Yine de, burası, ziyaretçileri için pek tehlikeli bir yer olarak sayılmaz. Hatta, günümüzde, burada bir kısım uluslar arası restoranlara bile rastlamak mümkündür.
Semtin kozmopolit yapısı: Huguenot ve Yunan göçmenlerinin, 17.yüzyılda buraya yerleşmesiyle şekillenmeye başlamıştır. Bir süre sonra ise, Avrupa’nın çeşitli yerlerinden ve son olarak da Çin’den büyük bir nüfusun gelmesiyle, kültürlerin kaynaştığı bir nokta olmuştur.
Bu kimliğin en iyi yansıdığı yerlerden biri: Cezayir kafesi, İtalyan pastanesi ve Amerikan, Fransız, İtalyan, Malezya ve Vietnam mutfaklarını temsil eden restoranlarıyla, otantik bir havası olan “Old Campton Street” dir.
Bu sokak, aynı zamanda, Soho’daki eşcinsel kültürünün merkezidir.
Chinatown: Gerrard Street’in çevresine yayılan küçük bir mahalledir. Buradaki sokakların adları Çince de ifade edilir. Telefon kulübeleri ise, küçük pagodalar şeklindedir. Dışarıda yemek son derece keyiflidir. Soho’nun doğu ucundaki “Charing Cross Road”, antika kitaplar satan sahafların merkezidir.
COVENT GARDEN
Manastır bahçesi anlamına gelmektedir. Manastırların kapatılmasından önce, buranın Westminster Abbey keşişlerinin sorumluluğunda olduğunun bir göstergesidir. Burası: yazarların ve sanatçıların sık sık uğradıkları “pub” ve “kafeleri” ile doludur. O dönemde, komşusu “Soho” gibi, salaş ve bakımsız ve zaman zaman da tehlikeli bir yer olarak hatırlanıyor. Şehrin ilk polis kuvveti, burada, Bow Street’de kurulmuştur.
17.yüzyılda, burada, sebze ve meyvelerin satıldığı büyük bir Pazar yeri kurulurmuş. 19.yüzyılın ortalarında ise: kalıcı “Central Market Halls” ticaret hayatına başlar. Ancak, trafiğin yoğunluğu nedeniyle, Pazar yeri, 1974 yılında, şehrin güney kısmına taşınır ve Covent Garden’in yeniden gelişmesi gündeme gelir.
O tarihten bu yana: pek çok mağaza, Pazar, restoran, bar ve müze, bir bir bu semte taşınır ve haftanın her günü, geç saatlere kadar hizmet vermeye başlarlar.
Doğu taraftaki “Flower Market” büyükleri ve küçükleri cezbeden “London Transport Museum”a ev sahipliği yapıyor. Müzede: Londra trafiğine çıkan atların çektiği ilk otobüsü ve dünyadaki yer altı taşımacılığının ilk vagonlarını, trenlerini görebilirsiniz. Simulatörde, Circle hattı boyunca, metro kullanabilirsiniz.
Yan tarafta, şehrin gizli kalmış hazinelerinden biri olan “Theatre Museum” var. Burada: dekorlar, modeller, kostümler ve afişler açısından, son derece zengin bir koleksiyon sergileniyor.
Semtte: birçok tiyatro salonu da bulunuyor. Kraliyet Opera ve Balo topluluklarına ev sahipliği yapan “Royal Opera House” da bulunuyor.
BLOOMSBURY
Şehrin en entelektüel semtidir. Semtin meydanlarında: bir zamanlar, ünlü kişilerin yaşamış olduğu, mavi levhalı evler bulunuyor. Brisith Museum ile Ünivercity of London ise, bu semtin ruhu sayılır.
BRİTİSH MUSEUM
Great Russel Street’da bulunmaktadır. Giriş ücretsizdir. Müze; hekim ve doğa bilimci Sir Hans Sloane (1660-1753) tarafından biriktirilen: kitap, el yazması ve doğa tarihi nesneleri koleksiyonunun, İngiltere hükümeti tarafından satın alınması sonucunda, 1753 yılında kurulmuştur.
Daha sonraki dönemde: koleksiyona, sikkeler ve antikalar da eklenir. 19. yüzyılda, arkeolojiye ilgi artınca; Müze: armağan, satın alma ya da çalma-kaçırma yolu ile, paha biçilmez eserler toplamaya başlar. Atina Akropolis’deki, klasik Yunan heykellerinin (Elgin mermerleri) 1816 yılında elde edilmesi, buna örnektir.
Günümüzdeki müze yapısı; 1847 yılında yapılmış. Doğal tarih koleksiyonu, 1883 yılında, Güney Kensington’a taşınarak “Doğa Tarihi Müzesi” adını alır. Brisith Museum’daki ve öbür kütüphanelerdeki el yazması ve basılı kitap koleksiyonları, bir araya getirilerek; 1973 yılında, British Library oluşturulmuş.
Bu dev kubbeli kütüphane, on yılda tamamlanmış. Burada: dünyanın en büyük kitabı sergileniyor. Bunun boyutları: 177.9 x 106.74 cm. ebatlarında.
Evet, burası, dünyadaki en ünlü müzelerden biridir. Tarih öncesi çağlardan, modern çağlara, günümüze kadar birçok sergiye ev sahipliği yapmaktadır. Burada, yaklaşık 100 tane sanat galerisi bulunuyor. Giriş ücretsiz, bu nedenle bayağı yoğun oluyor.
Müzeye girişten sonra, ilk işiniz, müzenin girişinde bulunan danışma masasından, mutlaka bir müze haritası alın. Bu harita da ücretsiz ve son derece işlevsel. Daha ayrıntılı bilgi isterseniz, birkaç Paund ücretle satılan kitaplar da var.
Müze, 3 kattan oluşuyor.
Bu üç kat içinde, beş bölüm ve 95 salon var. Müze koleksiyonları: beş ana bölümden oluşuyor. Bu bölümler: eskiçağ yapıtları bölümü, sikkeler ve madalyalar bölümü, baskılar ve çizimler bölümü, insanlık müzesi adı verilen Etnografi bölümü.
Müzenin büyüklüğüne paralel olarak: koleksiyonlarda, gün geçtikçe genişlemektedir. Son olarak, 400 yıllık, Roma dönemini belgeleyen “Weston Gallery of Roman Britain” müzeye katılmıştır.
Eskiçağ yapıtları bölümünde: Mısır, Batı Asya, Eski Yunan ve Antik Roma, Tarihöncesi İngiltere, Ortaçağ ve Doğu yapıtlarından oluşan, ayrı ayrı koleksiyonlar sergileniyor.
Sergilenen eserler arasında: Mısır hiyerogliflerinin Reşit Taşı, Asurbanibal’in sarayından gelme Asur kabartmaları, Bodrum’daki Mausoleion’dan firizler, Sutton Hoo Gemi Mezarlığı, tunç ve fil dişinden Afrika heykelcikleri sayılabilir.
The İslamic World bölümünde: Kütahya ve İznik’ten çalınan, birçok “çini”ye rastlıyorsunuz. Ayrıca: antik Türkiye kısmında da; Türkiye’den çalınan birçok eser görebilirsiniz. En çok ilgi çeken bölümlerden biri de, antik Mısır kısmındaki mumyalar. Ayrıca: Fatih Sultan Mehmet’in tablosu da var.
Müzenin zemin katının batı kısmında, Yunan, Roma İmparatorluğu ve Batı Asya ve Mısır koleksiyonları sergileniyor. Koleksiyonlar, birinci kat ile bodrumda devam ediyor.
Alt kat bölümünde: özellikle Afrika bölümünü, mutlaka gezmelisiniz. Giriş katında, Mısır mumyaları muhteşem.
Müze ile ilgili daha ayrıntılı bir gezi planı düşünürseniz, size yardımcı olabileceğim bir plan şöyle yapılabilir: ana girişten girince, Asur kalıntıları görülüyor. Bunlar: MÖ.9.yüzyılda, kraliyet saraylarını koruyan, dev boyutlu, insan başlı, kanatlı aslan heykelleri. Hemen arkalarında, çeşitli av sahnelerinin ve savaşların anlatıldığı rölyefler var, bunlar karşılıklı olarak duvarlar boyunca sürüyor.
Daha sonra:
Mısır başlıyor. Heykelleri ve mumyaları, muhteşem ilgi çekiyor. Öyle ki: mumya kediler bile bulunmuş ve sergileniyor. Bunun dışında, duvarlarda, örneğin mumyalama işleminin nasıl yapıldığı hakkında detaylı bilgilere yer verilmiş.
Sonra: klasik Yunan ve Roma tarihi bölümleri var. Acropolis’de; Parthenon duvarlarından, 19.yüzyıl başlarında sökülmüş “Elgin Marbles” bulunuyor. Halikarnas kalıntılarını mozaiklerine kadar toplamışlar.
İlgi seviyenizi bilemiyorum ama, tarihi merakınız varsa, buraya, mutlaka bir tam gün veya iki tam gün ayırmanız gerek. Çünkü: tüm bölümleri, büyük bir keyifle gezebilirsiniz. Yine de, zamanınız yetmeyecektir.
En iyisi: ilginizi çeken bölümleri seçip, bunun üzerinde odaklanmanızdır. Sıkı bir kahvaltı yapın ve erkenden müzeye gidin. Hediyelik bir şeyler düşünürseniz, müze içinde, hediyelik olarak alabileceğiniz birçok ürün barındıran dükkanlar var.
Pek çok tarihi objenin başarılı imitasyonlarını satıyorlar. Katlar arasında: asansör ya da merdivenleri kullanabilirsiniz.
Hemen her katta: ücretsiz ve temiz tuvaletler var. Ama içeride yiyecek içecek çok pahalı. Özellikle, yanınızda mutlaka dışarıdan satın alacağınız içecek bir şeyler olmalı.
DİĞER GEZİLECEK YERLER
LONDON ZOO
Çocuklar ve hayvan dostları için; güzel bir gezi yeri. Afrika kartalından, vahşi Asya aslanlarına kadar, çeşitli hayvan türlerini bir arada görebilirsiniz. Regent Park’ın kuzey ucunda bulunuyor.
Burada: hemen hemen 750 farklı türden 8000 hayvan bulunduruluyor. Dünyanın en eski hayvanat bahçesidir. 1828 yılında açılmıştır. 1980’lerde giderleri karşılanmakta zorluk çekilmeye başlanmış, bu durum hayvanların fiziksel koşullarını etkilemeye başlamış ve 1991 yılında Londra Hayvanat Bahçesinin kapatılacağı duyurulmuştur.
Bunun üzerine, halkın verdiği destekle, ziyaretçi akışında artış yaşanarak, kurum, kapanma tehlikesini atlatmıştır. Burası: wombat ve Tazmanya canavarı gibi, pek çok tür hayvanın görülebildiği tek merkezdir. Goriller, kuşlar, Afrika kuşları, kelebekler, balıklar için özel bölümler hazırlanmıştır.
Londra hayvanat bahçesi, hem moderndir, hem de tüm dünyadaki hayvanat bahçesi tartışmalarını dikkatle takip etmektedir. Hayvan eğitimi ve muhafazasında, ayrıca bünyesinde barındırdığı Zooloji Enstitüsü ile, dünyadaki örneklerinin en önde olanları arasındadır. Bu enstitüde araştırmalar yapılır ve saha çalışmalarına maddi destek sağlanır.
Hayvanat bahçesinin, çocuklar için olan bölümünde, evcil hayvanlar bulunmaktadır. Çocuklara, onlara nasıl bakacaklarını öğreten bir merkez var.
Burada: geyikler serbestçe dolaşırken, aslanlar kükrerken ve kuşlar cıvıldarken, çeşitli konuşmalar, gösteriler yapılır. Bu şekilde, hayatı koruma ağı ile ilgili merkez, dünyanın ne kadar hassas ve kırılgan olduğunu gösterir.
Karınca ve kalorifer böceklerine hayret edeceksiniz.
LONDON AQUARİUM
South Bank’ta bulunmaktadır.
Çeşitli sualtı canlılarının yanı sıra, elinizi daldırıp, içerisindeki kulaklı folyolara dokunabileceğiniz bir havuzun da bulunduğu akvaryumda, her yaştan ziyaretçi hoşça vakit geçirebilmektedir.
Köpekbalığı havuzu, biraz daha büyük çocuklara yöneliktir. Burası, her gün saat; 10.00-18.00 arasında açıktır ve giriş ücretlidir.
BETHNAL GREEN MUSEUM OF CHİLDHOOD
Cambridge Heat Road bölgesindedir.
Oyuncaklara ayrılmış bir müzedir. Dünyanın en büyük bebek evi, oyun ve kukla koleksiyonuna sahip olduğu konusunda iddialıdırlar.
POLLOCK’S TOY MUSEUM
I. Scala Street üzerinde bulunmaktadır. 1760 yılından kalma, yan yana iki evden oluşmaktadır. Bu oyuncak müzesi, şehrin en büyüleyici mekanlarından biridir.
GREENWİCH
Denizcilik ve bilimle ilgilenenler için vazgeçilmez bir yerdir. Millennium Dome’un yapılışı ile, turistlerin de ilgi odağı haline gelmiştir. Dome’un kapladığı alan: Wembley Stadium’un iki katı kadardır.
İngiltere’nin en önde gelen deniz gözlem bölgesi olan Greenwich; 1884 yılında, dünyanın başlangıç boylamının geçtiği yer olarak belirlenmiştir. Gözlemevi: duman, sis ve şehir ışıklarından uzaklaşmak amacıyla, 1930 yıllarında, Sussex’in taşra bölgesine taşınmıştır. Boşaltılan bina, günümüzde bir müzeye ev sahipliği yapmaktadır.
Natıonal Maritime Museum (Milli Denizcilik Müzesi): Dünyanın en büyük denizcilik müzesidir. Müzede: denizaltı hazineleri ve insan eliyle yapılan materyaller sergileniyor. Giriş ücretsiz. Özellikle: 18.yüzyıldan kalma kraliyet teknesi gibi gerçek boyutlardaki deniz taşıtlarının sergilendiği “Neptune Hall” ile “Barge House” mutlaka görmelisiniz.
Burada, büyük bir park var. Greenwich parkı. 5000 dönümlük bir alanı kapsıyor. Bellerbys College Londra’dan: 20 dakikalık yürüyüş mesafesinde bulunuyor. Londra’nın ve Thames Nehrinin mükemmel görüntüsü var. Burası aynı zamanda dünya mirası. Burada: geyik, tilki, kuş ve diğer hayvanlar var.
WINDSOR CASTLE
Buraya gitmeye niyetlenirseniz, gitmeden önce, mutlaka açık mı kapalı mı olup olmadığını teyit etmelisiniz.
Tower of London gibi, tarihi bir değere sahiptir. Fatih Wıllıam’ın, Londra’ya bir günlük yürüyüş mesafesinde yaptırdığı kalelerden birisidir. Kral veya Kraliçe, eğer kalede ise kraliyet sancağı göndere çekilir.
Nöbet değişim töreni, her gün saat; 11.00’de yapılmaktadır.
Evet, dünyanın en büyük kalelerinden biri sayılabilir. Thames nehrine hakim bir kayalık üzerinde bulunmaktadır. Surlarla çevrili olan: alt, orta ve üst bölgeler olarak ayrılmıştır. Merkez: 1170 tarihli “Round Tower” dır. Yüzyıllar içinde, kaleye birçok eklemeler yapılmıştır.
1992 yılında ise, büyük bir yangın çıkar ve yangının verdiği hasarı gidermek için restorasyon çalışmaları yapılmıştır.
St. George Chapel: Mimari açıdan, kaledeki en etkileyici yerdir. Şapel: düşey Gotik tarzının bir örneğidir.
Devlet Konutları Suitleri:
Etkileyici dekorasyona sahiptir. Oymalı ve yaldızlı, Fransız ve İngiliz mobilyaları ile döşenmiş olan daireler, Gobelins duvar halılarıyla ve güzel tavan sahneleriyle süslenmiştir. Kraliçenin resmi konutunun olduğu dönemlerde: Devlet Daireleri ziyarete kapalıdır.
Queen Mary’s Dolls House:
Burayı mutlaka görmelisiniz. Sir Edward Luylens tarafından tasarlanmış bebek evinde, hakiki Wedgewood porselenleri ve işler durumda, minik bir elektrik süpürgesi var. Ayrıca, evin su ve ışık tesisatı da çalışıyor.
Kalenin alt tarafındaki sokaklar, turistik eşya satan ucuz dükkanlardan ve gösterişsiz restoranlardan oluşuyor. Yazın buralar, çok kalabalık.
NATURAL HİSTORSY MUSEUM (DOĞAL TARİH MÜZESİ)
Cromwell Road bölgesinde bulunuyor. Giriş ücretsizdir. Müzenin binası, çok görkemli.
Dünyanın doğal çevresine ait, seçkin parçalardan oluşan koleksiyon sergileniyor. Bunlar arasında, özellikle, harika dinozor iskeletleri var. Zaten, müzenin ana girişinde, devasa bir dinozor fosili bulunuyor. Ancak, müzeye girerseniz, mutlaka bir plan alın ve bu plana göre gezin. Yoksa, mutlaka bir şeyler kaçırıyorsunuz.
Müzenin en ilginç bölümü: dinozorlar kısmı. Bu galerileri gezerken, Jurassic Park filminin, aslında pek gerçekçi olduğu kanısına varacaksınız.
Evet, düzen mükemmel yapılmış. Odaları bölümlere ayırmışlar ve bu bölmeleri takip edince, her şeyi görmüş oluyorsunuz.
Dinozor fosilleri ve yumurtaları inanılmaz
Ayrıca, galerinin çeşitli yerlerine, hareket edip kükreyen dinozor robotları yerleştirmişler. Tepenizde, komple dev dinozor iskeletleri, tavanlara tutturulmuş, boşlukta yüzüyorlar. Bu robotların en muhteşemi: orijinal boyutlardaki T-Rex. Karşısında duruyorsunuz, size bağırıyor, kükrüyor, hareket ediyor. Panolarda, bilgisayarlarda, ekranlarda: dinozorlar ile ilgili bilgiler veriliyor. Her gün bu müzeye gelerek, bir galeri gezebilirsiniz. Diğer Londra şehir müzeleri gibi: interaktif ve öğretici bir müze.
Memeliler kısmında: tüm hayvanları, orijinal boyutlarında görebiliyorsunuz. Bunların en görkemlisi: galerinin orta yerine yerleştirilmiş, dev mavi balina. Kuşlar galerisi de göz alıcı. Böcekler kısmı ise, iğrenç derecede gerçekçi.
Müzenin en etkileyici diğer bir bölümü ise: insan biyolojisidir. Burada, ilk hücrenin oluşmasından itibaren, insanın oluşumu, büyüme, duyular, her şey ekranlarda anlatılıyor. Koridorlar boyunca sergilenen fosiller, insanı, dünyanın ilk çağlarına kadar götürmeye yetiyor. Her türlü deniz hayvanı ve kabuklular, ayrı bir galeride yer alıyor.
Ancak, müzenin en çok ilgi çeken bölümlerinden biri: yeryüzü galerisidir.
Galerinin girişindeki yeryüzü antik çağlarını temsil eden heykeller arasından geçerek, yerkürenin içine çıkan, yürüyen merdivenlerle, galeriye ulaşılıyor. Bu galeride: yeryüzünün oluşumundan, günümüze kadar olan tarihe tanıklık etmek mümkündür. Dünü, bugünü ve geleceğiyle, dünyamızın tüm hayatı, bu galeride sergileniyor.
Bu galerideki ilginç bölümlerden birisi de, Japonya’da yaşanan bir depremin canlandırıldığı, deprem odası, odada duruyor ve depremi yaşıyorsunuz. Korkunç.
Müzenin üst katına çıktığınızda, sizi, tavandan sallanan şempanzeler karşılıyor. Bu bölüm: primatlara ve evrim teorisine ayrılmış. En tepede ise, 1300 yaşında, Dev Sekoya ağacının kesiti bulunuyor. Bu ağaç: neler görmüş neler geçirmiş olmalı diye düşünmeden edemiyorsunuz. Dünya tarihi yazılırken, o hep varmış. Sonunda, devrildiğinde ise, kesitini bu müzeye koymuşlar.
SCİENCE MUSEUM (BİLİM MÜZESİ)
Buharla çalışan motorlar ve Apollo’nun Komut Modülü de dahil olmak üzere, 18. yüzyıldan, günümüze kadar süren bilimsel konuları içeren bir müze.
Bu müzeye de giriş ücretsiz. Giriş katında, öncelikle modern dünyanın yaratılması bölümü, enerji konulu galeri ile uzay gemilerinin bulunduğu, uzayı keşfetme kısımlarını gezebilirsiniz.
Modern dünyanın yaratılması bölümünde: 1700’lerden, günümüze, endüstrinin ve teknolojinin gelişimini görebiliyorsunuz. Uzay bölümünde, bir mekiğin içindeki yaşamın ne demek olduğunu ve uzay keşiflerinin ne aşamada olduğunu incelemek ve görmek mümkündür.
Enerji salonunda ise, dev motorlar görülüyor. Ünlü F-1 yarışçısı Mika Hakkinen’in, kaza yaptığı otomobil de, bu müzede.
Birinci katta: tarım tarihçesi, iletişimin yıllar boyu gelişmesi, plastik, zamanın ölçümü, hava konularına ayrılmış galeriler bulunuyor.
İkinci katta: Hesaplama ve matematiğin tarihi, enerji, gemiler ve Spitfire uçağının incelemesi bulunuyor.
Buradaki sergi alanı karartılmış.
Siz önüne gittiğinde, obje aydınlanıyor ve ekranda, geçmiş yüzyıllarda telgrafla iletişim kurmaya çalışan bir adam görüyorsunuz. Görüntü, ağır ağır değişiyor ve yıllar boyu iletişim araçlarının gelişimine tanık oluyorsunuz, ta ki günümüze kadar.
Sergilenen objenin önünden bir adım geri gittiğinizde, ekran kararıyor.
Daha sonra, gemiler kısmı var.
Üçüncü Kat: uçuşa ve insanlığın uçuş tarihine ayrılmış. Mongolfier balonu ile başlayan uçuş tarihi, ilk uçaklar, zeplinler, iki kat kanatlı uçaklar, sonucunda ise jetlerle günümüze kadar göz önüne seriliyor.
HYDE PARK
Dünyada üzerinde ifadenin en çok özgürleştiği bir yerdir. Serbest Kürsüde; her Pazar, istediğiniz konuda, konuşma yapabilirsiniz. 350 dönümlük bir alanda kurulu. Şehir merkezindeki, en büyük parktır. Yaz konserleri ve çeşitli etkinlikler düzenleniyor.
Parkın güney tarafında: Kraliçe Victoria’nın: ölmüş kocası Prens Albert için yaptırdığı anıt var. Anıtın karşı tarafında: çoğunlukla yazın klasik müzik konserleri için bir buluşma yeri olan “Royal Albert Hall” bulunuyor. Parkın batısında: Prenses Diana’nın, Prens Charles’tan boşandıktan sonra yaşadığı “Kensington Sarayı” var. Diana’nın anısına yapılmış “şelale” burada bulunuyor.
Parkın kuzeydoğusunda: “Marble Arch” girişinde “Marble Arch” ve “Speakers Corner” bulunuyor. Marble Arch başlangıcında: Buckingham Sarayına; görkemli bir kapı olarak yapılmış. Ama, daha sonraki dönemde, şimdi bulunduğu buraya taşınmış.
PİCCADİLLY CİRCUS
Dünyanın dört bir yanından gelen turistlerin buluşma adresidir. Buranın çevresindeki süpermarketlerde, çok ucuz fiyatlarla “sushi” satılıyor. Çin ve Japon mutfağı acayip ucuz, mutlaka denemenizi öneririm.
CAMDEN TOWN
Kuzeydedir. Burada yaşayan insanlar: Cannabis isimli bir tanrıya taparlar. Tuvaletlerde esrar satanlara rastlanır.
İngiltere Londra Yemek kültürü; Şehrin en iyi restoranlarında masa bulmak, bazen haftalarca sıra beklemek gerekiyor. Ancak: yine de, şehirde yemek yiyebileceğiniz birçok yer var. Afrika’dan Vietnam’a kadar, dünyanın her yerinden yiyecek servisi yapılıyor.
Domuz eti: her yerde bulunur ve hazır yiyeceklerin içinde, diğer etlerle birlikte karışık olarak da bulunabilir. Bu nedenle, hazır yiyecekleri yemeden önce, içindekiler yazısını okumanızda yarar var.
Geleneksel İngiliz yemekleri: özde, fırınlanmış etler, patates ve haşlanmış sebzeden oluşmaktadır. Pazar günleri, İngilizler, geleneksel olarak bunları yerler. Yani: et ya da tavukla birlikte, fırında pişirilmiş ya da haşlanmış patates ve genellikle içinde havucunda bulunduğu haşlanmış sebzelerle birlikte servis yapılır.
Tatlı olarak ise: Yorkshire pudingi sunulur. Bu bir tatlı değildir, yemeğin bir parçasıdır ve genellikle, et suyunda servis edilir.
İngilizlere özgü, bir diğer geleneksel tat ise: balık ve patates kızartmasıdır.
Genellikle, restoranların menülerinde bulunur ve çoğunlukla “Fish and Chips” dükkanlarından, paketlenerek alınması yaygındır. Bu yemek: morina ya da mezgit balığın, özel unlu bir sosa batırılıp, derin yağda kızartılması ile yapılır.
Bu yemeğe; geleneksel olarak, patates kızartması ve bezelye eşlik eder. Bu dükkanlarda: burger, kebap ve Çin yemekleri de bulmak mümkün.
Pub ve restoran menülerinin diğer geleneksel lezzetleri ise: börek çeşitleridir.
İki ana börek çeşidi vardır. Bir çeşidi: ya etli ya da etsiz yapılır. En çok sevilenin içinde: et, patates, peynir ve soğan bulunur. Meşhur Cornish böreğinin, yarım ay şeklinde, özel bir şekli vardır. İçinde ise: domuz ve çeşitli sebzeler konularak servis yapılır.
Börekler, genellikle ya yalnız başına ya da patates ve sebzeyle beraber, ana yemek olarak yenir. İkinci çeşidinde ise, hamur ya da yufka yoktur ve örnek olarak: Shepherds (çoban) böreği ya da balık böreğini saymak mümkün. Bu yemeğin içinde: eğer, Shepherds böreği ise, kıyma, diğerinde balık bulunur ve her iki çeşidin üstünde ise, patates püresi var.
Dünya başkentlerinden biri olarak sayılan şehir, bu özelliği nedeniyle, birçok ulustan insanı barındırıyor. Yani: bu şehirde, İngiliz yemeği beklerseniz, yanılırsınız. Bu şehirde: uluslar arası mutfaklar, her köşe başında karşınıza çıkabilecektir.
Çin, İtalyan, Amerikan, Meksika mutfaklarından, Hint, Kore ve Japon mutfaklarına kadar, geniş bir yelpaze, damak tadınıza göre sizin tercihinize kalıyor.
İlla ki, Türk lokantası diyenler için, birkaç öneri: Great Titcfield St. Üzerindeki: Efes, Greet Portland St. üzerindeki Efes2 ve Covent Garden üzerindeki: Sarastro ve Stepherd Market üzerindeki: Sofra.
YEMEK SAATLERİ
Kahvaltı, genellikle: 08.00-10.30 arasında, öğle yemeği: saat: 14.30’a kadar servis ediliyor. Öğleden sonra çayı: saat: 15.00-17.00 arasında içilir. Akşam yemeği ise: saat: 19.00’dan sonra 23.00’e kadar sürüyor.
Şehirde oturan yerli halk, akşam yemeğini, saat: 20.00’ye kadar alıyor.
Her şeye rağmen, Soho ve Covent Gardon’da, 24 saat hizmet veren yerler bulunmaktadır.
KAHVALTI
İngiliz kahvaltısı: koca bir tabakta: yumurta, domuz eti, sosis, domates, fasulye, tost ve bazen de mantar. Bu kahvaltı türü, bazen ağır kaçabiliyor. Hatta, geleneksel işletmelerin kahvaltı menüsünde: füme ringa balığı ve lapa da bulunabilir.
Bunu: oteller ve kafelerde, gün boyu bulmanız mümkün. Bunun dışında: sosis ve domuz pastırması yeniliyor.
ÖĞLE YEMEĞİ
Bir pub tercih ettiyseniz: köylü usulü yemeği tercih edebilirsiniz. Bu yemek: ekmek, peynir (veya domuz budu veya sosis), salata ve turşudan oluşur.
Ekmek, fırından yeni çıkmışsa ve peynir de Cheddar veya Stilton çiftliklerinin, kaliteli ürünlerindense, bu yemek çok lezzetli olacaktır. Ancak, ne yazık ki, çoğu pub da standart pek yüksek değildir.
Balık ve kızarmış patates satan yerlerde: morina, pisibalığı ve mezgit gibi çeşitler, una bulanıp kızartılarak servis edilir.
ÖĞLEDEN SONRA ÇAYI
Londra’yı ziyaret eden birçok kişi: özel bir fırsatta: Victoria tarzı, akşamüstü çayı içmek istemektedirler. Bu imkanı: The Ritz ve Claridge hotellerinde bulabilirsiniz. Fakat; fiyatları yüksek.
Büyük ve geleneksel bir otel, öğleden sonra çayı içmek için en iyi yerdir. Ama, biraz önce de söylediğim gibi fiyatlar uçuk.
Çayın yanında, incecik dilimlenmiş sandviçler (yumurtalı, füme ton balıklı, salatalıklı veya domatesli), kuru pastalar veya keklerden oluşan leziz bir seçki servis edilir.
Sütlü çay sipariş ederseniz, kuru pastalarınız kremalı ve reçelli gelecektir. Çay seçenekleri, çok çeşitlidir.
Dumanlı bir aromaya sahip Lapsang Souchong veya kokulu Earl Grey, Assam, Darjecling ve diğer çaylardan birini tercih edebilirsiniz.
AKŞAM YEMEĞİ
Başlangıçlar: geleneksel iştah açıcı yiyecekler şunlardır: İskoç usulü füme som balığı, Colchester istiridyeleri, tereyağında baharatlarla kızartılıp toprak kaplarda bekletilmiş karides, taşra usulü, tavuklu ya da domuz ciğerli pane.
Ana yemekler: İngiltere’nin klasik yemeği: fırında biftek, yanında da üzeri kabuk tutacak şekilde pişirilmiş Yorkshire pudding’tir.
Keskin bir nane sosuyla servis edilen, fırında kuzu budu ile elma soslu domuz eti de sevilen yemekler arasındadır. Fırında et yemekleri, çoğunlukla Pazar günleri geleneksel İngiliz restoranlarında, otellerde ve bazı publarda servis edilir.
Bu tip yemekler, diğer zamanlarda, yemek için en iyi yer: Simpson’s-in-the-Strand’dır.
Tatlılar: Geleneksel İngiliz tatlıları, hafif olanlardan (kremayla karıştırılmış meyve püresi olan fruit fool veya sütlü ve şaraplı syllabud) ağır, koyu kıvamlı reçelle yapılan sarmaya veya pekmezli tatlıya kadar, değişiklik gösterir.
Süslenerek servis edilen meyveli tartlar ve hamurlu tatlılar, geleneksel favorilerdir. Beyaz şaraplı, meyveli pandispanyayı denemenizi tavsiye ederim.
Peynir: Zengin çeşitli İngiliz peynirlerini mutlaka tatmanızı öneririm. Mavi küflü Stilton, çedar, turuncu-kırmızı, keskin bir peynir olan doble Glouncester, yumuşak ve beyaz Galler peyniri Caerphilly. Peynir: genellikle, özel bir bisküvi ile (kraker) yenir.
Geleneksel içecek denildiğinde ise, herkesin aklına hemen çay gelir. Evet, İngilizlerin geleneksel içeceği: çay. Restoranlarda ve kafelerde, pek çok çeşit çay servisi yapılır.
Çay, genellikle şekerli ve sütlü olarak içilir ve böyle içmeyi tercih etmediğiniz takdirde, servisi yapan garsona mutlaka söylemeniz gerekir.
İkindi çayı, yani beş çayı, genellikle saat: 15.00 ile 18.00 arasında içilir. İkindi çayından sonra: som balıklı ve salatalıklı, ince sandviç ve daha sonra üzerine reçel ve krema sürülmüş, kurabiye yenir. Popüler içeceklerden bir diğeri de, kahvedir. Çeşitli tatlılarla birlikte, taze kahve içmeniz mümkün.
Alkollü içkiler ise:
Bar ya da pub’larda bulunur. Publar: İngilizlerin, sosyal yaşantılarının kalbi gibidir. Bütün ülkede, gelenekselden moderne, çeşitli stillerde birçok pub bulunur. Çoğunun yemek servisi de bulunur. Alkollü içeceklerin yanında, çay, kahve ve diğer içeceklerde servis edilir.
Atmosfer genellikle, çok rahattır. Çoğu pub: değişik bira çeşitleri, şarap ve diğer alkollü içkileri sunarlar. Pubların açık olduğu saatler denetlenir ve genellikle öğle saatlerinde açılırlar ve gece 23.00’de kapanırlar.
Hafta sonları, en yoğun oldukları zaman olduğu için, bu süre biraz daha uzar. Çoğu pubda, sigara içilmeyen bölüm bulunmaktadır.
Biraz önce söylediğim gibi, Pub bölümleri, saat 23.00 de kapanıyor. Daha sonra ise, Underground kulüplerde eğlenceye devam etmek mümkün. Meydanlarda, sokak gösterileri de düzenleniyor.
Bu arada:
Elbette şehirde publar da, bolca bira içildiğini söylememek olmaz. Ancak, başınıza garson geldiğinde “beer” diye seslendiğinizde, garson bunu yeterli bulmaz, “What kind of beer” karşılığını alacağınız kesin.
Ancak: şehirdeki publarda, bira istediğinizde, karşınıza bir bira menüsü çıkabiliyor. Şöyle ki, ben bunlardan, birkaç tanesi hakkında söz etmek istiyorum.
Siyah Bira: kaynatılırken içine ayrıca kahve gibi kavrulmuş, siyah malt konularak elde edilen bir bira türüdür.
Ale Birası: Orta alkollü, daha koyu renklidir.
Arpa: yüksek sıcakta kavrulur ve mayalandırılır. Şerbetçioğlu daha geç eklenir. Belçika Biraları: Çimlenmiş buğday, yulaf ve kara buğdaydan yapılır. Çok ekşi, sert ve acımsı bir tadı vardır.