Fransa Lyon

Fransa Lyon

Lyon; Fransa ülkesinin ikinci büyük şehridir. Şehir: Rhone ve Saone nehirlerinin kıyılarında ve tepelerinde ve ortadaki yarımadada kurulmuştur.

Şehrin en büyük özellikleri “bir sanayi kenti” (ülkenin ilaç ve kimya sanayi) olarak bilinmesidir ve “İtalya ile İsviçre’ye giden yollar” buradan geçmektedir ama bu yollar transit yollardır ve yolcuların büyük bölümü, şehri görmeden yanından geçer giderler.

Zaten, şehre yaklaşırken, uzaktan fabrika silüetleri ve dumanları görebilirsiniz. Ülkemizde de sıkça tanınan “Peugeot” oto firması tesisleri bu şehirdedir.

Başlangıç için önemli bir not: bu şehirde gezerken, bolca “Türkçe” konuşma duyabilirseniz şaşırmayın, çünkü burada, birçok vatandaşımız yaşıyorlar. Bu arada: bu şehirde, birçok “Ermeni” yaşadığını da unutmamak gerekir ki, ilişkilerin limoni olduğunu söylememe gerek yok, herhangi bir çatışmaya girmeme konusunda dikkatli olmanızı öneririm.

Şehrin en büyük özellikleri: kültürel mirası, canlılığı, çağdaş sanat etkinliklerine ev sahipliği yapmasıdır. Ayrıca: bankacılık, tekstil ve sanayi merkezi konumundadır.

Başlangıç için son bir not: Lyon şehri ülkemizde “Sinop” şehrimizin kardeş şehridir.

Fransa Lyon

TARİHİ SÜREÇ

Tarihi süreç içinde, şehir: Galya bölgesinde, Romalılar tarafından MÖ.43 yılında kurulmuş ve başkent olarak kullanılmıştır. Şehirdeki ilk Roma yerleşimi, Fourviere tepesi üzerindedir ve ilk yerleşimciler, savaş gazileridir. MS.297 yılında, şehre su getiren su kemerleri, bir gecede aniden durmuştur.

Çünkü: kurşun su boruları çalınmıştır. Bunun üzerine, tamamen sudan mahrum kalan şehir, nüfusunun büyük bölümünü kaybeder ve Saone nehri kıyısında yeniden organize edilir. Ortaçağ döneminde, şehir, Saone nehri kıyısında gelişir. Şehrin ismi: 13’ncü yüzyılda ortaya çıkar ve “Lyon” yani “Aslan” olarak anılır.

Özellikle: 16’ncı yüzyıla gelindiğinde: ipek ticareti, bölgenin gelişiminde büyük rol oynamıştır.

Rönesans döneminde ise, mali avantajlar ve çok sayıdaki fuar organizasyonu nedeniyle, Avrupa’nın birçok yerinden, buraya bankerler ve tüccarlar akın ettiler. 1530 yılı civarında, şehrin nüfusu, yeniden 50 binlere ulaşmıştır.

Fransız devrimi dönemine gelindiğinde ise, burada, 2000 den fazla insan idam edilmiştir. 19’ncu yüzyılın başlarında ise, ipek endüstrisi ve özellikle dokuma işlerini daha verimli hale getiren “jakarlı” el tezgahları sayesinde, bölgenin önemi artmıştır.

Evet, önce iki nehir arasında kurulan şehir, yetmeyince, kıyılarda da binalar yapılmaya başlanmıştır.

Ancak, bu binalar bitişik nizam yapılmış, ve sokak yapmak akıllarına gelmemiştir. Uzun bir süre sonunda ise, bazı binaların altı açılarak yani pasaj yapılarak sokaklar oluşturulmuştur. Toplumlar ve kültürler nerden nereye geliyor, ilginç.

Tarih kısmı için son bir not: şehrin ismi “Transambulare” yani “geçiş” anlamındadır. Çünkü: şehirde 4’ncü yüzyıldan itibaren, dehliz-tünel karışımı yapılar inşa edilmeye başlanmıştır.

Şehirde ticaret yapan tüccarlar, mallarını, nehirlerden şehir merkezine daha rahat taşımak için bu tünel-dehlizleri kullanmışlardır.

Fransa Lyon

ULAŞIM

Paris-Lyon arasında, hızlı trenle 3 saate yakın bir yolculuk gerekir. THY: İstanbul-Lyon arasında seferler düzenliyor.

Uçak derseniz, şehirdeki havaalanı “Saint-Exupery Havaalanı” olarak bilinmektedir. Şehrin, yaklaşık 25 km. doğusundadır. Şehir ve havaalanı arasındaki bağlantı “Rhonexpres” isimli bir tramvay-tren tarafından sağlanmaktadır. Otobüs ile şehir merkezine ulaşmak isterseniz, 30 dakika bir yolculuk yapmanız gerekir.

Rhonexpres ile şehir merkezindeki “Gare de Lyon” yani Tren İstasyonuna ulaşırsanız, buradan çevredeki birçok şehre de ulaşım şansınız olur. Bu otobüslere ödemeniz gereken ücret kişi başı 9 Euro, yani bence fazla, sonuçta yalnızca 20-25 kilometrelik bir yolculuk yapılıyor, Ankara’da şehir merkezinden, 45 km. ötedeki havaalanına ulaşım, 12 TL. gibi bir rakam iken, buradaki ücret fazla geldi.

İKLİM

Lyon şehri bölgesinde “karasal” iklim görülür ve buna bağlı olarak kışlar soğuk geçer. Ancak, yine de sokakları karla kaplı olarak, yılda en fazla 5-10 gün görmek mümkündür. Yazları ise, sıcak olur.

Kışın sürekli olarak yağış ve özellikle yağmur görülse de, yaz aylarında yağışlar özellikle Ağustos ayında, fırtına şeklinde görülür. Evet, siz bu şehre gitmek istiyorsanız: tercih etmeniz gereken dönem, ilkbahar ve sonbahar dönemidir.

Bazen uzun süreli yağmurlar yağıyor, bu şehri ziyaret etmek isteyenler bence hazırlıklı olmalıdır. (yağmurluk, şemsiye bulundurmanız önerilir)

TURİZM

Şehir, kurulum itibarıyla, oldukça karışıktır. İki nehir kıyısında ve tepelerde kurulu şehirde, yönünüzü bulmak için belli başlı merkezler veya işaretler, anıtlar, yapılar yoktur. Bu yüzden: şehri ziyaret etmek isterseniz, öncelikle bir şehir haritası edinmelisiniz.

Özellikle: eski Lyon şehri bölgesinde gezerken: kendinizi Ortaçağ ve Rönesans döneminde gibi hissedebilirsiniz. Son bir not: evet şehir küçük, bu yüzden, kalacağınız otel, her yere yakın olacaktır ve rahatlıkla gidip-gelebilirsiniz.

Ama bu şehirde keyifli bir yerde kalmak isterseniz, iki nehir arasındaki yarımada bölgesindeki bir otelde kalmayı tercih edin.

Fransa Lyon Işık Festivali

IŞIK FESTİVALİ-FATE DES LUMİERES

Bu etkinlik, yılın en önemli olayı olarak kabul edilir ve her yıl, Aralık ayının ilk hafta sonunda, 4 gün süreli olarak yapılır. Aslında, etkinlik bir dini kutlama olarak, 8 Aralık 1852 tarihinde başlatılmıştır.

Başlama nedeni de, 1643 yılında, şehri etkileyen “veba” salgınının bitmesidir ve bu salgının bitmesinde, Meryem’in altın heykelinin etkili olduğuna inanırlar. Ama dediğim gibi, son yıllarda, bu etkinlik dünyanın birçok bölgesinden katılan profesyonel sanatçıların katılımı ile düzenlenmektedir.

8 Aralık öncesinde, geleneksel mumlar ve gözlükler, şehirdeki bütün mağazalarda satılmaktadır. Evet, festival, her yıl, yaklaşık 4 milyon insanı buraya çekmektedir.

Lyon şehrinin en güzel olduğu bu festival döneminde, şehir merkezinde, yollar taşıt trafiğine kapatılır ve Lyon şehrinin o dondurucu soğuk havasında, bu milyonlarca insan, cadde ve sokakları doldururlar ve ışık gösterisini izlerler.

Fransa Lyon

ŞEHİR İÇİ ULAŞIMI

Cıty Card

Bu kart, şehir genelinde, 25 hizmet ve 10 indirim sunmaktadır. Şehrin tüm müzelerini bu kart ile gezebilirsiniz. Ancak: şehirde kalış sürenize göre, doğru kart seçmeniz önerilir.
24 saat kullanımlı bir kart: 21 Euro.
48 saat kullanımlı bir kart: 48 Euro.
72 saat kullanımlı bir kart: 41 Euro.

Çocuklar için indirimli fiyatlı kartlar bulunmaktadır. Ancak, bu kart ile ilgili son bir not iletmek istiyorum, şehirde kalış sürenize göre, bu kartı almayabilirsiniz, çünkü şehir merkezini yürüyerek gezebiliyorsunuz, metroya binmeniz gerektiğinde ise, yalnızca 1.60 Euro ödemek yeterli oluyor.

Yani, yürürüm veya birçok yerde bulunan bisiklet otomatlarından bisiklet kiraların derseniz, bu kartı satın almayın, çünkü vereceğiniz paraya yazık.

Bu arada, şehirde birçok yerde bisiklet otomatları var, gideceğiniz mevsim uygun ise, bunları da tercih edebilir veya yürüyüş yaparak gezebilirsiniz.

Bisiklete binenlere, şehirde araç kullananlar, trafikte muhteşem saygı gösterip, öncelik veriyorlar, bunu görünce bizim ülke, trafik ve insanların birbirine yol vermeme inatlarını hatırlamamak mümkün mü?

ALIŞVERİŞ

Kesinlikle şunu unutmayın, burada almayı düşündüğünüz hiçbir şey Türkiye’den daha ucuz değildir. İlla alışveriş yapmak istiyorum derseniz: Genellikle: “Rue de la Requblique” ve “Place des Jacobins” çevresindeki caddeleri tercih ederler.

Ayrıca: “Quait Saint Antoine” de kurulan günlük pazar da ilgi çekmektedir. Ayrıca: “Mono prix” ve “rue de la republique” isimli mağazaları ziyaret edebilirsiniz.

La Part-Dieu

Merle bölgesinde, Vivier Bulvarındadır. Bu 4 katlı alışveriş merkezi: Avrupa’da şehir merkezleri içindeki en büyük alışveriş merkezi olarak önem kazanır. Burada: en büyük moda markalarının ürünleri dahil, her türlü alışveriş objesi bulabilirsiniz.

Halles de Lyon

Burası, da şehir ziyaretinde mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisidir ki, aslında bizdeki sebze-meyve hallerine benzer. Burada: ünlü Fransız peynirlerinin yüzlerce çeşidini bulabilirsiniz. Ayrıca, her türlü et ürünü var. Ancak: esas olan, bu yüzlerce-binlerce ürünün satışındaki sunum, görselliktir. Alışveriş yapın veya yapmayın, burayı mutlaka ziyaret edin.

Son bir not: futbolla ilginiz olsun veya olmasın, mutlaka “Stade de Gerland” çevresinde, şehrin futbol takımının yüzlerce çeşit ürününün satıldığı mağazaları ziyaret etmenizi öneririm ki, mutlaka beğeneceğiniz bir şeyler çıkacaktır.
Çünkü markayı muhteşem güzel şekilde pazarlıyorlar.

Fransa Lyon

YEMEK KÜLTÜRÜ

Lyon şehrinde, yerel lezzetler konusunda önemli mesafeler kaydedilmiştir. Şehir ve çevresinde: birçok bar, kafe ve şehir halkının “bouchon” olarak isimlendirdiği (bir demet saman ve çalıdan ibaret olan işaretle simgelenen bir tür restoran) geleneksel yemek yerleri bulunur.

Evet, genellikle ara sokaklarda bulunan, dışarıya pek açılmamış bu “Bouchon”ları gezerken, genellikle tıka-basa dolu olduklarını göreceksiniz. Hatta: rezervasyon kabul etmiyorlar.

Dolu olunca, kapısına yazı yazıp, başka müşteri kabul etmiyorlar. Ancak: unutmayın onların geleneksel yemeklerinin başında gelenler “kızarmış domuz kulağı salatası”, “soslu domuz ayağı” vs. Ayrıca: burada yiyeceğiniz yemekleri, TL ile düşününce, bayağı yüksek fiyatlı olduklarını da göreceksiniz.

Bu restoranlarda şarapları, sürahi ile veriyorlar ve 10 Euro. Ama: bunlar en kaliteli cinsinden, yani ülkemizde şişesi 60-70 TL. ye satılan şaraplar. Siz yine de yer bulup bunlardan birine girerseniz, özellikle “soğan çorbası” içmeyi sakın ihmal etmeyin.

Lyon: çevrede ve özellikle Fransa’da gastronomi yani yiyecek kültürü, çeşitliliği ve lezzetleriyle önem kazanmıştır.

Ne içilir diye bir soru sorulursa: şehrin tam bir şarap merkezi olduğunu da hatırlatmak isterim. Burada, birçok şarap marketinde, yüzlerce çeşit şarap bulmak mümkündür.

Son günlerde bizim televizyonlarda da bir reklam öne çıktı “krusavan”: evet Lyonlular, krusavan olmadan asla kahvaltı etmiyorlar, peynir kültürünün çok yüksek ve çeşitli olduğu bu şehirde kahvaltıda peynir yenmediğini görünce şaşıracaksınız, ama onlar peyniri, şarap yanında meze olarak kullanmaya alışmışlar, kahvaltıda, bir veya iki çeşit peynir kullanılıyor.

Evet bu şehri ziyaret ederseniz, çikolatalı krusavan (pain au chocolat) mutlaka tadın. Bunun özellikle vişnelisi önerilir.

Fransa Lyon

GEZİLECEK YERLER

Şehirde, UNESCO tarafından koruma altına alınan 4 bölge bulunmaktadır. Bunlara genel olarak “Traboules” ismi verilir. Bunlar:

1.Fourviere
2.La Croix-Rousse
3.Presquile
4.Vieux Lyon-Eski Lyon

Bu bölgeler/mahalleler: yani 500 hektarlık alan: 1998 yılında UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Çünkü: buralar yıllar boyunca korunarak günümüze kadar ulaşmıştır.

Lyon şehri, günümüze kadar, bu tarihi yapılara ve bölgelere asla dokunmamış, şehrin gelişimi: dışa doğru, yani nehir kıyılarından uzakta, tepelere doğru olmuştur. (Bu yeni genişleme bölgesindeki mahalle “Confluence” olarak bilinir)

Buralar hakkında, birkaç cümle kısa bilgiler vermek istiyorum. Ayrıntıları, daha aşağıda görebileceksiniz.

Fransa Lyon FOURVİERE

FOURVİERE

Bu tepelik bölgede, çok sayıda kilise ve dini kurum bulunmaktadır ve bu yüzden, buraya “dua tepe” ismi verilmiştir. Tarihi süreç içinde, tepe de, Romalılar yerleşmiştir.

Buraya ulaşmak için: Vieux Lyon metro istasyonundan tepeye çıkmak için feniküler bileti satın almanız gerekir. Çünkü, burası, her ne kadar 150 metre olsa da, tepeye doğru oldukça diktir.
Biraz önce söylediğim gibi, burası, şehrin Roma yerleşim yeridir. 19’ncu yüzyılda ise, burası şehrin dini merkezi haline gelmiştir.

Basilique Notre-Dame-de-Fourviere

Buraya çıkmak için “feniküler” kullanmak mümkündür ancak ben size, yürüyerek çıkmanızı öneririm. Gare St. denilen yerde, pek fazla sayıda olmayan merdiven basamaklarını tırmanırsanız, bu sırada, şehrin ve çevrenin muhteşem manzarasını görebilirsiniz.

Yapı: 4 kulesi ve zarif süslemeleriyle, eski şehrin silüeti üzerinde yükseliyor.

1872 yılında inşa edilmiş ve Meryem Ana’ya adanmıştır. İç dekorasyon, Bizans tarzını yansıtmaktadır. Evet, buraya çıkan Hıristiyanlar hacı kabul ediliyorlar.

Bazilikanın hemen yanında: şehrin en güzel manzarasını görebileceğiniz alan bulunmaktadır. Feniküler ile çıkarsanız, inerken mutlaka yürüyün.

Metal kule

Bazilikanın yanında, 1894 yılında yapılmıştır. 86 metre yüksekliktedir. Radyo ve televizyon anteni olarak görev yapmaktadır. Yapılışı döneminde: kilise karşıtları tarafından, şehrin en yüksek yapısının, bir dini yapı olmaması nedeniyle desteklenmiştir. Çünkü: bulunduğu tepe nedeniyle, toplam yükseklik, 372 metreye ulaşmaktadır.

Roma Tiyatroları

Bu iki çok iyi korunmuş Roma tiyatrosu, Roma kentinin en önemli kalıntılarıdır. Gallo-Roman Müzesi, bunların hemen yanında inşa edilmiştir. Her yıl, yaz festivalleri, burada düzenlenmektedir.

St İrenee Kilisesi

Fransa’nın ve Lyon şehrinin en eski kilisesidir. Yüzyıllardır kullanımda olan bir Gallo-Roman Nekropolü üzerine inşa edilmiştir. Özellikle, avluda bulunan, 5 ve 6’ncı yüzyıllara ait lahitler ilgi çeker. Günümüze ulaşan kilise yapısı, 19’ncu yüzyılda, Bizans etkisiyle yeniden inşa edilmiştir. Yalnızca, 5’nci yüzyıldan kalma, bir kemer görülebilmektedir.

Fransa Lyon

LA CROIX-ROUSSE

Burası: şehrin dokuma tezgahlarının bulunduğu bölümüdür. Yani, 19’ncu yüzyıla kadar olan süreçte, burada ipek işçileri çalışmışlardır. Çalışma Tepesi olarak da bilinir. Ama aynı zamanda “Dua tepesi” olarak da bilinir. Çünkü, yamaçlarda bir sunak var ki, birazdan ayrıntılı bilgi vereceğim.

Doğal olarak, ipek endüstrisinin mimari şekillendirmesi, buraya yansımıştır.
Burada: yaz aylarında sıcaklık, şehir merkezinden, 3-4 derece daha aşağıdadır, yani daha serindir. Çünkü: La Croix-Rousse bir tepe üzerindedir. Bu tepe ile şehrin birbirinden farklı bölgeler olduğu söylenir.

Yamaçlarda bir amfi tiyatro ve MÖ.12’nci yüzyılda Galyalılar döneminde yapıldığı belirtilen bir sunak var. Ancak, bu kutsal bölüm, 2’nci yüzyılın sonlarında terk edilmiştir. Yamaçlar takip eden dönemde, dini cemaatler tarafından satın alınmış ve konutlar yapılmıştır.

Ancak, Fransız devrimi sonrasında, burada bulunan binalar ve cemaatlerin eşyaları yok edilmiştir. Daha sonraki dönemlerde ise, yamaçlarda sonraki dönemlerde yoğun olarak, üzüm bağları yapılmıştır. Tepenin üst kısmında ise, 1512 yılında, bir sur inşa edilmiştir.

Bölgedeki diğer ekonomik gelişme, ipek üreticiliğinde yaşanmıştır. 19’ncu yüzyılın başlarından: yeni dokuma teknolojisinin ortaya çıkmasıyla, yaklaşık 300 yıldır burada üretilen ipek; yoğun olarak teknolojide kullanılmaya başlanmıştır.

Özellikle “jakarlı dokuma” üst düzeyde gelişmiştir. 1831 yılında, endüstriyel dönemin ilk sosyal isyanı yine burada çıkmış ve tepeye bu kez “İsyancı Tepe” ismi verilmiştir.

Çünkü: şehir merkezi bu tepelik mahallesinden tamamen ayrı bir durumda idi ve bu tepede yaşayan insanlar, şehir merkezine giderken “Lyon’a gidiyoruz” gibisinden konuşuyorlardı. Neyse, işin tarihsel-hikayesel boyutuna fazla girmeden, biz yine gezilecek yerleri görelim.

Amphitheatre des Trois Gaules

Galya döneminden kalma bu tiyatro: dönemin en büyük yapısı olarak önem kazanır. Ama günümüzde, amfi tiyatro yapısının büyüklüğünü tespit etmek mümkün olmamıştır, çünkü hemen yan tarafından, Eski Güzel Sanatlar Okulu binası bulunmaktadır ki, yapının temellerinde, tiyatronun uzandığı düşünülmektedir. İlk Hıristiyanının burada öldürülerek şehit edildiği söyleniyor.

Montee de la Grande Cote

Bölgedeki bu sokakta; Rönesans döneminden kalma mimari yapılar görülmektedir. Ayrıca, sokağın sonunda, tepelik bölgede, Lyon şehrinin güzel bir manzarasını izleyebilirsiniz.

St Bruno Kilisesi

Yine, bölgede barok mimari yapısı ve özellikle iç sunak ve gölgelik bölümlerinin muhteşemliğiyle ilgi çeken bir dini yapıdır.

Jardin Rosa Mir

Burası, bölgedeki bir bahçedir. Bahçe: İspanyol bir mülteci olan Jules Senis tarafından yaptırılmış ve onun annesi adına ithaf edilmiştir. Bahçe: İspanya-Barcelona şehrindeki, dünyaca ünlü mimari tasarımcı “Gaudi” nin etkilerini taşımaktadır.

Fransa Lyon PRESQUİLE

PRESQUİLE

Şehirden geçen iki nehir arasındaki adada bulunan bölgedir. Lyonlular, buraya: alışveriş ve bir şeyler yemek üzere giderler. Zaten, şehrin ekonomik faaliyetlerinin büyük bölümü, burada yürütülmektedir. Şehrin pahalı mağazaları ve restoranları buradadır. Bu restoranlar yüzünden, Lyon şehri “gastronomi başkenti” olarak bilinir.

Evet, burası bir dar yarımadadır. Şehirden geçen “Rhone” ve “Saone” nehirleri arasında kalıyor. Adanın ilk yerleşim yeri: nehirlerin birleştiği yerde yapılan “St Martin” manastırı yakınlarındadır. Adanın anakaraya bağlanması çalışmaları, 1772 yılından sonra yapılmıştır.

Bölgedeki bataklık bir yer kurutularak buraya, 1846 yılında “Perrache İstasyonu” yapılmıştır.
Adadaki yaşantı, genellikle: “Terraaux” ve “Bellecour” arasında yürütülür. En büyük ve kalabalık bölge: Perrache İstasyonu Alanıdır.

Fransa Lyon Place des Terreaux Meydanı

Place des Terreaux Meydanı

Des Terreaux

Meydanındaki yapı, 1990’lı yıllarda, mimar Daniel Buren tarafından tasarlanmıştır.

Fontaine des Bartholdi Havuzu

Bartholdi tarafından tasarlanan heykel ve kare şeklinde restore edilen havuz: önce kuzey bölümde iken, daha sonra meydanın batı yönüne taşınmıştır. Bu havuzun: Amerika’daki “Özgürlük Heykeli” ni yapan bu sanatçının elinden çıkmış olması anlamlıdır.

Hotel de Ville-City Hall

Meydanın doğu yönündedir. 17’nci yüzyılda: bir kız okulu olarak inşa edilmiştir. Özellikle, cephesinin güzelliğiyle ilgi çeker. Cephenin en önem kazanan yönü: orta bölüm üst kısmında bulunan “at üstündeki kral Henri IV” heykelidir. Evet, bu yapı, sakin meydana muhteşem bir hava katıyor.

Opere Evi-Place de la Comedie

Hemen Belediye Binasının karşısındadır. Yapı: 1826 yılında, Chenevard ve Pollet isimli mimarlar tarafından yapılmaya başlanmıştır. Ancak: yapım aşamalarında, birçok teknik sorun çıkmış ve buna bağlı olarak maliyet sürekli yükselmiş ve yapım tam bir karmaşa olmuştur.

1993 yılından itibaren ziyarete açılan bina: her şeye rağmen, günümüzde iç tasarımı nedeniyle Lyonlular tarafından eleştirilmektedir. Yine de, yapının görkemli cam kubbesi ilgi çekmektedir. Son restorasyon ve yapım aşamasında, ünlü mimar Jean Nouvel görev yapmıştır.

Palais St Pierre-Güzel Sanatlar Müzesi

Meydanın batı bölümünde, havuzun hemen karşısındadır.

Rue Merciere

Burası bir sokaktır. Arnavut kaldırımlı bu sokak: Rönesans döneminden kalmadır. Burada: çok sayıda restoran bulunmaktadır, hani bu bölgeyi anlatan yazının başında söylemiştim ya, Lyonlular buraya yerel lezzetleri tatmaya geliyorlar ki, siz de mutlaka uğrayın.

Place des Jacobins Meydanı

Burası, ilk olarak 1960’lı yıllarda tasarlandığında, tamamen asfalt yollarla kaplıymış. Daha sonraki yenilenme projesinde ise, yeşil bir bakış açısı kazandırılmaya çalışılmış ve bu çalışmaların halen sürdürüldüğü söyleniyor.

Meydanın ortasında, 1885 yılına tarihlenen ve Heykeltıraş Degeorges tarafından yapılan bir havuz var. Yine meydanda çeşitli heykeller bulunuyor ki, bu heykeller: 15-16-17’nci yüzyıl sanatçılarına aittir.

Hotel-Dieu

Burası: bölgenin en büyük binalarından birisidir ve 1184-1185 yıllarında hastane olarak inşa edilmiştir. Binanın uzun cephesi: nehir boyunca 300 metre uzanır. Büyük kubbe bölümü: 1765 yılına tarihlenir.

Burası her ne kadar günümüzde hastane olarak kullanılmıyorsa da, yapıldığı dönemde, ülkede Paris’ten sonra en büyük tıp olanaklarının yaratıldığı bir yer olarak önem kazanmıştır. Ancak: modern tıp olanaklarının başka yerde yapılan bir hastanede yerleştirilmesi nedeniyle, 2010 yılında burası kapatılmıştır.

Fransa Lyon Place Bellecour
Fransa Lyon Place Bellecour

Place Bellecour

Burasının, Avrupa’nın en büyük meydanıdır. 1622 yılında, inşa edildiği ve daha sonra bu meydana yapılan bir hastanenin 1934 yılında yıkıldığı söyleniyor. 1667 yılında inşa edilen çan kulesi bulunmaktadır.

Alanın ortasında: “Kral Louis 14” e ait bir heykel var. At üzerinde bulunan kralın bu heykeli: bölgeye gelen Lyonluların en büyük buluşma noktalarından biridir ki, siz de buluşma noktası olarak burayı kullanabilirsiniz.

Bu özellik dışında, meydanın öne çıkan başkaca bir özelliği yok.

Evet, gerek Lyon şehri ve gerekse bu meydanla ilgili en büyük özellik: bu meydanda “Lyon şehrinin tanıtımı için kullanılan bir söz (ONLYLYON) büyük harfler ile birleştirilmiş” ve şehri ziyaret edenlerin bütün hepsi, bu yazı önünde fotoğraf çektiriyorlar, siz de unutmayın.

Buradan yukarı çıkan bir caddeyi (İstanbul’daki İstiklal caddesi gibi) “rue de la rupublique” takip ederseniz, bir süre sonra solunuzda, barlar-restoranların bulunduğu bir sokak göreceksiniz. Burada, güzel zaman geçirip, lezzetli bir şeyler yiyebilirsiniz.

Ancak, Lyon geleneksel lezzetlerinin, bizim yemek kültürümüze pek uygun olmadığını, gerek maddi açıdan büyük hesaplar ödeyebileceğiniz ve gerekse şehirde kalacağınız sürenin, sindirim sistemi rahatsızlığı nedeniyle kapalı bir mekanda geçebileceğinizi unutmayın ve yiyeceklere temkinli yaklaşın derim. Bira severler, burada yemek olmadan da keyifli zaman geçirebilirler.

Fransa Lyon

VİEUX LYON-OLD LYON

Saone nehri kıyısındaki, muhteşem bir ortaçağ ve Rönesans semtidir. Hatta: Avrupa’nın en büyük Rönesans alanı olduğu söylenir. Ancak özellikle hafta sonlarındaki tatil günlerinde burası çok kalabalık oluyor, bu yüzden ya hafta içi günleri veya sabah erken saatleri, gezmek için tercih etmelisiniz.

Evet, buradaki yapılar: 15 ile 17’nci yüzyıllar arasında; buraya yerleşen, zengin Alman, Flaman ve İtalyan tüccarlar tarafından inşa ettirilmiştir.

Şehri ziyaret edenlere, hani olmazsa olmaz, mutlaka gidin görün tarzından bir not iletmem gerekirse: evet burayı mutlaka görün. Tarihi özelliği yanında, burada: çok sayıda bar, kafeterya ve restoran bulunuyor ve bunların havası bir başka, eğlence ortamı bir başka, burayı mutlaka ziyaret etmelisiniz.

St Jean Katedrali

1180-1480 yılları arasında inşa edilmiş ve St.Jena-Baptiste ve St Etienne’ye adanmıştır.
Mimari stil olarak, Romanesk unsurlar ve Gotik tarz kullanılmıştır.

Ana kapı üzerindeki “gül pencere”: St Stephen ve St John’un yaşamlarını betimleyen unsurları bulundurmaktadır. Lyon piskoposu burada yaşıyor. Evet, bu dini yapıya girmek isterseniz, kıyafetinizin uygun olması (şort ve kolsuz tişört olmaz) gerekir.

Astromi Saati

Katedral içindeki bu özel saat: 14’ncü yüzyılda yapılmış, ancak daha sonra güncellenmiştir. Her gün, saat 16.00’da: günlük çanları çalmaktadır.

Rue St Jean

Burası, bir sokaktır ve genellikle turistlere yönelik hediyelik eşyaların satıldığı dükkanları ve restoranları barındırmaktadır. Yemek bölümünde belirtmiştim, yerel halk tarafından yoğun olarak tercih edilen bouchonsları burada bulabilirsiniz.

Fransa Lyon

MÜZELER

MUSEE GADAGNE-HOTEL DE GADAGNE-LYON ULUSLAR ARASI KUKLA MÜZESİ

14 rue de Gadagne bölgesindedir.

Müze binası: muhteşem bir Rönesans sarayıdır. Güzel bir bahçesi ve en üst bölümde kafeteryası bulunmaktadır.

Müzede: şehrin tarihi ve kuklaları sergilenmektedir. Müzede en sevilen kukla karakterlerinin: “guignol tiyatrosu kuklaları” olduğu söyleniyor. Ayrıca: burada, bizim “Karagöz” de var. Gölge oyunu karakterlerimiz için, müzede bir bölüm yapmışlar.

Ana müzenin hemen yanında, yine bir kukla ve mekanik oyuncaklar müzesi görülüyor. Buraya girerseniz: karanlık ve loş ortamda, bir anda, müzik eşliğinde tüm oyuncakların hareketlendiklerini görüp, duyuyorsunuz ve irkiliyorsunuz.

MUSEE DES BEAUX-ART

20 Place des Terreaux bölgesindedir.
Müze binası: 17’nci yüzyılda yapılmış, zarif bir manastırdır. Müzede: zengin bir Avrupa resim ve heykel koleksiyonu bulunmaktadır. Bunlar arasında, öne çıkanlar ise şunlardır: Perugino, Veronese, El Greco, Rubens, Manet, Matisse gibi ünlü sanatçılara ait eserlerdir. Ayrıca: avluda, Rodin’e ait 3 bronz görülmelidir.

MUSEE DES ARTS DECORATİFS

Bu müze: “Hotel Lacroix-Laval” dadır. Adres olarak ise: “30 Rue de la Charite” dir.
Yapı: 18’nci yüzyıl yapımıdır. Müzede sergilenenler arasında bulunanlar şunlardır: goblenler, porselenler ve mobilyalar.

MUSEE HİSTORİQUE DES TİSSUS

Bu müze: “Hotel Villeroy” dadır. Adres olarak ise “34 Rue de la Charite” dir.
Bu müzede görebilecekleriniz şunlardır: ipek ve çeşitli kumaşlar ve goblenler.

MUSEE DE LA CİVİLİSATİON GALLO-ROMAİNE DE FOURVİERE

17 rue Cleberg bölgesindedir.
Fransa ülkesinin ikinci büyük müzesidir. Burada: şehrinde içinde bulunduğu; “Rhone-Alps” bölgesinin geçmişine ait: heykeller, sikkeler, aletler, mozaikler diğer birçok tür obje sergilenmektedir. Özellikle renkli antik mermer blokları mutlaka görmenizi öneririm.

STADE DE GERLAND

Burası, 41 bin izleyici kapasiteli ve şehrin takımı olan “Oliympique Lyonnais” futbol takımının maçlarını yaptığı yerdir. Buraya yolunuz düşerse, stadyumu gezebilir, hatta bir maç izleyebilir ve hatta, stadın çevresindeki alışveriş yerlerinden, spor giysileri satın alabilirsiniz.

İskoçya Edinburgh Genel

İskoçya Edinburgh Genel

Şehir: İskoçya’nın başkentidir. İskoçya’nın ikinci en kalabalık ve İngiltere’nin yedinci en kalabalık şehridir. Kasvetli ve sisli havası ile, ortaçağdan kalma şato ve kuleleriyle tarihi bir masal şehridir.

Şehir nüfusu normalde 450.000 olmasına rağmen, yazın Ağustos ayında bu rakam 1 milyona ulaşır, çünkü festival zamanında şehir yoğun ziyaretçi akınına uğramaktadır. Yani: siz de bu şehri ziyaret etmek isterseniz, bu festival zamanında yani Ağustos ayında gitmeli ve etkinlikleri yaşamalısınız.

Şehir: İngiltere’ye kıyasla gayet ucuzdur. Şehir aslında deniz kıyısında kurulmasına rağmen, zamanla kale çevresinde yerleşim yoğunlaşmıştır.
İskoçya: Birleşik Krallığın bir parçası olmasına rağmen, Edinburgh şehrinde bulunan İskoç Parlamentosu bulunmaktadır.

Edinburgh şehri: İskoçya’nın gerek yurt dışı kaynaklı ve gerekse İngiltere kaynaklı ziyaretçiler tarafından en çok ziyaret edilen yerdir. İskoçya’nın en çok ziyaret edilen yeri ise: hiçbir zaman ele geçirilememiş Edinburgh kalesidir.

Ülkemizde de gösterilen “Cesur Yürek” filminde, İngilizlere karşı İskoç ayaklanmasını başlatan William Wallece bir halk kahramanı olarak bilinmektedir.

İskoç erkekleri: bir tür etek giymektedirler. Bu “kilt” denilen etekleri: 1720’li yıllarda giymeye başladıkları söyleniyor.

Şehri keşfetmenin bir yolu: üstü açık turist otobüslerini kullanmaktır. Bu otobüsler: Wavely Tren İstasyonunun önünden, 16 paund ücret ödeyerek bu otobüslere binebilir ve yarım günde şehrin belli başlı yerlerini görebilirsiniz.

İskoçya Edinburgh Tarihi

TARİHİ

Yazılı İskoç tarihi: MS.80 yılında: bu toprakları işgal eden Romalılar ile başlamıştır.
MS.1.yüzyılda Romalılar: Lothian bölgesine gelmişlerdir ve burada Votadini isimli yerli kabile ile karşılaşmışlardır.

Romalılar: MS.365-368 yılları arasında buradan çekilmişlerdir. MS.6.yüzyılda: Scotti denilen İrlandalılar: bölgenin batı kısımlarını işgal ederler.

Takip eden süreçte: Castle Rock üzerine: MS.7.yüzyılda kalenin yapıldığı düşünülüyor. MS. 638 yılında kale: Kral Oswald güçleri tarafından kuşatıldı ve kontrol bunlara geçti.
Bunların etkisi: MS.950 yılına kadar, 300 yıl boyunca devam etti.

12.yüzyıla gelindiğinde ise: Kral David I tarafından “Royal Burgh” kuruldu. 14. yüzyılın sonunda: James III tarafından, şehir İskoçya’nın başkenti olarak ilan edilmiştir.

15.yüzyılda: bir İngiliz saldırısı sonucu şehir yıkılır. 1544 yılına gelindiğinde, şehrin yavaş yavaş iyileştiği görülür.

17.yüzyıla gelindiğinde: Edinburgh şehrinin sınırları hala şehir duvarlarının içindedir, ama genişleyen nüfusu barındırmak için evlerin yükseklikleri arttırılmaya başlanmıştır. Şehirde yapılan 11 katlı evler: günümüz gökdelenlerinin atası olarak hatırlanır. Bu eski yapıların çoğu: daha sonra ağırlıklı olarak Victoria dönemi binalarla değiştirilmiştir ki, bugün bunlar Old Town bölgesinde görülmektedir.

Bölgedeki İngiliz egemenliği: ilk olarak: İskoç farklı topluluklarının aralarındaki taht mücadelesinde anlaşamamaları üzerine, İngiliz kralı I. Edward’dan hakemlik yapmasını istemeleri ve bu durumun uzun yıllar sürmesidir.

1706-1707 yılları arasında: “Union Act” anlaşması imzalanması ile, iki krallığın birleştirilmesi, İngiltere ve İskoçya Parlamentolarında kabul edilmiş ve ortak parlamentonun adı “Büyük Britanya Parlamentosu” olmuştur.

18.yüzyılın ilk yarısında: bankacılık merkezi olarak popüler olan Edinburgh şehri: Avrupa’nın en yoğun nüfuslu, kalabalık ve sağlıksız şehirlerinden birisi olarak bilinmektedir.

1821 yılına gelindiğinde, Glasgow şehrinin, Edinburgh şehrini geçtiği görülür. 1840 yılında demiryollarının bölgeye gelmesiyle yeniden gelişme başlar. 1960-1970 lerde: şehirdeki gecekondular yıkılır ve yeniden yapılanma başlar.

ULAŞIM

Edinburgh uluslar arası havaalanı, şehir merkezine 12 km. yani araba ile 20 dakika uzaklıktadır. Havaalanı ile şehir merkezi arasında taksi ve sık sık hareket eden havaalanı otobüsleri bulunmaktadır.

Havaalanında bir otobüs servisi bulunuyor. Otobüs ile havaalanı ile şehir merkezi arasındaki yolculuk yaklaşık 40 dakika sürüyor ve bilet ücreti 1.5 paund. Mavi renkli Expres otobüsleri tercih ederseniz, bu kez 30 dakikalık yolculuk için 3.5 paund ödemeniz gerekir.

Havaalanı ile şehir merkezi arasındaki ulaşım için taksi tercih ederseniz, muhtemelen 15-20 paund ödemeniz gerekir ve yolculuk yaklaşık 15-20 dakika sürüyor. Ücretin fazla olması düşündürücü, yani bence otobüs tercih edilmelidir.

Şehre ulaşmak için tren tercih ederseniz: Edinburgh şehrinin İngiltere genelinde mükemmel demiryolu bağlantıları bulunduğu söylenmektedir. Başta Londra olmak üzere, şehrin, diğer birçok şehirle demiryolu bağlantısı bulunmaktadır ve yaklaşık 2 saatlik yolculuk gerekir.

Edinburgh şehir merkezindeki tren istasyonunun adı “Edinburgh Waverley Station” dur. Burası şehir merkezindedir, Royal Mile buraya 5 dakika yürüme mesafesindedir.
Edinburgh-Glaskow arasındaki yolculuk ise, yalnızca 45 dakika sürmektedir.

Londra’dan Edinburgh şehrine gitmek isterseniz: uçakla gitmeniz önerilir. Çünkü: karayolu bayağı uzun oluyor, otobüs 10 saat, kiralık araba ile 7 saatte ulaşabilirsiniz ki, son bir alternatif tren olabilir ki, o da 6 saat sürüyor.

İKLİM

Şehir de genellikle sürekli esen bir rüzgar görebilirsiniz. Özellikle: deniz kıyısına gittiğinizde, yanınızda mutlaka atkı bulundurmanız gerekir. Ama genel anlamda, şehrin ılıman iklime sahip olduğu söylenebilir.

Şehir: genellikle soğuktur, özellikle “Kale” ye çıktığınızda mutlaka tedbirli olmanızı ve yanınıza kalın giysiler bulundurmanızı öneririm, yoksa kesinlikle üşürsünüz. Ancak: İngiltere’nin diğer birçok şehrinde olduğu gibi: biz ve bizim gibi yurt dışından gelenler, burada üşürken: şehirliler kısa etek ve tişörtlerle geziyorlar ve asla üşümek gibi bir alışkanlıkları yok, inanılmaz bir durum.

Fırtınalı günlerde, şehirde düzenlenen sokak partileri iptal edilir. Gelelim yağışlara: şehirde sağanak yağış pek görülmez. Yağmur genellikle kışın, karla karışık yağmur şeklinde görülür.

Sonuç olarak: bu şehrin iklimini şöyle özetlemek gerekir: İlkbahar ve Sonbahar mevsimlerinde: aynı gün içinde, dört farklı mevsim yaşamak mümkündür. Bu şehri ziyaret etmek isterseniz, bence Temmuz ayında gidin, ama Temmuz ayında dahi, sıcaklık 22 derece civarında olduğunu ve özellikle akşam saatlerinde mutlaka üzerinize bir şeyler almanız gerektiğini unutmayın.

İNSANLAR

Edinburglular: işçi sınıfı değildir, gayet yardımsever ve güler yüzlüdürler. Yani, İngilizlere nazaran daha sıcak kanlıdırlar. Ancak: yine İngilizlere nazaran daha kabadırlar.
Hatta: şehirdeki publara gittiğinizde, bu insanların: İngiltere milli takımının maçlarını izlerken: rakip takımı tuttuklarını ve İngilizlere nasıl küfrettiklerini duyabilirsiniz.

Öte yandan: İskoç erkeklerinin en büyük özelliği, dünya çapında bilinen özellikleri: giydikleri ekose eteklerdir. Bu ekose eteklere “kilt” ismi veriliyor ve gerçekten şehirde gezerken, bunlardan bolca görebilirsiniz.

MEDENİYET ÖNCESİ-CADILIK-CADILAR

Aslında aşağıda söz edeceğim hususlar: yalnızca Edinburgh şehrine ait değil, elbette: ortaçağ döneminde Avrupa’nın yani gününüzün en yüksek medeniyet seviyesine ulaşmış toplumunun geçmişinde yaşadıklarıyla ilgilidir. Belki: Cadılık konusu, yalnızca bu yöreye yani Edinburgh şehri ve çevresine ait olduğu söylenebilir. Diğerlerini tüm Avrupa için söylemek mümkündür.

17’nci yüzyılda şehirde büyük bir veba salgını olmuş ve şehir nüfusunun yarısı olan 2500 kişi ölmüş. Çünkü: veba gittiği veya girdiği her yerde: oradaki insan nüfusunun tam yarısını, hatta kadın ve erkek sayılarında da tam yarı olmak üzere bir denge ile insanları öldürmüştür. Ancak, unutmamak gerekir ki, günümüzde medeniyetin en yüksek olduğu söylenen bu ve benzeri şehirlerde: insanlar o d önemlerde: dışkılarını lazımlıklara yapıyorlar ve pencereden dışarıya sokaklara döküyorlarmış. Veba salgınının sebebinin bu olduğu kesin.

Ayrıca: yine 17’nci yüzyılda: Tıp Fakültelerinde, öğrenciler tarafından kullanılan kadavralar gayet iyi para getiriyormuş, çünkü öğrenciler bunları para vererek satın alıyorlarmış. Bunu bilenler ise: mezarlıklardan gizlice kadavra çalıp öğrencilere satmayı bir meslek haline getirmişlerdir.

Hatta: Hare ve Burklay isimli iki İrlandalı kafadar: bu işi öyle ileri götürmüşler ki: geceleri barlardan çıkan sarhoşları tenha yerlerde öldürüp, kadavra olarak öğrencilere satıyorlarmış. Bu tür cinayetleri engellemek için yine aynı dönemde şehrin bazı yerlerine gözetleme kuleleri yerleştirilmiştir. Bu adara: Hare ve Burklay isimli İrlandalılar bir süre sonra yakalanıp idam edilmişlerdir.

Son olarak ,cadılık ve cadı avı konusundan söz etmek istiyorum. İskoçya’nın diğer birçok bölgesindeki gibi: burada da “cadı” efsaneleri çoktur. Hatta: şehirde anlatılanlara göre: cadı avı sırasında: cadı olarak şüphelendiklerini yakaladıklarında, önce: Princess Street’de bulunan bir su birikintisine atarlarmış.

Ölürse: cadı olmadığına kanaat getirip ayrılırlarmış. Ama, ölmese: sudan çıkarıp yakarlarmış. Yani: yakalananın asla kurtuluşu yok.

Bu arada, insanların cadı olarak suçlanmasının tek göstergesi: portakal rengi, kızıla kaçan saç renkleriymiş. İyi de, burada yaşayanların büyük çoğunluğunun saçı kızıla kaçmaktadır. Bunun sonucunda: 15 ile 18’nci yüzyıllar arasında bu şehirde yaklaşık 4000 kadın ve erkek, cadılık şüphesiyle öldürülmüşlerdir. Bu öldürülenlerin büyük çoğunluğu kadındır.

DİL

Resmi dil İngilizcedir. Ancak şehrin ismi: İskoçya’nın milli içeceği olan “İrn-bru” gibi yani “Edinbıru” şeklinde telaffuz edilir. Ancak: İskoçların aksanı, kişiden kişiye değişir. Kimini anlamak kolay iken, kimini anlamak imkansızdır.

Yani: İngilizce öğrenmeyi düşünenlerin buraya gelmemesi gerekir diye düşünüyorum. Çünkü: gerçekten konuştukları İngilizcenin aksanı bayağı farklıdır. Bunun dışında, şehirde yabancı öğrencilere tarafından: Çince ve hemen her yerde Almanca konuşulduğu da görülür.

ŞEHİR İÇİ ULAŞIMI

Edinburgh şehir içinde: Old Town ve New Town denilen yerler: şehir merkezindedir ve yürüyerek veya bisiklet ile buraları rahatlıkla gezebilirsiniz. Ancak: uzun yolculuklar için otobüs ve tren hizmeti kullanmanız önerilir. Şehirde metro yoktur.

Trenler

Şehirde iki ana tren hattı bulunmaktadır ki, bunlar: Waverley ve Haymarket hatlarıdır. Ana istasyon: şehir merkezinde bulunan “Waverley” istasyonudur.
Eğer İskoçya içinde seyahat edecekseniz: ScotRail denilen tren destinasyonlarını kullanmanız gerekir ki, Glaskow şehrine gitmeyi düşünenler bunu değerlendirirler. Ancak: Londra ve Aberdeen gibi yerlere gitmek isteyenler ”East Coast” denilen tren hattını kullanmalıdırlar.

Tramvay

Şehirdeki tramvay hattı: Edinburgh Airport ile York Palace arasında uzanmaktadır. Şehirdeki tramvay hatları, 65 yıldır çalışmaktadır. 27 tramvaylı filo, saatte 20 bin yolcu kapasitelidir. Her tramvay 250 yolcu kapasitelidir. Tramvaylarda, otobüslerde kullanılan biletler kullanılabilir.

Otobüs

Şehirde “Lothian” olarak isimlendirilen otobüsler: kestane renginde ve çift katlıdır. Havaalanında çalışan otobüsler “Airlink” olarak isimlendirilir. Gerek otobüsler ve gerekse tramvaylarda kullanılan biletler: tek binişlik bilet: yetişkinler için 1.5 paund ve çocuklar için 70 p. dir. Gün boyunca ücretsiz otobüs ve tramvaya binmek isterseniz, yetişkinler için 3.5 ve çocuklar için 2 paund ödemeniz gerekir. Yalnız otobüslerde para üstü verilmiyor, bu konuda herhangi bir uyarı yok, yani tam ücreti ödemeyi düşünün.

NE YENİR-NE İÇİLİR

İskoçya’nın genelinde olduğu gibi, Edinburgh şehrinde de: çorba-yemek karışımı, ülkemizdeki “munbar” a benzeyen bir yerel yemekleri var, bunu tadabilirsiniz. Bunun dışında tüm adada olduğu gibi, burada da “fish and chips” başlıca yerel yemektir denilebilir. Ayrıca: steak pie ve bol baharatlı Hint yemekleri de düşünebilirsiniz. Evet: “Angus” inekleri ki, son yıllarda yurdumuzda da bunların isimlerini duyduk: et yemekleri burada pek te yaygın değildir.

Ne içilir denince: şehirde bolca viski dükkanı var, bu dükkanlara girip viski tadabilirsiniz, hatta muhteşem lezzetli ev yapımı viskiler bile bulabilirsiniz. Şehirde viskiye “Hayat suyu” diyorlar ve yapımında: suyun kalitesinin önemini ortaya koyuyorlar. Öte yandan: şehirde çeşmelerden akan suyun içilebildiğini söylemek istiyorum. Viski denilince: öncelikle, şehirde satılan viskilerin Atatürk Havaalanı duty-free shoplarından daha pahalı olduğunu bilmenizi isterim. Zaten burada: genelde tercih edilen dışında: “Malt” viskiler tercih ediliyor.

Ama bence, bu şehri ziyaret ederseniz: Rowling tarafından “Harry Potter” serisi romanları yazdığı: “The Elephant House” denilen kafeyi ziyaret etmelisiniz. Ünlü yazar: eşinden boşandıktan sonra, parasızlıktan evindeki kaloriferleri yakmıyormuş ve bu kafeye gelerek yazmaya başlamıştır. Yazar Harry Potter dizilerinin patlaması sonucu zengin olmuş, ama günümüzde bu kafe de, yoğun ziyaretçi akınına uğramaktadır.

NE SATIN ALINIR-ALIŞVERİŞ

Şehirdeki çoğu mağaza: Cumartesi ve Pazartesi arasındaki günlerde: 09.00-17.00 veya 17.30 a kadar açık kalırlar. Bazı dükkanlar, süpermarketler ve benzin istasyonları ise, akşam geç saatlere kadar açık kalabilirler.
Şehirde alınabilecek başlıca obje: belki “İskoçların ünlü ekose eteği” olabilir. Ama şunu unutmayın bunların ücretleri çok pahalı, yani şehir rahatça alışveriş yapılabilecek bir yer değildir.

EDİNBURG MİLİTARY TATTO-BANDO

Bu bando: 1950 yılında kurulmuştur. Üyeleri: emekli askerler ve ailelerinden oluşmaktadır. Bandonun en büyük özelliği: gayda ve davul ritimleri, süvarilerin geçişleri, sahte savaş sahnelerinin şov halinde sunulduğu gösteriler ve geçit törenidir. Her yıl Ağustos ayında, 3 hafta boyunca: Castle Esplanade bölgesinde, İskoç 40. Alayına ait bu bando: askeri müzikler çalarak: büyük bir hayran kitlesine, canlı program sunmaktadır.
Böyle bir törene rast gelirseniz, mutlaka izlemenizi öneririm.

ÜNİVERSİTELER

Edinburgh şehrinde: 4 tane üniversite ve bunların 100.000 öğrencisi bulunuyor. Bunların en eskisi ise: Edinburgh Üniversitesidir.

Edinburgh Üniversitesi

1583 yılında kurulan Edingburgh Akademik yapısının Üniversitesi içinde, 22 okul bulunmaktadır. Üniversite binalarının çoğu: George Meydanı çevresinde veya yakınlarında, şehir merkezinde bulunmaktadır.
Fen ve Mühendislik Fakülteleri ise, Kings Hall olarak isimlendirilen yerde bulunur.
Little France New Royal bölümünde: Tıbbi araştırma Enstitüsü bulunur. Pollock Halls denilen yerde ise: öğrenci konaklama tesisleri vardır. Moray House denilen yerde: Eğitim Fakültesi ve Paskalya Bush denilen binada ise: Veteriner araştırmaları enstitüsü bulunur.
2010 yılında bu üniversite dünyanın en iyi 9. üniversitesi seçilmiştir.

Herriot-Watt Üniversitesi

Buraya üniversite statüsü: 1966 yılında kurulmuştur.

Edinburg Napier Üniversitesi

1992 yılında buraya Üniversite statüsü verilmiştir.

Queen Margaret Üniversitesi

2007 yılında Üniversite statüsü kazanmıştır.

EDİNBURGH FESTİVALİ-FRİNGE FESTİVALİ

Bu festival: 1947 yılından bu yana düzenlenmektedir ve bu festivale: dünyanın her köşesinden, seçkin: bale, opera, tiyatro ve müzik toplulukları katılmaktadırlar.
Her yıl Ağustos ayında düzenlenen bu festival nedeniyle, şehrin nüfusu 450.000 kişiden, 1 milyon kişiye yükselmektedir.
Hani, olur da bu festivale katılamayanlar/gelemeyenler için ise, şehirde: “Fringe Festivali” düzenleniyor. Fringe kelimesinin anlamı “kenar” demektir. Yani, bu festival: daha çok ünlü değil, keşfedilmeyi düşünen ve bekleyen sanatçıların katıldığı, her yerde, her köşe başında farklı etkinliklerin sunulduğu bir festival olarak önem kazanmaktadır.

GEZİLECEK YERLER

Edinburg: dünyaca ünlü; 4500’den fazla bina ile, zengin mimari mirasa sahiptir. Bu tarihi şehir, aralarından tren yolu geçen iki bölüme ayrılmaktadır. Bu bölümlerde: neoklasik teraslar ve ortaçağ mimarisi: şehre apayrı bir karakter vermektedir.

Bu iki bölüm: UNESCO tarafından 1995 yılında Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Evet: şehri tanıtmaya, koruma altına alınan bu bölgeden başlamak istiyorum.

Bu bölgede iki bölüm bulunur. Bunlar:

  1. Old Town
  2. New Town

Yunanistan Girit adası

girit.fresk.1
Yunanistan Girit adası

 

Ülkemizden buraya gidenlerin çoğu; genellikle 1920’li yıllarda, buradan zorunlu göçe tabi tutulan insanlarımızın; ileriki kuşak akrabaları. Çünkü: yüzyıllarca burada yaşayan insanlarımız; gün gelmiş ve bir çırpıda, burayı terk etmek zorunda kalmışlar. Osmanlıların diğer egemenlik sürdürdükleri çoğu yerde olduğu gibi, burada da, pek fazla mimari kalıntısı, eseri kalmamış.

Ama; yine de,

Nasıl ki, bizim insanlarımız oradan ayrılmış ise, Anadolu’nun en güzel yerlerinden kopup oraya yerleşen insanlar ve takip eden nesillerdeki yakınları; adada öyle bir hayat kurmuşlar ki, gezdiğiniz ve gördüğünüzde, sanki Ege kıyılarımızdaki bir sayfiye yerinde bulunuyor gibi hissedeceksiniz kendinizi. Elbette; bu duygu insana büyük rahatlık veriyor.

Müstakil, bir-kaç sıkıntılı ilişki dışında, inanın buranın insanı bizleri seviyor ve yakın davranıyor. Hem de, bu sevgi yalnızca turizm ve gelir beklentisi dışında, hissedebildiğim kadarı ile içten gelen bir sevgi. Yine de; bir kısım insanın, Türk olduğunuzu duyduğunda, suratını buruşturduğunu da şahit olacaksınız, çünkü tehcir yani karşılıklı değişim döneminde Yunan topraklarından ülkemize gelen soydaşlarımız kadar, Anadolu’dan da birçok Rum, Yunan topraklarına geri gönderildi.

ULAŞIM


Adanın: Rodos, Santorini ve Atina-Pire Limanından deniz yolu ile ulaşım bağlantısı var. Marmaris üzerinden Rodos bağlantısı ile de, denizden buraya ulaşabilirsiniz. Atina üzerinden uçakla veya Pire’den feribotla da adaya ulaşabilirsiniz.

Yalnız: Atina üzerinden uçakla ulaşım hem çok pahalı, hem de uçaklar pek konforlu değil. Uçak tercih ederseniz: İstanbul-Atina uçuşu, yaklaşık 70 dakika sürüyor. Daha sonra Atina-Girit Heraklion hava alanı uçuşu ise: 30 dakika sürüyor.

girit.genel.1
Yunanistan Girit adası Genel Özellikleri

GENEL ÖZELLİKLERİ

GİRİT UYGARLIĞI


Girit uygarlığı ya da Minos uygarlığı: Tunç çağında, bugün Yunanistan’a bağlı olan, Ege denizi içindeki Girit Adasında; MÖ. Yaklaşık 3500’lerde doğmuş bir uygarlık. Minos uygarlığı: MÖ.2700 ile 1450 yılları arasında, en parlak dönemlerini yaşadı ve eski gücünü yitirmesinin ardından Girit üzerinde “Miken” kültürü baskınlaşmaya başladı.

Girit uygarlığının, tüm dünyada yaygın olarak kullanılan bir adı olan “Minos” terimi: ülkenin mitolojik kralı “Minos”tan esinlenilerek İngiliz arkeologlar tarafından türetilmiş ve daha sonra köklü bir biçimde yerleşmiştir. Ancak: Giritlilerin bu dönemde kendilerini ne olarak adlandırdıkları bilinmemektedir.

Eski Mısır kaynaklarında Keftiu, Sami dillerindeki Kaftar ve Suriye’deki Mari kentinde bulunan yazıtlarda Kaptara olarak geçen bir yer adının Girit Adasına ait olduğu sanılmaktadır.

Girit uygarlığının dağılmasından sonra, ortaya çıkan “Odysseia destanı”nda, Homeros, Girit’in yerlilerini “Eteokritiki” olarak adlandırmıştır. Bunların, Girit uygarlığının yıkılması ile “Miken” uygarlığının oluşması arasındaki süreçte, önceden adada yaşayan Giritlilerin torunları oldukları sanılmaktadır.

Girit sarayları

Adadaki arkeolojik kazı çalışmaları sonucu ortaya çıkarılmış en önemli, en bilinen yapı türleridir. Bu saraylar, arkeologlar tarafından gün yüzüne çıkarılan pek çok belgenin söylediklerine göre, yönetim işlerinin halledildiği noktalardı.

Bugüne dek adada bulunan ve toprak altından çıkartılan her bir sarayın, kendine özel bir özelliği vardır ve hiç biri, birbirine benzememektedir. Ancak, kendilerini diğer yapılardan ayıran ortak özelliklere de sahiptirler. Her bir saray, iç ve dış merdivenler ile ulaşılabilecek çok katlı yapılardır. Sarayları oluşturan ögeler arasında kuyular, çok büyük kolonlar, depo ve kilerler ile geniş avlular da vardır.

BÖLGE COĞRAFYASI


Girit, büyük çoğunluğu dağlarla kaplı olan bir adadır ve pek çok doğal limana sahiptir. Girit’te, tektonik hareketlenmeler sonucu meydana gelen depremler nedeniyle, yükselen yer bölümleri ve deniz altına gömülen kıyı kesimlerinin varlığına ilişkin pek çok kanıt bulunmaktadır.

Homeros’un yazdıklarında belirttiğine göre: Girit’in doksan kenti vardı. Minos kültür ve uygarlığının yükselmeye başlamasından sonra, ada büyük olasılıkla, beş politik bölüme ayrılmıştı. Bu bölümlerin arasında: Tunç çağına gelindiğinde farklar oluşmaya başladı. Adanın kuzeyinin Knossos’tan, güneyin Festos’tan, orta kesimlerin Malya’dan, doğu ucunun Kato Zakros’tan ve batı ucunun da Hanya’dan yönetildiği düşünülmektedir.

TOPLUM VE KÜLTÜR


Giritliler, deniş aşırı ülkelerle alım-satım işlemleri yapan, işlerinde ileri tüccarlardı. Giritlilerin kültürleri, MÖ. 1700’lerden başlayarak yüksek derecede bir ilerleme göstermektedir. Birçok tarihçi ve arkeolog, adalıların bu dönemde, tunç çağının en önemli varlıklarından kalayın ticaretini yaptığına inanmaktadırlar.

Büyük olasılıkla Kıbrıs’tan getirilen bakır, kalay ile karıştırılır ve tunç elde edilirdi. Giriş uygarlığının ve buna bağlı olarak bakırdan yapılma gereçlerin kullanımın düşüşe geçişi ile demirin kullanımın yaygınlaşması arasında bir ilişki olduğu sanılmaktadır.

Girit ticareti safran alım-satımında da ileriydi. Ege kıyılarında bolca bulunan safran, ile ilgili olarak Santorini’de bulunan safran toplayıcıları freski, dünyaca üne sahiptir. Bunun yanında arkeolojik araştırmaları Giritlilerin bu dönemde seramik, bakır ve çok daha lüks mallar olan altın ve gümüş ticareti de yaptıklarını belirtmektedirler.

SANAT


Minos sanatına ilişkin çok büyük bir koleksiyon, Girit’in kuzey kıyılarında Knossos yakınlarındaki Kandiye kentindeki müzede bulunuyor. Minos sanatı, tüm öğeleriyle özellikle de seramik yapımlarındaki gelişim evreleriyle konu üzerinde araştırma yapan arkeologların Minos tarih ve kültürünü dönemlere ayırmasına yardımcı olur.

SARAYLAR


Giritliler ilk saraylarını Malyada erken Minos döneminin sonlarına doğru, MÖ.3000 önce inşa ettiler. Önceki araştırmalar, Girit’te saray yapımlarının yeryüzünde de ortaya çıkan ilk saraylarla eş zamanlı olarak türemeye başladığını öne sürüyordu. MÖ. 2000’li yıllara dönemine tarihlendiriliyordu. Ancak araştırmacılar, bugün sarayların çok daha öncelere, adanın pek çok farklı yerinde inşa edildiğini savunmaktadırlar. Sarayların en çok görüldüğü yerler, ayrıca yerel gelişmenin de en çok olduğu yerlerdi. Bunlar, Knassos, Malya ve Festos’tu.

Yapılan sarayların pek çok görevleri vardı.

Her şeyden önce kentlerin yönetim merkezleri durumundaydılar. Bunun yanı sıra, tapınaklarda yalnızca saray binaları içinde yer alırdı. İş yerleri ve depolama alanları da saraylar içinde olurdu.

Yapılan ilk saraylar, yalnızca bir katlı olurlardı ve gösterişli bir ön cepheleri olmazdı. Ortalarında bir avlu bulunan “U” biçimli bir yapıda olurlardı. Ve kendilerinden sonra yapılanlardan daha küçüklerdi. Daha sonraki çağlarda yapılan saraylarda çok katlılık ön plana çıkmaya başladı. Sarayların batı duvarlarında kesme taş ile ince işlenmiş desenler bulunurdu. Bunun ilk bilinen örneği; Knossos saraylarıdır.

MÜBADELE


Evet, bir gemimiz (İsmi Giresun) : 1924 yılında, 300 yıllık topraklarından koparılan binlerce Giritli soydaşımızı, İzmir’e getirdi. Mübadele gemisiydi bu. 30 Ocak 1923 günü, Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan ön anlaşmayla: 2 milyon insan yurtlarından oldu. Anadolu’da yaşayan 1 milyon Ortodoks ile Atina ve Ege adalarında yaşayan, yaklaşık 800 bin Müslüman, yaşadıkları topraklardan koparıldılar.

Girit’in: Kandiya, Resmo ve Hanya kentlerinde yaşayan, onbinlerce Türk, 300 yılı aşkın süredir bulundukları topraklardan sökülüp Anadolu’ya getirildi. Onları: İzmir, Ayvalık, Bodrum ve İskenderun limanlarına çıkaran Giresun gemisi: 106 metre boyunda idi ve 1910 yılında satın alınmıştı.

delos.tarih.1
Yunanistan Girit adası Turizm

TURİZM


Girit, Yunanistan’ın en popüler turizm bölgelerinden biridir. Yunanistan’a turistik girişlerin, %15’i: Kandiye Heraklion havaalanından veya limanından yapılır. Bu şehre inen charter uçaklarının sayısı, Yunanistan’a inen toplam charter uçaklarının beşte birine eşittir. 2004 yılı içinde, toplam iki milyon turist, Girit’i ziyaret etmiştir. Girit’te, turizm, Yunanistan genelinden daha hızlı gelişmektedir. Lüks otellerden, aile pansiyonlarına kadar, her çeşit turistik tercihe hitap edecek altyapı mevcuttur.

girit.yemek.gyros
Yunanistan Girit adası Ne Yenir-Ne içilir

NE YENİR- NE İÇİLİR 


Mutfak konusunda: bize epeyce benziyorlar. Menülerinde, Yunan spesiyali diye geçen yemekler: güveç, dolma, şiş kebap, kabak-patlıcan kızartması, cacık, çeşit çeşit mezeler. Burada: bu yemekler bizim mi, yoksa onların mı tartışmasına girmek istemiyorum. Tek gerçek: Girit’te aç kalmasınız, çünkü yemeklerin çoğu tanıdık. Üstelik porsiyonlarda, oldukça doyurucu.

Girit’te özellikle yenebilecek yemeklerin başında: “gyros” ve “souvlaki” gelmektedir.
Gyros: bu bizlere pek yabancı değil, bizim döner. Bu yüzden ayrıntılı anlatmak istemiyorum.


Souvlaki ise: evet, o da yabancı değil, şiş kebap. Bunlar, bizlere yabancı değil, ama yabancılara yabancı ve bir güzel kendi kültürleri gibi satıyorlar maalesef.
Kleftaki diye bilinen bir yemekleri, bizdeki kağıt kebabına benziyor. Aliminyum folyoya sarılı bir biçimde sunuyorlar.


Ayrıca: kabak çiçeği dolması yemeden sakın geçmeyin.
Ayrıca: etli olarak da farklı usullerle pişirilen “Maghrata” yemeği (Ege bölgesinde arapsaçı olarak da bilinir) anasonlu tadıyla Girit mutfağının en meşhur lezzetlerindendir.
Bir çoğumuzun adını duyunca irkildiğimiz salyangoz’un yemeği, bu adada çok meşhur. Eğer denemeleri seviyorsanız, yemenizi tavsiye ederim. Hiç de kötü değil.
Bunun yanında: Giritliler “otçu” olmalarıyla tanınırlar. Her çeşit otu yemeleriyle ön plana çıkıyorlar.


Bu özelliklerini en iyi anlatan bir deyim: “bahçene Giritli gireceğine, inek girsin”

Bildiğiniz midyenin üzerine limon sıkıp, çiğ çiğ yemek alışkanlıkları da vardır. Girit mutfağında zeytinyağı demek her şey demek. Onların bir yıllık zeytinyağı tüketimi, kişi başına 30 litre iken, bu oran ülkemizde maalesef yalnızca 1 litredir. Aynı zamanda: Girit insanında, asla kalp rahatsızlıkları görülmez, ciltleri parlak ve buruşuksuzdur.

Bunlar: elbette zeytinyağının mucizeleri. Gerçek bir sağlık iksiri. Zaten: her gittiğiniz restoranda olmasa da çoğunda; masaya oturduğunuzda, hemen zeytinyağı ve karabiber getiriyorlar. Ekmeğinizi, karabiber ekilmiş zeytinyağına keyfe bandırıp yiyebilirsiniz, muhteşem bir lezzet.


Kahvaltıda, yemeklerde, meze olarak hep zeytinyağı kullanılıyor.

Zeytinyağı: evlerde, manastırlarda, küçük değirmenlerde, büyük, modern fabrikalarda, çok özel organik çiftliklerde, her zaman her yerde üretiliyor ve tüketiliyor.

girit.yemek.souvlaki
Yunanistan Girit adası

 

İçkilere gelince. Malum bizim rakı, onların uzosu. Hiçbir fark yok. Gerçi işin uzmanları, belki aroma farkı yakalayabilirler, ama büyük olasılıkla, siz de ikisinin aynı olduğunu düşüneceksiniz. Yunanlıların bir çeşit daha rakıları var.

Bunun imside: ”tsikoudia”. Bu da, sözüm ona Girit’e özgü bir rakı çeşidi imiş. Ama: bu konularda biraz bilgisi olanlar, bunun da İtalyanların mahalli içkisi “grappasına” benzediğini söylüyorlar. Özellikleri mi? Tatsız, saf etil alkol içiyormuş gibi bir tat alıyorsunuz. Boğazınızı yakıyor. Sertliği yüzünden, küçük bardaklarda ikram ediliyor. Bildiğiniz gibi uzun rakı bardaklarında değil.


Burada yani Girit’te: içki olarak denemenizi önereceğim başlıca içki ise: sakız likörü. Bu hafif tatlı liköre bayılacaksınız. Hatta: hediyelik veya daha sonra kullanmak üzere, satın da alabilirsiniz.

DİĞER


Evet, Girit: Akdeniz’in ortasında: sarışın ve genelde yeşil gözlü insanların yaşadığı bir ada.
Ege denizinin bu en büyük adasının: uzunluğu 250 km. ve genişliği ise 54 km. dir. En dar yeri: 13 km. olan adanın kuzeybatı ucu: Mora’dan 110 km. kuzeydoğu ucu, Anadolu’dan 200 km. güney ucu ise Bingazi’den 325 km. uzaklıktadır.
İlk yabani zeytin ağacının, MÖ.60 bin yıllarında bu bölgede yetiştiği, ilk sistematik zeytinciliğin ise, neolitik çağda, yine bu bölgede yapıldığı biliniyor.

Buranın en büyük özelliklerinden biri de: her Giritli de olmasa bile çoğu Giritlide silah bulunmasıdır. Bazen: kızlarına ters bakan insanlara silah çekecek kadar silah meraklısı olduklarını duydum.

Girit’te trafik çok düzenli değil. Türkiye’yi aratmıyor. Tabelaları yetersiz ve özensiz. Araba kiralarsanız; trafikte biraz zorluk yaşayacağınız kesin.

Tavernalar, bizim Türkiye’de adlandırdığınız tavernalardan değil. Onlar, genel olarak restoranlara taverna diyorlar. Kapısında taverna yazan her yerde: canlı müzik, sirtaki, tabak kırma gibi bildiğiniz veya hayal ettiğiniz taverna ögelerine rastlamak mümkün değil.

GİRİT İNSANI


Girit insanı çok sıcak. Yolda kime bir şey sorsanız, size yardımcı olmaya çalışır. Neredeyse, herkes İngilizce biliyor. Turist olduğunuzu anladıklarında, ilk soru “nereden geliyorsunuz?” Türkiye’den yanıtını alınca, herkes yüzünde gülücüklerle karşılık veriyor. (Çok çok nadir, surat asan da görebilirsiniz)

Tıpkı bizim ülkede, Girit kökenli kişiler olduğu gibi, Girit’te de, Anadolu kökenli birçok kişi var. Mübadele sırasında, Ayvalık’tan birçok kişi Girit’e gitmek zorunda kalmış. Ama, bugün bunların çocukları ve torunlarına rastlıyorsunuz.

NE SATIN ALINIR


Minos uygarlığına ait figürler, zeytinyağı sabunları, çeşitli otlar en çok satılan hediyelik eşyalar. Rakı bardakları da yaygın, tercihinize göre ilginç gelirse alabilirsiniz. Hani, burada malum zeytin çok yoğun. Ama özellikle “delice” zeytinleri var, adaya özgü. Buradan hediyelik götürecekseniz, mutlaka o zeytinden götürmenizi öneririm.

girit.genel.2
Yunanistan Girit adası Gezilecek Yerler

GEZİLECEK YERLERİ

girit.kandiye.en güzel resim
Yunanistan Girit adası Heraklion-Kandiye

HERAKLİON (KANDİYE)


Girit’in başkentidir. En kalabalık, en merkezi şehridir. Buraya: Türkler “Kandiye” demişler. Pek çok turistin, Girit’e ilk adımını attığı yer. Burada: 400 yıllık Venedik hakimiyetinden geriye çok şey kalmış.

Ada gezinizde, burayı merkez tutmalısınız. Burası: eski görünümlü bir kent. Evlerin hemen hepsi eskimiş. Yollar bakımsız. Sahil kesimi yıkık dökük binaların işgalinde. Romalılar döneminde önemli bir liman, Venedik’liler döneminde ise Egenin ticaret merkezi olan “Heraklion”: bugün tüm önemini yitirmiş, kalabalık, gürültülü, tozlu ve cazibesi azalmış bir kent görünümünde.

Kıyıda:

Görkemli Venedik kalesinin hakim olduğu liman, görüntüyü biraz olsun düzeltiyor.

Denize doğru uzanan limanın sonunda, Cenevizlilerden kalma bir kale var. Buraya: kules (kule) adını veriyorlar. Şehir oldukça hareketli. Trafik çok düzensiz. Bize oldukça tanıdık gelen: yol çalışmaları, kazılar, tozlu yollar, korna sesleri.

girit.aslanlı meydan çeşmesi.
Yunanistan Girit adası

Kent merkezinde, en sık rastlayacağınız objelerden biri de: çeşmeler. Girit’te egemenlik kuran çeşitli ulusların hepsi, bir sürü çeşme yaptırmış. Roma çeşmeleri, Osmanlı çeşmeleri. Çoğu: Venedik duvarları üzerine oyularak yaptırılmış. Kandiye’nin en bilinen yeri: Aslanlı çeşmenin olduğu meydan. Lion Square meydanı. Bu meydanda bulunan çeşme: yapımından yıllar geçse de, günümüzde hala akıyor. İsmi: Morosini çeşmesi. 1628 yılında yapılmış.

Meydanın diğer bir özelliği de:

Yine tanıdık isimlerin bulunması. “İzmir kebap” Evet: tanıdık isim, bildik tatlar. Kebapları mutlaka deneyin, çünkü gerçekten Girit’te aç kalmak, yemek beğenmemek mümkün değil.

Kentin en hareketli diğer bir meydanı: Venizelou Meydanı. Bu meydanın kuzeyinde liman, güneyinde ise alışveriş pazarları, batısında “Hanya kapısı” var.

Çarşısı: size çok tanıdık gelecek. Biraz “Mahmutpaşa”, biraz “Mısır çarşısı”. Sokakları temiz ama kıta Avrupa’sının pırıl pırıl sokakları yok.

girit.arkeoloji müzesi içi.1
Yunanistan Girit adası

HERAKLİON ARKEOLOJİ MÜZESİ

Müze: 4 katlı ve 20 odalı. Her katında, farklı dönemlere ait eserler sergileniyor. Müzeyi gezmek için: 2-3 saat zaman ayırmanız gerek. Zengin koleksiyonu ile gezilmeye değer yerlerdendir.

Özellikle: Helenistik heykeller, müzenin en ilgi çekici parçaları. Burada: Girit’in zengin tarihinde yer alan pek çok eseri bir arada görmeniz mümkün. Pişmiş topraktan yapılmış heykelcikler ise, ziyaretçileri Girit’in en eski antik çağlarına götürüyor. Ayrıca: ünlü Minos uygarlığına ait pek çok eseri bir arada görmeniz mümkün.

girit.festos diski.esasresim.1
Yunanistan Girit adası

Müzenin en ilginç parçası: “Phaistos Diski”. Phaistos bölgesinde yapılan kazılarda bulunan, yaklaşık 3500-4000 yaşındaki diskin özelliği, üzerindeki dilin hala çözülememiş olması. Bundan daha da ilginci: diskin üzerindeki yazıların elle çizilerek değil, Çin’de baskı tekniğinin bulunmasından 2500 yıl öncesinde, kile baskı tekniğiyle yapılmış olması. Phaistos diskinin çözülemeyen bu gizemleri, kimilerinin bu diskin uzaylılar tarafından yapıldığını bile ileri sürmesine kadar varmış.

girit.aghios.arkeoloji müzesi.
Yunanistan Girit adası Tarih Müzesi

GİRİT TARİH MÜZESİ

Küçük ama etkileyici bir müzedir. Modern, doyurucu ve iz bırakan bir düzenlemesi var. 1953 yılında, Girit Tarihi Araştırmaları Derneği tarafından kurulmuş.
Müzenin birinci katında: tarihi süreci takip ederken, İngilizceye çevrilmiş, savaş dökümanları, size günümüz yanlı haberleri anımsatacak. Yüzyıllarca, Osmanlı hakimiyetinde yaşamış olmalarını, adeta yok sayıyorlar. Kayıtlara göre, adada gerçekleşen çatışmalarda ( her nasılsa) örneğin 2800 Hıristiyan’a karşılık, 36.000 Türk ölmüş görünüyor. Bunun dışında; Osmanlılar, ada yaşamında neler yapmışlar, neler bırakmışlar, hiçbir bilgi yok. Yalnızca, müzenin dördüncü katında, küçücük bir camekan içinde ”ve adadaki diğer azınlıklar” diyerek, birkaç parça resim ve birkaç parça bilgi var. Ancak, pek de önemli değil.


Evet müzenin ikinci katı: Dünyanın en sevilen Yunan yazarı (“Zorba” adlı romanın yazarı) Kazancakis; Girit-Heraklion doğumlu. Odasının orijinali, notları, çantası, fotoğrafları, başka dillere çevrilen kitapları ve kitapların çeviri baskıları, kişisel hatıraları, dünya basınında çıkan haberler; imrendirici bir yorumla sunulmuş ziyaretçilere. Grafik tasarımlar, videowall tasarımlar, slayt oyunları, orijinal parçalar, film gösterileri.

Müzede Kazancakis’in yaşamına tanık olmak yalnızca büyük yazara ve şehrine bir kez daha hayran olmakla bırakmıyor kişiyi. Bu arada: bu ünlü yazarın, şehir merkezindeki meydanda, bir de anıtını görebilirsiniz.

girit.genel.4
Yunanistan Girit adası Venedik Surları ve Limandaki Kale

VENEDİK SURLARI VE LİMANDAKİ KALE

Görülmeye değer Venedik izlerindendir. Kale: şehrin önemli yapılarından biri. Havaalanı ya da limandan şehir merkezine doğru ilerlerken, hemen kendini gösteren kale, kenti boydan boya çevreleyen Venedik duvarlarının, denize uzanan ucunda yükseliyor. Hemen karşısındaki kıyıda ise, cephanelikler duruyor. Zamanında: saldırılara karşı kent buradan korunuyormuş.

AZİZ MİNAS KATEDRALİ

Aziz Minas: Mısırlıdır. 1941 yılında, Girit’te İraklion şehrinin; Almanlar tarafından bombalanmasından kurtulmasında aktif rol oynamıştır. 1942 yılında Almanların Kuzey Afrika’dan kovulmasında da aktif faaliyet göstermiştir. Bu büyük mucizevi faaliyetleri yüzünden, Mısır’ın koruyucu azizi olmuş.

Kriti İraklio’nun koruyucusu ve Kıbrıs’ta da sıtma doktoru oldu. Yapmış olduğu bu büyük işleri için, Hıristiyanların kendisine besledikleri sevgiden dolayı, onun adına birçok yerde manastırlar ve kiliseler yaptırılmış. Bunun sonucunda, evrensel saygı duyulan bir sima haline gelmiş. Evet, burada da, onun adına yaptırılmış bir kilise var. Kentin önemli kiliseleri arasında.

girit.agios titos kilisesi.
Yunanistan Girit adası Agios Titus Kilisesi

AGİOS TİTUS KİLİSESİ

Osmanlılar döneminde cami olarak kullanılmış. Bizans döneminde 962 yılında yapılan ve Venedikliler tarafından onarılan bina, 1925 yılında bir kez daha yenilenmiş. Şu an Ortodoks kilisesi olarak hizmet vermeye devam ediyor.

DİKTE MAĞARASI

Kandiye’nin 50 km. kadar doğusunda bulunuyor. Efsaneye göre: Zeus, Girit’ke bu mağarada büyüdü. Annesi Rheia, onu çocuklarından biri tarafından tahttan indirileceğine inanan kocası Kronos’tan burada sakladı.


Biraz daha ayrıntıya girmek gerekirse: Rheia; aslına bakarsanız, bize pek yabancı değil. Kybele. Aslen: Anadolu’lu bir tanrıça, hem de ana tanrıça. Kybele; Rhea olarak Girit’i ziyaret eder.

Yalnızlığı dolayısıyla: güneş ve buhardan, sevgili olarak Kronos’u yaratır. Analık duygusunu ve özleyişini doyurmak üzere, Dikte Mağarasında, bir güneş oğlu doğurur. Kronos ise, çocukları kıskandığı için onları öldürmektedir. Kybele; bu işe çok öfkelenir. Kronos’un sol elini ister ve beş parmağını keserek, Daktil’ler, yani beş parmak tanrılarını yaratır. Kybele; altıncı olarak doğurduğu tanrıya: “Zagreus” adını verir.
Muhteşem güzel bir mağara. Anlatmak değil, görmeniz gerek, mutlaka gidin.

girit.knossos.en güzel resim
Yunanistan Girit adası Knossos Sarayı

KNOSSOS SARAYI

Kent merkezine 8 km. uzaklıkta, güneye düşüyor. Kent merkezinden; her 15 dakikada bir kalkan otobüsler ile gidebilirsiniz. Kandiye şehrinin, 3 km. güneydoğusunda bir tepe üzerindedir.


Girit’de egemen olan Minos uygarlığının kalıntıları var. Knossos şehri, Tunç çağında, efsanevi Girit kralı Minos tarafından kurulmuştur. Zaten, bu nedenle kurulan uygarlığa “Minos uygarlığı” denilmektedir.

Minos uygarlığı, adada, MÖ.2600-1100 yılları arasındaki dönemi kapsayan 1500 yıl süresince yaşamıştır. Özellikle, MÖ.18 ve 16’ncı yüzyıllarda, en önemli dönemlerini yaşamışlardır. O dönemde, şehirde, 100 bin kişinin yaşadığı biliniyor. Minos uygarlığının şu önemi var.

Bunlar: takip eden dönemde Hellen uygarlığına esin kaynağı olmuşlar ve dolayısı ile Avrupa bu kültürü, kendi tarihi süreci içindeki temeli kabul ediyor. Yani: Avrupalılar, kendi kültürlerinin ilk temel taşı olarak Minos uygarlığını kabulleniyorlar.

girit.knossos.genel.1
Yunanistan Girit adası

 

Minos dönemindeki antik Girit’in başkenti.

Burada: konuya girmeden önce: burada geçen bir efsane ile başlamak istiyorum. Mitolojiye göre: Minator (Minos’un Boğası anlamına geliyor) ve labirent efsanesi, bu antik kentte gerçekleşiyor. Hani, şu Daidalos ile oğlu İkarus’un, bal mumundan kanatlarıyla uçarak kurtulmak istedikleri labirent. Knossos’ta labirentin izleri kalmamış ama uçabilmenin özgürlüğüne kapılıp, güneşe daha da yakınlaşmak isteyen İkarus’u anacaksınız. Evet, efsane şöyle:


” MÖ.1700 yılları.

Mitolojideki tanrılar tanrısı Zeus’un oğlu Minos ve karısı Pasphae’nin bir çocukları olur. Ama, bu çocuk: yarı insan, yarı hayvan, boğa kafalı garip bir yaratıktır. Önce bir şok yaşarlar. Ama: bu yaratığı başkalarına gösteremeyecek olduklarını düşünürler ve ona “Minotaur” adını vererek, Knassos sarayında, labirent biçimindeki daracık ve kasvetli olan sevimsiz bir koridora hapsederler.

Manotaur:

Karnı acıktığında, gök gürültüsünü andırır vahşi ve güçlü sesiyle bağırır. Bunun üzerine: kendisine, özensiz hazırlanmış yiyeceklerden ya da pişirilmemiş vahşi hayvan parçalarından oluşan yiyecekler verilir. Evet: her şeye rağmen, bu zavallının yaşadığı hücrenin, benzersiz bir manzarası vardı. Alabildiğine görkemli bir vadiye bakıyordu. Evet, günümüzde bu hücreyi görebiliyorsunuz. Sarayın duvarlarında halen görülen freskler ise, insanı büyüleyecek güzellikte.

Ancak, efsane bu kadar ile bitmiyor.

Efsanenin bir de başka yönü var. Theseus: Atina kralı Aegeus’un oğludur ve Girit kralı Minos’un, Atinalıların oğullarını öldürtmesine müthiş kin duymakta ve intikam duygusu ile yaşamaktadır. Çünkü, her yıl, 7 Atinalı genç erkek ve 7 Atinalı bakire kız, yarı insan-yarı hayvan şeklindeki korkunç yaratık Minotor’a verilmek üzere, adaya gönderilmektedir.

Bu yaratık, biraz önce söylediğim gibi, ünlü mimar Daedalus tarafından tasarlanan bir labirentte kilit altında bulunmaktadır. Evet, Theseus, bu korkunç canavarı öldürmek için, adaya gönderilen 7 Atinalı gençten biri olmak için gönüllü olur. Diğer kurbanlar ile birlikte, siyah yelken açan bir gemiyle, Girit adasına doğru yola çıkarlar. Ancak, yola çıkmadan hemen önce, Theseus’un babası, Atina kralı Aegeus, oğluna, Minotor’u öldürürse, aynı gemiyle geri dönerken, siyah yerine beyaz yelken çekmesini söyler.

Evet, kurbanlar Knossos şehrine varırlar. Ancak, Minos kralının kızı Ariadne, kurbanlar içindeki Theseus’a aşık olur. Theesus’un asıl amacını öğrendiğinde ise,Minotor’u öldürmesi için ona yardım etmeye karar verir. Ariadne, Theseus’a, Minotor’u öldürdükten sonra, labirentten çıkabilmesi için ipek bir iplik verir.

Theseus, uzun bir mücadele sonucunda,

Minotor’u öldürür ve sevgilisi Ariadne ile birlikte, geldikleri gemiye binerek Atina’ya doğru yola çıkarlar. Ancak, Theesus, Ariadne’yi daha sonra almak üzere, Naxos adasına bırakır. Bu arada, babasına verdiği sözü unutur ve bindiği gemideki siyah yelkeni değiştirmez, bunu gören Atina kralı, oğlunun öldüğünü düşünür ve kayalıklardan atlayarak intihar eder.

girit.knossos sarayı.1
Yunanistan Girit adası

 

Evet, Knossos şehrinde, günümüze ulaşan en önemli bölge “Büyük Saray” dır. Bu sarayın bulunduğu yerde, ilk saray yapısı, MÖ.2000 yılında yapılmıştır. Ancak, bu saray yaklaşık 300 yıl sonra, MÖ.1700 yılında, büyük bir depremde yıkılmıştır. Ancak, eskisinin yerine, daha büyük ve yeni bir saray inşa edilir. Bu büyük saray, Minos kültürünün en büyük başarısı ve aynı zamanda, Girit’te kurulmuş en güçlü şehir devletinin merkezi olmuştur.

Büyük saray:

Salonları, odaları ve bahçeleriyle, 63 bin m. karelik bir alana yayılmıştır. Kereste ve taştan yapılmış çok katlı yapının, 1400 odası olduğu söyleniyor. Sarayın su sistemi: çömlekten oluşturulmuş borularla yapılmıştır. Tuvaletlerde ise, sifon sistemi bulunuyormuş. Duvarlar alçı kaplıdır ve üstlerinde ve tavanlarında, yukarıda da sözünü ettiğim gibi, muhteşem freskler bulunmaktadır. Bu  resimlerde: balıklar, çiçekler, boğaların üzerinden atlayan gençler, prensler, saray kadınları resmedilmiştir.

Yapı, kalbini oluşturan, ortadaki dikdörtgen bahçesin çevresinde dizili, 4 ek binadan oluşmaktadır. Bu, her bir bölümün ayrı bir işlevi vardır.

Batıdaki kısımda:

Tapınaklar, ayin odaları ve büyük kavanozlarla dolu depolar bulunuyordu. Diğer kısımda, taht odası bulunur ki, özenle dekore edilmiştir. Burada, karşılıklı duran bir duvarın içine döşenmiş bir taht bulunur. Bu kraliyet tahtıdır ve burada, ilaveten bir  dizi bank bulunmaktadır. Doğu kısmında: burada bulunan bina, 4 katlıdır.

Ancak, günümüzde 3 katına ulaşılabilmiştir. Burada, dönemin elitlerinin, bürokratlarının yaşadığı daireler, atölyeler ve bir tapınak bulunmaktadır. Yani, Minos mimarisinin en önemli ve muhteşem yapısıdır. Sarayın girişi, batı kısmın ucunda, asfalt kaplı, büyük bir bahçedendir.

Knossos şehri kalıntıları;

İlk olarak, 1878 yılında, bir tüccar ve aynı zamanda antikacı olarak bilinen, yani arkeolojiyle bir ilgisi olmayan Minos Kalokairinos tarafından, Büyük sarayın batı kanadındaki bazı bölümlerin ortaya çıkarılmasıyla keşfedilir. Ancak, bölgedeki ilk düzenli kazılar, 1900yılında, Amerikalı Sir Arthur Evans tarafından başlatılır. Kendisi, bölgenin tamamını satın alır ve 1932 yılına kadar olan süreçte, araştırmalarına devam eder. Bu araştırmalarda, sarayın ana kısmı, şehrin büyük bölümü ve birçok mezarlık ortaya çıkarılır.

Ayrıca: 

Tahıl depoları, saklama küpleri, tepedeki yamaca kurulan kral dairesi ve onun altında Minotaur’un hapsedildiği hücrenin yeri bulunur. Ancak: tarihi süreçte, saldırılar ve depremlerden, kalıntılar epeyce zarar görmüş, yıkılmış. Ayakta kalan yapılar, bütüne göre çok azdır.

Minos uygarlığının mimarisi ilgi çekici. Kent, piramide benzer biçimde, kat kat inşa edilmiş. Açıkta kalan koridorların hepsi, bordo sütunlarla desteklenmiş. Duvarlar, yine bordo olmak üzere, canlı renklerle süslenmiş, fresklerle bezenmiş. Duvarlarda özellikle; “Saldıran Boğa” freskleri muhteşem.

Çoğu freskin orijinali: “Heraklion Arkeoloji Müzesi”nde sergileniyor. Kalıntıların halka açık bu bölümüne ise: kopyaları konulmuş. Bir iki bölümde orijinalleri de sergileniyormuş ama birkaç yıl önce bu bölümü ziyarete kapatmışlar. Gelenler ufak ufak kazıyarak, bu fresklere zarar veriyor ya da küçük parçalar çıkartıp çalıyorlarmış.


Yerlerde, mermer taşlı yürüme yolları var.

Dünyanın ilk kanalizasyon sistemindeki, akıl almaz düzende görülen ve sağlam kalan künkler göreceksiniz. Küvetli banyosunun duvarında, narince olmayan hatta biraz hoyratlığa yatkın olan pastel mozaikli duvarlar muhteşem.

girit.knossos saray kalıntısı.2
Yunanistan Girit adası

 

Narsistçe davranan, kişisel hijyenin yanı sıra, estetik güzelliği çok fazla önem veren, en güzel olmak için çabaladıklarından, günlük banyolarını yaptıkları küvetlerinin içine vadide yetişen bir takım otlardan ve mis kokulu kır çiçeklerinin taç yapraklarından atan ve banyolarından sonra da, vücutlarını zeytin yağı ile ovan ya da vücutlarına diğer kişi tarafından masaj yaptırtan, harikulade bilinçli insanlar.

girit.knossos sarayı saklama kapları.1
Yunanistan Girit adası

 

Anlattığım gibi, burada şaşılacak bir medeniyetle karşılaşacak ve ona tanık olacaksınız. O antik çağda yaşanan yerlerde: solumak, yaşama duyulan bağı arttırmak, muhteşem bir duygu.

Bu arada

Bu muhteşem uygarlığın n asıl bittiğini bilmek isteyenler olabilir: Minos bölgesinde, tarihi süreç içinde, iki büyük deprem yaşanır. MÖ.1450 yılında, Girit adasına, 62 km. uzaklıktaki Thera adasında, büyük bir deprem olur. Daha  doğrusu volkanik patlama olur. Bunun yarattığı sarsıntı sonucu, Thera adası üçe bölünür ve çevrede, büyük felaketlere yol açan sarsıntılar ve tsunami olur.

MÖ.15’nci yüzyıla gelindiğinde ise, yine büyük bir deprem olur ve bölgedeki yapıların büyük bölümü yıkılır, ayrıca sürekli olarak yükselen medeniyet, çevredekiler tarafından yapılan saldırılar, işgaller ve ticaret yollarının değişmesi, bu muhteşem medeniyetin yavaş yavaş yok olmasına ve tarih sahnesinden çekilmesine neden olur.

girit.hersanios plaj.
Yunanistan Girit adası

KANDİYE ŞEHRİ YAKINLARINDA KUMSALLAR

Kent merkezine yakın; “Hersonissos” bölgesinde denize girebilirsiniz. Burada; plajlar var. Girişleri ücretsiz. Yalnızca, yapacağınız etkinliğin (bungee jumping, su kayağı, kaydırak vs. gibi) ücretini ödüyorsunuz. Deniz, kumsal ve şezlonglar ise, herkese açık. Bunun dışında: bu bölgede, çok sayıda bakir koylar da var. Buralar: tesislerin olduğu yerler gibi kalabalık değil. Ancak: kıyıları kum değil, çakıl taşlı.

girit.aghios.liman.güzelreism
Yunanistan Girit adası Hania-Hanya

HANİA (HANYA) 


Girit’in diğer bir önemli kentidir. Osmanlı’nın en sevdiği kasabadır. Adaya giden turistlerin, Kandiye’den sonraki adresleri Hanya’dır. Girit’in kuzeybatı kıyısında yer alır. Osmanlı döneminde adanın idari merkezi konumundaydı. Günümüzde önemli bir turizm merkezi olan kent, 70 binlik nüfusuyla, Kandiye’den sonra, adanın ikinci büyük yerleşim bölgesidir.

Eski limanı, tarih kokan sokakları, şirin kahveleri, birbirinden otantik restoranları ile hoş bir manzara çiziyor. Venedik izleri, kalesi ve mimarisiyle her noktasında kendini gösteriyor. Tipik bir Akdeniz kentidir. Osmanlılar bu kenti ilk aldıkları zaman: limana ayak basan ilk yeniçerinin adına, bir cami yaptırmışlar. Hasan Camii. Limanın en ucundadır.

Caminin minaresi:

1970 yıllarına kadar duruyormuş. Ancak, sonrasında çıkan bir fırtınada, yerle bir olmuş. Ancak: satılan kartpostallarda o minareyi görmek mümkün. Bu cami: Venedik çizgisinin baskın olduğu Hanya kentinde bulunan en önemli Osmanlı eseridir.

Vakıflar aracılığıyla özel mülkiyete geçen yapı, artık galeri olarak kullanılıyor.

Birbirinden güzel evlerin sıralandığı eski liman, daracık sokaklar, küçük kahveler, restoranları ile Hanya: tipik Akdenizli. Romalılar, Bizanslılar, Venedikliler, Cenevizliler, Osmanlılar ve Mısırlılar, bu kente sahip olabilmek için oluk oluk kan akıtmışlar. Osmanlı: Girit’te, ilk burayı almış ama, o zamandan bu zamana bir tek limandaki “Yeniçeri Camisi” ayakta kalabilmiş. Venedik ise: kalesiyle, mimarisiyle her köşeye damgasını vurmuş.

Liman ve kalesi, kentin en ilgi çekici noktalarından biridir. Liman bölgesi boyunca, lezzetli Akdeniz balıklarından tadabileceğiniz lokantalar var.

Hanya’da arkeoloji ve denizcilik müzeleri, tarih hakkında bilgi sahibi olmak için birebir.

Hanya:

Sebze, baharat, taze balık satılan kapalı pazarı, hediyelik eşya satan küçük dükkanları, balık restoranları ile bildik bir Akdeniz kenti. Tıpkı Cunda, Alaçatı, Çeşme, eski Bodrum gibi. Sokaklarda dolaşıp durun, hiç yabancılık çekmesiniz.

Hanya’nın yakın çevresini gezmek isterseniz: otobüsle gidebileceğiniz: “Kastelli Kisamou”yu önerebilirim. Bir sahil kentidir. Güzel kumsalları var.

girit.resmo limanı.en güzel
Yunanistan Girit adası Retimnon-Resmo

RETİMNON (RESMO)


1924 Nüfus Mübadelesi öncesinde adada Türk nüfusun yoğun olarak yerleşik olduğu şehirlerden biriydi. Bu nedenle, burada da Osmanlı çizgisi her köşede karşınıza çıkıyor. Heraklion ve Hanya ile otobüs ile bağlantı var. Ayrıca: yıl boyunca, Pire Limanı ile düzenli tekne seferleri de varmış.

Girit’in diğer turistik merkezlerine nazaran, hemen hemen hiç bozulmadan günümüze kadar gelmiş. Zarar gören yapılar ise, aslına uygun olarak restore edilmiş. 16’ncı yüzyılın: edebiyat, sanat merkezi olan Rethimnon da Girit’in gözde kentlerinden biri. Osmanlı: en çok bu kentte iz bırakmış.

Bir Venedik kilisesinden Osmanlılarca camiye dönüştürülen Nerantzes Camisinde, şimdi müzik sesleri yükseliyor. Çünkü: yapı, üçüncü dönüşümünde, kentin konser salonu olmuş. Buraya: “Loggia”ismi veriliyor. Venedik dönemine ait bu yapı, 17’nci yüzyıl başlarında yapılmış. Giriş güney yönünde, üç yarım daire kemerler üzerinde yükseliyor.

Venedik döneminde: soylular için toplantı ve dinlenme yeri olarak kullanılmış. Şehir Osmanlılar tarafından alınınca, Loggia’nın batı tarafına bir minare inşa edildi ve burası camiye dönüştürüldü.

Şehirde, bir de Türk Okulu var.

Saint Francis Kilisesinin yanında bulunuyor. Girişinin üzerindeki bir yazıtta; 1796 yılında inşa edildiği belirtilmiş.

İki katlı cumbalı evlerin sıralandığı daracık sokaklarda yürüyüş yapabilirsiniz ve kendinizi Foça’da, Ayvalık’ta veya Bodrum’da hissedebilirsiniz. En keyifli yanlarından biri de, kalabalık çarşısından içerilere doğru uzandığınızda, yan yana geçmekte zorlanacağınız o muhteşem, tematik fotoğraflara ev sahipliği yapan sokakları. Modernlik ve eski zamanın çekiciliği harmanlanmış. İyi turizm tesisleri var. Girit Üniversitesi Edebiyat Fakültesi burada kurulmuş. Sanatsal etkinlikler yoğun olarak yapılıyor.

Üstelik, kent merkezinden yürüyerek kumsala inilebiliyor. Bu sahil kıyısında yer alan şık butik otellerde konaklamak mümkün.
Resmo’da: Haziran aylarında şarap festivali düzenleniyor. Yaz aylarının gözde mekanlarından biri.

Burada bir Arkeoloji Müzesi var.

Müzede: Gerani Mağarası ve Ellenes Amariou mağarasında bulunan: figürler, takı ve aletler sergileniyor. Ayrıca: çeşitli seramiklerde var. Bunun yanında: Tarihi ve Halk Sanatları Müzesi (tablolar ve çeşitli halk sanatları eserleri sergileniyor) ve Folk Art Koleksiyonu (kostüm ve mücevherler sergileniyor, çanak ve çömleklerde var) sergilenen bir mekan var.

girit.matala.1
Yunanistan Girit adası Matala

MATALA


Mires istikametinde, güneye doğru ilerliyeceksiniz. Yol üzerinde Megari Verisi isimli küçük bir köyü geçiyorsunuz. Daha sonra: Deka kasabası ve en güneydeki Tibaki kasabasının yanında, Libya denizine bakan Komos antik şehrini geçiyorsunuz. Bu arada: Komos antik şehrinin bulunduğu bölgede, çadırlı kamping alanları var.
Matala: Komos Beach’in sağ yan koyunda. Sahil yolu yok. Heraklion ile arasındaki uzaklık: 67 km. Burası: antik kent devleti Gortys’in limanıymış. MÖ. 220 yıllarında, Helenistik dönemde: “Gorty kanunlarına ait olduğu belirlenen tabletlerde: evlenme, boşanma, mülk, satışlar, kölelik ve buna benzer yasalar: Dor-Girit lehçesiyle yazılmış.

Ayrıca

Roma dönemine ait kaya mezarlarına sahip bu küçük kasaba, son 40 yıldır da burada bir hippi kolonisi barındırıyor. Tüm işletmeler onlara ait. Kalınabilecek küçük evler var. Salaş cafeler ve lokantalar, enfes, bakir bir beach ve önünde “turkuaz” renkli Libya denizi. İçi ılık ve kumsuz, kireç taşlarıyla kaplıdır. Kum yerine, minik parlak taşlar var. Kendisiyle baş başa kalmak isteyenlerin gizli yeridir. Üstsüzler, ya da en çıplaklar. Beyaz dar sokakların arasında dolaşan yaşlanmış Hippiler.

Tüm dükkanlarda, hizmet vermekte olanlarda, onların çocukları ve torunları. Yiyeceklerin pek çoğu organiktir. Satılan renkli giysiler ve boncuklar harika. Evet, bu bakir diyarları görmelisiniz.

girit.lerapetra plajı.
Yunanistan Girit adası Lerapetra-Yerapetre

LERAPETRA (YERAPETRE)


Evet, burası Avrupa’nın en güneyi. Herakleion’a 106 km. uzaklıkta. Buradaki seralarda: sebze ve meyve üretiliyor. Ayrıca: doğu ve batıda güzel plajlar var. Şehir, son yıllarda, önemli bir ticari ve turistik merkez haline gelmiş.

Şehrin:

Kendi limanı ve bir Venedik kalesi (kales) var. Osmanlılar zamanında teslim alınınca, kendi ihtiyaçlarına göre, kasaba yeniden yapılandırılmış. Eski şehir, günümüzde hala bir durgunluk içinde. Orada, cami ve karşısında güzel ve restore edilmiş bir çeşme var. Şehrin arkeoloji koleksiyonu, Osmanlı Okulunda sergileniyor. Burada sergilenen eserlerden en önemlileri şunlar: ayin kapları ve diğer kaplar, kavanozlar, baltalar, kil çömlekçi çarkı, lahitler, kırmızı-figür kaplar, kabartma süslemeler, Yunan-Roma lambaları, Romal heykel Viglia ve tanrıça Demeter heykeli bulunuyor. Ayrıca: 1856 yılında inşa edilmiş, katedral görülmeye değer.

girit.aya nikolaos.1
Yunanistan Girit adası Aghios Nikolaos

AGHİOS NİKOLAOS


“Mirabello” körfezi kıyısında konuşlanmış olan bu şirin tatil limanı, kasabadaki arkeoloji müzesi ile görülmeye değer yerler arasında. Buranın en dikkat çekici yanı: denizin, çok ince bir kanaldan karaya doğru süzülerek küçük bir göl yaratmış olması. Buralılar: o girintiye, göl diyorlar. Gölün çevresinde, sıra sıra, ışıl ışıl restoranlar dizili.


Evet, Aghios Nikolaos, modern bir şehir olarak inşa edilmiş. Pek çok turist çeken pitoresk limanı ve çevresinde çok sayıda ilginç site var. Ayrıca: şık mağazalar, büyük restoranlar, tavernalar, barlar ve diskolar.
Burada birde arkeoloji müzesi var. Zengin ve ilginç eserler sergileniyor.

SİTİA (SİTYA)


Tarihi MÖ.4’ncü yüzyıla dayanan Bizans ve Venedik döneminde gelişmiş olan ve her Ağustos ayında, Sultaniye Üzüm Şenliklerinin yapıldığı bir yer. Adanın doğusunda. Şarap ve zeytinyağı üretim merkezidir.


Girit adasının en doğu kısmında bulunmaktadır. Burada: 1984 yılında açılan bir arkeoloji müzesi de bulunuyor. Ayrıca: Folklor Müzesi var. Burada: Sitya halkının günlük hayatta kullanmış oldukları: dokumalar, tahta ve yerel kostümler ve eserler sergileniyor. Evet: bu şehir: güzel meyhaneleri, yiyecek içecek stantları, restoran, bar ve kulüp ve kafeteryaları ile, turizmin hizmetinde. Ayrıca: canlı gece hayatı ve güzel plajlar gerçekten harika.

EL GRECO MÜZESİ


Resmo yakınlarında “El Greco” isimli bir köyde. Bu kişi: yani El Greco, İtalya’nın Toledo şehrinde bulunan önemli bir kilisenin duvarına, boylu boyunca “İsa’ya Peygamberliğinin müjdelenmesi” resmini yapmış. O çalışması, bugün hala çok konuşulan ve kıymetli bulunan bir çalışma imiş. Adını taşıyan bu köydeki müzede ise: diğer resimlerinin kopyalarına yer verilmiş. Amaç: köyün turistik ve sanatsal değerlerini, o köyde yaşamış birinin sahip olduğu ün sayesinde arttırmak. Asıl adı: Domenikos Theotokopulos olan bu zat, “El Greco” diye anılıyor.

İspanyol olan ressam, 1540 yılında, Kandiye yakınlarında doğmuş. Sonradan, vatanı olarak benimsediği ve “El Greco-Yunanlı” diye anıldığı İspanya’da 1614 yılında ölmüş. Adı, bugün Velazquez ve Goya ile birlikte, İspanyol resminin ustaları arasında sayılıyor. Önemli eserleri arasında: “Orgaz Kontu’nun Toprağa Verilişi”, “Espolio”, “İsa’nın Vaftizi”, “İsa Çarmıhta”, “Teslis” ve “Apokalypsis Görüntüsü” bulunuyor. El Greco Müzesinin hemen yanında, Panayia Kilisesi adlı küçük bir yapı var. O da görülmeye değer, zamanınız varsa, oraya da uğramalısınız.

girit.venedik kalesi.1
Yunanistan Girit adası

SONUÇ


Girit çok büyük bir yer. Burayı tam olarak keşfedebilmek için, asgari bir haftalık bir süreye ve bir araç kiralamanızı öneririm.

Yunan adaları genel özellikleriyle ilgili yazım.

Yunan adaları gezi planı hakkındaki yazım.