Tren istasyonu yakınındaki bu bölge: Venedik’in en kuzeyindeki bölgedir. Adını: sazlık anlamına gelen canne kelimesinden almıştır ve eskiden bataklık olduğuna işaret eder. Eski bir mahalledir ve popüler Dorsoduro karşısında küçümsenir.
Burası: eskiden yabancı elçiliklerin ve görkemli bahçelerin yer aldığı, gözde bir mahalleymiş. Sarayları gözden düşmüştür ama Cannaregio; Mestre’ye taşınamayan Venedikli işçi sınıfının son mevkisi olarak kalmıştır.
Bu bölge, aynı zamanda dünyadaki ilk Yahudi gettosudur. Bu bölgede: 5 sinegog, 1 Musevi Müzesi, Kosher Lokantaları, eski Musevi evleri var.
Getto
Yaklaşık 300 yıl boyunca, Napolyon 1797 yılında, bu uygulamaya son verinceye kadar, Venedikli Yahudilerin sadece Cannaregio’nun bu bölgesinde yaşamalarına izin verilirmiş.
Bölge, önceden bir dökümhaneymiş ve Venedik dilinde ghetto olarak anılırmış. Bu sözcük, daha sonra dünyadaki Yahudi ve diğer tecrit bölgeleri için de kullanılmaya başlanmış.
Cambrai Savaşından (1508) kaçan binlerce Yahudi mülteci buraya yerleştirilmiş. Getto nüfusunun en kalabalık olduğu 17’nci yüzyılda; burada yaşayanların sayısı 5.000’i buluyormuş ve yer sıkıntısı nedeniyle, günümüzde dahi Venedik’in en yüksek binaları sayılan, 6 katlı apartmanlar inşa edilmiş.
Yahudilerden ağır vergiler alınır, pek çok mesleği yapmalarına izin verilmezmiş. Bekçilerin sıkı kontrolü altında sokağa çıkma yasağı uygulanır ve özel kıyafetler giymeleri zorunluymuş.
16’ncı yüzyılda: Getto, Yahudi olmayan Venediklilerin de katıldığı korolar, tiyatro gurupları ve edebiyat salonlarıyla altın çağını yaşamış.
Campo di Ghetto’daki pazar;
Venedik’in “rehinci pazarı” imiş ve oldukça hareketli bir yermiş. İflas etmiş veya ölmüş Venediklilere ait evlerdeki eşyaların satışa sunulduğu pazar, uluslar arası üne sahipti.
Günümüzde Getto, az sayıda Yahudi’ye ev sahipliği yapan, yoksul bir yerleşim yeridir. Museo Ebraico (Yahudi Müzesi) İtalya’daki Musevi alemine ait bir koleksiyona ev sahipliği yapar ve en eskisi 16’ncı yüzyıldan kalma tarihi sinegoglara rehberli turlar düzenlenir.
Aynı meydanda, müzenin karşısında bulunan bir dizi rölyef, II. Dünya Savaşında Naziler tarafından öldürülen 202 Venedikli Yahudi’nin anısına dikilmiştir.
Evet günümüzde burayı gezmeyi düşünürseniz, oldukça güzel tarihi yerleri görebilirsiniz.
Venedik şehri genel özellikleri hakkındaki yazım.
Venedik şehri genel gezilecek yerler hakkındaki yazım.
Birbirine bitişik: San Polo ve Santa Croce bölgeleri, Büyük Kanal’ın sol yakasının kuzey yarısındadır.
Sanatsal hazine değerindeki “Frai Kilisesi” ile “Scuola Grande di San Rocco” ve şehrin en renkli mekanlarından “Rialto pazarları” da görülecek yerler arasındadır.
Rialto
Venedik’in en eski mahallesidir. Venedik-Bizans tarzı sarayların en çok bulunduğu bölgedir. Kuruluşundan bu yana; Cumhuriyetin güç merkezi ve Doğu ile Batı’nın kavşak noktası olmuştur. Şehrin ticaret merkezi ve tüccarların buluşma yeriydi.
Rialto: Venedik’in mutfağı, ofisi ve oturma odası” olarak anılır. Cumhuriyetin zirvede olduğu zamanlarda Avrupa’nın en önemli finans merkeziydi. (Shakespeare’in Venedik Tacirinde, Shylock’un Bassanio’ya “Rialto’dan haberler nasıl?” diye sorması bu yüzdendir.)
Ponte di Rialto
Ponte di Rialto (Rialto Köprüsü): şehri iki yakaya ayırır. San Marco’nun bulunduğu “Rialto di qua (bu yaka) ve Rialto di la (o yaka).
Büyük kanal üzerindeki, zarif eğimli mermer kemerleriyle yayılan köprüde, dizi dizi sıralanmış ayakkabı, ipek eşarp ve mücevher dükkanları var. Romancı Henry James: “İtalian Hour” adlı romanında Venedik karakterine has, bu küçük dükkanlar ve tezgahlardan keyifle bahsetmiştir.
Köprü: önceleri dubalar üzerinde basit bir köprüyken, daha sonra geliştirilen altından yüksek gemilerin geçebileceği açılır-kapanır ahşap bir köprü halini almış.
Mevcut köprü: çöken eski köprünün yerine, 1588-1591 yılları arasında “Antonio da Ponte” tarafından yapılmış. Köprü projesini, katılımcılar arasında Michelangelo ve Palladio gibi sanatçılar olmasına rağmen, Antonio da Ponte’nin tasarımı kazanmış.
Sonuçta: içinde dükkanlar bulunan kapalı kemerleriyle sağlam, parlak, dubalı bir köprü ortaya çıkmış. Köprüden bakan biri; Büyük Kanal’ın bir dirsek gibi kıvrıldığı La Volta del Canal’daki büyüleyici saraylara ve antrepolara hayran kalır.
Rialto Pazarları
Rialto bölgesini görülmeye değer kılan diğer önemli özelliği: San Marco’nun anıtsal Venedik’ini canlandıran “pazar”larıdır. Turistik malları bir kenara bırakırsanız, angora kazaklar ve deri ayakkabılar ile hamur işi, peynir ve salam çeşitlerinin bulunduğu tezgahlar çok çeşitli.
Ruga Vecchia di San Giovanni: harika yiyecek dükkanları ile ilgi çekicidir ve Venedik’in geleneksel şarap barları “bacarolar”a yakındır.
Erberia
Büyük Kanal’a nazır bir meyve-sebze pazarıdır. Casanova: burayı “masum zevkler” yeri olarak tarif eder, ama günümüz gurmeleri burada bolca bulunan şifalı otlardan, kuşkonmazdan, radicchioya (İtalyan hindibası) ve küçük enginarlara kadar, pek çok sebze ve meyve arasında duygusal zevklere kapılırlar.
Pazaryeri
Kıyıdaki balık pazarı “Pescheria”ya kadar uzanır. Burası: Carpaccio’nun gerçekçi resimlerinden esinlenerek tasarlanan arkadlı Neo-Gotik bir yapıdır. Kemerlerin altında, balıkçıların yakaladığı balıkları buzlar üstünde sergilenir.
Bu iştah açıcı görüntü, yerel bir bacaroda öğle yemeğine bir davettir. Bitişikte bir zamanlar mezbaha olarak kullanılan ve şimdilerde canlı bir bar olan Campo delle Beccarie var.
Campo San Polo
Piazza San Marco’dan sonra, şehrin en büyük camposu (meydan) olan meydanda görülecek yerler: kilise ve kilisenin karşısındaki 14’ncü yüzyılın ortalarından kalma, gül rengi “Palazzo Soranzo”dur.
Casanova: genç bir kemancı olarak bu eve gelmiş, bir oğul ve aile servetinin mirasçısı olarak kabul görmüştür. Casanova; böylece Venedik sosyetesine girerek Avrupa aristokrasisini baştan çıkarmış ve öfkeleri de üzerine çekmiştir.
San Polo Kilisesinin
15’nci yüzyıla ait orijinal yapısından günümüze kalabilen birkaç öğesinden biri olan ana giriş kapısı görülmeye değerdir. Kiliseye girişler yan kapıdandır. İç mekanda: Tintoretto’nun “Son Yemek” tablosunu göreceksiniz. Kilisenin yan tarafındaki 1362 tarihli çan kulesi, biri pençeleri arasında bir insan başıyla, ötekiyse bir yılanla oynayan iki aslan figürüyle dikkat çekiyor.
Frari
Santa Maria Gloriosa dei Frari (kardeşler anlamına gelen Firati sözcüğünün değiştirilmiş hali olan Frari kelimesiyle anılır): Venedik’in San Marco’dan sonraki ikinci kilisesidir. Ressam Tiziano’nun mezarına ev sahipliği yapar.
Bu toprak parçası: 1236 yılında Frasisken mezhebine bağlı din kardeşlerine verilmiş ve bu kilise 1340-1469 yılları arasında geniş bir alan üzerinde inşa edilmiştir.
Frari’ye girişte cüzi miktarda ücret alınıyor. Biletin arkasında ise, kilisede görülecek eserlerin yerini gösteren bir kroki bulunuyor. Krokiyi takip ederek kiliseye girdikten sonra, gezinize saat yönünde devam edin.
Frari’nin sahip olduğu en değerli eser: yüksek altarın üzerinde bulunan Gotik apsisi süsleyen ve Tiziano’nun ilk başyapıtlarından biri olan “Meryem’in Göğe Çıkışı”dır.
1518 yılında yapılmıştır. Bu eser: Tiziano’nün ünlenmesinde büyük rol oynamıştır. Sağ tarafında, Donatello’nun çok beğenilen heykeli “Vaftizci Yahya” var. Çalışmanın solan renkleri: 19’ncu yüzyılda restore edilmiş.
Bu ahşap çalışma: Floransalı sanatçının Venedik’te kalmış başlıca eseridir. Ayrıca: kilisenin sakristisinde: Giovanni Bellini’nin triptik (üç kanatlı resim) şahaseri “Madonna ve Azizler “ var. 1488 yılında yapılmıştır. Bu: sanatçının karısını temsil ettiği söylenen bir eser.
Koro koltuklarının, girift oyma ve kakmaları dikkat çekicidir. Koro mahalli, Venedik kiliselerinde orijinal yerinde duran az sayıdaki koro mahallerinden biridir.
Büyük nefin iki yanında duran, Tiziano’nun ve 19’ncu yüzyıl heykeltıraşlarından Canova’nın anıtları; Frari’de en çok ilgi çeken eserler arasındadır. Tiziano; 1576 yılında, buraya gömülmüştür. Sanatçının anıtı ise; 19’ncu yüzyılın ortalarında yapılmıştır. Canova’nın mozolesi, ölümünden beş yıl sonra, 1827 yılında dikilmiştir. Buraya yalnızca kalbi defnedilmiştir.
Frari’de bazı düklerin mezarlarını da ziyaret edebilirsiniz. Bunların iki tanesi yüksek atlardadır. Ayrıca: Dük Giovanni Pesaro’ya ithaf edilen, şehrin en gösterişli anıtlarından birini de, burada, Canova’nın mozolesinin yanında görebilirsiniz.
Scuola Grande di San Rocco
Scuola Grande di San Rocco: ziyaretçiler için çok etkileyicidir. 19’ncu yüzyıl sanat tarihçilerinin önde gelenlerinden ve şehri en iyi gözlemleyenlerden biri olan John Ruskin, San Rocco’yu; İtalya’nın en değerli üç resim sergisinden biri olarak nitelendirir. Sıralamada, Accademia’nın bile üzerine koyar.
Scuola’nın hayranlarından biri olan, romancı Henry James de burayı farklı bir biçimde nefes kesici ve boğucu olarak tanımlar.
Bir zamanlar, beş büyük Venedik scuolasından biri olan San Rocco’nun dekorasyonu için, 1564 yılında, Tintoretto görevlendirilmiştir. Sanatçı, takip eden 23 yılı buradaki 65 resmi yapmakla geçirmiştir.
Tintoretto’nun yapıtları, yukarıda bulunan ana salonun hemen yanındaki, muhteşem Sala dell’Albergo’da başlar.
Ruskin’in “her türlü değerlendirme ve övgünün ötesinde” diye nitelendirdiği anıtsal “Çarmıha Geriliş”, sanatçının en önemli yapıtı olarak kabul edilir.
Loş ana salondaki yaldızlı tavan, 21 muhteşem resimle bezenmiştir. Duvarlarda 13 ayrı resim bulunur. Kutsal tavan resimlerinin incelemenin en iyi yolu: hızlı bir bakışla bütünü kavramaya çalışmak yerine, detaylara odaklanmaktadır.
Duvar resimlerinin altındaki karanlıkta, Venedik’te 17’nci yüzyılda çalışan sıra dışı heykeltıraş Francesco Pianto’nun muhteşem ahşap figürleri bulunur.
Ana salonun aksine: zemin kat salonundaki resimler daha aydınlık ve canlı görünür. Bu koridorda Meryem Ana’nın hayatından kesitler resmedilmiştir.
Özellikle de; Tintoretto’nun bir diğer başyapıtı olarak kabul edilen “Mısır’a Kaçış” adlı eser dikkat çekicidir. San Rocco’nun hemen yanındaki kilisede de; Tittoretto’nun eserleri bulunur.
Casa di Carlo Goldoni
Campo San Polo’ya ve Frari’ye yakın bir yerdedir. Oyun yazarı Carlo Goldoni’nin 1707 yılında doğduğu evdir. Üst sınıf evlerinin, güzel bir örneği olan yapı: 1952 yılında, bu üretken oyun yazarının anısına müzeye çevrilmiştir.
Müze küçüktür ve sergilenen teatral eserler, daha çok konunun uzmanlarının ilgisini çeker. Ancak iyi korunmuş bir Gotik palazzonun iç mekanını ve hoş avlusunu görmek için gezilmeye değer.
Lagünün sığ adaları arasında dolaşan balıkçı ve kayıkçılar: ilk Venedikliler olarak kabul edilirler. İlk büyük yerleşim: MS.568 yılında, Lombardların istilası sonucu kurulmuş.
Kıyı boylarında yaşayanlar: Lombardların saldırılarından kaçarak: Torcello ve Malamocco gibi, Lido dizilerine ve Adriyatik sahillerine yerleşmişlerdir.
Roma imparatorluğu döneminde: Adriyatik’in kuzey sahillerini kapsayan bölgeye, Venetia veya Venezia adı verilirdi.
Venedik: Kuzey İtalya’ya hakim olan Lombard krallığının ulaşamadığı ve Roma-Bizans imparatorluğunun, Konstantinapolis’e bağlı olan Ravenna merkezinin gevşek yönetimi altındaki bu küçük adacıklar kümesi üzerinde: yavaş yavaş gelişmiştir.
MS.697 yılı civarında: lagün üzerinde yaşayan topluluklar: Malamocco’da bağımsız bir askeri komutanlık kurdular. Bir “dux” (Latince: lider), yani “dük” altında birleştiler.
Dükler: lagün sakinleri tarafından seçilmelerine rağmen, emirleri Bizans İmparatorluğundan alırlardı.
Anakara; 774 yılında: Lombardların hakimiyetinden, İmparator Charlemagne komutasındaki Frankların eline geçti. Lagün topluluklarını fethetmek üzere, 810 yılında, oğlu Pepin gönderildi. Pepin: Malamocco adasını ele geçirdi.
Ama: dük ve maiyeti: Rivo Alto’ya (yükse kıyı) kaçtılar. Dükler Sarayının bulunduğu alana, bir kale inşa ettirdiler. Daha sonra, buraya: Rialto adı verildi.
CUMHURİYETİN DOĞUŞU
Yeni şehir: zaman içinde, bağımsızlığını kazandı. Kuzey İtalya nehir deltaları üzerinde ve denizde sağladığı hakimiyetle zenginleşmeye başladı.
Köle ticaretinin yanı sıra: balıkçılık, tuz ve kereste ticaretiyle zenginleşen kent; kısa sürede rakiplerini devre dışı bıraktı.
Papanın ve Bizans İmparatorunun karşı çıkmalarına rağmen, 9’ncü yüzyıldan itibaren, Venedik’liler: İslam dünyasıyla ticaret yapmaya, Konstantinapolis’ten, gösterişli eşyalar getirip yüksek karla Avrupa’ya satmaya başladılar. Venedik, bu tarihlerde, artık Bizans İmparatorluğundan kopmaya başlamıştı.
Venedikliler, 829 yılında: Müslümanların kontrolünde bulunan İskenderiye’den Aziz Marcos’un naşını çalarak kaçırdılar.
Aziz Marcos: Bizans azizi Theodoros’un yerine, şehrin hamisi olarak kabul edildi.
İMPARATORLUĞUN BÜYÜMESİ
Şehrin, yeni kurulan Arsenale’sinde (tersane): daha hızlı ve daha sağlam kadırgalar inşa edilmeye başlandı. Böylece: Venedikliler, Adriyatik’e indiler ve burada Dalmaçyalılarla savaştılar.
1000 yılında: Cumhuriyet önemli bir zafer kazandı. Bu “Venedik’in denizle evliliği” töreniyle kutlandı. Bu tören: her yıl tekrarlanmaktadır.
Aziz Marcos flaması çekilmiş olan gemiler: Ege ve Doğu Akdeniz sularında gezinerek, ticaret ve yağmacılık yapıp, ganimetlerle ülkelerini güçlendirdiler. Venedik: bir süre sonra: Serenisma (En Yüce Cumhuriyet) veya “Denizlerin Kraliçesi” adıyla anılmaya başlandı.
1095 yılında: Haçlı seferleri sonrasında: Venedik, değerli ganimetler elde etti. Avrupa ve Doğu arasında, siyasi ve coğrafi olarak ideal konuma sahip olan Venedik’te gemiler yapıldı, şövalyelere gerekli teçhizatlar sağlandı.
1204 yılında: Haçlı Orduları, 90 yaşındaki Dük Enrico Dandalo’nun liderliğinde: Konstantinapolis’i yağmaladı. Hazineler arasındaki: dört bronz at heykeli, günümüzde San Marco Bazilikasını süslemektedir.
Cumhuriyet, artık Mısır’dan Kırım’a kadar, önemli merkezleri kontrol altında tutuyordu.
13’ncü yüzyılın sonunda, Venedikliler bir çeşit soylu oligarşisine geçerek, dükün yetkilerini sınırlandırdılar. Dükler, danışmanların rızası olmadan, dış dünyayla bağlantı kuramayan, yalnızca hürmet gösterilen tutsaklar haline getirildi. Görevleri: Cumhuriyetin festivallerine başkanlık etmekti.
1310 yılından: Cumhuriyetin yıkıldığı, 1797 yılına kadar; Venedik’in tarihinde, büyük değişiklikler meydana gelmedi.
SAVAŞLAR VE ENTRİKALAR
Venedik: 14’ncü yüzyılın büyük bir kısmını: Cenova ile, Karadeniz’deki köle ve tahıl ticareti için savaşarak geçirdi. Akdeniz’den: Brugge ve Anvers’e uzanan, kaliteli baharatların ve değerli malların; Flaman giysileri, İngiliz yünü ve kalay ile değiş-tokuş edildiği güzergah için çarpıştı.
1379 yılında: Ceneviz Savaşlarının dördüncü ve sonuncusunda: Venedikliler, tarihlerinin en büyük bozgununa uğradılar. Ceneviz filoları: Macar ve Padovalı askerlerin de yardımıyla, Venedik gemilerini, kendi sularında ele geçirdi ve batırdılar.
Venedik’in güneyindeki: Chioggia Limanının ele geçirilmesiyle, Serenissima kaybedildi. Venedikliler, limanı geri almayı başardılar ve 1380 yılında: Cenevizlilerin pes etmesiyle, denizcilik konusunda çok gelişmiş bir güç, tarih sahnesinden silindi.
14’ncü yüzyıl: iç çatışmalara ve sorunlara sahne oldu. 1310 yılında: Baiamonte Tiepolo önderliğinde toplanan bir gurup muhalif aristokrat: iktidarı ele geçirmek için, dükü öldürmeyi denedi. Ama: isyan kısa sürede bastırıldı. 120.000 kişilik nüfusun neredeyse yarısı “veba” dan öldü.
1382 yılında: 20.000 Venedikli, başka bir salgın hastalıktan öldü ve bunu takip eden 300 yıl boyunca, salgın hastalıklar şehirde, eksik olmadı.
Cumhuriyet, komşu topraklara göz dikti. 15’nci yüzyılda genişleyen üretim için: gıda, kereste ve maden temin etmek gerekiyordu. Kuzey İtalya nehirlerine ve Lombard ovasına düzenlenen baskınlar: direnişle karşılaştı.
1425 yılında: Lombard Savaşları olarak bilinen karmaşık dönem başladı. Cumhuriyet, bu bölgeyi vermemek için öyle bir savunma sergiledi ki; Milano, Floransa ve Napoli; Venedik’e karşı bir koalisyon oluşturdular.
Avrupa ülkelerinin tümü; Venedik’in bütün İtalya yarımadasını ele geçirmesinden kaygı duyuyorlardı.
ALTIN ÇAĞDA YENİ TEHDİTLER
Doğudan gelebilecek tehlikelere karşı: tampon olan Bizans İmparatorluğunun yıkılması ile, yeni rakip Osmanlılar ortaya çıktı. İlk başlarda, genç Fatih Sultan Mehmet, ciddiye alınmadı.
Konstantinapolis’i korumak üzere Venedikliler tarafından gönderilen kuvvet yetersiz kaldı. Sonuçta: Osmanlılar, 1453 yılında, şehri ele geçirdiler.
Venedik’in hakimiyetindeki ticaret yollarına sık sık saldırılar düzenlediler. 1470 yılında: Kuzey Ege’de Eğriboz’da: önemli bir deniz savaşını kazandılar.
Venedik; Akdeniz’in en büyük deniz gücü olmayı sürdürmesine rağmen, bu yenilgiler, gerileme döneminin başlangıcı oldu.
Lagün dışından elde edilen kazançların azalmasıyla, Venedik başka alanlarda gelişme göstermeye başladı. Batı dünyasında: Palazzo Ducale’den (Dükler Sarayı) daha gösterişli bir yapı ve San Marco kadar kıymetli hazinelere sahip bir başka kilise yoktu.
Bu dönemde: Bellini, Giorgione, Carpaccio, Tintoretto, Veronese ve Tiziano gibi sanatçılar yetişti. Andrea Palladio’nun devrimci fikirleri, gelişen mimarinin oluşumuna damgasını vurmuştu.
Bu dönemde, Venedik, Avrupa’nın en kompleks ekonomisine ve en zengin kültürüne sahipti.
Venedik için tehlike oluşturan unsurlar, zamanlar artmaya başladı. 1498 yılında: Portekizli Vasco da Gama’nın, Ümit Burnu’ndan Hindistan’a yaptığı efsanevi yolculuğun ardından, yeni ticaret yolları bulundu.
Venedik’in baharat ticaretindeki hakimiyeti sona erdi. Büyük keşiflerin yapıldığı bu dönemde: Kristof Kolomb’un Atlantik’in öte yakasında, yeni bir kara parçası keşfetmesi de; Venedik Cumhuriyetini etkiledi.
Avrupa’daki güç ekseni, yavaş yavaş Atlantik kıyısındaki ülkelere kaydı. Yeni Dünya ile ticaretin gelişmesiyle, uzun zamandır Venedik’in zenginliğine kaynak sağlayan Doğu ticaretinin önemi azalmaya başladı.
GERİLEME VE ÇÖKÜŞ DÖNEMİ
İtalya Venedik Tarihi; 1494 yılında: Fransızların İtalya’ya saldırması üzerine, Venedik’te, kendi topraklarına yakın bölgeleri işgal etmeye başladı.
Dünya çapında, ünlü taktiklerini kullanarak, savaşan gurupları başarılı bir şekilde, kendi lehine çevirdi ve İtalya’nın içlerine kadar ilerledi. Ancak: bu uluslar arası oluşumlar, Avrupa’daki güçleri tedirgin etti ve Cumhuriyeti yıkmak üzere: 1508 yılında; Papa II. Julius ve İspanya kralının önderliğinde, Cambrai Birliği kuruldu.
20.000 paralı askerden oluşan Cumhuriyet ordusu, arka arkaya yenilgi alınca ve Birlik, anlaşmazlıklarla bölününce, Venedik; topraklarını geri aldı. Yedi yıl süren savaş: pahalıya mal oldu ve İtalya’yı ele geçirme çabaları dizginlendi.
V. Karl’ın, İtalya’nın sınırlarını genişletmek istemesi karşısında, Venedik, diplomatik hünerlerini sergileyerek, bağımsızlığını koruyabildi.
Doğu ve Güney Akdeniz’de: Osmanlıların hakimiyeti, giderek artmaya başladı. 1571 yılında: İnebahtı Savaşı, Akdeniz’deki güç dengelerini değiştirdi. Venedik komutasında; bir Haçlı Seferi düzenlendi. Venedik konusunda şüpheleri olan müttefikler: şehrin, bu zaferden kazanç sağlamaması için, ellerinden geleni yaptılar.
Doğuya saldırılara devam etmek yerine; Venedik’in kalesi olan Kıbrıs, bir anlaşmayla Osmanlılara verildi.
1575 ve 1577 yılları arasında yayılan veba ile nüfus: 150.000’den, 100.000’e düştü. Yine de Venedik: İtalya yarımadası ve İspanya’dan gelen Yahudilerin becerileri sayesinde, 16 ve 17’nci yüzyıllarda zenginliğini sürdürdü.
17’nci yüzyılda: Claudio Monteverdi, 18’nci yüzyılda: Antonio Vivaldi gibi dehalarla, müzikte önemli gelişmeler yaşandı.
Venedik sanat geleneği: Tiepolo, Canaletto gibi ustalarla sürdü ve Carlo Goldoni’nin “commedia dell’arte” uyarlamaları, tiyatro tarihinde çığır açtı. Venedik hakimiyetini kaybetmeye başlayınca; Avrupa’nın eğlence merkezi haline geldi. Karnaval baloları düzenleniyor ve şehir, kumarbazlarıyla dillere düşüyordu.
CUMHURİYETİN SONU
İtalya Venedik Tarihi; 18’nci yüzyılın sonlarına doğru, herkes Napoleon’un kapıda olduğunun farkındaydı.
Ama, şehir bunu engelleyebilecek güçte değildi. Napoleon: şehre girdi ve yönetimin Fransız ordusunun himayesinde, demokratik bir konsey sistemine devredilmesini talep etti.
1797 yılında: son dük Ludovico Manin, görevden çekildi. Büyük Konsey; oylamasını yaparak kendini feshetti. Seranissima, tarih sahnesinden çekildi. Napoleon’un Tugayları: hazineleri yağmaladı ve Arsenale’yi harap etti.
Napoleon; şehri Avusturya kontrolünde bırakarak çekilmeden önce, burada 5 ay kaldı. 1805 yılında: Avusturyalıları, Austerlitz’de yenerek geri geldi ve şehri İtalya Krallığına bağladı, ancak bu pek uzun ömürlü olmadı.
Avusturyalılar, Waterloo’dan sonra Venedik’i tekrar ele geçirdiler ve 1866 yılına kadar burada kaldılar. Avusturyalılar, Venedikliler tarafından küçümsenmelerine rağmen, Nepoleon’un yağmaladığı pek çok hazineyi yeniden şehre kazandırdılar.
1846 yılında: zevksiz bir tren köprüsü inşa ederek, Venedik’in ana karayla bağlantısını sağladılar. 1848 yılında: devrimci Daniele Manin önderliğinde Venedikliler, Avusturya garnizonunu şehirden attılar. Geçici Cumhuriyet kuruldu, ancak ertesi yıl yıkıldı.
1866 yılında; Avusturya’nın Prusya’ya yenilmesinin ardından yapılan referandumla, Venedikliler, ezici bir çoğunlukla İtalya Krallığına katılmayı seçtiler ve Venedik, yarımadanın 20 bölgesinden birinin başkenti oldu.
GÜNÜMÜZDE ŞEHİR
İtalya Venedik Tarihi; Venedik, 20’nci yüzyılda sorunlarla boğuşmuştur. Porto Marghera’daki geniş liman ve petrol rafinerisi: 1920’li ve 1930’lu yıllarda, önemli kirlilik sorunlarına neden oldu.
Bölgenin su seviyesiyle oynanması sonucunda, sel tehlikesi ortaya çıktı ve zararlı su yosunları gelişti. Şehrin: 13 saat boyunca, 2 metre yüksekliğinde suların altında kaldığı, Kasım 1966 tarihindeki sel felaketinden sonra, Venedikliler ve uluslar arası camia, şehrin tarihi dokusunu korumak üzere harekete geçti.
1992 yılında, İtalyan Hükümeti, lagündeki gelgitleri kontrol altına almak için, Pordo di Lido’da, Porto di Malamocco’da ve Pordo di Chioggia’da: hareketli, büyük bariyerler inşa etti.
Buna rağmen: uluslar arası uzmanlar tarafından yapılan dayanıklılık testlerinden sonra, “Moses (Musa)” olarak bilinen proje: 1998 yılı sonunda, hükümet tarafından durduruldu. Fakat; 2001 yılında, bu projeye yeniden başlandı.
Şehrin en önemli sorunu: aynı zamanda en önemli gelir kaynağı olan turizmdir. Yoğun sezonlarda, günlük turist sayısı 25.000’in üzerine çıkar. Bu da, şehrin alt yapısı için tehlike oluşturuyor. Turistlerin şehre akın etme nedeni olan güzellikleri tehdit ediyor.
Ziyaretçi sayısına sınır koymak, su taşkınlarına karşı çözümler bulmak, kirliliği kontrol altında tutmak ve genç nüfusun sayısındaki azalmaya çözüm bulmak gibi meseleler, şehrin geleceğini güvence altına almak için çözülmesi gereken sorunlar olarak, Venedik’in önünde durmaktadır.