Irmağın batısındaki, Kutuzovski Prospekt üzerinde: dairesel “Borodino Savaşı Panaromik Müzesi”var.
BORODİNO SAVAŞI PANAROMİK MÜZESİ
Kutuzov Avenue’dedir. Rus sanatçı Rubo’nun sanat dünyamıza sunduğu en büyük eserlerden biri. Fransız ve Rus ordularının, 26 Ağustos 1812 yılında karşılaştığı: Moskova’nın 130 km. batısındaki Borodino Ovasında gerçekleşen ve 50 binden fazla insanın ölümüne neden olan bu savaşın, 115 x 15 metre ölçülerindeki devasa tablo üzerinde, 3 boyutlu görünümü, ziyaretçileri şaşkına çevirecek güzelliktedir. Ziyaretçilerine: 360 derece, savaş alanında bulunma şansı sağlar.
Bu; Napolyon’a karşı yapılan, 1812 tarihli savaşta önemli bir muharebeydi ve çatışmanın sonunda Mareşal Mihail Kutuzov: Moskova’yı düşmana bırakma kararı aldı. Savaşın: 100. yıldönümü şerefine, 1912 yılında yapılan bu resmi en iyi şekilde anlayabilmeniz için: rehberli bir tura katılmanız şart. Müzenin tam arkasında bulunan “Kutuzov Kulübesi”; Mareşal Kutuzov’un, başkenti terk etme kararı almadan önce, generalleriyle birlikte bir savaş konseyi düzenlediği köy kulübesinin bir kopyasıdır.
Yakında: anayol üzerinde bir zafer takı, Napolyon’a karşı 1812 yılında elde edilen; Patriotic Savaşı Zaferini kutlamak için 1827 tarihinde inşa edilmiştir.
Ayrıca, bu kanlı savaşla ilgili bilgilerin toplandığı giriş bölümü de bir o kadar ilgi çekicidir.
İZMAİLOV PARKI
Her hafta sonu açılan pazara: 20 dakikalık bir metro yolculuğu ile gidilebilir. Metro çıkışından: sağa dönüp, 10 dakika kadar, kalabalığı takip ederseniz, pazarın girişine ulaşırsınız.
Moskova’nın batısında yer alan park içine girildikçe, dev bir orman havası yaratır. 1931 yılında inşa edilmiştir. Dünyanın en büyük parklarından biridir. 1534 hektarlık alanı: New York’daki “Central Park” alanının altı katı büyüklüğündedir.
Tecrübeli, hediyelik eşya avcıları ziyaretçiler: bu parka gitmelidirler. Burada: şaşırtıcı derecede, çok çeşitte eşyanın satıldığı, yüzlerce tezgah göreceksiniz. Halılar, boyanmış tahta yumurtalar, semaverler, Palekh kutuları, eski Sovyet asker şapkaları ve ceketleri, madalyalar, madeni paralar, pullar, kehribardan yapılma mücevherler, fosiller ve mineraller, fotoğrafçılık malzemeleri, bayraklar, pankartlar, uçak maketleri, Lenin büstleri, sigara tabakaları, yassı cep şişeleri, eski bilimsel malzemeler, kitaplar, resimler, lolipop çubuklarından yapılma ahşap kilise maketleri vs. ve bu liste sonsuza kadar uzayabilir. Yani: zamanı olan turistlerin en önemli hediyelik eşya alışverişi yaptıkları yerdir.
Ciddi koleksiyoncular: burada, hediyelik eşyalardan öte, özellikle II. Dünya Savaşından kalma eşyalar olmak üzere, ilgilerini çekebilecek çeşitli nesneler bulabilirler. Hiçbir şey almayı düşünmeseniz bile, bu pazar, mutlaka görülmesi gereken büyüleyici bir yerdir, mutlaka zaman ayırın ve gidin. Ama: alışveriş sırasında pazarlık etmeyi sakın unutmayın.
Varlıklı Şeremetev ailesinin malikhanesi, Moskova’nın doğusundaki: Kuskova’dadır.
KUSKOVA
Moskova’nın güneydoğusunda bulunan bu ihtişamlı malikanenin bulunduğu parka gitmek için : Ryazanski Prospekt’e kadar metroyla gelip, sonra da bölgeye gelen bir otobüse binerek buraya ulaşabilirsiniz.
Müze haline dönüştürülmüş: Kont Şeremetevler çiftliğidir. Malikane ve parkın tarihi: 18. yüzyıla dayanıyor. İnanılmaz derecede zengin olan; Kont Earl Sheremetyev; nefes kesici bir saray yapılmasını ve çevresinin fıskiyeler ile süslenmesini ister ve bu malikane oluşturulur. Çiftlikteki Saray ve Bahçeler, mimarlar Argunov, Mironov ve Dikuşin tarafından Mimar Blank’ın da katılımıyla, 18’nci yüzyılın ortalarında yapılmıştır.
Yazlık olarak kullanılan malikanenin çevresi: Fransız bahçeleriyle süslenir. Bunun sonucunda: gözde olduğu zamanlarda, 32 hektarlık bu süslü bahçelerle çevrili, heybetli ahşap sarayı ile, “Moskova’nın Versailles”i olarak bilinirmiş.
Zengin süslemeleriyle dikkati çeken saray, Kont Şeremetev’in konuklarını eğlendirmek amacıyla, sahte deniz çarpışmaları sahnelediği göle, yukarıdan bakmaktadır. Gölün diğer tarafında: plajlar, çocuk bahçeleri, gölgeli patikalar ve büyük bir park var.
Rus ve İtalyan usta heykeltıraşların yaptığı mermer heykellerin süslediği caddede yürürken, karşınıza küçük pavyonlar çıkıyor. Bunların her biri bir ülkeyi temsil ediyor. İtalyan evi (Oranjereya) , Hollanda evi (Ermitaj) gibi. Bu evlerin her birine çok iyi bakılmakta ve ziyaretçilere açıktır.
Büyük taş portakallık olarak adlandırılan bina: ana sergi salonu olarak kullanılmaktadır ve burada çok zengin Rus ve Doğu seramik koleksiyonu sergilenmektedir. Yani bir anlamda: Seramik Müzesidir.
Müzenin dışında, mutlaka görülmesi gereken yerler arasında: Grotto yani Saray yapısı ve Fransız üslubunda inşa edilmiş “inziva evi”ni görebilirsiniz.
Evet: diğer bir gezi bölgesi de: Kolomenskoe.
KOLOMENSKOE
Kremlin’in yaklaşık 10 km. kadar güneyinde, ırmağa bakan bir uçurumda, Moskova Nehrinin yüksek bir kıyısında kuruludur. Kolomenskoe istasyonuna kadar metroya binip, oradan 10 dakikalık bir yürüyüşle buraya ulaşabilirsiniz. Burası: Moskova’nın güney kıyısında yer alan şehir içindeki bir cennettir. Şehir içindeki parkların en güzelidir. Yalnızca bir park değil, aynı zamanda bir açık hava müzesidir.
İçindeki pek çok mimari eser; 16. yüzyıldan kalmadır.
Mimari eserlerin yanında, parkın doğası da çok görkemlidir. Birçok çiçeğin süslediği parkta: 700 yıllık meşe ağaçları ile 200 yıllık dişbudak ağaçları özel koruma altındadır. 350 hektarlık bir alanı kaplar. Özellikle: hafta sonlarında tüm Moskovalıların gezi parkurlarının başlıcalarından biridir. Burada: Rus mutfağından örnekler tadabileceğiniz ve özellikle Rus krepi olarak bilinen ürünün en güzelini tadabileceğiniz, küçük ahşap restoranlar ve barlar da var.
16. ve 17. yüzyıllarda: burası Rus çarlarının gözde bir inziva köşesi olarak kullanılmış bir çiftliktir. O günlerden beri, mimari bir müze olarak korunmuştur. Burada: tabiat güzelliği yanında, görülmeye değer birkaç yapı daha vardır.
Bunlar: Miraç kilisesi, Aziz George Çan kulesi, Kazan kilisesi ve Büyük Petro’nun kulübesidir.
İSA’NIN GÖĞE YÜKSELİŞİ (MİRAÇ) KİLİSESİ
Diğer ismi: Miraç kilisesidir. Rus Çarı Korkunç İvan’ın doğumunu kutlamak amacıyla yapılmıştır. Bu yapı: ahşap kiliselerde geliştirilen şekil ve formların, taş yapılarda denenmesinin ilk örneğidir. Büyük, beyaz taşlarla yapılmıştır. Çadır çatılıdır. 1532 yılında yapılmıştır. 70 metrelik, zarif bir külahı, güneyden saldıran Moğollara karşı, bir gözlem kulesi olarak kullanılmıştır.
Giriş kapısına daha yakın bir noktada: altın yaldızlarla süslü, zarifçe orantılanmış gök mavisi kuleleriyle 17. yüzyıl tarihli güzel “Kazan Kilisesi” bulunmaktadır.
Kolomenskoe’nin bir kısmı: bir ahşap mimari müzesi haline getirilmiştir ve bu müzenin en önemli parçası “Büyük Petro’nun Kulübesi”dir. Ayrıca: park içinde: Diyakov şehrinin kalıntıları da bulunuyor.
BÜYÜK PETRO’NUN KULÜBESİ
Rus ahşap mimarisinin en güzel örneklerinden biridir. Bu küçük ahşap ev: buraya, Petro’nun 1702 yılında bir süre kaldığı, kuzey kıyılarındaki Arhangelsk’ten taşınmıştır.
Bu yapıları gördükten sonra: 600 yıllık meşe ağaçlarının bulunduğu ormanlık arazide, kıvrılarak uzanan patikalar boyunca, zevkli bir yürüyüşe çıkabilir ya da ırmak kıyısında piknik yaparak Rus kırsal bölgesinin tadını çıkarabilirsiniz.
Günümüzde: park içinde, her Ruslar ve hem de turistler için Rus Kültürü etkinlikleri düzenleniyor. Bu etkinlikler arasında: çeşitli festivaller, dans ve müzik gösterileri ile Rus kültürüne ait kostüm, yemek ve oyunlar ilgi çekici.
Ayrıca: küçük bir açık hava tiyatro sahnesi de bulunan parkta, hafta sonları at kiralamak mümkün.
Hindistan ülkesinde, Delhi özerk bölgesinin en önemli şehri: Delhi’dir. Aynı zamanda, Hindistan ülkesinin federal başkentliğini de yapar.
Şehir, 17 milyon nüfus ile, ülkenin en kalabalık 2’nci şehridir.
Dünya çapında düşünüldüğünde ise, dünyanın en kalabalık 8’nci metropolüdür.
Toplam nüfusun, 22 milyon civarında bulunduğu söylenir.
ULAŞIM
Şehrin, birincil uluslararası havaalanıdır. Şehir merkezine 16 km. uzaklıktadır. Ülkenin en işlek havaalanı konumundadır. Yıllık, 45 milyon civarında yolcu kapasitesine sahiptir.
İndira Gandhi 3 numaralı terminali: dünyanın 8’nci en büyük yolcu terminalidir.
Ayrıca: 2008 yılında, burası, Aiprort Council İnternational tarafından; Asya-Pasifik bölgesinin en iyi ve dünyanın 4’ncü en iyi havaalanı ödülüne layık görülmüştür.
TARİHİ GEÇMİŞİ
Yapılan arkeolojik araştırmalara göre, bölgede, MÖ.6’ncı yüzyıldan günümüze kadar yaşamın sürdüğü anlaşılmıştır. Özellikle: Yamuna nehri kıyısında yaşam etkin olarak sürdürülmüştür.
Yamuna nehri kıyısındaki ilk yerleşimcilerin, MÖ.1000 yıllarında, buraya gelen Mahabbata kahramanı Yudhishthira ve halkı olduğu görülmektedir. İmparator Aşokadan, günümüze kalan kaya kitabesinde, şehrin, MÖ.3’ncü yüzyılda, ülkenin kuzeybatı sınırı ve başlıca merkezlerinden biri olduğu yazılıdır.
736 yılında: Tomara Racputları, Dhilika adını verdikleri şehri, başkent yaparlar. Ancak, bölgedeki kabile savaşları, 1200’lü yılların başlarına kadar sürer.
1205 yılında ise, bölge Müslümanlar tarafından ele geçirilir ve Kutbeddin Aybeg, burada Sultanlık kurar. Yine aynı dönemde, şehirde, yeni eserler yapılır, ancak 1398 yılındaki Timur işgali sırasında, bütün bu eserler yıkılarak yok edilir.
Timur, şehri ele geçirdikten sonra birçok taş ustası, yapı malzemesi ve kalifiye ustayı ve heykeltıraşı, kendi ülkesinin başkenti Semerkant şehrine götürür.
1526 yılına gelindiğinde ise, şehir, Gürkanlılar tarafından başkent yapılır. Aynı dönemde, her hükümdar, kendi zevkine göre, şehri çeşitli yapılarla donatmıştır.
Orta çağ döneminde ise,
Birçok Hint imparatorluğu, bu bölgede kurulmuştur. Hatta: Hindistan’ın en önemli ticaret yolları, buradan geçmiştir. 1639 yılında: Babür imparatoru Şah Cihan: burada, duvarlı bir kent yaptırır ve 1649-1857 yılları arasında, şehir, Babür imparatorluğunun başkenti olmuştur.
Daha sonra, ülke başkenti: Kalküta şehrine taşınır. 1911 yılında ise, Delhi, İngilizler tarafından yeniden başkent yapılır.
Sömürgeciler, şehri kendi mimari zevklerine göre yeniden imar ederler.
Yani, günümüzdeki Delhi şehri, genellikle, İngiliz tarzını yansıtmaktadır. 1947 yılında, Hintliler, İngilizlerden bağımsızlıklarını kazanınca, Delhi şehri, ülkenin başkenti olarak kalır.
Evet, sonuç olarak: Tarihi süreç içinde, şehir, birçok kez, kuzeyden gelen yabancılar tarafından istila edilmiştir.
Bu yüzden, her gelen yeni akım: kendisinden öncekilere ait izleri yok etmiştir. Ancak, yine de, şehir, Hindistan imparatorluğunun geçmişten gelen birikimlerini taşımaya devam etmiştir.
GENEL ÖZELLİKLERİ
Günümüzde, şehir, ülkenin birçok yerinden göç almaktadır. Bu yüzden, çok karışık ve kozmopolit bir şehir olmuştur.
Günümüzde, ülkenin en önemli kültürel, siyasi ve ticari merkezlerinden bir olmuştur.
Şehir: Yamuna (Cumna) nehri kıyısındadır. Yamuna nehri: Hinduizmim açısından, kutsal bir nehirdir.
Şehir: ülke genelindeki en yeşil ve ağaçlıklı, üçüncü şehirdir. Ancak, aynı zamanda, dünyanın en kirli 10 şehrinden birisidir.
Özellikle, araçların egzoz dumanları, şehrin havasını berbat hale getiriyor.
Yine de, 1998 yılından sonra, bu kirliliğin önlenmesi için, özellikle araçlarda, doğal gaz kullanılması yönünde önemli adımlar atılmıştır.
İklim durumuna gelince
Yörede, nemli subtropikal iklim egemendir ve buna bağlı olarak: Nisan-Ekim ayları arasındaki sezonda muson yağmurları görülür. Ayrıca, hava son derece sıcaktır.
Ocak-Kasım ayları arasında ise, hafif kış yaşanır. Kasım ayı sonlarında, havanın en büyük özelliği, yoğun sis yaşanmasıdır.
Şehir genel olarak, sıcak bir yer, bunu unutmamak gerekir, ama yine de akşamları tedbir almakta, yani ilave giysiler bulundurmakta yarar var.
Şehirde yaşayanların: % 82’si Hindu ve % 10’u ise Müslümandır. Halkın büyük bölümü, İngilizce bilir ve konuşur. Suçluluk oranı, ülkenin diğer şehirlerine nazaran daha yüksektir. Özellikle, kadınlara karşı olan suç oranı yüksektir.
Şehir: 780 km. karelik bir alana yapılmıştır. 3 bölüme ayrılmaktadır. Bunlar: şehir merkezi, Eski Delhi ve Yeni Delhi bölgeleridir.
ESKİ DELHİ ŞEHRİ
Buraya: Sancihanabad ismi verilmektedir.
Eski Delhi şehrinin sınırları: Ret Ford kalesinin batısından başlar ve devam eder. Eski Delhi bölgesinde gezebileceğiniz yerler, şunlardır:
1. Red Ford,
2. Chandi Chowk,
3. Jama Mascit Mescidi,
4. Raj Ghat anıtı,
5. Rashtrapati Bhavan,
6. Kutup Minar,
7. Kuvvet-ül İslam Camisi,
8. Lotus Temple,
9. Hümayun Kabri,
10. Purana Qila,
RED FORT-LAL KİLA-KIRMIZI KALE
Bu kompleks: 17’nci yüzyılda, Babür imparatoru Şah Cihan zamanında, bir kale olarak inşa edilmiş ve Babür imparatorları burada ikamet etmişlerdir.
Kalenin yapımına: Şah Cihan zamanında, 1638 yılında başlanmıştır. 10 yıllık bir süreç sonunda, 1648 yılında tamamlanmıştır.
Mimarının, Taj Mahalı da yapan mimar olduğu söylenmektedir. Başlangıçta: Qila-i Mübarek yani Mübarek kale olarak isimlendirilmiştir. Çünkü, biraz önce de söylediğim gibi, imparator ve ailesi burada barınıyordu.
Sonraki dönemde: kale, bölgede kurulan ortaçağ kentinin önemli bir odak noktası haline gelmiştir. Özellikle, kalenin ve bölgenin planlanmasında ki estetik: Babür imparatorluğu ve Şah Cihan döneminin yaratıcılığının en büyük simgesidir.
1857 yılına gelindiğinde: Hint ayaklanmasından sonra, sitede, ekleme-çıkarma şeklinde, birçok değişiklikler yapıldığı görülür. İngiliz döneminde, askeri birliklerin konuşlandırıldığı kale, bağımsızlık sonrasında da bu kez Hint ordusu kontrolüne girmiş ve 2003 yılında, turizme terk edilmiştir.
Ancak, özellikle İngiliz döneminde, bölgede, zarif oymalarla süslü yapıların çoğu İngilizler tarafından tahrip edilmiş ve bunların yerine, tuğla kışlalar yapılmıştır.
2007 yılında ise , UNESCO Dünya Miras Listesine dahil edilerek, koruma altına alınmıştır.
Günümüzde: kale içinde, özellikle Babür İmparatoru Şah Cihan’ın sarayı ilgi çekmektedir. Kale boyunca uzanan Yamuna nehri, duvarları çevreleyen hendeklerin içindeki suları beslemektedir. Kalenin sanat eseri formu: ifade ve renk açısından çok zengindir.
Avrupa-Hint sanatı örneğidir. Kalenin duvarları, gayet düzgündür. Bunların iki kapısı bulunmaktadır. Bu kapılar: Delhi ve Lahor kapılarıdır. Lahor kapısının ana girişinde: hediyelik eşyaların satıldığı mağazalar ve tezgahlar göreceksiniz. Yani: kale duvarları boyunca uzanan bir çarşı.
Kalenin güneyinde, Delhi şehri kapısının dışında, 2 fil heykeli göreceksiniz. Bu devasa fil heykellerinin orijinal tasarımlarının bir kısmı: putperestliği kabul etmeyen İmparator Evrengzib tarafından yıktırılmıştır.
Bunların yerine, 1903 yılında, şehrin valisi Lord Curzon tarafından, replikaları yani benzerleri diktirilmiştir. Kaleye: Lahor kapısındaki, batı yakası bölümünden girişte ise, kapalı çarşı var. Burası: Şah Cihan’ın, Bağdat’tan aldığı bir fikir ile yapılmıştır.
Evet, kale, her yıl binlerce yabancı ziyaretçi çekmektedir. Eski Delhi bölgesinin en popüler turistik merkezlerinden birisidir. Özellikle: burada, akşamları düzenlenen ses ve ışık gösterisini kaçırmayın. Bu gösteride, Babür geçmişi anlatılıyor.
Kale içindeki önemli yapılar
Kila-i Kahna Camisi
Şehirdeki, en eski Gürkanlı yapısıdır. Gürkanlıların, Türk-Afgan yapı tarzlarının, İran etkisinde kaldığı döneme aittir. Bunun ifadesi ise, zarif kemerlerdir. Cami: 1540 yılında, Şir Şah tarafından yaptırılmıştır.
Naubat Hane-Davul Evi
Hükümdar ve prensler, imparatorluk bandosunun burada çaldığı müzik eşliğinde, filler üzerinde geçit törenine katılıyorlarmış.
Divan-ı Aam-Halktan Seyirciler Salonu
Burası, büyük bir köşktür. Davul evinden sonra, soylular ve avam sınıfının törenleri izlemeleri için kullandıkları seyirciler salonu bölümüdür. İmparator burada: Tanrının gölgesindeki süslü tahtına otururmuş.
Bu sırada, soylular tarafından çevresi sarılır ve dilek ve şikayetlerin iletildiği toplantılar yapılırmış. Ancak, imparator ile toplantıya katılanları ayıran altın ve gümüş korkuluklar bulunuyormuş.
Salonun arka bölümlerinde, taş duvar pano içindeki çiçek ve kuş figürlerini görmeden buradan sakın ayrılmayın.
Divan-ı Has
Burası: saray ve devlet konukları için, özel olarak tasarlanan bir yerdir. Aynı zamanda: Özel seyirciler salonu da denilmektedir. Dikdörtgen merkez odanın çevresinde, yükselen kemerler görülüyor. Çatı: dört köşe sütunlu bölme ile çevrilidir.
Merkezde, salonun ortasında: mermer kaide içinde, 1739 yılında, İran Şahı Nadir tarafından sökülerek, İran’a götürülen bir taht dururmuş.
Bu tahtın ismi “Tavus kuşu Süslü Taht” dır. Tek parça ve altından yapılmış tahtı süsleyen, tavus kuşu deseni: inci, zümrüt, safir gibi değerli taşlar kullanılarak işlenmiştir.
Ayrıca, tamamen tek parça zümrütten işlenen bir papağan deseni bulunmaktadır. Taht: günümüzde, birçok parçası eksik olarak, İran-Tahran’da sergilenmektedir.
1761 yılında ise, bu kez, Marathan kralı, salonun gümüş tavanını sökerek götürmüştür. Salondaki kemerler üzerinde, bir yazı ilgi çekmektedir. Bu yazının anlamı “Eğer, dünyada cennet varsa, o burasıdır”
Kraliyet Hamamı
Salondan sonra, kraliyet hamamına geçilmektedir. Burada da: 3 geniş salon ve bir yanda akan çeşme, günümüze kadar ulaşmıştır.
Moti Mescidi
Hamamın batısında bulunan bir camidir. 1659 yılında, Aurangzeb tarafından yaptırılmıştır. Beyaz mermerden oyulmuş, küçük, 3 kubbeli bir camidir.
Rang Mahal-Renk Salonu-Ana Harem
Burası, günümüze kadar ulaşabilen harem bölümüdür. Ancak, buranın duvarlarındaki resimler, günümüzde bulunmuyor. Ayrıca, iç mekanda bulunan ve “Nahr-i Bihişt” isimli “cennetin nehri” isimli su, günümüzde akmamaktadır, yok olmuştur.
Tavan ve 6 yatak odasının duvarları, mozaiklerle süslenmiştir. Ancak, duvarlarındaki resimlerin çoğu, günümüze gelemeden kaybolmuştur.
Mümtaz Mahal
Burası güneydedir ve imparatorluk hareminin bir parçasıdır. Günümüzde ise, Gürkanlı sanatını yansıtan eserlerin sergilendiği küçük bir müzeye dönüştürülmüştür.
Moti Camisi-İnci Camisi
Burası, özel seyirciler salonunun batısındadır. Evrengzib tarafından yaptırılmıştır.
Cuma Camisi
Ret Ford’un güneybatısında, kayalık bölümdedir. Şah Cihan tarafından yaptırılmıştır. Özellikle: piramit şeklindeki üç merdiven bloğu: camiye girişi bayağı zor hale getirmektedir.
Özellikle: günün sıcak saatlerinde değil de, sabah erken veya akşam saatlerinde burayı ziyaret etmek önerilir. Caminin avlusu: 100 m. kare genişliktedir. Uzun sütunlarla çevrilidir.
JAİN TAPINAĞI
Caddenin tam köşesindedir. Burası: bir Sih tapınağıdır. Tapınak içine girebilirsiniz. Amritsar yöresindeki ünlü Sih Altın Tapınağını görmeyenler, burayı mutlaka ziyaret etmelidirler.
CHANDİ CHOWK
Burada, günün her saatinde, büyük bir kalabalık görebilirsiniz. Yeni Delhi bölümündeki caddelere pek benzemez. Bu caddenin bir ucunda, Red Fort ve diğer ucunda ise Jama Masjid bulunmaktadır.
Bir zamanlar, burada büyük geçit törenleri yapılıyormuş. Günümüzde, cadde üzerinde çok miktarda: giysi, mücevherat ve geleneksel ürünlerin satıldığı tarihi çarşılar ve dar sokaklar bulunuyor.
JAMA MASJİD
Eski Delhi bölgesindedir.
Şehrin en büyük camisidir. İsminin kelime anlamı: Dünya-yansıtıcı camidir. Babür İmparatoru Şah Cihan tarafından, 1644-1658 yılları arasındaki dönemde yaptırılmıştır.
Bu sürede, caminin yapımında, 5000 işçi çalışmıştır. Şah Cihan bilindiği gibi, aynı zamanda: Taj Mahal ve Red Ford gibi yapıları da yaptırmıştır.
Ülkenin en büyük ve en iyi bilinen camisidir. Yapının: 3 büyük kapısı, 4 kulesi ve 2 adet minaresi vardır. 1656 yılında, kumtaşı ve beyaz mermerden yapılan minareler: 41 metre yüksekliktedir ve kırmızı-boyuna çizgili şeritler halinde gökyüzüne uzanmaktadır.
Çatıdan aşağıdaki parçalar, mor ve beyaz renkli mermerlerden tekrarlanan şeritlerle kaplıdır. Tepede, 8 kubbe bulunmaktadır. Caminin arka tarafında, ön tarafında olduğu gibi, 4 küçük minare bulunmaktadır.
Cami avlusunda, 25 bin kişi, aynı anda ibadet edebilmektedir. Avlunun ölçüleri: 75 x 65 metre, dikdörtgen şeklinde ve zemini asfalttır. Avlunun doğu giriş bölümünde, Sultan Ahmet Şah’ın türbesi görülmektedir. Kubbe altında ise, salon kısmı, mermer kaplamalı olarak görülmektedir.
Caminin zemini ise: seccade taklidi, süslü siyah ve beyaz mermerler ile kaplıdır. Bu mermer zeminde, kişisel ibadet bölümleri: ince siyah bir mermerle belirlenmiş olup, 3×1.5 metre ebatlarındadır.
Bu şekilde işaretlenmiş, toplam: 900 bölüm bulunmaktadır. Ancak, burası, kapalı alandaki ibadet mekanıdır. Yani, kapalı alanda, 900 kişi aynı anda ibadet edebilmektedir.
Kuzey kapısı bölümünde
Geyik derisi üzerine yazılmış, Kuran-ı Kerim var, görmenizi öneririm. Ayrıca: caminin çevresinde bulunan: yiyecek stantları ve dükkanlardan oluşan tezgahların bulunduğu Pazar yerlerini gezebilirsiniz.
Ülkenin diğer yerlerinde olduğu gibi, burada da, terörist saldırılar söz konusu oluyor. En son, 2006 yılında, burada, iki patlama meydana gelmiştir.
Bu patlamalar sonucu, camide herhangi bir zarar söz konusu olmamıştır. Yine, 2010 yılında küçük çaplı bir saldırı gerçekleşmiştir. Yani: sonuç olarak, burayı ziyaretinizde dikkatli olmakta yarar var.
RAJ GHAT ANITI
Eski Delhi bölgesinde, Yamuna nehrine yukarıdan bakar konumdadır. Gürkanlı dönemiyle pek ilgisi olmasa da Eski Delhi bölgesinin en çok ziyaret edilen yerlerinden birisidir.
Mahatma Gandhi için yaptırılmıştır. Burası bir duvar şeklinde anıttır. Mahatma Gandhi, 1948 yılında öldürüldükten sonra, burada yakılmıştır.
Anıt: Vanu Bhuta tarafından dizayn edilmiştir. Ancak: Mahatma Gandhi’nin sade yaşantısının ifadesi olarak, tasarlanmıştır.
Ancak, burada yalnızca Gandhi anıtı yok. Bölgede: Mahatma Gandhi için siyah mermer bir platform bulunmaktadır. Jawaharlal Nehru için: çimle kaplı büyük bir kaide var. 1965 Hint-Pakistan savaşında büyük yararlılıkları görülen Lal Bahadur Shastri için: bir zafer platformu var.
Hindistan Başbakanı İndira Gandhi için, büyük bir grimsi yekpare taş var. Burada, Gandhinin naşı yakılmıştır. Bu platform üzerinde: Gandhi’nin son sözleri olan “He Ram” yani “Ey Tanrım” yazılıdır.
Ayrıca, yine Gandhi’ye ait bir söz daha yazılıdır: “Görmüş olabileceğiniz en fakir, en çaresiz insanı hatırlayın ve atmayı düşündüğünüz adımın, ona bir faydası olacak mı diye kendinize sorun”.
Başkaca simge anıtlar daha bulunuyor. Parktaki birçok ağacın üzerinde, o ağacı diken yabancı ve yöreye ziyarette bulunan yabancı devlet başkanının ismi yazılıdır.
Şehri ziyaret eden konuklar ve yabancı devlet adamları: burayı ziyaret ederler. Ancak, ziyaret öncesinde, ayakkabı çıkarmak gerekir.
Günümüzde, burası, günde yaklaşık 10 bin ziyaretçi tarafından ziyaret edilmektedir. Ayrıca, her Cuma günü, anıtta anma töreni düzenlenmektedir. Gandhi’nin doğum ve ölüm yıldönümleri de burada kutlanmaktadır.
RASHTRAPATİ BHAVAN
1929 yılında yapılan burası, Hindistan Cumhurbaşkanının resmi konutu olarak kullanılmaktadır. Konut: saraya benzer bir görüntü sergilemektedir. Bahçeleri ise, 130 hektarlık bir alanı kapsamaktadır.
KUTB MİNARE
Delhi metro istasyonu yanında, şehrin güney bölümündedir. Kutub Minarın inşa edildiği bu alanda, daha önce bir Hindu tapınağının bulunduğu söyleniyor.
Eski tapınak kulesinden arta kalan taşlar, Kutp Minarın yapımında kullanılmıştır. Çünkü: orijinal taşların bir kısmında, Hindu süslemeleri görülmektedir.
1199 yılında; Delhi bölgesinin ilk Müslüman hükümdarı olan “Kutub-üd-din Aibak” tarafından; kırmızı kum taşı ve mermerden yaptırılmıştır. Aslında, buradaki bir kısım yıkıntı üzerine inşa edildiği söylenmektedir.
Minarenin inşa nedeni ise: hemen yan tarafta bulunan cami için, ezan okunması gerektiğinde, caminin minaresinin kısa kaldığı görülmüş ve bunun üzerine bu büyük minare inşa edilmiştir.
Dünyanın en uzun, serbest duran taş kulesidir. Yüksekliği: 72.5 metredir. Taban çapı: 15 metre, tepe çapı: 2.5 metredir. Yani, silindir şeklindeki minare, ucuna gittikçe sivrileşen bir yapı gösterir. Şerefelerle, 5 kata ayrılır.
Bal peteği tasarımı ile dekore edilmiş, taş tabanlık tarafından desteklenmektedir. Minare üstü ise: girift oymalar ve Kuran’dan ayetlerle kaplıdır. Ayrıca: gerek Arapça ve gerekse Nagari dilindeki çeşitli yazıtlar ile, Kutub kulesinin tarihi, anlatılmaktadır.
Üst bölüme çıkmak için
380 basamak merdiven tırmanmak gerekir. Yani, tepe noktasında muhteşem bir şehir manzarası izlemek mümkündür. Ancak, bu kısım, günümüzde ziyarete kapalıdır.
Hint-İslam mimarisinin en eski ve önemli örneklerinden birisidir. Minarenin bulunduğu yörede, çevrede de birçok antik ve ortaçağ kalıntısı bulunmaktadır. Özellikle: Alai Minaresini görmelisiniz. Alaiddin, hükümdarlığı döneminde, buraya çeşitli eklentiler yaptırmıştır.
Hatta, büyük bir ihtirasa kapılarak, Kutup Minaresinin, iki katı büyüklüğünde ve yüksekliğinde, ikinci bir minare yaptırma hevesine kapılmıştır.
Bunun sonucunda, yapıyı başlatmış, ancak minarenin yüksekliği 28 metreye ulaştığında ölmüş ve minare yarım kalmıştır. Günümüzde, yarım kalan bu minare de görülebilmektedir.
UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Geçmiş dönemde, çeşitli depremler ve yıldırım çarpmaları sonucu biraz hasar almış olmasına rağmen, ilgili yöneticiler tarafından hemen restore edilerek, günümüze kadar ayakta gelmesi sağlanmıştır.
KUVVET-ÜL İSLAM CAMİSİ
Minarenin hemen kuzeydoğusundadır.
Burası da: 1198 yılında, Delhi bölgesinin ilk Müslüman hükümdarı olan “Kutub-ül-din Aibak” tarafından yaptırılmıştır. Hatta, Delhi Sultanları tarafından yaptırılan ilk cami olduğu söylenir.
Ancak, usta Müslüman işçiler olmadığından, cami, Hintli ustalar tarafından yapılmıştır. Yapımında ise, filler tarafından yıktırıldığı söylenen, 27 Hindu ve Cayna tapınağının malzemesi kullanılmıştır. Çünkü, yapıda, birbiri üzerine konulmuş tapınak sütunları görülüyor.
Yapı: dehlizleri ve ortada, kapalı bir dikdörtgen avludan oluşuyor.
Avluda: demir bir sütun ayak bulunuyor. 7 metre yüksekliktedir. MS.5’nci yüzyılda, Hint kralı Chandra Varman tarafından buraya yerleştirilmiştir.
Bu sütun her ne kadar demirden yapılmış olmasına rağmen, aradan geçen yüzlerce yıl süresince ve muson yağmurlarına rağmen paslanmaması ilginçtir. Sütunun yapıldığı demir kalitesinin çok iyi olduğu söyleniyor.
Sanırım yalnız demir değil, farklı metallerin karışımı bir sütun bu. Yani, sonuç olarak, 1600 yıllık bir süreçte paslanmayan demir bir sütun. Sütun: Hindu tanrısı “Vişnu”nun, Vahana denilen “binek kuşu Garuda” ya adanmıştır.
Sütun üzerinde: 4’ncü yüzyılda yazılmış bir yazıt bulunuyor. Sütunun çevresinde, günümüzde bir çit inşa edilmiştir.
Ama dikkat, bu sütunu gördüğünüzde, mutlaka denemenizi önereceğim bir alışkanlık var. Söylenenlere göre: “sütunun arkasına doğru, ayak ve kollarını birleştirebilen ziyaretçilerin, o sıradaki tuttukları dilekleri, mutlaka gerçekleşecektir”.
Bu bir inanış, ama inanarak yapmayı denerseniz, niye olmasın? Evet, söylenenlere bakılırsa, sütunun esrarengiz özellikleri bulunmaktadır.
LOTUS TEMPLE
Yeni Delhi bölgesinde; bir tapınaktır. 26 dönümlük bir alana kurulmuş ve çevresinde gölet ve bahçeler bulunmaktadır. Dünya üzerinde bulunan 7 Bahai tapınağından biridir.
Bunların en büyük özellikleri, bulundukları yerin kültürel özelliklerinin mimari yapılarına yansıtılmasıdır. Bu yüzden, buradaki tapınak, lotus çiçeği şeklinde yapılmıştır.
Diğer ismi Bahai İbadet Evidir. Aynı zamanda, Delhi şehrindeki en önemli cazibe merkezlerinden birisidir.
Yapı: 1986 yılında tamamlanmıştır. Mimarı, İranlı Fariborz Sahba’dır.
Mali yardımda bulunan ise, Haydarabat şehrinden: Ardishir Rustanpür tarafından yapılan bağışlardır.
Hint yarımadasında, “Anne Tapınağı” olarak bilinir ve mimari özellikleri nedeniyle, sayısız mimari ödül kazanmış ve birçok yayına konu olmuştur.
Yapının tabanı: 35 metre ve yüksekliği ise 70 metredir. Tapınağın çevresindeki 9 havuzda bulunan su, doğal bir klima etkisi yaratmaktadır.
Bahai dini
Her ne olursa olsun, başka herhangi bir ayırım yapmadan, tüm dinlerden insanların, ibadet için aynı yerde buluşmasını öngörmektedir. Mevlana felsefesini mi düşündüler acaba? Neyse, biz devam edelim.
Bahai dini kanunlarında, tek şart, kutsal Bahai inancına sahip olmaktır. Bunun için, Bahai yazıtlarını okumak ve korolar halinde, müzik eşliğinde, duaları etmek gerekir. Başkaca bir vaaz veya dinsel-törensel uygulamadan söz edilmez.
Lotus tapınağının mimari elemanları, Bahai kutsal düşünceleri tarafından belirlenmiştir. Dinin kurucusunun oğlu Abdül-Baha tarafından belirlendiği üzere, tüm Bahai evleri: dokuz taraflı ve yuvarlak şekilde yapılır. Evlerde, bir kubbe bulunur. İçinde ise, herhangi bir heykel, resim veya görüntü bulunmaz.
Buradaki Bahai evinde: tasarım olarak “Lotus Çiçeği” kullanılmıştır. Bunlar: 9 taraf oluşturmak için, üçlü kümeler halinde düzenlenmiştir. 27 adet yaprak bölümü, serbest duran mermerlerden oluşturulmuştur.
Bunlar, öyle bir yerleştirilmiştir ki, havada asılı duruyormuş izlemini vermektedir. Bu durumun nasıl yaratıldığı ise, bir mühendislik sırrı olarak gündeme getirilmektedir.
Yapının içine: 9 kapıdan girilir. Yapının içinde: 40 metre yüksekliğindeki bir salon bulunur. Burada; 2500 kişinin aynı anda ibadet etme imkanı bulunmaktadır.
Yapının dış yüzeyi ise, beyaz mermerden yapılmıştır. Hatta, bu mermerlerin, Yunanistan’ın Pentelli dağında bulunan ve birçok dini yapının yapılmasında kullanılan mermerlerden olduğu söylenmektedir.
Evet, yapı
1986 yılında yapıldığından bu yana, yaklaşık 50 milyon ziyaretçi çekmiştir. Bu rakam ile, dünyanın en çok ziyaret edilen yerlerinden biri olduğu kabul edilmektedir.
Çünkü: bu dönemde, gerek Taj Mahal ve gerekse Paris şehrinde bulunan Eiffel kulesinden daha fazla ziyaretçi çekmiştir. Hatta: Hindu kutsal gününde, yapının 150 bin kişi tarafından ziyaret edildiği söylenmektedir.
Ancak, tapınağın içinin son derece sakin olduğunu gördüğünüzde şaşıracaksınız. Yapının içinin çok geniş olması ve tapınakta konuşmanın, yüksek sesle konuşmanın yasak olması, bu sakinliği yaratmaktadır.
1987 yılına gelindiğinde, buranın İranlı mimarına, İngiltere merkezli bir örgüt tarafından: sanat ve mimari mükemmellik ödülü verilmiştir. 1988 yılında bu kez, yapıya, Kuzey Amerika’dan bir ödül daha sunulmuştur.
Bu tür ödüller, takip eden dönemde de devam etmiş ve bu muhteşem yapı: birçok mimari ödüle sahip olmuştur.
HUMAYUN KABRİ
Babür İmparatoru Hümayun için: Hümayunun eşi Hacı Begüm tarafından, İranlı mimara yaptırılmıştır. İmparator Hümayun; 1556 yılında ölünce, bu kabir sitesi yapılana kadar, kendi sarayına gömülür.
1565 yılında ise, yani ölümünden 9 yıl sonra, imparatorun dul eşi, buranın yapımını başlatır ve site: 1571 yılında tamamlanır.
Ülkedeki, ilk bahçe mezarıdır. Hatta: Agra yöresinde bulunan ünlü “Taj Mahal” için, ilham kaynağı olduğu söylenir. Çünkü: Taj Mahal’de, Babür mimarisi örneğidir.
Evet, Hümayun kabri, ayrıca: mimari açıdan, bu ölçekte, kırmızı kum taşı kullanılan ilk yapıdır. Türbenin yüksekliği: 47 metredir. Aslında bina 42.5 metre iken, tepede 6 metrelik bir pirinç bölüm vardır.
Burada: yarım ay yani hilal ile biten “alem” bulunmaktadır. Genişlik ise, 91 metredir. Kubbe: beyaz mermerdir. Binanın geri kalan kısmı ise, kırmızı kumtaşıdır. Aralarda ise, siyah ve beyaz mermer ve sarı kumtaşı kullanılmıştır.
Görkemli kubbe: Gürkanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biridir. Burada: ana kemerlerin destek yerlerinde, altı köşeli yıldızlar göreceksiniz.
Bu yıldızları, Yahudilerin “Davut yıldızı” ile karıştırmamak gerekir. Çünkü, bunlar, Hindistan’ın, birçok yerinde karşılaşılan gizemli simgelerdir.
Mezar kompleksi içinde: Hümayunun mezarı yanında, birkaç küçük anıt ve hatta birkaç kişiye ait mezar da bulunmaktadır. Hümayunun sandukası, ana odada tek başına durmaktadır.
Gerçek mezarı ise, mezarın altındaki bodrum katındadır. İmparatorun eşi, mezarı yaptıran Hamida Begüm’ün mezarı da buradadır.
Hatta, imparatorun oğlu Şah Cihan’ın mezarı da yine buradadır.
Mezar sitesi
Yamuna nehri kıyısında; Nizamuddin Dergahı yakınında yapılmıştır.
Çünkü: Nizamuddin: ünlü bir Sufi’dir ve Delhi yöneticileri tarafından çok sevilmekte ve saygı duyulmaktadır.
1611 yılında, burayı ziyaret eden bir İngiliz tüccarın, burası hakkında yazdıkları şöyledir: “ iç dekorasyon çok zengindir.
Merkezdeki odanın zemini: zengin halı ve saf beyaz bir levha ile kaplıdır. Sanduka üzerinde, küçük bir çadır bulunmaktadır. Ayrıca: Kuran-ı Kerim, kılıcı, türbanı ve ayakkabıları bulunmaktadır.”
Yapı: UNESCO tarafından, 1993 yılında, Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Takip eden süreçte: bakımsız bahçe yeniden düzenlenmiş, tarihi çeşmeler temizlenmiştir.
Ancak, yine de, günümüzde, bu muhteşem yapı birçok tehdidin gölgesinde varlığını sürdürmektedir. Bu tehditlerin başında ise, terörist saldırılar gelmektedir.
CHARBAGH BAHÇESİ
Hümayunun mezarının ana yapısı: 30 hektarlık bir bahçe içine yerleştirilmiştir. Charbagh: İran tarzı bahçe düzeni demektir. Dörtgen bir bahçe, yürüme yolları, su akan küçük kanallar görülür. Bu yapı tarzı: İslam inanışına göre, cennet bahçesi tasvirini anımsatmaktadır.
Buna göre: dört nehrin akışını simgeleyen, döşeli, yürüyüş yolları ve iki merkezli su kanalları, dört bölüm ortaya çıkarmaktadır. Her 4 kare, daha sonra 36 kareye dönüştürülerek, tipik bir tasarım ortaya konulmuştur.
Küçük meydanlar, yollar ile birbirinden ayrılır. Merkezi su kanalları, mezar yapısı altında yok olur ve diğer taraftan, düz bir çizgide yeniden ortaya çıkar. Bununla: Cennet Bahçesi altında ırmaklar akar denilen ayetler, düşünülmüştür.
PURANA QİLA
Burası, bir kaledir.
Babür imparatoru Hümayun tarafından, 1533 yılında, şehrin iç kalesi olarak yaptırılmıştır. Ancak, 1540 yılında, Sher Shah Suri: Hümayunu yenince, kale yani burası: Shergarh olarak değiştirilmiş ve 1545 yılındaki ölümüne kadar olan süreçte, karmaşık birkaç yapı eklenmiştir.
Evet, kalenin surlarının yüksekliği: 18 metredir. Surların uzunluğu ise, yaklaşık 1.5 kilometredir. Bu surlar üzerinde, kemerli geçitler var. Kalenin kapıları ise: Batı yönündeki “Bara Darwaza” yani “Büyük kapı” ve güney yönündeki: Hümayun duvarları kapısıdır.
Bu kapıya bu ismin verilmesinin anlamı: Hümayun Mezarının, bu kapıdan görülebilmesidir. Son olarak ise, “Talaqi kapısı” yani “Yasak kapı” vardır.
Günümüzde, özellikle akşamları: burada ses ve ışık gösterileri düzenleniyor.
Kale içindeki diğer yapılar şunlardır:
Qila-i Kuhna Camisi
Şah Sher tarafından, 1541 yılında yaptırılmıştır. Tek kubbelidir. Babür mimarisinin en güzel örneklerinden birisidir. Cami; Sultan ve saray ahalisi için, Cuma camisi olarak düzenlenmiştir. Boyutları: 15×51 metredir. Batı duvarında, dua nişleri ve mihraplar görülür.
Sol duvarda ise, süslü ve çerçeveli bir kapı var. Dikdörtgen salon boyunca uzanan dar bir geçit ise, ikinci kattaki kadınlar bölümüne ulaşıyor.
Burada, kraliyet üyesi saray kadınları dua ediyorlarmış. Caminin içinde bir yazı var, ilginizi çekebilir, bu yazının anlamı: “ Yeryüzünde, insanlar var olduğu sürece, bu yapıtın uğrak yeri olması ve insanların mutlu ve neşeli olmasıdır.
Sher Mandal
Caminin hemen güneyindedir. Firuz Şah tarafından, 14’ncü yüzyılda inşa edilmiştir.
Kale içinde, bir rasathane yani gözlemevi olarak yapılmıştır.
Daha sonraki dönemde, yani Hümayun döneminde ise, kütüphane olarak kullanılmıştır. Buna dair, yapının içindeki dekoratif sıva çalışmaları üzerinde, kitapların yerleştirildiği rafların izleri görülmektedir. Ancak, şehrin ilk gözlemevi olduğu kesindir.
İki katlı, sekizgen bir kuledir. Dik merdivenleri, çatıya kadar uzanmaktadır. Yapı: kırmızı kumtaşından yapılmıştır. Aslında, Şah Sher zamanında; yüksekliğinin arttırılması planlanmışsa da, Şah Sher’in zamansız ölünce, daha yükseğe ulaşmadan yapı tamamlanmıştır.
Buranın en büyük özelliği: İmparator Hümayunun, 24 Ocak 1556 tarihinde, bu yapının, 2’nci katından düşerek ölmesidir. Hümayun: yıldız ve gezegenleri seyrettikten sonra, merdivenlerden inerken, caminin müezzini ezan okumaya başlar. İmparator bunun üzerine merdivenlerde tökezler ve aşağı yuvarlanarak, başını merdivenlere çarpar ve ölür.
Bu olay: Gürkanlı tarihçiler tarafından, Hümayun için, şöyle denilmektedir: “yaşamında tökezlediği gibi, sonu da tökezleyerek geldi”.
YENİ DELHİ ŞEHRİ
Bölge: Janpath olarak isimlendirilmektedir. Şehrin, İngiliz yönetimi döneminde büyük değişikliklere uğratılan bu yeni bölümündeki caddelerin isimleri, İngiliz d önemindeki isimlerinden soyutlanarak, günümüzde, Hintçe isimlerle anılmaktadır.
Ayrıca, İngiliz liderlerin heykelleri kaldırılmıştır. Ancak, gerçek şu ki: şehirdeki İngiliz etkilerinin kaldırılması, tam anlamıyla mümkün olmamıştır.
Hatta: Delhi şehrinin eski ve yeni kent bölümleri: İngilizler tarafından yapılan bir demiryolu hattı ile birbirinden ayrılmıştır. İngiliz Neo-klasik mimari unsurları, şehir içinde, Hindu, Budacı ve Gürkanlı mimarı tarzları ile bir arada bulunmaktadır.
Burası, şehrin ticari merkezidir. Meydanın çevresindeki dairesel kemerlerde, şehrin sinemaları, bankalar, restoranlar, mağazalar ve seyahat acenteleri bulunmaktadır. Meydan, aynı zamanda, eski şehirdeki Mescit-i Cumayı, Hint Parlamentosuna bağlayan “Sansad Bhavan” ekseni üzerindedir.
Meydanın güneyinde bir anıt bulunuyor.
JANTAR MANTAR
Bu anıt: şehrin en sıra dışı anıtıdır. Bir gözlem evidir. Bahçesinde: 1724 yılından itibaren, 5’nci Babür İmparatoru Muhammed Şah tarafından yaptırılmış: takvim ve astronomik tablolar görülmektedir.
Bunlar: tuhaf şekiller, merdivenler, cephesinde odasız pencereler olarak dikkati çekmektedir. Burası, aslında, Racput Prensi II. Jai Sing tarafından kullanılan bir gözlemevidir.
Anıtın tam ortasında: dik açılı, üçgen şeklinde, Samrat Yantra görülmektedir.
Bir merdivenle çıkılan üst kubbe bölümünde ise, bir güneş saati var.
Bu güneş saati, söylenenlere göre, yarım saniye hassasiyetle gün saatini belirliyormuş. Jai Singh isimli Prens, bu anıt ile birlikte, 4 anıt daha yaptırmıştır.
HANUMAN MANDİR-MAYMUN TANRININ TAPINAĞI
Hanuman: bir tanrıdır. Hatta, klasik Hinduizm öncesinden kalan bir tanrıdır ve aynı zamanda çok cömerttir. Bu yüzden, insanlar, burada çevrelerinde dolaşan küçük maymunlara zarar vermeyi düşünmezler.
SANSAD BHAVAN
Burası, Hint Parlamento binasıdır. Herbert Baker tarafından tasarlanmıştır. Özellikle, kubbe binası, geceleri aydınlatıldığında, güzel bir görüntü ortaya çıkmaktadır.
RASHTRAPATİ BHAVAN
Bu yapı günümüzde, Başkanlık sarayı olarak kullanılmaktadır. Ancak, bir zamanlar, Genel Vali konutu olarak kullanılmıştır.
Zaten, sırf bu yüzden, İngiliz imparatorluğunun altın çağını yansıtmaktadır. Merkez blok: gri renkli kubbesiyle, bahçesindeki havuzları ve yeşil alanları muhteşem bir görüntü sunmaktadır.
RAJPATH CADDESİ-KRAL YOLU
Hindistan kapısının hemen ilerisindedir.
Hindistan Cumhuriyetinin tören bulvarı ve aynı zamanda kral yoludur. Ülkenin en önemli yollarından birisidir. İngiliz mimar Edwin Lutyens tarafından tasarlanmıştır.
Cadde: ağaçlar, göletler ve her iki tarafında çimlerle kaplıdır. Cumhuriyet Bayramı geçit törenleri, her yıl 26 Ocak tarihinde burada yapılmaktadır.
İNDİA GATE
Ülkenin ulusal anıtıdır. Şehrin merkezinde bulunmaktadır.
Paris şehrinde bulunan: Arc de Triomphe anıtından esinlenilmiştir. Kırmızı ve soluk kum taşı ve granitten: 1931 yılında yapılmıştır.
Anıtın önünde ve 1947 yılında yapılan boş gölgelik altında: İngiltere kralı V. George’un bir heykeli bulunuyormuş.
Bu gölgelik: kumtaşından yapılmış ve Lutyens tarafından tasarlanmıştır. Ancak, bu heykel özgürlük sonrasında kaldırılmıştır. Buraya, İndira Gandhinin heykelinin konulması düşünülmüşse de, sonradan kabul edilmemiştir.
Evet, anıtın yüksekliği: 42 metredir. Anıtın kapladığı alan ise: 3 dönümdür. Anıt kemerinin hemen altında: 1971 yılında yapılan bir “yanan ateş” bulunuyor. Buna: “ölümsüz askerin alevi” deniliyor.
Meçhul Asker Mezarı olarak betimlenen burada: siyah mermer bir sanduka, bir tüfek, bir asker miğferi var. Ayrıca: “Amar Jawan” yani “Ölümsüz Savaşçılar” yazısı görülüyor. Burada: dört köşede, sürekli ateş yanan, 4 meşale bulunuyor.
Ayrıca, 3 bayrak var. Bunlar: Ordu, Donanma ve Hava Kuvvetlerini temsil ediyor. Bu güçlerden, birer asker, 24 saat boyunca, kapı ve mezar anıtını korumak üzere nöbet tutuyorlar.
Günümüzde: ülkeyi ziyaret eden yabancı devlet konukları da, burayı ziyaret ediyorlar ve burada devlet törenleri düzenleniyor.
Ülkenin başlıca savaş anıtı olarak bilinmektedir. Hint imparatorluğunun dünyanın çeşitli yerlerinde mücadele ederken ölen 90 bin askeri için yaptırılmıştır.
Yani, bir anlamda: Hint ordusu “Meçhul Asker Mezarı” olarak değerlendiriliyor.
Anıtın çevresindeki yollar: terörist saldırı ihtimali nedeniyle, trafiğe kapatılmıştır. Zaten, anıtın çevresindeki yeşillik alan da: özellikle akşam saatlerinde: Delhililer tarafından dolduruluyor ve sokak satıcılarının da bulunduğu alan, gezinti ve piknik alanı olarak kullanılıyor.
Ülkenin “Cumhuriyet Bayramı” kutlama törenlerindeki kortejler de, buradan geçmektedirler.
ULUSAL MÜZE
Yeni Delhi bölgesindedir.
Müzenin galerilerinde: Mauryan döneminden günümüze kadar olan döneme ait objeler sergilenmektedir.
Bu sergilenen objeler arasında: pişmiş toprak oyuncaklar, resimler, çömlekler, takılar, mühürler, bronz ve bakır uygulamalar, heykeller, müzik aletleri, goblen, kabile maskesi, kılıç ve duvar resimleri bulunmaktadır.
Müzenin en değerli eserleri: Dunhuang galerisinde sergilenmektedir. Burada: Sir Aurel Stein tarafından, 1900-1916 yılları arasında toplanmış objeler ve Avrupa ile Çin arasında uzanan tarihi ipek yolu boyunca toplanan eserler sergilenmektedir.
İNDİRA GANDHİ MÜZESİ
Bir zamanlar, İndira Gandhinin yaşadığı ve ofis olarak kullandığı ev, günümüzde müze haline getirilerek ziyarete açılmıştır.
Gandhi, Sih koruması tarafından, suikast sonucu bu evde öldürülmüştür. Müzede: kendisinin kişisel eşyaları, vurulduğu yerdeki ayak izleri de görülebiliyor.
NEHRU MÜZESİ
Ülkenin ilk Başbakanı olan Nehrunun: kullandığı kişisel eşyaları, yaşamı ve mücadelesi ile ilgili basılmış kitaplar, fotoğraflar ve çeşitli yayınların sergilendiği bir müzedir.
LAXMİNARAYAN TAPINAĞI
Yeni Delhi bölgesindedir.
Burası, bir Hindu tapınağıdır. Hindu dininde, zenginlik tanrıçası olan Lakshi onuruna inşa edilmiştir. 1933-1939 yılları arasında, Mahatma Gandhi tarafından yaptırılmıştır.
3 katlıdır. Hindu tapınak mimarisi “Nagara” stilinde inşa edilmiştir. Tapınakta, Hindu Mitolojisinden gelen sahneleri betimleyen oymalar görülmektedir.
7.5 dönümlük alan üzerinde kurulu buluna tapınak alanında: çeşmeler, geniş bir bahçe, birçok mezar anıtı bulunmaktadır. Özellikle: Hindu festivallerinde, bu tapınak alanı, Hindular tarafından ziyaret edilmektedir.
AKSHARDAM TAPINAĞI
Hindulara ait bir tapınak kompleksidir. Yamuna nehri kıyısındadır.
Yapının mimarisinde: geleneksel Hint ve Hindu kültürü karışımı görülür.
Çok ilginç bir durum var. Bu tapınak: 2007 yılında, Guinnes Dünya Rekorları Kitabına girmiştir. Özelliği Dünyanın en kapsamlı Hindu Tapınağıdır.
Kompleksin merkezinde: tamamen taş olarak hazırlanmış, geniş bir merkezi anıt bulunmaktadır. Bu ana anıt: 43 metre yüksekliktedir.
Genişlik ise, 96 metredir. Uzunluk: 110 metredir. Yapı, yukarıdan aşağıya: ayrıntıları ile oyulmuş: dansçılar, müzisyenler, tanrılar ve çiçeklerle süslüdür.
Pembe kumtaşından ve İtalyan Carrara mermerlerinden yapılmıştır. Herhangi bir destek ve çelik veya beton kullanılmamıştır.
Anıtta: ayrıca, 150 tane fil heykeli bulunmakta ve yalnızca bunların ağırlığının 3000 ton olduğu söylenilmektedir.
Anıtın içinde ise, merkezi kubbe altında: 3.4 metre yükseklikteki Murti bölümünde, Swamimarayan heykeli bulunuyor. Çevresinde de yine heykeller var.
Burada: geceleri, müzikal su fiskiye gösterileri düzenlenen bir çeşme bulunuyor. Çeşme, ismini kurucu olan “Shastriji Maharaj” dan almıştır. Lotus çiçeği şeklinde yapılmış olması çok ilginçtir.
Yapılan restorasyon çalışmaları sonucu, 2005 yılında ziyarete açılmıştır.
PİTAMPURA TV. KULESİ
Yeni Delhi bölgesindedir.
Şehir merkezinin kuzeybatısındaki bu kule, 1988 yılında yapılmış olup, 235 metre yüksekliktedir. 7.2 hektarlık bir alana yayılmıştır. Hemen yan tarafında, Pitampura Spor Kompleksi bulunmaktadır.
DİLLİ HAAT
Burası, bir Açıkhava pazarıdır. 1994 yılında kurulmuştur. Her gün, saat: 10.30 ile 21.00 arasında açıktır.
Burada: el sanatları ürünleri satılıyor. Ancak, daha yoğun olarak, yiyecek stantları var. Bunların dışında: sandal ağacı ve gül ağacı oymalar, süslü ayakkabılar, elbiselik ve perdelik kumaşlar, taşlar, boncuklar, pirinçten yapılmış metal el sanatı ürünleri, ipekli ve yünlü kumaşlar bulup satın alabilirsiniz.
Buradaki 60 civarında tezgah, yerel yönetim tarafından, 15 er günlük süreçler halinde, el sanatları ustalarına tahsis ediliyormuş.
TİBET EVİ
Burası, Çin saldırıları sırasında, Tibet’ten kaçan, Dalay Lama tarafından kullanılmıştır ve kendisinin kişisel koleksiyonu sergilenmektedir.
Tibetliler ve Budistler için, bir kültür merkezi olarak kullanılmaktadır.
Burada görebilecekleriniz: ahşap bir heykel, resimler, halılar ve ritüel nesnelerin görüntüleridir.
Bunların büyük kısmı: ülke genelinde yayılmış Tibet köylerindeki Tibet manastırlarından buraya getirilmiştir.
Tibet evi bünyesinde: bir kütüphane bulunmaktadır. Ayrıca: çeşitli eski ve nadir Tibet sanat eserleri, tablolar da olmak üzere, toplam 2000 civarında nesne, bronz, bakır, pirinç, siyah taş ve sandal ağacından yapılmış heykeller, dini eserler, ritüel uygulamalar bulunmaktadır.
Bugün, Kremlini ortaya alan, Moskova’nın 2 halkasından, iç halkasının içerisinde yer alan ve Kremlini çevreleyen caddede gezeceğiz.
Şehirde kaldığınız yerden, metro ile: “Chistiye Prudy ” veya “Turgenevskaya” istasyonlarına ulaşıyorsunuz. Gezimizin başlangıç noktası: bu istasyonlara yakın mesafedeki: “Chistoprudny Bulvarı.
Evet: Chistoprudny Bulvarından, yukarı doğru yürüyüşe başlıyoruz.
Cadde üzerindeki mağazalara çok takılmasanız: muhtemelen 4 saatlik bir tur süresi yeterli geliyor. Evet: bulvarın isminin anlamı: “Duru Gölcükler”.
Yazın dolaşılacak, ve kışın kayılacak bir bölge. Ayrıca: yıl boyunca çocukların oyun yeridir.
Bu metro istasyonlarının bulunduğu meydanda: bir anıt var. Oyun yazarı ve diplomat olan Aleksandr Griboyedov anıtı. Ayrıca: Turgenevskaya metro istasyonuna yakın bölgede: Lukoil gökdelenleri bulunuyor. Bunlar: şehrin modern yüzünün kesitidir. Gökdelenler kadar ilgi çekici olmasa da, gökdelenlerin aynalı camlarına, karşı cepheden yansıyan barok binaların görüntüleri, gökdelenlerin cephesinde güzel bir görüntü oluşturuyor.
Evet: bu meydana açılan sokaklar var.
Bu sokaklardan: önce: Arkhangelsky ul. sokağına girin. 100 metre ileride, bir kule göreceksiniz.
MENÇİKOV KULESİ
Mençikov bir general. 1854 yılında, Kırım Savaşında, müttefik kuvvetlerine karşı, Rus ordusunun başında idi. Karadeniz’deki en kuvvetli liman şehri olan Sivastopol’ün korunmasından sorumluydu. Ama, başaramadı, Rus ordusu Sivastopol öncesinde, İnmerman Savaşında yenilince, Prens Mençikof, kederinden öldü.
Savaş öncesi dönemlerde, Rus elçisi olarak İstanbul’da da görev yapmıştır. Evet, Mençikov ismi verilen bu kule, tepesindeki külahı ve saati; yıldırım düşmesi sonucu parçalanmış ve geriye yalnızca zarif barok kulesi kalmış. Yaldızlı iç mekan, daha sofu dindarların ibadet yeridir.
Evet, buradan çıkıp, meydana gelin ve diğer bir sokağa gireceksiniz. Burası: Myasnitskaya sokağı. Burada, güzel bir salon var. Mutlaka görmelisiniz.
ÇAYA-KOFİ MAGAZİN (ÇAY KAHVE SALONU)
Mutlaka görülmesi gereken bir yer. 1896 yılında, Çin Büyükelçisinin Moskova ziyareti için, tüccar Pevlov tarafından tasarlanan çay dükkanıdır. Her yana koyulmuş pagodalar, ejderhalar, Çin İmparatorluğundan görünümler ile şaşkınlık verici popüler bir mekandır.
Evet, buradan çıkıp, yine bulvar üzerine yürüyoruz. Sırada; Pokrovsky Bulvarı var. Yalnız bu bulvara girmeden önce: Neglinnkaya ul. Sokağına sapın. Burayı kesen sokaklardan: Sandunovskiy per. üzerinde bulunan “Sandunovski Bani (Sandunovski Banyoları) mutlaka yapılması gereken bir aktivitedir.
SANDUNOVSKİYE BANİ
Genel giriş: 500-700 ruble arasında. Özel odalar: 1200 duble ve saat: 10.00-22.00 arasında açıktır. Burası: şehrin en eski ve en lüks banyosu yani hamamı.
Evet, buradan da çıktıktan sonra, aynı yoldan, geldiğimiz istikamete geri dönüp, ilerliyoruz. Sırası ise: Chistoprudyny bulvarı, Sretensky bulvarı, Rozhdestvensky bulvarı ve Petrovsky bulvarı.
Petrovsky Bulvarına giriyorsunuz ve bulvarın sonunda bir manastır var.
VİSSOKA-PETROVSKİY MANASTIRI
Burası: saat: 10.00-17.00 arasında açıktır. Mütevazi girişin arkasında, altı adet rengarenk kilisenin yükseldiği, saray-bahçe karışımı bir kompleks var.
Buranın hemen karşısında: bir bahçe var.
HERMİTAGE BAHÇESİ
Burada biraz dinlenebilirsiniz. Burası: daha çok bitişiğinde, biraz sonra anlatacağım tiyatroları ve kültürel konumu ile tanınıyor. Düzenli etkinlikler, opera, bale ve konserler düzenleniyor. Şu anda, bahçede: Novaya Opera, Hermitage ve Sphera tiyatroları bulunuyor. Uluslar arası caz festivalide, her yıl burada yapılıyor.
Yolumuza devam ediyoruz, yoğun bir meydana ulaşıyoruz. Burası: Puşkin anıtının da bulunduğu, güzel bir meydan. Burayı daha önce gezdiniz. (Bulvar çevre yolu güzergahında anlatıldı)
Bu meydanı takiben ilerlediğinizde: Tverskoy Bulvarına giriyorsunuz. Moskova’ya yolu düşenlerin mutlaka adımları ile gezdikleri uzun bir bulvar. Üzerindeki binaların neredeyse tamamı tarihi, yerli ya da yabancı tüm gözlere görsel bir şölen var bu bulvardı.
Cadde boyunca dizili kafeler, çay evleri, restoranlar, birahaneler, gece kulüpleri, barlar, alışveriş düşkünlerine çeşit çeşit mağazalar. Geçmişi 12. yüzyıla kadar gitse de, şimdilerde, binalarda ikamet eden zengin Rus ve yabancıların “lüks” yaşamlarıyla, birkaç metro durağı ötesindeki zorunlu “gerçek” hayatların arasında büyük fark var.
Bir Moskova şehir hikayesine göre;
Dünyanın en pahalı fiyatlarına sahip marka dükkanların bulunduğu bu bulvar, ayın tek sayılı günlerinde, kara bir kediyi de ağırlıyor. Ayda 2 gece d olaşmaya çıkan bu kara kedi, bulvarın tek sayılı binalarının dizili olduğu tarafta, bir binanın duvarından çıkıp, başka bir binanın duvarında kayboluyor.
Rusya’nın belki de tek korkulmayan, aksine şans getirdiğine inanılan hayaleti, bu kara kedi, iriliğiyle dikkati çeken tanıdık bir kedi aslında. Mikhail Burgakov’un öyküleriyle, hayal gücünü zorlayan bu kedi: Şeytan Woland’ın yardımcısı olarak yeryüzüne inan, insan gibi yürüyen, konuşan, sigara içen, votka, silah ve satranç düşkünü bir kara kedi, ismi: Begemot.
Bu bulvar üzerinde: görmenizi önereceğim yerler: Cafe Pushkin, Gorsky Moscow Art Tiyatrosu, Pushkin Drama Tiyatrosu. Tiyatroları pas geçebilirsiniz ama Cafe Pushkin’e zaman ayırmalısınız.
CAFE PUSHKİN
Rivayete göre: Fransız şarkıcı Gilbert Becaud’nun bir şarkısından esinlenen “yeni zengin” bir Rus işadamı açmış burayı. 19.yüzyıldan kalma bir evin, yalnızca dış yüzünü muhafaza ederek, içini o dönemin modasına göre baştan aşağı dekore etmiş. Yiyeceğiniz yemekler de az dekor kadar etkileyici oluyor. 7 gün 24 saat açık. Dolayısıyla, gece, müşterileri de kulüpten çıkan ve dans etmekten yorulmuş gençlerden oluşuyor.
GORSKY MOSCOW ART TİYATROSU
Nemirovic Danchenko ve Konstantin Stanislavski’nin 1898 yılında beraber kurduğu bir Rus tiyatrosu. Naturalist tiyatro anlayışının en başarılı temsilcisi. Amatör oyuncu ve yazar olan Stanislavski’nin yönetmen, yazar Danchenko’nun ise dramaturg olarak görev yaptığı bu tiyatroda: en çok “Cehov” oyunları sergilense de, Puskin, Tolstoy, Shakespeare ve Gorki’nin oyunları da sahnelenmiştir.
Detaylı reji çalışmaları, oyuncuları yıldızlaştırmak yerine, amatör oyuncuları gerçeğe en yakın bir biçimde oynatma anlayışı, ilk kez Moskova Sanat Tiyatrosu sahnesinde ortaya çıkmıştır. Cehov’u Cehov yapan rus tiyatro burasıdır. Önceleri hiç ilgil görmeyen Antony Cehov’un oyunları, bu tiyatroda oynandıktan sonra ün kazanmıştır. Asıl olarak, tiyatro, Maksim Gorki’ye atfedilmiştir.
Aynı bulvar üzerine devam ettiğinizde: Moskova’nın en güzel meydanlarından birine ulaşacaksınız. Moskova’da elektronik çarşısı denilince ilk akla gelen isim: Garbuşka. Nikitsky bulvarı üzerinde. Radyoların hit listelerinden oluşan müzik cd’leri, İngilizce hatta ve hatta Türkçe altyazılı DVD’ler, eski 45’liklerin cd versiyonları, ne ararsanız, bu üç katlı dipsiz kuyuda bulabilirsiniz.
Ancak kaçak cd ve dvd’lerle ilgilenmiyor ve özel koleksiyon yapıyorsanız ya da aradığınız çok özel bir albüm varsa, Moskova’da gidebileceğiniz birkaç adres daha var. Tverskaya üzerindeki “Transylvania” bunlardan biri. Burada dilediğiniz şarkıcının cd setine hatta orijinal konser ve müzik videolarına ulaşabilirsiniz. Evet, biz gezimize devam ediyoruz.
NİKİTSKY MEYDANI
Köşesinde: Rotunda çeşmesi var. Mutlaka görün.
Buradan: Nikitskaya Ul. sokağına girin ve buradaki müzeyi görün.
MUZEY-KVARTRA GORKAVA (GORKİ’NİN EVİ) DOM MUZEİ GORKOGO
Maksim Gorki: 1868 yılında doğdu. 11 yaşından sonra geçimini aç ve evsiz olarak, çok zor koşullar altında çeşitli işlerde çalışarak sağladı.
Okumayı: Volga’daki bir gemi aşçısından öğrendi. Halkın çok zorlu ve yoksul yaşamına yakından tanık oldu. Kazan’da devrimci anlayışta insanlar bularak, kentte ilk devrimci çevreyi kurdu. 1891 yılında tüm Rusya’yı kapsayan bir geziye çıktı. 1892 yılında, ilk hikayesini yayınladı.
1900’de “aylak” yaşama son verdi ve romantik biçimden dönerek ilk gerçekçi romanlarını yazmaya başladı. 1905 Devrimine etkin katılımı nedeniyle, 1906’da tutuklandı, bunun üzerine 1913 yılına kadar, Amerika ve Avrupa’da kaldı. Daha sonra Rus siyasi sürgünlerin yatağı olan Capri’deki evine çekildi. Ana romanını burada yazdı. 1913 yılında, Rusya’ya geri döndü. 1917 Devriminden sonra, Rus edebiyatını yaşatmaya yönelik çalışmalara girişti.
Geçen süreç sonunda:
1932 yılında, Gorki yine İtalya’dan Rusya’ya geri döner. Kendisine “Lenin Nişanı” verilir ve eskiden milyoner Ryabuşinskiy’e ait olan ve günümüzde “Gorki Müzesi” olan, Moskova’daki bu malikaneye yerleşir. Art Nouveau tarzında yapılmış olan bu yapı: çiçekli ön cephesi mizah ve lüks unsurları taşıyan yapısı ile sıra dışıdır. Ücretsiz olarak gezilebiliyor.
Evet, gezimize devam ediyoruz. Nikitsky Bulvarından aşağı doğru iniyoruz. Yol üzerinde göreceğimiz yapılar şunlar: Feodor Studit kilisesi, Modern Sanatlar Müzesi, Gogol Anı evi ve Gogol Anıtı.
MODERN SANATLAR MÜZESİ
Aralık 1999 tarihinde, 18’nci yüzyılın önemli anıtlarından birisi, ünlü Rus mimar Matvei Kazakov tarafından yapılan Gubin Malikhanesinde açılan Modern Sanatlar Müzesi; ilk olarak, Sanat Akademisi Müdürü Zurab Tsereteli özel koleksiyonu üzerine kurulmuştur.
Müzede, birçok ünlü yabancı sanatçının eserleri sergilenmektedir. Özellikle: Armand tarafından yapılan heykeller, ünlü İtalyan mimar Arnaldo Pomodoro’nun “güneş diski” görülmeye değerdir.
Yabancı deneysel formların içinde, özellikle Japon konseptualist Yukinory Yanagi’nin eseri “bağımsız devletler topluluğu karınca çiftliği” ile günümüzün birçok sanat akımına ve teknolojisine özgü eserler yer almaktadır.
Avrupa ve Amerikan sanatının ünlü sanatçıları: Pablo Picasso, Fernand Leger, Salvador Dali, Joan Miro ve Rufino Tamayo’nun eserleri de burada sunuluyor.
Rus Avan-garde sanatının koleksiyonuna,
Özel bir önem verilmiş. Müze, 20’nci yüzyıldaki dünya çapında ünlü birçok sanatçının eserlerini sergilemektedir. Müze: Kazimir Malevich, Alexandre Exter, Natalia Gonchorova, Robert Falk, Ivan Pouni, Vladimir Baranov-Rossine ve David Burlyuk gibi ünlü ressamların 30 eserine ev sahipliği yapmaktadır.
Müzeyi ziyaret edenler:ayrıca, Kandinsky’nin arkadaşı Vladimir İzdebsky’nin 2 kompozisyonu da görüyorlar. İzdebsky: 1917 yılındaki devrinden sonra “Paris anıları” serisi ile tanınmıştır. Bunun dışında, ünlü Gürcü artist Niko Prismoni’nin özgün koleksiyonu da müzede bulunuyor.
Müze: 1950-1970 yılları arasındaki non-konformist sanata adanmış bir sergi de içeriyor. Bu akımın yaratıcılığı Sovyet ideolojisine ters düşmektedir. Bunların içinde: V. Nemukhin, E. Steinberg. V.Komar, A.Melemid, O. Rabin, A.Zverev, D. Krasnopevtsev ve diğer bir çok sanatçı sayılabilir.
Aynı zamanda günümüz sanatçılarından: Boris Orlov, Dmitry Progov, Francisco İnfante, Oleg Kulik, A. Brodski, Aidan Salakhov, Lena Hades, Valery Koshlyakov ve Serguei Shutov’un eserleri de görülebilir. Bu sanatçılar, daha çok “aktuel” sanat olarak adlandırılan bir tarz üzerine çalışmışlardır.
GOGOL ANI EVİ-GOGOL HEYKELİ
19’ncu yüzyılın en önemli ve en gizemli yazarı: Nikolay Gogol’un heykeli, heykeltıraş Nikolay Andriyev tarafından yapılmıştır. 1909 yılında, yazarın 100. doğum yılı nedeniyle dikilen bu heykel, yaşamı kadar, yani 42 yıl boyunca burada kalır. Ancak, daha sonradan, Stalin bu heykelin çok filozofik, dramatik ve komünist ideolojilerine göre çok entelektüel kaldığını düşünmesi nedeniyle, bulunduğu yerden kaldırılıp, Donskiy Manastırına taşıtılır.
Onun yerine de, optimistlik, aydınlık, askeri bir geçit törenini yöneten generali andıran, bir başka Gogol heykeli dikilir. Stalin’in ölümünden sonra, eski Gogol heykeli sürgünden döner, ancak yetkililer onu eski yerine koymazlar.
Anıt böylece, Nikitsky Bulvar’da, Gogol’un son dört yılını geçirdiği 7 numaralı binanın önünde, yaşlı ağaçların arasındaki yerini alır. Gizemli ve neredeyse canlı gibi görünen heykelde, Gogol bir koltukta oturuyor ve gözünde bir onaylamama ifadesi, yüzünde anlaşılmaz bir gülümsemeyle ziyaretçilerine tepeden bakıyor.
Nikitsky Bulvarı, kalabalık “Novy Arbat Bulvarı” ile bitiyor. Burada bir yapı var. İlginizi çekebilir. Dom Drujbi isimli Dostluk Evi.
Evet, buradan: Gogolevsky Bulvarını takip ederek, Moskova nehrine doğru inmeye devam ediyorsunuz. Yol üzerinde göreceğiniz yapılar: Savunma Bakanlığı, Boris&Gleb Şapeli ve Apostle Philip Kilisesi.
Turun sonu, ırmak kenarındaki bir katedral ile sonlanıyor. Bu katedrali de daha önce görmüştünüz. (Bulvar Çevre yolu gezi güzergahında)