Maharashta eyaletinin en büyük ikinci şehridir ve ülkenin en büyük 7’nci şehridir. Şehir nüfusu, 4.5 milyon civarındadır.
Eyaletin kültür ve miras başkentidir. Ama, aynı zamanda geçmişte büyük depremlerin yaşandığı, deprem bölgesindedir.
Şehir, başkent Mumbai şehrine, 170 km. uzaklıktadır. Eyaletin tüm gelir ve yargı reformları, buradan başlamıştır.
Deniz seviyesinden 560 metre yüksekteki Deccan platosunda bulunmaktadır.
Mula ve Mutha nehirleri, şehir sınırları içindedir. En yüksek tepe olan Vetal tepesi, 800 m. yüksekliktedir.
İklim durumuna gelince: yörede, ıslak ve kuru tropikal iklim hüküm sürmektedir. Ortalama sıcaklık: 20-25 derece arasında değişmektedir. Mevsimlere gelince: yaz, muson ve kış mevsimi görülür. Mart-Mayıs ayları arasındaki yaz döneminde sıcaklık: 30-38 derece arasına kadar yükselir.
Ancak, şehrin yüksekte bulunması nedeniyle, gündüzleri ne kadar sıcak olsa da, gecelerin soğuk olduğunu unutmamak gerekir. Haziran-Ekim ayları arasında ise, orta derecede muson yağışları görülür.
Kış mevsimi, Kasım ayında başlar. Şehri ziyaret etmenizi önereceğim en uygun dönem: Mart-Ekim ayları arasındaki dönemdir. Bunun dışındaki, şehirde kutlanan bayram günleri şunlardır: 26 Ocak tarihinde Cumhuriyet Bayramı, 15 Ağustos tarihinde Bağımsızlık Günü ve 2 Ekim tarihinde Gandi Jayanti günü kutlanmaktadır.
Elbette, bu bayram günlerinde, alışveriş şansınız, dükkanlar ve birçok kurumun kapalı bulunduğunu unutmamak gerekir.
Tarihi geçmişe bakılınca, 937 yılından bu yana, şehirde, yaşamın sürdürüldüğü görülmektedir. Matahta İmparatorluğunun kurucusu, Shivaji, gençliğinde burada yaşamış ve daha sonra, onun saltanatı sırasında, şehirde önemli gelişmeler yaşanmıştır. Özellikle: 1730 yılında, şehir, önemli bir siyasi merkez haline gelir.
Günümüzde ise, şehir: eğitim tesisleriyle birlikte, refah seviyesi yüksek bir yerleşim olarak bilinir. Özellikle: ülkenin cam ve şeker üretim merkezidir. Aynı zamanda: klasik müzik, tiyatro, spor ve edebiyat gibi, çeşitli kültürel etkinlikler görülmektedir.
Şehirde, yerel lezzetlerden tatmak isteyenler için birkaç öneri: buranın yerel mutfağında, Hindistan cevizi ve sarımsak ağırlıklıdır. Hindistan cevizinin kokusuna alışmanız zor olacaktır. Aynı zamanda: yemeklerde, yeşil biber, aşırı olarak kullanılır. Ama, bu şehirde bence yemekten öte, tatlıları denemelisiniz. Çünkü, buraya has tatlılar çok meşhur. Bunlar: Chewda, bhakerwadi ve pedas.
Ayrıca, şehirde yerel lezzetleri tadabileceğiniz restoran önerisi derseniz: Laxmi, Fergusson College Road, JM, Koregon olabilir.
Son olarak
Alışveriş hakkındaki öneriler: şehir, ziyaretçilere geniş alışveriş imkanları sunmaktadır. Alışveriş yerlerinde bulamayacağınız herhangi bir şey olmadığı söylenebilir. Özellikle: zarif el sanatları, biblolar satın alabilirsiniz.
Ancak: alışveriş yaparken, pazarlık yapmayı sakın unutmayın ve hatta, satıcının size önerdiği rakamın, dörtte birini önerin ve ilk anda kabul etmemesine rağmen, yavaş adımlarla yürüyerek ayrılmaya kalktığınızda, büyük ihtimalle kabul ettiğini göreceksiniz.
Evet, şehirdeki alışveriş mekanlarının birkaçı hakkında bilgi vermek istiyorum.
Laxmi
Burası, şehrin en işlek pazarıdır. Ana bir yol ve yan sokaklardan oluşur. Burada: giysiler, kumaşlar ve genellikle mücevher dükkanları bulunuyor. Mücevher almak için burayı tercih etmeniz gerekir.
Mahatma Gandhi Road-MC Road
Burada; her türlü hediyelik eşya bulabilirsiniz.
Moda Caddesi
Buradaki Pazar tezgahlarında: giysi ve ayakkabı bulabilirsiniz. Burada, yaklaşık 450-500 civarında satış yeri var. Yani, çok amaçlı bir alışveriş merkezidir.
Deccan Gymkhana
Burada bulabilecekleriniz: oyuncaklar, takım elbise kumaşları, çelik ve plastik eşyalar, nakışlar.
GEZİLECEK YERLER
PATALESHWAR
Burası, kayaya oyulmuş bir mağara tapınaktır. Burada: kaya mimarisini görebilirsiniz.
Muhtemelen, 8’nci yüzyılda oyulduğu düşünülmektedir. Başlangıçta şehir dışında bulunmasına rağmen, şehir sınırları, günümüzde, tapınağın bulunduğu yere kadar genişlemiştir.
Bazalt kayaya oyulan tapınak, Hindu tanrısı “Shiva” ya adanmıştır. Her iki tarafında, 3-4 metre, küp şeklinde bir odası bulunan evler var. Mağaranın önünde ise, büyük sütunlar tarafından desteklenen bir kare şemsiye görünümündeki gölgelik bulunuyor.
SHİNDE CHHATRİ
Burası, şehirde tanınmış bir yerdir. Wanowrie bölgesindedir. Zarif mimarisiyle öne çıkmaktadır.
Anıtın yapılma amacı ise, 18’nci yüzyılda “Mahadji Shinde” isimli bir askeri lidere olan saygıdır. Bu şahıs: 1760-1780 yılları arasında, Marathan ordusunda komutanlık yapmıştır. Anıt kompleksi: Hint tanrısı Şiva’ya adanmış bir tapınak ve anıttan oluşur.
Anıtın en büyük özelliği, yukarıda da söz ettiğim gibi zarif mimarisidir. Hindistan’da kullanılan zarif mimari stil yansıtılmaktadır. Ziyaret saatleri: her gün, saat: 06.00-19.00 arasındadır.
SHANİWAR WADA
Pune tren istasyonu yakınında, Shaniwar Peth bölgesindedir.
Burası, bir saray kaledir. Şehir içindeki yapı: 1736 yılında inşa edilmiştir. 1828 yılına gelindiğinde ise, burada büyük bir yangın olur. Bu yangın sonucu ayakta kalarak günümüze ulaşan yapılar ise, artık bir turistik site olarak koruma altına alınmıştır.
Yapının 5 kapısı bulunmaktadır.
Delhi Kapısı: kuzey yönündedir. Yapının ana kapısıdır. Bu kapı: kale tören kapısı, askeri törenler ve dini törenler de kullanılmaktadır.
Narayan Kapısı
Bu kapı, cariyelerin kaleye giriş ve çıkışlarında kullanılmıştır.
Sarayda: öne çıkan yapılar: Dance Hall ve Eski Ayna salonudur. Ayrıca, bir kraliyet mahkeme salonu da bulunuyor. Ancak, 1828 yılındaki yangın, büyük hasara neden olmuştur. Bu, 7 gün süren yangın sonucunda, bina içinde, yalnızca: ağır granit sütunlar, güçlü tik ağacı geçitler ve derin temeller kurtulmuş ve günümüze kadar ulaşmıştır.
Günümüzde, burada: ışık ve ses gösterileri yapılıyor. Ayrıca: ilk yapıldığı dönemden günümüze kalan, 16 yapraklı bir lotus çiçeği şeklindeki çeşmeyi görmenizi öneririm, çünkü mükemmel bir işçilik kanıtı olarak duruyor.
SARAS BAUG
Şehir merkezine, yaklaşık 1 km. uzaklıktadır. Burada: yemyeşil çimler, çiçekler görebilirsiniz. Bahçe içinde bulunan Ganapati Tapınağı da oldukça ünlüdür. Tapınak, küçük bir tepeciğin üzerindedir ve çevresindeki alan ile birlikte, muhteşem güzel bir görüntü yaratmaktadır.
Parkta, ayrıca küçük bir göl var. Ancak, günümüzde bu gölün kuruduğu söyleniyor. Özellikle sabahın erken saatlerinde park içinde yürüyen, spor yapanları görmek mümkündür. Ayrıca, park, yöre insanı için önemli bir piknik yeridir.
AĞA HAN SARAYI
Şehrin, Yerwada bölgesindedir.
1892 yılında, Sultan Muhammed Şah tarafından; 5 yıllık bir sürede yaptırılmıştır. O tarihten günümüze kadar olan süreçte, Hint tarihinin en önemli simgelerinden biri olarak önem kazanmıştır. Çünkü: ülkenin mimari güzelliklerinden birisidir. Saray: 1969 yılında, Hindistan Ülkesine bağışlanmıştır.
Sarayın, Mahatma Gandhi ile ilişkisi bulunmaktadır ve bu nedenle: Gandhi Ulusal Anıtı olarak da bilinmektedir. Gandhi’nin külleri, burada muhafaza edilmektedir. Ayrıca: yine onun hayatına ait: şahsi eşyaları, giysileri, terlikleri, mektupları ve resimleri bulunuyor.
Zarif saray yapısı çevresinde, yemyeşil bahçeler var. Bahçeler, yaklaşık 2 km. boyunca uzanmaktadır. Sarayın içinde ise; 5 salon var. Toplam 19 dönümlük arazide, saray yapısı 7 dönümlük alanı kapsamaktadır. Burada, sık sık ve düzenli olarak, Mahatma Gandhi’nin hayatı ve yaptıklarının tanıtıldığı sergiler düzenleniyor. Büyük olasılıkla izlemiş olabilirsiniz: “Gandhi” filmi de, burada çekilmiştir.
LAL MAHAL
Shaniwar Peth bölgesindedir. Lal Mahal sarayı: 1634 yılında yapılmıştır. Aynı yıl: Sultan Shaji Bhonsale tarafından, Pente şehri toprakları ele geçirilmiş ve Sultan, kendisi ve ailesinin ikameti için, bu sarayı yaptırmıştır.
Saray, 1998 yılında, Belediye tarafından teslim alınmış ve büyük bir restorasyona tabii tutulmuştur.
Evet, sarayın hemen önünde: heykellerden oluşan bir anıt bulunuyor. Bu anıt ile, çiftçilik betimleniyor. Ayrıca: mekanın terasında, 4 şemsiyeli Jijabai heykeli görülüyor. Sarayın, güzel bir bahçesi de görülüyor. Bahçe, günümüzde bir çocuk bahçesine dönüştürülmüştür.
OSHO KÖMÜNÜ
Burası, bir parktır. Ama, özel bir parktır. Burada yani bakımlı bahçelerde : Meditasyon kursları düzenleniyor. Yani, bir anlamda “Ruhani Disneyland” da denilebilir.
Bölge: hergün saat: 09.00 ile 03.30 arasında açıktır. Burada bulunan tesisler: masaj salonları, güzellik salonları, yüzme havuzu, sauna, tenis kortları, basketbol sahaları. Burada bulunan “Osho Multiversity” bölgesinde ise: insanlara meditasyon ve kişisel gelişim yöntemleri öğretiliyor. Hatta, bu konuda, dünyanın en büyük kurumu olduğuna inanılıyor.
Kursal: sizin arzunuza göre, 1 günden 3 aya kadar uzanıyor. Bu kurslarda ilaveten: şifa sanatları, yaratıcı sanatlar, dövüş sanatları, sufizm gibi etkinlikler de var. En uygun meditasyon kursu, her ayın ikinci Cuma günü başlıyor ve bir hafta sonu sürüyor. Bu 3 günlük sürede, insanlar meditasyon teknikleri öğreniyorlar.
PARVATİ TEPESİ VE TAPINAĞI
Swargate bölgesine 1 km. uzaklıktadır. Şehri ziyaret edenler tarafından yoğun olarak tercih edilen bir yerdir. Tepe: deniz seviyesinden 2100 metre yüksekliktedir. Tepede, bir kısım tapınak yapısı bulunmaktadır. Tepenin aşağısında ise, şehrin muhteşem bir manzarası izlenebiliyor.
Evet, şehir kalabalığından bıkanların, sık ziyaret ettiği bir yerdir.
Parvati Tapınağının yapım yılı, olarak 17’nci yüzyıl düşünülmektedir. Tapınağın ana putunun, altın oyma olduğu söyleniyor. Ancak, bu idol: 1932 yılında çalınmış ve yerine gümüş bir put konulmuştur.
Tepe üzerinde bir de müze var. Müzede: zengin bir koleksiyon sergileniyor. Bu koleksiyonda: portreler, eski el yazmaları, silahlar, sikkeler görülebiliyor.
RAJ BHAVAN
Burası, günümüzde hükümet konağı olarak kullanılmaktadır. Yapı: ünlü mimar James Trusbhawe tarafından, 1866 yılında yapılmıştır.
Yapının mimarisi gerçekten göz alıcıdır.
SİNHAGAD PUNE
Şehir dışında, şehir merkezinin 30 km. güneybatısındadır.
1300 metre yüksekliktedir. Çok dik yamaçlar, duvarlar ve burçlarla korunan kale, aynı zamanda doğal koruma da sağlamaktadır. İki kapısı bulunmaktadır. Bunlar: güney doğu bölümündeki Kalyan Darwaza ve kuzeydoğu yönündeki Puna Darwaza kapılarıdır.
Günümüzde, kale: televizyon yayınları için kullanılan bir televizyon kulesine de ev sahipliği yapmaktadır. Her ne kadar ulaşım zor olsa da, kale, bölgede popüler bir turizm merkezidir ve ziyaretçiler tarafından yoğun olarak ziyaret edilmektedir.
AMBEDKAR MÜZESİ
Bapat yolu üzerindedir. Burası: Hindistan bağımsızlık Anayasasını yazan Dr.Babasahed Ambedkar’a adanmıştır. Müzede: kendisinin doğumundan ölümüne kadar olan bütün hayatı boyunca kullandığı objeler sergilenmektedir. Ayrıca: müzenin iç kısmında, yine kendisine ait mermer bir heykel görülmektedir.
MAHATMA PHULE MÜZESİ
Shivaji Nagar Ghole Road üzerinde bulunmaktadır. Müze: 1890 yılında kurulmuştur. İlk ismi: Lord Ray Müzesidir. Müzedeki koleksiyonda sergilenenler: balıklar, filler de dahil olmak üzere, bir kısım hayvanın vücut numuneleridir. Ayrıca: silah ve cephane öğeleri de sergilenmektedir. Bunların dışında: tekstil, taş oymalar, mermer heykeller, yağlı boya tablolar sergileniyor.
CHATURSHRİNGİ TAPINAĞI
Şehir merkezindeki bir Hindu tapınağıdır. Tapınak: Senapati Bapat yolu üzerinde bir tepenin yamacında yer almaktadır. Maratha kralı Chhatrapati’nin hükümdarlığı zamanında inşa edilmiştir. Tapınak, 4 tepeli bir dağ üzerinde bulunur ve bu yüzden isminin kelime anlamı “dört” demektir. Yapının yüksekliği: 90 metre, genişliği ise: 125 metredir. Tanrıça Chaturshringi’nin mezarına ulaşmak için, 100’den fazla merdiven basamağı tırmanmak gerekiyor.
DAGADUSHETH HALWAİ GANAPATİ TEMPLE
Hindu tanrı Ganesh’e adanmış bir tapınaktır. Her yıl, binlerce hacı tarafından ziyaret edilmektedir. Hatta: Ganeshotsav festivali sırasında, mutlaka ziyaret edilmesi tercih edilmektedir.
Tapınak: 1893 yılında; zengin bir iş adamı olan “Haiwai” tarafından yapılmıştır. Tapınak aynı zamanda, günümüzde, bir bakımevi görevi de görmektedir. Örneğin: binada, bir kısım yoksul çocuk için barınma ve eğitim imkanları sağlanmaktadır.
Moskova Tarih Müzesinin ilerisinde: bir meydan var; Manezhnaya Meydanı. Kızıl Meydan ve GUM’un sol yanında kalıyor.
MANEZHNAYA MEYDANI
Moskova’nın kalbindedir.
Meydanda: doğuda Hotel Moskva, güneyde Devlet Tarih Müzesi ve Alexander bahçesi, batıda Moskova Maneji ve kuzeyde Moskova Devlet Üniversitesi vardır.
Meydanın kökeni: Çar Korkunç İvan tarafından, çamurlu Neglinnaya nehri kıyısında bulunan Ortaçağ Moiseyevski Manastırının yıkılması sonucu 1798 yılında kurulan “Moiseyevskaya Meydanına” dayanır. Sık sık taşan nehir, menfezlerle çevrilmiş olsa da bölgede meyhaneler her zaman tıka basa doludur. Bu durum, bölgeye kötü bir şöhret ve ilginç bir isim “Moskovanın göbeği) kazandırmıştır.
1932 yılında Komünist toplantılar ve gösterilere yer açmak için, buradaki bazı binalar yıkıldı. Bunun üzerine Moiseyevskaya Meydanı, bugünkü durumuna geldi.
1990 yılında meydan trafiğe kapatıldı ve büyük ölçüde yenilendi. Bu yenilemenin en büyük katkısı: dört katlı bir yeraltı alışveriş merkezi ve otoparktır. Alışveriş merkezinin üzerinde cam kubbe bulunur. Bu kubbe, kuzey yarımkürenin dünya saatini oluşturur. Kubbenin tepesinde Moskova’nın sembolü olan Aziz George ve Ejderhanın atlı heykeli bulunur.
Yine bu yenileme faaliyetleri sonucunda: Neglinnaya nehrinin eski nehir yatağı, özellikle sıcak yaz günlerinde gerek Moskovalılar ve gerekse turistlerin serinleme yerleri olmuştur. Günümüzde yer altından borularda akan nehir: çeşmeler ve Rus masal karakterlerinin heykelleriyle dolu bir dere tarafından taklit edilmiştir.
Meydanın çevresinde: Klasik Merkez Sergi Salonu, Ulusal (Metropol) Otel ve Moskova Oteli var.
DEVLET TARİH MÜZESİ-STATE HİSTORİCAL MUSEUM
Müze günümüzde: eskiden Çar Büyük Petro’nun emriyle yapılan “Ana Ecza Deposu” nun yerindedir. Müzenin yıldı 1.5 milyon kişi tarafından ziyaret edildiği söyleniyor.
Burası Rus tarihi müzesidir. Müze 1872 yılında kurulmuştur. Mevcut müze yapısı, 1875-1881 yılları arasında inşa edilmiştir. Müzede 40 sergi salonu bulunur. İç mekanlar: Rus uyanışı tarzında karmaşık bir şekilde dekore edilmiştir. Sovyet döneminde, müzede bulunan duvar resimleri şatafatlı kabul edildi ve üzerleri sıvandı.
Müzenin koleksiyonundaki toprak nesne sayısı milyonlarla ifade edilmektedir. Bu koleksiyonda: Rusya topraklarında yaşayan tarih öncesi kabilelerden, Romanov hanedanı üyelerinin sahip olduğu paha biçilmez sanat eserlerine kadar geniş bir yelpazededir.
MOSKOVA MANEJİ-MOSCOW MANEGE
Yapı ilk olarak: kapalı bir binicilik akademisi, atların geçit törenlerine ev sahipliği yapmak için yapılmıştır. Ayrıca: subaylar burayı bir eğitim okulu olarak kullanıyorlardı. Manejin uzunluğu 180 metredir. Genişlik 44 metre ve yükseklik 15 metredir. Tüm bir 2 binden fazla askeri olan birliği ve davetli izleyicileri barındıracak kadar büyüktür.
2004 yılında yapıda büyük bir yangın çıktı. Ahşap kirişler çöktü sadece duvarlar yerinde kaldı. Yapı: 2005 yılında restore edildi.
2012 yılından beri burada “Moskova Tasarım Müzesi” bulunmaktadır. Çatının iç desteği yoktur. 45 metre boyutundadır. İnşa tarihleri ise, 1817-1825 yılları arasındadır. Cephe beyaz ve krem sarıya boyanmıştır. Kemerli pencere bölümlerini, Roma Dor sütunları süsler.
MOSKOVA DEVLET ÜNİVERSİTESİ-MOSCOW STATE UNİVERSİTY
1755 tarihinde Rus İmparatoriçesi Elizabeth döneminde üniversitenin kurulmasına karar verildi. Üniversite, Kızıl Meydan da bulunan Ana Ecza Deposunu, 1755-1787 yılları arasında kullandı. Daha sonrasında ise, 1782-1793 yılları arasında üniversite için yeni bina inşa edildi.
Üniversitede 15 araştırma enstitüsü, 43 fakülte, 300 den fazla bölüm bulunmaktadır. Üniversite mezunları arasında: Sovyetler Birliğinin ve daha sonraki hükümet liderleri bulunmaktadır. 2019 yılı itibarı ile, 13 Nobel ödülü almış kişi, bu üniversiteye bağlıymış.
Yürümeye devam ediyorsunuz, bir blok ötede, bir meydan daha var: Tiyatro Meydanı.
TİYATRO MEYDANI (TEATRALNAYA PLOSHCHAD)
Meydan ilk olarak, 1812 Moskova yangınından sonra Neglinnaya nehrinin yer altı kanallarına alınmasından sonra ortaya çıktı. Günümüzde de nehir meydandaki parkın altından akmaktadır. O meydan 1820’lerde simetrik Neoklasik tarzda tasarlandı ve Neoklasik binalar, meydanın çevresini sardı.
Bu meydan: 1919-1991 yılları arasında Sverdion meydanı olarak bilinir. Meydan adını, üzerinde bulunan 3 tiyatrodan almıştır. Bunlar: Bolşoy Tiyatrosu, Maly Tiyatrosu ve Rus Akademik Gençlik Tiyatrosudur. Ayrıca: Gotik uyanış tarzı “Tsum” lüks büyük mağaza binası bulunmaktadır.
Bu meydana: Bolşoy Tiyatrosunun dış cephesi hakimdir.
BOLŞOY TİYATROSU (BOLSHOİ THEATRE)
İtalya-Milan’daki “La Skala” ve Paris’teki “Grand Opera” gibi, dünyanın en meşhur tiyatrolarından biridir. Burada: bale ve opera gösterileri yapılır. Ruslar, bu ikonik yapılarını 100 Rublelik banknotlarının üzerine de taşımışlardır. Bolşoy tiyatrosuna girdiğinizde, kendinizi neredeyse 250 yıllık bir tarihe ve gerçekten eşsiz bir atmosfere kaptırırsınız. Opera yıldızları için seçkin bir sahne ve ünlü Bolşoy Balesinin ana üssü olan bina, her zaman özel bir hayranlık uyandırmıştır.
Bolşoy Balesi ve Bolşoy Operası: dünyanın en eski ve en iyi bilinen bale ve opera toplulukları arasındadır. 200’den fazla dansçı ile dünyanın en büyük bale topluluğudur. Topluluk 1776 yılında II Catherine’in Eyalet Savcısı Prens Pyotrr Urusov’a tiyatro gösterileri, balolar ve diğer eğlenceleri organize etme izni vermesiyle kuruldu. Bu tarih yani 28 Mart 1776 yılı Bolşov Tiyatrosunun kuruluş günü olarak kabul edilir.
Projesini, mimar Joseph Bove’nin çizdiği bina, daha önce yanan, 1824 tarihli orijinal tiyatronun yerini alması amacıyla, 1850’lerde yapılmıştır.
Başlangıçta sadece Rus eserleri sergileniyordu, ancak 1840 civarında yabancı besteciler de repertuara alındı.
Dış cephesi: düğün pastası şeklinde, pembe-beyaz renklidir.
Ses sanatçıları Fyodor Şalyapin, Sergey Lemeşev, Galina Vişnevskaya, İrina Arhipova; bale sanatçıları Galina Ulanova, Maya Plisestskaya, Mihail Barışnikov, Vladimir Vasilyev ve Maris Liepa, bu tiyatroda sahne almıştır. Bolşoy Tiyatrosunun yurt dışı turneleri, daima kapalı gişe oynar.
Alınlıktaki Heykel
Alınlıktaki heykel (Apollon; güneş arabasında heykeli): heykeltıraş Pyotr Klodt tarafından yapılmıştır. Kaymaktaşı bir arabada, tek ayak üstünde, hareketsizce üç kaymaktaşı atı sürüyor ve onu Rusya’nın eski tapınaklarından kıskançlıkla ayıran Kremlin duvarına öfkeyle bakıyor. Evet, Apollo’nun şaha kalkmış dört at tarafından sürülen arabasının, bronz heykeliyle taçlandırılmış, klasik sütunlu portikodan yürüdüğünüzde; bir oditoryuma ulaşacaksınız.
Burası: kırmızı ve altın renkli boyalarıyla, son derece gösterişlidir.
Pyotr İlyiç Çaykovski’nin “Kuğu Gölü” balesinin galası, 20 Şubat 1877 tarihinde burada yapılmış ve her yıl yine oynanıyormuş. Çaykovski, Bolşoy tiyatrosunda sadece balenin değil aynı zamanda operanın da yazarı olarak sahneye çıktı.
2002 yılında, eski tiyatronun hemen yanında, yeni ve modern bir Bolşoy tiyatro sahnesi açılmış ve buradaki gösteriler kesintisiz devam ediyor. Çünkü: orijinal tiyatro her zaman kullanılmıyor.
Günümüzde, binada seyircilerin geçici için galeriler, katlara çıkan merdivenler, dinlenme için köşe ve yan salonlar ve geniş giyinme odaları vardır. Devasa Oditoryum, 2000 den fazla kişiyi ağırlayacak kadar büyüktür. Orkestra çukuru derinleştirilmiştir. Maskeli balolar sırasında parterin zemini, sahne önü seviyesine kadar yükseltildi, orkestra çukuru özel kalkanlarla kapatıldı ve harika bir dans pisti elde edildi.
Müze:
19’ncu yüzyılın ilk yarısı gibi erken bir tarihte, İmparatorluk Tiyatrolarının Moskova ofisinde performanslara, sanatçılara, müzisyenlere, tasarımcılara, repertuar oyun ilanlarına ve programlara ilişkin arşiv belgelerinin toplanması süreci başlatıldı.
1918 yılında, Devlet Akademik Tiyatro Müdürlüğü ve Yönetimin girişimiyle, özel bir tiyatro müzesi oluşturuldu. Ocak 1923 tarihinde, Bolşov Tiyatrosunun kıyafet çemberinin salonlarında ilk sergi açıldı.
MALY THEATRE (MOSCOW)
Bu küçük tiyatro, yakınlardaki Bolşoy ve Büyük Opera tiyatrosunun aksine, Rusya’da oyun yapımıyla ilişkili bir tiyatrodur. 1806 yılında kurulan tiyatro, 1824 yılından bu yana günümüzdeki binasında bulunmaktadır.
19’ncu yüzyılda, yüzyılın en dramatik tiyatrosu olarak kabul edildi. Günümüzde burada 100 civarında drama oyuncusu ve toplam 700 personel bulunmaktadır. Rusya Senfoni Orkestrası ve profesyonel bir koro da vardır.
Tiyatro Meydanında: Metropol Otelin dış cephesinin karşısında, meydanın merkezindeki bahçede bir heykel var.
KARL MARX HEYKELİ
Tiyatro meydanında Bolşoy tiyatrosunun hemen yakınındadır.
202 yıl önce, Trier’de, o zaman Prusya’da ve şimdiki Almanya’da doğan Karl Marx, kasabanın baş hahamı olarak görev yapan Mordechai Halevi’nin oğlu ve Halam Shmuel’in baba tarafından torunuydu. Evet Karl Marx “Modern Musa” olarak tasvir ediliyor ve Das Kapital adlı kitabını sosyal adaletin kutsal kitabı olarak temsil ediyor.
Gelelim anıta:
Anıt, 1961 yılında Sovyet Heykeltıraş Lev Kerbel tarafından yapılmıştır.
Anıt 160 ton ağırlığındadır ve Kudashavsky maden ocağından çıkarılan, yekpare yani tek parça bir gri granit bloktan yapılmıştır.
Anıtta Karl Marx; sanki bir konuşmayla emekçi halka sesleniyormuşçasına kürsüde duran bir konuşmacı olarak tasvir edilmiştir.
Anıtın ön yüzünde “SSCB’nin Tüm Ülkelerin Proleterleri Birleşin” sloganı yazılıdır. Anıtın her iki yanında, iki granit sütun var. Bunlardan birinde Engels’in Marx’ın cenaze töreninde söylediği sözler yer alır “Onun adı ve eylemi yüzyıllarca yaşayacak” ve diğer yanda ise Lenin’in bir sözü “Marx’ın öğretisi her şeye kadirdir çünkü doğrudur.”
Anıt, 2016 yılında Rus Kültürel Miras Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
Yine: Tiyatro Meydanın güneyinde:Devrim Meydanı var.
DEVRİM MEYDANI
Moskova’nın merkezinde Tversko’da bulunan bir meydandır. Moskova şehrinin merkez meydanlarından biridir. Şehrin turistik bölgesinin tam göbeğinde olan konumu ile toplanma ve turların da başlangıç ve bitiş yeridir.
Başlangıçta Moskova nehrinin bir kolu olan Neglinnaya nehri buradan akıyordu. 1534-1538 yılları arasında, İber kapısı ve şapeli ile Kitay-gorod duvarı inşa edildi. İber kapısının diğer adı olan Diriliş Kapısından sonra buraya “Voskresenskaya Meydanı” yani “Diriliş Meydanı” ismi verildi.
1917 yılındaki Ekim devrimi sırasında, burada korkunç sokak dövüşleri oldu ve çarpışmalarda birçok insan öldü.
Bu yüzden, 1918 yılında Bolşevikler tarafından meydan yeniden adlandırıldı. 1993 yılında, meydan trafiğe kapatılarak yayalaştırıldı. Meydanın altında, üç Moskova metro istasyonu bulunur. 1935 yılında meydanın kuzey bölümüne “Hotel Moskva” inşa edildi.
METRO İSTASYONU-PLOSHCHAD REVOLYUTSİİ
Moskova Metrosu üzerinde bir istasyondur. İstasyon ismini altında bulunduğu Devrim Meydanından almıştır. İstasyon 1938 yılında açılmıştır. Mimar Alexey Dushkin’dir. İstasyonda; siyah mermer kaplı alçak direklerin üzerinde duran kırmızı ve sarı mermer kemerler bulunuyor. Kemerlerin arasındaki boşluklar, kısmet dekoratif havalandırma ızgaraları ve tavan oymalarıyla doldurulmuştur.
Her kemerin altında toplam 76 tane bronz heykel vardır. Heykeller Ekim 1917’den Aralık 1937’ye kadar olan olaylardan kronolojik olarak düzenlenmiştir. Heykeller; sporcular, yazarlar, askerler, çiftçiler, sanayi işçileri, okul çocukları ve havacılar gibi Sovyetler Birliği halkını tasvir eder. Tüm figürler (öncülerin figürleri hariç) kemerli pasajların sınırlı tonozlu hacmine sığması için ya dizlerinin üzerine ya eğilmiş ya da otururken tasvir edilmiştir.
Bugün bu heykellerin bazılarını oturmanın kişiye iyi şans getireceğine inanılıyor. Sizde deneyebilirsiniz. Bunlar hangi heykeller; kız öğrencinin ayakkabısı, askerin tabancası, devriye köpeği (sınır muhafızına eşlik eden bir köpek), horozlar. Şimdi köpeğin burnuna dokunmanın iyi şans getireceği hakkındaki inanışın hikayesine gelelim: Bronz sınır köpeği heykeline dokunma geleneği uzun zaman önce ortaya çıktı.
Ancak ilk başta bu sadece bir öğrenci sorunuydu. Halkın çoğunluğundaki öğrenciler karanlık ve düzensizdi. Sınavın bitimine 3 gün kala, geriye kalan tek şeyin sadece bir mucize ummaktan ibaret olduğunu hatırlarlar. Ve azizlere değil Sovyet mucizesi için başka kime dua edilebilir. Komsomol. Öyleyse kayıp bir Komsomol’un mistik hamisi Moskova zindanlarının alacakaranlığında cilalı burnu gizemli bir şekilde titreyen bronz bir hayvana dönüşsün. Genel olarak, ilk başta komikti.
Günümüzde,
Platformdan geçen on metro yolcusundan en az üçü, kesinlikle bunlara bakacaktır. Yoğun saatlerde burunu silme sıklığı dakikada 20-30 yaklaşıma ulaşır ve kuyruk oluşur. Bir zamanlar köpeğin burnu parlıyordu ama şimdi yüzey kabartmasını tamamen kaybetmiştir ve hatta şeklini kaybetmeye başladığı söyleniyor.
Bu heykellerin dokusunun ne kadar ince ve dikkatli bir şekilde işlendiğine dikkat edin. Askerlerin paltolarının sertliği, tüylü köpekler ve diğer her şey. Köpeğin ağızlıkları öne saçlarını, sonra burnunu kaybetti. Sadece delikler kaldı. Birkaç yıl sonra onlar da muhtemelen olmayacaktır. Horozlar hızla tüy kaybediyorlar.
METROPOL HOTEL İN MOSCOW
Moskova’nın merkezinde 5 yıldızlı bir oteldir.
1899-1905 yılları arasında inşa edilmiştir. Tanınmış ve yetenekli mimar ve sanatçılardan oluşan bir gurup, otel kompleksinin oluşturulmasında çalıştı. Resimler ve dekor unsurları: Vasnetsov ve Korovin’in eskizlerine göre yapılmıştır.
Vrubel’in otel duvarının kuzey tarafındaki “Prenses Rüyası” panosu, Moskova’nn en ünlü paneli olarak kabul edilir. Loittaine’nin şiirindeki dramanın, Prenses Rüyası adlı Rusça çevrisine dayanıyor. Oyundaki karakterlerden biri de ozan Jofre Rudel’dir.
Otelin büyük açılışı 1905 yılında gerçekleşti. O dönem için büyüklüğü, konforu ve dekorasyonu bakımından benzersiz, modern çağın ruhuna uygun, birbirinin aynısı olmayan 400 odalı bir otel kompleksiydi. 1906 yılında Moskova’nın ilk iki salonlu sineması, otelde açıldı. Restoran aynı anda 1700 kişiyi ağırlayabilir. (Yeni yıl kutlamaları için bu sayıda koltuk sağlandı).
Mart 1918 tarihinde Sovyet Hükümeti, Moskova’ya taşınınca, Metropol Otel, yeni hükümetin ana konutlarından biri haline geldi ve Sovyetlerin ikinci evi adını aldı. Sonraki yıllarda devlet ve hükümet başkanları, sinema, pop ve spor yıldızları otelde konakladı.
Moskova şehrinin en güzel Art Nouveau binalarından biri olarak kabul edilir.
HOTEL MOSKVA-FOUR SEASONS HOTEL MOSCOW
Meydanın kuzeyindedir. Sovyet Moskova’sında inşa edilen ilk otellerden biriydi. İlk olarak: 1932-1935 yılları arasında Schchusev tarafından inşa edilmiştir. İkinci aşama: 1968-1977 yılları arasında yapılır.
Ancak günümüzdeki binanın inşa tarihi 2014 yılıdır. Mevcut bina, dış bölümde Schchusev’in planlarını aynen kopyalamıştır. Ancak hacim olarak eski binayı aşmıştır.
Evet, otel günümüzde Moskova şehrinin en büyük otellerinden biridir. Komplekste: otel odaları, daireleri, ofisler, perakende satış alanları ve kongre merkezi bulunmaktadır.
DİRİLİŞ KAPISI
İlk olarak: 1535 yılında inşa edilmiştir. Ancak 1680 yılında tekrar inşa edilmiştir. Iverskaya şapeli buraya yaslanmıştır. Kızıl Meydan’a geçişte ve Trinity Yolunun ilk caddesi olan Nikolskaya caddesine çıkışı kapatıyor. Diriliş kapısı, Kutsal Yolun başlangıcının ayrılmaz bir parçasıdır. Günümüzde ise dekoratif nitelikte bağımsız bir mimari yapı olarak algılanıyor.
Ancak hiçbir şekilde dekoratif bir kemer değil, gerçek bir kale kulesidir. 15’nci yüzyıl başlarında Kremlin’in doğusundaki Moskova banliyösü büyümüş ve aslında şehrin bir parçası haline gelmiş, sakinleri arasında soylu insanlar ve zengin tüccarlar ortaya çıkmıştır. Ardından şehrin bu bölümünün özel koruma malzemeleriyle korunması ihtiyacı ortaya çıkar.
Yani bir kale duvarı gibi. Kitai-Gorod’un surları: bir hendek, toprak bir sur ve sur üzerindeki ahşap bir duvardan oluşuyordu. Kitay-Gorod duvarı, Kremlin’in Arsenal kulesinin köşesinden, Neglinnaya nehri boyunca, yerleşimin etrafından Lubyanskaya Meydanı boyunca uzanıyordu. Ardından Moskova nehrine dönüyor ve nehir boyunca başka bir Kremlin kulesi olan Sviblova’ya dönüyordu.
Ancak, 1535 yılında, hendek boyunca ahşap bir duvar yerine, kırmızı yanmış tuğladan bir duvar dikmeye başlandılar. Bunlar: demir bağları ve bağlantı elemanları olan ağır kale tuğlalarıydı.
19’ncu yüzyılda, Kıyamet Kapısı, bazı askeri unsular tarafından korunmuştur. İki katlı odalarda ve yukarıdaki iki sekizgen kulede, eskiden ateşli silahlar, topçular ve okçular vardı. Bunlar bir düşman saldırısı veya kuşatma durumuna karşı hazır bulunurlardı. Sonraki dönemde Diriliş kapısı yanındaki kazı çalışmalarında, bir yığın antik dönem top güllesi bulunmuştur.
Evet; günümüzde:
Diriliş kapısı olarak adlandırılan kule, o dönemde Kitaygorod kale kulesi idi. Neglinnaya nehrinin kıyısında duruyordu ve bu yüzden orijinal adı Neglinensky veya Neglinnye kapısıydı.
1556 yılında İngiliz Kralı Philip, Korkunç İvan’a hediye olarak: bir aslan, bir dişi aslan ve bir aslan yavrusu gönderdi. Bunlar Neglinnaya kulesi yakınındaki bir hendekte halkın görmesi için bir kafese yerleştirildi. Bu dönemde kapının ismi “Aslan kapısı” oldu.
17’nci yüzyılda, Diriliş kapısı Kızıl Meydan’ın ana girişi olarak kullanılmaya başlandı. Diğer kapılardan farklı olarak, bir değil iki geçiş kemeri vardı. Taş oymalarla süslenmiş ve yaldızlı bakırla kaplanmıştı. Moskova şehrine gelen tüm yabancı elçiler, şehre hangi yönden girerlerse girsinler, mutlaka özel icra memurları tarafından Tverskaya caddesine kadar eşlik edildi ve ardından Neglinka üzerindeki Voskresenky köprüsünü takip ederek Diriliş kapısına girdiler.
Bu rota, yabancılar üzerinde her zaman büyük etki yarattı. Diriliş kapısından geçmek, diplomatik törenin parçasıydı. Ayrıca: Kremlin Kraliyet Sarayına bir geçitle bağlanan geçitlerin üzerine “ışık odaları” inşa edildi ve Çar, bu odaların pencerelerinden geçişleri izledi.
Bunu bilen yabancılar: ülkenin büyüklüğünü gösteren şeyleri, geçit törenine hazırladılar. Maiyetlerinin büyüklüğünü, kıyafetlerinin zenginliğini, hediyelerin sayısını ve lüksünü, yani ülkenin büyüklüğünü gösteren şeyleri gösteren geçit töreni hazırladılar.
17’nci yüzyılın sonu ve 18’nci yüzyılın başlarında, Kıyamet Kapısının sağ ve sol taraflarındaki Kitai-Gorod duvarı sökülerek yerine kapıya yakın idari binalar inşa edildi.
19’ncu yüzyılda Vilayet Hükümetinin arşivi Kıyamet Kapısında saklanıyordu. Devrim öncesinde, Çar II Nicholas, Diriliş Kapısının Tarih Müzesine devredilmesini ilişkin bir karar imzaladı ancak devrim olayları nedeniyle bu gerçekleşmedi.
Kasım 1917 tarihinde Iverskaya şapeli, kendisini devrimci olayların ortasında buldu. Diriliş kapısı, Şubat Devriminden sonra yeni devrimci hükümetin örgütlenmesinin merkezi haline gelen Moskova şehir duması binasının duvarına bitişikti. Moskova’da sürekli bir miting vardı. Şehir Duması, binlerce göstericiyle çevriliyordu.
Evet, sonuç olarak hikayeyi daha fazla uzatmak istemiyorum. Diriliş Kapısı: 1994-1996 yılları arasında restore edilmiştir.
MERKEZ LENİN MÜZESİ (TSTENTRAL’NYJ MUZEJ LENİNA)
Gorki Leninskiye’deki bu müzede, Sovyet Liderinin mumyalanmış cesedi olmayabilir ancak aynı kederli duyguyu uyandırmak için yaratılmıştır. Lenin’in ikametgahının yakınında bulunan bu bina, Sovyetler Birliğinin kuruluşundan ulusun Sovyet Liderin ölümüne kadar olan başarıları kutluyor.
Lenin’e adanan bir müze fikri, 1970’lerin başında ortaya atıldı. Ancak tamamlanması 15 yıl sürdü. Hedeflerinden biri, kamuoyunun dikkatini tarihsel bir figür olarak Lenin’e yeniden çekmekti. I Dünya savaşında, Sovyetlerin Doğu Cephesinde kazandığı zaferin düzenli olarak anılmaya başlamasıyla birlikte, tartışmalı isim Joseph Stalin, SSCB’nin kurucusunu gölgede bırakmaya başladı.
1987 yılında halka açılan Lenin Müzesi, Genç öncülere yönelik parti toplantıları veya törenlerine ev sahipliği yapacak çok işlevli bir merkez olarak tasarlandı. Ancak 4 yıl sonra hem SSCB hem de ideolojisi çöktü ve müze, Komünist ideolojinin en modern vitrini haline geldi.
1990’lı yıllarda müze sergileri, 1917-1922 Rus iç savaşı sırasında Kızıl Orduya karşı çıkan Beyaz Hareketlere ait belge ve posterleri içerecek şekilde genişletildi. Rus muhaliflerin infazında, ölümcül kıtlıklarda ve Sovyet toplama kamplarının inşasında Lenin’in rolünü çoğunlukla dışarıda bırakıyor.
Lenin Müzesinde başlıca ilgi çeken yerlerden biri, bir dizi üç boyutlu cam sergi olan “küpler” dir. Her küpün içinde, Batıdan ithal edilen ve 1980’lerde kurulan aynı Apple bilgisayar ekipmanı tarafından kontrol edilen slayt projektörleri, hareketli aynalar, dekorasyonlar ve ışıklardan oluşan bir sistem bulunuyor.
Müze yetkilileri tarafından sağlam tutulan tek şey ekipman değildir. Küçük salonlardan birine kuruma çeşitli vesilelerle gönderilen sıra dışı hediyeler bulunuyor. Çoğu Sovyet Fabrikaları tarafından yapılmıştır. Sonuç olarak, oda eksantrik nesnelerle doludur. Örneğin: preslenmiş toz şekerden yapılmış bir Lenin Büstü gibi.
Ul. dan yürümeye devam ediyorsunuz ve hemen karşınıza; Lubyanskaya Meydanında Lubyanka binası çıkıyor.
LUBYANKA BUİLDİNG-BİNASI
Lubyanka meydanındaki bu bina:19’ncu yüzyılın sonlarında Rossiya Sigorta şirketi tarafından inşa ettirilen kompleksin bir parçasıdır. Ekim devriminden sonra binalar Çeka’nın (Bolşevik güvenlik gücü veya polis) yetki alanına girdi.
Yani: bir zamanlar KGB’nin merkezi olan sarı binadır.
Bina, 5 katlı bir yapı gibi görünüyor ama yeraltına doğru, birçok derinlikleri varmış. Hatta 1920 yılından beri kompleksin topraklarında bir iç hapishanenin faaliyet gösterdiği söyleniyor. 1936 yılı itibarı ile cezaevinde 118 hücre bulunduğu söyleniyor. Kompleks aynı anda, 350 ye kadar mahkum barındırabiliyormuş.
Hücrelerde günümüzde en önemli karşı devrimci ve casuslar bulunuyormuş. Bunların davaları araştırılırken veya bilinen nedenlerden ötürü tutuklanan kişinin bulunduğu yeri gizlemek için dış dünya ile bağlantısının tamamen kesilmesi gerektiğine inanarak bu iç hapishaneyi kullanıyorlarmış.
Muhtemelen ilk mahkumlar: toprak sahibi Nikolai YEgorovich Lenin, Sergei ve Olga’nın çocuklarıydı. 1923 yılında Patrik Tikhon, Lubyanka’daki bu binada tutuldu. Stalin’in ölümünden sonra toplu tutuklamalar azalmış ve 1950’lerin ortalarına gelindiğinde sadece 66 hücre faaliyet gösteriyormuş. KGB Başkanı Vladimin Semichastny’in emriyle iç hapishane 1961 yılında tasfiye edilmiştir.
Son mahkum casuslukla suçlanan Amerikalı pilot Gary Powers imiş. İç hapishanedeki hücrelerin çoğu ofis ve kantine dönüştürülmüş. Bir müze, gizli belgelere erişimi olan kişilerin erişimi için, hayatta kalan 6 odaya yerleştirilmiştir.
KGB nin kurucusu Felix Dzerzhinsky’in binanın önündeki heykeli: 1991 yılında indirilmiştir.
Ruslara Moskova’nın en yüksek binası hangisidir diye sorduğunuzda, hemen KGB binası olarak cevap veriyorlar.
Çünkü: bodrum penceresinden bile Sibirya görünüyormuş. KGB artık isim değiştirmiş. Federal Güvenlik Bürosu olmuş.
Binlerce siyasi mahkum, bu binanın bodrum katlarında ve zindanlarında yok olmuşlar. İlk Sovyet gizli örgütü olan “Çeka” nın kurucusu “Feliks Çerjinski”nin bir heykeli: Lubyanka binasına bakan meydanın ortasında duruyor.
Yakındaki bir parkta: küçük, taştan yapılma yeni bir anıt “Stalin” dönemindeki temizlik sırasında: acı çeken ve ölen milyonlarca insanın anısına dikilmiş.
Lubyanka Binası ve çevresini gördükten sonra, geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz ve Manejnaya Meydanına geliyoruz. Buradan: Tverskaya Ul. caddesine giriyoruz.
TVERSKAYA CADDESİ-TVERSKAYA STREET (ULİTSA TVERSKAYA)
Moskova’nın ana alışveriş caddesidir. Manezhnaya Meydanından Zafer meydanına kadar uzanır. Cadde 20’nci yüzyılın ilk yarısında genişletildi ve yeniden inşa edildi. Moskova’nın en iyi evleri, otelleri ve mağazaları burada inşa edildi.
Bunlar arasında öne çıkanlar: Mimari yaratıcılığın başyapıtları arasında bulunan akvaryum tavanlı Prens Gagarin sarayı (1707-1708), İngiliz kulubü (1780’ler) ve Eliseevsky Mağazası (1770’ler, 1790’lar ve 1898 deniden inşa edildi) sayılabilir.
Rus imparatorluğu döneminde, St Petersburg şehrinden Moskova’ya gelen çarlar, Kremlin’e bu cadde üzerinden girerlerdi. Taç giyme törenlerinde buraya birkaç zafer kapısı yerleştirildi. Puşkin zamanında 5 kilise vardı ancak günümüzde hiçbiri yoktur.
Çok işlektir. Bütün kaldırımları boyunca: görebileceğiniz ve aralarında: Benetton, Yves Rocher, Pizza Hut ve Mc.Donald’s’ın da bulunduğu; bizlere pek yabancı gelmeyen ama kesinlikle komünist rejime ait olmayan isimleri göreceksiniz. Bunlar: değişimin işaretleridir. Aralarda: diğer mağazalarda bulunuyor. Örneğin: Yelisev Yiyecek Pazarı.
Tepenin başında: Tverskaya Meydanı var.
TVERSKAYA ZASTAVA MEYDANI
1742 yılında burada bir gümrük noktası kuruldu. Muzaffer Rus orduları, buradaki kapıdan geçti ve 1814’te Napolyon’a karşı kazanılan zaferi kutlamak için, günümüzde Triumphalnaya yani Zafer Meydanı olarak adlandırılan yere ahşap bir zafer takı dikildi. 1834 yılında bunun yerine taştan bir kemer konuldu ve meydanın adı “Yeni Zafer Kapıları” meydanı olarak değiştirildi.
1936 yılında meydan yeniden tasarlandı ve kemer kaldırıldı. 1950 yılında meydan park olarak düzenlendi. 1951 yılında buraya Maxim Gorki’nin bronz bir heykeli yerleştirildi ancak heykel 2008 yılında Merkez Sanatçılar Evi yakınındaki heykel parkına kaldırıldı.
Günümüzde meydanın solunda: Belediye Binası, kentin kurucusu olan: Prens Yuri Dolgorukinin bir heykeli var.
PRENS YURİY DOLGORUKİY HEYKELİ
Önce bu meydanda daha önce bulunan bir anıttan söz etmek istiyorum. 1912 yılında buraya büyük beyaz general Mikhail Skobelev’in anıtı dikildi. Bir atlı heykeli olduğu için Yuri’nin heykeline benziyordu. 1918 yılında bu anıtın kaldırılmasına karar verildi.
Skobelev heykeli, Troporyova Bölgesi, ruzskaya caddesindeki Harp Okulunun önüne yeniden dikti. Daha sonra yeni Sovyet Anayasasının tanınması amacıyla meydana aceleyle bir Anayasa dikili taşı inşa edildi. Ertesi yıl yanına bir Özgürlük heykeli dikildi. 1941 yılında ikisi de yok edildi.
Atlı heykel,
1147 yılında Yuriy Dolgorukly (1099-1157) tarafından Moskova’nın kuruluşu anısına dikilmiştir. Efsane: Moskova’yı bu adamın kurduğunu söyler ancak, Moskova’nın ilk sakinlerinin Yury’den 200 yıl önce burada yaşadıkları tespit edilmiştir.
Dolgorukly: Kiev Ruslarının Büyük Prensi ve Rurik hanedanının bir üyesiydi.
Dolgorukly ayrıca, Komünist partinin ideolojisini yansıtmıyordu. Çünkü daha önce resmi olarak “köylülüğün sömürücüsü ve feodal sistemin vergi tahsildarı” olarak görülüyordu.
Uzun kollu lakaplı prens Yuri, bir aristokratla ters düşmüş, toprağına, parasına el koyması yetmezmiş gibi karısını da alıvermiş aristokratın.
1147 yılı, Yuri’nin Moskova’da geçirdiği ilk yıldı ve 1156 yılında ahşap bir kale inşa edildi.
Ancak yine de bronz heykel: 6 Haziran 1954 tarihinde, günümüzdeki Moskova Belediye Başkanlığı binası önündeki Tverskaya Meydanına dikildi. Heykel, 1941 yılında yıkılan Sovyet Anayasası Anıtının yerini aldı. Aslında Prensin görüntüleri günümüze ulaşmamıştı, bu nedenle heykelin yazarları, savaş zırhı giymiş, savaşan bir atın üzerinde bir Rus kahramanının kolektif bir görüntüsün yarattılar.
Atı durduran ve üzengileri kaldıran binici, sanki yeni bir kalenin yerini işaret ediyormuş gibi kolunu uzatmış (Lenin heykellerine benzer) otoriter bir hareketle betimlendi. Ayrıca, bu uzatılmış sağ kol, sürekli olarak kendi bölgelerine uzanıp genişlemeyi ifade ettiği için vurgulanmıştır.
Kalkanı üzerinde ise, Aziz George’un bir ejderhayı öldürdüğü resim bulunur.
Gerçekte ise: Prens uzun boylu değildi sadece 1.60 cm civarındaydı ve osteokondroz ve omurilik fıtığı hastasıydı.
Anıtın kaidesi, St George Katedralinin kabartma motifleri üzerine süslü bir oyma ile süslenmiştir. Kaidedeki bir plaket üzerinde 1147-1947 tarihlerini taşıyan bir kitabe bulunmaktadır. Aslında heykelin şehrin 800’ncü yılı için dikilmesi planlanıyordu ancak bazı aksaklıklar nedeniyle ancak 8 yıl sonra açılışı yapılabildi. Ayrıca: heykeldeki kısrağın, Stalin tarafından aygıra çevrilmesini istediği söylenir.
Yuri heykelinin arkasındaki küçük parkta Lenin’e ait bir anıt var ve hemen karşısında Kosma ve Damain kiliseleri var.
Aynı caddeden (Trevkkaya) ilerlemeye devam ediyorsunuz ve yakınlarda: Puşkin Meydanı karşınıza çıkıyor.
PUŞKİN MEYDANI (PUSHKİNSKAYA PL)
Tverskaya Caddesi ile Bulvar Çevreyolu’nun kesişimindedir.
Sadece yayalara açıktır, burada trafik yoktur.
Eski ismi “Strastnaya Meydanı” idi (bu isim 1930’larda Sovyet rejimi tarafından yıkılan Strastnoy Manastırından gelir) ama 1937 yılında Alexander Puşkin olarak yeniden adlandırıldı.
Evet burası sadece Moskova’nın değil aynı zamanda dünyanın en işlek meydanlarından biri olarak kabul edilir.
Rusya’nın Picadilly Circus’u olarak biliniyor.
Burada, Ocak 1990 tarihinde Sovyetler Birliğinin ilk ve o dönemdeki dünyanın en büyük McDonalts restoranı burada açılmıştır.
Puşkin meydanındaki yaya alt geçidi: 2000 yılında bir bombalama alanıydı ve kurbanların anısını anmak için küçük bir anıt yerleştirilmiştir.
Evet, meydanın ortasında: Puşkin Heykeli var.
PUŞKİN HEYKELİ
Puşkin, Rusyanın en ünlü şairi. “Aşkın olmadığı yerde, gerçek de yoktur” diyen şairin adı, hem meydana, hem de metro istasyonuna verilmiş. Karısı güzeller güzeli Natalya’nın neden olduğu bir kıskançlık sonucu, Puşkin, düelloda öldürülmüş.
Dünyaca ünlü şair, öldüğünde, yalnızca 37 yaşında imiş. Çeçen savaşları sırasında, bomba konularak 21 kişinin yaralandığı “Puşkinskaya”metro istasyonunun karşısındaki Puşkin heykeli, günümüzde: sevgililerin, arkadaşların ve iş adamlarının popüler buluşma yerlerinden biridir.
Evet heykel, 1880 yılında dikilmiştir. Ama: heykelin oluşumunun ilginç bir hikayesi var. Evet, heykelin ilk oluşumu: Aleksandr Puşkin’in de eğitim aldığı, elit bir eğitim kurumu olan Tsarskoye Selo’daki imparatorluk Lyceum’unun 60.yılı kutlanırken atılır. Bir gurup eski öğrenci, bir komite kurar ve “Rus şiirinin güneşi” olarak adlandırılan Puşkin anısına bir heykel yapmak üzere komite kurar.
Komite, şairi beğenen, ona gönül vermiş herkesi az ya çok parasal desteğe davet eder. Aristokratlardan işçilere, öğrencilerden ofis çalışanlarına kadar, birçok vatandaş katkıda bulunur ve o zaman için oldukça büyük bir miktar olan 106.575 ruble toplanır.
Anıtın oluşturulması için bir yarışma düzenlenir ve bu yarışmanın sonucunda, 19 dizayn içinden Aleksandr Opekushkin’in ki seçilir. Bu şahıs, eski bir işçi olup, bu statüden kurtulmak için çok çalışmış, hatta yıllar sonra sanat akademisinin bir üyesi olmuştur.
Puşkin anıtı, önce ünlü şairin yaşadığı Petersburg kentine dikilmek istenir. Ancak, Baş şehrin yöneticileri ile şairin hayranlarının istekleri karşı karşıya gelir. Çelişki ve kararsızlık sürecinin sonunda ise anıt Moskova’da şu anda bulunduğu meydana dikilir.
Puşkin Meydanından, Bulvar Çevre Yoluna giriyoruz. (Tverskoy Bulvarı)
BULVAR ÇEVREYOLU (BUL’VARNOYE KOL’TSO)
Burası: eski bir kent surunu izleyen, dairesel bir bulvardır ve orta kısmından, aşağıya doğru, heykelleri, eski demir barakaları, sokak lambaları ve çocuklar için oyun alanlarıyla, güzel bir parkı var.
Bulvarlar, tarihi beyaz şehir Moskova’nın batı, kuzey ve doğu tarafları boyunca yarım daire şeklinde bir zincir oluşturur. Güneyde, Moskova nehrinin setleriyle biter.
Bu yol boyunca; 19’ncu yüzyıl binaları sıralanıyor. Bunlardan biri: Puşkin Müzesi.
Bu müze: diğer Puşkin Müzesinden farklıdır. Yalnızca: isim benzerliği var. İçerikleri çok farklıdır.
Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi: Bulvar Çevre yolunun üzerinde bulunuyor. Müze: 1912 yılında açılmıştır. Bugün müzenin koleksiyonunda yaklaşık 700 bin sanat eseri bulunmaktadır. Müzenin yılda 1 milyondan fazla kişi ziyaret etmektedir.
Günümüzde: Petersburg’daki Hermitage’den sonra, Rusya’daki en büyük Avrupa sanat koleksiyonuna sahiptir.
Bu geniş koleksiyon içindeki en önemli bölüm ise: Empresyonistlerdir.
Buradaki başyapıtlar arasında: Rembrandt, Rubens ve Van Gogh’un eserleriyle; 19 ve 20’nci yüzyıl Fransız sanatından oldukça etkileyici bir koleksiyon (Cezanne, Corot, Degas, Gauguin, Monet, Picasso, Matisse, Renoir ve Toulouse Lautrec) bulunuyor. Rus koleksiyoncular, bu sanatçıların değerlerini ilk fark edenler arasındadır.
Bunun haricinde yer alan: Yunan, Mısır ve Roma eserlerinin yanı sıra, ziyaretçilerin en çok ilgisini çeken koleksiyon günümüzde ülkemizden bir zamanlar çalınıp götürülen Troya Hazinesi olarak bilinen eserlerdir.
Birçok altın ve değerli taşlardan oluşan bu hazine görülmeye değer. Müzede: 20’nci yüzyıl hazineleri, Roma, Mısır ve Ortaçağdan kalan birçok koleksiyon sergileniyor.
Gelelim müzenin bizimle ilgili bölümüne.
Ülkemizden Henry Schiliman isimli bir hırsız tarafından çalınan Truva hazinelerinin bir kısmı günümüzde burada sergileniyor. Kısa bir bilgi vereceğim, sonra burayı ziyaret ederseniz, gidin bu güzelliklerin karşısında bize ait olan bu güzelliklerin karşısında oturup seyredin.
Evet. Henry Schlieman (1822-1890) 1980 yılında, Çanakkale Boğazının girişine yakın Hisarlık Tepesinde kazı yapmaya başladı. Tepenin tabanı, çevresinde binlerce yıl boyunca bir kültürel katman tabakasının çökeldiği kıtasal kayalardan oluşuyordu.
Bu arkeolojik alan, en az 9 surlu yerleşimin kalıntılarını içeriyordu. Truva VI ve Truva VII yerleşimleri, bugün çoğu bilim adamı tarafından Homeros’un yücelttiği Truva kalıntıları olarak kabul edildi.
Ancak Shhlieman tarafından bulunan sur ve içinde bulunan tüm hazineler, modern bilimde, MÖ 2400-2200’e yani Erken Tunç çağına kadar uzanan Troya II’nin daha eski katmanına atfedilmektedir.
Öyle ki,
Bu hırsız aynı zamanda tam bir tarih yok edicisi olarak da kayıtlara geçti. Kendisi de söylediği gibi, “Truva’nın sadece ana karada ve çevresinde olması gerektiğine dair daha önceki hatalı düşüncemden dolayı, 1871 ve 1872 yıllarında maalesef şehrin büyük bir kısmını yok ettim” işte arkeolog demeye utandığım bu adam, Truva hazinelerini de çalıp (karısının şalvarı içine gizleyerek) buradan kaçırdı, Avrupa’da bir süre hazineleri satmak için uğraştı, satamayınca Berlin şehrine bağışladı.
Sonradan Rusya ya nasıl ulaştığı bilinmiyor, muhtemelen Almanya’da idi ve II Dünya Savaşından sonra Almanlardan Ruslara geçti.
Caddenin hemen karşısında: Kurtarıcı İsa Katedrali var.
KURTARICI İSA KATEDRALİ (HRAM HRİSTA SPASİTELJA)
İsa’nın doğuşuna adanmıştır. Moskova nehrinin sol yakasında, Kremlin’den çok uzak olmayan Rus Ortodoks kilisesidir.
Orijinal tapınak, Rus halkının Napolyon’a karşı kazandığı zaferin onuruna inşa edilmiştir. Tapınağın duvarında 1812’de Napolyon’un ordusu ile yapılan savaşta ve Napolyon’a karşı yapılan diğer doğrudan savaşlarda şehit düşen Rus subaylarının isimleri yazıyordu.
Benzeri olmayan bir geçmişe sahiptir. Muazzam bir mimari eserdir. Mimar Konstantin Ton’un projelendirdiği eser, 1839-1883 yılında Rus-Bizans tarzında yapılmıştır. 44 yıl boyunca Rusya’nın her yerinden önde gelen inşaatçılar ve sanatçılar tarafından inşa edilmiştir.
Evet toplam 103 metre yüksekliğiyle Romanya Bükreş’teki Halkın Kurtuluşu Katedrali ve Rusya St Petersburg şehrindeki Aziz Peter ve Paul Katedralinden sonra, dünyanın en yüksek üçüncü Ortodoks kilise binasıdır. Katedralin dev kubbesi, eski ve güvensiz cıva yaldızlama tekniği yerine altın elektro kaplama tekniği kullanılarak yaldızlandı.
Halka bağışlanan kilesinin iç mekanlarını ünlü Rus ressam ve heykeltıraşları yapmıştır.
5 Aralık 1931 tarihinde: akıl almaz bir kültürel tahrip hareketiyle; yapılması planlanan bir Sovyetler Sarayına yer açmak için: Stalin’in emriyle, burası havaya uçurulmuştur. Enkazın bölgeden temizlenmesi bir yıldan fazla sürdü. Sovyet Sarayının inşaatı, fon eksikliği, yakınındaki Moskova nehrinden gelen su baskını sorunları ve II Dünya savaşının patlak vermesi nedeniyle durduruldu.
Katedralin duvarlarında ve banklarında bulunan mermerlerin bir kısmı, yakındaki Moskova Metro İstasyonunda kullanıldı. Su basmış temel çukuru yerinde kaldı, ancak 1958 yılında Nikita Krusçev döneminde Moskova Havuzu adıyla dünyanın en büyük açık hava yüzme havuzuna dönüştürüldü. Stalin bu durumu şöyle özetlemiştir “Önce bir kilise vardı, sonra çöp ve şimdi de utanç”
1994 yılında, havaya uçurulan kilisenin yeniden yapılmasına karar verildi. Bina, eski fotoğraflara, resimlere ve krokilere göre, modern teknolojiler kullanılarak yeniden kuruldu. 19’ncu yüzyılda, inşasının 45 yıl sürdüğü kilise, 20’nci yüzyıl sonunda, yalnızca altı ayda, yeniden inşa edildi.
19 Ağustos 1997 tarihinde, Moskova’nın 850. yıldönümünde kilise ışıklandırıldı. Her gün saat: 10.00-17.00 arası ziyarete açıktır. Katedralin tepesinden, şehri görebilirsiniz. Günümüzde: 10.000 kişilik bir topluluğu barındırabilecek büyüklüktedir
Yalnızca: birkaç blok ötede, Aleksandr Puşkin Müzesi var.
ALEKSANDR PUŞKİN MÜZESİ (MUZEJ PUSHKİNA)
Burayı: Puşkin Güzel Sanatlar Müzesiyle karıştırmamak gerekir. Rusya’nın en ünlü şairinin ismi ve dış cephelerindeki klasik sütunlar dışında: hiçbir ortak tarafı yoktur. Bu Puşkin Müzesinde, saygıdeğer şairin meslek hayatı anılmakta ve el yazmaları ile kişisel eşyalarından oluşan bir koleksiyon sergilenmektedir.
Kendisi: hiçbir zamanda yaşamamışsa da, 1814 tarihli, keresteden yapılma, alçı bezekli bina, mimari alanda ilgi çekmektedir. Müze: her gün, saat: 10.00-18.00 arasında açıktır. İkiye ayrılmış müzenin, diğer kısmı: Tretyakov Sanat Galerisidir.
Dünyaca ünlü, bir diğer sanat koleksiyonu: Eski Tretyakov Sanat Galerisinde görülebilir. Yalnız, buraya gitmek için: Moskova nehrinin diğer yanına geçmeniz gerekir. Bunun için: Prechistenskaya caddesini takip ediyorsunuz ve Krymsyk köprüsünden karşıya geçiyorsunuz, hemen solda.
TRETYAKOV SANAT (TRET’YAKOVSKAYA GALEREYA) GALERİSİ
19 ve 20’nci yüzyıllara ait, Rus güzel sanatlarının sergilendiği milli müzedir.
Müze 1856 yılında Moskova’da tüccar Pavel Tretykov tarafından kurulmuştur. Tretyakov, 1950’lerin ortalarından itibaren kendi koleksiyonu için yapıtlar toplamaya başlamıştır. Bu yapıtlar, 1893 yılında Pavel ve Sergey Tretyakov, Moskova Şehir Galerisi adıyla halkın hizmetine açıldı. Sergilenen koleksiyonda Rus sanatçılara ait 1276 tablo bulunuyordu.
1918 tarihinde, Devrim hükümeti, galerinin Rusya Federatif Sovyet Cumhuriyetinin mülkü olduğunu ilan etti ve bugünkü adını aldı.
II Dünya savaşının başlamasıyla müzedeki eserler, 1941 tarihinde, bir trenle Moskova’dan Novosibirks’e nakledildi. Sovyet birlikleri Berlin’e girince, 14 Mayıs 1945 tarihinde yeniden açıldı.
Müzenin ilk kurulduğu, koleksiyonun oluşturulduğu dönemlerde koleksiyon, resim sanatında demokratikliği savunan “gezgin” ressamların tablolarından oluşuyordu. Koleksiyonda: tümü Rus sanatçılara ait, 130 bin eser var ve bunların yalnızca önemlileri galeride sergileniyor.
Sergilenen eserler arasında: ünlü 12. yüzyıl Bizans ikonu Vladimir’in “Kutsal Bakire”sinden Vasily Kandinsky’nin 20. yüzyıl başlarından kalma, soyut eserlerine kadar, Rus sanatının en iyi örneklerini görebilirsiniz.
Ayrıca: 12.ve 17. yüzyıllar arasından kalma: dinsel sanat eserlerinden oluşan bir koleksiyonda; Rus sanatçı Andrey Rublyov’un, 15. yüzyılda yaptığı ikonası “İsa’nın insanlara Görünüşü” muhteşem bir yapıt. Mutlaka görün.
Özellikle: önceleri Seregiyev Posad’daki Kutsal Üçleme Katedralinde bulunan “Kutsal Üçleme”; her ziyaretçinin mutlaka görmesini önereceğim bir sanat eseridir.
Zaman zaman sergilenen diğer eserler arasında: İlya Repin’in “Korkunç İvan Grozni ve Oğlu İvan Surikov” tablosunu, “Streslilerin İdam Sabahı”, İ.N. Krampskoy’un “Tolstoy’un Portresi” ve V.G. Perov’un “Dostoyevkki’nin Portresi” görülmeye değer eserler.
MOSKOVA ŞEHRİNİN KULELERİ
NEBEREZHNAYA KULESİ
Kelime anlamı “set üzerindeki kule” demektir.
Moskova Uluslararası iş merkezinin (MIBC) arsasında bulunan iki gökdelen ve bir yüksek binadan oluşan ofis kompleksidir. Kompleks 2003-2007 tarihleri arasında tamamlanmıştır.
Kule A: 17 katlı, Kule B: 27 katlı ve Kule C: 59 katlıdır. C kulesi, 268 metredir, bu uzunluk bir zamanlar Rusya ve Avrupa’nın en yüksek binası olarak ona ün katmıştır.
En ilginç olan, bu kuleler ülkemizin inşaat şirketi “Enka” tarafından yapılmıştır.
EVOLUTİON TOWER
Evrim kulesi, Uluslararası iş merkezi arsasındadır. Ofis binasının yüksekliği 246 metredir ve 55 katlıdır. Şekli ilgi çeker. (DNA’nın çift sarmalına benzer.) Kule 2011-2014 yılları arasında yapılmıştır.
RUSSİA TOWER:
Kızıl Meydan’a 5.5 km uzaklıktadır. Ofisleri, oteli, alışveriş merkezleri ve özel bahçeli daireleriyle burada 25 bin kişiye hizmet vermektedir.
Moskova şehrinde, süper yoğun bir dikey şehir düşüncesine göre, kulenin yüksekliği 612 metredir. Kat sayısı 118’dir. Dünyanın doğal havalandırmalı en yüksek kulesidir ve Avrupa’nın en yeşil yeni biridir. Binanın ana yapısı: yükseldikçe sivrilen üç koldan oluşuyor. Üç camlı, yüksek performanslı cephe, ısı kaybını azaltıyor.
Üst katlarda, konut ve otel konaklamaları vardır. Daireler: temiz havadan, doğal ışıktan, iki veya üç kat yükseklikteki hacimlerden ve gökyüzü bahçelerine erişimden yararlanır. Zirvede: kafe ve barların bulunduğu halka açık seyir terası var. Bunun yanında: buz pateni pisti ve mağazalar, sokak düzeyinde hayata canlılık katıyor.
Tokyo şehrinde, Japonya’nın en önemli yerel yemek kültürü olan “suşi” denemelisiniz.
Ayrıca: yine yerel bir yemek olan “Nigirizushi” yani pirinç üzerine balık da deneyebilirsiniz. Bir diğer yerel yemek olan “monjayaki” de düşünülebilir. Bunun dışında, her türlü ulusal yemek kültürünün sunulduğu, binlerce restoran bulunuyor.
Restoranlara girmeden önce, mutlaka fiyatları kontrol ediniz. Birçok restoran kredi kartı kabul etmemektedir, bu yüzden yanınızda nakit taşımanızı öneririm.
Tokyolular, iş çıkışlarında “izakaya” ismi verilen mekanlara gidiyorlar. Buralarda: küçük tabaklar halinde meze türü yiyecekler ve yanında bira sunuluyor. Bunların en lüksü ise Shibuya semtindeki “İzakaya Vin” dir. 3 katlı bu barın içinde, şık giyimli kalabalık toplulukları görmek mümkündür.
Yine burada: ördek salatası, Parma salamı, balıklı carpaccio deneyebilirsiniz. Ayrıca: yine aynı yerde geniş bir Fransız şarap koleksiyonu sunuluyor. Bir bardak şarap: 30 TL. civarındadır.
Restoranlara gittiğinizde, bahşiş sorunu yaşanmaz, çünkü bahşiş hiçbir yerde uygulanmaz.
Evet, Tokyo şehri, her cebe uygun ve her türlü lezzetin sunulduğu kaliteli restoranlarla doludur. Tokyo’nun mutfak kültürü: içinde sınırsız yerel lezzet barındırır.
Yukarıda sözünü ettiğim gibi, özellikle “suşi” geleneksel mutfağın en ünlü lezzetlerindendir. Nigiri-zushi (tatlı sirkeyle tatlandırılmış pirinç), en bilinen ve sevilen suşi çeşididir.
Sokak Satıcıları
Japonya Tokyo yeme içme; Tokyo şehrinde birçok sokak satıcısı da görebilirsiniz. Bunlar özellikle: suşi, tempura ve soba (karabuğday) eriştesi yemekleri konusunda uzmanlaşmışlardır. Bunlar: Edo’nun çalışan kesiminin başlıca yemek ihtiyacını karşılayan yerlerdir.
Edo döneminde çok meşhur olan ve halen yaygın olarak tadılan yemeklerin bazıları: ramen denilen bir tür Çin usulü erişte, tako-yaki denilen ve içinde ahtapot parçaları bulunan ve tavada pişirilen hamur topları.
Nerede Yenir
Birçok kültürün yemeklerini bulabileceğiniz başlıca yerler: Ginza, Akasaka, Roppongi, Hiroo, Ebisu, Daikanyama. Özellikle öğrencilere ve genç çalışanlara yönelik düşük fiyatlı yemeklerin bulunduğu yerler ise: Şibuya, Haracuku ve Şincuku bölgelerindedir.
Şitamaçi bölgesinin kuzeyine doğru gittiğinizde: geleneksel ve fazla pahalı olmayan yemekleri bulabilirsiniz.
Tsukici bölgesindeki suşi barları: en taze malzemelerle hazırlanmış ve büyük porsiyonlar halinde suşi sunarlar.
Yanagibaşı, Nihombaşı ve Asakusa bölgeleri: şehrin en ciddi suşilerinin hazırlandığı yerler olarak bilinir ve buralarda, suşi dışında: yine yerel lezzetlerden tempura yani deniz ürünleri kızartması ve yılanbalığı bulabilirsiniz. Öte yandan, deniz ürünleri kızartması olan “tempura” şehrin birçok yerinde de bulunabilir.
Yemek Saatleri
Tokyo şehrinde, akşam yemeği erken saatlerde yenilir. Çünkü: mutfaklar, genellikle saat 22.00’de kapanır. Ancak: gece geç saatlere kadar açık bulunan, erişte dükkanları ve meze barları bulunabilir.
Ne Yenir
Japon Mutfağı
Geleneksel Japon yemekleri: taze malzemeler (sebze, meyve, balık, deniz ürünleri gibi) ile hazırlandıktan sonra, estetik olarak, soslar ve baharatlarla süslenerek servis edilir. Servis edilirken: mevsimler önem kazanır. Çünkü: Japonya’da her mevsim: yemeğin sunulacağı sofra takımları renk, şekil ve desen olarak değiştirilir.
Yemeklerde ana tatlandırıcı olarak kullanılanlar: soya sosu, fasulye ezmesi, tatlı pirinç şarabı, yaban turpu, zencefil, taze soğan ve kırmızı biberdir. Balıklar genellikle ızgarada pişirilir eya şuşami olarak çiğ servis edilir. Diğer birçok yemek ise haşlanarak veya yağda kızartılarak pişirilir.
Servis sırasına gelince: çorba ve pirincin ana yemek, en son verilir. Bunun yanında, Japonlar, birçok çeşit turşu yaparlar ve garnitür olarak servis ederler.
Erişte ise: Japonya’da, genellikle öğlen yenir veya acele bir şeyler yenilmesi gerektiğinde yenilir. Japon buğdayı veya karabuğday eriştesi: karides veya sebzeli olarak servis edilir.
Ne İçilir
Burada bir tür pirinç şarabı olan “Sake” tercih edilir. Sake: kışın mayalandırılır ve henüz tazeyken, yani yıllandırılmadan deniz mahsulleriyle birlikte kullanılır. Eskiden, sake tüm ülke çapında üretilirmiş. Özellikle: Meici döneminde bir çok sake üretim imalathanesi bulunuyormuş. Günümüzde ise, 3000 civarında sake üreticisi bulunduğu söyleniyor.
Cizake denilen yerel üreticilerin ürettiği sake: Tokyo şehrini ziyaret ederseniz, geçmişi yaklaşık yüzlerce yıl geriye dayanan “Sake” içmenizi öneririm. Bu: yalnızca neşelendirici bir içecek olarak değerlendirilmez, çünkü aynı zamanda tanrılara sunulan bir içecek olarak da düşünülür. Şinto ayinlerinde ve bazı geleneksel törenlerde, sake, tanrılara sunulur.
Tokyo şehrinde: birçok içki dükkanında, izakaya denilen sake barlarında ve restoranlarda, sake tadabilirsiniz.
Japonların bu milli içkisi hakkında bilgi vermeye devam: sake genellikle renksizdir ve değişik tatları bulunur. Alkol seviyesi, yaklaşık % 15-20 arasındadır. Mayalanma sürecinde özel mayalar kullanılarak değişik tatlar elde edilir. Genellikle soğutulmuş olarak saklanır ve servis edilir.
Tokyo şehrinde tadabileceğiniz bir diğer içki cinsi “bira” olabilir. Bira yapımı, burada, 100 yıl öncesine kadar gitmektedir. Özellikle: Sapporo, Kirin, Ebisu, Asahi gibi bira cinsleri tercih edilmektedir.