Meksika Guanajuato

Meksika Guanajuato

 

Burası yerli dilinde “Kurbağalar Yatağı” anlamına gelmektedir. Yerliler bölgeye ilk geldiklerinde, bataklığa benzeyen zemini beğenmeyip “burada ancak kurbağalar yaşar” demişlerdir. Şehir başkent Mexico City şehrine otobüsle 5 saat uzaklıktadır.

1552 yılında İspanyol komutan Juan de Jaso; Guanajuato bölgesinde gümüş yataklarına rastlamıştır. 16. ve 17. yüzyıllarda İspanyollar bu kasabaya akın edince nüfus hızla artmıştır. Katolik kilisesinin gönderdiği papazlar, kasabalarda aralarında San Cayetano gibi görkemli yapıların bulunduğu 15’e yakın kilise ve manastır inşa etmişlerdir.

18. yüzyılda bölgedeki Valenciana madeni tek başına dünyanın gümüş üretiminin üçte ikisini sağlamıştır.

Daha sonra kasaba çevresinde altın, bakır, kurşun ve civa yatakları da bulununca, yerel halk bu gelişmelerden öyle memnun olmuş ki, mevcut refahları bozulmasın diye ülkelerinin bağımsızlık savaşına bile destek vermemiştir.

Meksika Guanajuato

 

Guanajuato bu bölgenin en güzel yerleşim yeridir. Kasaba, sinema yapımcılarının da dikkatini çekmiştir. 2003 yılında gösterime giren: Antonio Banderas ve Salma Hayek’li “Bir zamanlar Meksika’da” filmi burada çekilmiştir.

Birçok sokak trafiğe kapalıdır. Şehrin, biri gidiş biri geliş olmak üzere sadece iki ana caddesi vardır.

Guanajuato nehrini takip eden bu caddelerden biri yeraltındadır. Sokaklar küçük geçitlerle birbirine bağlanmıştır.

Bunların en ünlüsü yalnızca 68 cm genişliğindeki Öpücük geçididir. Zamanında iki aşık, geçidin iki yanındaki evlerinin balkonuna çıkar ve burada öpüşürlermiş.

Efsaneye göre: burada öpüşen çiftler 7 yıl mutlu olmayı garantiliyorlarmış. Guanajuato’nun rengarenk çiçeklerle dolu küçük, şirin meydanında gezinmek çok keyiflidir.

Şehir yıllık Cervantino Festivaline ev sahipliği yapmaktadır.

Şehir 1988 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Meksika Guanajuato

 

GEZİLECEK YERLER

Meksika Guanajuato San Cavetano Kilisesi

 

San Cayetano Kilisesi-Iglesia de San Cayetano

Bu dini yapı “La Valenciana” gümüş madeni girişine yakın “La Valenciana” köyündeki (bir zamanlar bu köyde 20.000 kişi yaşıyormuş) en etkileyici yapılardan birisidir.

Yapı 18. yüzyıla tarihlenmektedir. Şehir manzaralı bir tepenin üzerinde durmaktadır. Sömürge döneminde La Valenciana gümüş madeninin büyük zenginliğinin bir anıtı olarak durmaktadır.

Kilise: La Valenciana gümüş madeninin orijinal sahibi tarafından inşa ettirilmiştir. İnşaatına 1765 yılında başlanmış ve gümüş madenlerinden gelen kar ile finanse edilmiş ve 1788 yılında tamamlanmıştır.

Yapıda “cantera rosa” olarak bilinen yerel bir pembe taş kullanılmıştır. Cephe Meksika barok tarzında oyulmuş ve yan taraflar neo medejar tarzı kemerlerle süslenmiştir.

Kilise bitmiş denilse de, sağ tarafındaki ikinci çan kulesi ve saati eksiktir. Ama özellikle kilisenin içinde 18. ve 19. yüzyıla ait muhteşem güzellikler görmek mümkündür.

Günümüzde burası Guanajuato Üniversitesi Sanat Okuluna ev sahipliği yapmaktadır ve burada müzik odaklı farklı etkinlikler düzenlenmektedir.

Meksika Guanajuato Kıss Allev

 

Kıss Alley-Callejon del Beso

Eğer eşiniz veya sevgilinizle romantik bir zaman geçirmek istiyorsanız “Kiss Alley” denilen “Callejon del Beso” sokağına gitmelisiniz. Bu sokak: Alley Plaza de los Angeles yakınındadır. Burası iki genç sevgilinin dramatik bir hikayesine tanıklık etmesiyle tanınır.

Buradaki dar bir sokakta iki balkon bulunmaktadır. Bu balkonlardan birine çıkıp öpüştüğünüzde, yörenin yerlileri küçük bir ücret karşılığında fotoğrafınızı çekerler. Öte yandan bu geleneği yaparsanız, 7 yıl boyunca kötü şansın sizden uzak kalacağı söyleniyor.

Evet burası hakkında anlatılan efsaneyi de bilmelisiniz: Dona Carmen: inatçı ve öfkeli bir babanın tek kızıdır. Dona Carmen: evlerine yakın bir kilisede Don Luis ile tanışır ve birbirlerine aşık olurlar.

Ancak babası, azalan serveti nedeniyle Dona Carmen’i zengin ve soylu bir İspanyol ile evlendirmek ister. Evlenmediği takdirde kendisini kilitli bir manastırda tecrite göndermekle tehdit eder.

Dona Carmen ve arkadaşı Dona Brigida ağlarlar ve birlikte dua ederler. Daha sonra Dona Brigida: Don Luis ile arasında mesaj alıp götürmeye başlar. Dona Carmen: evindeki bir pencereden dışarı eğildiğinde karşı taraftaki duvara dokunabilmektedir.

Yani ev mümkün olduğu kadar dar bir sokaktadır. Bunun üzerine, sokağın diğer tarafındaki ev: genç sevgili fakir madenci Don Louis tarafından alınır. Böylece iki genç sevgilinin konuşmaları mümkün olacaktır.

Don Luis: o evin sahibi öğrenir ve evi satın alır. Evin balkonuna çıkıp, Dona Carmen hayalleriyle yaşamaya başlar. Dona Carmen de buna çok sevinir çünkü hayallerindeki adam çok yakındadır.

Bu iki aşığın konuşmaya başlamasının üstünden birkaç dakika geçmiştir ki, odanın arkasından Dona Carmen babasının bağırmalarını duyar. Arkadaşı Dona Brigida, babasının odaya girmesini engellemeye çalışsa da başaramaz ve babası Dona Brigida’yı iterek odaya girer ve hançeriyle tek bir darbede Dona Carmen’i öldürür.

Don Luis: sessizlik içinde şok olur. Dona Carmen’in tuttuğu eli yavaş yavaş soğur ve Don Luis: bu pürüzsüz, soluk ve cansız sevgilisine bir öpücük bırakır. Evet tam bu nokta: günümüzde “Kiss Alley” olarak bilinmektedir.

İki evin iki balkonu arasındaki mesafe, yalnızca 69 cm. dir. Don Luis: bu ayrılık sonrasında “La Valenciana” madeninde intihar etti.

Meksika Guanajuato Don Kişot Müzesi

 

Don Kişot Müzesi-Museo Iconografico del Quijote

Burası Allende Plazada Don Kişot ve onun yaratıcısı Sancho Panza’ya adanmış bir müzedir. 1987 yılının sonlarında açılan müzede 17 oda ve avlularda: Salvador Dali, Jose Guadalupe Posada gibi sanatçıların resim, baskı, heykeller ve el sanatlarını kapsayan 800 parça eser sergilenmektedir.

Öte yandan bu eşsiz koleksiyonda Don Kişot figürleri ilgi çekmektedir. Ayrıca: Honore Daumier, Pablo Picasso ve Miguel de Cervantes Savedra gibi sanatçıların eserlerine isimlerini veren kahramanların figürleri de bulunmaktadır.

Meksika Guanajuato Yer altı Sokağı

Yer altı Sokağı

Burası da şehirde kaçırılmaması gereken bir yerdir. Calle Miguel Hidalgo olarak bilinen, şehrin içinde çalışan eski bir nehir alanıdır. Günümüzde ise şehir trafiğini hafifletmek için kanal yol olarak inşa edilmiştir.

Meksika Guanajuato Plaza Mayor

Plaza Mayor-La Paz

Burası şehrin merkezinde, şehrin en güzel binalarıyla çevrili, yarı üçgen kare bir meydandır. Meydanda bulunan bronz anıt, mermer ocağı bazlı ve kurtuluş savaşının sonunu anmak için yapılmıştır. Anıt Başkan Porfirio Diaz tarafından 27 Ekim 1903 tarihinde açılmıştır.

Meksika Guanajuato Teatro Juarez

Teatro Juarez

Bu yapı 1872-1903 yılları arasında inşa edilmiş ve Meksika’nın en güzel tiyatrolarından birisidir. Tiyatro Başkan Diaz tarafından 27 Ekim 1903 tarihinde açılmıştır. Özellikle: 8 tane Roma Dor sütunları ilgi çekmektedir. Konumları arasında bir art nouveau fuaye bulunmaktadır.

Meksika Guanajuato Hidalgo Pazar

Hidalgo Pazar

Burası da Başkan Diaz tarafından 1910 yılında açılmıştır. Onun cephesi yöreye özgü pembe taştır. İnce demir kulesinin tepesinde dört yüzlü bir saat bulunur. Metal kubbede 30 pencere bulunur ve 35 metre genişliğinde ve 70 metre uzunluğundadır. Burada özellikle yöresel tatlılar ve el sanatları satın alabilirsiniz.

 

Mumya Müzesi-Museo de los Momias

Şehre gelen turistlerin ilk uğrak yerlerden birisidir.
19. yüzyılda şehirde uygulanan bir mezarlık vergisi varmış. Her mezar için yıllık vergi ödeniyormuş. Eğer ölünün yakınları bu vergiyi ödemezse, mezar yeri hakkını kaybeder ve merhumun naşı mezarından çıkarılırmış.

Sonunda, kimse bu vergiyi ödemeye yanaşmayınca gömülenlerin % 90’ının mezarları Belediye tarafından boşaltılmıştır. Bu arada 1833 yılında Guanajuato’da kolera salgını baş göstermiştir. Ölüler, salgın yayılmasın diye aceleyle gömülmüştür. Salgında ölenlerin yakınları mezarlık vergisini ödemeyince mezarlar açılmış ve bazı ölülerin bedenlerinin bozulmadan kaldığı fark edilmiştir.

Bölgenin kuru havası ve topraktaki mineraller bir nevi doğal mumyalama işlevi görmüştür. 1865 yılında Santa Paula mezarlığında yatan ilk mumyalanmış vücut ayıklanır ve yüzden fazla beden mezarlıktan alınıp sergilenmeye başlamış ve böylece 1865 yılında Mumya Müzesi resmen açılmıştır.

Ölülerin açıkça sergileniyor oluşu ürkütücülüğü bir yana, mumyaların yüzünde de korkunç ifadeler vardır. Mezarlar boşaltıldığında, mumyaların yüz ifadelerinden salgının yayılmasını engellemek isterlerken merhumların bazılarının diri diri gömüldüğü anlaşılmıştır.

Alman yönetmen Werner Herzog, bu mumya görüntülerini “Vampir Nosferatu” filminde kullanmıştır.

Ölülerin bedenlerinin bu şekilde sergilenmesinin etik olup olmadığı sorusu, yıllık bir milyona yakın ziyaretçi sayısı göz önüne alınınca boşlukta kalmıyor olabilir. Müzenin, kasabanın turizm bütçesine katkısı yadsınamaz.

Mumyalar bu müzede camlar arkasında, vitrin benzeri yerlerde sergileniyor. Kimisinin üzerinde halen yırtık pırtık elbiseleri duruyor, kimisinde ise sadece çorapları vardır.

Meksika Guanajuato Hidalgo Pazar

Müze turunun sonunda, asıl etkileyici sahneye tanık oluyorsunuz. “Dünyanın en küçük mumyası” etiketiyle sergilenen altı aylık cenin.

Sezaryan sırasında annesiyle birlikte ölmüş, bedeni şu an neon ışıklar altında sergileniyor. Yapılan araştırmalara göre kadının ölüm yaşının 40 olduğu yani 19. yüzyılda anne olmak için çok fazla yaşlı olduğu düşünülüyor.

Böyle ileri bir yaşta gebelikte gerekli besinleri alamadığı ve o nedenle kötü beslenme yüzünden öldüğü veya aynı dönemde bir kötü kadın (fahişe) olduğu düşünülüyor. Bu dünyanın en küçük mumyası, başlangıçta annesinin kollarında sergilendi, şimdi ise ayrı sergileniyor. 5 yada 6 aylık bir gebelik sürecinde olduğu düşünülüyor. Muhtemelen ölü doğmuş ya da doğum sırasında ölmüş olabilir.

Müzeye gelen bazı anne-babaların yanlarında çocuklarını da getirmeleri bence bu görüntüler nedeniyle hiç hoş olmuyor.

Meksika Guanajuato Ölüler Günü

Dia de los Muertos-Ölüler Günü

Nobel ödüllü Meksikalı yazar Octavio Paz: yurttaşlarının ölüme yaklaşımlarını şöyle değerlendirir “Meksikalılar için ölüm bilindik bir şeydir.

Ölümün şakasını yapar, onu kucaklar ve hatta onu kutlarlar. Doğrudur, onlar da herkes gibi ölümü ancak en azından ölümle yüzleşince bilirler. Ölümü bazen küçümserler”

Octavia Paz “Meksikalılar ölümü kutlar” derken aslında mecazi anlamda söylemiyor.
Meksikada 28 Ekim tarihinde “Ölüler Günü” kutlamaları, resmi tatil ilan edilen 2 Kasım’a kadar sürüyor. 2 Kasım’da: ölülerin ruhlarının ilahi izinle dünyaya indiğine inanılıyor.

Böylece merhum, arkadaş ve akrabalarını ziyaret etme, dünya zevklerini yılda bir kez de olsa tatma olanağı buluyorlar. Angelito denen küçük meleklerin, yani bebeklerin ve çocukların ruhlarıysa büyüklerden bir gün önce, 31 Ekim gecesi iniyor ve ertesi günü ailesiyle birlikte geçiriyor.

Ölüler günü öncesinde mezarlıklar çiçeklerle süsleniyor. O sabah aileler, yitirdikleri yakınlarının mezarlarını ellerinde mumlar, kadife çiçekleri, içecek ve yiyeceklerle ziyaret ediyorlar. Çocuk mezarlarına oyuncaklar, büyüklerinkine ise tekila şişeleriyle gidiliyor. Ruh mezarını bulabilsin diye ağır kokulu tütsüler yakılıyor.

Ardından mezarın yanına piknik örtüleri seriliyor ve merhumun sevdiği yiyecekleri hep birlikte yiyorlar. Ölüm yakın zamanda gerçekleşmiş ise, aileler bazen mezarlığa arkalarında müzisyenlerle birlikte geliyorlar ve yakınlarının sevdiği parçaları çaldırıyorlar.

Ruh önce mezarlığa sonra da eve geliyor. Azteklerin ölülerini hatırlamak için yetiştirdikleri sarı/turuncu renkli kadife çiçekleri, ruhun evi bulmasına yardımcı oluyor. Evde “ofrendas” denen sunaklar, yani üzeri delikli, renkli kağıt örtülerle kaplı küçük masalar ruhun gelmesini bekliyor.

Sunakların üzerinde merhumun resimleri, mumlar, tütsüler ve bu güne özel yapılan tatlımsı “pan de muertos” (ölü ekmeği) bulunuyor.

Bunların yanında, yine merhumun sevdiği yiyecekler ve şekerden yapılan, alnına merhumun isminin yazıldığı bir kurukafa var. Ruh eve gelince bu yiyeceklerin özünü ve aromasını alıyor. Ruh evi terk edince bu yiyecekler ve şekerden kurukafa, akrabalar, arkadaşlar ve komşular arasında paylaşılarak yeniliyor.

Kurukafa geleneği ise, Azteklerden geliyor. Aztekler ve diğer Mezoamerika toplumları, esirlerin kafataslarını zaferlerinin sembolü olarak saklar, törenlerinde sergilerlermiş. İnanışlara göre kurukafa ölümü ve yeniden doğuşu simgeliyor.

Yaşamın sadece bir rüya olduğuna, ancak öldükten sonra bu rüyadan uyanıldığına inanan Aztekler ölümü bir son gibi görmezlermiş.

İspanyol işgalciler bu törenleri Katolik inanışına saygısızlık diye nitelendirerek barbar dedikleri yerlileri bu geleneklerinden vazgeçirmek için çok çabalamışlardır.

Çabaları sonuçsuz kalınca da bu törenleri biraz olsun Hıristiyan dinine uygun formata sokabilmek amacıyla “Ölüler günü” tarihini kendi Azizler Günüyle çakışacak şekilde değiştirmişlerdir.

Daha önceleri Azteklerin güneş takvimine göre, Ölüler Günü Ağustos başında kutlanıyormuş.

Ölüler günü gecesinde aileler yakınlarının ruhlarıyla yine mezarlıkta buluşuyor.Ruhları dansa davet etmek için mezarlığın girişindeki çanlar çalınıyor. Azteklerin güneşe hürmet danslarının bir benzeri olan The Danza de los Viejitos’ta (Yaşlı adamın dansı) hep beraber dans ediliyor.

Daha sonra kadınlar ve çocuklar karanlıkta ellerinde mumlarla yakınlarının mezarlarını buluyorlar. Dua ve ilahiler söylemeye ölen yakınlarının sonsuz huzura kavuşması için Tanrıya yakarmaya başlıyorlar. Erkeklerse sessizce olup biteni izliyorlar.

Sosyologlar, Meksikalıların bu geleneklerine halen sıkı sıkıya bağlı kalmalarını ve ölülerine yas tutmaktansa insanoğlunun varoluşunun devamını kutlamayı yeğlemelerini Meksika’nın fırtınalı geçmişiyle açıklıyorlar.

İspanyol işgalcilerin yerli katliamları ve kanlı Meksika Devriminin yanı sıra son dönemdeki kartellerin yarattığı şiddet, ister istemez “doğal olmayan ölümlerle yüzleşmeyi gerektiriyor.

Meksikalı entelektüellerin devrim sonrasında ölüm kavramını sürekli işlemeleri, bu konunun insanların zihninde iyice yer etmesine yol açmış. Diego Rivere bir konuşmasında bu konuyla ilgili olarak şöyle söyler “Bir bakın atölyeme. Her yerde ölümü göreceksiniz. Her boyutta ve her renkte ölümü”

Meksika Guanajuato Diego Rivera

Diego Rivera-Museo Casa Diego Rivera

Mumya müzesini gezdikten sonra Diego Rivera’nın müzeye dönüştürülen evine gitmelisiniz.
Diego ve ikiz kardeşi 1886 yılında bu evde doğmuştur. Anneleri doğum sırasında komaya girince öldü sanılmış.

Neyse ki, bir hizmetli nefes aldığını fark etmiş de kadıncağız canlı canlı tabuta konmaktan kurtulmuştur. Bir sene sonra Diego ikiz kardeşini kaybetmiş ve tek çocuk olarak büyümüştür.

Daha küçük bir çocukken ilk sergisini açan Diego aldığı bursla Madrid’e gitmiş, Avrupa’nın çeşitli ülkelerini dolaştıktan sonra, 1911 yılında Paris’e yerleşmiştir. Burada Cezanne’dan çok etkilenmiş kübizme yönelmiştir.

Meksika’ya döndükten sonra duvar resimleri yapmaya başlayan Diego 1929 yılında, Frida Kahlo ile evlendiği yıl, Meksika komünist partisiyle ters düşerek partiden atılmıştır.

Komünist parti, Diego’nun devletin hizmetinde çalışmasını kabul edilemez bulmuş. Diego devletten aldığı maaşla yetinemeyince Frida’yı da alarak Amerika’ya taşınmıştır. Detroit şehrinde çalışırken Rockefeller’in daveti üzerine New York şehrine gitmiş ve yeni RCA binasında devasa bir duvar resmi yapmaya başlamıştır.

İlk yaptığı işlerden biri Moskova’daki 1 Mayıs kutlamalarını resmetmek olunca, Rockefeller bu konuda rahatsız olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine bir de Lenin’in portresini eklemesi, Diego’nun çok geçmeden işten kovulmasına neden olmuştur. Frida ile birlikte 1934 yılında Meksika’ya dönmek zorunda kalmıştır.

Yaptığı fresklere siyasi görüşlerini yansıtan Diego halk arasında politik bir lider gibi saygınlık kazanmıştır. Meksika tarih ve geleneklerini, toprak, çiftçi ve işçileri resmettiği canlı renklere sahip eserleri, Diego’yu sadece Meksika’nın değil, dünyanın 20. yüzyıldaki en büyük sanatçılarından biri yapmıştır.

Bugün birçok Meksikalı Diego’nun Frida’dan daha büyük bir sanatçı olduğunu düşünüyor ve onun haksız bir biçimde Frida’nın gölgesinde kaldığını iddia ediyorlar.

1954 yılında Frida’yı kaybettiğinde Diego yıkılmış “Artık söylemek için çok geç ama anladım ki hayatımdaki en harika şey Frida’ya olan aşkımdı”.

Frida’nın ölümünden bir yıl sonra: kendisine kanser teşhisi konmuştur. Diego’nun 1957 yılında kalp rahatsızlığından ölmeden önce, küllerinin Frida’nınkilerle karıştırılması vasiyetinde bulunmuş, bu vasiyeti devlet tarafından yerine getirilmemiş ve başkentteki Panteon Civil de Dolores mezarlığına gömülmüştür.

Bugün bu müzede, Diego’nun kişisel eşyalarının yanı sıra kübizm dönemi eserleri ve erken dönem çalışmaları görülebilir.

Meksika Mayalar ve Aztekler

Meksika Mayalar ve Aztekler

Meksika gezimize başlamadan önce: burada antik dönemde büyük uygarlık kuran ve bazı sırları hala keşfedilmemiş, İspanyol sömürgeciler tarafından yok edilmiş Maya ve Aztek kültürleri hakkında bazı bilgiler vermek istiyorum.

Zaten gezi süresince genellikle Meksika’da Maya ve Aztek kültürlerinin yoğun olduğu yerleri tercih ettim ve sizlere de buralar hakkında ayrıntılı bilgiler vereceğim, malüm benim sürekli okurlarım, özellikle tarihe ve tarihi yerlere meraklı olduğumu bilirler.

Meksika Mayalar ve Aztekler
Meksika Mayalar ve Aztekler

 

MAYA DÜNYASI

Mayalar, bugünkü Guatemala, Honduras, Belize ve Meksika’da yaklaşık 3000 yıl önce ortaya çıkmışlardır. Ancak özellikle Yucatan yarımadasında olmak üzere Meksika’nın güneydoğu bölgesinde, antik çağda, kayıtlı tarihin en gelişmiş kültürlerinden birini kurmuşlardır.

Mayalar: ayı, güneşi ve Venüs gezegenin hareketlerini gözlemleyerek bu göksel gözlemlerinde kendi matematik bilgilerini kullandılar, anıtlar oluşturdular.

Onlar: yıldızları ve dünyanın döngülerini, ayrıntılı mimari çizimler ve titiz matematik hesapları ile birleştirmişler ve yetenekli sanatçılar bunları yapılara dökmüşlerdir.

Antik çağda: Mayalar uzun boylu tapınaklar inşa ettiler ve tanrılarının yüzlerini heykellerde betimlediler. Onlarda yağmur suyunun korunması için sistemler vardı ve hatta suların taşmasını önlemek için uyumlu şehirler inşa ettiler.

Günlük yaşamlarını yönetmek için son derece hassas takvimler yaptılar. Tarım ve fennin sırlarını deşifre ettiler.

Öte yandan Mayalar çok yetenekli çiftçilerdi ve aynı zamanda birçok sofistike yazılı dil yaratmışlardır. Hatta bu dilin, Amerika’daki ilk yazılı dil olabileceği düşünülmektedir.

Mayalar aynı zamanda gelişmiş sosyal sınıf sistemini yarattılar ve kurdukları şehirler ağı üzerinde ticaret yaptılar. Matematikçiler, onların sayı sistemi konusunda uzman olduklarını ve sıfır kavramını onların yarattıklarını ileri sürmektedirler.

Güneydeki bu imparatorluk MÖ.900 yılında çöktü. Ancak niye çöktüğü sırdır. Bilginler: büyük olasılıkla hastalık, politik kargaşa, aşırı nüfus veya kuraklık etkenlerini bu çöküş için düşünmektedirler. Ancak güneydeki imparatorluk, özellikle Yucatan kuzeyinde, 16. yüzyılda İspanyol fatihler bölgeye gelene kadar gelişti.

Meksika Mayalar ve Aztekler

AZTEKLER

Aztekler 14. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar Meksika’nın kuzeyini kontrol altında tutmuşlardır. Asıl saltanatları ise 1427 yılında Tepaneklere karşı kazandıkları savaştan sonra başlamıştır. Mezoamerika’nın Meksika’dan Honduras’a kadar olan bölümüne yaklaşık 100 yıl hükmetmişlerdir. Farklı kültürlerden öğrendikleri tekniklerle “Tenochtitlan”ı, yani şu anki başkenti kurmuşlardır.

Şehrin içinde gerektiğinde caddeler yerine kanallar inşa edip kanoyla ulaşım yapılabilmesini sağlamışlardır. Öyle ki İspanyollar buraya ilk geldiklerinde, şehre Yeni Dünya’nın Venedik’i ismini vermişlerdir. Tenochtitlan: en kalabalık zamanında 200.000 nüfusa ulaşmış. O zamanlar Avrupa’da bile bu kadar büyük şehir yoktur.

Savaşmak Aztekler için günlük yaşamın bir parçası sayılır ve her erkek çocuğu okula gidip silah kullanmasını ve savaş tekniklerini öğrenir. Askerler öğrencileri savaşa götürüp onlara düşmanın nasıl esir alınacağını gösterir ve öğrenci ilk esirini aldığında erkekliğe adım atmış sayılırdı. Azteklerin sürekli savaşmalarının bir diğer nedeni de; düşman esir almak olduğu söyleniyor.

Azteklerin, en önemlisi güneş tanrısı olmak üzere bine yakın tanrısı vardır. Kendilerine verilen nimetler için bu tanrılara kurbanlar sunuyorlarmış ki bunlar da savaş esiri olurmuş. Eğer tanrılara kurban vermezlerse, o gün güneşin doğmayıp kıyametin kopacağını düşünürlermiş.

Dolayısıyla Aztekler yaşama nedenlerinin kopacak bu kıyameti geciktirmek olduğuna inanıyorlarmış.

Aztek din adamları: dillerini, el ve ayaklarını, hatta cinsel organlarını kanatarak tanrıları memnun ettiklerini düşünürlermiş. Aztekler’e göre, tanrıların en çok hoşuna gidecek şeyse, canlı insan kalbidir.

Dini törenlerde, uyuşturucu verilen kurban ellerinden kancalara asılıp tören platformuna çıkarılırmış. Burada kurban henüz canlı iken kalbi sökülür ve önce kalbi, sonra da tüm bedeni ateşe verilirmiş.

Aztek savaşçılar daha fazla esir alabilmek için, savaşta düşmanlarını mümkün olduğunca öldürmemeye, onları sadece dizlerinden yaralamaya çalışırlarmış. Kıtlık zamanlarında, tanrıların kendilerine çok kızdığını düşünüp 10.000 esiri birden öldürdükleri olurmuş.

Aztekler için yaşama biçimlerinden çok nasıl öldükleri önemlidir. Bir erkek savaştayken ya da bir kadın hamileyken ölürse, doğrudan güneş tanrısının yanına gidiyormuş.

Ölüm normal yollardan gerçekleşirse, bu çok kötü. İşte o zaman, yer altı dünyasında 9 hayat yaşadıktan sonra ölüler diyarına ulaşabiliyorlarmış.

Peru Nasca ve Pampas de Jumana

Peru Nasca ve Pampas de Jumana

Nasca ve Pampas de Jumana çizimleri: Peru ülkesinin güneyindeki çölde, antik dönemden kaldığı düşünülen kalıntılardır. Çizgiler: Lima şehrinin yaklaşık 400 km güneyinde, Nasca ve Palma kasabaları arasındaki 80 km lik yüksek ve kurak plato bölümündedir. Çizgilerin bulunduğu alan 37 km uzunluğunda ve 15 km genişliğindedir.

1994 yılında, bu bölge ve çizimler UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Peru Nasca ve Pampas de Jumana

Çizimlerin Görülmesi

Nasca kasabasından küçük bir uçak kiralamak mümkündür. Kasabada seçim için farklı uçan şirketler bulunmaktadır. Teoride fiyatlar sezona bağlı olarak değişmektedir. Pilot yaklaşık 30 dakikalık uçuşta: maymun, sinek, condor, köpek balığı, örümcek ve birkaç geometrik çizimi size gösterecektir. Havadan çizimler oldukça küçük görülüyor.

Eğer çizimleri büyük görmek istiyorsanız, şehir dışında karayolu üzerindeki gözetleme kulesine gitmelisiniz. Oradan, hemen yakındaki “eller” ve “ağaç” çizimlerini görebilirsiniz. Yakın olduğu için bunları oldukça büyük görmek mümkündür.

 

Çizimlerin keşfedilmesi

1939 yılında Long Island Üniversitesinde görevli Amerikalı Profesör Paul Kosok: Peru’nun kuzeyinde, antik sulama sistemini incelemek için Nasca’ya geldi ve burada bazı antik su kanalları ile karşılaştı. Ancak bunları yakından kontrol ettiğinde: bunların su taşımak için zemin yüzeyine çok yakın olduklarını gördü.

Başka bir şey araştırırken: bir kuş dahil olmak üzere Nasca rakamlarını ortaya çıkardı. 1946 yılında Maria Reiche isimli bir başka araştırmacı burada gündönümü belirteçlerini keşfetti ve Nasca Pampa görsel matrisini haritalamayı başardı.

 

Çizimler nasıl yapılmıştır

Bilim adamları tarafından yapılan incelemeler neticesinde, çizimlerin: MÖ.100 ile MS.600 yılları arasındaki 700 yıllık süreçte, genel olarak üç aşamada yapıldıkları kabul edilmektedir. Bunlar: erken, orta ve geç aşamalardır.

Çizimler; kırmızımsı çakılların çöl zemininden çıkarılması ve altındaki beyaz/gri tabakanın ortaya çıkarılması ile yapılmıştır. Çünkü çölün yüzeyini kapsayan çakıllar demir oksit içermektedir.

Çakıl bulunduğu yerden çıkarıldığında, bunun altındaki renkli bölüm ortaya çıkar. Özellikle: erken dönemlere tarihlenen çizimler yüksek kabartma olarak göze çarpar ve taş ve çakıllar kaldırılarak yapılmıştır. Buradaki özel meteorolojik koşullar da Nascalı tasarımcıların bu çizgileri çizmelerine yardımcı olmuştur.

Rüzgar ve mineral açısından zengin toprak ile birlikte yağmurun neredeyse hiç olmayışı da ( yağmur bölgede 2 yılda bir yalnızca yarım saat yağmaktadır) toprakaltı açık renk aksine, çok ince koyu bir kabuk tabakası oluşmasına neden olmuştur.

Böylece geniş çizgiler ve şekiller, sadece büyük yükseklikten görülebilen koyu arka plan üzerine, açık renkli çizgiler şeklinde ortaya çıkmıştır. Ancak, her ne kadar yapılış dönemleri farklı olsa da şekiller ve düzenlenme tarzlarında: süreklilik ve uzun vadeli emek görülmektedir.

Çizimlerin gizemi incelenirken: MS.250-750 yılları arasında bölgede yaşamış Nasca kültürü eserleri de incelenmiştir. Aynı dönemde, bölgede yaşayan Nasca insanları: çanak-çömlekler üzerine, renkli heyecan verici semboller ve motifler işlemişlerdir.

Bu çanak-çömlek kültürü: bu bölgeye Chincha, Pisco, Ica, Nazca ve Aacari vadilerindeki alanlardan gelmiştir. Erken dönemde: bu çanak-çömlekler genelde renk kullanılmamıştır, ama orta ve geç dönemlerde: daha renkli yapılmış, 3 ile 8 arasında renk kullanılarak boyanmışlardır.

Özellikle: yaygın olarak balık ve meyve resimleriyle, Nazca dini ve mitolojik öğeleri resmedilmiştir. Yaygın renkler olarak ise: siyah, kahverengi, kırmızı, sarı, gri, beyaz ve menekşe renkleri kullanılmıştır.

Peru Nasca ve Pampas de Jumana
Peru Nasca ve Pampas de Jumana

 

Çizimlerde neler betimlenmiştir

Düz çizgiler halinde, çölde kum yüzey üzerine kazınarak yapılmış geometrik 300 şekil “havadan” çok açık bir şekilde görülmektedir ve bu yüzlerce çizimde: basit çizgi ve geometrik şekilde 70 hayvan, insan ve bitki türü betimlenmiştir.

Bunlar arasında göze çarpanlar: jaguar, puma, örümcek, maymun, balık, köpek balığı, katil balina ve kertenkeledir.

Bunun dışında: çiçekler, bitkiler ve çeşitli nesneler betimlenmiştir. Özellikle: iki büyük el ilgi çeker ama bu ellerden bir tanesinin 4 parmaklı olması daha da ilginç bir özelliktir.

Ayrıca: iplik gibi yani çizgi adam şekilli insan çizimleri vardır. Bunlar arasında yani insan benzeri çizimler arasında en iyi bilineni: 1982 yılında Eduardo Herran tarafından keşfedilen 32 metre uzunluğundaki “Astronaut” şeklidir.

Peru Nasca ve Pampas de Jumana

“De la Torre” tarafından keşfedilen “yılan” resminin uzunluğu 196 metredir. Ayrıca yine aynı yerde bir kuş, bir lama ve bazı zig zag çizimler bulunur. Onlar da çöle yakın “El Ingenio” vadisindeki tepeler üzerinde keşfedilmiştir.

Bu hayvanların çoğu: bölgedeki çiftçilerin su döngüsü ile ilişkili hayvanlardır. Örneğin: örümcek yağmur habercisi olarak kabul edilir. Apus: kutsal tepeleri temsil eder. Condor ise: Peru’nun birçok yerinde görülmektedir.

 

Çizimlerin günümüze kadar bozulmadan gelebilmesi

Evet, yapılan birçok araştırmaya ve çalışmaya rağmen: çizimlerin zaman ve kuvvetli rüzgarların olumsuzluklarına rağmen, 2000 yıldır nasıl silinmeden kalabildikleri, kim tarafından ve ne zaman ve ne amaçla yapıldıkları anlaşılamamıştır.
Tabiat faktörleri, rüzgar ve su; sanki bu çizimleri yapan sanatçıların eserlerini sonsuza dek saklama taraftarıdır.

Peru Nasca ve Pampas de Jumana Cahuachi Kayıp Şehri
Peru Nasca ve Pampas de Jumana Cahuachi Kayıp Şehri

 

Cahuachi Kayıp Şehri

Nazca çizgilerini araştıran arkeologlar, bu bölgede kayıp şehir “Cahuachi” yi ortaya çıkarmışlardır. Bu şehir yaklaşık 2000 yıl önce inşa edilmiş ve gizemli şekilde 500 yıl sonra terk edilmiştir. Nazca hatlarının gizemini çözmek için, Cahuachi şehri incelenmektedir.

Şehirde kerpiç yapılar bulunan 40 höyük bulunmaktadır. Sürekli nüfus küçüktür ancak büyük tören etkinlikleri için burada nüfus önemli ölçüde büyümüş ve burası bir hac merkezi olarak kullanılmıştır.

Bu olaylar, büyük ölçüde Nazca çizgilerini ve Nazca dev kumullarını etkilemektedir. Burada mevcut olmamasına rağmen, hac nedeniyle buraya gelenler tarafından katil balina ve maymun betimlenmiştir.

Öte yandan: burada bulunan ve 1500 yıl önce dokunmuş dokumalarda kullanılan eski teknik çizgiler ve desenler de, Nasca çizgilerine ışık tutmaktadır.

Peru Nasca ve Pampas de Jumana Cahuachi Kayıp Şehri

Ayrıca: şehir çevresindeki mezar sitelerinde; Peru çölünün kuru toprakları nedeniyle korunmuş Nasca insanlarının mumyalanmış cesetleri bulunmuştur.

Ancak: bu büyük medeniyet yani Nasca medeniyeti: 1500 yıl önce aniden yok olmuş ve çöldeki bu garip çizgilerin nedeni de anlaşılamamıştır. Arkeologlar: Nazca toplumunun aniden yok olması nedenlerini araştırırken, bu olayı bir ağacın kaderine bağlamaktadırlar.

Araştırmalara göre, bitki analizleri “Huarango” isimli ağacın bulunduğu ormanların tahribi ve bunun sonucunda oluşan ekolojik çöküşü, Nasca toplumunun yok olması ile bağlantı kurmaktadırlar.

Muhtemelen, MÖ. 500 yılı civarında burada yani Peru kıyı vadilerinde insan kaynaklı olaylar sonucunda büyük bir doğa felaketi yaşanmıştır.

 

Sonuç

Dünyanın çeşitli yerlerinde, bu tür büyük şekiller bulunmaktadır. Ancak Nasca şekillerinin en etkileyici ve esrarengiz yanı: onların sayıları, özellikleri, boyutları ve kültürel devamlılık içinde antik dönemde yapılmış olmalarıdır.

Yıllardır yapılan araştırmalara rağmen, hiç kimse, Peru çöllerindeki bu çizgilerin ne anlama geldiği hakkında kesin fikir yürütememekte, ancak birçok bilim adamı, arkeolog ve matematikçi tarafından yüzlerce söylenti ve varsayım ortaya atılmıştır.

 

Söylentiler-Varsayımlar

1.En yaygın varsayıma göre: bunlar yer altı su kaynaklarına ait bir haritadır. Arguman tepeler ve su arasındaki ilişki gündeme gelmektedir. Bu çizimlerin yer altı su kemerleri olduğunu ifade etmektedir.

Yer altı kaynaklarına giden yer altı kanalları, müthiş bir ağ oluşturarak güvenli su sağlamaktadır. Bu sistem, günümüzde bile, sulanan tarım arazilerine büyük miktarda su taşınmasını sağlamaktadır.

Bu kanalların çoğu, bazı tepeler içinde başlar. Bu nedenle, çizimleri su kontrolü ile açıklamak mantıklı ve doğal bir yaklaşım olabilir.

2.Diğer bir varsayım: gökyüzünden yani uzaydan geldiği düşünülen yaratıklar için bu çizgilerin oluşturulduğudur. İnka medeniyeti döneminde: Nasca düzlüklerine uzaydan gelen varlıklar tarafından dev bir harita veya plan olarak bu çizgilerin işlendiği düşünülmektedir.

Öte yandan: yine aynı varsayımı kabullenenler, bu çizimlerin gökyüzünden dünyaya gelecek canlılar için bir iniş pisti olarak hazırlandığıdır. “Erich Von Daniken” isimli yazar tarafından 1968 yılında yazılan “Tanrıların Arabaları” isimli kitap: bu çizimlerin antik dönemde uzaydan gelen canlılar tarafından yapıldığını iddia etmektedir.

Yazar: insanların bu çizimler ile, tanrıları aramaya çalıştıklarını belirtmektedir. (bir zamanlar bu kitabı büyük bir heyecan ile okuduğumu hatırlıyorum)

3. Güçlü bir varsayım: bunların antik dönem tanrılarının fantastik açıklamaları olarak çizildiğidir.

4. Bu çizimlerin: Nasca medeniyeti tarafından oluşturulmuş bir “gök takvimi” olduğu söylenmektedir.

5. “Robin Edgar” isimli bir araştırmacı: Nasca çizimlerini “Tanrını gözü” olarak betimlemiş ve güneş tutulmalarının olağanüstü serisinin, bu hatların yapımı ile ilgili olduğunu ve çakıştığını ileri sürmüştür.

Çizimlerdeki bazı hatlar: İnka medeniyetinde kabul edilen “Güneş Tanrısı”nın: gündönümü, ölüm ve yeniden doğumu ile hizalanmaktadır.

6. “Michael Coe” isimli araştırmacı: Nasca çizimlerinin belirli mezhepler tarafından yürünen kutsal yollar olduğunu belirtmiştir.

7. “Carl Munck”: Nasca hattındaki zemin işaretlerinin bir tür “Matrix” sistem kodu olduğunu öne sürmüştür. Bu konudaki diğer örnek olarak: Mısır-Giza’daki Büyük Piramit örnek gösterilmektedir.

Çünkü, bu büyük piramit de, küresel bir koordinat üzerine konumlandırılmıştır. Burada kullanıla gematrian numaralar: İncil dahil birçok eski mit ve dinlerde bulunmaktadır. Gematrian numaralar: Yunanlılar, Mısırlılar, Persler, Babilliler ve Romalılar gibi antik çağ insanları tarafından, ağırlık ve ölçü sistemlerinde kullanılmıştır. Mayaların da, çok hassas gematrian numaralar kullandıkları ileri sürülmektedir.

8. “Maria Reiche” isimli Alman matematikçi ve arkeolog, bu çizimlerin yıldızlar ve güneş gündönümü gibi gezegensel olayları belirleyen bir astronomi takvimi olarak: MÖ.300 ile MS.800 yılları arasında yörede yaşayan yerliler tarafından yerde tasarlanarak yapıldıklarını ileri sürmüştür.

Yani, bunların dünya dışı varlıklarla ilişkilendirilmelerine şiddetle karşı çıkmıştır. Çizimlerde bulunan örümcek ve maymun gibi oluşumlar: gök yüzündeki Orion ve Büyük Ayı gibi yıldız guruplarını göstermektedir.

Tüm çizimler: astronomik teorilerin ışığında, yüzyıllar içinde yıldız değişikliklerinin yönünü ve ekinoksların devinimini açıklamaktadır. Kendisi bu konu ile ilgili o kadar yoğun çalışmıştır ki, 1998 yılında 95 yaşında öldüğünde bu kurak arazide gömülmüştür.

9. “Simone Waisbard” isimli araştırmacı, Nasca çizimlerinin bir astronomi takvimi olduğunu ve yağış değerlerini ölçmek için yapıldıklarını iddia etmiştir. Rakamlar ve özellikle deniz kuşları, Nasca kültüründe meteorolojik kehanetlerle bağlantılıdır.

Evet: belki gidip buraları görmek, gezmek şansınız olmayacaktır.

Ancak, bu yazıyı okuduktan sonra: inanıyorum ki, her okur günümüzden yüzlerce yıl önce yapılmış ve yine yüzlerce yıllık tabiat şartlarına dayanarak günümüze ulaşmış bu çizimlerin nasıl, neden ve kimler tarafından yapıldığı konusunda kendince bir fikir üretecektir.

Sanırım en kolay üretilecek fikir: bunların gökyüzünden gelen canlılar tarafından yapılmış olmasıdır.

Çünkü, her ne sebeple olursa olsun, kara yüzeyinde, bu ölçüde düzgün ve anlamlı çizimlerin yapılmasının mümkün olabileceğini inanmak çok zor, bu çizimler sadece yükseğe çıkıldığında anlamlı hale geliyorlar, yüksekten bakıldığında çizimler betimledikleri şekilleri yansıtıyorlar, yoksa yüzeyden bunlar çizilirken nasıl bu derece düzgün ve betimlenmek istenen şekli gösterebilir?

Yıllar önce, Siir-Aydınlar kasabasında “İbrahim Hakkı Müzesi” ni ziyaret etmiştim. Bu müzede: İbrahim Hakkı’nın “Marifetnane” isimli kitabının son sayfasındaki “Amerika kıtası ve dünya ” çizimini unutamıyorum.

Bu çizim, o kadar düzgün ve havadan görünüm şeklinde çizilmiştir ki, sanki kişiyi yüzyıllar önce bir hava aracına bindirmişler, belli bir yüksekliğe çıkmış ve dünyanın resmini çizmiş, yoksa yer yüzeyinde, bu ölçüde çizimlerin yapılması ne kadar mümkün, bence hiç.

Öte yandan, biraz önceki fikir mantık sınırlarına uymasa da, mantıken bunların tanrılar adına yapıldığı veya sulama ile ilgili olduğu düşünülmektedir.

Son karar siz okurların.

Amerika, Peru, Chan Chan