Fas Merrakech

Fas Merrakech

CASABLANCA-MERRAKECH ARASINDAKİ ULAŞIM

Casablanca ile Merrakech şehirleri arasındaki yol: otoban. Güzel bir yol ama sürücüler hızlı ve biraz çılgınca araç kullanıyor. Bu otoyol üzerinde, maalesef bir veya iki istasyondan başkaca, duracak yer yok. Zaten; bu istasyonda, öyle her şeyi bulabileceğiniz bir düzen yok. Yalnızca; tuvalet ihtiyacını karşılayabilirsiniz.

Bunun yanında: bir kaç parça, yiyecek ve içecek bulmak da mümkün. Evet; daha öncede yazdığım gibi, yanınızda sürekli bozuk para bulundurmanız gerek. Çünkü; tuvaletler tüm ülkede ücretli ama bunun yanında pis.

Neyse, uçaktan inince, o yorgunluğun üzerine, üç saat karayolu inanın çekilmiyor. Aslında; Casablanca ile Merrakech arasında, iç hatlar ile de uçuş yapılabilir.

Ama; fiyatlar yüksek. Tur firmaları, bu aradaki mesafeyi karayolu ile geçmeyi tercih ediyorlar. Özellikle; karanlıkta bu yolu gitmek, inanın çok zor çekiliyor, çünkü hiçbir yeri yani çevreyi görme şansınız da yok.

Fas Merrakech Şehri hakkında Genel

FAS MERRAKECH ŞEHRİ HAKKINDA GENEL:

Bu şehrin kelime anlamı: ” kalma git”. Ayrıca: ” güneyin incisi ve mücevheri ” gibi isimlerde, buraya yakıştırılmış. Kızıl şehir diye de anılıyor. Yapıların, bir kısmı ve özellikle surlar; kızıl renk ve tonlarında.

Meraklıları için; şehirde iki tane casino yani kumarhane var. Sadi otel ve Revamunya otelde. Şehrin ana bulvarı üzerindeki yaya kaldırımlarında; bol miktarda turunç ağacı ve meyvesi görebilirsiniz.

Bunlar; mandalina değil, portakal değil. İkisinin de anası. Şehir süslemelerinin bir parçası olarak dikilmiş. Koparmamak gerek, çünkü: yenmesi mümkün değil. Tadı; ekşi ve acımtırak. Bunlardan yalnızca reçel yapılıyor.

Reçel yaparken bile, acı ve ekşimsi tadı dengelemek için normal reçele göre, üç kat şeker ilave etmek gerekiyor. Şehrin, bugünkü nüfusu: 1.5 milyon civarında. Bu şehir: aynı zamanda, hem karmaşayı ve hem de sakinliği bir arada yaşayabileceğiniz ortamlar sunuyor.

Atlas dağlarının eteğinde, verimli bir vahada kurulmuş. Bu dağlar; bir sıra şeklinde, ufukta sürekli görülmekte. Şehirdeki ısı, 30 derece civarında bile olsa, bu dağların üzerinde karlı zirveler görmek mümkün.

Ama, çoğunlukla, havanın kötü olması ve sis, bu muhteşem görüntüyü engelliyor, umarım kaldığınız sürede, bu dağları izleme fırsatınız olur, uzaktan da olsa görebilmek, muhteşem.

Şehir; eski ve yeni şehir olarak ikiye ayrılıyor.

Bu, eski ve yeninin büyüleyici ortamından dolayı, şehre, “Ağa Han” uluslararası mimarlık ödülü verilmiş. Eski şehirde: büyüleyici yapılar, camiler, saraylar, dar sokaklar ve bu dar sokaklarda bulunan küçük el işi atölyeleri var.

Yeni şehirde ise; modern yapılar, yüksek binalar, lüks kafeteryalar var. Zaten; Avrupa sosyetesinin çok sevdiği bir şehir. İnanılmaz evler, Malikaneler görmeniz mümkün.

Bu şehirde gezmenin en güzel yolu: kendinizi dar ara sokaklara atıp kaybolmak. İnsanlar; fevri değil. Güvenlik problemi yaşanmıyor. Buranın insanı, paraya değer veriyor ama kesinlikle fevri ve kavgacı yapılı değil. Evet, bazı sokaklar o kadar dar ki, üç kişi bile yan yana yürümesi mümkün olmuyor.

Ama kendinizi kuytuda veya sıkıntıda hissetmiyorsunuz, çünkü: çevredeki yapılar yüksek değil, yani bu dar sokaklar havadar. Tek sıkıntı; bir eşek, bir at arabası geldiğinde veya bir motosiklet geldiğinde (bunlar çok miktarda, sık sık geliyor) kendinizi en yakın duvar dibine veya dükkana atmanız gerekmesi.

Aksi halde; çarpmamaları mümkün değil diye düşünüyorsunuz, ama bir yandan da, bu insanlar, buranın kalabalığına, sokakların darlığına ve kullandıkları at olsun, eşek olsun, motosiklet olsun, iyice alışmışlar ve çevik, atik bir şekilde kullanıyorlar, asla çarpmıyorlar.

Fas Merrakech Tarihsel Süreç

TARİHSEL SÜREÇ:

Kuzey Afrika; oldum olası, büyük güçlerin hep dikkatini çekmiş. Çünkü: ister istemez, Akdeniz’e sahil şeridi olan bir kıta. Romalılar, bunun belli bir tarafını tüketmişler. Araplar ise, başka bir kısmını tüketmiş. Akdeniz’in en büyük doğal limanı; Tunus’taki Kartaca.

Kartaca; MÖ.146 yılında, Romalılar tarafından yok edilmiş. Güney Akdeniz’de; Kartaca benzeri, başkaca bir doğal liman yok.

Ama: Fas, Cebelitarık boğazı üzerinden İspanya ile o kadar yakın ki (14 km.); Tanca şehri taraflarında, zamanla yeni liman noktaları oluşturulmuş. Binlerce yıl sonra, Osmanlının, Fas ile ilgilenmesinin sebebi de, bu liman noktaları.

Hem ticaret, hem askeri açıdan önemli. Her ne kadar, bölgeye Romalılar geldi ise de, bunlar pek fazla aşağılara inmemişler.

Hatırlarsanız; “Simyacı” isimli bir roman vardı. Bu romanı okuyanlar; bu romanda yazılı bir kısım bölümü, belki de anlayamamışlardı.

Örneğin; orada “morlardan” söz edilir. Buraları gördükten sonra; bu romanda yazılı ve muallakta kalan bölümleri anlamak, daha bir kolay oluyor. Morlar, bugün Fas’ın güneyinde, bugünkü Moritanya’da yaşayan insanlar.

Ama; bir zamanlar, buralarda bulunmuşlar. Bugün; her ne kadar Arap ülkesi olsa da, o zamanki yerli nüfus, bugünkü bütün Fas’a hakim imiş ve Romalılar ile çok sıkı ilişkiler kurmuşlar.

Zaten; Romanın ezici askeri üstünlüğü karşısında hiç kimsenin dayanması mümkün değil. Romalılarda, buraları ele geçirince, vali bırakıp, yerel halktan aldıkları kendi yandaşları yöneticiler ile ülkeyi yönetmişler.

Daha sonra, Roma, doğu ve batı olarak ikiye ayrılınca, Tunus’taki askeri güçler Bizans’a kalmış. Sonra; İslamiyet doğunca, Araplar, çok kısa bir sürede (5 yıl) kuzey Afrika’nın Tunus’a kadar olan bölümlerini ele geçirmişler.

Tunus’ta; Bizans direnişi olmuş. Tunusun Araplar tarafından alınması, İstanbul’un Türkler tarafından alınmasına benzer. Ancak; sekizinci kuşatmada ve 35 yıllık sürenin bitiminde, Tunus, Araplar tarafından ele geçirilir.

Orası düştükten sonra, bugünkü Cezayir ve Fas’ta düşer.

Araplar, o arazileri ele geçirirler ve Okyanusa gelirler ve okyanus kıyısına dayanınca; ” Bu deniz olmasaydı, bu dini bütün dünyaya yayardık” derler. Daha batıya gidemedikleri için, kuzeye çıkarlar.

İspanya’da meşhur Endülüs akımı, kültürü doğar. Medeniyet denilemez, sonuçta Arap kökenlidir, özellikle Fas kökenle.

Tabii bu durum, kısa sürede olan bir olgu değil. Fas’ı ele geçirmek, Fas’tan çıkıp Endülüs’ü kurmak, aradan 500 sene geçer. Araplar, buraya gelince, yerli toplumlar ile kaynaşırlar. Yerli toplamlarda: berberi denen toplum.

Roma döneminde burada yaşayan morlar ise, güneye çekilirler. Buralarda, dağlık bölgelerde, belli noktalarda berberiler kalır. Berberiler kimdir? Bunların kim olduklarını söylemek çok zor. Bunlar; tarihte, adı konmuş ilk insan topluluğudur.

Anadolu’da, örneğin Karain mağarasına gidersiniz, MÖ.10 binli yıllardan kalma bu bölgede, Karain denilen bir yer adı vardır. Ama orada yaşayan insanların adı yoktur.

Onlara; genel anlamı ile, neolitik denir. Orda kalır. Ama, berberi denen toplum yapısı; MÖ.10’lu yıllara dayanır ve bir adı vardır; onlara berberi denir. Adı konmuş bir toplumdur bunlar.

Berberiler bu bölgeye Yemen’den gelirler.

Ama, Yemen’e nereden geldikleri meçhul. Göçebe hayatı sürdürmüşlerdir. Göçebe; sürekli göçmüş, belli bir şehir kurmamıştır ki, o şehir veya o bölge bugün kazılsın ve onların geçmiş kültürlerini ifade edebilecek herhangi bir kalıntı çıkarılabilsin. Göçebe yaşam sürdürdükleri için, böyle bir olanak yok.

Berberiler ile birlikte, bölgeye Hıristiyanlar gelir. Yahudilik gelir ama pek itibar görmez. Zaten, Araplar topluca bütün bölge halkını Müslümanlaştırır.

Ancak; 789 yılında; Peygamber torunu, 1’nci İdris bölgeye gelir. İdris’in, buraya gelmesinin nedeni; onunla beraber doğan dini mezhebin varlığıdır. Bunlar; harici mezhebi.

Bunun anlamı ise: çıkanlar, gidenler. Bunları; Şiilik veya Alevilik ile karıştırmamak gerek. Neden? Çünkü; halifelik kavgasında, 1’nci İdris kaybeder ve oralardan, Bağdat şehrinden kalkıp, buralara gelir.

Burada ise; dönemin en büyük kabilesinin reisinin kızı ile evlenir. Bir süre sonra ise ölür. Eşi hamile. Doğan çocuğa; 2’nci İdris adı verilir. Baba, 1’nci İdris, 789 yılında ülkeyi kurar. Oğul, 2’nci İdris ise, 809 yılında Fes Şehrini kurar.

Ulaşabildiği tüm kabileleri Müslümanlaştırır.

Bir süre sonra; Müslümanlaştırılan kabileler, Fes şehrine yerleşmiş Arapların, öğrettikleri din ile yaşadıkları hayat arasında büyük uçurumlar olduğunu görürler. Bunların yaptıkları tek şeyin; vergi almak olduğunu düşünürler.

Bunun üzerine; göçebeler arasında ayaklanmalar başlar. Bunlar; her ayaklanmada; Sahra Çölünü (2000 km.) geçerek, başkente, yani Fes şehrine ulaşmak durumunda kalırlar.

Başkente ulaşmak, orada çatışmak, yöneticileri değiştirmek, tüm bunlar zor gelir. Bunun üzerine; başka bir başkent kurma fikri ağır basar ve 1062 yılında, Fas Merrakech şehrini kurarlar.

İkinci başkent kurulduktan sonra; yabancı devletler tarafından da, Fas Merrakech şehri muhatap alınmaya başlanır. Bu dönemde; Fas Merrakech şehrinde: sıra ile dört hanedan yaşar. İlk üç hanedan: 150 şer yıl ve toplamda 450 yıl hüküm sürerler.

Bu süre, çok güzel geçer. Ancak; zamanla, Endülüs’ün kaybedilmesi ve oradaki nüfusun buralara göçmesi sonucu; belli bir dağınıklık yaşanır. Sıradan insanlar bölgeye gelip yerleşirler. Bunlar gelirken, yanlarında veba hastalığını da getirirler.

Veba; her girdiği toplumda, orada yaşayanların, genç-yaşlı, kadın-erkek ayırımı yapmadan yarısını yani yüzde ellisini öldürür. Veba sonucu; Fas Merrakech şehrinde, Saadi Hanedanlığından, tahta geçecek varis dahi kalmaz.

1650’li yıllarda;

Suudi Arabistan’dan, güney Sahrayı takip ederek, Fas’ın güney bölgesine bir kabile gelir. Geldikleri dönem, Fas’ın anarşi içinde bulunduğu bir dönem.

Veba, ülkeye girmiş ve insanları telef etmiş. Kabileler toplanıp, bu yeni gelen kabileye teklifte bulunurlar, çünkü bunların peygamber torunu soyundan olduklarına inanılır.

” Siz peygamber torunusunuz, bizim başımıza geçin, bizi toparlayın”. Yeni gelen kabile, yaklaşık 13 yıl, bu tekliflere direnir ve kabul etmez. “Bizim devlet işi ile ilgimiz olmaz”, derler.

Ancak, bir süre sonra baskılara dayanamazlar ve teklifleri kabul edip, tahta geçmek zorunda kalırlar. O günden, bu güne tahtta en fazla kalan (400 yıl) aile, bunlardır. Bilindiği gibi; taht babadan oğula, oğul yoksa kardeşe geçer. Bazen kardeş bulunmaz ise, yeğene geçer.

Osmanlılar;

Fas’ta tam bir egemenlik kurmuşlar denilemez. Yerel yöneticilerin istekleri üzerine, birkaç kez Osmanlı güçleri, Fas’a girmiş, ancak liman ve para yani yeni vergiler üzerine yapılan antlaşmalardan sonra, Fas’tan ayrılmışlar. Yoksa; uzun süreli bir egemenlik söz konusu değil. Neden? Bilinmez.

Devlet; 1912 yılına kadar, başarılı şekilde yönetilir. Bu dönemde; Osmanlı Fas’a hiç gelmez. Niye? Çünkü: dönemin galip devletleri olan İngiliz ve Fransızlar, dünyanın çoğu yerinde olduğu gibi, bu bölgeyi de paylaşırlar.

Fransa, 1912 yılında, Fas’a el koyar, ama ” sizin korunmaya ihtiyacınız var” diyerek el koyar ve bu doğrultuda bir antlaşma imzalanır. Yani: işin adı, himaye olur, sömürgecilik değil. 44 sene süren bir himaye.

Sonuçta, Fransızların; buradan giderken, yaka silkerek gittikleri rivayet edilir. Özellikle; Cezayir’den çıkarken, geride 1.5 milyon ölü insan bırakan Fransa, Fas’ı terk ederken, tek bir kurşun dahi atılmamış.

Fas Merrakech Şehir gezi planı

ŞEHİR GEZİ PLANI:

Araç ile; otelinizden ayrılıp; sağlı-sollu otellerin bulunduğu yollardan bir süre ilerledikten sonra, Kral 6’ncı Muhammed ( günümüz Fas kralıdır) bulvarından geçip, bir meydana geleceksiniz.

Yol boyunca; havuzlar ve bulvar ortasındaki bölümdeki güllerin yoğunluğu, sizdeki, bir çöl ülkesinde bulunduğunuz fikrini zedeleyecek görüntüler.

Bulvar boyunca; silme gül var.

Sol yanınızda, ufuk çizgisinde, Atlas Dağlarını görmek mümkün. Aslında; hava şartları ve genelde sis nedeniyle, bu dağları pek net görmek mümkün olmuyor, şansınız varsa, hava sıcaklığı ne olursa olsun, zirveleri sürekli karlı, bu sıra sıra dağları görmeniz mümkün olur.

Evet, solunuzda, muhteşem bir görüntü, ufuk çizgisinde,, zirveleri karlı Atlas dağları. Meydana varınca, araçtan iniyorsunuz.

MANERA BAHÇELERİ:

Meydanda bir kapıdan giriş ve sonra yaklaşık 300 metrelik bir yol. Bu yolda ilerlerken, sağ ve solunuzda zeytin ağaçları. Arkanızda; caddenin tam ortasında yükselen bir minare, Koutubiye camiinin minaresi. Sol yanınızda, ufuk çizgisinde atlas dağları.

Yolda ilerledikten sonra, önünüze büyükçe bir havuz geliyor. Bulanık suları olan, sularına ekmek atıldığında görülen balıkların bulunduğu bir havuz. Sağ yanında, boş trübünler. Sol yanında, küçük bir mermer yapı. Diğer yanlar, boş.

Faslı; ne yaparsa yapsın, çoğu konularda başarılı olmuş. Başarısız oldukları tek ve başlıca örnek ise; işte, tam burada.

Bu havuzun bulunduğu bölümde, akşamları, bir zamanlar ses ve ışık gösterisi yapılıyormuş.

Derinliği yaklaşık, 3 metre olan havuzun suyu üzerinde, iskeleler varmış.

Ama, bu gösteri; izleyenler tarafından hiç tutulmamış. İptal edilmiş, trübünler de zamanla bulundukları yerden kaldırılacakmış.

Bu havuz; eski dönemlerde ise, aynı zamanda, denizle pek ilgisi olmayan göçebe çöl toplumu olan Faslının, suya yatkınlığını sağlamak amacı ile kullanılmış.

Yani; yöre halkına: yüzme, denizcilik gibi alışkanlıklar kazandırılmaya çalışılmış.

Bahçenin tamamı; 440 dönüm.

Zeytin ağaçları, yaklaşık 200 yıllık. Bahçeye dikkat ettiğinizde; zeytin ağaçlarının, bahçe düzeninde dikildiğini göreceksiniz.

Yani; 200 yıl önce, Faslı, bahçe düzenine göre zeytin ağacı dikmiş. Bu ağaçlar arasında, traktör ile dolaşmak mümkün. Ege bölgemizdeki, gelişigüzel dikilmiş zeytin ağaçlarını ve zeytinliklerini düşünmemek elde değil.

Evet; gezimize devam ediyoruz. Surların içine gireceğiz. İstanbul ile bir paralellik düşünülürse, sur içi, tarihi yarımada gibi. Surlar; kerpiçten ve akşamları çok güzel ışıklandırılıyor.

Tamamen, kızıl bir renk hakim. Delikler; kerpicin, sıcak ve kuru havada çatlamaması için yapılmış. İlerlerken, sağ yanınızda, bir şantiye göreceksiniz. Burası; Fas’ın en meşhur oteli.

“Revamunya otel”. Dünya sıralamasında, halen dünyanın en muhteşem beşinci oteli. Ama; yine de, bu derece yeterli gelmemiş, en iyi ilk dörde girmek için otel tadilatta.

” Fas, ucuz turist isteyen bir ülke değil, paralı ve lüks tüketime yönelik turizmi tercih etmiş bir ülke” Bu sözleri umarım duyacaksınız. Ama duyduğunuz andaki hislerinize sakın kapılmayın, birde Fas’ı yaşadıktan sonra, bu sözleri değerlendirin.

Açlıktan, adım başı dilenciler tarafından yolunuz kesilen bir ülkede, nasıl lüks tüketim, nasıl zengin turist. Kesinlikle; bu sözleri sizlere söyleyenlerin, bazı şeyleri daha mantıklı düşünmeleri gerektiği kesin.

Evet; Koutobıa camiinin önünde, araçtan iniyoruz. Yaklaşık; araçla 5 dakika, yürüyerek yarım saatlik bir mesafe.

KOUTOBIA CAMİİ:

Kelime anlamı; kütüphane, kitap. Bu cami; şehrin simgesi. 1120 yılında inşa edilmiş. Minaresi: 77 metre. 1993 yılında, II. Hasan Camii, inşa edilinceye kadar, Fas’ın ve tüm Arap dünyasının, en yüksek minaresi.

Özellikle; minaresi ve dört duvarla çevrili bahçesi görülmeye değer. Tarihi yapı olması nedeniyle, her zaman ibadete açık değil. Gittiğinizde, içeriye girebilmek için, şansınızı denemekten başka çare yok. Daha önce anlatmıştım.

Fay hattı üzerinde olmamasına rağmen; 1700’lü yıllarda, fay hattı üzerindeki Portekiz’in Porta şehrinin tamamen yıkıldığı depremde, Fas Merrakech şehri de yıkılmış.

Bunun üzerine, özellikle camilerin minarelerinin yapımında, Arap mimarlar, minarenin boyunun beşte biri oranında, taban boyu yapmak gibi bir mimari deha ortaya çıkarmışlar. Bu durumdaki minareler, her türlü yer sarsıntısına dayanabiliyormuş.

Buranın başka bir özelliği ise; bu cami yapılmadan önce, burada başka bir hanedan tarafından yapılmakta olan cami; kıblesinin yanlış olduğu bahane edilerek, yapımı engellenmiş ve temellerinin üstü kapatılmış.

Yeni yani bugünkü cami, temelleri kapatılan bu cami inşaatının üstüne yapılmış. Dolayısı ile; caminin önündeki boşluk alan; normal zeminden yüksekte. Çünkü; altta bir önceki caminin toprakla doldurulan temelleri varmış.

Evet, devam ediyoruz. Şimdi sırada, Bahia Sarayı. Bu saray da, sur içinde.

BAHİA SARAYI:

Derler ki: ” Fas’ta saray gezemezsiniz, sarayların hiçbiri müze değildir”. Evet, saray gezemezsiniz, ama Riyat gezersiniz.

Riyat: ” dar ev” kelimesinin çoğuludur.

Bahia konağı, evi, ev kompleksi. 1880’li yılların sonunda inşa edilir. 1902 yılına kadar; Adalet ve Maliye Bakanlığı yapmış olan bakanlar tarafından kullanılır.

Arap kültüründe, özellikle Fas’ta, Fas’ı kuran ailelerin çok köklü aileler olması nedeniyle, bakanlıklar bile, yüzyıllarca, babadan oğula, abiden kardeşe geçen mevkiler olmuştur.

Buranın inşaatını yaptıran, Ahmet adında bir vezir. Ama, Ahmet’e Ahmet denilmiyor, adının başına “ba” takısı takılıyor. Sebebi; hizmet ettiği sultan ölünce, yerine sultanın genç yaşındaki oğlu geçer.

Yaşı: 11. 11 yaşındaki çocuğa eşlik eden vezir, babalık yapmış olur bir nebze. Bu yüzden, ona baba Ahmet adı takılır ve ba Ahmet diye hitap edilir.

Ahmet ölünce yerine kardeşi geçer. Ta ki, 1912 yılında, Fransızlar buraları işgal edene kadar, bu konakta yaşarlar.

İşgalden sonra ise; şehirde valilik yapacak olan Fransız general, burayı üs olarak kullanmaya başlar.

Yapı; ülkemizde, Diyarbakır’a gitmiş olanlar belki görmüş olabilirler. Diyarbakır’da; şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın evi vardır. Girersiniz; bir avlu, buna yaşam alanı denir.

Bunun dört tarafı, duvarlarla çevrilidir. Genelde; dışarıya hiçbir zaman pencere açılmaz.

Pencerelerin tümü, avluya bakar.

O yüzden avluya, yaşam alanı denir.

Yazlık, kışlık ve baharlık kanatlar yanında, dördüncü olarak kiler kanadı bulunur.

İşte; Bahia sarayının yerleşim düzeni, bu örneğe uygundur.

İşgal bitip, Fransızlar gittikten sonra; ören yeri olarak halka açılır. Ama; Fransızlar, giderken, sarayın içinde ne var ne yoksa alıp götürürler.

Ellerinden gelse, sarayı da tekerlek takıp götürürler diye düşünmemek elde değil. Çünkü; tamamen boşaltmışlar, hiç bir şey kalmamış.

Evet; sarayı gezmeye başlıyoruz. Hatırlarsanız; saraya girerken, yol üzerinde bir kaldırımdan geçtik. O yol; şehirde Medina ile Medinanın içindeki Mallah mahallesini ayıran yol. Mellah mahallesinde Yahudiler yaşıyor.

Aynı ve benzer toplumlarda bile, bir arada yaşayan insanlar, bin bir sebepten dolayı kavga edip mahkemelik olabiliyorlar. Düşünün ki, aynı yerde yaşayan, iki farklı toplum, onları yanlızca bir yol ayırıyor birbirlerinden.

Yani, iç içe girmiş halde yaşamayı öğrenmişler. Ve, ilginç olanı şu ki; bu iki toplumu ayıran yol üzerinde, Bahia sarayı, yani adalet bakanlığı. İki toplumun kesiştiği noktaya yapılmış.

İlk yer; duruşma için bekleme avlusu, sonra duruşma avlusu. Saray; toplam 45 dönüm araziye kurulu. Ziyaretçiler için açık olmayan bölümlerde, hala ikamet edenler var.

Avluda göze çarpan bitkiler, ağaçlar göreceksiniz.

Dünyada: bahçecilik sanatında, İngiliz ve Fransız bahçeciliği konuşulur ve tartışılır. Ama, bunlara esin kaynağı olmuş Endülüs bahçeciliği var.

Burada: Endülüs bahçeciliğinin çok küçük bir örneğini görmek mümkün. Bunlardan, yani bu tür minik bahçelerden şehirde yaklaşık 20 bin civarında bulunduğu söyleniyor.

Bitkiler dışında, yerde ne var? Yerde: ne çini, ne mozaik, ne fayans olan, yalnızca Fas’a has, Fas sanatçılarının dünyaya ihraç ettikleri, “zelli”denen, pişirilmiş, boyanmış, sırlanmış toprak parçaları var. Toprak parçaları kesilmiş, boyanmış ve yerleştirilmiş.

Bunların hiçbiri, doğrudan monte edilmez, görülen cepheye, hepsi yerde ve tersten birleştirilerek, üzerine derz dökülerek ve yapıştırılarak, duvara monte edilir. Hepsi; tek tek, elle, hatta keserlerle kesilir.

Makine, kalıp yok. Çok zengin bir sanattır. Bunu algılayabilmek için, gözün alışması gerekir. Göz alıştıktan sonra, daha kolay görülür. Gözün alışması için ise, çok zaman ister. Güzel şekil denen olay bile, gözün alıştığı standartlıklardaki güzelliktir.

Bütün iç mekanı kaplayan, 155 in üzerinde, ahşap şerit var. Derinlik hissi vermesi açısından önemli. Onun üzerinde alçı var. Kartonpiyer değil.

Ahşap bölümler ise: sedir ağacından. Fas’ta, dünyanın en büyük sedir ormanları mevcut. Sedir, çok dayanıklı bir ağaç. Mısırda, MÖ.2000 li yıllardan kalan, sedir ağacı kalıntılarını günümüzde görmek mümkün.

İşgal yıllarında;

Fransızlar üşür ve bunun üzerine, belli noktalara şömine yapılır ve yapının orijinalliği yer yer bozulur. Ancak: Fas Merrakech şehrinde, asla tüken baca göremezsiniz. Çünkü: burada halk, mevsimine göre giyinmeyi iyi bilir. Isınmak için; soba vs. yakılmaz.

İşgal yıllarının bir diğer uygulaması ise, yapının çeşitli bölümlerine ayna yerleştirilmesi. Faslı, ayna kullanır. Ama, aynayı asla açık bırakmaz, örter.

Neden? Çünkü, aynanın şehvet uyandırıcı olduğunu düşünür. İkincisi ise, aynanın cinler alemine geçişin aracısı olduğuna inanır. Bu yüzden, aynayı örtülü bulundurur.

Gezimize devam ediyoruz. Cariyelerin yaşam bölümündeyiz. Cariye denince, şeri kanunların dört kadın alma hakkı ile ilgili hükümleri hakkında, burada ayrıntılara girmek istemiyorum. Çünkü, böyle bir uygulamanın doğru olduğunu düşünmüyorum.

Burada: üç odanın bulunması, dördüncü cariye için niye oda bulunmaması gibi, birinci cariyenin odasının başka bölümde bulunması, diğer cariyelerin birinci cariyeye hizmet için alındıkları, dünya üzerindeki kadın-erkek oranlarının yüzdesi vb. gibi bir sürü saçma sapan olduğunu düşündüğüm konulara girmek istemiyorum.

Sonuçta; burası bir ev kompleksi ve zamanında insanlar yaşamış. Kendi adetleri, gelenek ve göreneklerine göre yaşamış oldukları kadar ne olabilir?

Evet, geziye devam ediyoruz.

Odalar, çok basit ve sade. Büyük bir avluya geliyoruz. Burada, tüm saray halkı toplanıp yemek yiyormuş. Bu avlu, aynı zamanda, birçok filme mekan olmuş.

Bu avluda çekilen tanıyabileceğiniz filim ise; İngiliz hasta. O filmde, Noel kutlaması var. Kadının kocası, Noel baba kıyafetinde, askerler, balonlar var.

Kadının aşığı ise, hemen içeride, pencereden kadınla konuşuyor, o filmi tekrar seyrederseniz, bu sahnelerin çekildiği bu mekanı hatırlayacaksınız. Doğal ışığa ihtiyaç duyulan tüm filimler, burada çekilmekte.

Cariyeler avlusundan sonra; büyük bir avluya geçiyoruz. Burası, meşhur Endülüs bahçeciliğinin en büyük örneği. Greyfurt var, yeni dünya var, palmiye ağacı var. Palmiye ağaç mıdır? Çiçek midir? Hayır, Palmiye otgiller dendir.

Gövdesine bakın, milyonlarca dallaşmış köklerin bir araya gelmesinden ve bunların ağaçlaşmasından oluştuğunu görürsünüz.

Bahçenin bu bölümünde, arkada bambu bile görebilirsiniz. Burada; karşıdaki oda da eğitim verilirmiş. Tahtaya tebeşirle yazdıkları ayetleri silmeleri gerektiğinde, beyaz tebeşir tozlarını bir araya toplayıp, özel bir kuyuya dökerlermiş.

Günümüzde, Fas Kralının iki çocuğu; halen halkın çocuklarının devam ettikleri okullarda eğitim görmekteymişler. Halka karışmaları açısından, buna çok önem veriliyormuş. Bu bölümde, yine ahşap, yine sedir, yine bol bol motif var. Ama ilave olarak, duvarlardaki şeritlerde, kurandan ayetler yazılı.

Bunların çoğu; korunma amaçlı yazılmış ayetler. Nazar duası, akşam yatıp uykuda öldüğünde cennete gitmek için dua, göze gelmemek için dualar.

Ülkemizde de, belki görmüşsünüzdür, Anadolu’da bahçe kapılarında hep dualar vardır. Yolculuk duası, bereket duası, karınca duası, nazar duası gibi.

Fas; özellikle Arap-İslam kültürünün bittiği nokta.

İki çeşit aktarım var. Biri: kaynak çok zengin ve kaynaktan uzaklaştıkça azalan aktarım. Diğeri; kaynakta birikimi olan ve her geçtiği kültürden etkilenen, biraz biraz alan ve son noktada zirve yapan aktarım.

Zirveye burada ulaşılmıyor. Endülüs’te ulaşılıyor. Buraya kadar, devşirilen tüm toplum, göçebe. Göçebede ise, sanat pek aranmıyor. Yaşam şartları, doğal koşullar uymuyor. Ama, bunlar Endülüse geçince, zirve noktasına ulaşıyorlar.

Araplar, Endülüs’ten dönerken, ihtiyaç duymadıkları tüm eşyalarını bırakıyorlar. Bırakılan bu eşyalar, araç ve gereçler ile, İspanyollar kutup yıldızını buluyorlar ve daha nicesini.

Evet: Bahia Sarayı bitti, saraydan çıkıyoruz. Yürümeye devam ederek, Jamaa El Fna Meydanına geçiyoruz.

JAMAA EL FNA MEYDANI:

Koutubıye Camiinin hemen yanında, yaklaşık 300 metre. Meydanın her yerinde, caminin minaresini görmek mümkün. Bu minareye göre; yönünüzü ve meydanın yerini tayin edebilirsiniz.

Bu meydanın kelime anlamı: kıyamet meydanı. 20’nci yüzyılda, yani yakın zamanlara kadar, bu meydanda, Fırankovari yerel yönetimler, idam cezaları infaz ediyorlarmış, bu nedenle bu isimle anılıyor.

Diğer adı: ölüler meydanı. Bu meydan; şehrin kalbi. Günümüz Afrika’sının, en hareketli şehir meydanı. Fas’ta görülmesi ve gezilmesi gereken yerlerin başında. UNESCO tarafından, milli miraslar listesine alınmış, dünya üzerindeki ender meydanlardan.

Burada; uzun saatler geçirmek için, mutlaka zaman ayırın. Turistler yanında, yerel halkta meydanda. Özellikle; eğlence ve yemek için; kızlı-erkekli gurupların buluşma, toplanma yeri.

Meydanın hemen girişinde, çok sayıda fayton var.

Muhteşem kötü bir koku. Dayanabilirseniz, yanlarına gidin ve pazarlık yapın. Bir saatlik çevre gezisi için, sizden 350 dirhem ister, yalnızca 200 dirheme gezebilirsiniz. Faytona mutlaka binin, gerçekten keyifli.

Ama binmeden önce; faytoncunun oyununa gelmemek için mutlaka pazarlık yapın. Fiyatta anlaşın, faytoncunun herhangi bir alışveriş mekanına gitmek istemesi durumunda, asla kabul etmeyin. Yoksa; kısa bir turdan sonra, fayton bir yere yanaşıyor, faytoncu kolunuzdan tuta tuta sizi bir alışveriş mekanına sokuyor.

İçerde; aniden halı-kilim şovu başlıyor. Her ne kadar, satın almak istemediğinizi söyleseniz de, bu şov yaklaşık yarım saatten fazla zamanınızı çalıyor ve satın almadan ayrıldığınızda, arkanızda asık suratlı bir çok insan bırakıyorsunuz.

Yani; tabiri caizse, hanutçuluk yapan faytoncu. Ama, bunun yanı sıra, fayton ile gezerken, dar sokaklarda, sıkışık trafikte, bu faytoncuların nasıl muhteşem bir şekilde faytonlarını kullandıklarını görebilirsiniz.

Ayrıca; otelinize veya belli bir adrese giderken de, faytondan yararlanabilirsiniz.

Şöyle ki;

otel adres kartını faytoncuya gösterin ve pazarlık yapın. Verdiğiniz rakamı kabul etmez ise, yanından ayrılır gibi yapın, inanın arkanızdan sizin verdiğiniz rakamı kabul ettiğini haykıracaktır, çünkü o kadar çok fayton var ki, boş durmalarının bir anlamının olmadığını mutlaka anlıyorlar. Meydandan, ortalama yarım saat sürecek bir adrese, 40 dirheme rahatlıkla gidebilirsiniz.

Burada; gündüz saatlerinde; meddahlar, yılan oynatıcıları, dövmeciler, hokkabazlar, cambazlar, geleneksel dansçılar gösteri yapıyorlar. Müzik sesi duyduğunuz yere yaklaştığınızda, özel kafeslerinden çıkarılan yılanların, müziğin ritmine uygun olarak hareket ettiklerini göreceksiniz. Halbuki; yılan sağır bir hayvandır.

Müzik sesini duymaz, onun yaptığı ritmik hareketler, yalnızca korunma içgüdüsü ile yaptığı hareketlerdir inanın.

Yine de, bakın. Bu arada; büyük boyutlu yılanları, boynunuza dolamak isteyenler olacaktır, bunu bilen ve böyle bir durum olmasını istemez iseniz, yılan oynatılan yerlere yaklaşmamanızı tavsiye ediyorum.

Dövmeciler; ellerinde, uçları küt, iğne şırıngaları var, içende ise, uygun kıvama getirilmiş kına.

Bir dövmeciye yaklaşıyorsunuz, hani düşünüyorsunuz ki, yaptırmak istediğiniz dövmenin bir kitaptan, şeklini gösteresiniz.

Hayır. Nerde? Dövmeci, es kaza, elinizi yakalayınca, başlıyor boyamaya, dövme yapmaya. Tabi, ortaya istemediğiniz bir şekil ve bir süre dövme yapılan elinizi, kolunuzu kullanamama gibi bir durum çıkıyor.

Bu nedenle; tedbirli olun, dövme yaptırmak için ya bolca zaman ayırın, yapılan dövmenin kurumasını beklemeniz gerekiyor (muhtemelen 2 saat) ya da, hiç dövme yaptırmayın, zaten yaptıkları şekiller hiçbir şeye benzemiyor.

Ama, bu arada dikkat, herhangi bir dövmeciye yaklaştığınızda, elinizi kaparsa, inanın asla bırakmıyor ve başlıyor boyamaya. Sonuçta, elbette para.

Falcılar var. Nasıl baktıklarını bilmiyorum. Ama zaten dil olarak anlaşma şansımız olmadığından, fal baktırmayı pek düşünmedim. Hani deniyor ya, her dilde fala bakanlar var diye.

Kesinlikle inanmayın, bırakın her dili, yalnızca Arapça ve belki de birazcık Fransızca konuşabildiklerini düşünüyorum.

Falcı olarak bulunanların tiplerini gördüğünüzde, bana hak vereceksiniz.

Falcılar yanında; daha ilginç olanını, büyücüleri göreceksiniz.

İnsan vücudunu ifade eden bir bebek, ne yaptığını anlamadığım ama büyücü olduğunu hissettiğim tipler ve çevresinde toplanan insanlar.

Dansçılar var.

Yerel ve ilginç rengarenk kıyafetleri içinde, müzik eşliğinde dans ediyorlar. Aman dikkat, elinizdeki fotoğraf makinasını veya video kamerasını onlara çevirir veya doğrultursanız, çekip çekmediğinize bakmadan, koşarak yanınıza geliyor ve ısrarla para istiyorlar ve para almadan asla gitmiyorlar, bu arada kolunuzdan çekiştirmek de cabası.

Hadi, rahatsızsınız, şikayet edin, kime? Mecbur, para veriyorsunuz.

Kötü olan şu ki, verdiğiniz paranın miktarını beğenmiyorlar yani en az 20-30 dirhem vermeniz şart. Ama; bu şart, içten gelen bir olay değil, mecburiyet.

Bu arada; bu durum, bu meydandaki tüm gösteriler ve etkinlikler için geçerli olduğunu söylemeliyim, yani bir yılan göstericisinin gösterisini seyrettiğinizde de, mutlaka para vermeniz gerektiğini sakın unutmayın.

Maymununu yanına alıp gelenler var. Bir maymun, boynunda bir zincir. Yanına yaklaşırsanız veya yanından geçerseniz, maymun hemen omuzunuza veya kucağınıza atlıyor.

İster fotoğraf çektirin, isterseniz çektirmeyin, maymunu sevin, yeter ki sahibine para verin. Yani ve sanki, zorla para vermeniz gereken durumlar yaratılıyor.

İnternette diğer yazılanları okuyunca ve burada bambaşka şeylerle karşılaşınca şaşırmamak elde değil.

Ama gerçekten böyle. Bu muhteşem ve egzotik olduğunu düşündüğünüz meydan, yerel halkın para hırsı yüzünden, turistlerin sürekli rahatsız edildikleri, kolundan tutup çekiştirildikleri, sözle taciz edildikleri, farklı fiyat uygulamaları ile kandırıldıkları bir yer haline gelmiş.

Bu durumda, elbette diyeceksiniz ki, niye gideyim bu rezilliği yaşamaya. Her şeye rağmen, buraya kadar geldiniz, gelmedi iseniz, bir eksiklik hissetmeyin, zaten onlar çok zengin turist istiyorlarmış, öyle söyleniyor.

Ben bunları yazarken, haberlerde ilginç bir haber vardı. Amerika’da, New York kentinde, başı kapalı, gözünde gözlükleri olan, kimliği ve ismi belirsiz birinin, meydanda, önünde sıraya giren herkese en az 50 şer olmak üzere, binlerce dolar dağıttığı söyleniyordu.

Sanırım, Fas gezinizde de, sizin böyle bir rol üstlenmeniz gerekecek. Yani; bir eliniz cebinizde, sürekli para dağıtmak durumunda kalacaksınız veya kalmanız gerekecek desek sanırım daha doğru olur.

Madem, oraya kadar gittiniz, bari cebinizde küçük oranlı paralar bulundurun diyeceğim, o da sıkıntılı, çünkü küçük para verdiğinizde mutlu olmuyorlar ki. Neyse, tercih sizin.

Evet, akşam olmaya, güneş batmaya başladığında,

Meydanda başka hummalı bir faaliyet başlıyor. Küçük kamyonetler, at ve eşek arabaları ile taşınan; uzun demir çubuklar, borular, oturma yerleri, ocaklar, lambalar kuruluyor. Güneş battıktan bir süre sonra, ocaklar, ızgaralar yakılıyor ve muhteşem bir duman ve yemek kokusu, gökyüzüne ve meydana egemen oluyor.

Hani; Fas’ta tüten baca göremezsiniz denilmişti, ama Fas’ta tüten koca bir meydan göreceksiniz, şaşırmayın. Evet; insanlar akın akın meydana gelmeye başlıyorlar.

Turistlerin yanında, muhteşem bir yoğunlukla, yerli halk da buraya geliyor. O kadar kalabalık oluyor ki; ” iğne atsan yere düşmez ” deyimi, sanki burası için söylenmiş diye düşüneceksiniz. Kendinizi, bambaşka bir dünyada hissedeceksiniz.

Evet, başlayın yürümeye, ama tabii yürüyebilirseniz. Açık hava restoranları her yer. Her türlü yiyecek maddesini bulmanız mümkün olan restoranlar var.

Başlıyorsunuz, bunların çevresinde, aralarında gezinmeye ve gerçek festival o anda başlıyor.

Bir kolunuzdan biri, diğer kolunuzdan başka biri tutup çekiştiriyor, kendi restoranında yemek yemeniz için, önünüze atlayan biri, bir şeyler söyleyip sizi kendi mekanına sokmaya çalışıyor.

Hani; derseniz ki,

ben bakıp görüp beğenirsem bir yere gireyim, hayır, öyle bir şansınız yok. Bu çekiciler o kadar fazla ki, birinin mıntıkasından ayrıldığınızda, o sizin kolunuzu yani sizi çekiştirmeyi bırakıyor, diğerinin mıntıkasına giriyorsunuz, başlıyor başka biri çekiştirmeye ve anlamadığınız bir şeyler söylemeye.

Tam bir festival. O kadar çok ve değişik yemek türü görmeniz mümkün. Değişik kokular hissetmeniz, bu kokuların üzerinize kıyafetlerinize sinmesi mümkün. Cesaret edebilirseniz, oturup tadına da bakabilirsiniz elbette.

Örneğin; bir saç kavurma yaptırıp, sırf suyuna banarak bir ekmek bitirebilirsiniz. Her türlü; et ve et ürününü bulmanız mümkün.

Oturup; bir koyun kellesini, yanaklarını ayıklayarak, afiyetle yiyebilirsiniz.

Veya, bu ülkede bolca bulunan ve alışkanlık haline geldiğini düşündüğüm salyongoz yiyebilirsiniz.

Ve hatta; Faslı büyük küçük bir çok insanın bu salyangozları afiyetle yediğini görerek, yiyip yememek üzerine arkadaşlarınız ile iddiaya bile girebilirsiniz.

Burada; yörenin meşhur yemekleri, kuskus ve tajin de göreceksiniz.

Özellikle: tajin ve kuskusu burada yiyebilirsiniz, ama sonuçta yeterli hijyen olmadığından, tercihi yine de size bırakıyorum. Tajinin; birçok çeşidi var, etin türüne göre: kuzu, koyun, tavuk veya güvercin etinden tajin yiyebilirsiniz.

Tajini mutlaka deneyin, bizim damak tadımıza nispeten uygun. Tandıra benzeyen bir tadı var. Kuskus da yemeniz mümkün. İrmik üzerine yapılan; etli veya sebzeli olarak tercih edebileceğiniz kuskusu, bu ülkede kaldığınız sürede mutlaka deneyin.

Bizim damak tadımıza pek uygun olmasa da, ne bilim, belki beğenirsiniz, çünkü Faslılar, bunu çok sık ve mutlaka yiyorlar.

Burada; birde şuna dikkat etmenizi önereceğim. Sizi; kendi yemek yerine çekmek isteyenlerin elindeki fiyat listelerine mutlaka iyi bakın. Ayrıca; yemek yerine oturduğunuzda da, size sunulan fiyat listesini iyi inceleyin.

Çünkü; yemek bitip, hesabı istediğinizde, çok yüksek ve saçma sapan bir hesap önünüze koyuyorlar. Yani; turistlere ayrı fiyat listesi, yerli halka ayrı fiyat listesi var.

Bunlar, bu uygulamaları nerden öğrenmişler, inanın bu uygulamaları görünce elbette hemen itiraz ettim, ama bazı şeyleri hatırlayarak, minik bir gülümsemenin yüzüme yayıldığını hissetmemek elde değil.

Evet; masanıza yemek öncesi koydukları, minik tabaklar içindeki, bir-iki çeşit uvertür ve ekmek için bile, hesap istediğinizde, muhteşem bindirme yapmayı asla ihmal etmiyorlar.

Sakın ödemeyin, ödemediğiniz takdirde herhangi bir sıkıntı da yaratmıyorlar. Hani denir ya, ” yersen “. Ödersen, ne ala, ödemezsen, iyi.

Burası; yerli halkın eğlence mekanı.

Çünkü; birkaç müzik aleti, sandalyeler daire şeklinde yapılıyor ve ortada başlıyor, canlı müzik ve kısa süre sonra, oynayanlar, kollarından çekiştirilen ve oynamaya davet edilen turistler. Tabii bu davet; kolundan çekiştire çekiştire yapılan bir davet. Yani; sizin inisiyatifinize kalmayan bir davet.

Meydanda; bol miktarda portakal suyu satıcısı göreceksiniz. Hani, bu ülkede portakal bol diye düşünürken, portakal suyunun da ucuz veya ne bilim, uygun fiyatlı olduğunu düşünüyorsunuz değil mi. Hayır. Yanıldınız.

Portakal suyu fiyatı, şöyle ki bir bardak için yaklaşık 4 TL. ayrıca satıcı içine “buz atimmi” diyor, evet derseniz, o ne tür sudan yapıldığı belli olmayan birkaç buz taneciği içinde, ilave 3-4 dirhem vermeniz gerekiyor.

Sonuçta; gördüğünüz ortamdan o kadar etkileneceksiniz ki, hijyen yani temizlik, korkusu tüm benliğinizde egemen olacak ve belki de, hiç bir yemek veya içecekten tatmadan meydandan kaçar gibi ayrılacaksınız.

Bu da değil; bir iki şeyin tadına bakmakta yarar var diye düşünüyorum.

Örneğin; temiz olduğunu gözünüze kestirip ve daha da önemlisi, turistlikteki en büyük unsuru kullanıp (yerli halkın en çok yemek yediği yeri tercih edin, çünkü yerli halk iyi ve kaliteli yemeğin bulunduğu yeri tercih eder ve orayı doldurur) bir yere oturabilir ve yine çevrenize bakıp, en çok tercih edilen bir yemek ve içecek cinsini deneyebilirsiniz.

Meydanda; seyyar el arabalarında, çeşitli baharatlardan yapılmış tatlılar ve özel çeşnili çaylar göreceksiniz, deneyebilirsiniz.

Ben; zencefil tatlısı ve yanında çayını denedim, güzeldi, deneyin isterseniz.

Bu meydanın hemen kıyısında, güzel bir restoran var.

Argana restoran. İki katlı, özellikle üst katından meydanın görüntüsü mükemmel. Ancak, üst katta yalnızca yemek yiyenler, yemek yeme süresince oturabiliyor, alt katta ise içecek servisi var.

Burada: portakal suyu veya nane çayı, evet özellikle nane çayı deneyin, muhteşem. Üst katta ise; masaya oturan her kişinin yemek yemesini ister gibi bir huyları var.

Yani; iki kişi gidip, bir porsiyon yemek istediğinizde, servis yapmıyorlar.

Böyle bir saçmalığı yaşamak mümkün.

Meydanda bulunduğunuz süre içinde; bu restoranın tuvaletini de kullanmanız mümkün, herhangi bir sıkıntı yaratmıyorlar. Zaten; başkaca tuvalet de yok.

Birde; sakın unutmayın.

Burada; meydanda değil, normal bir restoranda verdiğiniz yemek siparişleri, bazen saatlerce çıkmıyor.

Bir yemek siparişi için, muhtemelen 2 saate yakın beklemek gerekiyor.

Yemek siparişi verirken, beklemeniz gereken süreyi de sorun, yoksa, bir yemek için zamanınızın büyük bölümünü, bir restoranda oturarak ve bekleyerek, sıkıntı içinde geçirmek mümkün.

Bu kadar kalabalık ve keşmekeş olunca, eksik olmayan ne kalır sizce?

Yankesicilik. Aman dikkat, zaten o kadar bol dilenci ve kağıt mendil satan çocuk var ki, şaşacaksınız.

Dilenciler ise, internette bazı sitelerde yazıldığı gibi, sakin, oturduğu yerde bekleyen dilenciler değil, hareket halinde, kolunuzdan çekiştiren, sırtınıza tık tık yapan dilenciler, çok rahatsız edici boyutta.

Hani, yemek yerlerinin çığırtkanları var ya, onların bulunmadığı demeyeceğim, bulunmadıkları yer yok, onlardan fırsat kaldığında, dilenciler başlıyor bu sefer, kolunuzdan çekiştirmeye.
Çok mu kötümserlik, hayır, ben bunları yaşadım, yaşadıklarımı anlatıyorum, abartımı? Asla.

Çünkü;

Sonuçta ben de oraya güzel şeyler yaşamak ve görmek için gittim, bunları yaşayıp görmeyi ben istemedim ki, bunlar oradaki yaşamın bir gerçeği.

Her şeye rağmen, giderseniz, mutlu olun, bu sıkıntılar yanında güzel olanı; kesinlikle herhangi bir cinsel taciz olayının asla olmaması.

Tüm bu rahatsızlıklar, belli bir boyutta kalıyor, bayanlar için asla cinsel taciz boyutuna vardırmıyorlar. En güzeli bu.

Evet; meydanın gündüz faslını gezdikten sonra; hava kararmadan önce, “Souk” yani çarşı bölümüne girmeniz gerek. Hava kararana kadar, çarşının sokaklarını gezin ve hava kararınca, yine meydana gelin.

Akşam, burada bir başka alem yaratılıyor. Argana restoranın hemen solundaki sokaktan çarşıya girin ve ilerlemeye başlayın. Bir süre ilerledikten sonra, sağa dönün, bir süre böyle ilerledikten sonra, tekrar sağa dönüp, büyük olasılıkla meydana çıkan yola veya sokaklara gireceksiniz.

Yok hayır, kaybolursanız da, insanlara meydanı sorun, ya tarif ederler, ya da yerinden kalkıp gösterirler, tabii ücreti karşılığı.

SOUK-MERRAKECH ÇARŞISI:

Meydana açılan yollar ve onların bağlandığı minik sokaklar çok keyifli. Geleneksel özellikleri olan bir yer. Dev bir labirenti andırıyor.

Labirent gibi dar sokaklarda kaybolmak mümkün. Buraya girmek çok kolay ama çıkmak zor. Çarşıyı bilen birinin yardımı olmaksızın çıkamazsınız.

Ara sokaklarda; ressamlar ve galeriler göreceksiniz. Bol miktarda: kasnaklarından çıkarılmış, taşınmaya hazır, yörenin özelliklerini ifade eden yağlı boya resimler. Berberi tabloları bunlar. Tercih sizin, beğendiyseniz satın alabilirsiniz.

Fiyat? Evet, ben birini beğendim, satıcı 650 dirhem istedi, 150 dirhem teklif ettim, kabul etmedi, arkamı dönüp çıkarken, arkamdan kabul ettiğini söyledi ve resmi aldım.

Unutulmaması gereken şu: pazarlığını yaptınız ve satıcı sizin teklif ettiğiniz fiyatı kabul etti.

Bu durumda,

O malı almak mecburiyetindesiniz. Bu yüzden; beğenmediğiniz malın pazarlığını yapmayın. Fiyatını yüksek bulduğunuz ve yüzde otuzu civarındaki pazarlık payı fiyatını vermeyi uygun bulduğunuz mal için pazarlığa başlayın.

Deri eşyalar, kilimler, vazolar, ahşap objeler, halılar, boyacılar, sele yapanlar, çeşit çeşit geleneksel giyim eşyası satanlar, birçok çeşit ve renk terlikler, gümüş takılar ve objeler, tajin kaplarının minyatür ve gerçek boyutundaki örnekleri, porselen vazo, tabak vs. gibi objeler, terlikler, bastonlar, muhtelif taşlar, baharatlar, meyveler, incir, hurma ( Fas’ta sakın hurma demeyin, onların dili gereği, “hurma” ahlaksız kadın anlamına gelmekte imiş) vb. gibi, birçok objeyi bulmanız mümkün.

Özellikle; belli objeleri satanlar, belli bölgelerde toplanmışlar.

Bu yüzden, gezerken buna dikkat ederek, çeşitli ve farklı bölgeleri gezmek gerek. Ayrıca; bir objeyi satın alırken, malum taşıma büyük problem, bunu unutmamak gerek.

Çok güzel ve beğendiğiniz porselen bir tabağın, taşınmasının, kırılmadan evinize ulaştırılmasının büyük problem olduğunu unutmamak gerek.

Birde, alışverişte şuna dikkat edilmeli; tercih edilen malın ülkemizde bulunup bulunmadığı ve fiyat avantajı olup olmadığı.

Ülkemizde bulunabilen bir malı, aynı veya çok yakın bir fiyata, ta oralardan almanın anlamı var mı, bilemiyorum, tercih sizin. Bunu söyleyince, bazı kişiler, aynı objenin ülkemizde bulunan çeşidi ile, burada satılan çeşidinin farklı olduğu hakkında yorumlar yapmaktan geri kalmıyor. Farklılığının ne olduğu ise, meçhul. Neyse, tercih sizin.

Yine de;

Alışveriş bölümünde belirttiğim gibi: buradan neler satın alınabilir? Bence; buraya has terlik, ufak bir porselen obje, gümüş takılar, başa takılan rengarenk örülmüş takkeler, belki bir yağlı boya tablo, birçok çeşidi bulunan deri çantalar-cüzdanlar, cins cins ve renk renk şallar, nane çayı demliği ve bardak takımı, belki bir miktar baharat vs.

Meydanın yakın çevresindeki pastanelerde, özellikle, Arap kültürüne has tatlılardan, mutlaka tadın.

Özellikle; üçgen, muska biçimli tatlıyı deneyin, gerçekten tatlı kültürleri üst düzeyde. Ama, hijyen sıkıntılı, tercih sizin.

TURİSTİK GEZİ OTOBÜSÜ:

Meydanın hemen yanında, Koutubıya Camiinin önünden kalkan, üstü açık bir otobüs. Tur fiyatı: 11 Euro. Gerek zaman ve gerekse gezi güzergahından hoşnut olmamam nedeniyle tercih etmedim.

Atlas dağlarının eteklerindeki Agdal bahçelerine kadar giden, kurak topraklar üzerindeki palmiyeleri de görme şansınızın olduğu bir tur. Tercih sizin.

CHEZ ALİ SHOW:

Şehirden yaklaşık yarım saat kadar uzaklıkta, özel olarak bu şov için dizayn edilmiş bir mekanda, çöl ortamında, çadırda verilen bir yemek sonrası, at gösterilerinin yapıldığı bir yer.

Bu topraklarda: Araplarla beraber yaşayan yerel toplum olan berberiler var.

At daha çok Berberilerin ata sporu. Kabileler arasındaki sürtüşmeleri, sportif bir yolla çözmek için, at sporu yaratılmış.

Her kabileden beş-on erkek veya bayan yarışmacıdan oluşan ekip, bunlar at üzerinde dört nala giderken tüfekle ateş ediyorlar.

Tüfeklerin tek ses çıkarması gerek, kolay değil, ekip halinde tek ses çıkarmak zorundalar.

Bugün Fas’ta halen 39 tane ekip var. Erkekler ve bayanlar olmak üzere, iki ligde yarışmalar düzenleniyor.

Bunlar, bu ülkede çok önemli faaliyetler imiş.

Evet; çadırlarda, yere bağdaş kurularak yenilen çok sıradan bir yemek.

Genelde, bu yemek kuskus ve meyve ile geçiştiriliyor.

Yemek esnasında: çeşitli berberi kavimlerini ifade eden insanlar, her biri farklı renkte kostümler içinde şarkı söylüyorlar.

Aynı kişileri, içeri girdiğiniz andan itibaren, çıkana kadar görebiliyorsunuz.

Berberilerin bütün kavimlerinde, farklı dil ve lehçeler konuşulduğundan, farklı etnik sesler duymanız mümkün.

Kapıdan girerken; kolunuza giriveren iki kadınla çekilen fotoğraflar ise, yüzünüzdeki şaşkınlık nedeniyle sevimsiz çıkıyor.

Yemek esnasında, 20 dirhem karşılığında satın almaz iseniz, gösteriler bittikten sonra, tanesini 5 dirheme satın alabilirsiniz.

Evet, yemek bitti.

Serin bir gece, sesler ve ışıkların eşliğinde, muhteşem bir atlı şov başlıyor. Atların gösterisi mükemmel.

Geniş bir alan etrafında türbünler var. Beton zemin üzerinde, akrobasi, develerin gösterisi, atla ateş etme, dansöz, düğün alayı, şarkı söyleyen gurupların selamlama geçişi töreni ve bir saatlik süreyi alan gösteri bitiyor.

Gidip gitmemek konusunda tercih sizin, yazılanlar ilginizi çekerse gidebilirsiniz.

Yemek pek orijinal değil, belki atların gösterisi ilginizi çekebilir.

Fiyat mı, belki biraz yüksek, 60 Euro.

SAADİAN TÜRBELERİ:

Fas Merrakeche gidip te, görmeden dönmenin olasılığı yüksek olan bir yer. Belki de, hani dünyanın bir ucuna gidiyoruz, türbe mi görmeye diye düşünenler olabilir.

Ama sonuçta, burası da ilginç bir yer. Şöyle ki: bunlar anıt mezarlar. 16’ncı yüzyılda, burada hüküm süren Saadin Kralları ve akrabaları için yapılan bu mezarlar, Sultan Mulay İsmail tarafından surlarla çevrilmiş.

Bütün; Saadin Hanedanlığına ait kalıntıları yok etmek isteyen ve yok eden Sultan İsmail, burası özel bir kraliyet mezarlığı olduğundan, saygısızlık etmemek için, yok edememiş ama etrafını surlarla çevreleyerek, burayı gözden saklamayı düşünmüş.

Dar bir yoldan ulaşılan mezarlığın üzeri, geometrik desenli taşlarla kaplı. İki tane mermer mozole var. Erkekler ve kadınlar ayrı yerlere defnedilmiş.

Burada bir palmiye ağacı var ve çok orijinal. Şöyle ki, metrelerce uzayıp giden tek kökte, beş gövdeyi bir arada barındırıyor.

Evet, tüm bunların dışında, bu şehirde yeterli zamanınız kalırsa, yeni şehir bölümünü de gezmelisiniz.

Ama, yeni şehir bölümü; her modern ülke ve şehirde görülebilecek manzaraları barındırıyor. Yani, büyük giyim mağazaları, restoranlar var.

Yemek konusunda tercih ederseniz: fast-food restoranları da yeni şehir bölümünde.

Surun dışında, yürüyerek yarım saatlik mesafede.

Siz, yine de, zamanınız olduğunda, mutlaka sur içindeki meydana gidin, çarşıda gezinin.

Ama, dedim ya, bir nebze de olsa sıkılacak ve isyan edeceksiniz, ama buraya geldiğinize göre, bunları yaşamanız gerek.

Şunu unutmamak gerek.

Burası yabancı bir ülke, yabancı bir dil. Fransızca veya Arapça bilmiyorsanız, işiniz gerçekten zor. Sanki; devlet, otorite yok gibi.

Bu meydanda, her an binlerce kişi var, ama faytoncuların arka bölümünde, yalnızca iki veya üç polis veya resmi giysili görevli görmeniz mümkün.

Dolayısı ile; başınıza bir şey gelmesine tahammül edecek durumunuz yok, derdinizi anlatacak kimse yok. Bu nedenle; gerçekten dikkatli olmakta yarar var.

Casablanca tanıtımı ve gezi yazısı için. 

Esseouira tanıtımı ve gezi yazısı için. 

Tanzanya Ngorongoro

Tanzanya Ngorongoro

Ngorongoro krateri, dünyanın sekizinci harikası olarak ve Afrika’nın en iyi bilinen yaban hayatı bölgesi olarak tanınmaktadır. Bu muhteşem ve ilginç yaban hayatı alanı: 1979 yılında, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Ngorongoro: bir yanardağdır. Bir zamanlar: konik bir şekle ve günümüzdekinden 2 misli yüksekliğe sahipmiş. Ancak: günümüzden 3 milyon yıl önce gerçekleşen son püskürtmenin şiddeti ve altındaki erimiş kaya kütlesinin lav olarak dışarı kusulması sonrasında: konik zirve içe çökmüş ve 20 km. çapındaki günümüzde de görülen bir oyuk ortaya çıkmıştır.

Yani: yer kabuğunda dev bir kırık oluşmuştur. 20 km. çapındaki bu kırık çevresinde ise, 600 metre yüksekliğinde bir caldera duvarı oluşmuş ve dış dünya ile ilişik kesilmiş ve milyonlarca yıl boyunca, deniz seviyesinden 1800 m. Yükseklikteki bu oluşum günümüze hiç bozulmadan gelmiştir.

Kalderanın eteklerinde ise delikler oluşmuş, buralar hayvanlar tarafından barınak olarak kullanılmıştır.

Ayrıca: bölgede bol su mevcuttur. Yani, daha açık ifade etmek gerekirse: 20 km. çapındaki bu volkanik krater boşluğundaki verimli ve sulak alanda, birçok hayvan türü yüzyıllardır yaşamaktadır.

Bu olaydan günümüze kalan tek sonuç: kraterin kuzey batı ucunda bulunan “Round Table Hill” yani Yuvarlak Masa Tepesidir.

Bilimsel olarak: volkanik patlama ve çöküntü sonucu ortaya çıkan volkanik kraterlere “caldera” ismi veriliyor. Burada görülen caldera: dünya üzerinde benzerleri arasında, büyüklük bakımından altıncı sıradadır. Ama çeperlerinin kırıksız olması nedeniyle, dünyanın en büyük calderası olarak da bilinir. Yani: bunun en anlaşılır tanımı büyük delikdir.

1960 yılında: yalnızca 3.5 km. uzunluğundaki bozuk ve kötü bir yol: 600 metrelik bir yükseklik kazanarak, kraterin bu tabanına yani büyük deliğe veya calderaya iniyordu. Zaten: yine bu dönemlerde, buraya, yalnızca dört çekerli ve güçlü araçların girmesine izin veriliyor ve bu araçlarla, bölgeye her yıl yaklaşık 10 bin ziyaretçi taşınıyordu.

Evet: buranın hemen batısında, Serengeti bölgesindeki düzlüklerde su ve taze ot bulmak için, her yıl göç eden hayvanlardan farklı olarak, burada yaşayan 30 bin civarındaki hayvan: yılın büyük bölümünde burada 260 km. karelik alanda yaşamaktadırlar çünkü burada en kurak sezonda bile su sorunu yaşanmıyor.

Burada: bir dizi bataklık ve sığ bir soda gölü ve ana göl “Magadi” gölü ve iki nehir (Munge ve Lonyonike) bulunuyor. Magadi gölü, bu nehirlerle besleniyor.

Magadi gölünün sularının hiçbir çıkış yolu olmaması nedeniyle, göl suları, yüzyıllardır süren buharlaşma sonucu, yüksek oranda tuz içeriyor. Bu suda: sadece bazı su yosunları ve karides türü kabuklular yaşıyorlar. Ancak: burada bulunan milyonlarca flamingo için, bunlar yeterli geliyor. Flamingolar: uzun bacakları ile, göl kenarında iz sürüyor ve karideslerle besleniyorlar.

Bir kısım flamingo ise, derin sulardaki su yosunları ile besleniyorlar. Hemen yanındaki bataklıkta ise, su aygırları yaşıyorlar. Çamurlu bu çukurların yanı sıra, krater yani caldera içinde, su kuyuları var. Filler, kara gergedanlar ve birçok su kuşu: bu su çukurları yakınlarında yaşıyorlar.

Krater otlaklarının her yıl yenilenmesindeki en büyük etken: Aralık-Nisan ayları arasında süregelen aşırı yağışlardır. Bu yağışların ardından krater otlakları, yeşile bürünüyor ve zengin volkanik topraklarda rengarenk milyonlarca çiçek yetişiyor. Mayıs-Kasım ayları arasındaki kurak dönemde ise: kraterin yani caldera’nın rengi, yeşilden aşamalı olarak sarıya, sonra kahverengiye dönüşüyor. Bu dönemde, kraterde yaşayan hayvanlar ise, Munge bataklığı çevresinde toplanıyorlar.

Evet: kraterin kenarında oluşan yüksek duvarlar:

kraterin içinin dış dünya ile ilgisini kesiyor. Kraterin içinde yaşayan hayvanlar ise, hayati ihtiyaçlarını krater içinden rahatlıkla karşılamaktadırlar. Zebra, antilop ve ceylanlar gibi otçullar: kraterin büyük bölümünü kaplayan otlaklarda beslenirler ve aslan, leopar, çıta, sırtlan ve çakal gibi etçil hayvanlara av olurlar.

Otçullar: genellikle otların en yeşil olduğu Ocak ve Şubat aylarında doğururlar. Etciller de: yine aynısını yaparak, sütten kesilmiş yavruların ve onların bakımını üstlenen annelerinin iyi beslenmesini sağlayan yeni buzağıların ve yavruların bulunduğu aylarda doğururlar.

Sonuç olarak: Ngorongoro: kendi kendine yeten bir özellik taşımaktadır. Bu durum: uluslar arası bilim çevrelerinin de ilgisini çekmiş ve zoologlar ve diğer bilim adamları, buraya gelerek, buradaki vahşi yaşam ve ekosistemi incelemek üzere, yıllarca çalışmaktadırlar.

Bu çalışmalar sonucunda: hayvanların genetik havuzlarının çok dar olduğu sonucunu ortaya çıkarmıştır. Örneğin: Ngorongoro bölgesindeki panterlerden, 100 tanesinin, yalnızca 15 bireyden doğduğu tespit edilmiştir.

Bu arada: krater çevresine çıkan patika üzerinden, birkaç hayvan, her yıl krateri terk etmektedirler. Bunlar: kraterin altındaki düzlüklerde, her yıl tekrarlanan kuru sezon göçüne katılırlar ve sonra geri dönerler. Ancak, çevredeki tarım alanları ve yerleşimler, bu göç rotasını her geçen yıl tehdit eder duruma gelmiştir.

Ngorongoro: bir zamanlar tarım yapılmasına izin verilmeyen Serengeti Milli Parkının bir parçasıydı. Bu durum: sığır sürüleri besleyen yerli Masai halkının sıkıntısına neden oluyordu. Bunun üzerine, 1959 yılında, krater ve çevresinde, yaklaşık 8500 km. karelik bir koruma alanı oluşturuldu.

Burada: bölgenin yerli halkı olan Masai’ler hakkında da biraz söz etmek istiyorum. Masailer: ağır başlı, kızıl saçlı yöre insanıdır. Tanzanya hükümeti: yerli Masaileri, modern yaşama uyum sağlamaları için her türlü çabayı göstermesine rağmen, Masailer buna karşı direnmişler ve kabul etmeyip bulundukları yerleri terk etmemişlerdir.

Günümüzden yaklaşık 200 yıl önce buraya gelen Masailer, günümüzde burada sığır ve keçi besliyorlar. Sayıları ise, 43 bin civarındadır. Yağmurlu sezonda: bitişikteki ormanlık alanlara, kuru sezonda ise açık ovalara hareket ediyorlar.

Burada bir özellikten daha söz etmek istiyorum. Bölge: insanlığın beşiği ve dünyanın tarih öncesinde yaşanmış en eski sitesi olarak kabul edilen “Olduvai Gorge” alanını da barındırmaktadır. Burada yapılan incelemelerde: günümüzden 50 yıl önce, dünyanın ilk insanlarına ait, burada çeşitli izler bulmuşlardır.

Oldupai Gorge: Doğu Afrikadaki en ünlü arkeolojik alandır ve burayı da ziyaret etmenizi öneririm.

Ngorongoro kraterinin batısındaki bu alanda: insansı ayak izleri bulunmuştur. Volkanik kaya üzerinde korunarak günümüze ulaşan bu ayak izlerinin, 3.5 milyon yıl öncesine dayandığı söyleniyor.

Burada bulunan baş iskeletin ise: küçük beyinli ve üç parçalı olduğu görülüyor. Bu yaratığın boyunun ise, 1.2 ile 1.4 metre olduğu tahmin edilmektedir. Bulunan bu baş iskeleti, günümüzde, Oldupai Müzesinde sergilenmektedir.

Hatta: yine söylenenlere göre: Adem ve Havva’nın cennetten kovulduktan sonra, dünya üzerinde, burada buluştukları söyleniyor.

Tanzanya Ngorongoro

Ulaşım

Ngorongoro koruma alanı: Arusha şehrinin 180 km uzağında Serengeti Milli Parkının hemen yanındadır. Buraya ulaşım: Arusha şehrinden karayolu ile yaklaşık 4 saat sürer.

Tanzanya Ngorongoro

Ne zaman gidilmelidir

Yılın tüm zamanlarında, bu park alanını ziyaret edebilirsiniz. Ancak, özellikle yağmur sezonu ardından, Magadi gölündeki filamingo sürülerini görmek mümkündür.

Tanzanya Ngorongoro
Tanzanya Ngorongoro
Tanzanya Ngorongoro

 

Neler Yapılır

Burayı ziyaret ederseniz: özellikle siyah gergedanlar, filler, manda ve zebra sürüleri görebilirsiniz. Ayrıca: aslan, leopar ve sırtlan sürüleri de görebilirsiniz. Kuş türleri ise, yaklaşık 400 civarındadır. Flamingolar, yarasa kulaklı tilkiler, çita, çakal, ceylanlar da görebileceğiniz diğer hayvanlardır.
Park alanında: bu hayvanları görebileceğiniz bir sürüş alanı bulunmaktadır. Ayrıca: piknik noktaları vardır.

Tanzanya Ngorongoro

Bu geziye: Ngorongoro koruma alanı dışında, Masai ve diğer kabilelerin yerleşim yerlerini görmeyi de ekleyebilirsiniz. Bu turda: kabilelerdeki insanların oturduğu çamur-kerpiç evleri, onların yaşam tarzlarını ve danslarını izleyebilirsiniz.

Bu arada bir uyarı: yolculuk esnasında, izinlerini istemeden Masailer ve yerli kabile üyelerinin fotoğraflarını sakın çekmeyin.

Bölgedeki Masai köyleri şunlardır: Kiloki Senyati köyü: Olduvai Gorge bölgesinde, 7 km. güneybatı yönünde, ana yol üzerindedir. Loonguku köyü: Olduvai Gorge bölgesinde, Serengeti anayolu üzerinde 10’ncu km.dedir.

Tanzanya Ngorongoro

Olduvai Gorge Müzesi gezilebilir. Bu müzede: insan atalarının ve onların dünya üzerinde birlikte yaşamlarını sürdürdükleri hayvanların iskeletleri ve fosilleri görülebilir. Burada: ayrıca yöresel el sanatları örnekleri de sergileniyor. Müzede, bir oda: insanımsı ayak izlerine ayrılmıştır. Burada: bizim erken insan atalarımızın gerçek ayak izlerini görmek mümkündür.

Bu izler: mucizevi volkanik patlamalar sonucu oluşan çamurlu kil ile korunmuş ve güneş ile sertleşerek, günümüze 3.6 milyon yıl öncesinden gelmiştir. Bu ayak izlerinde, insanların dik yürüdükleri kesin olarak görülmektedir.

Evet, Serengeti Milli Park bölgesine giderseniz, zaman ayırıp Ngororo koruma alanını da görmenizi öneririm.

Güney Afrika Kuruger Milli Parkı

Güney Afrika Kuruger Milli Parkı

Öncelikle milli park alanının Güney Afrika ülkesinin bazı şehirlerine olan uzaklığından söz etmek istiyorum. Johannesburg şehri ile park arasındaki uzaklık 425 km, Peritoria şehri ile 529 km, Durban şehri ile 750 km ve Cape Town şehri ile 1800 km dir. Kuruger parkı bölgesinde faaliyet gösteren üç tane havaalanı vardır.

Burası: Güney Afrika’nın en büyük vahşi yaşam parkıdır. Toplam park alanının 2 milyon hektar olduğu söyleniyor. Bu büyüklük: İsrail veya Galler ülkesinin toprakları kadardır. Park: kuzeyden güneye 60 km doğudan batıya 350 km uzanır. Park: 1898 yılında, yaban hayatını korumak için kurulmuştur.

Ancak: parkın geçmişi, MÖ.1.500.000 yıllarına kadar uzanır. MÖ.100.000 yıllarında burada yerli kabileler Sunlar’ın yaşadıkları biliniyor. MS.200 yılında ise, Nguni insanları bölgeye yerleşmiş ve sığırları için burayı otlak olarak kullanmışlardır.

Park alanına ilk Avrupalı 1725 yılında Cape kolonisinden gelen Hollanda Doğu Hindistan şirketi üyesi Francois de Cuiper’dir. Ancak, yerli kabileler saldırarak bu ziyaretçiyi geri püskürtmüşlerdir.

1838 yılında Louis Trichards ve Hans van Rensburg bölgeye geldi. 1912 yılında bir demiryolu hattı ile rezerv bozguna uğradı. 1926 yılında İngiliz yönetimi, resmen “Paul Kruger” rezervlerini aldı ve Güney Afrika’nın ilk Milli Parkı ilan edildi. 1927 yılında park alanı ziyarete açıldı.

Park alanı içinde bulunanlar: 336 ağaç, 49 balık, 114 sürüngen, 507 kuş ve 147 memeli türü bulunmaktadır. Ayrıca, yine park alanı içinde: Masorini ve Thulamela gibi görkemli arkeolojik siteler de bulunur.

Burada yaklaşık: birkaç yüz fil, yaklaşık 25.000 buffalo, 12.000 antilop, 30.000 zebra ve ayrıca birçok yabani hayvan yaşamaktadır. Park “5 Big” denilen hayvanları görmek için idealdir. Bunlar: leopard, lion, siyah rhino (siyah gergedan), buffalo ve fil. Bu hayvanlar en tehlikeli hayvanlardır.

Park alanı her yıl 500.000 kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Ancak, burayı ziyaret edenlere özellikle sıtma konusunda yeterli önlem almaları önemle ikaz edilir. Bu hayvanlar, 20 bin kilometre karelik alanda yaşarlar.

Park çok büyük olduğundan: hava durumu hakkında kesin bilgiler olmasa da, burayı ziyaret etmek için en uygun mevsim: Eylül-Nisan ayları arasındaki fırtınalı dönem dışındaki zamanlardır.

Islak yaz sezonunda, her yer yemyeşil bozkır haline gelir ve yaban hayatına birçok yeni doğan misafir gelir ve göçmen kuşların da gelmesiyle, kuru kış aylarının ardından parkın en güzel zamanı yaşanır.

Genel olarak park: sıcak tropikal iklime sahiptir ve yılın büyük bölümü gündüzleri sıcaklık 25 derecenin üstündedir.

Güney Afrika Kuruger Milli Parkı

KAMPLAR

Park alanı içinde: ziyaretçilerin rahatını sağlayacak her türlü uygun şartlar yaratılmıştır. Çoğu kulübe klimalıdır ve dükkanlarda her türlü ihtiyaç maddesi satılmaktadır. Parkın güney yarısında bulunan dinlenme kamplarının ziyaretçi trafiği çok yoğundur. Burada, birkaç kamp alanı hakkında bilgi vermek istiyorum.

Güney Afrika Kuruger Milli Parkı Berg-en-dal

Berg-en-dal

En yeni kamplardan biridir. Çarpıcı doğasıyla yüzme havuzu lüksüne sahiptir. Kuzey ve güney taraflarında nehir yatakları ve bir baraj bulunur. Dere ve kuru dere yataklarında büyük ağaçlar vardır. Burada doğal bitki örtüsü koruma altındadır. Aynı zamanda engebeli bir dağ ortamındaki tek kamptır.

Güney Afrika Kuruger Milli Parkı Aşağı Sabie

 

Aşağı Sabie

Sabie Nehrine bakan kamp, parkın, batı kenarına (Mozambik sınırı) ve güney sınırına yakın mesafede kurulmuştur. Ziyaretçiler nehrin öte yanında Lebombo dağlarını görebilirler. Burada sayısız ağaçlar, birçok kuş ve böcekler görülür.

Bu dev ağaçlar ,yılda iki kez meyve üretirler, ancak farklı ağaçlar aylarca üzerlerinde yaşayan yaban hayatına farklı zamanlarda meyve üretirler. Sabie nehrine su içmek için gelen hayvanların sonsuz alayını izleyebilirsiniz.

Güney Afrika Kuruger Milli Parkı Crocodile Bridge

Crocodile Bridge

Kamp, timsah nehrinin kuzey kıyısındadır ve ismini nehirdeki timsahlardan almıştır. Kruger milli parkının toplam gergedan nüfusunun büyük bölümü buradadır.

Güney Afrika Kuruger Milli Parkı Skukuza

Skukuza

Yatak kapasitesi diğer kamplardan daha fazladır. Banka, postane, araba kiralama acentası ve vahşi yaşam üzerine 5000 kitaplık İngilizce, Afrikaner dilinde, Fransızca ve Almanca koleksiyon gibi olanaklara sahiptir.

Park alanının en büyük kampı ve idare merkezidir. Sabie nehrinin güney kısmında kalmaktadır. Nehir kenarında büyük yapraklı ağaçlar ilgi çeker. Kamp çevresinde ve kamp içinde çeşitli hayvanlar ve bitkiler ilgi çekmektedir.

Güney Afrika Kuruger Milli Parkı Satara

Satara

Kulübeler, güzel bir çiçek bahçesinin etrafında yer alır. Filler, yanındaki su bendine su içmeye gelirler. Yoğun bir kamptır. Hayvanlar bol ve çeşitlidir. Burası iyi ağaçlıktır ve bu yüzden kuşlar burada üremektedirler. Geceleri meyve yarasaları cıvıl cıvıl kaynaşırlar. Baykuşlar, sırtlan çığlıkları, çakal çığlıkları ve aslan kükremeleri duyabilirsiniz.

Güney Afrika Kuruger Milli Parkı Olifants

Olifants

Adından da anlaşılacağı gibi burası filler bölgesidir. Su aygırlarının uğrak yeri olan Olifants Nehrinin yukarısındaki bir tepede kurulmuştur. Kampın en büyük çekiciliği, Olifants nehri üzerinde, kamptan birkaç yüz metre uzakta bulunan kulesidir. Gözcü platformlarında: gökten avını kovalayan kartal görebilirsiniz. Burada görebileceğiniz diğer hayvanlar: fil, aslan, su aygırı, Nil timsahı ve kartal.

Güney Afrika Kuruger Milli Parkı Letaba

Letaba

Phalaborwa Kapısı yakınında bulunan ve Letaba Nehrine hakim sarp bir tepede bulunan kamp, merkezi bir yerdedir.
Kampın adı “kum nehir” anlamına gelir. Çünkü kumlu nehir yatağının yanındadır ve özellikle filleri izlemek için mükemmel bir kamptır. Geceleri, burada aslan kükremesini, baykuş seslerini, kurbağalar, meyve yarasaları, cırcır ve ağustos böceklerinin seslerini işitebilirsiniz.

Güney Afrika Kuruger Milli Parkı Shingwedzi

 

Shingwedzi

Hem yeni hem de yüzme havuzu olan üç kamptan birisidir. Park alanının kuzeyindedir. Shinwedzi nehri boyunca uzanır. Waterbuck, Nyala, kudu ve fil burada sık görülür. Kuş hayatı da hareketlidir.

Güney Afrika Kuruger Milli Parkı Mopani

Mopani

Burası Pioneer barajının kıyısındadır. Kampın merkezinde kocaman budaklı eski Baobab ağacı ilgi çeker. Kampın yeşil ortamı muhteşemdir.

Güney Afrika Kuruger Milli Parkı Punda Maria

Punda Maria

Nispeten buraya az ziyaretçi geldiği için sessiz, sakin ve kampların en kuzeyinde olanıdır. Merkeze 8 km uzaklıktadır. Kamp genellikle Kuruger Milli Parkının botanik bahçesi olarak belirlenen Sandveld bölgesindedir. Bölgeye özgü çok sayıda bitki bulunmaktadır. Burada görebileceğiniz hayvanlar: zebra, buffalo, fil ve samur. Öte yandan burası tam bir kuş cennetidir.

Yukarıda belirtilen kamplarda restoran, mağaza, benzin istasyonu ve çeşitli konaklama, kamping ve karavan alanları vardır.

 

ULUSAL PARK ALANINDA GÖREBİLECEĞİNİZ HAYVANLAR

 

Antilop

Wildebeest ve küçük steenbok gibi çeşitli türlerin de dahil olduğu hayvanlar için kullanılan genel bir terimdir. Bütün erkekler ve bazı dişiler boynuzludur. Bazılarının boynuzları değişik ebat ve şekillerde olur. Ama hiçbir zaman geyik boynuzuna benzemez.

19 tür antilop arasından burada en sık rastlananlar, iki renkli postu içinde son derece zarif, kendi boyunun iki katı yüksekliğe kadar kolayca sıçrayabilen impaladır.

 

Babuin

Yüzleri daha çok bir köpeği andıran babuinlerin kaygılı bir ifadeleri vardır. Hem beslenme alışkanlıklarına hem de doğalarına aykırı olduğu için onlara yiyecek vermeyin. Eğer kamp çevresindeki çöplükleri karıştırırken görürseniz engelleyin. Babuin sürüleri 41 kilograma kadar büyüyebilen ve 45 yaşına kadar yaşayabilen güçlü erkekler tarafından idare edilirler.

 

Buffalo

Tehlikeli boynuzlarına rağmen Kap buffalosu oldukça sakindir. Yine de bir aslanla amansız bir kavgaya tutuşabilir. Çok su için buffalolar, su kaynakları ve nehirlerin yakınlarında olmayı sever. Gündüzleri ağırdan alsalar da, geceleri daha hareketlidirler.

 

Çita

Bu nefis kedi, gözlerinden ağzının kenarına doğru inen ve gözyaşları gibi görünen çizgilerinden tanınır. Çitalar mırıldar ama çok ses çıkarmaz. Kısa mesafelerde 100 km/saatten daha hızlı koşabilen çıtalar, avını gün ışığında yakalar.

Güney Afrika Kuruger Milli Parkı Fil

Fil

Fil nüfusu hızla artmaktadır ve bu yüzden ne yazık ki her sene yüzlercesi vuruluyor. Sürüler kalabalıklaştığında, ağaç kabuğu yemek için ağaçları devirir, zaten az olan değerli su kaynaklarını kurutarak ormanlara zarar verirler.

Eğer arabanız fil sürüsünün arasında kaldıysa, motoru kapatın, sessiz olun ve fazla hareket etmeden sürünün dolaşmasını bekleyin.

Bir filin ağırlığı yaklaşık 6-7 tondur. Yüksekliği 300-340 cm kadar olabilir. Yürüyüş hızı saatte 10 km. dir. Potansiyel ömrü 65-70 yıldır. Diş uzunluğu, rekoru 3.5 metredir.

 

Zürafa

Alımla yürüyen bu uzun boylu hayvanı görmek ve fotoğrafını çekmek sanıldığı kadar kolay değildir. Ne zaman görseniz yaprak yerler, birçok ağacın budanmış görünümünün nedeni de budur. Zürafalar, aslanlara karşı korumasızdır ve genellikle ayakta şekerleme yaparlar.

 

Su aygırı

En çok periskop gibi suyun üstüne çıkan gözlerini ve kulaklarını göreceksiniz. Suaygırları, serinledikleri su içinde, karada olduklarından daha rahattır. Geceleri otlamak için kuru çayırlara çıkarlar.

 

Sırtlan

Kambur sırtıyla sinsi sinsi dolaşan sırtlan, doğası gereği pek sevimli bir hayvan değildir. Leş yiyici sırtlanlar genellikle yırtıcı ve kavgacıdır. Yavruları doğdukları anda birbirlerine saldırmaya başlar, tam anlamıyla “dövüşerek doğdukları” söylenebilir.

 

Leopar

Gece avlandıkları için leoparları görmek zordur. Nehir kenarları, yalçın kayalıklar, yaprakların arkası veya ağaç tepeleri bakılacak en iyi yerlerdir. Leopar yiyeceğini çoğu rakibinin ulaşamayacağı ve yemeğini rahat rahat yiyebileceği dallara taşır.

 

Aslan

Safari fotoğrafçıları genellikle aslanları av peşindeyken görüntülemekte zorlanırlar. Bunun yerine birbirleriyle oynaşırken, şekerleme yaparken yakalayabilirler.

Avlanma işini, çoğunlukla, yeleli erkeklere sayıca üstün olan dişiler yapar.

Ama aç ve pek de kibar olmayan bir erkek, yemek saatinde diğerlerini devre dışı bırakabilir. Normal bir aslan 200 kg ağırlıktadır.

Yürüyüş hızı saatte 4 km. dir. Potansiyel ömrü 20 yıldır. Kendi vücut ağırlıklarının yüzde yirmi beşi kadar yiyecek bulmak zorundadırlar. En çok impala ve antilop avlarlar.

 

Gergedan

Uzun boynuzu, hem silahı hem de sonunu getiren bir tehlikedir. Toz haline getirilmiş gergedan boynuzunun, Asya ve Afrika’nın bazı bölgelerinde afrodizyak olarak bilinmesinden kaynaklanan izinsiz avlanma sonucu, Güney Afrika gergedanlarının nesilleri tükenmek üzeredir.

Bu durumu düzeltmek için yüzlerce gergedan Kruger Ulusal Parkında doğal yaşam alanlarına bırakılmışlardır. “Beyaz” ve “Siyah” olarak adlandırılan iki tür de çamur banyosundan sonra aynı kirli görünüme bürünür.

Siyah olarak bilinen sivri ağızlı gergedan daha sinirli ve saldırgandır.

 

Zebra

Yaprak yiyen zebra sürülerine sık rastlanır ve bu gerçekten de görülmeye değer bir manzaradır. Kruger Ulusal Parkında sayıları yaklaşık 20.000 i bulur.

Zebralar sadece bitkilerle beslenir ve bu yüzden yeni kaynaklar bulmak için sürekli yer değiştirir. Çok narin ve ürkek olan zebra, en ufak bir tehlikede incinecek gibi görünür.

 

Kuşlar

Konusunda ise yolculuğunuz boyunca göreceğiniz uzun kuyruklu örümcek kuşu, sarı gagalı ve kuş tüyü kalem gibi başının arkasında sarkan tüyleri nedeniyle sekreter kuşu gibi türlerin karşısında büyüleneceksiniz.

Güney Afrika Kuruger Milli Parkı

 

Gözlerinizi Dört Açın

Eğer gözünüzü dört açıp büyük bir dikkatle çevrenize bakmazsanız, parkta antiloptan başka bir şey göremeden saatlerce oyalanabilirsiniz. Yakından uzağa doğru sürekli olarak çevreyi tarayın, gölgelere dikkat edin, en ufak bir kıpırtıya karşı tetikte olun.

Hayvanların en çok görüldüğü yerler olan su kaynakları ve nehirleri kolaçan edin. Özellikle toz kaldıran toprak yollarda, azami süratin 50 km./saat olduğunu unutmayın.

Afrika yazlarında, vahşi hayati izlemenin en iyi zamanı gün doğumu ile yaklaşık 11.00 arası park ile kamp kapıları kapanmadan önce hava kararmasına yakın zamanlardır.

Daha serin mevsimlerde, şafak vaktinden öğle saatlerine kadar su kaynaklarının çevresi oldukça hareketlidir ve eğlence günün her saatinde izlenebilir.

 

Doğa Yürüyüşleri

Doğal parklarda, insanların araba ve kamplara kapatılmış olması size ilgi çekici gelmiş olabilir. Kruger’de bu kısıtlamadan kaçmak için silahlı korucu ve orman bekçisinin eşliğinde sekiz dayanıklı yürüyüşçüden oluşan yürüyüş guruplarına katılabilirsiniz.

Yaya yol alan gurup açık havada üç gece geçirir. Sadece az sayıda ziyaretçi bu gruba kabul edilir. Bir yıl önceden rezervasyon yaptırmak gerekir ya da son dakika rezervasyon iptalleri için bekleyebilirsiniz.

 

Özel Hayvan Parkları

Doğaya yakın olmanın bir başka yolu da, daha rahat ama bir o kadar da pahalı olan özel doğal parklarda yer ayırtmaktır.

Birkaçı Kruger Parkı’nın batı sınırındaki bozkırlarda işletilmektedir. Johannesburg’dan Hhalaborwa veya Skukuza’daki küçük pistlere uçuş dahil 2-5 gün arasında değişen paket programları vardır.

Özel koruma alanlarında ulaşım, uzman korucu ve orman bekçilerinin kılavuzluğunda, üstü açık Land Rover’larla sağlanır. Taşıtlarda telsiz vardır, dolayısıyla ender görülen bir hayvana rastlarsanız, bunu herkese haber verebilirsiniz.

Şafakta ve akşam karanlığında, ulusal parklarda görebileceğinizden daha çok şey görürsünüz. Projektör ışığında yapılan gece safarileri, gece yaratıklarını da görmenizi sağlar.

Lüks kır evleri “Mala Mala” ile “Sabi Sabi” son derece özenli servisi ve birinci sınıf aşçılığı ile misafirlerini memnun etmeye çalışır. Başka bazı özel kuruluşlar biraz daha ucuz olsa da uzman korucu, klimalı konaklama yerleri, güzel yemek ve yüzme havuzu olanakları sunar.

Thoruybush, Londolozi ve Inyati de sayıları bir düzineyi bulan bu grup içinde yer alır.

Güney Afrika Johannesburg

Güney Afrika Cape Town Masa Dağı Ulusal Parkı