Güney Afrika Cape Town Tarih

Güney Afrika Cape Town Tarih

 

Ülkede: Cape Town şehrinin bulunduğu bölge: on binlerce yıl önce: göçebe ve avcı-toplayıcı “Sanlar” ın ülkesidir. “San” kültürüne ait kaya resimleri, şehir çevresinde özellikle “Cederberg Wildenerss Area” (Cederberg Yaban Adası) da görülmektedir. Şehir merkezindeki “The South African Museum” denilen yerde, bunların gayet güzel korunmuş ve günümüze ulaşmış örnekleri sergilenmektedir.

“San” ların ardından, bölgeye günümüzden yaklaşık 2000 yıl öncesinde: bu kez “Koiko” denilen sığır çobanları yerleşmişlerdir. Koikoiler: hayvan sürüleriyle ilgilenip, çevredeki komşu halk ile sığır ticareti yaparlar ve bu sırada daha kuzeye çekilen Sanlar ise: avcılık yaparlardı.

İşte: ilk kaşifler bölgeye geldiklerinde, böyle bir ortam bulunuyordu. Ama, bu ortam, 200 yıl geçmeden kısa sürede değişmek durumunda kaldı. 15. yüzyıl sonlarında: Hindistan’a ulaşmak için, en kısa deniz yolunu ararken, buraya ulaştılar.

1488 yılında, Baharat yolunu keşfetmek için denize açılan Portekizli denizci Bartomoleu Dias: buraya yani Güney Afrika topraklarına ayak basan ilk yabancı olarak tarihe geçti. Gemisiyle buraya ulaşan Dias: çok uzaklardan bile görülebilen Masa dağının çekimine kapılarak, karaya içme suyu bulmak üzere yanaştı ve körfeze demirledi, bölgeye “Aguado de Sao Bras” adını verdi. Günümüzde burası: “Mossel” körfezidir ve Diasın anısına bir müze, burada bulunmaktadır.

Evet: Dias: Hindistan’a giden baharat yolunu bulamamıştır, ama “The Cape of Good Hope” yani “Ümit Burnunu bulan ilk kişi olarak tarihe geçmiştir.

Takip eden süreçte, 10 yıllık bir sürecin ardından: yine bir Portekizli denizci Vasco da Gama: Ümit Burnu’nun çevresinden dolaşarak Hindistan’a ulaşmış ve Baharat Yolunu keşfetmiştir. Bu sırada: bölgenin yerli halkı Koikolar: buraya uğrayan gemi çalışanları ile iyi ilişkiler kurmuşlar ve Hint adalarına seyahat eden gemiler, uzun seyahatlerinde burayı sık kullanır hale gelmişlerdir.

Hatta: gemiciler bu seyahatlerinde, evleriyle temas kurmak için, eve dönüş yolundaki gemiler tarafından alınmak üzere: yazdıkları mektupları, buradaki “postane taşları” altına koyarlarmış. Günümüzde bu taşların birkaç örneği “South African Cultural History Museum”de sergilenmektedir.

17.yüzyıla gelindiğinde: birçok ticaret şirketinin birleşmesiyle kurulan: kendi donanması ve ordusu bulunan dünyanın en güçlü kuruluşlarından olan “Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyası”: Ümit Burnu’na gözünü koymuştu.

Hatta “gemilerin personeli için yiyecek yetiştirilen ve aynı zamanda gemiler için bir onarım merkezi ve hastane olarak çalıştırılmak üzere, “Masadağı” körfezi üs olarak seçilmiştir. Üssü kurma görevi ise: 23 yaşındaki Riebeeck’e verilmiştir.
Riebeeck: karada, çamurdan bir kale inşa ettirir ve taze meyve ve sebze yetiştirmeye başlar. Hatta: buralarda çalıştırılmak üzere, Hint adalarından köleler getirilir.

1666 yılına gelindiğinde ise: burada, “Castle of Good Hope” isimli daha büyük bir şato yapılır. Yerleşim çevresindeki kırsal alan yayılır, tahıl tarımı başlar. Uzun yıllar boyunca: Sanlara ve Koikoilere ait arazi: 1658 yılında bölgeye ilk büyük çaplı üzüm bağlarının dikilmesiyle, Hollandalıların mülkü haline gelir.

Cartoon map of World

18.yüzyıl başlarında ise, bölgeye: Alman ve Fransız göçmen akınları yoğunlaşır ve bölge yerli toplumları parçalanmaya başlar ve hatta 1713 yılındaki “çiçek” salgınında birçoğu ölür. Kalanlar ise, gerek Sanlar ve gerekse Koikoiler birbirlerine karışırlar ve günümüzdeki nüfusun melez kısmını oluşturur.

Bu sırada: bölge valisi Simon van der Stel: bölgede: olağanüstü zarif Flemenk tarzı büyük malikaneler ve köşkler kurdurur ve bir yandan da Güney Afrika şarap sanayini kurar.
Yine aynı dönemde: bölgeye Avrupalı dindar mülteciler de gelmeye devam ederler. Bunlar arasında Fransa’dan gelen ve Huguenotlar olarak isimlendirilenler: Franschoek olarak bilinen yerde, üzüm bağları dikerler. 1750 yılına gelindiğinde: ilk olarak Riebeceeck tarafından oluşturulan ve sonra geliştirilen bu ufacık yerleşim yeri: 3000 kişilik bir nüfusa sahip olur ve bu yerleşkenin ismi “Kaapstad-Cape Town” olarak anılmaya başlanır.

1795 yılına gelindiğinde: Muizenberg Savaşı sonunda kazanan İngilizler: Cape Town ve Baharat Yolunun kontrolünü ele geçirirler. Böylece: bölgede Hollanda-Doğu Hindistan Kumpanyası tarafından uygulanan tekeller kaldırılır ve ticaret serbest hale getirilir.

Bunun sonucunda: Cape Town şehri: uluslar arası öneme sahip bir deniz limanı haline gelir. 1814 yılında, burası kazanılan bir savaşın ardından resmen İngiliz sömürgesi olmuştur. Başlıca şirketler burada bürolar açarlar ve kısa zamanda şehrin alt yapısı oluşturulur.

Aynı dönemde, şehrin çevresindeki küçük yerleşim yerleri de gelişmeye başlamıştır. Simon körfezi: donanmaya ev sahipliği yapar. Burada bulunan kasaba “Simon kasabası” ismini alır ve sürekli gelişen balıkçılık ve balina avcılığının merkezi olur.

Güney Afrika’nın doğusunda altın ve elmas bulunmasıyla: 19.yüzyılın sonuna gelindiğinde: Cape Town şehrinin iyice geliştiği görülür. Caddeler, ticaret binaları, bankalar, güzel konaklar ve büyük mağazalar sıralanır.

1910 yılına gelindiğinde: 8 yıl süren, Britanyalılar ve Flemenkçe konuşan Boerler arasındaki kanlı “Boer savaşları” sonunda: karşıt taraflar “Güney Afrika Birliği”ni oluşturmak için bir araya gelirler ve “Cape Town”: yeni birleşen ülkenin resmi başkenti olur.

Afrikalılar: işbirliği yaparak İngilizlerin zaferinde pay sahibi olmuşsalar da; birleşmeden yarar sağlayamamışlardır. Yeni oluşturulan hükümet: “Cape Town Houses Parliament” de: beyaz olmayanların haklarını gitgide kısıtlayan yasalar çıkarmaya başlarlar. 1913 yılında “Mülk edinme” hakkı kısıtlanır ve 1936 yılında ise “oy vermeleri” yasaklanır.

1960 yılında: düzenlenen barışçıl bir gösteride: üç göstericinin polis tarafından öldürülmesinin ardından; baskıya karşı silahlı mücadele tetiklenir. Nelson Mandela ve Walter Sisulu gibi önde gelen ırk ayırımcılığı karşıtları: Cape Town açıklarında bir ada olan “Robben Island” denilen yerde uzun süreli hapis cezalarına çarptırılırlar.

1966 yılında yayınlanan “Nüfus Kayıt Yasası” ile: Afrikalı ve Melez topluluklar: zorla evlerinden çıkartılıp, şehir dışındaki yerlere gönderilirler. 1972 yılına gelindiğinde ise, şehir konseyi: Melez ırkın konseyde temsilini iptal eder.

1980’lerde ise: Cape Town: Güney Afrika’nın birçok yerinde olduğu gibi: ırk ayrımcılığına karşı mücadelenin yoğunlaşmaya başladığına tanık olur. Bir çok ülke: beyaz olmayanların karşılaştığı şiddeti protesto etmek için Güney Afrika’ya sert ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlarlar.

Bu baskılar sonucu, kargo ve ticaret gemilerinden mahrum kalan Cape Town sıkıntı içine girer. Hatta: Güney Afrikalılar, birçok spor organizasyonlarına alınmazlar. 1986 yılında gelindiğinde ise: bu baskılar sonuç verir ve Güney Afrika’nın ilk başpiskoposu olarak bir siyah olan “Desmond Tutu” seçilir.

1990 yılında ise: Başkan F. W. Kierk’in sürpriz girişimi ile, 27 yıl hapis yattıktan sonra, Nelson Mandela serbest bırakılır ve dünyanın gözleri, bu şehir üzerine çevrilir. Mandela: serbest bırakılmasının ardından: Cape Town City Hall balkonundan: Grand Prade meydanında toplanan 100 binden fazla insana hitap eder. Bu tarihi olay televizyonlar aracılığı ile bütün dünyadan izlenir.

1994 yılında, Mandela, Güney Afrika’nın ilk siyahi başkanıdır ve yüzyıllarca süren ırkçılık çatışmalarının ardından, Cape Town şehrinde barışçıl uzlaşı için hassas bir dönem başlar.

Evet, günümüzde: Cape Town House of Parliament denilen parlamendodan çıkan yasalar: ülkenin refahında önemli rol oynamaya devam etmektedir. 2004 yılında Olimpiyat düzenlemek için yapılan girişim başarısız olmuşsa da 2006 Futbol Dünya Kupası ülkede düzenlenmiştir. 1652 yılında: Riebeeck tarafından kurulan küçük yerleşim yeri, günümüzde Güney Afrika kıtasının önemli bir ticaret merkezi haline gelmiştir.

Fas Essaouıra

Fas Essaouıra genel

ULAŞIM

Fas turlarında, burası ekstra olarak veriliyor, bence düşünmeyin, burayı mutlaka ziyaret edin, çok ilginç bir yer.

Bu şehre; Merrakech şehrinden ulaşım mümkün. Yol: 180 km. ve yaklaşık 3 saat sürüyor. Zor bir yol, yer yer yol yapım çalışmaları vardı. Dar, virajlı ve her şeyden önemlisi: trafik kurallarına pek uyulmayan bir yol.

Birçok bisiklet, motosiklet, eşek ve at arabası ve binicisi ve trafik kurallarına uymayan diğer motorlu taşıtlar. Özellikle; yol üzerindeki yerleşim yerlerinden geçerken, aşırı dikkatli ve yavaş olmak şart.

Zaten; bu yolda sakın ola, akşam yani karanlık saatlere kalmamalı, mutlaka gündüz saatlerinde yoldan geçilmeli.

YOL ÜZERİNDEKİ KEÇİ ŞOVU

Evet, yol üzerinde bir noktada duraklama yapmak zorunda kalacaksınız. Rehber eşliğinde bu yolu geçecekseniz, bu zorunluluk yoksa kesinlikle durmayın.

Çünkü; yeni Fas klasikleriyle karşılaşmaya ve yaratılmak istenen o güzel masumiyetin sonucunu yaşamaya, kesinlikle sinirleriniz dayanmayacak.

Evet, yol üzerinde bir noktada; minyatür boyutlu, yani pek büyük olmayan bir ağaç üzerinde, pek büyük olmayan bir kaç keçi. Ağacın dalları üzerinde geziniyor, bir taraftan da dalların arasında beklenen birkaç keçi.

Bu tabloyu görünce, Amerika’da, milli park içindeki bir yerleşim yerinde, bir restoranın çatısında, bu şekilde yaşayan ve beslenen keçileri hatırladım.

Ama, elbette, bu keçiler Amerikalı değil, Faslı. Neyse buraya dönelim. Evet, bunları görünce şaşırıyorsunuz, ağaca nasıl çıkmışlar diye.

Doğaları gereği, bu ağaçtan besleniyorlar, tabii sahipleri olan Faslıların şov amacı ile ağaca çıkmalarında onlara yardımcı oldukları kesin.

Bu minik hayvanları, ağaç üzerinde görünce elbette, çoluk-çocuk etkileniyor, çünkü bembeyaz ve minik görüntüleri gerçekten etkileyici.

Araçtan iniyorsunuz ve ağacın yanına gidiyorsunuz, birden Faslının biri, kucağınıza bir keçi yavrusu atıyor, hani bırakıyor da, atar gibi bırakıyor, yani sizin bir tercih hakkınız yok.

Elbette etkileniyorsunuz ve yavruyu seviyorsunuz.

Diğer insanlar doğal olarak fotoğraf çekiyor ve şovun can alıcı noktası devreye giriyor, para para para. E tabii eliniz cebenizde, 5-10 dirhem veriyorsunuz, ama birde bakıyorsunuz ki, adamın suratı asık, olur mu diyor, bu kadar kalabalık, bu kadar para yetmez.

E napıcaz, daha daha daha. Buyurun rezilliğe. Verdiğiniz parayı beğenmeyen bu topluluktan kaçar gibi, kendinizi araca atıyorsunuz ve aracın hareketini beklerken de, bu masumiyeti, bu şekilde bir şova döken, ülkesi önemli değil, insanlara kızmadan edemiyorsunuz.

Tabii bir de, Anadolu’muzu, bizim köylümüzü hatırlamak elde değil, elbette hatıralarımızda çeşitli kereler, çeşitli yerlerde, bu tür hayvan sevgisini tatmin ettiğimiz zamanlar mutlaka olmuştur, ama asla para vermedik değil mi, veya istemediler belki de istemek bile akıllarına gelmemiştir, sen benim keçimi sevdin, ver para?
Neyse; yola devam.

Fas Essaouıra şehir hakkında genel bilgi

ŞEHİR HAKKINDA GENEL BİLGİ

Fas Essaouıra; Şehir; Atlas Okyanusu kıyısında. Ülkemizdeki, Bodrumu andıran bir yapısı var deniliyor, ama ben buna katılmıyorum. Daha sakin bir yapısı var.

Yerleşim, daha düzenli gibi. Orson Welles gisi sanatçılara ilham kaynağı olmuş olan bir şehir.
Ülkenin diğer tüm şehirleri gibi; iki bölümden oluşuyor. Eski ve yeni şehir.

Eski şehirde: birbirini dik kesen sokaklar ve caddeler, günümüz şehirciliği için güzel bir örnek. İç şehirde, dış cepheleri beyaz ve mavi boyalı yapılar çoğunlukta. Burada, özel tasarımlı cafeler, mutlaka nane çayını deneyin.

Kilometrelerce uzunluğunda plaj var.

Fas Essaouıra; buranın denizi: dünyada, dalga sörfünün yapılabildiği en iyi 10 yerden biri. Her yıl, burada, dalga sörfü yarışları yapılıyormuş. Dalgalar, bir hat halinde, beyaz köpükler çıkararak kıyıya ulaşıyorlar. Muhteşem bir görüntü.

Bu şehirde, ilginç olan diğer nokta. Hiçbir trafik ışığı, levhası, uyarısı yok. Yalnızca, girişte, bu şehirdeki hız kısıtlamasının, azami 40 km. olduğunu yazan bir uyarı ve başkaca bir trafik sembolü, ışığı yok.

İlginç, daha önce bu tür bir şehre rastlamamıştım, daha doğrusu elbette küçük yerleşim yerlerinde, trafik ışığı bulunmazdı, ama burası nispeten büyük, ışık bulunmaması ilginç.

Fas Essaouıra tarihsel süreç

TARİHSEL SÜREÇ

Fas Essaouıra; Şehrin, tarihi sürecinin incelenmesine, Finikeliler ile başlamak gerek. Finikeliler; Milattan önce yaşamış bir toplum.

Ticaret, deniz ve balıkçılıkla uğraşmışlar. Bunlar; deniz yolu ile sürekli hareket halindeler, vardıkları her yerde liman kuruyorlar, ticaret yapıyorlar. Ama: bunların asıl gelir kaynağı at-sat değil.

Aslen üretimle uğraşıyorlar. Tarihsel süreçte: aynayı, camı bulmuş olmalarına rağmen, özellikle arguvan rengini bulmuş olmalarının önemi daha öne çıkıyor. Erguvan rengi, midyeden elde ediliyor.

Ancak: arguvan elde etmek için, sürekli yeni midye yatakları bulmak zorundalar. Bütün Akdeniz’de, deniz dibini taraya taraya, buldukları zengin midye yataklarını çıkarıp, ezip, boyaya dönüştürerek, bir sonraki aramaya geçiyorlar.

MÖ.1300 ve hatta 1200’lü yıllarda, Finikeliler ile komşuluk yapan bir toplum var. Onlarla birlikte yaşayan bu toplum, Finikeli denizci erkekler, yeni midye yatakları bulmak için denize açıldıklarında, aylarca onların yakınlarına, çocuklarına bakıyorlar.

Bunlar; göçebe, ama yerleşik duruma geçmiş bir toplum. Finikeliler, ne zaman yola çıksalar, denize açılsalar, çoluk-çocuklarını bunlara emanet ediyorlar.

Ama, aradan geçen uzun zaman sonunda, bunlar diyorlar ki ” biz sıkıldık, bakmayacağız artık bunlara, bizi de ispanalara götürün”. İspana: uzaklar demek.

Önceleri buna itiraz eden Finikeliler, zamanla tehdit boyutunu alınca, bu duruma çare üretmek zorunda kalırlar.

Bakıyorlar, başka çare yok, onlardan bir bölümünü yanlarına alıyorlar, bütün Akdeniz’i dolaştıktan sonra, Atlas Okyanusuna iniyorlar. Bu bölgeye geldiklerinde, kıyıya yakın adalarda, zengin midye yatakları buluyorlar.

Buldukları yeni midye yataklarını temizledikten sonra, bir sonraki midye yataklarını keşfedene kadar, yeniden yola çıkıyorlar. Onlarla beraber gelen topluluk ise, buradan ayrılmıyor, kalıyor. Bunlar; daha sonraki yıllarda, kuzeye doğru çıkıyorlar ve Cebelitarık adını alacak olan boğazdan geçerek İspanya’ya ulaşıyorlar ve İspanya’nın isim babası oluyorlar. İspanalara yani uzaklara giden adamlar, böylece günümüz İspanya’sına adlarını veriyorlar.

Bunlar, köken olarak Yahudi. Yahudi kaynakları, bu olayı MÖ.3500’lü yıllara kadar uzatsalar da, tarafsız tarih, bu olayların MÖ.1200’lü yıllarda yaşandığını yazar.

Evet,

Finikeliler ile gelip te, onlarla birlikte ayrılmayan ve buraya yerleşen toplum, şehir kurar. Şehrin doğal limanı ilgi çeker. Çünkü, Atlas Okyanusunda, doğal liman yapısındaki bu kara parçasından başkaca bulmak mümkün olmaz. Akdeniz’de bile, bu ölçüde doğal liman yalnızca, Tunus’ta, Kartaca’da var.

Evet, bu çevrede, başkaca doğal liman bulunmadığından, şehir ilgi odağı olmaya başlar. Bölgeye, Romalılar gelir, sonra morlar, sonra Araplar. Bu arada, korsanlar uğrar.

Denizci olmadıkları için, sahil kesiminde, yerel nüfus pek barınmaz. Bunun sonucunda, liman ve liman işletmeciliği dışarıdan gelenler tarafından yapılır. Denizcilikten ve liman işletmeciliğinden pek anlamadıkları için, araplar geldiklerinde, liman işletmeciliği pek gelişmez.

Arada, Portekizliler, Norveçliler, korsanlar gelip geçerler. Sonuçta, işgal yıllarında Fransızlar burada kaldıkları sürede, liman ve liman işletmeciliğini biraz düzene sokarlar.

Zaten, Fransızlar gelmeden önceki dönemde, liman ve surlar tam olarak düzenlenemediği için, 1860 lı yıllarda, okyanusun kabaran dalgaları, sürekli şehirde tahribata neden olmaktadır. (Kale kapısı girişinde, bununla ilgili fotoğrafları göreceksiniz)

Evet, Fransızlar limanı düzenler ve şehir halkına ” alın size liman, liman işletmesi, işletin” derler ve işgalin bitimi ile bölgeden ayrılırlar. Bu aradaki dönemde, bölgedeki Yahudi ve Arap nüfus kaynaşır. Şehrin nüfus yapısı, zamanla o kadar kozmopolit hale gelir ki, herkes birbirini çok iyi tanır, birbirinden kız alıp vermez, birbirinden alışveriş yapmaz, ama asla kavga da etmezler. Aynı sur içinde, birlikte yaşarlar.

MÖ.1200’lü yıllarda;

Finikeliler tarafından keşfedilen ve üretilen arguvan rengi; uzun yıllar, roma ve Bizans kiliselerinde, kutsal renk olarak kabul edilmiş. Bugün, Hiristiyanlar için, hala bir asalet rengi olarak kullanılmakta. Özellikle, Vatikan’da, papalık tarafından kutsal giysilerde kullanılan bir renk.

Günümüzde, dünya üzerindeki Fas kimliği ile yaşayan, yaklaşık bir milyon civarında Yahudi olduğu söyleniyor. Bu insanlar, buradan onla yaşlarda gittiler (İsrail devletinin kurulması, 1948), bugün altmışlı yaşlardalar ve hala yaşıyorlar.

Yahudiler; 99 sene, bir yerde kaldıklarında, ora ile ilgili hak iddia ederlermiş, hatta savaş hakkının doğduğunu bile söylerlermiş.

Günümüzden, pek de fazla olmayan bir zaman önce, buradan göçmüş insanlar, buraya sadık kalmaya devam ediyorlar. Çünkü, burada o kadar uzun süre kalmışlar ki, çok sayıda ” yatırları ” bile var.

Günümüzde, burada yaşayan Yahudi sayısı çok az. Ama her yıl EYLÜL ayının ilk haftasına denk gelen dönemde, ” arınma ” adı altında, kutsal bir şenlikleri var. Bu tarihte, onbinlerce Yahudi akın akın, buraya geliyor ve gezip tozuyorlar.

Hatta, şehre o kadar sahip çıkıyorlarmış ki, dünya üzerindeki birçok fondan, şehre para akıyor ve akmaya devam ediyormuş. Bunun sonucunda ise, şehir derlenip toparlanmış.

Günümüzde;

Fas Essaouıra; Şehir ve çevresinde yaşayan azınlığa ” grova ” deniliyor. Bu; Gineliler anlamına gelmekte. Bunlar: mavi renk ağırlıklı giysi giyiyorlar.

Bunların kabullendikleri ve buraya taşıyıp kök saldıkları bir tarikat var. Bu tarikat, çok eskiye gider. Müzik ve şarkı ile tedaviyi de esas alan bu tarikat, müzik ve dansı düşüncelerinde temel alıyor.

Şehrin dünya üzerindeki popülitesinin artması için, her yıl ” grova festivali ” düzenleniyor. Ama ne festival. Başka ülkelerde, sahneye çıkmak için bin bir naz yapan ve muhteşem paralar isteyen dünya starı sanatçılar, hiçbir maddi talepte bulunmadan, bu festivalde sahneye çıkmak için can atıyorlarmış.

Neden? Çünkü, dünya üzerindeki sanat çevrelerinde, Yahudi lobisi o kadar etkin ki, bunların bu olumlu etkisini daha sonra yaşamak için, grova festivalinde sahneye çıkmak, bir imtiyaz, bir onur haline gelmiş. 2009 yılında, grova festivalinin 12’ncisi yapılacak.

Fas Essaouıra şehirdeki gezi planı

ŞEHİRDEKİ GEZİ PLANI

LİMAN

Fas Essaouıra; Şehre ilk girdiğinizde, kale kapısı önünden gezinmeye başlayacaksınız. Evet, kale kapısı önünde, balıkçıları göreceksiniz. İskelede, ya teknelerinde yada ağları başında. Ama, burada, sizi daha muhteşem bir sürpriz bekliyor.

Tüm kıyı boyunca, denize baktığınızda, kıyıdan yaklaşık 200-300 metre kadar gerideki bir deniz.

Kıyı ile deniz arasında kalan, yoğun nemli bölümde, binlerce martı, gerek uçarak ve gerekse zemine konarak ve gerekse çıkardıkları sesler ile, bu muhteşem deniz ve gökyüzü manzarasını tamamlıyor.

Deniz, kıyıdan bir hayli uzakta. İskelede, beton blokların kenarındaki korkuluklara dayanıp, bu güzel görüntüleri izleyin.

Çünkü, ben sizin için sürpriz olması gereken, ama zaten yaşadığınızda tam olarak tadına varacağınız bu muhteşem güzelliği, benim kadar beklemenize gerek kalmadan açıklamak istiyorum.

Evet;

Burada, sabah kıyı çizgisinden yaklaşık 200-300 metre geriye çekilen deniz, akşam üstü saatlerinde, kıyı çizgisine ulaşıyor. Yani, gel-git (met-cezir) diye bilinen muhteşem doğa olayını, burada canlı canlı yaşayacaksınız.

Sabah saatlerinde kıyıda gördüğünüz boşluk, akşam üstü saatlerinde, güneş batmadan önce, yörenin çocuklarının rahatlıkla denize atlayıp yüzebildikleri şekilde deniz suları ile doluyor. Yaklaşık 2 metre derinlik.

Fas Essaouıra kale

KALE

Kale kapısından geçip, şehre baktığınızda, beyaz ve şerit halinde mavi renkleri bir arada göreceksiniz. Bu durum, ilk anda sizde herhangi bir çağrışım yapmayabilir. Hatta, arada kırık bir sarı renk bile fark edebilirsiniz.

Bu size neyi hatırlatıyor? Bayram anlamında, evet İsrail bayrağı. Ve, kale kapısına doğru yaklaştığınızda, kapının üstündeki sembollerin de, İsrail’i anımsatan semboller olduğunu göreceksiniz.

Kale kapısı, öyle pek muhteşem bir kapı değil. Neden? Çünkü: suyun seviyesi ile kale kapısının zemin seviyesi arasındaki yükseklik farkı yalnızca 5 metre. Bunu, 5 metre daha yükseltebilseniz, kapı ve surların daha muhteşem görünmesi kaçınılmaz. Kale, ele geçirilemez bir güç haline gelebilir.

Kale kapısından geçtikten sonra;

Sağda balık satanları göreceksiniz. Yanlarına yaklaşın, muhteşem iri boyutlu balıklar, ıstakozlar, yengeçler var. Boyutları gerçekten aşırı. Örneğin, ülkemizde bolca tüketilen çipura balığının, oradaki boyutu gerçekten muhteşem.

İleride, grova festivalinin yapıldığı, festival meydanı var. Ama, biz önce sol yandan ilerleyip, ara sokaklara giriyoruz.

Dar sokaklar, bir yanı duvar (arkası deniz) diğer yanı ise, zemin katta dükkanlar, diğer üst katları ise yerleşim yerleri, evler. Sokaklarda ilerliyoruz, üstümüzde binlerce martı uçuyor, sesleri ile ortama ayrı bir hava veriyorlar.

Buradaki satıcılar, kolunuzdan çekiştirip, sizi dükkana davet etmiyorlar, bu güzel, rahat ve huzurlu dolaşıyorsunuz.

Belki de tek tehlike, tepenizde uçuşan martıların, üstünüze ……. yapması denilebilir. Ama, malum bu durum, ülkemiz alışkanlıklarında, şans olarak da sayılıyor değil mi?

Bu arada; rehberinin tarafından, size burada birkaç dükkanda satılan bir objenin (üzerinde timsah şekli oyulmuş, ahşaptan yapılmış, iki kanatlı, bir kanadı uzun, diğeri kısa, oturak benzeri) ne olduğu ile ilgili sorular yöneltilirse, bu sorunun yanıtını boşuna aramayın, bulamazsınız.

Çünkü; bu saçma obje, bizim ahlak kültürümüze ve yapımıza pek uygun olmayan bir uygulama ile ilgili, ahlaki olarak sorunun yanıtını dahi vermeden geçmek istiyorum.

Evet;

Ara sokaklarda, yaklaşık 10 dakika ilerledikten sonra; bir kapı ve hafif bir rampayı takiben, geniş bir alana çıkacaksınız. Burada, surlar, surların burçları önünde ise, döküm, büyük boy toplar göreceksiniz.

Burçların, üzerinde ise, muhteşem bir okyanus manzarası. Surların dibinden, yaklaşık 100 metre ileride, kayalık zeminde, 5-6 metre yükseklikteki okyanus dalgaları kayalara çarpıyor ve gökyüzüne doğru, beyaz köpükler çıkararak yükseliyor.

Dalgaların zaman zaman 7-8 metreye kadar çıktığını göreceksiniz.

Toplar ise, 1700’lü yıllarda, İspanyollar tarafından dökümü yapılmış ve buraya yerleştirilmiş. Surların burçlarına veya üzerine oturup, denizi, denizdeki dalgaları, havada uçuşan ve sesler çıkaran martıları izleyin, inanın, saatlerce kalsanız bile belki yeterli gelmeyecek. İzleyin, resimleyin ve fırsatınız olur ise, güneşin batışını da buradan izlemeye çalışın.

Bu surları görünce, evet, yine burada hepimiz tarafından bilinmesi muhtemel olan bir film çekilmiş. Cennetin krallığı. Hani Kudüs’ü ele geçirmek için yapılan mücadelelerin anlatıldığı o muhteşem filim. Evet, cennetin krallığı filminin açık alan çekimlerinin büyük bölümü, burada çekilmiş.

Fas Essaouıra çarşı

ÇARŞI

Evet, gezimize devam ediyoruz. Surlardan ayrılıp, yine ara sokaklara. Bu sokaklarda, birçok muhteşem kapı göreceksiniz. Bu arada, bu ülkenin en büyük özelliklerinden biri de, Fas’ın bir kapılar ülkesi olduğu.

Evet, bu ülkede, birçok evin kapısı, tamamen bir sanat eseri gibi yapılmış. Kapıların oymaları, boyaları, tokmak ve kapı kolları. Hepsi, kapıya, bir sanat eseri havasını verecek şekilde dizayn edilmiş.

Burada, mevcut kapıların orijinal görünümlerinin fotoğraflarını çekmelisiniz.
Daha önce dediğim gibi, buradaki insanlar farklı dinlerden ve farklı ırklardan olmalarına rağmen, birlikte yaşıyorlar.

Bir semtten bir başka semte geçişi algılamak için en büyük gösterge, çeşme bulunması. Çeşme yanında ise, hamam, fırın, okul, medrese de bulunabilmekte. Şehir, önce mahalle mahalle kuruluyor ve daha sonra surlarla çevriliyor.

Yürümeye devam ediyoruz.

Bazı sokakların üzerinin kapalı olduğunu görüp, buraların yaşam yeri olan evlerin bölümleri olduğunu anlıyoruz. Bazı sokaklarda, çocuklar oyun oynuyor. Derken, karşımıza bir ev çıkıyor. Duvarında, göze batan bir yazı var. 1949 yılında, ünlü oyuncu Orson Welles, Othello filmini çevirecek.

Ama, filim için liman lazım, sur lazım, ışık lazım. Çok yer uyabiliyor ama elemeler sonucu, yalnızca Kıbrıs ve bu şehir kalıyor. Piyango bu şehre vuruyor ve filim burada çekiliyor. Çekilen filim 1952 yılında, Fransa’da Cannes Filim Festivalinde, en büyük ödülü alınca, doğal olarak, bu şehrin de popülitesi artıyor.

Bu mekan; duvarında yazı olan mekan, Orson Welles tarafından, bir süre yaşanılan ve işletilen bir mekan.

Evet, gezmeye devam. Bölgenin en büyük özelliklerinden birinin üretildiği ve satıldığı dükkanlara geliyoruz. Dükkana girince, güzel bir koku sizi karşılıyor. Bu koku; sanki ilkokul yıllarımızda, hani ağaç kurşun kalemlerimiz olurda, onları açtığımızda, bir koku çıkardı ya, aynısı işte burada.

Evet; ardıç ağacı ve onun kokusu. Bu bölgede, bol miktarda bulunan ardıç ağacından üretilen ahşap binlerce obje çok meşhur. Her türlü obje üretilmiş.

O kadar güzeller ki, bazen büyük boyutlu olarak üretilen ve güzelliklerine bayılacağınız obje gördüğünüzde, sırf ülkeye getirememe nedeniyle, üzülerek yanından ayrılmak zorunda kalıyorsunuz.

Ama, yine de, ardıç ağacından yapılmış, birçok ahşap obje bulma şansınız var. Beğeninize göre, bir veya birkaç hediyelik veya hatıra tercih edebilirsiniz.

Öğlen;

Buradaki dar sokaklardaki restoranlarda, mutlaka balık ağırlıklı menüden tadın. Önce, muhteşem güzel bir salata getiriyorlar. Sonra birkaç cins ( dil, sardalya, ıstakoz vs. gibi)deniz ürününden oluşan karışık tabak. Gerçekten tadına doymak mümkün değil, mutlaka deneyin, fiyatlar makul.

Zaman ilerledikçe, geniş bir caddeden yürüyerek festival meydanına çıkıyorsunuz. Bu yürüyüş sırasında; caddenin kenarlarında bulunan; meyve sebze halleri, et satışı yapılan halleri göreceksiniz. Özellikle, et satışı yapılan hallerde, tavuklar canlı canlı bulunduruluyor, tavuk istediğinizde kesilip, temizlenip isteyene sunuluyor.

Meyve sebze hallerine de girin. Hoş bunlar, çok kalabalık ve nispeten döküntü dükkanlar, ama satılanları görebilmek açısından girmekte yarar var.

Evet, caddede yürümeye devam ettiğinizde, sağlı sollu dükkanları geride bırakıyor ve festival meydanına çıkıyorsunuz. Meydanın her iki yanında, kafeler var. Biraz dinlenmek ve manzaranın güzelliğini izlemek için mola verilebilir. Bu kafelerde, mola verirseniz, dondurma yemeyi düşünün. Enfes.

Evet;

Yorgunluğunuzu da giderdikten sonra, festival meydanından yürümeye devam edin, kale kapısından çıkın ve liman. Liman denince, daha önce belirttiğim gibi, sabah kıyı çizgisinden uzakta olan denizin sularının, kıyı çizgisine ulaştığını görecek ve şaşıracaksınız. Limanın yan kısımları tamamen deniz suları ile dolmuş, yörenin çocukları denize atlıyorlar.

Evet; Fas Essaouıra şehrinden erken ayrılmak gerekecek, hani daha önce söylediğim gibi dönüş yolunda trafik sıkıntısı olabilir.

Aracınıza bindiğinizde, bu uçsuz bucaksız kumsalda yürüyen insanları göreceksiniz, ayrıca, liman bölgesinde park edilmiş birçok karavan görüp, bu güzellikleri yaşayanlara imreneceksiniz.

Evet; tur ile gitti iseniz, Fas Essaouıra şehri gezisi ekstra ise; bu anlattıklarımı değerlendirerek, sanırım tura katılıp katılmama konusunda karar vermeniz daha kolay olacak.

Bu şehir; sessiz, sakin, alışveriş imkanları var, okyanusu seyretmek ayrı bir keyif. Ama; derseniz ki, Casablanca’da da okyanus seyretme imkanı var, hele alışveriş her şehirde mümkün. Gidip gitmemeye değer mi, tercih sizin, yazılanları okuduğunuzda, zaten sanırım fikir sahibi olacak ve tercihinizi yönlendirme şansınız gündeme gelecektir. Zamanınız ve paranız varsa (60 Euro) gidin,

Merrakech şehri tanıtımı ve gezi yazısı için. 

Tunus Genel

Tunus Genel

 

Tunus ülkesinde: 2011 yılında, Devlet Başkanı Bin Ali ve yönetim aleyhine büyük bir ayaklanma yaşanır. Her ne kadar, ülkede anarşik ortam duruldu ise de, bu ülkenin tek gelir kaynağı turizmdir. Umarım turizm konusunda, ülkeye gelen turistlerin güvenliğini sağlayabilirler.  

Tunus Genel Coğrafi Özellikler

 

COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ

Tunus, Kuzey Afrika’nın en küçük ülkesidir. Bu küçük ülkenin ölçüleri: kuzeyden-güneye: 750 km. ve doğudan-batıya: 400 km. dir. Ancak: Akdeniz’deki kıyılar, girintili-çıkıntılı yapısıyla, toplam 1200 km. boyunca sürer.

Kuzey bölümünde: Mecerde vadisinin verimli toprakları uzanır. Buralar, bir zamanlar Roma imparatorluğunun tahıl deposu gibi kullanılmıştır. Günümüzde de, burada yoğun olarak buğday üretilir. Mecerre bölgesinin kuzeyinde ise: Mogod ve Kurumiri dağları var. Bu dağların üzerinde, yoğun çam ve meşe ormanları görülüyor.

Ülkenin asıl kıyısı: Es-Sahel olarak isimlendirilir. Hammamet körfezinin ılık ve sığ sularına çok yakın, ünlü tatil beldelerinin bulunduğu: Suse ve El-Manastır buradadır. Ülkenin başkenti, Tunus şehrinin nüfusu: 1.5 milyon kişi iken,  diğer önemli şehirler: Sefakis, Suse, Kayrevan ve Bizerte.

Ülkeyi neredeyse tam ortadan ikiye bölen, büyük tuz gölü: Şattül Cerid, çölün kuzey sınırındadır. Büyük kum çölü, güneye doğru, göz alabildiğince uzanır. İsmi ise: Büyük Doğu Ergi. Burada: yer değiştiren, büyük kumullar önem kazanıyor. Buradaki çöller: Amerikan film yapımcılarının da dikkatini çekmiş ve Hollywood sinema yönetmenleri, burada, bir kısım filimler çekmişlerdir. Bunlar: Star Wars, İngiliz Hasta, Kutsal Hazine Avcıları.

Ülkenin, deniz kıyısındaki komşuları: 200 km. uzaklıktaki Sardunya adası ve 140 km. uzaklıktaki Sicilya adasıdır. Bu yakınlıklar nedeniyle, ülke, Avrupa ile Afrika arasında bağlantıyı sağlar.

 

İNSANLARI

Tunus ülkesinin toplam nüfusu: 10 milyondur. Bu nüfus, yoğun olarak, özellikle Tunus ve Suse kentlerinde yani kuzeyde yoğunlaşmıştır. Yani, nüfusun, % 65’lik bölümü, kentlerde yaşamaktadır. Nüfusun: % 98’lik bölümü Müslümandır. Yalnızca, Cerbe adasının güneyinde, küçük bir Yahudi toplumu yaşamaktadır.

Halkın büyük çoğunluğu: Berberi ve Araplardan oluşur. Ancak, Berberiler, günümüzde nüfusun yalnızca % 3’lük bölümünü oluştururlar ve özerk yapılarını büyük ölçüde yitirmişlerdir. Bunlar: güney bölümünde “kasr” denilen köylerde, dağlık kesimlerde ve vahalarda otururlar.

Tunus insanı, genellikle neşeli, güler yüzlü ve yardımsever. Özellikle: Türklere karşı büyük sevgi duyuyorlar. Ancak, bu ülkenin erkekleri: özellikle güzel ve açık kıyafet giymiş bayanlara karşı, tacizkar tutum takınıyorlar. Hatta, bazen yanında erkek bulunan bayanlara bile tacizde bulunmaktan sakınmıyorlar. Bu yönleri ile, ülkenin tüm sempatisi gidiyor. Yoksa: ülke insanının geneli, gayet sevecen, neşeli ve yardımsever.

Tunus Genel İklim

İKLİM

Ülkenin iklimi: yazları sıcak ve kışları ılıman özellikler gösteriyor. Kar, buz ve don gibi hadiseler, bu ülkede görülmüyor. Kıyı bölgeleri: Mayıs-Ekim ayları arasında: sıcak ve güneşlidir. İlkbahar ve sonbaharda, akşamları biraz serin olabiliyor. Sonuçta, Ekvator çizgisine yakın bu ülkede, elbette hava sıcak ve hatta bazen çok sıcak. Güneye inildikçe iyice sıcak ve zaten çöl var. Bu yüzden, bu ülkeye gitmek için her mevsim ve özellikle İlkbahar ve sonbahar düşünebilirsiniz. Ama, mutlaka güneş kremi, şapka ve güneş gözlüğü gibi, güneşe karşı gerekli önlemleri almalısınız.

 

EKONOMİK ETKİNLİKLER

Tunus, genel olarak tarıma  dayalı ekonomik bir düzene sahiptir. Tarım denilince de, en başta: zeytin gelir. Dünya zeytin üretiminin büyük bölümü: ülkedeki üretimden sağlanır.

Son yıllarda ise, ülkede: turizm olgusu gelişmiş ve gelişmeye  devam etmektedir. Ancak, her yıl, nüfusunun yarısı kadar turist çeken bu ülke, gelen turistleri tekrar geri çeviremiyor. Çünkü, ülkeye gelenlerin, yalnızca % 1-2’si, bir daha bu ülkeye gidiyor. Özellikle: kadınlara karşı yapılan tacizler, ülkenin sempatisini düşürüyor.

Halbuki, turizm, ülkenin gelir kaynakları içinde ilk sırada bulunuyor. İnsanların bunun bilincinde olmaları şart. Yıllarca: Fransızlar, İtalyanlar ve Almanlar için ucuz bir tatil cenneti olan ülke; son yıllarda kabuk değiştiriyor. Kıyı kesimlerinde, doğayı yok edecek şekilde, hızla oluşan betonlaşmanın önüne geçilmesi şart. Yoksa, elbette bu betonlaşma ve yapılaşma, turizmin önünü kesecektir. Bu yüzden: ülke yöneticileri, kıyı yani deniz turizmi yanında, alternatifler yaratmaya çalışıyorlar. Bunun başında ise, örneğin kıyı bölgesinin hemen 200 km. yakınlarındaki Matmata bölgesi geliyor. Daha önce söylemiştim, burada ünlü filimler çekilmiş ve özellikle Star Wars filminin çekilmesi, burayı çekici hale getirmiş. Aslında, tam bir “Kapadokya” denebilir. Tek fark: mağara evler, kayalara  değil, çölde oluşan küçük tepeciklerin altlarına oyulmuş.

 

HAVAALANI

İstanbul-Tunus arasındaki uçuş süresi, yaklaşık 3 saattir.

Tunus ülkesinin en büyük havaalanı: Kartaca Uluslar arası Havaalanıdır. Alan: Tunus şehir merkezine, 8 km. uzaklıktadır.

Havaalanı ile kent merkezi arasındaki ulaşım için: taksi kullanabilirsiniz. Bu taksi yolculuğu: yaklaşık 15-20 dakika sürer. Taksi ulaşımı: yaklaşık 5 dinar tutar. (gece ise: 10 dinar) Taksi dışında: otobüs te var. Ancak: otobüsler, akşam saat 21.00 den sonra servis yapmıyor. Otobüs bilet ücreti: 750 M.

Bunun dışında: bir de Skanes denilen yerde: “Manastır Havaalanı” var. Özellikle: charter uçuşları, buraya yönlendiriliyor. Buradan yine taksi ile, yaklaşık 30-40 dakikada, kent merkezine ulaşabilirsiniz. Metro tercih ederseniz, 1 dinar ödemeniz gerekir.

Tunus Genel Ülkeye giriş

ÜLKEYE GİRİŞ

Tunus: Türklerden vize istemiyor. Burayı ziyaretinizde, en az 6 aylık bir pasaportunuz ve dönüş biletiniz olması yeterli görülüyor.

Havaalanında uçaktan indiğinizde: bir form dolduruyorsunuz ve pasaportunuz ile birlikte, bunu görevliye veriyorsunuz. Görevli, bu formun ikinci nüshasını onayladıktan sonra size geri veriyor. Bu formu sürekli olarak yanınızda bulundurmanız şart, çünkü: bu form, sizin ülkedeki kimlik kartınız. Dönüşte de zaten çıkışta yine görevliye teslim etmeniz gerekiyor.

 

DİL

Ülkede Arapça konuşulur. Ama, uzun yıllara dayanan Fransız sömürgesi, ülkede Fransızcanın da bilinmesini sağlamıştır. Ülke insanı, ilkokul 3 sınıfa kadar Arapça ve daha sonra Fransızca eğitim alıyor. Özellikle: Üniversitelerde, eğitim dili: Fransızca.

Ülkedeki gazete ve dergilerin yarısı ile, radyo ve televizyonların bazı kanalları, Fransızca yayın yapıyorlar. Ama, yine de resmi dil, Arapçadır. Turistik yörelerin birçoğunda, tabelalar: iki dilde yazılıdır. İngilizce derseniz: çat-pat. Yani, birçok Tunuslu, İngilizce bilmiyor.

 

PARA

Ülkede, “dinar” kullanılıyor. Döviz bürolarında ve otellerin resepsiyonlarında, kolayca para bozdurabilirsiniz. 1 dinar: 1000 Milimdir. Banknotlar: Dinar olarak: 5,10,20 ve 30 olarak bulunur. Bozuk paralar ise: Milim olarak: 5,10, 20,50,100,500 ve1 dinar olarak var. Ülkedeki değişim oranı, hükümet tarafından belirlenir, bu yüzden en iyi değişim oranı bulmak için dolaşmayın, her yerde aynıdır.

Tunus dinarı, bizim Türk Lirası ile aynı değerde, yani bir alışveriş sırasında, bizim paraya çevirme derdiniz yok. Bire bir aynı.

Otellerin ve mağazaların birçoğunda, kredi kartı geçerlidir.

Son bir not: ülkede, döviz bozdurduğunuz makbuzları, mutlaka yanınızda bulundurun, yani atmayın. Ülke çıkışında: sizden bunu isteyebilirler. Bir de, ülkenin ulusal parası olan “dinar” ı: gerek ülkeye dışarıdan sokmak ve gerekse ülke  dışına çıkarmak yasak. Yani: döviz bozdururken, mutlaka dengeli olun, elinizde dinar kalacak şekilde, çok döviz bozdurmayın, az az bozdurmayı tercih edin. Dönüşte elinizde dinar kaldı ise, havaalanında mutlaka harcayın.

Tunus Genel Fotoğraf

FOTOĞRAF

Ülkede, özellikle kırsal kesimlerde yaşayan insanlar, fotoğraflarının çekilmesinden kesinlikle hoşlanmıyorlar. Diğer yerleşim yerlerinde ise: bir kişi veya kişilerin fotoğraflarını çektiğinizde,  sizden  mutlaka para isteyeceklerdir. Bu bir tür alışkanlık, fotoğraf çekerken bunu göze almalısınız. Ben, kırsal kesimde, fotoğraf makinanızı asla kişilere ve özellikle bayanlara çevirmeyin derim. Özellikle, kırsal kesimde, Berberilerin resimlerini çekmeye kalkarsanız, inanın büyük sorunlar yaşarsınız, para bile verseniz, belki çare olmayabilir. Siz en iyisi, özellikle berberi resimleri çekmeyin.

 

KIYAFET

Sonuçta burası Müslüman bir ülke. Yani: burayı gezmek isteyenler: plajların dışında, çok kısa ve askılı kıyafetler kullanmamalıdırlar. Ayrıca: çık kısa şortlar ve diz veya diz üstünde etekler de, tacize uğramanıza neden olabilir. Tek başına dolaşan bir bayan olarak bu ülkeyi ziyaret etmeyi düşünürseniz: yanınızda bir eşarp bulundurmakta yarar olabilir diye düşünüyorum. Ayrıca: Tunuslu erkeklerin tacizleri hakkında birçok şey duymak mümkün. Bu yüzden, bayanların kesinlikle, bu tür sözlü ve ıslak yaparak yapılan  tacizlere aldırmaz görünmeleri ve erkeklerle göz temasından kaçınmaları ve kesinlikle ve kesinlikle kıyafetlerine dikkat etmeleri şart. Yoksa, kötü bir tatil olabilir.

 

RESMİ TATİLLER

1 Ocak                                               Yeni yıl tatili.

20 Mart                                  Bağımsızlık bayramı

21 Mart                                  Gençlik bayramı.

9 Nisan                                   Şehitler günü

1 Mayıs                                  İşçi bayramı

25 Temmuz                            Cumhuriyet bayramı

13 Ağustos                             Kadınlar günü

15 Ekim                                  Bizerte’nin kurtuluşu

7 Kasım                                  Yeni çağ günü

Bunun dışında: Kurban Bayramı, Ramazan Bayramı ve Peygamberin doğum günü etkinliklerinde de, tatil uygulanır. Özellikle: Ramazan süresince, yani bir ay boyunca: işyerleri, restoranlar ve kafeler, çalışma saatlerini iftar ve sahur saatlerine göre ayarlarlar. Yerel halkın oruç tuttuğu bu günlerde, elbette turistler de etkilenir.

Tunus Genel Şehiriçi Ulaşımı

ŞEHİR İÇİ ULAŞIMI

Dolmuş

Bunlar:  şehir içi veya yakın kasabalar arasında çalışan taksi-dolmuşlardır. Bunlar: 6 kişi alabiliyorlar ve belli bir rota üzerinde gidip-geliyorlar. Bunlara binebilmek için, bunların duraklarına gitmelisiniz.

 

Metro

Tunus şehrinde, hafif raylı sistem var. Yani, yer altı metrosu yok. Şehirdeki metro hattında, özellikle: Barselona meydanı ve Bordo Müzesi arasındaki hat, çok kullanılıyor. Bilet ücreti: 900 M. Metro hattı: Habib Burgiba Bulvarı sonundaki, feribot limanında, demiryolu hattına bağlanıyor. Demiryolu hattı ile: Kartaca, Sidi bu Zeyd ve Mersa bölgelerine ulaşabilirsiniz. Bilet ücreti, tek gidiş için: 980 M.

 

Otobüs

Ülkede, şehirler arasında, otobüs seferleri  var. Bilet, otobüsün hareket saatinden önce, terminalden satın alınır. Kalkış saatlerini sürücüye sorabilirsiniz. Varış yerleri, Arapça ve Fransızca olarak belirtilir. Şehir içinde de otobüs kullanımı yaygındır. Bilet ücreti: 300 M.

 

Taksi

Taksiler, duraklarından veya yoldan el işareti yapılarak çevrilebilir. Taksimetre kullanılıyor ve ücretler makul. Ancak, akşam tarifeleri: gündüze nazaran, yarı yarıya daha fazladır. Havaalanından şehir merkezine gelmek için, taksi ile pazarlık yapın derim. Bunun dışında, Tunus şehrinde, şehri bir uçtan öbür ucu gitmek, yaklaşık ücret: 2-3 dinardır.